| 
 | |||||||
|    | 
|  | Konu Araçları | 
| çalışıyoruz|tiyatro, derse, skeçler, tarihi | 
|  | Derse Çalışıyoruz...|Tiyatro Tarihi Ve Skeçler |  | 
|  10-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Derse Çalışıyoruz...|Tiyatro Tarihi Ve SkeçlerDerse Çalışıyoruz ŞAHISLAR AHMET KÂMİL EFENDİ (Sabık tacirlerden, elli yaşlarında  ) — MERHUM KÂŞİF EF  (Asarıatika meraklısı, elli yaşlarında  ) - MEHMET AZİZ EFENDİ (Baytar, otuz beş yaşlarında   ) - SELİM SIRRI (Ahmet Kâmil'in oğlu, yirmi yaşlarında   ) SAHNE: İki yanda iki kapı, ortada bir antre  , dışarda bahçe görülür  Ortada masalar, sandalyeler, yazı takımları  1  SAHNE Mustafa, sonra Aziz, sonra Sırrı (Perde açıldığı sırada Mustafa bir kısmını masanın üzerine koyduğu tabakları silmek ve içeriye taşımakla meşguldür  ) MUSTAFA (Dalgın) — Ev işlerinden şu bulaşık kadar sinirime dokunan bir şey yok  Meselâ    (Yaldızlı tabağı düşürür  ) AZİZ (Girerek) -— Oldu işte  Parçasını ayrı koy   MUSTAFA — Hay Allah cezasını versin  Yaldızlı sürahi tabağını kırdık  AZİZ — Maşallah  Sen de dehşetli iş görüyorsun hani   MUSTAFA — Oh ne ise baytarmış  Ben de adam sandım da ödüm patladı  AZİZ — Kâmil efendi bunları görürse sana ne demez? Eline aldığın şeyi parça parça etmeden bırakmıyorsun  Bir görse     MUSTAFA — Görmez ki   (Parçalan toplar) Ben bütün kırdığım eşyanın parçalarını bahçeye gömüyorum  Şeftali ağacının dibine bir çukur kazdım  SIRRI (Sağdaki kapıdan girer  ) — Mustafa! (Azizi görür) Oo   sabahlar hayrolsun Aziz bey  AZİZ — Allah ömürler versin beyim   SIRRI (Mustafa'ya) — Bana bak, yaldızlı sürahi tabağını gördün mü? MUSTAFA (Kırık parçaları önlüğünün cebine tıkarak) — Hayır küçük bey  SIRRI — Biraz çilek almıştım da   (Sahneyi bir baştan bir başka geçer  ) MUSTAFA — Bir kere de mutfağa bakın efendim  Belki oradadır  SIRRI — Bakayım, lâkin bugünlerde de kaybolan tabak, bardak sürahi pek fazlalaştı  MUSTAFA — Ona ben de şaşıyorum  (Sırrı soldaki kapıdan çıkar  ) 2  SAHNE Mustafa — Aziz — Sonra Kâmil Efendi AZİZ (Mustafa'ya) — Vallahi olur cür'etkârlardan değilsin! MUSTAFA — öyle söylemek icap eder  Eğer sürahi tabağının kırılmış olduğunu duysaydı alimallah çatıyı başıma yıkardı  AZİZ — Neyse  , ben inek için geldim   MUSTAFA — öyleyse pek geciktiniz   AZİZ — Niçin? MUSTAFA — Kırıp da iyi gömemediğim sürahi parçalarından birini otlarken yutmuş  Geberdi gitti zavallı!  AZİZ — Kabahat sende  Mübarek; kırarsın  , bari parçalarım derince göm  MUSTAFA — Haklısın ama  Havalar bugünlerde pek sıcak gidiyor da bahçede iyi kazma kullanamıyorum  Kışın kırdıklarımı daha derin gömdüm  AZİZ — Sana bir müjdem var  Senin efendi bugün seçilecek   AZİZ — Kargaları himaye ve neslini ıslah cemiyetine başkan! MUSTAFA — İyi ama, seçileceği muhakkak değil ki   Karşısında şanlı şöhretli bir adam, Figanı efendi var   AZİZ — Kim olursa olsun  Ben şimdiden Kâmil efendinin başkan olacağına kalıbımı basarım  Hattâ birisiyle üç şişe rakısına bahse bile girdim  MUSTAFA — öyle olsun  Ama benim hiç ümidim yok   AZİZ — Yanlışın var  Bir kere Kâmil bey hakikaten âlim bir ' adamdır  Ondan başka ben de lehinde propaganda yapıyorum  Hem zaten Figanî'yi hiç sevmem  Herif hayvanlarını ; bana tedavi ettirmiyor  Cehaleti bundan belli  Halbuki Kâmil j efendi âlim, mütebahhir bir adamdır   MUSTAFA — Bu sözü doğru söylediniz  Bizim efendi birçok kereler elinde koca bir kitap, bir şey anlamıyormuş gibi , dalgın dalgın sahifeleri süzerken gördüm   AZİZ — Kim bilir ne düşünüyordu  Esasen âlimler dalgın olur  (Antreden Kâmil görünür  ) MUSTAFA — Hah, zaten geliyor  Ben de hemen gidip şu ta i bak kırıklarını gömeyim  (Çıkar) 3  SAHNE Aziz – Kâmil (Kâmil girer elinde koca bir kitap vardır  Dalgındır  ) AZİZ (Kendi kendine) — Ne âlim adam  Dalgınlığa bak, beni bile görmedi  KÂMİL (Okuyarak) — İhtarı mühim: Esamii mezkûre cemi bulundukta anları tavsih eyleyen sıfat bazı hengâmda cemi ve bazı avanda ise müfret olarak ahzı mevki eyler  Şöyle ki   (Söylenerek) Medet yaresulâllah kafam şişti  Bu ne karışık şey  AZİZ (Kendi kendine) — Her halde arabî veya farisi tetebbu ile meşgul olmalı  (Mevcudiyetini hissettirmek için öksürür) öhhö! öhhö! KÂMİL (Hemen kitabı cebine sokar) — Vay, sen misin Aziz? Hoş geldin  AZİZ — Sakın sizi rahatsız etmiş olmayayım   KÂMİL — Yok  Biraz okuyordum  İnek için mi geldin? AZİZ — Evet  Ve, vak'ayı öğrendim   KÂMİİ — Ya, sorma  Zavallı ineğim irtihali daribeka eyledi  Dört yaşında koca inek bir cam kırığı ile nasıl öldü gitti?! AZİZ — Ya, efendim, öyledir  Bendeniz bir kere koca bir ineğin kılıç yutup da öldüğünü gördüm  Ne ise bu acı bahsi kapatalım  Sizin seçim işi yürüyor  KÂMİL (Memnun) — Ya  , e! Rakibim ne oldu? Herhalde hasedinden kudurmuştur  AZİZ — Elbette ya  Bu müthiş istikbal karşısında kim ku-durmaz ki? KÂMİL — Yok canım sen de işi o kadar büyütme   AZİZ —Ne sandınız ya? Siz şimdi cemiyetin başkanı olunca yarın öbürgün nahiyeye müdür, biraz soma kaymakam   KÂMİL — Daha sonra? AZİZ — Ne bileyim işte  Vali, milletvekili, bakan    KÂMİL — Vallahi bu işe pek aklım yatmıyor ama     AZİZ — Ne demek! Elbette ya  , sizi rakibinize tercih edecekler  Bir kere o, arabî bilmez, farisîden hiç çakmaz   KÂMİL — Demek ki, milletvekili, bakan    (Meyusane) Aklım yatmıyor  İnanamıyorum ama, sen gene söyle   AZİZ — Fakat, evvelâ başından başlamak lâzım  Şimdi sizin Kargaları himaye cemiyetine başkan olmanızı temin etmeliyiz  Başlıca seçmenleri gördüm  Hepsi kaynıyoıiar   KÂMİL — Lehimde mi? AZİZ — Elbette  , yalnız bazı gayri memnunlar da var  Meselâ    Bostancıların Recep size fena içerlemiş   KÂMİL — Neye, ben ona ne yapmışım? AZİZ — Sizi biraz mağrur görüyor  KÂMİL — Amma da tuhaf şey  Bari sahiden de mağrur olsam! Kendisini ne zaman görsem karısının hatırını sorarım  Halbuki benim, onun karısıyla alâkam ne? AZİZ — Hata ediyorsunuz  Biraz da pırasaların hatırını sor-saydınız  KÂMİL — Ne dedin? AZİZ — Herif koca bir tarla pırasa ekmiş  Siz doksan defa önünden geçmişsiniz de bir defa bile şunlar da ne güzel pırasa dememişsiniz  Bu, vazifenizdir  Bu işi yapsaydınız Bostancı zadeyi kazanmış olurdunuz  KÂMİL —- Vallahi açıkçasını söylemek lâzım gelirse hiç şu herifin pırasalarına dikkat etmemiştim   AZİZ — Hata, hata    Halbuki rakibiniz hepsinin gönlünü alıyor  Bu sabah Recebin tarlası önünden geçerken, hele şu pırasalara bak, ne güzel şeyler demiş  KÂMİL — Vay iki yüzlü rezil herif  Demek bunu da söyle- ; miş ha? öyleyse ben de hemen gidip de pırasaları methedeyim  (Bağırır) Mustafa! Mustafa! Yeni elbisemi getir!   (İki-si de çıkarlar sahne bir müddet boş kalır  ) 4  SAHNE Mustafa — Sonra Merhum Kâşif — Sırrı MUSTAFA (Yalnız girer) — Bizim efendi de garip garip adetler peydahlamaya başladı  İnsan pırasa tarlasını ziyare-le giderken bayramlık elbisesini giyerse bilmem ona ne derler? MERHUM (Elinde bir valiz olduğu halde antreden girer  ) — Merhaba efendim  Ahmet Kâmil efendi burada mıdırlar? lîğer burada iseler, kendilerine İstanbul Asarıatika akademisi reisi Merhum Kâşif efendinin geldiğini söyleyiniz  Eğer yoklarsa susunuz  MUSTAFA — Biraz dışarı çıktıydı şimdi gelecek efendim   MERHUM — Tafsilât istemem  Bunları sormadım  Sözlerinizden kadim Yunaniler gibi lâkonik olunuz  Ben kendisini beklerim  Bavulu alınız ve defolunuz  (Bavulu verir  ) MUSTAFA (Kendi kendine) — Bavulla gelmiş  Pek sinir bir adama benziyor  (Yüksek) Geceyi burada mı geçireceksiniz? MERHUM — Sizi alâkadar etmez  Defolmanız lâzım geldiğini evvelce söylemiştim  MUSTAFA (Kendi kendine) — Çattık  Bir de bu sevimsiz herife oda hazırlamak derdi çıktı  (Çıkar gibi yapar  ) MERHUM — Sırrı bey ne yapıyorlar iyiler mi? MUSTAFA (Girerek sertçe) — İyi! MERHUM — Ben, sizin efendiye pek mühim haberler getirdim  Sırrı bey bu yaz bize gelmişti ama kendisiyle konuşa-mamıştık  O zamanlar elime Romalılara ait bir iki vesika geçirmiştim onlarla meşguldüm  MUSTAFA (Kendine kendine) — Bu herif ne söylüyor be? MERHUM — Maamafih, zannediyorum ki Kâmil bey oğlunu iyi terbiye etmiş  MUSTAFA -— A! Ona ben de şahidim  Yemek takımlarına biraz fazla ihtimamdan başka bir kusuru yoktur  MERHUM — Çok iyi  Şu halde demek oluyor ki fikirlerimi mevkii tatbika koyabileceğim  MUSTAFA — Hangi fikirlerinizi? MERHUM — Orası sizi alâkadar etmez  Yalnız söyle bakalım  Bu memlekette toprak kazılırsa altından ne çıkar? MUSTAFA — Nasıl kazılırsa? MERHUM — Orası sizi alakadar etmez   MUSTAFA — Ne bulunacak, toprak! MERHUM — Daha iyi kazılırsa? MUSTAFA — Gene toprak   MERHUM — Daha? MUSTAFA — Ey! Toprak dedik ya!   MERHUM — Ne aptal adamsın canım  Ben sana asarıatika-dan bahsediyorum  Romalılara, kadim Yunanilere ait bir şey çıkmaz mı? MUSTAFA — Vallahi beyim, öyle bir şeyden haberim yok  Peki meselâ toprağın altından Romalı veya Yunanlı çıksaydı ne yapacaktınız? MERHUM — Orası sizi alâkadar etmez  Çok lâf etmeyip biraz lâkonik olunuz  Ben buraya, asarıatika taharrisi için geldim  Tetkikat ve tetebbuatıma göre buralarda İskenderikebi-re ait bazı asar bulunması lâzım   MUSTAFA (Hayretle) — Ya?! MERHUM (Memnun) — Elbette ya! Bak, bunu şimdiye kadar kimse farkedemedi  Böyle işlere benim gibi kafa lâzım  Daha buraya gelir gelmez toprağı bir kokladım ve altında neler bulunduğunu anladım   MUSTAFA —Ya?!  SIRRI (Girerek kendi kendine) — Allah Allah! Yaldızlı salata tabağını bir türlü bulamadım  MUSTAFA — Hah, işte küçük bey de geldi  (Tabaklar ile meşgul olmaya başlar  ) SIRRI — Oo? Safageldiniz Merhum bey  MERHUM — Vay evlâdım  Nasılsın bakayım? SIRRI — Teşekkür ederim  Aman babam sizi görünce ne kadar memnun olacak  MERHUM — Ona bazı mühim haberler getirdim   SIRRI — Nasılsınız evdekiler nasıl? Kerimeniz Şehlâ hanım sizinle beraber gelmedi mi? MERHUM — Maalesef hastalandığı için gelemedi   SIRRI — Vah vah vah  , çok üzüldüm   MERHUM — Kabahat bende oldu  Kimseye haber vermeden bahçede hafriyat yaptım  Zavallı Şehlâ da gece çukurlardan birine düştü  Fena halde zedelendi fakat (Müteselli) şu var ki, Asurilere ait bir satır buldum  Binaenaleyh bu vak'aya pek yanmıyorum  SIRRI — Demek ki benim arkadaşımı hasta ettiniz ha? Halbuki o gelseydi şimdi ne güzel dansederdik  Bu yaz size gittiğim zaman iyice eğlenmiştik  Çabuk iyileşecek mi bari? MERHUM — Elbette, birkaç güne kadar bir şeyi kalmaz   SIRRI — Ayağında sakatlık falan?    MERHUM — Yok canım  Doktorlar hiçbir şey olmadığını söylüyorlar  Maazallah evlenecek yaşa gelmiş bir kızda böyle bir sakatlık çok feci bir şey olur   SIRRI — Doğru söylüyorsunuz  MERHUM — Değil mi ya? Artık maşallah siz de büyüdünüz  Tabiî yakında evleneceksiniz?!    SIRRI (Mahcup) Belki  , fakat daha babanım böyle bir şeyden bahsettiği yok  (Kendi kendine) Ne demek istiyor acaba kızını bana mı vermek niyetinde? Fena fikir değil hani! MERHUM — Size bir sual soracağım   SIRRI (Kendi kendine) — Hah! Bahse yanaşıyor gibi   MERHUM — Şey, bu memlekette toprağı kazınca altından ne çıkar kuzum? MUSTAFA (Beri tarafta tabaklan temizlerken) — Herif de bununla bozmuş yahu! Demin kaç defa toprak çıkar dedim  Hâlâ inanmıyor  SIRRI — Puh, ne bulunacak? Toprak, taş  MERHUM — Taşların üzerinde yazı falan var mı? SIRRI — Vallahi dikkat etmedim  MERHUM — Neyse, bu meseleyle sonra meşgul olurum  Bana tahsis edilen oda bahçeyi görür mü? SIRRI — Evet  MERHUM — İşte buna çok memnun oldum  Şu odamı bir kere göreyim  (Mustafa en arkada olduğu halde hep beraber çıkarlar  ) 5  SAHNE Kâmil sonra Mustafa KÂMÃŽL (Elinde bir demet pırasa ve bir de havuç olduğu halde girer) — Recep ağa meselesini hallettik  Hattâ kendisinden hediye olarak bir okka pırasa aldım  Komşu tarlanın sahibini kızdırmamak için onun da havuçlarını methedip ondan da bir havuç aldım  (Bağırarak) Mustafa! Mustafa! MUSTAFA (Antreden girer) — Efendim? KAMİL — Pırasaları al  , bunu pişiririz  Havucu da salataya katarsın  MUSTAFA (Kendi kendine) — Bu fena iş  Efendi ev harcını kendisi görmeye başladı  Bir varidat yolu daha kapandı  Felâket! (Çıkar  ) KÂMİL — Pırasa ile meşgul olurken düşündüm  Cemiyetin başkanı olmak iyi iş  Bu suretle milletvekili filân olmak ihtimali de var  Fakat, ortada kimsenin bilmediği bir mani var  İmlâ yazmasını bilmiyorum  Şu üç tanecik kaideyi bir türlü öğrenemedim  Halbuki adım da âlim   Şimdiye kadar kasabada pek meşhur olan nutuklarımı, mektuplarımı hep Sırrı yazardı  Onun sayesinde geçinip gidiyorduk  Fakat    6  SAHNE Kâmil — Sırrı SIRRI (Girerek) — Baba! KÂMİL — Ne var yavrum? SIRRI (Elindeki kâğıdı uzatır) — Seçimde okuyacağın nutku hazırlamıştım  Al  KÂMİL — Ha, sana yazdırdığım nutku mu? Düzelttin mi? SIRRI —- Zaten güzeldi/İmlâsında biraz oynadım   KÂMİL — Ver bakayım  (Okuyarak) Efendiler, hanımlar, kızlar, oğlanlar! Kargaların insanlara ettikleri faydalar hesapsız ise de şimdiye kadar (Keser) Hah, bak, ben oğlanları oğlanlar diye yazmışım  Sen (G)'yi kaldırıp bir kaşlı g koymuşsun   SIRRI — Değil mi ya? KÂMİL (Okumaya devamla) — Bugüne değin kargaların himayesi ve nesillerinin ıslahı hususunda hiçbir teşebbüs vaki olmamıştı  (Söyleyerek) Bak, bak, bak, bak  Ben teşebbüsü "B"yi şeddeliyerek yazmışım  Sen düzelteceğim diye iki "B" koymuşsun  SIRRI — Elbette  Ha, onu söyleyecektim de unuttum  Şey geldi  Eh? Şey canım  Antikacı Merhum Efendi   KÂMİL — Vay, Merhum mu? (Kendi kendine) İşte sahiden âlim bir adam  (Yüksek) Nerde, göreyim bakayım kendisini  (Bu sırada Merhum antreden girer  ) 7  SAHNE Evvelkiler — Merhum KÂMİL (Merhum'a doğru yürüyerek) — Vay aziz dostum  Seni buraya böyle hangi rüzgâr attı  Hoş geldin, safa geldin   MERHUM (Aldırmadan) — Buraya gelmekten maksadım civarı taharri etmek ve hafriyatta bulunmaktır  Ümit ediyorum ki buralarda ilmî asanatika itibarı ile epeyce kıymeti haiz şeyler bulabileyim  KÂMİL — Ha, anladım  O ufak tefek kırık çanak çömleklerden arıyorsun gene  Hâlâ böyle şeyler seni eğlendiriyor mu Allahını seversen  MERHUM — Tabiî değil mi ya, meslek  Şimdi sana çok mühim bir işten bahsedeceğim iki gözüm  Çok mühim   SIRRI (Kendi kendine) — Herhalde bizim izdivaç meselesinden bahsedecek  Benim burada bulunmam yakışık almaz  (Yüksek) Ben gideyim artık  (Kendi kendine) Kızını almak için kayınpederin gözüne girmeli  (Merhuma mültefitane) Muhterem Beyefendi  Şüphesiz birkaç gece bizde kalmakla evimizi şereflendireceksiniz değil mi? MERHUM — Vallahi evlâdım bu hususta katî bir kararım yok  Bu iş, yapacağım hafriyatın vereceği neticeye bağlıdır  Eğer bir şeyler bulursam kalırım  SIRRI — İnşallah bulursunuz  Mevcudiyetinizin bize ne kadar şeref bahşedeceğini düşündükçe içim içime sığmıyor  (Sağ kapıdan çıkar  ) 8  SAHNE Kâmil — Merhum KAMİL — Nasıl, iki gözüm, oğlumu beğeniyor musun? MERHUM — Son derece beğeniyorum  Ve hattâ bunun içindir ki onun hakkında    Neyse, bundan soma bahsedelim  Dostum, sana fevkalâde bir haberim var   KÂMİL — Ya?! Ne imiş o bakayım? MERHUM (Mağrur) —- Tavsiyem üzerine seni İstanbul Asanatika akademisi muhabir azâlığına kabul ettiler   KÂMİL — Etme Allahaşkına     MERHUM — Ya! KÂMİL (Kendi kendine) — Berbat iş  Ben nasıl olur da muhabir azâhk yaparım  Bir türlü doğru dürüst imlâsını beceremediğim mektupları ne yüzle Akademiye göndereceğim  (Yüksek) Çok teşekkür ederim ama ben Akademiye mektup yazacak kadar kendime güvenemiyorum   MERHUM — Vay mütevazı efendim vay  Ya o meşhur nutukların ne oluyor? KÂMİL — Ha! Nutuklar için mi? Gün geçtikçe şu Sırrı'yı daha çok seviyorum vesselam  MERHUM — O neden? KÂMİL (Şaşalar) — Hiç canım, aklıma geldi de söyleyiverdim  MERHUM — Şimdi sen beni dinle  Ben sizin bahçede hafriyat yapacağım tabiî birçok taşlar maşlar çıkacak   KÂMİL — O kadar emin misin? MERHUM — Elbette  Bu çıkan taşların üzerindeki yazılar kadim Yunancadır  Sen onları okur, tercüme eder gönderirsin  KÂMİL — Ben mi? Yunanca mı? MERHUM (Esrarengiz bir tavırla) — Suss! Sakın kimseye bir şey sızdırma  Yaptığım tetkikata göre İskender'i kebirin veya onun kumandanlarından Kayyüs Atarüs Patakontokolü-sün buradan geçmiş olması ihtimali var  Lâkin bu müthiş sırrı sakın kimseye söyleme  KÂMİL — Buradan geçtiklerini nerden keşfettiniz  Ayak izlerinden mi? MERHUM (Yüksek) — Yok canım  Bunu eski milletler tarihi üzerindeki esaslı tetkikatımla keşfettim  Ve sizin bahçede onların eserlerini arayacağım  KÂMİL — Kimin eserini  Kantar kantar Ataryüsün mü? Peki, emin olabilirsiniz  Kimseye bir şey söylemem   MERHUM —- Bundan başka bir fikrim daha var  Sana onu da söylemek isterim  Bu yaz, senin mahtum bize gelmişti ya, kızım Şehlâ ile görüştüler  Hem de sıkı fıkı görüştüler  , anlarsın ya    Şunları bir evlendiriversek nasıl olur diye düşünüyorum  KÂMİL — Vallahi fena değil  Sana hayır demem  Bir kere Sırrı'nın da fikrini almalıyım  MERHUM — Çok doğru söylüyorsun  Fikrim de iyi değil mi? Bilirsin ki Şehlâ namuslu, kibar, güzel ve karşısındakine evetten başka cevap vermeyecek kadar halûktur  Üstelik çe-hiz olarak da on bin liralık kadar ötesi berisi var   KAMİL — İyi, ben de esasen Sırrı'ya bu miktara yakın sermaye vermek niyetindeydim  MERHUM — Ha!  Yalnız, kızımın çok müthiş bir hatası var   KÂMİL — Ya? Bak bak bak bak neymiş o? MERHUM — Sorma sorma! Bak al şunu da oku  Bu, geçen gün bana yazmış olduğu mektuptur  KÂMİL (Okur) — Sevgili pederim: Bir kız için pek ayıp olmakla beraber, size hayatımın bütün saadetini temin edecek bir itirafta bulunmak mecburiyetindeyim     MERHUM (Kâmil'in omuzları üzerinden mektuba bakarken) — Aman ne ayıp ne ayıp yarabbi! İtirafını "A"sız yazmış  KÂMİL (Devam ederek) — Sırrı Bey bize geldiği zaman kendisiyle konuşmuş ve çabuk anlaşmıştık  Onu pek beğendim  Ve kendisini gördüm göreli  MERHUM (Aynı jest kendi kendine) — Eyvah! "Beğendim"! kaşlı ile yazacağı yerde g ile yazmış   KÂMİL (Devamla) — Uyumuyor, yemek yemiyor hep onu düşünüyorum  Ve zannediyorum ki o da vadettiği veçhile hep beni düşünmektedir  MERHUM — Ne rezalet? "Zannediyorum"u bir N ile yazmış  KÂMİL (Kendi kendine) — İyi ama, ben bunda hiç yanlış göremedim  MERHUM — Nasıl, ne feci değil mi? KÂMİL — Efendim? Vallahi işte öyle gibi? (Kendi kendine) kız oğluma vurulmuş  MERHUM — Neyse, ben sana hakikati olduğu gibi söyledim  Artık benden yük kalktı  Şimdilik müsaade edersen sizin bahçeye bir göz atıvereyim  Asarıatika kokusu duymaya başladım  (Antreden çıkar  ) 9  SAHNE Kâmil — Sonra Sırrı KÂMİL (Mektubu cebine kor) — Bir şeylerden bahsetmek istedi ama pek anlayamadım  (Şapkası basında olduğu halde Sırrı görünür) Ne o? Dışarı mı çıkacaksın   SIRRI —- Evet  İlkokul öğretmenini görmek istiyorum da    KÂMİL — Sana bir şey sorayım Sırrı  Şimdiye kadar hiç evlenmeyi düşündün mü? SIRRI (Mahcup) — Vallahi bu hususta fikrim yok   KÂMİL — Meselâ namuslu, kibar, güzel ve karşısındakine evetten başka cevap vermeyecek kadar halûk bir kız bulsay-dık  SIRRI (Kendi kendine sevinçli) — Şehlâdan bahsediyor   KÂMİL — Ne derdin? SIRRI — Hiç  Hani yani fena olmaz derdim  Veyahut, siz ne arzu ederseniz ben de    KÂMİL — Ben senin daima bahtiyar olmanı arzu ederim yavrum  Senin bana bu kadar faydan dokunuyor   SIRRI — Aman rica ederim, vazifem babacığım   KÂMİL — Peki  (Kendi kendine) Oğlan evlenip giderse bizim nutuklar, mektuplar da gidecek  (Yüksek) Evet, evet  Bir daha bundan bahsetmeyelim  Haydi git de çabuk gel  (Sırrı çıkar  ) 10  SAHNE Kâmil — Mustafa — Sonra Merhum KÂMİL — Ben de amma tuhafım ha! Evime koca bir âlim gelmiş de hâlâ yemek hazırlatmıyorum  Hem Merhum Efendi asanatikadan hoşlanır  (Bağırarak) Mustafa! MUSTAFA (Antreden girer) — Efendim! KÂMİL — öğleye ne var? MUSTAFA — Pırasa var  Sonra havuç var   KÂMİL — Aptal ben sana bundan mı bahsediyorum   MUSTAFA — Eh, öyle ya  Artık evin masrafını kendiniz görüyorsunuz  Bana itimat etmiyorsunuz diye ben de bir şey almadım  MERHUM (Muzaffer bir tavırla antreden girer  Elinde kırık bir kürek, bir de topraklı mutfak rendesi vardır  ) Hafriyatım muvaffakiyetle neticelendi  İşte   KÂMİL — Nedir o? MERHUM — Bir Roma miğferi "Skütüm"  KÂMİL (Şaşkın) — Ha?  MUSTAFA (Alçak sesle Kâmile) — Benim attığım eski rendeyi bulmuş  KÂMİL — Farkındayım canım  MERHUM (Elindeki küreği göstererek) — İşte bu da glâtyüm  Kadim Roma kılıcı  MUSTAFA (Gene alçak sesle Kâmile) — Kömürlükten küreği çalmış  KÂMİL (Kendi kendine) — Bu adam da ne bulursa Romalıların, Yunanlılarındır, diye gezip duruyor   MERHUM (Elindeki eşyayı masanın üzerine bırakır) — Bunlardan başka, bahçenin ortasında bir Tümülüs keşfettim  Yani bir tepecik  MUSTAFA — Ne, ne? Tepe mi? Bizim bahçede mi? MKRHUM — Evet  Sen şimdi git  Hemen bakkaldan maden parlatmaya mahsus tozdan al  KÂMİL — O tozu ne yapacaksınız? MERHUM — Bu bulduğum asarıatikayı temizleyeceğim  Belki üzerinde yazı filân vardır  (Mustafa'ya) Hadi, gitsene  MUSTAFA (Çıkarken) —- Gidiyorum  (Kendi kendine) Ne hırdavatçı kılıklı herif  (Çıkar) MERHUM — Ha, yalnız onu söyleyeyim bahçedeki hafriyalınıa mâni olan bir şeftali ağacı var  Müsaade ederseniz onu kestirelim  KÂMİL — Nasıl olur? Bahçede ondan başka şeftali ağacı yok ki  Yazık olmaz mı? MERHUM — Affınızı rica ederim  Fakat, ben bu fedakârlığı sizden ilim namına talep ediyorum   KÂMİL — öyle olsun  MERHUM — İki gözüm sana ilim namına teşekkür ederim  Memen şimdi tekrar giderek hafriyata devam edeyim  (Çıkarken geri döner) Ha, unutuyordum  Mahtum Beye meseleyi açtın mı? KÂMİL — Bir iki kelimecik söyledim  Hoşuna gitti gibi   MERHUM — O, büyük kusurdan da bahsettin mi? Hani kızımın kusurundan  KÂMİL — Daha bahsedemedim   Bir bahane arıyorum   MERHUM — Ne yapayım her güzelin bir kusuru olur  Fakat bilhassa kızımınki pek müthiş   Pek yüz kızartıcı   Ne ise ben gidiyorum  (Çıkar) 11  SAHNE Kâmil — Sonra Aziz KÂMİL (Yalnız) — Bu adamcağız da boyuna kızının hatasından bahsedip duruyor  Acaba bu kusur ne? Merakıma dokunmaya başladı doğrusu  AZİZ (Fevkalâde hiddetli bir halde kendi kendine konuşarak içeriye girer) — Bu rezalet, kepazelik, düpedüz iftira  Muhakkak aksini ispat etmeliyim   KÂMİL — Ne o, Aziz  Kime hiddetlendin? AZİZ — O sizin rakibiniz olacak baş belâsı herif yok mu? Bütün kasabada aleyhimde dedikodular çıkartmış   KÂMİL — Dedikodu mu? Aleyhinde ha? AZİZ — öyle ya   Güya sizin ineği öldüren benmişim  Elimden hiç bir iş gelmezmiş, berberlikte tutunamayınca baytar olmuşum  KÂMİL — Bak alçağa  Ne yalanlar uydurmuş  Bir kere bizim inek daha sen gelmeden ölmüştü   AZİZ — Hem ben berberliği bıraktımsa tutunamadığımdan mı bıraktım  Hükümet yaptırmadı  Bir herifin iki kulağı kazara kesilmişse ne çıkar? Şimdi siz bir kâğıda ineğinizin ben gelmeden evvel öldüğünü yazıverin de o edepsizlere göstereyim  KÂMİL -— Ben mi yazayım  (Kendi kendine) Eyvah, Sırrı da burada değil  Bu işin altından nasıl çıkacağım (Yüksek) Dostum  Şimdi sen büyüklüğünü göstermelisin  Bu herife yapılacak en büyük tahkir, ona cevap vermeye tenezzül etmemektir  AZİZ — Yok camm  O bundan anlamaz  Aksini ispat edip gözüne sokmalı  Siz çabucak yazıverin de! KÂMİL —- Ama şimdi tuhaf olacak  Sanki ben sana şahadetname veriyormuşum gibi  AZİZ -— İyi ya ben de zaten onu istiyorum işte   KÂMİL (Kendi kendine) Medet senden yaresulâllah  (Yüksek) Vallahi tuhaf olacak gibi geliyor bana  Gel sen şu işten vazgeç  AZİZ— Ne demek yani benden bunu esirgiyor musunuz? Ben ki yani sizin başkan olmanız için lehinizde bu kadar çalıştımlıştım   KÂMİL — Yok canım  Hani, yani    Pekâlâ, mademki ısrar ediyorsun verelim   AZİZ — Hah, şöyle olun işte   KÂMİL — Evet vereyim  Yarın gel al   AZİZ — Bu olmadı işte  Şimdi hazır kasaba halkı bir araya toplanmışken herkesin önünde götürüp kâğıdı okutmalıyım   K ÂMİL (Kendi kendine) — Eyvah, herkesin önünde okutacak  E, peki ama bu Sırrı da nereye cehennem oldu   AZİZ — Muhakkak bu kâğıdı götürüp şimdi okutmalıyım  Yoksa, şerefim, haysiyetim her şeyim mahvolur  Kasabayı leıke mecbur kalırım  Düşünün Kâmil Efendi, karımın, çocuklarımın aç kalmasını ister misiniz? KÂMİL (Yumaşayarak) — Sahi, bu herifin de yarım düzüne çocuğu var  AZİZ — Hah, şöyle işte  Hadi, alın şu kâğıda da oturun masanın başına  Sizin gibi âlim bir adam için iki satır yazıdan ne çıkar? KÂMİL (Oturarak) — İki satırdan fazla yazmam ha!    AZİZ — Evet, evet  Yalnız şunları yazacaksınız: "Ben, Ahmet Kâmil, baytarı şehir Mehmet Aziz Beyin nezdime vusulünden evvel kur ineğimin irtihaü darıbaka eylemiş olduğunu beyan ve tastık eylerim  " Gördünüz ya, kısacık   KÂMİL — Evet, evet öyle  (Kendi kendine) Aksi gibi de hiç bilmediğim kelimeler rastladı  (Yazmaya başlayarak) Ben Ahmet Kâmil, baytarı şehir   Baytar nasıl yazılacaktır  B   sonra y   Sonra da t  , r   mı acaba? (Yazmaya devam eder  ) AZİZ (Sevinçle) — Şimdi de ötsün de görelim  O Figanî olacak çopur herifi tenha yerde elime bir geçirmeliyim ki, bir güzel perdah edeyim  KÂMİL (Kendi kendine) — Beceremediğim yerlere mürekkep damlatmaktan başka çare yok  (Yüksek) Al işte oldu  Bir iki yerine mürekkep damladı ama, uç fena ondan   AZİZ — Ehemmiyeti yok efendim, ehemmiyeti yok  12  SAHNE Evvelkiler — Sırrı SIRRI (Antreden girer) — İşte geldim babacığım  KÂMİL — Geldin ama geç geldin  Bak, şimdi kendi elimle bir mektup yazdım  SIRRI — Ya? AZİZ — Evet ya   Bu mektubu bütün kasaba halkına göstereceğim  (Mektubu paltosunun cebine koyar  ) SIRRI (Yavaşça babasına) — Ne yapıp yapıp bu mektubu ele geçirmeliyiz  KÂMİL — İyi ama nasıl? SIRRI (Kendi kendine) — Paltosunun cebine koydu  (Aranarak) Bir hile  Bir hile? Hah   (Yüksek) Aziz Bey  Gömleğiniz yanınızda mı? AZİZ — Evet, dışarda  Ne olacak? SIRRI — Aman koşun  Bizim katır şimdi fena halde hastalanmış  KÂMİL (Telâşla) Sahi mi?! Sabahleyin inek öldü  Arkasından da katır giderse yanarım doğrusu  AZİZ — Aman koşayım  Yoksa katırı da benim öldürdüğümü söylerler  SIRRI — Evet ama, paltonuzu burada bırakın  Sonra iş yaparken size mâni olur  AZİZ — Yok, yok, yok  Paltomu çıkarmak için vakit kaybetmeye lüzum yok  (Süratle çıkar  ) SIRRI — Vay canına   Kaçırdık  Faydasız oldu  KÂMİL — Ne dedin? Demek muhakkak hayvan ölecek diyorsun ha? SIRRI — Yok canım hayvanda bir şey yok  Sapasağlam   KÂMİL — Eh, öyleyse baytarı ne diye gönderdin? SIRRI — Hayır efendim  Maksadım herife paltosunu çıkartıp da cebinden mektubunu aşırmaktı  13  SAHNE Evvelkiler — Aziz — Sonra Mustafa AZİZ (Antreden girer) — Yazık oldu   KÂMİL — Ne? AZİZ — Kanaldım  KÂMİL — E, sonra? AZİZ — Fakat fayda etmedi   KÂMİL —Yani? AZİZ — Sizlere ömür   KÂMİL — Ne? Bir belâ daha   Demek hakikaten hasta imiş  (Kendi kendine) Ah, imlâ bilseydim şu hayvan gitmeyecekti ya  MUSTAFA (Elinde bir paket beyaz tozla girer) — İşte efendim  Maden parlatacak beyaz tozu aldım   AZİZ — Acıdım şu katıra   Niye önden haber vermezsiniz  Hayvan berbat halde hastaymış  SIRRI (Kendi kendine) — Sapasağlam katırı gebertti gitti  (Yavaş sesle Mustafa'ya) Bana bak elindeki tozu olduğu gibi Aziz Beyin üzerine dök   MUSTAFA — Ha? SIRRI — Hadi durma dök  MUSTAFA — Pekâlâ  (Elindeki paketi Aziz'in üzerine boşaltır  ) AZİZ — Eyvah ne yaptın be? SIRRI -— Beceriksiz, münasebetsiz    KÂMİL —aptal  MUSTAFA (Şaşkın) — Bana ne yahu  Küçük Bey söyledi, ben de yaptım  SIRRI (Bağırarak) — Ne? Ben mi? KÂMİL — Sus hayvan, rezil  Haydi git çabuk fırça getir   MUSTAFA (Şaşkın) — Pekâlâ  (Çıkar) KÂMİL (Aziz'e) — Çıkarın şu paltonuzu  AZİZ — Lüzumu yok canım  Zahmete değmez   KÂMİL — Aaa! Olur mu efendiciğim  Çıkar Allahını seversen  SIRRI — öyle ya, canım  (Sırrı Aziz'in sırtından paltoyu sökercesine alır) Şimdi fırçalar getiririm  (Dışarı çıkar  ) 14  SAHNE Kâmil — Aziz — Sonra Mustafa — Sonra Merhum AZİZ — Vallahi eni konu lütuf gösteriyorsunuz  Bizzat Sırrı Beyin paltomu temizleyeceğini düşündükçe öyle mahcup oluyorum ki  KÂMİL — Biz ailece böyleyiz  Tanıdıklarımıza nezaketle muamele etmekten hoşlanırız  AZİZ (Kendi kendine) — Herif lehinde propaganda yapayım diye bana amma itibar ediyor  Neredeyse ayaklarımı öpecek   MUSTAFA (Elinde fırça ile girer) — İşte fırça   MERHUM (Avuçlarında tabak kırıkları, cam parçaları olduğu halde girer) — Ah çocuklar öyle seviniyorum ki  Düşünün bir kere  Şeftali ağacının dibindeki tümülüsü kazdım  Neler çıkmadı? MUSTAFA (Kendi kendine) — Eyvah   Herif bizim çukuru meydana çıkarmış  MERHUM (Yaldızlı bir tabak parçası uzatarak) — Bakırı şuna bir kere  MUSTAFA (Kendi kendine) — Aman yarabbi yaldızlı salata tabağı  KÂMİL — Ha? (Mustafa'ya bakarak) — Ben bu parçayı tanıyorum  MERHUM — Üzerinde Arap harfleri ile elif, kef var   KÂMİL (Kendi kendine) — Ahmet Kâmil   MERHUM (Azametle) — İskenderi Kebir! İşte şimdi kim iddia edebilir ki İskenderi Kebir buradan geçmemiştir  Koca cihangir Türkçe İskenderi Kebir diye imza atmış  Demek ki Türkçe de biliyormuş  İşte size ilmî bir hakikat   KÂMİL (Mustafa'ya gözlerim açar) — Bunu kim kırdı? MERHUM — Kim kıracak  Kadim Yunaniler  Belki de bizzat İskender  MUSTAFA — Zannederim  (Kendi kendine) E, bu herif de amma can sıkıntısı  Kırdığım eşyayı birer birer meydana çıkarıyor  (Çıkar) MERHUM (Bir oturak parçası çıkararak) — İşte size başka bir antika  Bu nedir biliyor musunuz  İşte bunu bilmezsiniz   AZİZ — Bakalım  Bilmez olur muyum hiç? KÂMİL — Ben de biliyorum  (Kendi kendine) İyi ama, bu herif bunu buraya ne diye getirmiş  MERHUM — Buna Lâklimatuvar derler  Çok nadir bir antikadır  KÂMİL (Kendi kendine) — Vallahi bizde oturak derler  Pek de nadir değildir  Fakat hadi herifi mahcup etmeyelim  (Merhum'a) Demek Lâklirn oturak derler ha? MERHUM — Yok canım  Lâklimatuvar, Yunaniler ailelerinden birisi öldüğü zaman göz yaşlarını buna toplarlardı   AZİZ — Tuhaf şey  Şu Yunaniler hakikaten acayip bir milletmiş  (Merhum parçaları masanın üzerine indirmekle meşgul olur  ) MUSTAFA (Antreden girer, Aziz'e) — İşte efendim paltonuz  AZİZ (Giyerek) — Teşekkür ederim oğlum  (Ceplerini araştırır) Ben mektubu nereye koymuştum? Hah, işte burada  (Mektubu çıkarır bakar  Kâmil de görür  ) KÂMİL (Kendi kendine) -— Oh, neyse, Sırrı'nın yazısı, kurtuldum  AZİZ — Ben gideyim  O Figanî edepsizinin dersini vereyim  Sonra gene uğrarım  (Çıkar) KÂMİL (Alçak sesle Mustafa'ya) — Şimdi gel bakalım kepaze herif  Seninle başbaşa bir konuşalım   MUSTAFA — Efendim? KÂMİL — Gel bakayım  Gel buraya  MUSTAFA (Korkak korkak yanaşır) — Geldim efendim   KÂMİL — Söyle bakayım bana, benim yaldızlı salata tabağını kim kırdı? MUSTAFA — İskender Efendi kırmış efendim  KÂMİL (Hiddetle üzerine doğru yürür) — Ben sana şimdi kimin kırdığını gösteririm  (Mustafa kaçar  ) 15  SAHNE Kâmil — Merhum — Sonra Sırrı MERHUM (Hâlâ asarıatikasını dizmekle meşguldür) — İşte bir cam parçası  Cam? KÂMİL (Kendi kendine) Bizim sürahi   MERHUM — Bir de bazı eşekler kadim Yünanilerin camı bilmediklerini iddia ederler  İşte efendim en bariz delil  Bunu onların gözüne sokacağım   KÂMİL — İyi edersiniz  MERHUM — Dostum, size medyunu şükranım  Tetkikatı-mın neticesini bir raporla Akademiye bildireceğim  Ve bir heyet teşkil ederek gelip bahçenizde uzun boylu hafriyatta bulunmalarını rica edeceğim  Bu başlangıç bana çok kuvvetli ümitler veriyor  Belki evinizin altından İskenderi Kebirin sarayını çıkartırız  KÂMİL — Yok rica ederim  (Kendi kendine) Medet yaresu- lâllah  Herif ocağıma incir dikecek  MERHUM — Sizden ilim namına rica ederim  Çabuk bir hokka kalem tedarik ediniz  KÂMİL — İşte masanın üzerinde var  MERHUM — Vay, siz kamış kalemle mi yazarsınız  KÂMİL — Evet  Kırk senedir bununla yazmaktayım   MERHUM — Fakat ucu pek kütleşmiş yontmak  (Kendi kendine) Yunaniler camı bilmezler ha!  Heh heh heh heh  Hey gafiller  (Kalemi yontmaya başlar elini keser) Ay  Elimi kestim  KÂMİL — Saralım saralım  (Mendili ile sarar  ) MERHUM — Teşekkür ederim  Yalnız sizden şimdi ilim namına bir şey rica edeceğim  KÂMİL — Neymiş o? MERHUM — Elinize kalemi alınız  Ben söyleyeyim siz yazınız  KÂMİL — Ne? Fakat şey?!   MERHUM — Ne? KÂMİL — Ben bir Akademiye nasıl mektup yazarım? Buna hakkım var mı? MERHUM — A, elbette  Sen Akademinin muhabir âzasından değil misin? KÂMİL — öyle  (Kendi kendine) Allah cezasını kaldırsın öyle! Bugün sanki bana yazı yazdırmak için el birliği etmişler  Sırrı da burada yok  (Masanın başına oturur  ) MERHUM — Başlayalım! KÂMİL — Biraz müsaade edin  (Kendi kendine) Naçar yazacağız  Bari beceremediğim yerlere mürekkep damlatmak   MERHUM (Söylemeye başlar) — Aziz ve kıymettar meslektaşlarım  İlimi asarıatika   KÂMİL (Kendi kendine) — Hiç de beceremediğim kelimeler  (Yüksek) Bunlar pek zor kelimeler yahu  Ya anlamazlar-sa  MERHUM — Anlarlar efendim anlarlar  Yazdınız mı? KÂMİL — Bir lâhza  (Kendi kendine) Asarıatika da nasıl yazılır acaba? Dur dur dur aklıma bir şey geldi  (Eline çakıyı alır ve yontmaya başlar) — Şimdi elimi kesmiş gibi yaparım  155 MERHUM — Sayei âcizanede bir hayli kespi vüs'at eylemiş bulunuyor  Çünkü    KÂMİL (Elini kırmızı mürekkebe batırır feryada baslar) — Ay aman! Elimi kestim   MERHUM — Ne oldu? KÂMİL (Elini gene kırmızı mürekkebe batırır) —- Aman, elimi kestim sızıntısından da duramıyorum   MERHUM — Gel sarayım  KÂMİL — İstemez, ben sararım  (Kendi kendine) Kurtulduk  MERHUM — Neyse  Yarın yazarız  Ne yapalım? KÂMİL — İsterseniz Sırrı'yi çağırayım  Her ne kadar benim gibi böyle işlerin içinden çıkamazsa da gene güzel yazar   MERHUM — Ah! Sen ne bahtiyar adamsın yok mu? Ha sahi  Ne dersin acaba Sırrı kızımla evlenmeye razı olacak mı? KÂMİL (Can sıkıntısıyla) — Zannederim  Olur gibi   MERHUM — Fakat, ben bu hususta katı cevap isterim  Çünkü İstanbul'da bizim ikamet etmekte bulunduğumuz Yediku- le civarında bir güzel ev buldum  Onlara tutmak istiyordum  KÂMİL — Ne? Sırrı İstanbul'da mı ikamet edecek? MERHUM — Değil mi ya? Benim yanıbaşımda otururlar  KÂMİL (Kendi kendine) — Bunun imkânı yok  Ben burada, kalemim İstanbul'da nasıl olur  SIRRI (Girerek) — Baba    MERHUM (Lâfını keser) — Hah  İyi iki geldin evlâdım  Şimdi Efendi babana bir şey rica etmiştim  SIRRI — Ya? MERHUM — Evet  Bir kere bu hususta kendisi ile görüşüver   DIŞARIDAN BİR SES — Merhum Efendi  Merhum Efendi   MERHUM — Sizin bahçıvan beni çağırıyor  Kendisine erik ağacının altında hafriyat yapması için emir vermiştim de  (Sırrı'ya mültefitane) Allahaısmarladık iki gözüm yavrucuğum  (Çıkar) 15  SAHNE Kâmil — Sırrı KÂMİL — Gitti bizim erik ağacı   SIRRI — Baba  Merhum Efendinin bahsettiği şey nedir? KÂMİL (Kendi kendine) — İmkânı yok olmaz  Bir kere Merhum Efendinin kızının müthiş bir hatası varmış  Ne olduğunu bilmiyorum ama, fevkalâde bir kusur  (Yüksek, Sırrı'ya) Hiç efendim, hiç  Rezalet, çocukluk  Böyle saçma şey olur mu? İllâ ki seni Şehlâ ile evlendirmeyi aklına koymuş   SIRRI (Memnun) — Sahi mi? KÂMİL — Sen kızı iyi tanımazsın  Ben onun iç yüzünü bilirim, bir kere başında kel hastalığı olduğunu söylerler  Gözleri de iyi görmezmiş, ufacık tefecik yerden bitme hattâ biraz da kambur galiba     SIRRI — İyi ama babacığım  KÂMİL — Yok, seni tesir altında bırakmak için söylemiyorum  Harekâtında serbestsin  Yalnız o kalbur bacaklı kızla nasıl evleneceksin diye düşünüyorum  Üstelik kulağı da ağırmış  SIRRI —- Lâkin, babacığım  KÂMİL — Lâkini filânı yok  Bütün bunlardan başka bir hatası var ki, tahammül edilemeyecek kadar büyük bir kusur   SIRRI — Tuhaf şey  KÂMİL (Cebinden mektubu çıkarır) — Bak  Okuyayım da hicap hisset, titre   (Kendi kendine) Vallahi ben bu hatayı pek çıkaramadımdı ama belki o anlar  (Okur) Sevgili pederim  Bir kız için pek ayıp olmakla beraber size hayatımın bütün saadetini temin edecek bir itirafta bulunmak mecburiyetindeyim   SIRRI (Kendi kendine) — Ah, ne güzel ifade   KÂMİL (Devamla) — Sırrı Bey bize geldiği zaman kendisiyle konuşmuş ve çabuk anlaşmıştık  Onu pek beğendim  Ve kendisini gördüm göreli uyumuyorum  SIRRI —Zavallı kız!  KÂMİL — Amma da yaptın ha  (Kendi kendine) Demek hata daha ilerde! (Devamla) Yemek yemiyor, hep onu düşünüyorum  Hayali, daima gözlerimi işgal etmekte  (Söylenerek) Aman ne feci şey yarabbi! SIRRI — Ne iyi şeyler yazmış  Ne tatlı ifadesi var   KÂMİL (Kendi kendine) — O da hatanın farkına varamadı  (Yüksek sesle) Neresi tatlı bunun? Tuhaf şey  (Mektubu süratle cebine kor) Ben zaten emindim senin bu kızı istemeyeceğinden   SIRRI -— İyi ama babacığım  16  SAHNE Evvelkiler — Merhum MERHUM (Antreden girer) — Yahu, erik ağacını da devirdik altından hiç bir şey çıkmadı  KÂMİL  (Kendi kendine) — Dedim ya, gitti bizim erik ağacı! MERHUM (Sırrı'ya) — Nasıl küçük bey, pederle meseleyi görüştünüz mü? Kızıma ne cevap götüreyim? SIRRI — Vallahi efendim? KÂMİL (Alçak sesle Sırrı ya) — Bırak ben cevap vereyim  (Merhum'a) Merhum Bey dostum  Uzun boylu düşündük  Mevzuubahis etmiş olduğunuz o kusur yüzünden maalesef bu iş olmayacak  MERHUM — Anladım  Esasen biliyordum   KÂMİL (Sırrı'ya) — Gördün ya, zaten biliyormuş   MERHUM — Fakat bari bütün ümitlerimi kırmayınız  Hiç olmazsa günün birinde kızım doğru imlâ yazmasını öğrenirse   KÂMİL — Yani, evet  SIRRI _ İmlâ mı? Fakat    MERHUM — Neyse, anlaştık demektir  Bavulumu alayım bari  SIRRI (Kâmil'e) — İyi ama baba  (Oturur ağlamaya başlar  ) MERHUM — Bu fena haberi kızıma nasıl vereceğim? Fakat bize bir ricanı daha var  Müsadenizle şu, bence kıymetli asalatikayı da götüreyim  KÂMİL — Sizin olsun canım  Nasıl olsa kırık dökük şeyler  MERHUM — Bavulumu alayım  (Çıkar) 17  SAHNE Kâmil — Sırrı — Sonra Aziz — Sonra Mustafa {Sırrı, masanın önüne oturur ve ellerini yüzüne kapayarak tığlar gibi yapar  ) KÂMİL — Neyse, bu iş de bitti  Artık memnunsun ya? Ne? Ağlıyor musun? Ne oldu, şimdi ağlayacak ne var? SIRRI — Ne yapayım? Şehlâ ile evlenmeme mâni oluyorsunuz  Ben sanki Şehlâ'yı bilmiyor muyum? KÂMİL — Elbette bilirsin ama, iç yüzünü nerden bileceksin   SIRRI — Kamburundan bilmem nesinden bahsettiniz  Bunlar iç yüzü müdür? Biz onunla bu yaz ne güzel dansettikti   KÂMİL — Allah Allah  Demek bu kız hoşuna gitti ha? Şaşarım aklına senin  Vallahi de şaşarım billahi de şaşarım   SIRRI —- Ne yapayım? KÂMİL (Kendi kendine) — Anlaşıldı  Bizim mendebur bu kızı seviyor  Ne yapmalı bilmem?!  AZİZ (Elinde bir demet çiçek olduğu halde kapıdan girer) — Tebrik ederim efendim  Kargaları himaye ve neslini ıslah cemiyetine başkan seçildiniz  Tebrik ederim  (Kâmil cevap vermez) Ne o? Bu haber pek hoşunuza gitmiyor gibi   KÂMİL (Meşgul) — Yok, yok çok memnun oldum   AZİZ — Hah, şöyle  Mustafa'yı çağırayım da evin önüne bayrak assın  (Bağırır) Mustafa! Mustafa   MUSTAFA (Girer) — Efendim? AZİZ — Git evin önüne bayrağı as! (Mustafa çıkar  ) AZİZ — Ben de gidiyorum  Kasaba gençlerini tabur edip evin önünden geçireceğim  (Çıkar) KAMİL (Kendi kendine meyus) — Zavallı Sırrı ağlayıp duruyor  Başka çare kalmadı  (Yazıhanenin önüne oturur yazmaya baslar  ) Aziz vatandaşlarım, istifamı veriyorum  SIRRI — Hayret, babam yazı yazmaya başladı  (Ayağa kalkar, babasının önündeki kâğıdı alır, yırtar  ) KÂMİL — Ne yapıyorsun? SIRRI (Yavaşçacık) — Vatan derken (v)den sonra (a) ister   KÂMİL — Desene yanlış yazmışım  (Ayağa kalkar  Kendi kendine) Yahu, oğlum olmadan istifamı bile veremiyorum  (Kulisten Merhum' un sesi gelir  ) Merhum geliyor  SIRRI — Ben gideyim   KÂMİL — Hayır, kal  MERHUM (Elinde valizi olduğu halde girer) — Allahaısmarladık aziz meslektaşım  Size veda etmeden evvel     KÂMİL (Lâkırdısını keser) — İki gözüm, biz kararı değiştirdik  Oğlumla uzun boylu konuştuk  Sizi meyus etmeye gönlümüz razı olmadı  Bu evlilik Sırrı'yı da memnun edecek  (Yan yan oğluna bakar) Kâfir!  MERHUM (Sırrı'ya) — Sahi mi? Bak buna memnun oldum işte  (Bavulunu düşürür, bavul açılır, asanatika yerlere dökülür  Aldırmaz  ) Memnun oldum işte  Çok menun oldum  Hemen gidip Yedikule'deki o evi tutayım   SIRRI — Hangi ev? KÂMİL (Meyus) — Kayınpederin sana İstanbul'da ev bulmuş!  SIRRI (Kendi kendine) — İyi ama babamın nutukları ne olacak? (Merhum'a yüksek) Fakat, sizden de bir ricam var  Bunu kabul edeceksiniz  MERHUM — Aman söyle iki gözüm evlâdım söyle  Neymiş o rican bakayım  Başım üstüne  SIRRI — Ben babamı terkedemem  Yani buradan ayrılamam  MERHUM — Bari iki ay kadar bende kalırsınız artık   SIRRI (Babasına bakarak) — Bilmem nasıl olur   KÂMİL — Kabul et, kabul et  İki ay da mürekkep lekeleriyle idare ederim, elimi keserim canım  MERHUM — Kızımı o büyük kusuruna rağmen kabul ettiğinizden dolayı size çok müteşekkirim  KÂMİL — Neymiş şu kusur Allahını seversen? MERHUM — Ah efendim, manzum âliniz olmadı mı? Bir türlü imlâyı beceremez  Bilhassa mutabakatlarda kırdığı potun haddi hesabı yoktur  KÂMİL (Kendi kendine) — Ha! Bu mu imiş  Ben de bir şey sanmıştım  Yazacağı şeyleri (Mağrur bir tavırla) bana versin  (Kendi kendine) Ben de oğluma veririm  Zaten kâfir bizim ailenin kavait kitabı  Hepimiz derse çalışıyoruz  (Yüksek) Sana damat değil kavait kitabı veriyorum efendi, gözünü aç  (Perde kapanır  ) Cemil CAHİT | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |