|  | Yedinci Sanat Sinema 114 Yaşında |  | 
|  06-28-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Yedinci Sanat Sinema 114 YaşındaLumieres kardeşlerin sinema makinesini icat etmesinin üzerinden 114 yıl geçti  Sinema artık hem eğlencenin, hem bilginin hem de ideolojilerin sunulduğu ciddi bir araç haline geldi  Hayatımızın bazen anlamaya, bazen takip etmeye yetmeyeceği ya da kişisel deneyimlerimizle ulaşamayacağımız hayatları, olayları ve bilgileri 110 dakika gibi kısa bir süre içinde gözümüzün önüne getiren “büyülü dünya” sinema 114 yaşında   Acaba Lumieres kardeşler, 1895 yılının 1 Şubatında sinema makinesini icat ettiklerinde, bu buluşlarının tüm dünyayı sarsıp etkisini hiç kaybetmeyen bir sektöre dönüşeceğini düşünmüşler miydi? Bu sorunun cevabı bilinmiyor, ancak dünyada görünen o ki sinema kitleleri etkilemeye başladığı günden bu yana hem eğlencenin, hem bilginin hem de ideolojilerin sunulduğu ciddi bir araç haline dönüştü  “Yedinci sanat” olarak görülen sinema, aslında perdeye arka arkaya gelen saydam bir film şeridi üzerindeki görüntülerin, beynin gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntüyü kısa bir süre daha saklaması sayesinde hareketli görünmesinden ortaya çıktı  İlk bulunduğunda insanları şaşkına uğratması nedeniyle “büyülü fener” adını alan sinemanın gelişmesini sağlayan ilk ögelerden biri, 1824’de İngiliz fizikçi Peter Mark Roget’ın yayımladığı “Hareketli Cisimlere İlişkin Olarak Görüntünün Sürekliliği” adlı kuramsal çalışma oldu  Çeşitli ülkelerden birçok mucidi harekete geçiren bu kuramdan, görüntünün sürekliliğini sağlayan birbirine benzer aygıtlar geliştirdi  Bu nedenle sinemayla ilgili aygıtların ilk önce nerede ve nasıl ortaya çıktığını kesin olarak söylemek güç  Sinema için önemli bir diğer gelişme, 1882’de Fransız fizyolog Etienne-Jules Marey’in kuşların uçuşunu saptamak amacıyla saniye de 12 fotoğraf çekebilen “fotoğraf tüfeği” bulması oldu  ABD’li Hannibal Goadwin de 1887’de fotoğraf çekiminde ilk kez selüloit film kullandı  Thomas Alva Edison ise 1888’de üzerine ses kaydedilen mum silindirli fonografı, daha sonra da kameranın ilk biçimi sayılan “kinetoskop” adını verdiği gösterim aygıtıyla 15 metrelik bir film şeridinin üzerindeki görüntüleri kesintisiz olarak art arda yansıtmayı başardı  Kinetoskopu Paris’te gören Fransız Lovis ve Auguste Lumiere kardeşler de geliştirdikleri sinematograf adlı aygıtla ilk kez hareketli görüntü elde ettiler  İşte sinemanın doğuşunu müjdeleyen ve tarihe geçen en önemli gelişme bu oldu  Sinemanın “babası” olarak adlandırılan Lumiere kardeşler, halka açık ilk film gösterimlerini de 1895’te Paris’te yaptı  Süresi 15 dakikayla sınırlı bu ilk dönem filmler, iskambil oynayanlar, bir demircinin çalışması, askerlerin yürüyüşü ya da bir bebeğin beslenmesi gibi günlük yaşamdan alınmış görüntülerden oluşuyordu  Sonraları kısa komediler, haber filmleri ve belgeseller de çektiler  Sinema yoluyla belirli bir öykü anlatma dönemi ise Fransız yönetmen Georges Melies ile başladı  Başlangıçta deney ya da basit eğlence türü olarak görülen sinema, hızla artan ilgi karşısında geniş salonlarda kitlelere hitap etmeye başladı  Kısa zamanda yaygın eğlence aracına dönüşen sinema, 20  yüzyılın başlarında önemli bir ticaret ve sanayi dalı durumuna geldi  Avrupa’da ve ABD’de halk arasında “düş sarayları” adı verilen lüks ve gösterişli sinema salonları yapıldı  İlk yıllarda sesi ve görüntüyü birlikte kaydeden bir aygıt olmadığından filmler sessizdi  Sessiz sinema sürecinde çekilen filmler, gerek filmin imalatçıları ve gerekse filmlerin türleri açısından büyük bir çeşitlilik sergiledi  Filmin konusu bazen “sirk” ve “vodvil”, bazen dünyanın çeşitli yerlerine gönderilmiş kameramanların saptadıkları haber ve belgeseller oldu  Ancak I  Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Avrupa sineması neredeyse çöküntüye uğradı  Çünkü filmin ana maddesi olan selüloit barut yapımında kullanılmaktaydı  Oysa, aynı dönemde ABD sineması önemli gelişmelere sahne oldu  Bir “Milletin Doğuşu” ve “Hoşgörüsüzlük” gibi filmlerle adını duyuran ABD’li yönetmen David Griffith, sinemayı salt bir eğlence aracı olmaktan çıkarıp izleyiciyi aynı zamanda düşünmeye de yönelten, çok yönlü bir anlatım aracına dönüştürdü  O yıllarda ABD’de sinema alanında büyük bir patlama yaşandı; uzun ve yüksek maliyetli filmler art arda çekilmeye başlandı  “Star” tipi oyuncular bu dönemde çıkmaya başladı  I  Dünya Savaşı sonrasında, savaşın yıktığı Almanya’da sinema adına büyük atılımlar yapıldı  Filmlerin geneli tarihi temalar üzerine, kostümlü ve gösterişli siyasal-ideolojik ögeler yerleştirilmesiyle oluştu  Aynı dönemde, SSCB’de dünyanın ilk sinema okulu olan Devlet Sinema Enstitüsü kuruldu  Çağdaş sinemanın öncülerinden Sergei Eisenstein, “Potemkin Zırhlısı”nı, dönemin önde gelen yönetmenlerinden Vsevolod Pudovkin sessiz sinemanın başyapıtlarından olan “Ana”yı bu dönemde çekti  Yine bu dönem, savaştan yara almadan çıkan ABD’de, sinema en büyük sanayi dallarından biri durumuna geldi  Yumuşak iklimiyle açık hava çekimlerine uygun olan Los Angeles kentinde Hollywood, ABD sinema sanayisinin merkezi durumuna geldi  Metro-Goldwyn-Mayer, Paramount, United Artists gibi dev film şirketleri o dönemde kuruldu  Western filmler ile komedinin revaçta olduğu bu yıllar en önemli aktörlerden biri Charlie Chaplin oldu  1920’lerde bir haftada otuz milyondan fazla Amerikan sinemaya uğruyordu  Sinemada sesli film dönemi 1920’lerin sonu ile 1930’larda başladı  Seyirci sayısını büyük ölçüde etkileyen sesli sinema, oyunculuk alanında önemli değişikliklere yol açtı  Sessiz sinemanın abartılı el kol hareketlerine dayanan üslubu yerine doğallık ve yalınlık önem kazandı  Walt Disney ilk sesli çizgi filmini bu yıllarda gerçekleştirdi  Dönemin önde gelen yönetmenleri John Ford, Howard Hawks, Frank Capra, George Cukar ve Orson Welles özgün üsluplarıyla sinema sanatına önemli katkılarda bulundu  Gerilim filmlerinin babası sayılan Alfred Hitchcook da bu dönemin isimlerinden  Renkli sinemaya geçişi de simgeleyen bu dönemin renklendirme yöntemi ilk filmi Walt Disney’in “Üç Küçük Domuz” adlı çizgi filmi oldu  Ancak, II  Dünya Savaşı yıllarında sinema dünyası büyük bir durgunluk yaşadı  Bu dönemde, genellikle ordulara moral vermeyi amaçlayan savaş filmleri çekildi  Ünlü yönetmen Alfred Hitchcook özellikle banyodaki soluk kesici cinayet sahnesiyle tanınan “Sapık” adlı gerilim filmini 1950’lerde çekti  Ne var ki, savaşın sonunda ABD sinemasındaki sansür ve senaryo yazarı ve yönetmenlerin “kara listeye” alınması sinemayı derinden etkiledi  Sinemayı etkileyen bir diğer önemli gelişme, 1950-1960 arasında yaşandı  “Beyaz cam” olarak da nitelenen televizyonun hızla yaygınlaşması sinema izleyicisini azalttı ve bazı büyük film şirketlerinin çökmesine neden oldu  Bunun sonucunda yeni arayışlara giren bazı yönetmenler, Hollywood’un cinsellik, şiddet, milliyetçilik gibi konulardaki kalıplaşmış sinema anlayışının dışına çıkan filmler yaptılar ve sinemada gençliğe yönelindi  Sinema salonları, 1970 ve 1980’lerde etkileyici ses ve görüntü efektlerinin kullanıldığı serüven ve bilimkurgu filmlerini ağırladı  Film maliyetleri ciddi oranda arttı  Ancak, videonun yaygınlaşmasıyla birlikte bu dönemde de “elektronik sinema” önem kazandı  Video pazarının yarattığı talep nedeniyle büyük şirketler kadar bağımsız küçük şirketler de film yapma olanağı buldu  Bunun etkisiyle bağımsız yenilikçi sinema canlandı  Günümüzde ise sinema, insanların günlük yaşamdan kopmak, eğlenmek veya hoş vakit geçirmek için sık sık gittiği eğlence araçlarından biri haline geldi  Her ne kadar büyük ekran televizyonlar sinemayı etkilese de karanlık salonlarda dev ekranda film izlemenin verdiği zevk değişmedi  Ancak sinema için en önemli unsur, artık Hollywood’dun bariz egemenliği    Her ne kadar bağımsız filmler gelişse ve Avrupa sineması kendine özgün yapıtlar ortaya koysa da küreselleşmenin etkisiyle ABD sineması etkisini artırdı  Sinema, artık 110 dakikada, sanayileşmenin etkisiyle yalnızlaşan ve sürekli değişen gündem karşısında duyarsızlaşan insanlara hem kaçış hem de dünyayı tanımlama imkanı sunuyor  Cumhuriyet ile atağa geçen, ancak 1980’lerde çöküş dönemine giren Türk sineması, 1990’larda yeniden yükselişe geçti  Son yıllarda gişe rekorlarına ve ödüllere doymayan Türk filmleri artık Hollywood’un gözde yapımlarını geride bırakır duruma geldi  Sinemanın doğum gününün 1 Şubat olmasına rağmen, Türk sinemasının başlangıç tarihi 14 Kasım 1914  Osmanlı İmparatorluğu’nun 1  Dünya Savaşı’na girdiği ilk günlerde Ayestefanos’taki (Yeşilköy) Rus Anıtı yıkılırken, yedeksubay Fuat Uzkınay tarafından görüntülenen ve “Ayestefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı tarihi belgesel ilk Türk filmi olarak kabul ediliyor  Cumhuriyetin ilanı ve sinema tekniklerinin gelişmesiyle Türk sinemasının “Yeşilçam Dönemi” başladı  Filmler dönemlere uygun olarak ya tiyatro eserleri ve romanların uyarlamaları ya da yabancı filmlerin Türkçe versiyonu olarak piyasaya çıktı  Türk halkının sinema perdesine ilgisinin artmasıyla da film çekimleri gün geçtikçe artı  Nitekim, Türk sinemasında en fazla film 1914-1973 yılları arasında üretildi ve bu dönemde tam 3 bin 359 film çekildi  En fazla film çekilen yıl da “türler sineması” olarak nitelendirilen bu döneme rastlıyor; 1972 yılına  O yıl tam 301 film yapıldı  Bunun yanında film sayıları 1966’da 239, 1967’de 209, 1971’de 265 ve 1973’de 209 gibi önemli rakamlardaydı  Bu yıllar Türk sinema tarihinde önemli bir yere sahip oldu  Bu dönemi izleyen 1974-1990 yılları arasında ise üretilen film sayısı 2 bin 219’a düştü  1975 yılında 225, 1979’da 193, 1974’te 189 film çekilirken, 1980-1983 yıllarında yapılan film sayısı ortalama 70 civarında kaldı  Sosyal içerikli fantastik filmler, 12 Eylül filmleri, arabesk filmler, seks komedileri nedeniyle eleştirilen bu dönem, aynı zamanda Türk sinemasının yurt dışında ödüller aldığı bir dönem de oldu  Bu dönemde Yılmaz Güney’in senaryosundan Şerif Gören’in yönettiği “Yol “ filmi, 1982 Cannes Film Festivali’nde en iyi film seçildi ve Altın Palmiye Ödülü’nü Costa Gavras ile paylaştı  1990’lara doğru çekilen film sayısı ise maliyetlerin yüksekliği nedeniyle giderek düştü  Ancak, 1990’lı yıllar, “büyük çöküşü” 1980’lerde yaşayan Türk sinemasının, tekrar eski günlerine dönemese de “Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğmasını” temsil etti  Nitekim, 1996’da vizyona giren “Eşkıya”nın 2,5 milyon kişilik hasılata ulaşmasıyla Türk sineması için umut doğdu  Bu rakam, o dönem için büyük bir izleyici rekoruydu  Ardından seyirciler, 1997’de “Ağır Roman”, “Masumiyet” ve “Hamam”; 1998’de “Gemide”, “Akrebin Yolculuğu” ve “Hoşçakal Yarın”; 1999’da “Propaganda”, “Her Şey Çok Güzel Olacak”, “Gülün Bittiği Yer”, “Salkım Hanımın Taneleri”, “Harem Suare” ve “Mayıs Sıkıntısı” gibi peş peşe birçok popüler ve sanat filmini görme fırsatı buldu  1990’lı yılların en fazla film üretilen dönemi 1993-1994 dönemi oldu  En az film de 20 film ile 1997’de çekildi  Bu dönem, Türk sinemasının yurt dışında çok sayıda ödül almasıyla da dikkati çekti  Sinan Çetin’in yönettiği “Berlin In Berlin”de oynayan Hülya Avşar, 1993 Moskova Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu”; Memduh Ün de “Zıkkımın Kökü” adlı filmi ile 1993 yılında İspanya Sinema Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü aldı  Yine, “Tabutta Rövaşata” Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Derneği Jüri Ödülü’nü, “Hamam” filmi de Cannes Film Festivali’nde İtalyan Sinema Yazarları Derneği’nin seçiminde “En İyi Film”, İtalya’da yabancı basının seçiminde “En İyi Yönetmen ve En İyi Müzik” Golden Globe ödüllerini aldılar  Yerli yapımlar, Amerikan filmlerinin neredeyse tümüne hakim olan pazar payını 2000’li yıllardan itibaren düşürmeye başladı  2000 yılında vizyona giren 15 yerli film arasından “Kahpe Bizans” yaklaşık 2 milyon izleyiciye ulaştı  “Vizontele”, 2001’de 3 milyonu geçen izlenirlikle “Eşkıya”yı geride bıraktı  Derviş Zaim “Filler ve Çimen”, Serdar Akar “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” adlı filmlerine bu yıl imza attı  Bu tırmanış, ilk yıllarda seyirci sayısına çok fazla yansımadı  TUİK’in verilerine göre, 2001 yılı hariç, 1997’den 2003 yılına kadar yerli yapımlara 2,5 milyon civarında seyirci ilgi gösterdi  Türk filmleri için asıl dönüm noktası 2004 yılı oldu  “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”, “Bekleme Odası”, “Hababam Sınıfı Merhaba”, “Neredesin Firuze”, “Mustafa Hakkında Her Şey” gibi filmlerin sinema salonlarına geldiği 2004 yılında, “G  O  R  A” ve “Vizontele Tuuba” ciddi rakamlarda seyirci topladı  Aynı yıl yerli filmleri izleyen toplam seyirci sayısı 6 milyon 657 bine çıktı  2005’te vizyona giren 27 yerli yapımı toplam 6 milyon 795 bin kişi izlerken, Türk sineması 2006’da rekor yılını yaşadı  Gösterilen 33 yerli filme 10 milyon 838 bin kişi talep gösterdi  Bunun yanında, o yıllarda “Kurtlar Vadisi-Irak”, “Babam ve Oğlum”, “Organize İşler”, “Hababam Sınıfı Askerde”, “Hababam Sınıfı Üçbuçuk” seyirci sayısıyla dikkati çekti  Türk sinemasında 2006 ve 2007 yılları gişe başarıları ve ödüllerin geldiği yıllar oldu  2008 ise sinemanın “altın yılı” haline geldi  “Rıza”, “120”, “Vicdan”, “O   Çocukları”, “Recep İvedik”, “Devrim Arabaları”, “A  R  O  G” ve “Osmanlı Cumhuriyeti” geçen yılın gözde yapımları arasında yer aldı  Son birkaç yıldır Türk sineması gösterime giren yabancı filmlerle yarışır hale geldi, hatta onları geçti  Bu nedenle Türk halkı “kendi sinemasını en fazla izleyen halk” oldu  Bunlardan geçen yıl gösterime giren ve 31 hafta gösterimde kalarak en yüksek izleyici rekorunu alan 4 milyon 301 bin 641 izleyici ile “Recep İvedik” adlı yapım oldu  Şahan Gökbakar’ın senaryo yazarlığını ve başrolünü üstlendiği film, aynı zamanda tüm zamanların en çok izlenen Türk filmi unvanını da taşıyor  Bu filmi sırasıyla 4 milyon 256 bin 566 izleyici ile 2005 yapımı “Kurtlar Vadisi: Irak” ve 4 milyon bin 711 izleyici ile 2003 yapımı “G  O  R  A” izliyor  Çağan Irmak’ın yönettiği ve hala sinemalarda gösterilen “Issız Adam” iyi bir çıkış yaptı  Can Dündar’ın yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını üstlendiği “Mustafa” adlı belgesel de 1 milyon seyirciyi aştı  Son yıllar Türk sinemasının hem ulusal hem de uluslararası arenada birbiri ardına ödüllerin alındığı yıllar oldu  Örneğin, Cannes Film Festivalinde Nuri Bilge Ceylan’a “En İyi Yönetmen” ödülünü getiren “Üç Maymun”, Oscar’da ilk 9 film arasına girerek “aday aday”ı oldu  Almanya’da yaşayan yönetmen Fatih Akın’ın yönettiği “Yaşamın Kıyısında”, Özer Kızıltan’ın yönettiği “Takva”, yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun filmi “Yumurta”, Abdullah Oğuz’un “Mutluluk” adlı filmleri festivallerden eli boş dönmedi  Yönetmenliğini Mahsun Kırmızıgül’ün yaptığı “Beyaz Melek”, 41  Houston Film Festivali’nde, “En İyi Uluslararası Yabancı Film” ve “Jüri Özel En İyi Yönetmen Ödülü” aldı  Ayrıca film, vizyona girdiği 2007 yılında 2 milyon 30 bin 444 kişiyi sinema salonlarına çekti  2000’li yıllarda izleyici çeken veya ödül alan yapımlarından bazıları da şöyle: “Beynelminel”, “Dondurmam Gaymak”, ‘Takva”, “Babam ve Oğlum”, “Eve Dönüş”, “Anlat İstanbul”, “İki Genç Kız”, “İklimler”, “Beş Vakit”, “Bulutları Beklerken”, “Gönül Yarası”, “Eğreti Gelin”, “Son Osmanlı Yandım Ali”, “Cenneti Beklerken”, “Beş Vakit”, “Kader”, “İklimler”, “Küçük Kıyamet”, “Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü”   | 
|   | 
|  | 
|  |