|  | Türk Sinemasında Geçiş Dönemi |  | 
|  01-31-2010 | #1 | 
| 
Şengül Şirin   |   Türk Sinemasında Geçiş DönemiTürk Sinemasında Geçiş Dönemi 1922-40 yılları arasında  Muhsin Ertuğrul'un tek başına temsil ettiği  Türk sinemasında  bir tek 1937'de Nâzım Hikmet, Güneşe Doğru adlı filmi yönetti  O zamana  kadar Ertuğrul'a  senaryolar yazmış olan Nâzım Hikmet bu filmde çok  köklü yenilikler uygulamadıysa  da belli bir şiirsellik denedi  Almanya'da ve Fransa'da fotoğrafçılık öğrenimi gören ve tiyatroda hiç çalışmamış olan Faruk Kenç sinemaya girerek yeni kurulan Ha-Ka Film adına önce Reşat Nuri Güntekin' den uyarlanan Taş Parçası'm (1939), sonra da özgün bir senaryoya dayanan, ama aslında Amerikan polisiyelerini taklit eden Yılmaz Ali'yi (1940) yönetti  Ha-Ka  Film  1942'de, Çekoslovak asıllı bir revü oyuncusu olan Adolf Körner'e de film   çektirmeye başladı  Körner'i  1943'te, gene batıda bulunmuş Şa-dan Kâmil'in,  1944'te de, batıda ünlü  sinemacı Abel Gance'ın asistanı olarak çalışmış olan  Baha  Gelenbevi'nin yönetmenliğe başlaması izledi  Muhsin Ertuğrul'un yanında yetişmiş ve onunla birlikte Nasrettin Hoca Düğünde'yi (1941) çekmiş olan Ferdi Tayfur da 1946'da tek başına yönetmenliği denedi  Tiyatro kökenli olmayanların da yönetmenliğe başlamasıyla Türk sinemasında tiyatrocuların kesin egemenliği ortadan kalkmış oldu  Ama  bu, filmlerde  sinemanın çağdaş anlatım biçimlerinin uygulandığı  anlamına gelmiyordu  Filmlerde  gene tiyatro etkisindeki anlatımın ve  acemiliklerin izleri görülüyordu  Bununla  birlikte, örneğin Yılmaz Ali  gibi filmlerde Amerikan yapımcılarının  anlatımlarını taklit etme  çabasına, dolayısıyla sinemanın kendine özgü  çerçeveleme, çekim ölçeği  ve kurgu biçimlerini daha etkin kullanma denemelerine  de rastlanıyordu  Bu özellikleri nedeniyle 1940-50 arası dönem, Türk sinemasında "tiyatroculardan sinemacılara" geçiş dönemi olarak nitelendirilir  Yeni yönetmenlerin sinemaya girmesiyle film sayısında da bir artış görüldü  Yılda  çekilen film sayısı 1947'de 12'yi bulmuştu  1948 yılı  ise Türk sineması  açısından bir dönüm noktası oldu  Belediye Gelirleri  Kanunu gereğince yerli  filmlerden alınan eğlence resmi (bir çeşit  vergi) yüzde 70'ten yüzde 25'e  düşürüldü  Bu değişiklik film yapımını  kârlı bir iş haline getirdi  Film  sayısında ve izleyicide büyük bir  artış gözlendi  1948'de 18,   1949'da   19,    1950'de   22,   1951'de    36, 1952'de 61 film yapıldı  Sinema büyük kentlerin  dışına taşmaya  başladı  Sinemanın ülke çapında yaygınlaşması, izleyicinin genel eğilim ve özlemlerini kollayan, bunlara seslenerek yaygınlık kazanmaya çalışan "popüler" bir sinema doğurdu  Acıklı aşk öyküleri, tarihsel serüvenler,  polisiyeler genellikle Mısır ya da  Amerikan filmlerine benzetilerek ya  da bu filmlerden aktarılarak çekiliyor ve  dönemin gözde filmleri  oluyordu  Bu dönemde Yerli Film Yapanlar Cemiyeti (1946) kuruldu ve ilk ciddi yerli film yarışmasını düzenledi (1948)  Bu yarışmada Şakir Sırmalı'nın  Unutulan Sır'ı birinci, Turgut  De-mirağ'ın Bir Dağ Masalı filmi ikinci  seçildi  Hem zaman kazandırdığı, hem de tiyatro dışından gelen oyuncular yeterli ses ve konuşma eğitimine sahip olmadıkları için film çekimlerinde sesli çekim bırakılarak dublaj yöntemi benimsendi  Bir  başka deyişle, filmler sessiz çekilip sonradan  seslendirilmeye  başlandı   
				__________________  Arkadaşlar, efendiler            ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,            müritler, meczuplar memleketi olamaz  En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet            tarikatıdır   | 
|   | 
|  | 
|  |