Prof. Dr. Sinsi
|
M.K. Atatürk'ün Doğum Gününün 19 Mayıs Olmasının Nedeni.
M K Atatürk'ün doğum gününün 19 Mayıs olmasının nedeni
Türk Tarih Kurumu kurucuları arasında yer alan Tarihçi-Yazar Reşit Saffet Atabinen ( 1884-1965), 19 Mayıs 1932'de, Atatürk'e, Türk Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenme ve koordinesinin ilk adımı kabul edilen 19 Mayıs'ı kutlamak için, “ Doğum Gününüzü Kutlarım” şeklinde bir telgraf çekmişti
Esasen bu yapılan, Atatürk'ün maddi anlamda dünyaya geldiği günün kutlanması değil, Atatürk'ün 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkışının önemini belirten manevi bir jestti
19 Mayıs 1919'un önemini gösteren bu jest, Atatürk'ün çok hoşuna gitti
Bunu izleyen günlerde, 1932 yılının Temmuz ayında, Birinci, Türk Tarih Kongresi sıralarında, Aydın Halkevi'nden bir öğretmen, bir Gazi Günü tertiplemek istediklerini söyleyip, ona doğum gününü sormuştu Atatürk : "Bana sormayınız, doğum günümü bilmiyorum Gazi Günü olarak da, Samsun'a çıktığımız günü Gazi Günü yapabilirsiniz"
diye cevapladı
Atatürk'ün doğum gününün 19 Mayıs 1881 olarak kabul edildiği, Atatürk'ün onayı alınarak, Cumhurbaşkanlığı'nın resmi belgelerinde de yer aldı
İngiltere Büyükelçisi Morgan, 10 Kasım 1936'da, Dışişleri Bakanlığı'na, İngiltere Kralı Edward VIII ( 12 Aralık 1936'dan sonra Windsor Dükü Prens Edward)'ın, doğum günü nedeniyle, kendisine özel ve samimi bir tebrik telgrafı çekeceğini söyleyerek, Atatürk'ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmişti
Buna, Genel Sekreter tarafından, 12 Kasım 1936 günü,
"Cumhurbaşkanı Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduklarını arz ederim"
diye cevap verildi
Bu konuyu Prof Afet İnan şöyle anlatır;
"…Mustafa Kemal (Atatürk)'in doğum ayı ve günü ya hiç yazılmaz veya yanlış olarak sonbahar diye gösterilir Başka tarihleri verenler de yok değil Halbuki kendisinden bizzat işitmişimdir bir ilkbahar günü doğduğunu Hatta bunun mayıs olduğunu söylemiştir
Bir gün yanında benim de bulunduğum sırada Riyaseticumhur Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak, Atatürk'e evrak getirmişti Bunda doğum gününün bildirilmesi rica ediliyordu, sonradan arşivlerde bulduğum yazı şuydu:
10/11/1936
Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekaleti
Protokol Dairesi Şefliği
U No: 21081
H No: 177
Riyaseticumhur Umumi Katipliğine :
İngiltere Maslahatgüzarı Mösyö Morgan Vekaletimize müracaat ederek Reisicumhurumuzun yevmi veladeti münasebetiyle İngiltere Kralı 8 Edward tarafından hususi ve samimi bir tebrik telgrafı çekileceğini söylemiş ve Atatürk'ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmiştir
Keyfiyeti arz eder ve İngiltere Büyükelçiliği'nce talep edilen malumat tensip buyurulduğu takdirde iş'arına müsaadelerinizi rica ederim
Hariciye Vekili Y Türkgeldi
Atatürk, bunun üzerine bir süre düşündü Herhalde kendisi de bunu tam olarak bilemiyordu Annesi i ilkbahar günü doğduğunu söylemişti vaktiyle, onu hatırlıyordu Biraz bekledikten sonra birden Hasan Rıza Soyak'a dedi ki :
- "Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın? " Bunun üzerine Hariciye Vekaleti'ne 12/11/1936 tarihli şöyle bir yazı gönderildi :
"Reisicumhur Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduğunu arz ederim
Hasan Rıza Soyak "
Mustafa Kemal Atatürk'ün, Atatürk soyadını aldıktan sonra kendisine verilen nüfus cüzdan örneği
Mustafa Kemal Atatürk'e Ankara Nüfus Müdürlüğünce 27 Ocak 1923 yılında kendisine verilen Nüfus Cüzdanı
13 yıla yakın Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras'ın, bu konudaki açıklaması da şu şekildedir :
"…Atatürk'le beraber günlerce araştırıp düşünmüş, hatırlamaya çalışmıştık olayları…Okul kayıtlarına, nüfus idarelerine bakılmıştı Bütün bunlardan sonra, Mayıs ayında doğduğu ortaya çıkmıştı 10 mayıs il1 20 Mayıs arasına bile yaklaşmıştık Atatürk, o zaman, "19 Mayıs niçin olmasın?" dedi
Zaten, 19 Mayıs'ta Samsun'a çıktığı ilk güne içtenlikle bağlıydı
Ve böylece bu tarih, yalnız İngiltere Kralı'na değil, bütün yabancı devletlere Dışişleri kanalı ile bildirildi "
Ancak, gün olarak 19 Mayıs'ın kabul edilmesiyle, ilginç bir durum ortaya çıkıyordu
1881'in 19 Mayıs'ı, Rumi 1297'ye denk geliyordu; Atatürk'ün Rumi doğum yılı ise 1296 idi
Ya da Rumi 1296, Miladi 13 Mart 1880- 12 Mart 1881 arasını kapsadığından, 19 Mayıs 1880 olması gerekiyordu
Kısacası gün ve ay bilinmediğinden, Rumi 1296'ın karşılığı ne 1880, ne de 1881 kesin olarak doğru kabul edilemiyordu İşleri yolunda giden Ali Rıza Efendi, eşine yardımcı olması hasebiyle üfrade isminde Afrika kökenli bir bayan hizmetkar tutacaktır Ardından aileye ümmügül isminde bir Sütnine kabul edilecektir İşleri yolunda giden Ali Rıza daha sonra hiç ortada olmayan nedenlerden dolayı zorlanacaktı Bölgenin düzensiz bir yönetim yapısı ve asayişin kötü olması sebebiyle ticaret işlerine yasal icraatçilerin dışında bölgede hüküm süren çetelerde katılıyor ve son sözü onlar söylüyordu Ali Rıza sektörün her alanında söz sahibi olan eşkiyanın isteği dışında ne ağaç kesilebiliyor ne de kesilen ağaçlardan elde edilen kerestelerin sevkiyatı gerçekleşebiliyordu
Ali Rıza Efendi'yi tanıyan ve Mustafa'nın çocukluk arkadaşı olan Hacı Mehmet Somer bu hususu şöyle dile getirmiştir :
"Ali Rıza Efendi, kereste ticaretine varını yoğunu vermişti İlk zamanlarda büyük başarılar gösteren bu teşebbüs, Katerin'in ezeli belası olan eşkıyaların hırslarını tahrik etti Ali Rıza Efendi'yi para göndermesi için tehdit ettiler Şayet para göndermezse, kerestelerini yakacaklarını bildirdiler Bu sebeple orman mıntıkasına gitmek, işlerini kontrol etmek mümkün olmuyordu İşlenmiş keresteleri sahile nakletmeye korkuyordu Çünkü bu keresteler eşkıyalar için rehine mahiyetinde idi Nihayet Ali Rıza Efendi'den ümit ettikleri para gelmeyince, bütün keresteleri yaktılar İşçileri de tehdit ettiler İşçiler de dağılıp gittiler "
Ali Rıza Efendi, Rum eşkiyaların dediklerini yerine getirmeyecek ve istedikleri haracı ödemeyecektir Fakat sonunda eşkiya tehditlerini yerine getirerek Tomruk stoklarını yakacaktır Bu olay üzerin Ali Rıza, kerestecilikteki ticaret hayatına veda etmek zorunda kalmıştır Bir müddet sonra Tuz işinde muvaffak olmak istedi ancak top aldığı tuzları zamanında elden çıkaramayacak ve elindeki tuzlar eriyecektir Bu alanda da beklenmeyen sorunlarla karşılaşan ve varını yoğunu yitiren Ali Rıza, derin bir üzüntünün içinde çırpınırken ailesi için var olmanın peşine düşmüş ve hangi boyutta olursa olsun tekrar memuriyet için koşuşturmuş fakat buradanda sonuç alamamıştır Sonraki arayışlarında da bir türlü cevap alamayacak olan Ali Rıza artık bir girdap halini alacak olan üzüntüsünün ardından Barsak Veremine yakalanacaktır
Eşi Zübeyde Hanım o günlerden bahsederek :
"Merhum (Ali Rıza Bey), son günlerinde işinin fena gitmesinden çok müteessir oldu Kendini salıverdi Daha sonra da derviş meşrep bir hal alarak eridi, gitti Kocamın hastalığı büyüdü Artık yaşayamazdı Ben dul kaldığım zaman, yirmi yedi yaşında bir tazeydim Bana iki mecidiye (40 kuruş) dul maaşı bağladılar "
Çocuğu Makbule Hanım ise babas Ali Rıza Bey'in işlerinin eşkiyalar yüzünden bozulduğunu söyledikten sonra şunları söylemiştir :
"Bundan sonra babam tuz ticaretine başladı Mağazasında bulunan tuzlar toptan eridi Babam bu işten de zarar gördü Tekrar memuriyete geçmek istedi, fakat muvaffak olamadı İşlerinin bozuk gitmesinden çok müteessir oldu Nihayet Bağırsak Veremine tutuldu, üç sene hastalık geçirdikten sonra vefat etti "
Ali Rıza Bey, 3 sene boyunca bu hastalıkla mücadele ettikten sonra daha fazla dayanamayarak hayata ve yakınlarına 47 yaşında veda etmiş, vefat etmiştir Vefatı sırasında altıncı çocuklarına gebe olan Zübeyde Hanım Ali Rıza Bey'in vefatının ardından 1889 yılında ismi Naciye olacak olan kız çocuğunu dünyaya getirecekti
Önemli !
Ali Rıza Bey'in vefat tarihi ve altıncı çocuğu olan Naciye'nin doğum tarihi konusunda kesin bir tarih yoktur Ancak ortaya atılmış bazı görüşler şu şekildedir : - Ali Fuat Cebesoy'a göre, Ali Rıza Efendi, 1893 yılı Kasım ayının ikinci yarısında vefat etmişti
Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Atadan hatıralarında, kendisinin 1885'te doğduğu günlerde, babasının hastalığının başladığını, işine gidemediğini ve ilk yaşını doldurduğunda da bu hastalığın çok arttığını en küçük kardeşi Naciye'nin 1889'da doğumundan kırk gün sonra babasının vefat ettiğini anlatmıştı
Bu durumda Ali Rıza Efendi'nin ölümünün 1889 ve 1890'ın ilk aylarına rastlaması gerekir Mustafa Kemal (Atatürk), o sıralarda dokuzuncu yaşı içindeydi ve Şemsi Efendi Okulu'nun da üçüncü sınıfındaydı
- Utkan Kocatürk, vefat tarihini 1888 olarak verirken , Faik Reşit Unat da, Makbule Hanım'a ilk kocasından ayrıldıktan sonra babasından aylık bağlanmasına ait dosyadaki belgeleri kaynak göstererek, Ali Rıza Efendi'nin 28 Kasım 1893'te vefat ettiğini ileri sürer

Zübeyde'nin üvey erkek kardeşi(Ağabeyi) olan Hüseyin, vefatın ardından Selanik'e gelerek kız kardeşi Zübeyde'yi ve babasız kalan 3 yeğenini beraberinde; Zübeyde'nin de evlenmeden önce yaşadığı şehire Langaza'da idare etmekte olduğu Rapla Çiftliğine getirdi Hüseyin Ağa, kardeşini ve çocuklarını üzmeyecek onları eniyi şekilde büyütmek için kardeş Zübeyde ile elinden geleninin eniyisini yapmaya çalışacaktır Hüseyin Ağa yeğenlerini severken çoğu zaman isimleri yerine lakaplar takarak seslenir ve severdi
- Mustafa'ya "Paşam!"
- Makbule'ye "Makbuş!"
- Naciye'ye "Bülbül!"
Mustafa'nın eğitim ve öğrenim nedeniyle telaşlanan Zübeyde Hanım ve Ağabeyi Hüzeyin Ağa, Mustafayı Selanik'e halalarının yanına göndermiş fakat Mustafa halasının tavırlarından hiç haz duymayarak Dayısı Hüzeyin Ağa'nın çiftliğine geri dönmüştür
Bu hususu Makbule Hanım'ın 1948 yılında Haftalık Akın Dergisinde, Selime Seden'e verdiği ropörtajda şu şekilde bahsedilmektedir - — Dayıları ile anneleri baş başa veriyorlar
Küçük Mustafa'yı okutmak lazım! Fakat nasıl?
— Nihayet, Makbule Hanım'la hemşireleri Naciye'yi çiftlikte bırakmağa ve Mustafa'yı alıp Selanik'e, halalarının yanına götürmeğe karar veriyorlar Bırakıp dönecekler ve küçük Mustafa orada tahsiline devam edecek! Oldukça maceralı ve heyecanlı olan bu kısa devreyi de Bayan Makbule'nin dilinden ve hatıralarından dinleyelim:
— Küçük Mustafa'yı, halasının evine bırakarak çiftliğine dönüyorlar Halası, Bayan Makbule'nin nitelendirmesine göre, sert ve katı bir hanımdır Daha o gece misafir çocuğu, simit alması için çarşıya gönderiyor, getirdiği simitleri beğenmediği için "değiştirmesini" söyleyerek bir daha göndermekten çekinmiyor Hadise, dokuz yaşındaki Mustafa'nın izzetinefsine dokunuyor, cumayı bekliyor Çiftlikten cuma namazı için Selanik'e, "Hamzabey Camii"ne gelen dayısını buluyor Arada geçen kısa ve kesin konuşma şudur:
— Dayı, siz beni halama uşak mı verdiniz?
— Ne münasebet! O nasıl söz!
— Beni gece yarıları çarşılara gönderiyor Ben orada oturamam!
Burada bir müddet kalan aile Mustafa'nın eğitim ve öğrenimi için tekrar Selanik'e dönecektir Burada bir süre kaldıktan sonra Ağabeyine yük olmak istemeyen Zübeyde 32 yaşlarında ismi Ragıp olan ve Larissa'dan göç etmiş birisiyle evlenir Ragıp Efendi'ninde 3 çocuğu bulunmakta ve eski eşi Afet Hanım'ın vefat etmesiyle dul kalmıştır Çocuklarının ismi; Hakkı, Rukiye(Ruhiye) ve Süreyya dır
Hüseyin Bey, Zübeyde Hanımın Babası Sofuzade Feyzullah Sadullah Ağa'nın ilk eşinden olan erkek çocuğudur
Evlat acısının ne demek olduğunu çok iyi bilen birisi haline gelmiş olan Zübeyde Hanım son kez bir evladının daha vefatına şahit olacaktı Mustafa Kemal (Atatürk)'in Harp Okulundan Mezuniyeti sırasında yani 1902 yılında Verem hastalığına yakalanmış olan 12 yaşındaki Naciye'yi Hakkın Rahmetine vakıf olması temennisiyle uğurlamıştır
Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fuat Cebesoy'a, Ragıp Bey hakkında şunları söylemiştir :
"Bana karşı hep çok saygılı davranmış, büyük adam muameleri etmiştir Nazik ve kibar bir insandır "
Zübeyde Hanım, oğlu Mustafa'nın öğrenimi için elinden geleni yapmıştır Zübeyde Hanım oğlu Mustafa'nın II inci Abdülhamit yönetimine karşı çalışan bir takım arkadaşlariyle yaptığı toplantıda nelerle uğraşıldığını öğrenince, padişaha karşı çalışmanın sonuçlarından ürkmüş, ancak Mustafa Kemal (Atatürk)'in işi kendisine anlatması üzerine sorunu kavrayıp :
"gizli şeyleriniz varsa ben saklayayım, muvaffak olmak zordur, mahvolmak daha tabiidir"
dedikten sonra şöyle konuşmuştur :
"  evladım bir gün bu işler olduktan sonra seni namus ve haysiyet sahibi olanlarla görmezsem işte o zaman meyus olurum Ben senin kadar okumadım, senin kadar bilmem, seni gördüğün, anladığın şeyleri yapmaktan menetmiye kalkışmam, yalnız dikkat et, esas muvaffak olmaktır, muvaffak olmaya çalış"
Annesi Zubeyde Hanım'ın vefatını öğrenmesinden bir kaç saat sonra çekilen resmi
Bilgi :
Falih Rıfkı Atay'a göre, Ragıp Bey, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Selanik'te öldü üvey ağabeyi Süreyya Toyran, intihar etti Diğer kardeşi Hakkı Bey, reji memuru idi
Zubeyde Hanım'ın İzmir Karşıyaka'daki köşkünde geçirdiği son günler
Zübeyde Hanım Birinci Balkan Savaşı'nın ardından yani tahmini olarak 1912 yılının sonlarında ikinci ve son eşi Ragıp Bey'den ayrılır
Balkanların Osmanlı Devleti'den kopmasıyla kızı Makbule Hanım ile beraber İstanbul'a gider ve İstanbul'da Beşiktaş Akaretlerde bir evde yaşamaya başlarlar Aile burada yaklaşık 11 sene yaşadıktan sonra 1922 yılının sonlarına doğru Ankara'ya Mustafa Kemal (Atatürk)'in yanına Çankaya Köşkünde ikamet etmeye başlamıştır Fakat daha sonra Zübeyde Hanım rahatsızlanacak bu nedenle, tedavi olması ve havasının yumuşak olması nedeniyle İzmir'in Karşıyaka semtinde bulunan köşke 1922 yılının Aralık ayında yerleşecektir Burada ikamet ettiği sırada ecel kapısını çalacak ve Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923 yılında Hak'ın Rahmetine Mazhar olacaktı İzmir'de kaldığı süre zarfında çoğu zaman Latife Hanım yanında olacak vefat ettiği gece ise Latife Hanım yine yanında kalacaktır Zübeyde Hanım ölmeden önce vasiyet namesini Latife Hanım'a yazdırmıştır Hatta Vefatın gerçekleşmesinin ardından Latife, köşke 33 hafız çağırır ve hatim ve dualar ile merhum'u ebedi yolculuğuna uğurlarlar Şuan İzmir'in Karşıyaka ilçesinde bulunmakta olan ve 1940 yılında anıt mezarda naaşı bulunmaktadır
Makbule Hanım ise validesi Zübeyde Hanım'ın vefatı sırasında Ankara'daydı Ankarada yaşamını sürdüren ve ömrünün sonuna kadar orada kalan Makbule, bir dönem Abisi Mustafa Kemal (Atatürk)'in isteği üzerine yeni kurulacak olan Serbest Cumhuriyet Fırkası'na(Parti) girdi ve siyaset hayatına atılmış oldu Ancak partinin sınırı aşarak olumsuzluklara imza atıyor olması M K Atatürk'ü kuşkulandırmış partinin varlığından rahatsızlık duyarak kapatılması imasında bulunmuştur Bunun üzerine Fethi Bey (Fethi Okyar) partinin genel başkanı olarak partinin feshini ilan etmiş yani partiyi kapatmıştır
Dahiliye Vekaletine verilmek üzere hazırlanan Fesih Beyannamesi aşşağıda okunacağı şekildedir
"Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasi sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir 16 11 1930"
Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün cenaze töreni sırasında Makbule Atadan'ın hali
Partinin kapatılmasıyla Makbule Hanım'da siyaset hayatına son vermiştir Partide görevini sürdürmesi sırasında Milletvekili Mecdi Boysan'la tanışır Ardından 1935 yılında evlenirler Makbule hayatının en kötü anıyla karşılaşacak ve Ağabeyi Mustafa' yı kaybedecekti Makbule Hanım Mustafa Kemal (Atatürk)'in hayatına tanıklık etmiş birisi olarak, Atatürk ile alakalı bir çok konuya ışık tutmuştur O'nun da bir insan olduğunu O'nun da duyguları ve sıradan bir insanın yaşayabildiklerini sık sık soranlara anlatmıştır 71 yaşında olan Makbule Hanım, 1956 yılının 18 Ocağında hayata gözlerini yumacaktır
|