Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
gizemler, tarihi

Tarihi Gizemler

Eski 06-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Gizemler




Musa ve Çıkış

Zaman: İÖ 13 yüzyıl?
Mekân: Mısır/Sina Yarımadası

İsrail'in Allahı Rab şöyle diyor: Kavmimi salıver ki, çölde bana bayram etsinler ÇIKIŞ 5: l

Tevrat'ın Çıkış Kitabı İsrailliler'in Mısır'da baskı altında bulunmalarının ve Musa tarafından kölelikten kurtarılmalarının hikayesiyle başlar Musa İsrailli bir çiftin oğlu olmasına rağmen Mısırlı bir prenses tarafından yetiştirilmişti

Yetişkinliğinde bîr İsrailli köleyi döverken yakaladığı Mısırlı bir kâhyayı öldürmüştür Yaptığı iş açığa çıkınca Musa çöle kaçmak zorunda kaldı Burada Yanan Çalı önünde Tanrı'dan bir vahiy aldı Bunun sonucunda Mısır'a döndü ve kardeşi Harun ile İsrailliler'in salıverilmelerini talep etti Firavun bu isteği reddederek ülkesinin başına on felaket getirdi

Ailenin ilk doğan çocuğunun ölmesi olan onuncu felaket bütün Mısırlı aileleri de etkilediği için Firavun İsraillilerden Mısır'ı terk etmelerini istedi Tanrı Mısır'ın doğusundaki çölde İsrailliler'in geçebilmeleri için Kızıldeniz'in açılmasını sağladı ama sonra sular yine kapandı ve Firavun fikir değiştirdiği için onları kovalayan Mısırlılar boğuldular

Bilim adamlarının hepsi Musa'nın varolduğuna ya da Mısır'dan çıkışın yazıldığı gibi olduğuna inanmaz Çoğu, on felaketin ve Kızıldeniz'i geçme mucizelerinin sunulduğu biçimiyle efsanevi olduğuna inanırlarsa da, özellikle Çıkış, Sayılar ve Tesniye kitaplarında yeralan metinlerde tarihi bilgiler vardır

İki düşünce akımına genelde "minimalist" ve "maksimalist" adları verilir ve Çıkış hikâyesi üzerindeki tartışma İsrail tarihi için Tevrat'ın bir kaynak olarak kullanılıp kullanılamayacağına ilişkin daha büyük tartışmanın bir parçasıdır



Sina Dağı ve çevresindeki dorukların havadan görünüşü

Minimalistler, on felaket ve Kızıldeniz'in yarılması mucizeleri konusunda Mısır'da, Sina'da ya da başka bir yerde kesin kanıtlar olmaması üzerinde dururlar Onlar Tevrat'taki hikâyelerin sözde anlattıkları olaydan çok sonra, İÖ 6 ve 2 yüzyıllar arasında ortaya çıktığına inanırlar Ayrıca o zaman tarih yazmak diye bir şey olmadığından Tevrat'taki hikâyeler yalnızca efsane ve folklor olarak güvenilmez ve yanlıştır Arkeolojik ve tarihi araştırmalar bu nedenle Tevrat'a ışık tutamaz

Diğer yandan çoğunluk görüşünü oluşturan "maksimalistler", Tevrat'ın, anlattığı olaylardan çok sonra yazılmış olduğunu kabul etmelerine rağmen, metinler konusunda farklı görüşe sahiptirler Nabukadnezzar ve Babilliler İÖ 587/6'da Birinci Tapınak'ı yıkıp halk liderlerini Kudüs ve Yehuda'dan Babil'e sürgüne götürmüşlerdi İşte Tevrat'ın kitaplarından çoğu sürgünlerin çeşitli yazılı ve sözlü kaynaklarından toplanarak orada son şeklini almıştır Bu nedenle Tevrat hikâyelerinde önemli miktarda tarihi bilgi vardır

Bu bilimadamları Sina Dağı'nda Yasa'yı (Torah) alan Musa'nın başında bulunduğu gruba ilişkin bir metin oluşuna işaret ederler Musa önderliğinde Çıkış'a ek olarak Tevrat metinlerinde Sina'da pek çok yolculuk hakkında izler bulunduğundan eski İsrailliler'in uzun bir dönem içinde gidip gelmiş oldukları en azından mümkündür Çıkış yolu ve bugün Sina'da adları bilinmeyen mekânların yerleri konusunda emin olmak imkansızsa da bu bilimadamları arkeolojik ve tarihi araştırmaların kutsal kitap hikâyeleri üzerine ışık tutabileceğine inanırlar



İsrailliler Kızıldeniz'i geçerlerken kendilerini kovalayan Mısırlılar sularda boğuluyor Suriye'de Dura-Europos'taki sinagogdan bir fresk, 3 yüzyıl ortaları

MISIR'DAKİLER İSRAİLLİLER MİYDİ?

Minimalistler ne Musa ya da Çıkış için ne de Kenan'da İsrailli varlığı için somut bir kanıt olmadığını ve Tevrat'ın bu bölümünün daha sonraki bir dönemde uydurulduğunu savunurlar Ancak maksimalistler Mısır, Sina'da ya da başka bir yerde Musa ve Çıkış'la ilişkili belirli bir şey olmamasına rağmen, Mısır'da Sami ırkından insanların bulunduğuna ve ÎÖ 13-12 yüzyıllarda Yehuda'nın merkezi yaylalarına yeni bir halkın geldiğini gösteren ikinci derecede kanıtlar bulunmasına işaret ederler

Bunlar Mısır tarihinin bilinen gerçeklerini kullanarak İÖ 19 yüzyıldan ve belki de daha öncesinden Sami göçebe gruplarının Mısır'a ticaret yapmaya, gıda maddesi almaya ve bazıları da mümkün olursa özellikle Nil deltasının doğu kısmına yerleşmeye geldiklerini gösterirler

Bu göçebeler arasında İsrailliler'in ataları, Yakub'un liderliğindeki patriyarkal klanlar da vardı Bunlar Mısır'a Yusuf'a katılmaya gelmişler ve kendilerine şimdi Doğu Delta Bölgesi'yle ilişkilendirilen Goshen ülkesine firavun emriyle yerleşip firavunun hayvanlarını gütme görevi verilmişti

Mısırlılar'ın bir zayıflık döneminde özgün yerleşimcilerin soyundan gelenler Delta Bölgesi'nde kendi hâkimiyetlerini elde edip başkentlerini Avaris'te kurdular Bunlar tarihte Hiksoslar adıyla anılırlar ki, bu kelimenin anlamı "yabancı dağlık ülkenin reisleri" demektir ve bu da güney Kenan'ın iyi bir tanımıdır

İÖ 16 yüzyıl ortalarında yeniden başa gelen yerli bir hanedan bunların liderlerini Mısır'dan kovmuştur Sami köylülerin çoğu ülkede kalmışlar ve deltanın tarımcı nüfusunun bir parçası olmuşlardır Tevrat'ta "Yusuf'u bilmeyen yeni bir kral" (Çıkış 1:8) tarafından "esir edilen"ler bu insanlardır

Burada herhalde İÖ 1307'de iktidara gelen ve üsleri yaptıklarına bakılırsa Doğu Delta Bölgesi'yle ailevi bağları olan 19 hanedan firavunlarına yapılan bir atıftır Bunların başkenti Avaris'ten pek uzak olmayan Pi-Ramessu idi (Tevrat'ta Raamses, günümüzde Qantir)

Bu firavunlar aralarında Pi-Atum (Tevrat'ta Pithom, günümüzde Teli el-Rataba) da olan başka kentler de kurdular ve Sina ile diğer yerlerden bedevilerin girişini önlemek için bir sınır kaleleri zinciri ve ikmal depoları inşa ettiler

Firavunlar bu işlerde bölge halkını Ortaçağ Avrupası'ndakine benzeyen bir angarya çalışma sisteminde kullandılar Mısır köylüleri arasında diğer göçmenlerin yanısıra Hiksoslar'ın soyundan gelenler de vardı ve hiç kuşkusuz bu insanların hepsi bu zorunlu çalışmadan kaçmak istiyorlardı Böylece İsrailliler'in karışık bir halk grubuyla birlikte Mısır'ı terk ettikleri söylenir (Ve İsrailoğulları, çocuklardan başka altı yüz bin kadar yaya erkekler olarak Ramses'ten Sukkot'a göç ettiler Ve koyunlar, sığırlar, pek çok hayvanlarla karışık çok halk da onlarla beraber çıktı () Ve İsrailoğullarının Mısır'da oturdukları müddet dört yüz otuz yıl idi Ve vaki oldu ki, dört yüz otuz yılın sonunda Rabbin bütün orduları Mısır diyarından aynı günde çıktılar Onları Mısır diyarından çıkardığı için Rabbe çok ehemmiyetle tutulacak bir gecedir Çıkış 12:38-41)

Bu nedenle pek çok uzman Çıkış'ın en iyi İÖ 13 yüzyılda II Ramses'in uzun hükümdarlığı dönemine (İÖ yaklaşık 1290-1224) uyduğuna inanırlar



(Solda) Musa, On Emir'in yazılı olduğu tabletleri taşıyor, İsrailliler aşağıda; Alba Kitabı Mukaddes'i, 1422 (Sağda) İsrail Merneptah Dikilitaşı'nda, firavunun Kenan'daki zaferleri ve İsrail halkının yok edilişi anlatılıyor

HİCRET YOLU

Musa'nın İsrailliler'i Mısır'dan hangi yoldan çıkardığı gerçekten tam bir muammadır İbrânice "Yam Suf'un İngilizce'ye neden "Saz" (Reed) Denizi yerine Kızıl (Red) Deniz olarak çevrildiği bile bilinmemektedir Ve bu denizin nerede olduğu da bilinmemektedir İsrail yerleşim alanlarının yerleri konusunda bir fikirbirliği de yoktur, ancak bu şaşırtıcı değildir: Sina'nın bedevi kabileleri İbrani yer adlarını devam ettirmeyeceklerdi

Hicret'in ve çöllerde dolaşılan yolların ve Sina Dağı'nın yerinin de izini sürmek mümkün değildir İsrailliler'in Kenan'a doğru yollarına devam etmeden yaklaşık kırk yıl konakladıkları Kadeş-Barnea, Kuzeydoğu Sina'daki Ayn Kudeyrat vahası olabilir ama bölgede o dönemden kalan herhangi bir bulguya rastlanılmamıştır

VAAT EDİLEN ÜLKE

Musa ölüp de Moab'da Nebo Dağı'na gömülünce (Tesniye 34:1,5) halkını Şeria'dan geçirip Kenan dağlık ülkesine götüren Yeşu oldu Yeşu ve Hâkimler kitaplarında anlatılan fetihlerin pek bir kanıtı yoksa da bu tepelerde ilk kez küçük çiftçi köyleri kurulduğunun delilleri vardır

Bunlar İÖ 13 ile 11 yüzyıllar arasından kalmadır Aynı dönemde Doğu Akdeniz kıyılarından topraklar Ege dünyasından gelen göçmenlerin saldırısına uğramaktaydı Mısır metinlerinde bu gruplardan "Deniz İnsanları" olarak söz edilir Bunların arasında şimdi Gazze Şeridi olarak bilinenyere yerleşen Filistinliler vardı Kıyı ovalarındaki karışıklıktan kaçanlar dağlık iç bölgede kendilerine yeni köyler kurdular ve burada doğudan gelen İsrailliler ile karşılaştılar

Bu iki grubun birlikle kurdukları tarım köylerinde pek çok teknolojik yeniliğe rastlanılmıştır O çağın kıyı yerleşim birimlerinin aksine bu köylerin çoğundaki hayvan kalıntıları arasında domuz kemiklerine rastlanılmamış olması ilginç bir gerçektir (Daha sonraki Yahudilik'te domuz eti, dini yasalarla yasaklanmıştı) Bu olgu dağlık köylerde yalnızca İsrailliler'in varlıklarını işaret etmekle kalmayıp, bu toplulukları onların inançlarının yönettiğini de gösteriyor olabilir

İsrailliler'in İÖ 12 yüzyıl sonları ve 11 yüzyılda Kenan ülkesinde bulunduklarının kesin bir kanıtı daha vardır Mısır firavunu Merneptah, hükümdarlığının beşinci yılında (İÖ yaklaşık 1219) Mısır hâkimiyetini tekrar kurmak umuduyla bölgede bir sefere çıkmıştır

Firavun Merneptah, daha sonra Karnak'ta fetihlerini anlatmak için diktiği bir anıtta Kenan ülkesinde diğerlerinin yanı sıra İsrail halkını da tümüyle ortadan kaldırdığını belirtmiştir İsrailliler'in varlığının Tevrat dışında yer aldığı ilk belgenin, onun tümden imha edildiğini iddia etmesi çok ilginçtir

Böylece, Musa ve Çıkış konusunda doğrudan doğruya bir kanıt yoksa da, fazlasıyla var olan çevresel kanıtlar gözardı edilemez Bu sonuçta kişisel bir inanç ya da iman konusu olarak kalacaksa da, Tevrat'ta nakledilen olayların temelde gerçek olduğuna inananlar için, bu metinler hep bir esrar gölgesi altında olacaktır



İsrailliler'in Sina yarımadasından Kenan'a muhtemel göç yollarını gösteren harita



Mısır'da Luksor'da Medinet Habu duvarlarında resmedilmiş Deniz İnsanları Başlıklar, Filistinliler olduğunu gösteriyor


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Gizemler

Eski 06-27-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Gizemler




Tufan Ve Nuh'un Gemisi
Zaman: İÖ 6 binyıl ortaları
Mekân: Güneybatı Türkiye / Karadeniz?

Ve allah Nuh'a dedi: Önüme bütün beşerin sonu geldi; çünkü onların sebebile yeryüzü zorbalıkla doldu ve işte ben onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim Kendine gofer ağacından bir gemi yap Ve ben, işte ben kendisinde hayat nefesi olan bütün beşeri yok etmek için yeryüzü üzerine sular tufanı getiriyorum TEKVİN 6: 13,17

Kitabı Mukaddes'te dünyanın tümünü boğan büyük Tufan hikâyesi Tekvin kitabının 6-9 bölümlerinde anlatılır Tanrı, yarattıklarını insanlığın günahları nedeniyle yok etmeye karar verdiğinde namuslu bir insan olduğu için yalnızca Nuh'u kurtarmıştı Tanrı ona, küçük küçük odaları olan bir eve benzeyen bir gemi yapması için ayrıntılı bir talimat verdi Yağmurlar başlayınca Nuh ailesini ve yeryüzündeki yaratıkların her birinden birer çifti gemisine aldı

Yağmurlar toprağın tümü örtülene kadar yağdı ama sonra kesildi ve sel suları çekilmeye başladı Gemi Ağrı Dağı üzerinde kaldı Nuh gemiyi terk edip edemeyeceğini anlamak için kuşları salıverdi Önce bir kuzgun ve sonra da üç kere bir güvercin gönderdi Sonuncu kuş geri dönmeyince yeryüzünün kurumakta olduğunu ve gemiden inebileceklerini anladı

Kuru toprağa ayak basınca ilk işi bir kurban adamak oldu Tanrı bunu kabul etti ve bir daha insanların günahları için dünyayı cezalandırmamaya karar verdi Nuh ile bir ahit yaptı ve ona "Semereli olun ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun" emrini verdi (Tekvin 9:1) Yeryüzündeki bütün hayvanlara insanlar bakacaktı ve bu ahdin işareti olarak Tanrı gökyüzüne gökkuşağını yerleştirdi

Nuh'un Gemisi'nin Aranması

İnsanlar çok eski çağlardan beri Nuh'un gemisinin oturduğu dağ tepesini aramışlardı Zamanımızda bile geminin kalıntılarını bulmak için seferler düzenlenmiştir ve Yakındoğu'da seçilecek pek çok dağ vardır Bunlardan biri Irak'ta (eski Mezopotamya'da) Kerkük yakınlarında eskiden Nısır Dağı olarak anılan Pir Ömer Gudrun'dur

Burası Zagros Dağları'nda, eski Asur ülkesinin doğusundadır Yine gözde yerlerden biri Van Gölü doğusundaki yüksek dağlardır Asur İmparatorluğu zamanında (İÖ yaklaşık 9-7 yüzyıllar) burası Urartu krallığıydı (bu adla Kitabı Mukaddes'teki Ararat adının benzerliğine dikkat ediniz) Bu sıradağların en yüksek tepesi olan Masis Dağı da zaman zaman Nuh'un gemisinin arandığı yerlerden biri olmuştur

Van Gölü'nün güneydoğusundaki dağlar da aranmış ve kimi zaman iyimserlik dalgalarına neden olmuşsa da gemi asla bulunamamıştır Tekvin Kitabı'ndaki Nuh hikâyesi, tarihi terimlerle ifade edilmiş olmadığı için bunda şaşılacak bir şey yoktur Hikâye biçim olarak mitolojiktir Kendisine tapanlarla doğrudan doğruya konuşan bir Tanrı imajını korumaktadır Tanrı "tek ve mutlak" olarak tanımlanmıştır ama her nasılsa insan karakterlidir ve o dönemin diğer Yakındoğu halklarının Tanrılarından pek farklı değildir



(Solda) Nuh'un Gemisi, Ağrı Dağı üzerinde: Bir güvercin gagasında yapraklı bir dal parçasıyla dönerek suların çekilmekte olduğu haberini getiriyor (Sağda) Eski Babil'den ünlü Gılgamış Destanı'nın Nuh'un Mezopotamya'daki karşıtı olan Utnapiştim'in tufan hikâyesinin anlatıldığı ikinci tableti (İÖ yaklaşık 2000-1800 yılları)

Tufanın İzlerinin Araştırılması

Büyük bir Tufan ve sonra dünyaya yeni bir hayat getirmek üzere oradan sağ çıkan kahramanın hikâyesi Güney Amerika'dan Avustralasya'ya ve Akdeniz' den Mezopotamya'ya kadar eski mitolojilerin çoğunda görülür Yunan Tufan kahramanının adı Deucalion'du Nuh gibi o da karısıyla bir gemi yapmış, içini hayvanlarla doldurmuş ve yok olmaktan kurtulmak için denizlere açılmıştı Eski Mezopotamya'da Tufan kahramanı çeşitli dönemlerde Ziusudra, Atrahasis ve Utnapiştim adlarını almıştır

Tevrat'taki Nuh hikâyesine en çok benzeyen bu Mezopotamya efsanesidir Brİtish Museum'dan George Smith 1873'te Gılgamış Destanı'nı yayınlamıştır Uruklar'ın bu efsane kralı yakın dostu Enkidu'yla bir çok serüven yaşar Enkidu ölünce çok üzülen Gılgamış, karısıyla beraber Tufan'dan sağ çıkan ve Tanrılar'ın ölümsüzlük bağışladığı atası Utnapiştim'den ebedi hayatın sırrını öğrenmek üzere yola çıkar Utnapiştim'in hikâyesi ayrıntılı olarak anlatılır ve Tanrılar'ının çokluğu dışında Tevrat'ın Nuh ve Gemisi hikâyesinin benzeridir

1920'li yıllarda İngiliz arkeolog Leonard Woolley, Tevrat'ın patriyarkı İbrahim'in doğum yeri olan güney Mezopotamya'daki Ur kentinde kazı yapmıştır Woolley, Ur'da Tufan'ın kanıtlarını bulduğu telgrafıyla Londra'da büyük bir heyecana neden olmuştu Ama yazık ki, aradığını bulamamıştı ve Güney Mezopotamya ovasındaki diğer yerlerde kazılar yapan sonraki arkeologlar da herhangi bir şey bulamadılar

Arkeologlar buralarda çanak çömlek, mezarlar ve binalarla yerleşim izlerinin altında ve üstünde, suyla getirilmiş kalın alüvyon katmanları bulmuşlardı Ancak bu alüvyon katmanları yerleşim bölgelerinin belirli alanlarındaydı ve hiçbir zaman tümünü örtmemişti Bunlar, Tufan'ın olmasa da, Sümer ve Akad ülkesinin büyük nehirleri olan Fırat ile Dicle'nin yerel taşmalarının kesin kanıtlarıdır

Mezopotamya'nın bütün kentleri zorunlu olarak bu nehirlerin ya da onların kollarının birinin boyunca kurulmuşlar ve nehirler yerleşim birimlerine hayat verirken taşkın tehlikesi de getirmişlerdi Eğer nehrin yukarısında, Suriye ya da Türkiye'de aşırı yağışlar olmuşsa ya da karlar dağlarda çok çabuk erimişse, o zaman bu büyük nehirler taşar ve çevrelerindeki küçük yerlere büyük zararlar verirdi Bu gibi durumlarda bir taşma izi, beklenen bir şeydir Günümüzde güneyde pek çok eski yerleşim birimi artık çöllerde kalmıştır Bunun nedeni zamanla nehirlerin yataklarını değiştirmiş olmasıdır

Arkeologlar ve tarihçiler uzun yıllar boyunca Tufan'ın, özellikle de çok şiddetli olan böyle bir taşkının halkın belleğinde kalmış anısı olduğunu kabul etmişlerdi Bu anı Hz İbrahim klanıyla Ur'dan Kenan İli'ne taşınmış ve yeni anayurtlarında taze ve tektanrılı bir biçim verilmiş olabilir Tekvin'deki yazılı hikâyenin sözlü geleneği, yüzyıllar boyunca usta hikayecilerin dillerinde dolaşmış olabilir Tevrat metnindeki tutarsızlıklar da bu kaynakların her ayrıntıda fikirbirliği içinde olmadıklarını göstermektedir



Venedik'te San Marco kilisesinin mozaikleri: Nuh ile ailesi gemide Nuh hayvanları çifter çifter gemiden indiriyor

Karadeniz mi Taştı?

William Ryan ve Walter Pitman adlı iki Amerikalı bilimadamı yeni ve gayet ilginç bir kuram ortaya atmışlardır Bunların ikisi de özellikle Karadeniz'le ilgilenen jeofizikçilerdir Onlara göre Büyük Tufan, Karadeniz'de İÖ 6 binyılda gerçekten olmuş çok büyük bir âfettir Karadeniz o zamanlar şimdi jeologların Yeni Euxine Gölü adını verdikleri bir tatlı su gölüydü

O sıralarda yüzeyi deniz düzeyinin 150 metre altındaydı Buzul çağı sonunda buzdağlarının erimesi dünyanın tümünde denizlerin yükselmesine neden oldu Akdeniz (ki, o da Cebelitarık Boğazı yoluyla Atlas Okyanusu'ndan beslenmekteydi) tuzlu suyunu Çanakkale Boğazı'ndan Marmara Denizi'ne boşalttı Denizin doğusunda bir kara parçası Marmara'nın Yeni Euxine'yle birleşmesini önlüyordu Ancak deniz yükseldikçe su bu bölgeyi ilk başlarda yavaş ve sonra belki daha büyük bir hızla aşmaya başladı

Sonra herhalde Türkiye'de çok olan depremlerden biri sırasında toprak ayrıldı ve milyonlarca ton tuzlu su günümüz Boğaziçi'ne dolup oradan da çok aşağılardaki göle dolmaya başladı Ryan ve Pitman iki yıl boyunca bu dar kanaldan günde 10 mil küp suyun batıdan doğuya boşaldığını ve böylece kendisine bir yatak kazarak önündeki her şeyi silip süpürdüğünü tahmin etmektedirler Bu durumda bile Karadeniz'in tümü günde 15 santim yükselecek, gölün kıyısındaki düz arazi günde 1,5 km kadar toprak altında kalacaktır

Gölün çevresinde tıpkı Yakındoğu'nun diğer yerlerinde olduğu gibi çiftçilikle geçinen insanlar yaşamaktaydı Bunların çoğu yükselen sulardan hayvanlarını alıp kayıklarla, eşeklerle hatta gerekirse yaya olarak kaçmış olacaklardır Dört bir yana kaçan bu gruplar Tufan'ın korkunç anılarını da taşıyacaklardı Bu anılar zamanla kuşaklar boyu saz şairleri ve sıradan insanlar tarafından şarkılar ve hikâyeler olarak anlatıldıkça folklora ve efsanelere dönüşeceklerdi

Kuram buydu ve bu kuram da şimdi Karadeniz'in tabanı uzaktan kumandalı kameralı denizaltı araçlarıyla araştırılarak sınanmaktadır Kameraların gönderdiği görüntüler grubun gemisinde izlenmektedir ilk bulgular heyecan vericidir: 91 metre derinlikte binaya benzer kalıntılara rastlanılmıştır ve bu araştırmalar sıklaştırılacaktır

İki Amerikalı bilimadamına göre Tufan efsanesinin kökeni budur Nuh'un hikâyesi bunun bir anısı, Mezopotamya destanları ikinci ve hatta Yunanistan'daki Deucalion efsanesi bir üçüncüsü olabilir Bu fikrin kanıtlanması güçse de, kolaylıkla gözardı edilemeyeceği de kesindir



(Solda) Sir Leonard Woolley'nin 1920'lerde güney Mezopotamya'da Ur'da kazdırdığı Büyük Tufan Çukuru Woolley, Tufan'ın kanıtlarını bulduğunu sanmışsa da, iki iskân katmanının arasındaki alüvyon katmanı, Ur kentinin bile tümünü etkilemeyen bir taşkına işaret etmekteydi (Sağda) Karadeniz'in şimdi batmış olan eski kıyı çizgisini araştıran bir gemide, Robert Ballard başkanlığındaki ekip uzaktan kumandalı kameralarla deniz dibini tarıyor

Tekvin'den Tufan Seçmeleri

"Ve onu şöyle yapacaksın: Geminin uzunluğu üç yüz arşın, genişliği elli arşın ve yüksekliği otuz arşın olacaktır Gemiye ışıklık yapacaksın ve onu yukarı doğru bir arşına tamamlayacaksın ve geminin kapısını yan tarafına koyacaksın; alt, ikinci ve üçüncü katlı olarak onu yapacaksın ()

Fakat seninle ahdimi sabit kılacağım ve sen ve seninle beraber oğulların ve senin karın ve oğullarının karıları gemiye gireceksiniz Ve seninle beraber sağ kalmak için her yaşayan, bütün beden sahibi olanlardan, her nevinden ikişer olarak gemiye getireceksin, erkek ve dişi olacaklar

Cinslerine göre kuşlardan ve cinslerine göre sığırlardan, cinslerine göre toprakta her sürünenden, her neviden ikişer olarak, sağ kalmak için sana gelecekler Ve sen yenilen her yemekten kendine al ve yanını topla ve sana ve onlara da yiyecek olacaktır Ve Nuh, Allah'ın kendisine emrettiği her şeye göre yaptı; öyle yaptı"
Tekvin, 6: 15-22



İÖ 6 binyılda Karadeniz taşkını Deniz yüzeyi 150 metre yükselmiş ve tatlı sudan tuzlu suya bir geçiş olmuştur


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Gizemler

Eski 06-27-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Gizemler




Kayıp Sodom ve Gomorra

Zaman: İÖ 3150-1550
Mekân: Ürdün

Ve Rab Sodom üzerine ve Gomorra üzerine göklerden kükürt ve ateş yağdırdı; ve o şehirleri ve bütün havzayı ve şehirlerde oturanların hepsini ve toprağın nebatını altüst etti TEKVİN 19:24-25

Sodom ve Gomorra kentlerinin yıkılması Kitabı Mukaddes'in Eski Ahit kitabında anlatılan en ilginç hikâyelerden biridir ve aynı hikâye Kur'an'da da yinelenmiştir Başlıca karakterler en büyük patriyark olan İbrahim ile yeğeni Lût'tur

Kentler bugün de hâlâ geçerli olan toprak hakları, eşcinsellik, ardıllık ve aile içi zina gibi ciddi ahlaki ikilemlerin yükü altındaydılar Olay Kitabı Mukaddes ahlak kuralları için bir benzetme olarak görülmüşse de, bu kentlerin ve hikâyede anlatılan olayların varlıkları konusunda herhangi bir kanıt var mıdır?

KİTABI MUKADDES'İN HİKÂYESİ

Hikâyede İbrahim ile Lût, Kenan topraklarında çobanlar olarak sürülerini otlatırlar Hayvanlar çoğalınca ülke ikisine de yetmez Bunun üzerine İbrahim ayrılmalarına karar verir ve gideceği yeri ilk seçme hakkını Lût'a verir Lût, Şeria Vadisinin bol sulu ovasını seçer ve "havzanın beş zengin kentinden" biri olan Sodom yakınlarına yerleşir Diğer kentler Adma, Tseboim ve Tsoar'dır

Ancak Sodom erkekleri günahkâr eşcinsellerdir ve Tanrı eğer pişmanlık getirmedikleri takdirde hepsini yok edeceği uyarısında bulunmuştur İbrahim, Tanrı ile suçluların yanı sıra dürüst insanları da yok etmenin ahlaklılığını tartışır; sonunda Sodom'daki tek dürüst insanın Lût olduğu anlaşılır

Lût'u Sodom'u bekleyen felaket konusunda uyarmak üzere iki melek gönderilir Sodomlular Lût'un tanrısal ziyaretçilerini duyunca evine gidip görmek isterler Kötü Sodomlular'ın melekleri taciz edeceklerinden korkan Lût, kalabalığa onlar yerine iki bakire kızını sunar Melekler kapı önündeki Sodomlular'ı kör edip Lût'a ailesini alıp kaçmasını söylerler

Tanrı Sodom ve Gomorra kentlerine kükürt ve ateş yağdırırken Lût karısı ve iki kızıyla Tsoar kentine kaçmaya başlar Ancak yolda Lût'un karısı Tanrı'nın arkasına bakmama emrine uymayınca bir tuz "direğine" dönüşür Lût, Tsoar'da kalmaya korkarak kızlarıyla bir mağaraya sığınır Kızlar uzun bir tecrit döneminden sonra kendilerine bir çocuk verip soylarının devamını sağlayacak bir erkek bulamayacaklarından korkarlar Bu nedenle babalarını sarhoş edip ne yaptığını fark edemeyeceği bir sırada iğfal etmeye karar verirler Bu zina birleşmesinden iki erkek evlat doğar: Moablılar ve Ammonoğulları kabilelerinin ataları olan Moab ve Ben-ammi

Bu hikâyenin herhangi bir noktasının doğruluğu hakkında elimizde hangi kanıtlar vardır? Lût Gölü bölgesinde Sodom ve Gomorra hikâyesini doğrulayacak bazı doğal ve jeolojik olgulara rastlanılmıştır Ayrıca, son zamanlardaki arkeolojik keşifler de kutsal kitabın hikâyelerine belirli bir inanılırlık kazandırmaktadır



Sodom ve Gomorra'nın yıkılması: 16 yüzyıl başlarında bir Alman Kitabı Mukaddes gobleninden ayrıntı

OLGULARIN DOĞAL OLARAK MEYDANA GELMESİ

İki büyük kara kütlesinin birbirlerinden ayrılması sonucunda Lût Gölü'nde sık sık depremler olur Tarihi kayıtlardan başka yerlerde kentlerin geçmişte depremlerle yok olduklarını biliriz ve eğer bunlar fay hattı üzerindeyseler depremler de daha şiddetli olur Aynı jeolojik süreç yeryüzünün en alçak su kütlesini de yaratmıştır

Deniz yüzeyinin yaklaşık 400 metre altında derin bir vadide yer alan Lût Gölü tuz oranı çok yüksek bir sudur, tuz yoğunluğu dibe doğru giderek artar ve kıyılarında sık sık tuz oluşumlarına rastlanır Bu tuz sütunları kimi zaman bir tesadüf sonucu insan biçiminde olabilir ve Lût Gölü'ne düşen her şey kısa zamanda tuzla kaplanır ve gölde bakteriler dışında bitki ve hayvan varlığının yaşamasına engel olur Bu nedenle Lût'un karısının tuz sütununa dönüşmesi hikâyesinin böyle bir olağandışı ama doğal süreçten kaynaklandığını düşünmek güç değildir

Lût Gölü'nün diğer bir garip özelliği de zift bakımından zengin olmasıdır ve bu da zaman zaman iri topaklar ya da petrol birikintileri olarak yüzeye çıkar Sodom ve Gomorra krallarının Suriye krallarıyla bir savaş sırasında kaçarlarken "zift kuyularına" düşmeleri olayı da akla bu durumu getirir (Ve Siddim Vadisi zift kuyuları ile dolu idi ve Sodom ve Gomorra kralları kaçtılar ve orada düştüler ve geri kalanlar dağa kaçtılar; Tekvin 14:10)

Dahası, Lût Gölü kıyılarının yumuşak kireçli topraklarında yumruk büyüklüğünde kükürt toplarına rastlanır Eski Ahit'in Sodom ve Gomorra hikâyesini yazanlar, "kükürt taşı" adını verdikleri bu alev alan topları mutlaka biliyor olmalıydılar O nedenle göklerden yağan ateş yağmurunun kentleri yakıp yıktığı hikâyesi bu garip nesnelerden kaynaklanmış olabilir



(Solda) Lût Gölü çevresindeki yumuşak kireç tabakasının doğal erozyonu Lût'un karısının sonunu hatırlatan sütunla oluşturur (Sağda) Lût Gölü'nün Erken Tunç Çağı yerleşimlerini (bir olasılıkla "ova şehirleri"ni) gösteren harita

SODOM VE GOMORRA'YI ARARKEN

Kitabı Mukaddes bilginleri ve arkeologlar yüz yıldan uzun bir süredir Sodom ve Gomorra kentlerinin bulunduğu yerleri saptamaya çalışmaktadırlar İlk önceleri bunların Lût Gölü'nün kuzeyinde mi yoksa güneyinde mı olduğu tartışılmıştı

De Saulcy, 1851'de Lût Gölü'nün kuzeybatısında yaptığı bir araştırmada Eriha ve Kumran'ın kayıp kentler olduğunu ileri sürdü 1920'lerde Peder Alexis Mallon'un kuzeydoğu kıyısındaki Teleylat Ghassul'da yaptığı kazılar büyük bir Kalkolitik Dönem (İÖ yaklaşık 3600) yerleşim birimini ortaya çıkardı ki, bu daha inanılır bir alternatif olarak görüldü Bu önerinin aksayan yanı, çoğu bilimadamlarının Sodom ve Gomorra hikâyesinin yeraldığına inandıkları Tunç Çağı'nda (İÖ 3150-1550) bu alanda bir yerleşim izine rastlanılmamış olmasıydı

1896'da bugünkü Şeria'da Medeba'da 6 ile 7 yüzyıldan kalma bir mozaik harita bulundu Bu haritada Lût'un kaçtığı ilk kent olan Tsoar, Lût Gölü'nün güneydoğu uçundaydı Klasik tarihçiler Diodorus, Strabon, Joscphus ve Tacitus ve daha sonra ortaçağ Arap coğrafyacıları Yakut, Mesudi, Mukaddesi ve İbn Abbas bu bölgeyi tarif etmişlerdi

William F Albright, Rahip Melvin G Kyle, Peder Alexis Mallon ve diğerleri 1924'te bölgeyi araştırarak Tsoar'ın yerini doğrulamaya çalıştılar Tsoar'ın Moab ülkesi olarak saptanması kendilerini, Kitabı Mukaddes'te Arnon olarak belirlenen Mucip Nehri'nin güneyini araştırmaya yöneltti Lisan yarımadasını ve yakınlardaki vadileri araştırdıktan sonra çağdaş Safi kasabasının eski Tsoar olduğunda karar kıldılar Sir John Maundevil de 1322 ile 1356 arasında Safi'yi ziyaret ettiğinde bu kuramı çok daha önce ileri sürmüştü

Sodom ve Gomorra'nın araştırılmasına 1930'larda Lût Gölü'nün güneyindeki sığ havzayı araştıran Le PFM Abel, F Frank ve Nelson Glueck katıldılar Bu tuz kaplı alan Eski Ahit'in "tuz denizinin yanındaki Siddim vadisi" tanımına uymaktadır (Bunların hepsi Siddim vadisinde [bir tuz denizidir] birleştiler,-Tekvin 14:3)

Konstantinos Politis tarafından yapılan son araştırmada Safi'nin gerçekten Tsoar olduğu anlaşıldı ve tam da Medeba haritasının gösterdiği yerde çıkmıştı

"Havza şehirleri"nin (Ve Lût, Havza şehirlerinde oturdu ve Sodom'a doğru çadır kurardı; Tekvin 13: 12} Lût Gölü'nün suları altında kaybolmuş olduğu önerisi ilk kez 4 yüzyıl hacılarından Egeria tarafından ileri sürülmüştür

Çok daha sonra 19 yüzyıl sonlarında William Lynch'in, Albright'ın ve Kyle'ın denizin kuzey ucunda olduğunu bildirdikleri birkaç küçük ada, günümüzde su altında kalmıştır Lût Gölü günümüzde, ABD'nin uzay kuruluşu olan NASA tarafından, uydu fotoğrafları ve suyun altında da deniz tabanı incelemeleriyle araştırılmaktadır Araştırmalar sonucunda ulaşılan genel yargıya göre, Sodom ve Gomorra'nın, kıyıdan çok, Lût Gölü'nün altında bulunabileceği kuramı kesinlikle inanılır gibi görünmektedir



(Solda) Şeria'da Medeba'da bulunan 6-7 yüzyıl mozaik haritasında Lût'un Tsoar kenti dışında sığındığı yer gösteriliyor (Ortada) Bab ed-Drah kazısında Erken Tunç Çağı'na (İÖ yaklaşık 3000) ait yanmış bir yerleşim alanı (Sağda) Tuzdan oluşmuş Sodom Dağı'nın (Cebel Usdam) içi Su, tuzu eriterek bu yüksek mağaraları oluşturuyor

SON ARKEOLOJİK KANITLAR

Paul Lapp, Walter Rast, Thomas Shaub ve Burton MacDonald tarafından yakın zamanlarda eski kıyı boylarında ve Lût Gölü'nün güney havzasının jeolojik fay hatlarında araştırmalar ve kazılar yapılmıştır

Araştırmacılar 1970'li ve 80'li yıllarda oralarda bir zamanlar büyük yerleşim alanları olduğunu keşfetmişlerdir Bab ed-Drah gibi bazıları Erken Tunç Çağı'nda (İÖ yaklaşık 3000 yılları} yanarak yok olmuşlardır Bunlar efsanevi "havza şehirleri" olabilirler mi? 1976'da bu kentlerin Suriye'deki Ebla'da bulunan Erken Tunç Çağı tabletlerinde yer aldıkları saptanmıştır Bu keşif, kentlerin tarihi varlıklarını doğrulamakta mıdır?

Konstantinos Politis 1990'larda Safi yakınlarında Deyr'Ayn'Abata'yı kazmış ve ilk Bizans Hıristiyanları'nın Lût'un, Sodom ve Gomorra'nın yıkılmasından sonra Kitabı Mukaddes'te anlatılanlara göre, sığındığı mağara olduğuna inanılan mağaranın üzerinde inşa edilmiş bir kilise kalıntısı bulmuştur

Erken ve Orta Tunç çağlan kalıntılarının bulunması da mağaranın Tekvin hikâyesinin geçtiği söylenen dönemde iskân edildiğini göstermektedir Bu arada yakın çevrelerdeki kazılarda da benzer Orta Tunç Çağı eserlerine rastlanılmıştır

Eski Ahit aslında bir ahlaki rehberlik kitabı olarak görülüyorsa da, çağdaş arkeolojik ve jeolojik keşiflerin Sodom ve Gomorra hikâyesinin yer almış olabileceği fiziki ve tarihi mekânları doğruluyor olması gayet ilginçtir


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Gizemler

Eski 06-27-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Gizemler




Troya Savaşı Efsanesi

Zaman: İÖ 13 yüzyıl?
Mekân: Çanakkale'nin güneyi

Zeus bize ünü sonsuza kadar sürecekse de gelmesi çok uzun süren ve yerine getirilmesi çok uzun sürecek olan bu alameti gönderdi Yılan sekiz yavruyu ve onları yumurtlayan serçeyi yedi ki bu dokuz eder ve biz de Troya'da dokuz yıl savaşacağız ama onuncu yılda kenti alacağız HOMEROS, İÖ YAKLAŞIK 750

Troya Savaşı Efsanesi üç güzel kadın arasındaki rekabet hikayesiyle başlar: Zeus'un karısı Hera ve kızları Aphrodite ve Athena Aralarındaki kıskançlık ölümlü Kral Peleus ile yeni karısı deniz perisi Thetis'in düğünlerinde başlamıştı Uyumsuzluk tanrıçası Eris kutlamaya altın bir elma getirmiş ve bunun oradaki "en güzel kadına" bir armağan olduğunu söylemişti

Hera, Aphrodite ve Athena elmanın ve unvanın kendilerine ait olduğunu iddia ettiler Eris hiç de masumane olmayan bir öneride bulundu: Ailesindeki kadınlardan hangisinin elmayı hak ettiğine Zeus karar verecekti Zeus akıllılık edip bu görevi Troya kralı Priamos'un oğlu Paris'e aktardı

Hera kendisini seçtiği takdirde Paris'e akıllara hayallere sığmayacak derecede büyük bir güç vermeyi vaat etti Athena savaş alanında inanılmaz başarılı olacak tarihi bir zafer vereceğini söyledi Aphrodite ise, yeryüzünün en güzel kadınının aşkını vaat etti Paris, siyasal gücü ve askeri zaferi bir yana itip altın elmayı, kendisine o en güzel kadını vaat eden Aphrodite'e verdi

Bu karar yüzyıllar ötesine, "Paris'in Kararı" olarak ölümsüzleşerek gelmiştir



Flâman ressam Peter Paul Rubens'in bu 17 yüzyıl tablosunda Priamos'un oğlu Paris, altın elmayı Peleus'un düğünündeki güzellik yarışmasında Aphrodite'ye veriyor

DENİZE BİN GEMİ İNDİREN YÜZ

O dönemde dünyanın en güzel kadını, Zeus ile Leda'nın kızları Helena'ydı Ancak ne yazık ki, Helena, Sparta kralı Menelaos ile evliydi Daha da kötüsü, bu evliliğin Helena'nın diğer talipleri arasında büyük kavgalara neden olacağından korkan ölümlü üvey babası Tyndareos, bütün öteki Yunanlı hükümdar ve savaşçılardan Helena'nın Menelaos ile evliliğini koruyacakları sözünü almıştı

Troya'ya dönen Paris, kendisinin Sparta'ya, Troya elçisi olarak atanmasını sağladı Sparta'ya vardığında Aphrodite gücünü kullanarak Helena'yı Paris'e âşık etti İki sevgili Menelaos'un servetinin büyük bir kısmıyla Troya'ya kaçtılar Böylece Sparta kralının karısını ve servetini geri almak üzere Troya'ya karşı "bin gemi" gönderen Yunanlılar'ın açtığı on yıl sürecek olan savaş başlamış oldu

TROYA SAVAŞI: EFSANE Mİ, TARİH Mİ, HER İKİSİ Mİ?

Homeros'un İlyada'sında yer alan Troya Savaşı hikâyesi İÖ 750 yılından kalmıştır Ardından gelen Yunan tarihçileri, özellikle Herodotos ve Thucydides, Homeros'un hikâyesini kabul etmişler ve Troya'nın İlyada'dâ anlatıldığı gibi Hellespont (şimdi Çanakkale Boğazı) yakınlarında bir kent olduğuna ve Mykenaİ (Argos) kralı Agamemnon liderliğinde birleşen Yunanlılar'la yapılan Troya Savaşı'nın gerçek olduğuna inanmışlardır

Çağdaş yazarlar ve bilginler daha kuşkulu davranmaktadırlar Ne de olsa, Homeros'un hikâyesini ya da Troya'nın varlığını doğrulayacak tarihi kayıtlar yoktur Ancak İlyada'daki birleşik bir Yunan gücünün -belki de köle ve doğal kaynak elde etmek üzere-Batı Asya'ya uzun bir sefer düzenlemiş olması (Herodotos'a göre İÖ 1250 sularında) mümkündür



Homeros'un Troya'sı (Troya VI örneğine göre), aşılmaz surlarla sarılmış ve kulelerle korunuyor

İLYADA'NIN TUNÇ ÇAĞI BAĞLAMI

İÖ 13 yüzyıl Akdeniz'i Homeros'un zamanından çok uzaksa da, İlyada'dâ artık doğru olduğunu bildiğimiz belirli pek çok tanım vardır Örneğin İlyada'nın ikinci kitabında Troya'ya karşı silahlı birlik gönderen 164 şehrin listesi ve kısmen de tanımları yer almaktadır Homeros'un saydığı yerlerin çoğu kendi zamanında biliniyordu

Ancak Michael Wood'un in Search of Trojan War adlı eserinde belirttiği gibi listede Homeros zamanında çoktan terk edilmiş ve Yunan coğrafyacılarının bilmedikleri pek çok yer de vardı Çağdaş arkeolojik ve tarihi araştırmalar artık bunların gerçek mekânlar olduklarını ve Homeros'un onların konumlarını doğru olarak bildirdiğini göstermiştir



(Solda) Troya'da ana giriş kapısı ve kule Homeros, Troya'yı "zarif kuleleri" olan bir şehir olarak anlatmıştı Bu tanım Hisarlık'taki surlara uymaktadır (Sağda) Homeros'un Troya'sının Türkiye'de Hisarlık'taki höyükte olduğu fikrinin savunucusu Heinrich Schliemann



Hisarlık höyüğü kesitinde birbiri üstüne binmiş katmanlar görülüyor

TROYA GERÇEK BİR YER MİYDİ? ARKEOLOJİK KANITLAR

Ya Troya? Arkeologlar ve tarihçiler çok uzun zaman boyunca Çanakkale'nin güneyinde tarihte Troad diye anılan bölgede bu kentin kalıntılarını aramışlardır En çok ilgi çeken bölge Homeros'un tanımladığı Troya coğrafyasına uygun olan Hisarlık höyüğüdür Homeros'un Troya için verdiği ayrıntılardan pek çoğu -tam ve kusursuz olmamakla birlikte- arkeolojik araştırmaların bölgede ortaya çıkardığı buluntulara uygundur

Troya'nın araştırılmasında başta gelen kişi Heinrich Schliemann'dır Schliemann, 1870 ile 1890 arasında Hisarlık'ta kazılar yapmış, höyükte birbiri üstünde dokuz kent tespit etmiştir (Bunlar I-IX olarak numaralanmıştır) Daha sonraki yıllarda Cari Blegen ve daha yakın zamanlarda Manfred Korfmann gibi arkeologlar tarafından Hisarlık'ta yapılan kazılar pek çok ara dönemi ortaya çıkarmıştır

Schliemann ya da diğerleri burasının Homeros'un Troya'sı olduğunu kanıtlayan herhangi bir şey bulmamışlarsa da, Hisarlık'taki arkeolojik kanıtlar, özellikle de Troya VI ve VII(a) katmanları Homeros'un zaman ve mekân tanımlarının ayrıntılarından bazılarına uyum göstermektedir

Homeros'un İlyada'da Troya'yı "zarif kuleleri" ve "büyük kapıları" olan bir şehir olarak tanımlaması epey büyük ve etkileyici olan Troya VI'ya uymaktadır Homeros, Troya'nın surlarının görkemli bir savunma yapısı olduğunu ama batı kanadının o kadar güçlü olmadığını söylemektedir

Troya Vl'nın çevresindeki surlar dört metre eninde ve kimi yerlerde dokuz metre yüksekliğindedir ama batı yanındaki inşaat çok daha zayıftır Homeros şehrin ana girişinde büyük bir kuleden söz etmiştir Arkeologlar Troya VI'nın ana girişinde gösterişli bir kapı bulunduğunu saptamışlardır

Hisarlık/Troya sakinlerinin Miken dünyasıyla ilişkide olduğu anlaşılmıştır: Kazıda Yunanistan'dan Tunç Çağı eserleri, özellikle Miken çömlekleri bulunmuştur Schliemann'ın çıkardığı gösterişli nesneler güçlü bir kraliyet ailesinin bulunduğunu göstermiştir "Priamos'ın Hazinesi" içinde, altın yüzükler, bilezikler ve biri "Helena'nın Mücevherleri" olarak anılan iki soluk kesici altın taç vardır

Schliemann'ın karısı Sophie'nin mücevherleri takınmış olarak çekilmiş fotoğrafı Schliemann'ın büyük egosunun ve ün düşkünlüğünün simgesi olmuştur Daha sonraları bu hazinenin aslında Troya II'den (Dokuz kentlik dizinin ikincisi) kaldığı anlaşılmıştır Sonuçta, bu eserler Troya Savaşı'ndan bin yıl öncesine aittir Hazine, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolmuş ama sonra 1990'larda Moskova'da ortaya çıkmıştır

Son olarak, Troya VI ve Troya VII dönemlerinin sonunda yangın ve yıkılmış taş izleriyle büyük bir olayın izleri vardır Ancak Troya VI askeri bir güç tarafından değil de, deprem sonucu yıkılmış görünmektedir Truva VII'nin bir savaşta yıkılmış olması olasılığı daha güçlü olduğundan Homeros'un Troya'sına en yakın olan da budur



(Solda) Schliemann'ın arkeolojik çalışması sona erdikten yüz yıl sonra Hisarlık höyüğünde kazılar devam etmektedir 1997'de kuzeybatıya dönük Tapınak'tan bir görüntü Schliemann dokuz ayrı yerleşim katmanı bulmuşsa da daha sonraki çalışmalar ara katmanlar da olduğunu ortaya çıkarmıştır (Sağda) Priamos'un hazinesinden altın salçalık Hazine, İkinci Dünya Savaşı sonunda Berlin'den kaybolmuş ve sonra Moskova'da bulunmuştur

TROYA ATI

Homeros, Troya at terbiyeciliğinden sık sık söz eder At kemikleri ve atlara ilişkin malzeme buluntuları kesin olmamakla birlikte yine Homeros'un Troya'sına uymaktadır Troya Atı'nı çok kimse bilir Yunanlılar tahtadan dev bir at yapmışlar ve bunu Athena'ya bir armağan olarak Troya kapılarında bırakmışlardır Yunan ordusu daha sonra Helena'nın kaybını kabul etmiş olarak geri çekilmiştir Troyalılar zaferi kazandıklarına inanarak dev atı kentlerinin içine almışlardı

Gece karanlığında atın içinde gizlenmiş olan bir Yunan askeri birliği çıkıp şehrin kapılarını dışarıda gizlenmiş olan askerlere açmışlardı Böyle bir saldırıya hazırlıklı olmayan Troya erkekleri öldürülmüş, kadınlar yakalanıp köle ve odalık olarak satılmak üzere Yunanistan'a götürülmüştü Helena da Yunanlılar tarafından yakalanıp kocasına iade edilmişti

Homeros'un anlattığı bu Troya Atı'nın tarihi bir geçerliliği olabilir Yakındoğu'da İÖ 13 yüzyıldan kalma yazılı metinlerde ve resimlerde bir kentin savunmasını yıkmak için at biçimli koçbaşları kullanıldığı belirtilmiştir Tarihçi Michael Wood, İlyada'daki Troya Atı'nın da böyle bir "kuşatma makinesinin biçim değiştirmiş bir hatırlanması olabileceğini ileri sürmüştür



(Solda) İÖ 7 yüzyıl sonlarından kalma Mikonos'ta Troya Atı kabartmalı bir amfora (Sağda) Schliemann'ın karısı Sophie, "Priamos'un Hazinesi"nden takıları takınmış Buna benzer fotoğraflar Schliemann'ın keşiflerine karşı büyük ilgi uyandırmış ama onun aşırılıklarını ve egosunu da gözler önüne sermişti

TROYA GERÇEK Mİ, EFSANE Mİ?

Troya Savaşı'nın efsane mi, tarih mi, yoksa her ikisi de mi olduğu kesin olarak saptanamaz İlyada'da Tunç Çağı coğrafyasının, politikasının ve maddi kültürünün bazı doğru tanımları bulunmaktadır ve hikâyenin tümünde bir gerçeklik de bulunmaktadır Ancak Troya Savaşı efsanesinin ayrıntılarının doğrulanıp doğrulanamayacağı konusunda Amerikan klasikçisi Jeremy B Rutter'in sözleri akıldan çıkarılmamalıdır: "Troya Savaşı'nın tarihselliğine inanmak ya da inanmamak, sonunda insanın benimsediği görüşe göre bir inanç eylemidir"

Troya Savaşı'nın sanata yansımasına bakacak olursak iki önemli yapıt öne çıkar Biri, Hector Berlioz'un, librettosunu Vergilius'un Aeneis'inden esinlenerek kendisinin yazdığı ve 1855-58 yılları arasında bestelediği (ilk bölümü olan Troyalılar Kartaca'da, ilk kez 1863'te Paris'te sahnelenmişti) lirik tragedya Troyalılar, öbürü ise ünlü antik çağ oyun yazarı Euripides'in alevler içindeki Troya'dan bir dizi acıklı tablo sergileyen Troyalılar'ıdır


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Gizemler

Eski 06-27-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Gizemler




Beytlehem Yıldızı

Zaman: İÖ 8-4
Mekân: İsrail

İsa, Kral Hirodes'in günlerinde Yahudiye Beytlehem'inde doğduğu zaman, işte, Şark'tan Yeruşalim'e müneccimler gelip dediler: "Yahudiler'in kralı doğan zat nerededir, çünkü onun yıldızını Şark'ta gördük ve ona secde kılmaya geldik Ve işte Şark'ta gördükleri yıldız, önlerince gidiyordu, ta çocuğun bulunduğu yere kadar gelerek üzerinde durdu Onlar da yıldızı gördükleri zaman taşkın sevinçle sevindiler MATTA 2: 1-2,9-10

Eski çağların gizleri içinde Hıristiyan inancına göre İsa'nın Nasıra'da Mesih olarak doğduğunu bildiren Beytlehem Yıldızı kadar tartışmalını çok azdır Matta İncili'nde yıldızın tarifi pek kısadır "Doğu"daki bir yıldızın müneccimlere Yahudiye'deki Mesih'i bulmaları için yol gösterdiği söylenir Onları Mesih'in kehanetlerdeki doğum yeri olan Beytlehem'e Yahuda kralı Hirodes gönderdiği için müneccimlerin yıldızı Beytlehem Yıldızı olarak bilinmiştir

Bazı araştırmacılar "yıldız" falan olmadığına ve hikâyenin İsa'nın ilahi doğumunun mesajını iletmek amacını taşıyan bir efsane olduğuna inanırlar Ancak hikâyenin tarihi bir temeli olduğuna inananların sayısı da fazladır O yıldızı bulma araştırmaları ortaya pek çok kuramın çıkmasına neden olmuştur

İsa'nın doğum tarihi bilinmediği için Müneccimleri Yahudiye'ye çekenin ne olduğunu saptamak güçtür Kitabı Mukaddes araştırmacıları, 25 Aralık'ın İsa'nın doğduğu gün olmayıp, Hıristiyanların 354 yılı civarında benimsedikleri Romalılar'ın Fethedilemez Güneş Bayramı günü olduğuna inanırlar

Dahası, Dionysius Exiguus (yaklaşık 533 yılı), takvim yıllarını numaraladığında İsa'nın doğum yılını yanlış hesaplamıştır Araştırmacıların çoğu Hirodes'in İÖ 4 yılında öldüğü ve İsa'nın da "Hirodes zamanında" doğduğu için İsa'nın doğumunu İÖ 8 ila 4 yılları arasında bir zaman çerçevesine oturturlar

Bu zaman çerçevesi içinde esrarengiz yıldızı arayan araştırmacılar pek çok göksel nesne önermişlerdir Eski çağlarda "uzun saçlı yıldızlar" denilen kuyruklu yıldızlar, yıldızın "önden gittiği" ve bebek İsa'nın "üzerinde durduğu" söylendiği için mümkün olabilecek nesnelerdir

Bir kuyruklu yıldız yıldızlar arasında yavaş hareket ettiği için bu durum yıldızın hareketini açıklayabilir Ancak bir kuyruklu yıldızın görünmesi, bir kralın doğumunun değil, ölümünün işareti sayılırdı Ayrıca Matta'da Hirodes ile Kudüs halkının yıldızı görmedikleri söylenir ki, bu da yıldızın fazla görünmediğini gösterir

"Yeni bir yıldız" herkes tarafından görüleceği için aynı şey bir nova için de geçerlidir İÖ 5 yüzyılda Çin'de bir nova kaydı vardır ama Batılı astrolojik kayıtlarda bir kralın doğumunu bildiren yeni bir yıldız göründüğü belirtilmemiştir



Müneccimlerin bebek İsa'ya armağanlar vermesi Bu Roma katakomb tabletinde "Severa tanrı ile git" yazmaktadır



Beytlehem Yıldızı Doğulu üç bilge adama ya da müneccime yol gösteriyor: İtalya'da Ravenna'da S Apollinare Nuovo kilisesinde 6 yüzyıldan kalma mozaik

Şu andaki kuramların çoğu gezegenlerin hareketlerine ilişkindir, ancak İsa'nın doğduğu zaman gezegenler sayısız kere dünyanın yakınından geçmişlerdi Gezegenlerin gözle görünür gruplaşması ille de bir kralın doğduğunun alametleri değildi

Roma imparatorları gibi kişilerin doğumlarındaki astrolojik durumlar, çağdaş standartlara göre pek etkileyici sayılmazdı Yıldızın belirsiz bir astrolojik kavram olması Hirodes ile Kudüs halkının ona dikkat etmemiş olmasıyla da vurgulanmaktadır Yahudiler müneccim astrolojisini uygulamazlardı



(Solda) Eski çağlarda kuyruklu yıldızlar bir kralın doğumunun değil, ölümünün habercisiydiler İmparator Augustus Sezar, İÖ 44 yılında görülen meşum kuyruklu yıldızın öldürülmüş Jul Sezar'ın ruhu olduğunu iddia etmişti Roma dinarı üzerinde kuyruklu yıldız ile Jul Sezar (Sağda) 6 yıldan kalma bir Roma sikkesinde Koç (Aries), başını çevirmiş bir yıldıza bakıyor Üzerinde "Antakya Metropolis halkı" yazılı

BİR ROMA SİKKESİNDEKİ İPUCU

Yıldızın astrolojik anlamı konusundaki yeni bir görüş de İsa'nın doğum yıllarında Antakya'da çıkarılan bir Roma sikkesinden kaynaklanmıştır Tunç sikkede astrolojik burç olan Koç (Aries), bir yıldızın altında görülmektedir Claudius Ptolemaios'un Tetrabiblos'u, "astrolojinin kutsal kitabı", bize Aries'in Yahudiye, Samariya, İdumea, Coele Suriyesi ve Filistin'de insani faaliyetleri kontrol ettiğini anlatır Bu sayılan yerlerin hepsi Kral Hirodes'in ülkesindedir

Sikke, Yahudiye'nin, başkenti Antakya olan Roma Suriyesi'ne 6 yılda katılmasının anısına çıkarılmış olabilir Koç'un üzerindeki yıldız Yahudiye'nin Roma Antakya'sı hâkimiyeti altındaki yeni kaderini simgeler Ancak sikkenin önemi astrologların Yahudiye'de bir kral doğumu için Koç burcunu gözlemlediklerini göstermektedir



Floransalı ressam Giotto di Bondone "Müneccimlerin Tapınması"nı (Capulla degli Scrovegni, Padua) yaparken eski çağlardaki kuyruklu yıldızın mesajının farkında değildi Bu fresk üzerinde çalışırken 1304'ün parlak kuyruklu yıldızından esinlenmiş olmalı



Beytlehem'de Milad Kilisesi, İsa'nın doğum yeri olarak kabul edilir

Astrolojik kaynaklar bize astrologların yalnızca Yahudiler'in yeni kralını gözlemekle kalmayıp hangi yıldızın kralın doğumunu ilan ettiğini de açıklamaktadırlar Bu yıldız "Zeus yıldızı", yani Jüpiter gezegeniydi Jüpiter'in krallık vermesi için en uygun zaman gezegenin sabah yıldızı olarak doğma zamanıydı ki, "doğu"da, astrolojik bakımdan bu anlama geliyordu Ayın Jüpiter'e yakın geçmesi gibi başka krallık belirtileri de varsa da, bunların hiçbiri "doğu"da olmak kadar önemli değildi

İsa'nın muhtemel doğum zaman çerçevesini incelemek, ortaya olağanüstü bir gün çıkarmaktadır Jüpiter İÖ 6 yılın 17 Nisan'ında Koç burcunun doğusundan çıkmıştır Ay da Koç burcundaydı ve Jüpiter'e doğru ilerliyordu (Çağdaş hesaplamalarda Ay'ın Jüpiter'in önünden geçtiği ortaya çıkmıştır) Ayrıca Güneş de Koç burcundaydı ki, bu da bir kralın doğumu için çok güçlü bir astrolojik durumdu Satürn'ün de orada olması Yahudiye'de büyük bir kralın doğacak olması için inanılmaz bir alamet oluşturmaktaydı

Romalı Hıristiyan astrolog Firmicus Maternus (Yaklaşık 334 yılı) Koç burcundaki bu koşulların "kutsal ve ölümsüz" bir kişinin doğumunu belirlediğini söylemiştir ki, bu da müneccimlerin Yahudiye'ye gitmelerine yol açmıştır

Jüpiter, müneccimlerin dikkatini çeken bir şey daha yaptı Gezegen Koç burcundan çıktı ama yıldızlar arasındaki hareketini tersine çevirdi (Matta'ya göre, "ve işte, Şark'ta gördükleri yıldız önlerinden gidiyordu") Jüpiter, Koç burcuna döndü ve İÖ 6 yıl sonlarında birkaç gün sabit kaldı ("Ta çocuğun bulunduğu yere kadar gelerek üzerinde durdu") Jüpiter'in Koç burcunda sabit kalması da Yahudiye'de büyük olayların olacağının alametiydi ve müneccimler Beytlehem'de yeni kralı bulacaklarına inanarak sevinmişlerdi

Kitabı Mukaddes dışında müneccimlerin ya da bir başkasının İsa'nın doğum gününü doğrulaması konusunda bir kanıt yoktur Ancak ilk Hıristiyanlar İsa'nın Mesih kehanetini doğrulayarak bir kral yıldızı altında doğduğuna inanıyorlardı Her ne olursa olsun, insanlar onun doğudaki bu yıldız altında doğup doğmadığı hakkında kendi sonuçlarını çıkaracaklardır



(Solda) İÖ 17 Nisan 6 günü gezegenler Koç burcunda Yahudiye'de Mesih'in doğumu hakkında güçlü bir alamet gösterdiler (çizgili kutu) Burçlar yıldızlarla belli belirsiz rastlaşan hayali alanlardı (Sağda) İsa'nın doğumunu bildiren en olası yıldız Jüpiter'dir Gezegen İÖ 6 yılında yıldızlar arasındaki hareketini birkaç gün boyunca tersine sürdürmüştür


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Gizemler

Eski 06-27-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Gizemler




Kutsal Ahit Sandığı

Zaman: İÖ 13 yüzyıl?
Mekân: İsrail

Ve vaki olurdu ki, sandık göç ettiği zaman Musa derdi: Kalk, ya Rab ve düşmanların dağılsınlar ve senden nefret edenler senin önünden kaçsınlar Ve konduğu zaman derdi; Ya Rab, İsrail'in on binlerce binlerine dön SAYILAR 10: 35-36

Eski İsrail tarihçelerinde Kutsal Ahit Sandığı, pek çok rolü üstlenmiş muamma bir olgudur İsrailoğulları Mısır'dan çıktıktan hemen sonra çölde yapılan Kutsal Ahit Sandığı, Tanrı'nın Sina Dağı'nda Musa'ya verdiği Ahit Levhaları'nın taşındığı kutuydu Levhalar ve onların içinde bulunduğu sandık böylece Tanrı ile İsrailoğulları arasındaki ahdin tanıklığıydı Tanrı'nın kesin buyruğu üzerine (Çıkış 25: 10) sandık akasya ağacından yapılmıştı, uzunluğu iki buçuk, eni bir buçuk ve yüksekliği de bir buçuk arşındı, içi ve dışı saf altınla kaplıydı ve üzerinde altın pervaz vardı

Altın kapağının üstünde kanatlarıyla sandığı koruyan iki çocuk melek vardı Sandığın kenarındaki halkalara, akasya ağacından, altın kaplama sırıklar takılır ve sandık bu sırıklarla taşınırdı Kollar sandığın halkalarında takılı kalır, ondan ayrılmaz ve Tanrı'nın verdiği şehadet sandığın içinde saklanırdı Sandık gidilen her yere taşınacak ve kamp kurulduğu zaman tam orta yerde bulunan, halis altın iplikle dokunmuş ve "Kefaret Örtüsü" de denilen bir örtünün altında korunacaktı

Çıkış 25: 22'de Tanrı Musa'ya şöyle der: "Ve seninle orada buluşacağım ve seninle Kefaret Örtüsü Üzerinden, Kutsal Ahit Sandığı üstündeki melekler arasından söyleşeceğim" Bu nedenle sandık kimi zaman Tanrı'nın ayak taburesi ve kimi zaman da Merhamet İskemlesi olarak görülür

İsrailoğulları'nı Kenan ülkesine götüren ve oraya vardıktan sonra Eriha'nın düşüşünde aracı olan sandıktı Sandık kendi başına da savaşabilirdi ve bir keresinde Ebenezer Savaşı'nda Filistinliler tarafından ele geçirildiğinde sahte bir putu parçalamıştı Hatta kendisine izin verilmeden dokunan bir İsrailoğlu'nu bile öldürmüştü

Kutsal Ahit Sandığı daha sonra Kral Davud tarafından Kudüs'e getirildi ve daha sonra Süleyman tarafından yeni tapınağının en kutsal yerine yerleştirildi Sandık milletin en değerli ve önemli malı ve atalarının Tanrı ile girdiği özel ahit ilişkisinin güçlü bir hatırlatıcısıydı



(Solda) Kutsal Ahit Sandığı, geleneksel olarak savaşlarda taşınırdı Jean Fouquet'nin (1425-80) bu tablosunda sandık, Eriha çevresinde dolaştırılarak İsrailliler'in kenti ele geçirmelerine yardımcı oluyor (Sağda) Suriye'de Dura-Europos'ta 3 yüzyıldan kalma sinagogdan bir freskte Filistinliler sandığı gönderiyorlar



Sandığın tekerlekli bir araba üzerindeki klasik görünümü: Celile'de Kafernaum'daki sinagogda 4 yüzyıldan kalma bir röliyef Sandık burada kaplama kapılı, kenarları sütunlu bir Bizans tapınağı olarak betimlenmiş

SANDIĞIN AKIBETİ

Ancak bu, Kutsal Ahit Sandığı'nı saran mistikliğin yalnızca başlangıcıdır Zaman boyunca farklı kültürel geçmişten insanların hayallerine hâkim olan Sandık efsanesi âdeta canlı bir durum almıştır

Çok kimse sandığın Babilliler'in Kudüs'ü İÖ 587/6'da ele geçirip yıktıkları zaman yok edildiğine inanır Ancak daha sonraki yıllarda Hahamlar, sandığın kaderi hakkında farklı görüşleri benimsemişlerdir Peygamber Yeremya'nın sandığı Nebo Dağı'na sakladığına, Kral Yeşua'nın (İÖ 639-609) Tapınak Dağı'nın bir mağarasına gizlediğine, Kral Yehoaş'ın Babil'e sürgüne giderken yanında götürdüğüne inanılır En garip inanç da sandığın sunak ateşi için odunların depolandığı odun sundurmasının altına saklanmış olduğudur



(Solda) Roma'da Titus Kemeri'nden röliyef Muzaffer Roma askerleri 70 yılında Kudüs'ü yağmaladıktan sonra tapınak eşyalarını götürüyorlar Son zamanlardaki bir kurama göre sandık, Romalılar tapınağı yakmadan önce Lût Gölü kıyısındaki Kumran'a kaçırılmıştır (Sağda) İÖ 9-8 yüzyıldan kalma küçük bir fildişi panoda bir sfenks Belki de sandığı koruyan melekler buna benziyorlardı

Diğer başka garip inanışlar da vardır Diğer pek çok şeyin yanı sıra sandığın Tapınak Dağı'na döneceği ve Mesih Çağı'nı kabul için yapılacak yeni bir tapınağın en kutsal yerine yerleştirileceğine inanılmaktadır Eski Arap vakanüvisleri sandığın Arabistan'da güvenli bir yere götürüldüğünü yazarlar Tapınak Şövalyeleri, Haçlı Seferi sırasında Kudüs'ü ele geçirdiklerinde sandığı aramışlar ama bulamamışlardır Yine sandığın Vatikan mahzenlerinde saklandığı iddia edilmiştir

Bazıları onun Mısır Firavunu Şişak (Şoşenk olarak da bilinir, İÖ 945-924) Kenan ülkesine girdiğinde götürüldüğünü düşünürler Yakın zamanlarda ileri sürülen bir kurama göre Romalılar 70 yılında ikinci tapınağı yaktıklarında sandık yeraltı tünellerinden otuz kilometre ötedeki Kumran civarına taşınmıştır ve hâlâ orada gömülüdür

Bir başka efsaneye göre sandık, tapınağa yerleştirildikten hemen sonra çalınmış ve Kral Süleyman ile Seba Kraliçesi'nin oğlu Menelek tarafından Habeşistan'a götürülmüştür Habeşistan'daki Falaşalar, sandığa Habeşistan'a götürülürken eşlik eden Yahudiler'in soyundan geldiklerini iddia etmektedirler

Habeş hükümdarının geleneksel unvanlarından biri de "Yahuda Aslanı"ydı ve eski Habeş kraliyet ailesi Davud ile Süleyman'ın soyundan geldiklerini iddia ederlerdi Habeş Kilisesi yüzyıllardır sandığın kendi aralarında saklı olduğunu söylemiştir

Kutsal Ahit Sandığı efsanelerinin esrarı ne olursa olsun, özgün sandığın Musa'nın zamanından günümüze kadar 3000 yıldır kalmış olması mümkün değildir Büyük bir olasılıkla sandık, Babilliler İÖ 587 yılında Kudüs'ü ele geçirip Süleyman tapınağını yerle bir ettikleri zaman imha edilmiştir


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Gizemler

Eski 06-27-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Gizemler




Düş-Zamanı Anıları

Zaman: Ebedi
Mekân: Avustralya

Avustralya Aborijin sanatı bütün dünyaya sunulmuş dünyanın son büyük sanat geleneğidir WALLY CARAUNA, 1993

Avrupalılar 1788'de Brîtanya Birinci Filosu'nun Botany Körfezine çıkmasıyla Avustralya'yı ele geçirdiklerinde, ülkeyi kendi Avrupalı değerlerine göre biçimlendirmişlerdir Avrupalılar kıtanın haritasını çıkarmışlar, devasa araziyi tarlalara ve çiftliklere bölmüşler, sanki boş bir toprakmış gibi doğal yerlerine İngilizce adlar vermişlerdir Aynı kültürel gelenekten arkeologlar ise, Aborijinler'in Avustralya'ya yerleşme tarihlerini tespit için ciddi bir kaygı içinde olmuşlardır En son tahminleri 60000 yıl ya da daha öncesidir

Avustralya Aborijinleri'nin bazı konularda kendi görüşleri vardır Yeryüzünün yaratılıp düzenlendiği, dere ve tepelerin yapıldığı, insanların kendi ülkelerine yerleştirildikleri Düş-Zamanı'ndan bu yana, burada olduklarını bilip söylemektedirler Bu Aborijin kavramını ifade için kullandığımız "Düş-Zamanı", onların orijinal dillerinde kullandıkları sözcüğe göre, hiç de uygun bir çeviri değildir "Düş", farklı ve doğru olan gerçekliğe uyanacağımız maddi olmayan bir dünyayı ima etmesiyle, elbette yanlış bir sözcüktür " Zaman" da, geçmişte olan ve şimdiki zamandan ayrı olan belirli bir dönemi akla getirdiği için, tamamen yanlış bir sözcüktür

Düş görmenin ayrılmaz bir parçası, burada olmanın "her zamanlığı", nesnelerin oldukları ve olmaları gerektiği gibi olmalarıdır Zaman, yani ölçülmüş kronolojik zaman, zaman içinde değişiklik -arkeolojinin ve batı ampirik biliminin bu merkezi dayanakları- Aborijinler'in kastettiği zaman kavramının içine girmez



(Solda) Düş-Yeri, her zaman değilse de, genellikle resimde görülen bu doğal kireçtaşı kayası gibi manzaranın belirgin bir noktasıdır (Sağda) Ngalyod (Gökkuşağı Yılanı), Bruce Nabegeyo (1995) Gökkuşağı Yılanı, Düş-Zamanı hikâyelerinin başlıca unsurudur Bu modern resimde Gökkuşağı'nın başı, yaratıkların en güçlüsü olan tuzlu su timsahının başı olarak resmedilmiştir

DÜŞ-ZAMANI SANATI

Eski Avustralya Aborijinleri, eski kaya resimleri ve kaya oymalarıyla resimli bir kayıt bırakmışlardır Resimlerdeki hayvanların ve kuşların çoğu bugün o topraklarda bulunmaktadır: Brolga ve krokodil, miğferli kakadu, Düş-Zamanı hikâyelerinde önemli olan yaratıklardır

Sık rastlanan bir motif, kimi zaman bir çalı hindisi izi kadar küçük, kimi zaman bir emu ya da daha da büyük olan kuş izleridir Bu sonuncular büyütülmüş emu izleri midir? Kimbilir belki de daha büyük bir kuşun izidir Aşırı büyük ve insan ayağı biçiminde izleri de vardır

Kuzey Avustralya'da Kakadu Milli Parkı ile çevresindeki bölgedeki kaya resimleri, en azından 4 bin yıllık, büyük bir olasılıkla çok daha eskidir Daha eski resimlerde, 20 yüzyılda yalnızca Tasmanya'da kalan keseli, etobur Tasmanya kaplanlarının pek çok resmi vardır

Avustralya kıtasında bir zamanlar varolan kaplan, insanların Güneydoğu Asya'dan köpek getirmesinden bu yana kaybolmuştur Bu köpekler vahşi dingolar olmuş ve daha orta boylu bir yırtıcı hayvan olarak kaplan soyunu tüketmiştir Dingonun Avustralya'ya geldiği dönemde Tasmanya, Buzul Çağı sonrasında deniz düzeyinin yükselmesiyle anakaradan ayrılmış olduğundan, hayvan Tasmanya'da yaşamaya devam edebilmiştir



(Solda) Avustralya'da kaya resmi, yaşayan bir gelenektir Kakadu Milli Parkı'ndaki bu büyük fresk l960'larda eski resimlerin üstüne yapılmıştır (Sağda) Avustralya kayalarındaki insan ayak izleri, zamanın eskiliğini taşımaktadır Bazılarının üzerinden daha sonra beyaz boyayla geçilmiştir Orta Avustralya'da yakın zamanların "nokta resimleri"nin temeli, eski kaya resimleridir

ESKİ GEÇMİŞİN KAYITLARI

Dingoların Kuzey Avustralya'ya 4 bin yıl önce geldiklerini tahmin ediyoruz, bu yüzden Tasmanya kaplanlarının resimleri, soyu tükenmiş bir türün resimleridir ama yalnızca o süre içinde tükenmiş olan bir soyun

Ancak Kakadu Milli Parkı'nın bile dışındaki ıssız "taş ülkesi"nin tepelerindeki bir resim, çok daha eski bir şeye işaret etmektedir İyi tasvir edilmiş ve iyi korunmuş olan bu resimde, Tasmanya kaplanı ya da bir kanguru ya da çağdaş bir keseli türü olmadığı kesin bir yetişkin ve bir yavru yaratık vardır Bunun küçük ön ayakları (ve keseliler gibi) eli andıran atileri vardır Ortasında sanki gövdesinin altından sarkan iri ve sivri memeleri vardır (Oysa keselilerin memeleri, yavrularının büyüdüğü kesenin içindedir)

Küçük ya da yavru olanda da buna benzer bir şey görünmektedir Yoksa bu yaratık bir megafauna mıdır? Kimileri bunun yalnızca Palorchestes adı verilen ve yalnızca bulunabilmiş fosil kemiklerinden tanınan bir yaratık olduğu görüşündedirler

Ne yazık ki, bugüne kadar bu resimlerden yalnızca bir tanesini biliyoruz Ancak yüksek kayalık bölgede daha başkaları bulunabilir Buralarda resimlerle dolu sayısız kaya mağarası bulunmaktadır ancak bunlar fazla ziyaret edilmemiş ve kaya sanatı bakımından tam olarak araştırılmamıştır

Düş-Zamanı hikâyelerinin başlıca figürlerinden biri, ülke içinde dolaşırken yeryüzüne biçim veren ve dramatik izini kayalar ve dereler ve göller oluşturarak bırakan Gökkuşağı Yılanı'dır Gökkuşağı Yılanı, çağdaş Avustralya pitonlarından bile daha büyük yılanların anısını mı taşımaktadır? Aborijinler'in sel ve kabaran sular hikâyeleri, Buzul Çağı'nın sonunda yükselen deniz düzeyinin insanları daha eski bir kıyı şeridinden içerilere ittiği zamanların anılarını mı korumaktadır?

Bu konuda, denizin yükselişinin zamanının tespit edildiği Kakadu Milli Parkı'nda, yükselmenin son aşamalarından kalma bir kaya resminde, ilginç bir ipucu verilmektedir: Denizin o yükselmesi anında, "kıyı insanları"nın daha önce içerilere yerleşmiş olan "taş insanları" ile yeni ilişkilere girdiklerini ve savaştıklarını gösteren resimlerin sayısında da kesinlikle bir artış vardır Eh, işte bu da yorumlanması gereken bir başka ipucudur



(Solda) Orta Avustralya'dan bir churinga Düş-Zamanı'nın atalarının bu kutsal nesnelere dönüştükleri düşünülmektedir (Sağda) Başını yukarı ve sağa çevirmiş, yavrusu sağında duran bu garip yaratık soyu çoktan tükenmiş megafauna olabilir


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Gizemler

Eski 06-27-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Gizemler




Mağara Resimlerinin Sırrı

Zaman: 20 bin-10 bin yıl önce
Mekân: Batı Avrupa

Ey sen, sessiz şekil, sen de şaşırtma bizi
Sonsuzluk gibi
JOHNKEATS, 1819

Jean-Marıe Chauvet ile iki arkadaşı 1994 yılının Aralık ayında Fransa'nın Ardeche Bölgesi'nde mağaralarda araştırma yapmaktaydılar İnsanlığın ilk resimlerini bulmayı umuyorlardı ama o ana kadar fazla bir başarı elde edememişlerdi Hepsi de Üst Paleolitik Dönemin (40 bin -10 bin yıl önce) görkemli yeraltı resimlerini ve Lascaux, Niaux ve diğer ünlü yerlerin resimlerini biliyorlardı Ancak Ardeche Irmağı'nın üzerindeki tepenin derinliklerinde bulacakları şeye hiç de hazırlıklı değillerdi

Bir yamacı tırmanınca küçük bir kaya çıkıntısına rastladılar Arka tarafında bir moloz yığını vardı Taşları dikkatle yoklayarak bir hava akımı aradılar

Evet, bir hava akımı hissedebiliyorlardı Heyecanla düşmüş taş ve toprağı kaldırınca tepenin derinliklerine inen dar bir tünel gördüler Uzun uğraşlardan sonra geniş ve parıltılı bir yeraltı odasına indiler Gözlerine ilk çarpan şey duvardaki kırmızı bir insan eli izi oldu: Biri çok ama çok uzun zaman önce o mağarada bulunmuştu

Biraz ilerleyince at, aslan, bizon, suaygırı ve artık soyu tükenmiş olan tüylü mamut resimleriyle karşılaştılar Bunlardan bir kısmı boyanmış, bir kısmı mağaranın çamur duvarlarına kazınmıştı Karanlığı delen lambalarının ışığında mağara ayılarının iskeletleri, ateş yakılan ocaklar, meşalelerini duvarlara dayamış insanların bıraktıkları izler göründü Araştırmacılar kendilerini kayıp ve belki de kutsal bir dünyaya tecavüz eden insanlar gibi hissediyorlardı



(Solda) Rouffignac'ın resimlenmiş tavanından bir bölüm Ortada Buzul Çağı'nda batı Avrupa'da yaşayan büyük bir mamut Ayrıca büyük ve kıvrık boynuzlu bir tür dağ keçisi olan ibex (Sağda) Gabillou Mağarası'nda (Dordogne, Fransa) bir "büyücü" Çizilen figürün boynuzları ve kuyruğu vardır ve dans eder gibidir Ağzından çıkan çizginin, iki dört köşe biçimle birleşmesi Lascaux'da bulunanların eşidir

CEVAPLANMAYAN SORULAR

Şimdiki adıyla Chauvet Mağarasının bulunması 20 yüzyılın en büyük arkeolojik keşiflerinden biriydi Ancak pek çok arkeolojik keşif gibi bu da yanıtlaya-bileceğinden çok soru yaratmıştı

Çıplak ayakizleri çamurda hâlâ belli olan bu insanlar bu karanlık yere ne zaman girmişlerdi? Resim yapmak için neden bu kadar derini seçmişlerdi? Bu esrarengiz yeraltı faaliyeti bugün "sanat" adım verdiğimiz şeyin kökeni miydi? Bu mağara resimleri ile Üst Paleolitik alanlardaki kazılarda çıkarılan küçük heykelcikler ve kemik, boynuz ve fildişi parçaları üzerine kazınmış figürlerle nasıl bir ilişki içindeydi? Bu sorular daha önce de sorulmuştu ama şimdi yeni bir aciliyet kazanmış oluyorlardı

Chauvet resimlerinin yaşını saptamak nispeten kolaydı Siyah boyadan alınan karbon örnekleri radyokarbon tarihleme yöntemiyle analiz edildi Chauvet resimleri 720 yıl yanılma payı ile 32410 yıl öncesine aitti Çok gelişmiş resimler olmalarına rağmen bunlar bugüne kadar bulunmuş en eski resimlerdir

Batı Avrupa'da Neanderthaller'in ardılları olan tam çağdaş insanın ilk görünmesine yakın yapılmışlardı Bu nedenle yeni -ve şimdiye kadar yanıtlanmamış- bir soru daha çıkmıştı: "Sanat" uzun bir gelişme dönemi olmadan tam olarak biçimlenmiş ve gelişmiş olarak mı başlamıştı? Ve resimler neden derin mağaralarda yapılıyordu?

Mağara resimlerinin en güzel örneklerine daha çok Avrupa'da, özellikle de Kuzey ispanya ile Güney Fransa'nın dağlık kesimlerinde rastlanmakla birlikte, Türkiye sınırları içindeki en güzel mağara resmi, Antalya yakınlarındaki Katran Dağı'nda bulunan Öküzini Mağarası'nın girişindeki kazıma boğa resmidir



(Solda) Mamut fildişinden yapılmış bu insan başı, bir başparmak boyundadır Arkeolojik tekniklerin bugünkü kadar ciddi olmadığı 20 yüzyıl başlarında Brassempouy'da (Landes, Fransa) bir kazıda çıkmıştır Sonuç olarak kesin yeri bilinmediği için günümüzde gerçekliği tartışmalıdır (Sağda) Peche-Merle'deki (Lot, Fransa) bu doğal kaya formasyonu bir at başını akla getirmiş görünmektedir Her iki at da bir insan elinin çevresine üflenen boyalarla oluşturulmuş insan ellerinin negatifleriyle çevrilidir Sağdaki atta yapılan radyokarbon testi 24600 yıllık olduğunu ortaya koymuştur

BÜYÜK "NEDEN?" SORUSU

Yüz yıl önce araştırmacılar o zaman bilinen birkaç Üst Paleolitik Dönem resminin "yalnızca" sanat sanat içindir ilkesine göre yapıldığını ve resim yapmanın kaya duvarlara rastgele çiziktirmeler yapmaktan doğan bir zaman geçirme aracı olduğunu iddia etmişlerdi Ancak insanların kırsalda gördükleri hayvanları çizmek için öyle büyük güçlüklerle emekleyerek, sürünerek ve tırmanarak mağaralarına girdiklerini düşünmek güçtü

Sonra "sanat sanat içindir" kavramının "basit" olup olmadığı da haklı olarak sorgulanmıştı Gerçekten de pek çok sanat tarihçisi, "sanat sanat içindir" diye bir şey olduğuna inanmıyordu Sanat her zaman toplumsal bir çerçeve içindeydi ve bir amaca yönelikti

Bu tehlikeli yeraltı seferleri için bir açıklama gelmekte gecikmedi Fransız araştırmacısı Salomon Reinach, bunun nedeninin "iyilikçi tılsım" olduğunu iddia etti Ona göre insanlar avladıkları hayvanlar üzerinde üstünlük sağlamak için resim yapıyorlardı Böyle bir faaliyetin esrara bürünmesi ve insanların yaşadıkları yerden uzakta yapılması mantıklıydı Daha sonra aslan resimleri bulunduğunda zamanın önde gelen Fransız tarihçilerinden Abbe Henri Breuil, İnsanların bunları yırtıcı hayvanın gücünü kendilerine almak için yaptıklarını söyledi

Araştırmacılar daha sonra, bu iyilikçi tılsım açıklamasının çok basit olduğunu hissetmeye başladılar Bu tür açıklamalar, resimlerin çeşitliliğini açıklamıyordu ve çok farklı toplum türlerinde yaşayan insanlar arasındaki zayıf benzetmelere dayanıyordu Ayrıca gün ışığına çıkmakta olan unsurları da açıklamamaktaydı Örneğin, resimleri yapanların resmin çizgilerini tamamlamak için kayanın biçimini kullandıkları gerçeğinin bir açıklaması yoktu

Abbe Henri Breuil'in eski bir öğrencisi olan Andre Leroi-Gourhan, 1960'lı yıllarda ortaya yepyeni bir açıklama attı Bu antropolog Claude Levi-Strauss tarafından geliştirilen felsefi tutum olan yapısalcılığa dayanıyordu Yapısalcılık, insan beyninin yapısı nedeniyle bütün insanların ikili zıtlıklarla düşündüklerini iddia eder Böylece düşüncemizin temelinde kültür:doğa, sıcak:soğuk, aydınlık:karanlık, kutsal: kutsal olmayan, çiğişmiş, vahşi:evcil, biz:onlar ve erkek:dişi gibi zıtlıklar vardır

Leroi-Gourhan bunlardan sonuncusu üzerinde durdu Görüşlerini sade bir biçimde açıklamaya çalışırsak Leroi-Gourhan, Üst Paleolitik Dönem'in, bütün 20 bin yılı boyunca mağaraların erkek:dişi ilkesine göre düzenlenmiş organize sığınaklar olduğuna inanıyordu

At gibi bazı hayvanlar "erkeklik", bizon ve Avrupa bizonu gibiler "dişilik" simgesiydi "Dişi" türler mağaraların orta kısımlarında yer alırken "erkek" türler her yana dağılmışlardı Aslan, ayı ve diğer tehlikeli hayvanlar ise mağaraların derinliklerinde bulunuyorlardı

Araştırmacılar şimdiki kanıtların Leroi-Gour-han'ın bu iddiasını desteklemediğini iddia etmektedir: Resimler mağaralarda rastgele yerlere çizilmişlerdir Sonuçta, Leroi-Gourhan da bu esrarı çözememiştir,



(Solda) Rouffignac'taki (Dordogne, Fransa) bu at başı, mağara duvarından çıkan bir çakmak taşı üzerine resmedilmiştir Hayvanın gövdesinin geri kalanı duvarın içinde gizli ya da ardında imiş görüntüsü verilmiştir (Sağda) Chauvet Mağarası'nda (Ardeche, Fransa) Aslan panosu Mağara 1994'te keşfedilmiştir Buradaki resimlerin 30 bin yıldan eski olduğu tespit edilmiştir Mağara duvarının yumuşak yüzeyi resimlerin yapılabilmesi için düzeltilmiş ve yine kazıyarak bazı boyanmış ayrıntıların belirginleşmesi sağlanmıştır Bu pano mağaranın derinlikli indedir

RUHLAR DÜNYASI

Günümüzde, yine insan beyninin "devrelerine" dayanan ve sorunlu ikili zıtlıkları işin içine sokmayan bir açıklama daha vardır Bu, dünyada avcılık ve toplayıcılık yapan toplumların çoğunda, farklı türlerine rağmen, şamanizm adı verilebilecek bir inanç sistemi bulunduğu gözlemine dayanır Şamanist bir toplum katmanlı bir kozmosa inanır: İnsanların yaşadıkları katman, altında ve üstündeki ruhların yaşadıkları dünyalar

Samanların görevi ruhlarla konuşabilmek, hastaları iyileştirmek, hayvanların hareketlerini kontrol edebilmek ve havayı değiştirmek için bu katmanlara geçmektir Bu geçişi sağlamak için değişik bir bilinçlilik durumuna geçerler Bu durumlar hafif uzaklaşmalardan, derin translara ve rüyalara kadar değişir Bu farklı durumda kimi zaman kendilerine güç veren ve ruhsal dünyada rehberlik yapan bir hayvan-yardımcıyla ilişki kurarlar

Şamanist açıklamaya göre, Üst Paleolitik Dönem'de mağaralar herhalde alt dünyaya giden yollar olarak görülüyordu Bunlara fiziksel olarak girmek, değişik bir ruhsal duruma psikolojik girişten farksız görünmüş olabilir O öteki dünyada şamanlar hayvan-yardımcı ruhlar arayacaklardı Meşalelerinin titrek ışığında görerek ve dokunarak, onlar için kendileriyle ürkütücü ruh dünyası arasındaki "zar" olan duvarları yoklamışlardır

Bir ruh-hayvan bulduklarına inandıklarında hayvanı zardan bu yana geçmesi için ikna etmişler, sonra da resim yapıcılar olarak hünerlerini kullanıp aslında bir görüntü olan şeyi kaya üzerinde "sabitleştirmiş"lerdir Resim ile kaya arasındaki bu yakın ilişki, mağara duvarlarına çizilen pek çok resmin neden kaya yüzeyinin bir parçası olduğunu ya da neden kayadan çıkarmış gibi göründüğünü açıklar

Diğer yandan bazı resimler o kadar büyük ve karmaşıktır ki, bunlar herhalde tek tek kişilerden çok gruplar tarafından yapılmış olabilir O dönemde yaşayan insanlar bu gösterişli resimler karşısında, kendilerini mağaraların derinliklerinde bekleyen ve henüz ulaşamadıkları şeylere hazırlamış olabilirler

Şamanizm, dinamik bir inanç ve ideoloji sistemiydi ve üstelik insanlar tarafından farklı toplumsal koşullar altında değiştirilebilirdi Alt dünyaya girildiğine inanç gibi şeyler, herhalde Üst Paleolitik Dönem'de aynı kalmıştır, ancak binyıl devam ettikçe diğer unsurlar hiç kuşkusuz değişime uğramıştır

Chauvet Mağarasının ve diğer yeraltı "galerilerinin ortaya attığı büyük soruların bazıları şamanist açıklamayla cevaplanmaktadır Ama diğerleri, cevapsız kalmaya hâlâ devam etmektedir Örneğin, bizon resminin anlamı atınkinden nasıl farklıdır?

Bir kemik parçasına yapılan at resmi ile yeraltındaki mağaraya çizilen at resmi farklı şeyler midir? Bunları bilemiyoruz Keats'in, Yunan Vazosu şiirinde olduğu gibi sessiz görüntüler "bizi sonsuzluk gibi şaşırtmaktadır Yine de Chauvet'de ve diğer resimli mağaralarda elimizi uzatıp ilk "gerçek insan"ın kayıp dünyasına -hemen hemen- dokunabiliriz



Lascaux'da (Dordogne, Fransa) gayet süslü Axial Galeri Tavana resmedilen atlar, Avrupa bizonları ve çeşitli işaretleri seyirciyi sarar gibidir


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.