Prof. Dr. Sinsi
|
Kumrunun Gördüğü / Ahmet Büke

İstanbul'un Anadolu yakasının kuşu, tabii kumrusu çoktur Böyle guguşçuk diye ses çıkaran, kahverengi kumrulardan Datça civarındaki gri renkli, boyunlarına kolye gibi halkalar takınmış kumrulardan farklı, hem uçarken de pırrr diye ses çıkarıyordu onlar Alt tarafı kuş deyip geçmemek lazım Bir keresinde, dişi bir kumru balkonumuza yuva yapmıştı Annem, kumru hanım daha rahat etsin diye içinde iki de yumurta bulunan özenli yuvasını kenara çekivermişti Ondan sonra ne gelen oldu, ne giden Meğer insan kokusunu sevmezmiş kumrular… Güvercinler öyle değildi, yavruları içeri bile aldık, bana mısın demediler, işleri görüldükçe sorun yoktu Kargalar kuşların mafyası; başka kuşlar zaten söz geçiremiyor, insanlara sataşıyor çirkefler Martılar, kargaların bahriyelisi, yumurtalarını kargalara kaptırmama peşinde, sürekli ekmek hatırına insanlardan yana gibiler Serçelerse cingöz yumurcaklar adeta, carpe diem diye uçuşacaklar neredeyse Kumruya dönersek, hem uzak hem sessiz hem de her nasılsa hisli bir kuş… Bu yüzden Ahmet Büke'nin son öykü kitabı Kumrunun Gördüğü'ne ismini vermesine şaşmamalı İnsanların ne yaptığını gören, bilen ama kendine saklayan kuş…
Kumrunun Gördüğü, bizim bir türlü göremediğimiz, bilinçaltımızın bir köşesine ittiğimiz, hatırlamadığımız veya hatırlayamadığımız hazin olayları inceden inceye yüzümüze vuruyor aslında Her gün etrafımızda gördüğümüz insanlar, hayvanlar, bitkiler, cansız nesnelerin her birinin bize bir hikâye anlattığını gösteriyor Ufak ayrıntılar, renkler, kırık camlar ve daha birçoklarının neler gizlediğini İnsan doğasının nelere gebe olduğunu Hepsi de, Ahmet Büke'nin doğal, yalın, akıcı, zıtlıkları olağan göstererek anlatan satırlarından dökülüyor Burada yazılabilenlerse, klasik tabirle bu doğurgan metinlerden süzülüp kaleme akanlar…
“Herkes Her Şeyleşiyordu…”
“Sarman dışarıdan miyavladı, mutfak penceresinden atlayıp perdenin aralığından olup biteni izlemeye çalıştı ”
“Kocaman, taşlanmış, yorulmuş, gün görmüş de solmuş bir cam parçası buldum Kirli sarı avuçlarım kadar büyük İki gözümün önüne getirip dünyaya baktım 'Artık her şey böyle olacak,' dedim … Bütün dünyayı sarıya boyadım ”
“'Koku hissiniz nasıl? Koku alabiliyor musunuz?'”
“…acıyla karışık hatırlama –hatırladıkça daha çok sevmeye, hiç unutamamaya, pişmanlığa, keşkelere ve aniden yastıklardan fışkıran eski bir kokuya dönen o his–” “Annem kızartmanın üzerine domates sosunu döktü içeride Kokusu içime doldu ”
“Saçları yasemin kokuyor ” “Yüklük kokusu, eski Mushaf kokusu doldu genzime ” “Öleceksem burada ölmek isterdim Bu kokunun üzerinde Güneşte kalmış armudun çürüklüğü gibi, yere dökülen gülsuyunun topraklı yanıklığı gibi… avuçlarıyla toplayıp geri içine tıkmaya çalıştığı kokusuna sarınıp hiç uyanmayabilirim ” “Yanık kokusu kaldı içimde Hiç gitmiyor şimdi ”
“Zorla bellenen bir derim mi var yoksa? Hayır, diyorsunuz O zaman neden ısrarla anlamaz ama idare eder gibi bakıyorsunuz bana? Daha tehlikeli olsam, misal evlerinize girip siz yokken elektrik sarfiyatınızı artırsam, yataklarınızda debelensem, ilaç kutularınızın içinde öğürsem, böyle sevimli ama beş ayaklı bir köpek yavrusuna içlenir gibi bakamazsınız bana ”
(Burada yazar Eğitmenler filmine değiniyor Üç genç, varlıklı ailelerin evlerine girip hiçbir şey çalmaksızın onların eşyasının yerini değiştirir Ev sahipleri döndüğünde kendilerini güvende saydıkları evin düzenini değişmiş bulunca korkuya kapılır )
tuğçe ayteş
|