|  | Selahattin Yusuf ( 1974) |  | 
|  07-13-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Selahattin Yusuf ( 1974)Selahattin Yusuf 1974 yılında Trabzon'da doğdu  1991 yılında A  Ü  Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdi  SBF'de edebiyat ve felsefe ağırlıklı yayım yapan bir okul dergisi olan Mekteb-i Mülkiye'yi dört yıl boyunca arkadaşlarıyla birlikte çıkardı  İlk şiirleri ve denemeleri bu dergide yayımlandı  Okuldan 1997 yılında mezun olan Selahattin Yusuf, aynı yıl Dergâh Yayınları tarafından haftalık olarak yayımlanmaya başlanan Ülke dergisinde kısa bir süre kültür-sanat kritikleri yazdı  Yeni Şafak gazetesinde 1996'dan itibaren popüler kültür eleştirileri yazdı  Yeni Şafak'tan 2000 yılında ayrıldı ve Milli Gazete'de yazmaya başladı  Ancak Milli Gazete'deki serüveni kısa sürdü  Şu anda yalnızca edebiyatla uğraşıyor ve haftalık Gerçek Hayat dergisinde yazmaya devam ediyor  Yazarın daha önce yayımlanmış Sirenleri Taşa Tutun! (Kırkambar Yayınları 1999) ve Şimdiki Zamanın İzinde (Birey Yayınları 2000) adlı iki kitabı bulunmaktadır  İstanbul'da yaşıyor  HAKKINDA YAZILANLAR Selahattin Yusuf'la 'Başka Göklerin Altında' Gazete yazılarından tanıdığımız Selahattin Yusuf'la, üç yıllık birikimi sonucu ortaya çıkan yeni kitabı "Başka Göklerin Altında" üzerine konuştuk  Yusuf'la, beslendiği kaynaklardan, hikayelerinde neden dipnot kullandığına, Ankara'da hikaye yazmaktan, gelecekle ilgili planlarına kadar geniş bir yelpazede konuşmaya gayret ettik   KİTABIN KÜNYESİ Başka Göklerin Altında, Selahattin Yusuf, Şule Yayınları, 2002 İstanbul, 116 s   SATINALMA BİLGİLERİ Melih Bayram DEDE editor@dergibi  com • “Başka Göklerin Altında” bir hikaye kitabı; ancak içinde alışılmış hikaye anlatılarından farklı bir yoğunluk var  Hikaye türüne göre zor okunan, çetrefil bir diliniz var  Bunu, türler arasındaki ilişkiye bakışınızla birlikte ele alabilir miyiz? Şöyle bir şey var  Bazı arkadaşlardan duyuyorum arada bir  Ben şu türde asla yazmayacağım da mutlaka bu türde yazacağım diyorlar  Böyle kararlar, eğer belli bir tecrübenin sonucunda alınmıyorsa sağlıklı gelmiyor bana  Daha ortaya çıkmadan biçimi belirlenmiş, kadavrası biçilmiş bir duygusal – düşünsel dünya tasavvur edemiyorum  Türle yazar arasında bir “seçme-seçilme” meselesi varsa, yazar türü seçmez; bilâkis tür yazarı seçer, diye düşünmek lazım  Bu, hiç değilse edebiyatın türleri için böyledir  Sizin söylemek istediğiniz öyle şeyler vardır ki, o şeyleri ancak o form içinde ortaya koyabilirsiniz  Eğer o biçimde koymazsanız, boşluk kalır  Tam oturmaz   Önce türü seçip ondan sonra yazmaya başlarsanız, biçimle muhteva arasındaki hayatî bağ zedelenmiş olacaktır  Samimiyet daha baştan alabora oluyor demektir  Samimiyeti ben işin merkezine yerleştiriyorum  Gerçekten yazmanın kalkış noktası burası olduğu için de sevinelim  Çünkü böylece yazmak bir suçsuzluk isteğine, bir çocukluk lekesizliğinin sürüp giden talebine dönüşmüş olacaktır  Eğer o Fransızlar yazdıkları şeyi tür kaygısının üzerine çıkarmamış olsalardı yazdıklarından yeni bir tür doğabilir miydi? Aloysius Bertrand, Arthur Rimbaud ve İsidore Ducasse (Lautreamont)'dan bahsediyorum  Kendilerini samimiyetle yazmışlar bu adamlar ve yazdıkları sonradan “nesir-şiir” diye anılır olmuş  Sonradan kimse de elini altına sokamamış o metinlerin  Friedrich Nietzsche'nin bir şair mi, yoksa filozof mu olduğu konusunda şu ana kadar bir karara varılamadı  Peki bu onun yazdığı şeylerin kıymetine ne yapabilir? Hiç   Ancak bu söylediklerimin, şu anda zaten fazlasıyla var olan kemiksizliği, ciddiyetsizliği ve sululuğu destekleyen yönde en ufak bir tesiri olacaksa, dilimi eşşek arısı soksun  İnsanlar hemen ve şimdi “yazabileceklerini” düşünüyorlar  Yazıyorlar da  İçlerini döküyorlar maalesef  İşte “süne zararlısı” dediğimiz yazar ve şair tipi böyle vücut buluyor  Gerçek yazının, gerçek edebiyatın üstünü örtüyor bu  Çok önemli ve kilit bir kelime var: “Kolay”  Evet, zamanımızın ifsat edici bir ideolojisidir bu  Kolay para, kolay kadın, kolay yemek, kolay sinema, kolay şiir, kolay hikaye, kolay yazar, kolay şair, kolay ulaşım, kolay ısınma, kolay ilişki, kolay evlilik, kolay geçim, kolay makam, kolay bilgi, kolay spor, kolay dünya  İnsanların vücutlarına kolay spor yaptırabilmeleri için elektrikle çalışan aletler sektörünün kurulduğu bir zamandayız, dikkat! İnsanlar yirmi yıldır ayak vurup, büyük bir şairimizi-düşünürümüzü anlamadıklarını, bu şairin işi yokuşa sürdüğünü devamlı geveleyip duruyorlar  Düşünün  Onu anlamadıklarını söyleyen gençler, okurlar büyüdüler, “davayı” sattılar, yollarını buldular, göbeklendiler, birer yağ bidonuna döndüler ve hala, evet hala utanmadan “onu anlamıyoruz” diyorlar  Ama bu sefer seslerinin tonu biraz daha gevşek dikkat ederseniz  Biraz daha güvensiz ve suçlu bir tonda söylüyorlar bunu  Yani işin rengi epeyi değişmiş bulunuyor  O zaman kalın kafalarıyla anlamamışlardı ve bu sonra kalın yürekleriyle anlamamaya dönüştü, giderek kalın ahlaksızlıkları ve banka hesapları yüzünden anlamamaya dönüştü  Dikkat edelim  Burada hayatî bir nokta var  Anlamıyorum diyenler, aslında kendilerine itiraf edemeseler bile, anlamak istemiyorum diyorlar  Bu hep böyle olmuştur  Anlamıyorum diyenler, yaşamın ve dünyanın gizemini kafasındaki eciş bücüş ölçülere indirgeyebilmek için dünyayı ve yaşamı çarpıtmaktan çekinmeyen insanlardır  Bencillik, cahillik, ahlaksızlık, görgüsüzlük, peynir kokusu, çorap kokusu, bol ütüsüz pantolonluluk, yüzünü aynada görememezlik    • Hikayelerinizde, dipnotlar var  Yer yer harflerin boyu birden değişiyor, küçülüyor  Bunun asıl gayesi nedir acaba? Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Dipnotu küçük bir anlatım imkânı olarak düşündüm ve uyguladım  Biçimi boyutlandırsın, bu günün gerçekliğine yakın/benzer halde hikayenin izlediği yolu duraksatsın, değiştirsin ve onu çarpıtsın istedim  Biçim olarak ta bu günü eleştirsin istedim yazdıklarım  Özellikle “Başka Göklerin Altında” hikayesinde bunu gerçekleştirmeye çalıştım  Orada kahramanım hem çocukluğu, hem delikanlılığı, hem ihtiyarlığı ve en sonunda da deliliği tadıyor  Bunları aynı hikayenin içinde görmek istedim  Neden biliyor musunuz? Ben bu saydıklarımın hepsiyim çünkü  Siz de öylesiniz artık  Hepimiz öyleyiz  Zamanımızdaki yaşamı genel olarak böyle çerçevelemek istiyorum   O kıza aşığızdır  Evlenmek ve yuva kurmak istiyoruz  İşe ihtiyacımız vardır  Sigortalı olsun isteriz, emeklilik var  Şimdiden emekliliği mi düşünüyorsunuz? Dönersiniz o bitimsiz yeşil ülkeye, çocukluğunuza  Yoktur artık  Etrafınıza bakarsınız: Hiçbir şey yoktur  Hiçbir şey yoktur  Bir zindandasınız ve bulunduğunuz yere ancak bir ip gibi düşebilen ışıktır çocukluk  Ne kadar aydınlatabilir? Onunla yaşarsınız gerçi  Onu hatırlarsınız ve sizi bırakmaz  (Rilke ondan kısacık bir an bile hatırlayabilirsen, artık kimse seni zindana koyamaz, der) İşte bunun sürekli sarhoşluğudur ki; aklınızın eklem yerleri yavaş yavaş gevşemeye başlar  Allah, yükün fazlasını üzerinizden alıyordur yavaş yavaş   Küçük harfleri, bilinç kaymalarını kaydetmek için kullandım  Bu yolla, eğer başarabildiysem, konvansiyonel yazı dilini bozabilmenin bir imkânını elde etmiş oldum  Alışılmışı, yerleşmişi, kabuk bağlamış ve sertleşmiş olanı (içi ölmüş olanı) aşmanın bir yolu olarak gördüm bunu  Dili kozmetik düzgünlüğü ve yalınkatlığından kurtarmak istedim  Bilinç kendi yolunda giderken bilinçaltı da kanasın, bilinç derisinin üstüne sızıversin aniden, istedim   • Sanırım dergilerde öykü yayınlamadınız ve ilk defa bu kitapla birlikte öykülerinizi görüyoruz   Evet  Doğru  Gerçek Hayat'ta bir hafta “Takip Ediliyorum?”un bir kısmı çıkmıştı, o kadar  Ben hikayelerimi üç yıldan beri saklıyordum, evet  Bilmiyorum  Biraz kıskançlık galiba  Biraz da ayarıma göre bir derginin olmaması, sebep  Öyle sürekli bir münasebet içinde olabileceğim bir ortam yok  Dergi biraz ortam meselesi  Bu yok benim için  Bazen kişisel (kişisel olmayan ne var hayatta?) sebepler öne çıkıyor açıkçası  Lafım ağzımda kalsın daha iyi, diye düşünüyorsunuz   • “Birikimlerini” çoğu zaman dışarıdan temin eden biri olarak görüyoruz sizi? Yanılıyor muyum? Size tesir eden sanatçıları, ortamları veya sanatları biraz söyler misiniz? Beni davranış bozukluğuna kadar götüren birkaç sanatçı var  İşte, on beş yılda sekiz-on sanatçı  Yazar, şair, müzisyen, filozof ve sinemacı  Bunlar çok iyi sanatçı değildirler benim için; genellikle sanatın dışında, üstünde değerlendiririm ben onları  (Çok mu parlak konuştum?) Bir müşkülüm var yalnız; yeniden okuma yapamıyorum  Asla başaramıyorum bunu  Yalnızca bir kere başardım  O da aynı kitabı İngilizcesinden okuduğum için  Fakat, söz konusu eserlere, dışarıdan bakarım  Hepsi kafamın içindedir zaten  Episodlar halinde hatırlarım  Birer görüntü olarak hatırlarım  Birer enstantene olarak hatırlarım  Tüylerimi kaldırırlar   Ara sıra kitaplığımın önüne kadar gider çıkartırım onları aradan ve ellerim  Sayfalarını rast gele karıştırırım  Müzik diline çeviririm içimden onları  Müzik kulağınız yoksa, uyuma müziksel bir mihenkle yaklaşamıyorsanız eğer, sanatınız çok şeyleri kaydedemiyor demektir  Resmin teorisiyle ve tarihiyle ilgiliyim daha çok  Fakat nedendir bilmiyorum, film dışında görsel sanatlara karşı yenemediğim bir mesafe var bende  “Güzel sanat” olmalarından mıdır nedir, bilmiyorum  Hele heykel  Öteden beri bir skandal benim için  Beni ürkütüyor  Giacometti'nin ne kadar olağanüstü bir sanatçı olduğu meselesinden önce bir şey var benim için: Ben ürküyorum ona bakarken  Tabiatımın kabul etmediği bir şey var heykelde  Eski Yunan'da kalın işlerden sayılıyormuş heykel  Heykeltraşlar sanatçı sayılmıyormuş  Loncaları zenaatçı loncasıymış   Türkiye'deki örneklerine baktığımda ise iyice canım yanıyor  Tamamıyla yutturulmuş bir şeydir bu memlekette heykel  Şapka gibi yani  Hiç bizim değil  Külliyen yalan  Tamamıyla öykünme, ikiyüzlülük, beceriksizlik, utanmazlık, şebeklik  Aynı şekilde tiyatro da öyle  İsim yapmış büyük tiyatrocularımızı görüyoruz  Fareyi gören o kibar garson kedi gibi servis tablasını birden fırlatıp dizi filmlerin içine nasıl da saldırdılar, gördük  Ama bir şey olsaydı bari  Sonuç ortada  Kof bir mübâlâğa, hamasî bir performans, insana hüzün verecek denli beceriksizlik, insanı duymamışlık, anlamamışlık, yalancılık, dolandırıcılık   • Peki ilerisi için neler planlıyorsunuz  Sizden neler bekleyebiliriz? “Başka Göklerin Altında”daki hikayeler yaklaşık bir yıl önce bitmişti  O zamanlardan beri şiir çalışıyorum  1991'den beri üzerinde durduğum bir şey şiir  Ancak verimli bir ilişki kuramadım bir türlü onunla  Kötü şiirler yazmak istemediğim için inat etmedim  Bir anneysem eğer, ileride görmek istemeyeceğim çocuklarım olmasın istedim  Uzatmadım fazla  Ama şimdi, bir yıldan beri onunla gerçekten buluştuğumu, onun bana kendini artık açtığını hissediyorum ve çalışıyorum  Onun benim için kaçınılmaz (hatta acil) bir ifade biçimi olduğunu hissediyorum  Bundan başka, hikaye değil belki ama roman da yazmak istiyorum  Ancak romanın karşılayabileceği bir dünya da uyanıyor bende  Ancak, ona söyleteceğim şeylerin daha da gelişmesini ve acilleşmesini bekliyorum  Belki de tamamen yanılıyorum  Nasip  Göreceğiz   • Ankara için pek de iyi şeyler söylenmez  Bu şehirde aşık olmak, şair olmak zordur ya da imkânsızdır denilir  Ankara'da hikaye yazmak nasıl bir şey? Ankara'da 1991'den 2001'e kadar kaldım  Üniversite için gelmiştim  Hiç unutmuyorum ilk günü  Körüklü otobüsler ödümü koparmıştı  Büyük binalar ödümü koparmıştı  İnsanlar ödümü koparmıştı  O ak sakallı ateist hocamız ödümü koparmıştı  Su kokuyordu  Ekmek ürkütücü derecede beyazdı  Hava kuru ve tavizsizdi  Yeşillik çok dakik ve disiplinliydi  Bir gün bir arkadaşıma refüjlerin benim güzellik duygumu incittiğini bana şiddeti hissettirdiğini söylediğimde bunu anlamadı ve karşı çıktı  Çünkü o Ankara'da doğup büyümüştü  Benimse çocukluğum, geceleri balta girmemiş ormanlarından vahşi hayvanların çığlıkları, haykırışları duyulan bir yerde geçti  Yağmurlarda insanın hiç ıslanmadığı ormanlarda yitmişliğim var benim  Düşünebiliyor musunuz aslında neyi kaybettiğimi? Geçen bir yerde Saygıdeğer bir büyüğümüz bir şey söyledi  Karadenizliler için hayat çocukluktan ibarettir, dedi  Çocukluklarını yaşarlar ve oradan ayrılırlar artık  Hayatları, geçim derdi ya da başka sebeplerden dolayı bitmiştir  İnanır mısınız, bir tuhaf oldum  Hem büyük şairin bu empati gücü, bu görme yeteneği beni şaşırttı, hem de içimin derinliklerindeki o gizli tele ilk defa benden başka birisi, yabancı biri dokunmuş oldu  Evet, benim için dünya, Doğu Karadeniz'e dökülen o ırmağı içeriye doğru 20 km  gittikten sonra bambaşka bir şeye dönüşür  Yukarıda etkinin sözünü ettiniz  Ben hep düşündüm  Niçin gotik ortaçağ şatoları, ilk romantizmin tabiat ve yücelik imajları beni bu kadar etkiledi diye  Bunun cevabını çocukluğumda buldum ben  Bunlar benim çocukluğumun mekanlarıydı   Şair olmaya, aşık olmaya gelince  Bana kalırsa insan bir kaya parçasının üzerinde yaşayıp ölse ve oranın şiirini yazsa da fark etmez  İş duyuştadır  Bir yeri bırakmak ve başka bir yere gitmek önemlidir asıl  Bu insana daha fazla işleyen bir şeydir  Ben doğduğum yeri terk etmemi, ikinci utero sendromu gibi algılarım  Doğmuş olmanın acısını çocukluğumuzdan çıkarken ilk kez tadıyorsak, çocukluğumuzun mekanını terk ederek bunu ikinci kez tadıyoruz  Bu en azından benim için açıklıkla böyle  Orayı bir kere terk ettiğinizde ise, artık her yer hemen hemen aynı   Kızılderililer'in, rezervasyonlarda niçin kısa sürede alkolik olup çıktıklarını merak etmiştim  Sadece onların dirençlerini kırmak isteyen gaddar beyazların özendirmeleri yüzünden mi? Hayır  O dağları terk ettikleri için  Doğdukları için  Geçen Avustralya'dan gelmiş birisiyle konuşuyordum  Aborijinleri sorunca söyledi  Hiç şaşırmadım  Çünkü bekliyordum o cevabı  “Hepsi de alkolik  ” 22 Mart 2002 | 
|   | 
|  | 
|  |