|  | Ahmed'e Doğru, 1 |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Ahmed'e Doğru, 1  AHMED'E DOĞRU 1 Yahudiler içinde zalim, İsa düşmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padişah vardı  İsa’nın devriyle, nöbet onundu  Musa’nın canı oydu, onun canı Musa  Şaşı padişah  Tanrı yolunda o iki Tanrı demsazını birbirinden ayırdı  Usta bir şaşıya “yürü, var, o şişeyi evden getir” dedi  Şaşı,”O iki şişeden hangisini getireyim? Açıkça söyle dedi  Usta dedi ki: “O iki şişe değildir  Yürü, şaşılığı bırak fazla görücü olma!” Şaşı, “Usta, beni paylama  Şişe iki” dedi  Usta dedi ki: “O iki şişenin birini kır!” Çırak birini kırınca ikiside gözden kayboldu  İnsan taraf girlikten, hiddet ve şehvetten şaşı olur  Şişe birdi onun gözüne iki göründü  Şişeyi kırınca ne o şişe kaldı, ne öbürü  Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; doğruluktan ayırır  Garez gelince hüner örtülür  Gönülden göze, yüzlerce perde iner  Kadı kalben rüşvet almaya karar verince zalimi, ağlayıp inleyen mazlumdan nasıl ayırt edebilir? Padişah, yahudice kininden dolayı öyle bir şaşı oldu ki aman Ya Rabbi, aman! Musa dininin koruyucusuyum, arkasındayım diye yüz binlerce mazlum mümin öldürttü  Padişahın öyle yol vurucu, öyle hilekar bir veziri vardı ki hile ile suyu bile düğümlerdi  Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padişahtan gizlerler  Onları az öldür, çünkü öldürmede fayda yok, Dinin kokusu çıkmaz; misk ve öd ağacı değil ki! Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır  Dışı sana malumdur ama içi aksine  ” Padişah : “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi ne? Ne yapalım ki dünya da ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hükmet, kulağımı elimi kestir; burnumu, dudağımı yardır! Ondan sonra beni dar ağacına götür  O esnada bir şefaatçi suçumun affını dilesin  Bu işi dört yol ağzı bir yerde, tellal pazarında yaptır  Ondan sonrada beni, huzurundan uzak bir şehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlığı sokayım  Bu halde diyeyim ki: ben gizli hıristiyanım; ey sır bilen Tanrı; sen benim gönlümü bilirsin!Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti  Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim  Padişah, benim sırlarımdan bir koku sezdi  Sözlerim huzurunda kusurlu göründü  Dedi ki: “Sözlerin, içinde iğne olan ekmek gibidir  Benim gönlümden senin gönlüne pencere var  Ben o pencereden halini gördüm, artık lafını dinleyemem  ” Eğer İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, yahudicesine beni parça parça ederdi  İsa için başımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim  İsa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vakıfım  O pak dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta  İsa’ya şükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk  Belimizi zünnarla bağladığımızdan beri Yahudiden ve Yahudilikten kurtulduk  Ey halk; devir, İsa’nın devridir  Onun dininin sırlarını candan dinleyin!” Vezir, bu hileyi, padişaha sayıp dökünce padişahın gönlünden endişeyi tamamiyle giderdi  Padişah vezire, vezir ne dediyse yaptı  Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı şaşırıp kaldı  Onu hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü  Vezir de ondan sonra halkı davete başladı  HIRİSTİYANLARIN VEZİRİN HİLESİNE İNANMALARI Yüz binlerce hıristiyan, azar azar ozun etrafına toplandı  O onlara gizlice İncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı  Görünüşte din hükümlerini anlatıyordu;fakat bu anlatış, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı  Bunun için (gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan) bazı Ezhab, Peygamber’den, azgın ve hilekar nefsin hilesini sorarlar; “Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlasa gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi  Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar;”Apaçık ayıp hangisidir?”diye kötü huyları sorarlardı  Gülü kerevizden fark edercesine kıldan kıla,zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi  Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaız ve beyana hayran olurlardı  Hıristiyanlar tamamı ile ona gönül verdiler  Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki? Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu İsa’nın halifesi sandılar  O ise hakikatte tek gözlü melun Deccal’dı  Ey Tanrı, feryadımıza yetiş; sen ne güzel yardımcısın! Ey Tanrı, yüz binlerce tuzak ve yem var, bizler de yemsiz kalmış halis kuşlar gibiyiz  Her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz, istersek her birimiz, birer doğan ve simurk olalım  Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarmaktasın  Ey gani ve müstağni Tanrı, biz yine bir tuzağa doğru gitmekteyiz! Biz bu ambarda buğday biriktirmede, toplanan buğdayı yine kaybetmekteyiz  Biz, bu vahşi mahluklar topluluğu, düşünmüyoruz ki buğdayın noksanlaşması farenin hilesindendir  Fare, ambarımızı deldikçe, hilesinden ambar harab olmuştur  Ey can, önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış, çabala! O büyükler büyüğünün haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkça namaz tamam olmaz  ” Eğer bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet buğdayı nerde?Her günlük azar azar sadikane ibadet taneleri niçin bu ambarımızda toplanmıyor? Çakmak demirinden birçok ateş yıldızı sıçradı, o yanmış gönül, onları kabul edip çekti  Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta  Onları,felekte bir çırağ parlamasın diye, birer birer söndürmekte  İnayetlerin bizimle oldukça o bayağı hırsızlardan bize nice ve ne vakit korku olabilir? Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok! Her gece ten tuzağından ruhları kurtarmakta, tahtaları sökmektesin  Ruhlar her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hakimi,ne de mahkumu olmayarak feragate ulaşırlar  Geceleyin zindan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten haberdar değildirler  Ne gam var, ne kar ve ne zarar düşüncesi  Ne bu filan kadının hayali, ne o filan erkeğin kuruntusu! Arifin hali , uyanıkken de budur, Tanrı”onlar uykudadırlar” dedi  Bunu inkar etme  Onlar gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar;Rabbin elinde evirip çevirdiği kalem gibidirler  Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini kalemden sanır  Tanrı arifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı(gaflete dalıp arifi anlamadılar  ) Onların canı:sırrına akıl almaz sahraya gitti  Ruhlarıda istirahatte, bedenleri de  Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzağa çeker, hepsini teklif kaydine düşürürsün  *Sabah vaktinin nuru baş kaldırıp feleğin altın gerkesi kanat çırpınca, Sabahı zuhura getiren, İsrafil gibi, herkesi o diyardan suret alemine getirir; Yayılmış ruhları cisim yapar, her cismide tekrar gebe bırakır  Can atlarını eğersiz kor; bu, “uyku ölümün kardeşidir”sırrıdır  Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bağla bağlar  Ta ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire  Keşki Eshab-ı kehf gibi, yahut Nuh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı  Da bu fikir, bu göz ve kulak;şu uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı  Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanıbaşında ve önündedir  Mağara da , dost da onunla terennüm etmektir  Ne fayda, senin gözünde ve kulağında mühür var? Halife, Leyla’ya dedi ki:”Sen o musun ki Mecnun, senin aşkından perişan oldu ve kendini kaybetti  Sen başka güzellerden güzel değilsin  ” Leyla, “Sus, çünkü sen mecnun değilsin” diye cevap verdi  Uyanık olan daha ziyade uykudadır  Onun uyanıklığı uykusundan beterdir  Canımız hak uyanı olmazsa uyanıklık, bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir  Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan  Ne temizliği kalır, letafeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu! Uyumuş ona derler ki o,her hayalden ümitlenir, onunla konuşur; Uykuda Şeytan’ı Huri gibi görür, sonra şehvetle Şettan’a erlik suyu döker  Nesil tohumunu çorağa dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar  O rüyadan elde ettiği baş ağrısı, beden pisliğidir  Ah o zahirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı olmayan hayalden! Kuş havadadır, gölgesi yerde kuş gibi uçar görünür  Ahmağın biri, o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar  O gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan; o gölgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yok! Gölgeye doğru ok atar  Bu araştırma yüzünden okluk bomboş kalır  Ömrünün okluğu boşaldı  Ömür gitti; gölge avı ardında koşmada yandı eridi! Bir kişinin dadısı, tanrı gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır  Tanrıya kul olan, Tanrı gölgesidir  O bu alemden ölmüş, Tanrı ile dirilmiştir  Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin onun eteğine sarıl ki ahir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın  Tanrı gölgeyi nasıl uzattı (ayeti) evliyanın nakşidir  Çünkü veli , Tanrı güneşi nurunun delilidir  Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem de”! Yürü, gölgeden bir güneş bul  Şah Şems-i Tebrizi’nin eteğine yapış! Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor! Haset yolda gırtlağına sarılsa    bil ki İblis’in tuğyanı hasettir  Çünkü o, haset yüzünden Adem’den arlanır    Kutlulukla haset yüzünden savaşır  Yolda bundan daha güç geçit yoktur  Ne kutludur o kişi ki yoldaşı, haset değildir  Bu beden, haset evi olagelmiştir  Soy sop hasetten bulaşık bir hale düşer  Ten haset evidir ama Tanrı, o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır  “Evimi temizleyin” ayeti beden temizliğini bildirir  Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da hakikatte nur definesidir  Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır  Tanrı erlerinin ayakları altına toprak at! O vezirciğin yaratılışı hasettendi, onun için abes yere kulağını, burnunu yele verdi! O ümitle ki haset iğnesinden akan zehirle mahzunları ta canlarından zehirliye  Hasetten burnunu koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır  Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulunduğu tarafa götürsün  Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur  Bir koku alıp onun şükrünü eda etmiyen kimse, küfranı nimet etmiş ve kendi burnunu mahveylemiştir  Hem şükret, hem şükredenlere kul ol  Onların huzurunda ölerek ebedi hayat kazan! Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme  Tanrı kullarını namazdan menetme  O kafir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıştırmıştı! Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler  O, garezle karışık latif sözler söylemekte, gül sulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi  Sözünün dış yüzü, yolda çevik ol, diyordu  Ardından da cana, gevşek ol demekteydi  Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir  Ateş kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak! Yıldırım, bakışta saf bir nurdan ibaret görünür;(fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamaştırmak) onun hassasıdır  Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıydı(onun sözlerini kabul etmişler,ona uymuşlardı)  Vezir padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa’ya uyanlara penah oldu  Halk umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı  Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda ediyordu  Padişahla onun arasında haber gidip geliyordu  Padişah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu  *Nihayet muradının hasıl olması, hıristiyanların toprağını yele vermesi için  Padişah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar”diye mektup yazdı  Vezir de “padişahım; işte şimdicik İsa dinine fitneler salma işindeyim” diye cevap verdi  Hükümetleri zamanında, İsa kavminin on iki emri vardır  Her fırka bir emre tabiydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmuştu  Bu on iki emirler kavimleri, o kötü vezire bağlanmışlardı  Hepsi, onun sözüne itimad ediyordu, hepsi onun mesleğine uymuştu  O, öl, der demez her emir hemen o anda ölürdü  Vezir, her emrin adına birer tomar düzdü  Her tomarın yazısı, başka bir olaydı  Her birinin hükmü başka bir çeşittir  Bu baştan aşağıya kadar ona aykırıdır  Birinde riyazat ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Tanrı’ya dönüşün şartı yapmış  Birinde “Riyazat faydasızdır, bu yolda cömertlikten başka kurtuluş yoktur” demişti  Birinde demişti ki: “Senin açlık çekişin, mal verişin mabuduna şirk koşmadır  Gam ve rahat zamanında Tanrı’ya dayanmak ve tamamiyle teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır  ” Öbüründe demişti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkül düşüncesi suçtan ibarettir  ” Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için değil, aczimizi bildirmek içindir  Ta ki onlardan aciz olduğumuzu görelim de Tanrı kudretini bilelim, anlayalım” demişti  Öbüründe, “Kendi aczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüş, küfranı nimettir  Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır  Kudretini, nimeti bil ki, kudret odur” demişti  Birinde demişti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sığarsa put olur!” Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüş, meclise mum mesabesindedir  Eğer nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visal mumunu söndürmüş olursun” demişti  Birinde demişti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karşılığını göresin  Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur  Sabrının yüzünden Leyla’n Mecnun olur! Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!” Başka birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılaşmıştır, kolaylaştırmıştır  Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demişti  Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür  Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur,eğer Hak’kın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her yahudi ve mecusi, Tanrı’yı duyar, anlardı” demişti  Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola  Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez  Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez  O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir   | 
|   | 
|  | 
|  |