Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıda Mahalleler
Osmanlıda Mahalleler
Sıcacık dostluklarının yaşandığı eski mahallelerimize birlikte uzanalım istiyoruz Mahalle, İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren şehir tanımında önemli bir yer alır Müslüman şehirlerinde sosyal bütünlüğü olan mahalleler bir takım mühim vazifeleri üstlenmiş olarak karşımıza çıkar
Mahalleler arasında yaşanan komşuluk ilişkileri ise apayrı bir yere sahip Tarihten günümüze toplumumuzun komşuluğa verdiği önemi en açık biçimde atasözlerimizde görmemiz mümkün: Komşuluk hakkı Tanrı hakkıdır, Komşu iti komşuya üremez, Hayır dile komşuna hayır gelsin başına, Komşunu iki inekli iste ki kendin bir inekli olasın, komşu kızı almak kalaylı kaptan su içmek gibidir, komşunun elmeği komşuya borçtur, hemen bir solukta, sayabileceğimiz komşulukla ilgili atasözleridir
11 yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lügat-it Türk adlı eserinde de komşuluk kendisine yer buluyor: Böri koşnısın yemez, yani”Kurt komşusunu yemez” 13 yüzyılda ise Hoca Mes'ud şöyle söylüyor:
Ne bilsün yavuz (kötü) konşı yavuz olur
Yavuzlara şeytan kılavuz olur
Osmanlıda, Mahalle içindeki düzen, devlet iradesi ve örfe dayalı işleyişi ile dini değerlerin kontrolü altında sağlanır Ortaçağ kentlerinde görülen mahallelerin birbirinden duvarlarla ayrılması, geceleri kapılarının kapanması gibi hadiseler bizde görülmez Her mahalle, insanların kendi yöresinden, inancından, ailesinden ve etnik grubundan olanlarla şehir içinde belirgin bir kimlik geliştirir
Mahalleler genelde bir mescid çevresinde oluşur Mahalle sakinleri yaptıklarıyla komşularına ve diğer sakinlere zarar, ziyan vermemeye büyük özen gösterirler Burada oturan herkes aile mahremiyetine hürmet eder Evler birbirinden yüksek olarak, diğerlerinin iç hayatını seyredebilecek tarzda inşa edilmez Ev kapıları birbirinin karşısına gelmediği gibi pencereler de komşunun ev hayatını rahatsız etmeyecek biçimde açılır
Öncelik hakkı her zaman eskiye verildiğinden ilk yapı yapanın haklarına sonraki gelenler riayet ederler Kamu için zararlı olmadıkça yeni bir ev, kendisinden önce var olanın yol hakkını, manzarasını, güneşini, mahremiyetini bozmadan bina edilir Her evin önü, diğer mahalle sakinleri şikayetçi olmadıkça, o ev tarafından kullanılır
Çıkmaz sokaklar o sokakta oturanların yarı özel malı kabul edilir Bu çıkmaz sokak bir evin kullandığı özel yol olduğu gibi, bir kaç evin kullandığı ortak yol da olabilir Hatta bir sokağın ortasına bir ev yapıp sokağı kapatmak, sokağın üzerine çıkmak, evin önüne sundurma yapmak gibi müdahaleler, mahalle sakinlerinden onay alırsa hoş görülür Böylece oturduğu mahalle o insanın huzur bulduğu mekan haline gelir
İnsanın evi, evin konumu, komşuları, sokağı, mahallesi her şey karşılıklı gösterilen anlayış sayesinde bir dünya cennetine dönüşür Yaşadığı mekandan gelen huzur kişiyi etkilerken, insana geçen bu huzur duygusu onun günlük yaşantısını, başkalarıyla olan ilişkilerini düzenler Toplum, hayatından memnun koskocaman bir yüz olup bize gülümsemeye başlar Zaten o dönemlerde “stres” denen şey de daha ne duyulmuş ne de görülmüştür
Fetihten sonraki İstanbulda, fetihte önemli rolü olan ya da devlet kademesinde özel vazifelere getirilen komutanlar, devlet erkânı ve ulemâlar pek çok mescid inşa ederler Bu mescitler etrafında iskân olunan mahalleler de mescitlerin adlarıyla anılır Az sayıda da olsa şahıs adlarıyla ya da bulunduğu yerdeki sarnıç, manastır, çarşı gibi önemli bir yapının adıyla anılan mahalleler de var
İstanbulu sık sık sarsan doğal afetler ve yangınlara, şehrin gelişmesine bağlı olarak yaşadığı değişikliklere rağmen, bu ilk mahalle adları bütün Osmanlı tarihi boyunca hiç değişime uğramadan sürekliliğini korur Bu göz kamaştıran tutarlılık İstanbuldaki özgün mahalle olgusunun kenti tanımlamasında da kendini gösterir Aynı mescidi kullanan mahalle sakinleri birbirlerini yakından tanırlar Aynı sıbyan mektebinde okumuş bu insanlar Cuma namazında, ikindi namazında, bayram namazında buluşarak büyük bir mutluluğu paylaşırlar
Eski dostların kaybedilmediği bu samîmî ve sâde yaşantı içinde mahalle imamına yüklenen husûsi görevlerle mahalledeki huzur ve denge sağlanır İmam din adamlığının dışında mahallenin mülkî, adlî, beledi işlerinin başı olarak görev yapar: Mahalle sakinlerinin sicillerini tutar; doğum, ölüm, evlenme, boşanma gibi olaylarda kendisinden beklenenleri yapar, mahallenin huzurunu bozanlarla mücadele eder
Mahalle düzeninin korunması için çalışan imam, ahlâki denetimi yerine getirme işini de üstlenir Mahallelinin aralarındaki sorunları çözmede, arası bozulanları barıştırmada etkili rol oynar Manevi yönden halka örnek olarak her yaşta insana rehberlik eden imam, mahalledeki eğitim ve öğretim işlerinden de sorumlu olur
Mahalleye ait sokaklarda ticaret yapılmaz, dükkan açılmaz Ailenin mahremiyetini korumak maksadıyla işyeri evin alt katında ya da arkasında olmaz Nasıl bir ev kapısından girilince kendi içine kapanırsa mahalle de sadece sakinleri tarafından kullanılır
Mimarî karakterine bakıldığı zaman fakir evler arasında yükselen zengin konakları görülür Konakların sahibi olan büyük memurlar veya zengin tüccarlar mahallelinin hamisi olur, bayramlarda kapılarını herkese açar, zekatını cömertçe verir Bir mahallenin fukarası bir diğer mahalleye muhtaç olmaz Toplumdaki dayanışma herkesin yüzünü güldürür
Her mahallenin bir camisi, çeşmesi, sıbyan mektebi, bakkalı, fırını, belki bir kahvesi ve başka mahallelerle ortak kullandığı hamamı bulunur Hemen her mahallenin yakınında büyük ya da orta büyüklükte bir külliye vardır Evler çoğunlukla yol cephelerine inşa edilir ama arka tarafı küçük bir bahçe mutlaka süsler Bazen de yol üzerinde bahçe duvarı yükselir Evlere bahçeden girilir, harem ve mutfak da bu bahçeye açılır, selamlık için doğrudan sokaktan girilen bir başka giriş yapıldığı da olur 15-16 yüzyıllarda İstanbul evlerinde ahşap kullanımı yaygın değil Evlerin çoğu tek katlı ve kerpiçten yapılır Hatta Fatihin vakfiyesinde kendisine ait mülklerin içinde iki katı geçen yapı yoktur İlerleyen asırlarda ev yüksekliği genel olarak iki kat olarak benimsenir Günümüze yaklaşılınca da üç katlı büyük kent konutları yaygınlaşır
Bugüne geldiğimizde ise mahalle, komşuluk, güven, huzur, dayanışma, karşılıklı anlayış, komşunu kendine tercih etme gibi erdemleri içeren hususlara ne siz dokunun , ne de biz bin âh işitelim Burun buruna dikilmiş kasvetli binalarımızda komşularımızı tanımadan, kilit üstüne kilit vurup oturan mutsuz insanlar topluluğunun bir ferdi olarak, bunu ne siz sorun ne de biz söyleyelim diye düşünüyoruz Eskilerin mahallede sağladığı huzuru sadece apartmanlarımızda bile yaşatamayan yeniler olarak utanmalı mı yoksa bir çare bulup bu yarayı kapatmalı mı, diye sormaya da hacet yok Çağdaş insan, çağdaş çözümlere muhtaç olduğunu bazen de çağın gerisine bakınca anlıyor işte
|