Prof. Dr. Sinsi
|
İslamiyetten Önce Türk Devletlerinde Toplum Yapısı
Türk toplumunun çekirdeği aile (oğuş) idi Aileler birleşerek soyları, soylar birleşerek boyları, boylar birleşerek budunu (millet) meydana getiriyordu Bir siyasi birliğe bağlı boya ok deniyordu Boylar siyasi bakımdan bağımsız veya siyasi birliğe bağlı olabiliyordu
Türk Ailesi (Oğuş)
Türk devletinde aile, ilk sosyal birlik ve sosyal bünyenin ilk çekirdeği idi Türk ailesi, kan akrabalığı esasına dayanıyordu Baba ailesi düzeni hakimdi Baba ailesinin temeli, dışarıdan evlenmeye (ekzogami) dayanmaktadır
Evlenen erkek veya kız, baba ocağından ayrılır ve ayrı bir ev (aile) meydana getirirdi Baba hukukunun geçerli olduğu Türk ailesinde, baba evi en küçük oğula kalırdı Geniş aile şeklinde görülen Türk ailesi, aslında küçük aile kuruluşuna sahipti Aslında atlı bozkır kültüründe konargöçer hayat yaşayan Türklerin sosyal yapısı, büyük aileye uygun değildi Türkler, belirli toprak üzerinde, kümeler halinde bir arada oturamazlardı Küçük aile düzeninde daha hür fertler yetiştirmek imkanı mevcuttu
Türk kadım, erkeği gibi hürdü Ata binip ok atar, top oynar, güreş yapar, savaşlara katılırdı Namus ve iffetine düşkün olup, aynı zamanda itibar sahibi idi Türk kadınının savaşlarda düşman eline geçmesi zillet sayılırdı Türklerde aile ile ilgili, baba (kang), ana (ög), oğul, kız, kadın, zevce, evlenme, evlendirme, evlilik, aracı, görücü, kalın (başlık), çeyiz, söz kesme, nişan, gelin, gelin alma, nikah, düğün, gerdek, sağdıç, yenge gibi isimlerin çok olması aileye verilen önemi göstermektedir
Türk ailesindeki aile içi sosyal ve hukuki ilişkiler; Türk toplumuna, kuruluşlarına ve kişilerine aynen yansımıştır Türk ailesinde görülen anababa ve evlat ilişkilerinden ortaya çıkan temel prensipler; Türk milletindeki özel mülkiyet, ferdi hukuk, hürriyet ve istiklal aşkı; insanları himaye, adalet ve dini serbestlik anlayışını geliştirmiştir Bunları gerçekleştirmek ve korumakla görevli Türk devleti, baba kabul edilmiştir Zaten Türk devleti de aile ve ordu olmak üzere, iki sosyal birlik esasına dayanarak kuvvet buluyordu
Millet (Budun)
Soy ve dil birliğine sahip boyların, karşılıklı sıkı işbirliği sonucunda meydana gelen topluluklara budun deniyordu Budun’un başında arazisinin genişliğine ve halkının nüfusuna göre yabgu, şad, ilteber, tigin gibi unvanlara sahip idareciler bulunuyordu Budun bağımsız ya datl’e (El) bağlı olurdu Boyun sosyal bünyesi sağlamlaştığı, askeri gücü arttığı ve arazisi genişlediği zaman; birliğin sosyal ve ekonomik istikrarını korumak için, boy beyinin ailesi sülale özelliğini kazanıyordu Budunlarda, beylik yetkisi budunun başkanı lehine kısıtlanmış bir durumda idi
Devlet (İl/El)
Boylar ve budunlar arasındaki sıkı işbirliği neticesinde, boy beylerinin ve budun başkanlarının etki ve sorumlulukları bütün ülkeyi ve topluluğu kapsamak üzere hükümdara geçmektedir Teşkilatlanmanın en üst kademesine ti (Devlet) deniyordu İl; hukuki, askeri ve idari yapıda büyük ölçüde değişiklikler meydana getiriyordu Ülke çapında vergi ve asker toplama, ordu düzenleme, sevk ve idare etme; yargı, yetki ve sorumlulukları hükümdara geçmekte idi
ll’in idari, mali ve kültürel işlerini düzenleme yetkisi, hükümdar aracılığı ile meclislere devrediliyordu Böylece hükümdarlık belirli bir soya geçmekte ve devletten birinci derecede sorumlu olan hanedanlar ortaya çıkmaktadır (Hunlarda Tanhular, Göktürkler, Hazarlar ve Macarlarda Aşına oğullan; Uygurlarda Yağlakar, KaraHanlı, Selçuklu ve Osmanlı aileleri)
İl, müstakil bir hükümdar tarafından idare edilen, siyasi birlik anlamına gelmektedir Merkezi idareyi mümkün kılan teşkilatı ve onlu sisteme dayalı ordusu sayesinde, Türk “il” i bir devlet başkanının sorumluluğu altında, budunlann ve boyların işbirliğinden meydana geliyordu İl, belirli arazisi (ulus), birleşmiş halkı, ortak idari ve hukuki nizamı (töre) ile yurdu ve milleti koruyan; milleti refah,
huzur ve barış içinde yaşatan siyasi bir kuruluş idi Siyasi istiklal (oksızlık), ülke (ulus), halk (kün) ve kanun (töre) da Türk devletini meydana getiren şartlardı
Yaşayış
Orta Asya’daki yüksek sıradağlar, geniş yaylalar, otlaklar ve iklim şartlan; Türklerin konargöçer hayatı tercih etmelerine sebep olmuştu Hayvancılık, hem Türklerin yaşayışına uygun; hem de ziraatçiliğe göre daha avantajlı durumda idi
Türkler, at ve koyun sürülerine sahip bulunuyorlardı At ve koyun sürülerinin yanında sığır ve deve de besliyorlardı AfanesyevoAndronovo kültür merkezlerinde yapılan kazılarda çıkarılan at ve koyun kemiklerinin bir arada olması, Türklerin çobanlık ve hayvan besiciliği ile uğraştıklarını açıklamaktadır Türkler, atı ehlileştirmişler ve insanlık hizmetine sokmuşlardır Sürüler halinde yetiştirdikleri atlara biner, etini yer, kurban olarak keser ve yabancı ülkelere ihraç ederlerdi At üzerinde sürülerini güder, avlanır, yarışlar düzenler ve savaşlara giderlerdi Bir Türk’ün hayatı at üzerinde geçerdi
Türk töresine göre, herkesin görevi, konak yerleri (yaylak ve kışlakları), kimin nerelere çadır kuracağı, nerelerde ve hangi yönlerde hayvanlarım otlatacağı, düşman saldırısında nerede toplamlacağı, kimin nerede savaşacağı tespit edilmişti Atlı göçebelik, Türk insanına görülmemiş derecede bir vücut kuvveti, canlılık, sağlamlık ve savaş kabiliyeti veriyordu Daima atın üstünde ve hareket halinde olan Türk’ün vücudu gelişiyor, enerjisi artıyordu
Türk boylarında otlak ve yaylaklar, ortak mülkiyet olarak kullanılıyordu Bu arazi devlet malı olduğundan, buralardan faydalanan at, koyun ve sığır sürülerine karşılık, boydan belirli ölçüde vergi tahsil ediliyordu Bu vergiler ilin askeri ve mali ihtiyaçlarını karşılamak üzere harcanıyordu Türklerin başlıca gıda maddesi et olup, en çok at ve koyun eti yiyorlardı Eti kızartılmış ve haşlanmış olarak yiyen Türkler, onu uzun süre muhafaza etmek için konserve yapmayı biliyorlardı At üstündeki Türk’ün yiyeceği kurutulmuş etti Keçeden yapılmış, üstü yuvarlak, çadırlarda barınıyorlardı
Kısrak sütünün mayalandırılması ile imal edilen kımız ise, Türklerin vazgeçemedikleri içecekleri idi Buğday ve darıdan yapılan içkiye Göktürkler begni diyorlardı Sütlü dan, peynir, yoğurt, yahni ve tutmaç başlıca Türk yemekleri idi Çinlilerin lo dedikleri, yoğurdun kiraz veya kayısı ile tatlılaştınlması şeklinde hazırlanan içki de Hun Türkleri arasında yaygın olarak içiliyordu Uygurlar, Türkistan’da üzüm yetiştirmişler, pekmez ve şarap (bor) yapmışlardır
Türkler yazın yaylaklarda, kışın ise kışlaklarda kalıyorlardı Yaylaklarda, bannak olarak Türk cadın kullanılıyordu Kışlaklarda barınmak için ise, kerpiçten evler inşa ediyorlardı Bir çeşit çamur topraktan yapılan evlerden meydana gelen şehirlere balıg/balık adını veriyorlardı Türklerde yerleşik hayatın kışlaklar ile başladığı görülmektedir Yerleşik hayat, önce Uygurlarda başlamış daha sonra da Kartuklarda görülmüştür Batı Türkleri şehire önce balık, daha sonra da Soğdçadan alınma kent adını vermişlerdir
Uygur Kağanı MoyunÇur (747-759) zamanında Karabalgasun yanında kurulan OrduBalık şehrinin kalıntılan bugün bile mevcuttur MoyunÇur, kurduğu şehirde oturarak, buradan devletini yöneten ilk Türk hükümdandır Bundan sonra şurası ile Beş Balık, Yengi Balık, Can Balık, Sülmi ve Koçu adlı Uygur şehirleri kurulmuştur
Avcılık
Türklerin hayvan yetiştirme yanında, önemli meşguliyetlerinden biri de avlanmaktı Kışlık et ihtiyacını daha ziyade av hayvanlarının etlerinden karşılıyorlardı Türk ilinde av hayvanları, çeşit ve sayı bakımından bol miktarda bulunuyordu Avladıklan hayvanlann etlerinden yiyecek; deri ve kürklerinden de giyecek ihtiyacını karşılıyorlardı
özellikle binlerce vahşi ve zararlı hayvanın telef edilmesi ile sonuçlanan sürek avlan, Türkler için gerçek bir savaş manevrası yerine geçiyordu Çin kaynaklarının belirttiğine göre, M Ö 62 yılında Huri hükümdarının idaresinde yapılan bir sürek avına 100 000 süvarinin katıldığı anlaşılmaktadır Ehlileştirilmiş kartallar ile geyik avlayan Türkler, tilki ve kuş avcılığında (doğancılık) da pek mahir idiler
Hükümdarlar ile Halk Arasındaki Münasebetler
Türklerin aileden buduna kadar sıralanan, sosyal topluluklar halinde yaşadıkları daha önce belirtilmişti Türkler, başlarında bulunan hükümdar ve beylere disiplin ve saygı ile bağlı idiler Bu bağlılık, hükümdarlık anlayışı ve töreden kaynaklanıyordu Töreye göre hükümdarın da halka karşı görev ve sorumlulukları bulunuyordu
“Türk hükümdarı devleti kurmak, düzene koymak ve varlığını korumak; hudutları genişleterek yeni ülkelere Türkleri yerleştirmek; töreyi yürütmek ve gerektiğinde töreye yeni hükümler koymakla görevli idi ” Hükümdarın en başta gelen görevlerinden biri de, Tanrı’nın buyruğu ve yardımı ile halkının geçimini ve refahım sağlamaktı Hükümdarın bu görevine karşılık, Türk milleti de kendisine itaat etmekle Tann’nın buyruğuna uymuş oluyordu
Bilge Kağan’in: “Tanrı, varlık verdiği için, ölmek üzere olan milleti, dirilterek eğittim Çıplak milleti; fakir milleti, zengin kıldım Azıcık milleti, çok kıldım …” sözleri hükümdarın görevlerinin neler olduğuna dair en güzel örneklerdir KutadguBilig’de halkın hükümdardan istedikleri iktisadi istikrar, adil kanun ve asayiş olarak sıralanmaktadır Hükümdann görevleri de: “Ey hükümdar sen önce bunları yerine getir Sonra kendi hakkını isteyebilirsin … Bey, iyi kanun yap … Kanuna kendin riayet et ki, halk da sana itaat etsin … Bey, kudretli ol, halkı kudretli kıl, bunun için onun karnını doyurmak lazımdır …” sözleri ile açıkça belirtilmektedir
Görevlerini yerine getiremeyen hükümdarlar, Kutunun Tann tarafından geri alındığı düşüncesi ile terk edilirdi Türk hükümdarlan, icraatından önce Devlet Meclisi ile görüşmek ve meclisin kabulü ile karar almak mecburiyetinde idiler Kanun yapan, fakat kendini kanuna bağlı saymayan mutlak hükümdarlar değillerdi Türklerde iktidarın kaynağı Tann’ya bağlanmış ve bu surede hükümdar Tann huzurunda sorumlu tutulmuştu Hükümdann icraatı, meclis tarafından millet acuna kontrol ediliyordu
Hükümdar ve beyler, belirli zamanlarda toy (şölen) düzenliyorlardı Toylarda çeşitli boylara mensup kişilerin yerlerinin (Orun); yiyecekleri yemeklerin belirli olması, her kişinin mesela koyunun belirli yerlerini yemeğe mecbur olması (Ülüş payı)adet haline gelmişti Harp ganimetleri bölüşülürken de, her boyun orun ve ülüşü esas alınarak pay verilirdi
Dilek ve hacet, ad verme, akın dönüşleri, av eğlenceleri, tutsaklıktan kurtuluş, düğün ve evlenme, karşılama ve uğurlama, bağlılık, and verme ve öc alma, beşik kertme ve nişan ile ilgili toylar, Türkler arasında karşılıklı yardımlaşmayı sağlıyordu Şölenlerde, toplum içindeki açlar doyuruluyor, çıplaklar giydiriliyordu Borçlulann borcu ödeniyordu Bu suretle toplum içinde aç, açık ve borçlu kimse bırakılmıyor, sosyal adalet sağlanıyordu Şölenlerde hükümdar, vezir, bey ve komutanlar ile halk yanyana oturuyor ve aynı sofrada yemek yiyorlardı
Zaferlerin kazanılması, dostlukların pekiştirilmesi, dilek ve temennilerin kabul edilmesi için topluca dua ediliyordu Sofranın yağması ile, çeşitli sebeplerle belli ellerde toplanan mal ve para, halka intikal ettiriliyordu Şölenden sonra han sofrasının yağma edilmesi (hanı yağma), Türk hükümdarlarının millet yolunda mal ve canlarını feda edebileceklerini ifade ediyordu
Şölen, Türk misafirseverliğinin temelini teşkil etmiştir Karşılıklı yardımlaşmayı teşvik etmiştir Yol, su, köprü, han, hamam vb hayır eserlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır Türklerde böyle hayır işlerine muyanlık deniyordu(Muyan, sevap demektir) Türklerde bulunan sosyal yardımlaşma, Islamiyetten sonra, gelişerek devam etmiştir Türk’ün muyanlık anlayışı ile tslamiyetin vakıf anlayışı birleşerek bugün bile ayakta kalan hayır kurumlarının meydana gelmesini sağlamıştır (Şifahane, imarethane, kervansaray, köprü, misafirhane vb)
Giyim-Kıyafet
Türklerin giyim eşyasının malzemesi, çoğunluğu yün olmak üzere, deri ve kürktü Ayrıca keten elbiseler de giyiliyordu Kış aylarında av hayvanlarının kürkleri ile koyun, keçi ve sığır derisinden elbiseler giyerlerdi
Türkler, atlı göçebe yaşayışlarına uygun pantolon ve çizme; deri kemerler, palto ve kürkler, kulağı ve enseyi koruyan börkler giyiyorlardı Pantolon ve çizme ata binmeyi kolaylaştırıyordu Deri kemerler, yiyecek ve silah taşımaya imkan veriyordu Palto ve kürkler ile açık havada dolaşıyorlardı Börk ise başı soğuk ve sıcaktan koruyordu
Giyilen pantolonun paçaları çizmenin içine sokulurdu Gövdeye gömlek ve bunun üzerine de etekleri dizlere kadar inen kaftan giyilirdi Bellerine de, üzeri oyma ve kabartmalarla süslü kemerler takarlardı Kemeri tutturmak için işlemeli ve süslü toka kullanıyorlardı (Kemer ve kemer tokasınm mucidi Türklerdir) Başlarına ise ucu sivri ve içi kürklü börk giyiyorlardı Saygı işareti olarak attan iner, börk ve başlıklarını çıkarırlardı Başka milletler kopça kullandıklan halde, Türkler düğme kullanırlardı Ceketleri Çinliler ve Moğoüarın aksine sola açarlardı
Yün kumaş ve bezden iç çamaşırı giyiyorlardı NoinUla kurganından, M Ö I yüzyıldan kalma bir Hun hükümdarına ait 20 çeşit ipekli kumaş kalıntısı, üzerine Hun portresi işlenmiş bir yün kumaş ve aplike süslü keçeler çıkarılmıştır Romalılar keten gömlek ve iç çamaşırının giyildiğini Hunlardan görmüşlerdir Bizans’a gelin giden Hazar prensesi Çiçek’in giydiği İmparatoriçelik elbisesi, Çiçekion modası adını almıştı
Genellikle sakallarını kestiren Türk erkekleri, uzun saçlarından ve bıyıklarından tanınırlardı Türkler ak (beyaz) renkli kumaşı uğurlu sayarlar ve kara renkli kumaştan elbiselerini yas tutarken giyerlerdi Bu gelenek Osmanldarda aynen devam etmiştir ve bizde de halen devam etmektedir
Kölelik
Türklerde insanlığın yüz karası olan kölelik görülmemiştir Asalak ve köylü kültürlerinde çekme ve taşıma gücü, kişilerin çalıştırılması suretiyle kol kuvvetinden sağlanıyordu Çobanlık ve hayvan besiciliğine dayanan atlı göçebe kültüründe ise, insan gücüne ihtiyaç yoktu Çekme ve taşıma işinde başta adale gücüne sahip olan at olmak üzere, hayvan gücünden yararlanılıyordu
Aslında köleliğin başlıca sebebi olan imtiyazlı sınıfların ortaya çıkışım sağlayan; geniş araziye sahip, askerliği meslek edinmiş ve ruhani zümreye mensup asilzade sınıfı Türk toplumunda hiçbir zaman olmamıştır Türkler, sınıfsız bir toplum yapısına sahip bulunuyorlardı Servet ve mevki farkı toplumda farklılık meydana getirmiyordu Soydan gelen asillikten bahsedilmiyor ve hoş görülmüyordu
Türklerde fertler arasında tam bir eşitlik ve hürriyet mevcut olup, birinin diğerine uşaklık ettiği görülmemiştir Türk devletinde her fert kabiliyet ve çalışkanlığına göre, her makama yükselebiliyordu Tek şart devletin ve milletin hizmetinde olmaktı
Türkler hakimiyetleri altına aldıkları diğer topluluklara da eşitlik ve hürriyet hakkını tanımışlardır Bu anlayış bazı ufak değişikliklerle Türklslam devletlerinde de devam edegelmiştir Afrika zencileri, bir başka kıtada zincire vurulup köle olarak boğaz tokluğuna çalıştırılırken, bu zencilerden bir kısmı da Osmanlılar tarafından istanbul’a getirilmiştir Osmanlı Devleti’nde kadın zenci, paşa çocuğuna ikinci bir ana olup dadılık etmiştir Erkek zenci ise, Osmanlı sarayında kızlar ağası görevini üstlenmiştir
|