|  | Karacaoğlan Efsanesi |  | 
|  05-04-2009 | #1 | 
| 
siLveRghoSt
 |   Karacaoğlan Efsanesi Karacaoğlan Efsanesi  Asıl adı Hasan’mış  Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz kalmış  Beş yaşına varmadan da babası Kara İlyas, Kozan derebeyi tarafından askere alınmış  Bir daha da dönmemiş  Böylece küçük Hasan ortalıkta kalakalmış ! Anasının “Karaca” diye sevip doyamadığı Hasan’a köyden Serdengeçti Osman Ağa sahip çıkmış  Ona babalık etmiş, büyütmüş  Yaşı on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek istemiş  Karacoğlan, bu dilsiz kızla evlenmek istememiş  Ama bu düşüncesini çok sert bir adam olan babalığı Osman Ağa’ya da söyleyememiş  Çareyi köyden kaçmakta bulmuş  Düğün hazırlıkları yapılırken köyden kaçmış  Karacoğlan dağlar, tepeler aşmış, nereye gittiğini bilmeden durmadan yürümüş… Yaşar Kemal’den: “Yola Çıkarken bütün obası başına birikmişti  Gitme demişlerdi  Gurbet elin kahrı zehirden acıdır  Aşıkta olsan gitme  Başında kavak yelleri gelir geçer Obamızı bırakma gitme demişlerdi  Ama dinlememişti  Yareni yoldaşı, sazının sözünün üstüne yok, bırakma bizi demişlerdi fakat onu yolundan döndürememişlerdi… Uçsuz bucaksız ovanın ortasına dikilmiş şimdi bunları düşünüyordu  Kim bilir ne zamandan beri böyle dimdik, kımıldamadan duruyordu  Derken şafağın ucu görünmüştü  Dağlar tepeler aydınlandı  Kuşlar ötmeye başladı  Yürüdü  Yürümekten başka bir şey düşünmüyordu  Gençti  Yüreğinde bir top ışık, bir ateş harmanı, çiçek açmış bir bahar dalı  Yürüyordu  Gün öğle oldu…” Karacaoğlan Yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam ağacının altına oturmuş  Daha oturur oturmaz da uyumuş  Uykusunda ak sakallı bir dede, Karacoğlan‘a dolu bir tas uzatmış: - İç şunu, iç ki, yorgunluğun ve dargınlığın son bulsun  Dilin bülbül, gönlün şen olsun, demiş  Karacoğlan, tası başına dikip içince kendine gelmiş  Yorgunluğu üstünden gidivermiş  İçinin çalıp söylemek isteğiyle coştuğunu görmüş  Sazını eline alıp yeniden yollara düşmüş… Bir gün Karacaoğlan Aladağlar’da bir Türkmen obasına konuk olmuş  Çalıp söylemiş  Oba halkı Karacoğlan‘ı çok sevmiş: - Âşık, hiç üzülme, demişler  Burasını kendi oban gibi bil, burada kal, obamız şenlensin ! Karacoğlan obada kalmış  Karacaoğlan‘ın etrafı halka halka olmuştu  Kalabalıktan bir yaşlı, “şu aşık iki söylese de dinlesek” dedi… Şimdi yalnız bir ses, sanki dağlar taşlar, ovalar yankılanıyordu  Obada kim varsa hasta yatalak, çoluk çocuk halkaya katılmak için adeta çadırlarından fırlıyorlardı  Halka büyüdü, büyüdü… Dağlardan çobanlar sürüsünü bırakıp geldi  Dağlardan kurtlar, kuşlar geldi  Halka dondu kaldı… Sonra birdenbire saz durdu  Türkü durdu  Türkü bir zaman kayalarda, ovada yankılandı, kaldı  Aşık başı önünde kalktı, yürüdü  Onun geldiğini gören halka usuldan aralandı  O çıktı… ” Dünyadaki bütün yaratığı ağacı, kuşu, böceği, insanı, her şeyi  Her şeyi en derin sevgisiyle kucaklardı  İliklerine kadar aşkı duyardı dünyanın her şeyine  Yağmuruna, kışına sıcağına, soğuğuna boranına… Dünyanın en küçük, en duyarsız şeyine bile kocaman açılmış çocuk gözleriyle hayretle bakardı  Türküsü, sesi, bir coşma, bir kendinden geçmeydi  Dünyaya karşı… Günler gelip geçerken, Karacoğlan obabaşı Boran Bey’in biricik kızı Elif’e âşık olmuş  Boran Bey de babalığı Osman Ağa gibi sert bir adammış  Derdini içine gömmüş, gizlice obayı terk etmiş… Dağları aşa aşa, günlerden bir gün Karaman iline gelmiş  Orada da Boran Bey’in obasıyla karşılaşmasın mı ? Hem şaşırmış, hem sevinmiş  Elif de aylardır Karacoğlan‘ın özlemiyle yanıp tutuşuyormuş… Bir gece gizlice buluşup obadan kaçmışlar  Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanın beyi Tuğrul Bey’e sığınmışlar  Tuğrul Bey, obalılar, çok iyi karşılamışlar bunları  Artık Karacoğlan‘la Elif orada kalmışlar  Tuğrul Bey, dillere destan bir düğün yaptırarak onları evlendirmiş  Karacoğlan obalılara saz çalıyor, Elif de ev işleriyle uğraşıyor, mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmış  O yörede Köse Veli derler bir adam varmış  Elif ‘e tutulup âşık olmuş  Bir gece Karacoğlan yokken, çadıra girivermiş, Elife saldırmış  Ne yapsın Elifcik? Bir duyan olmasın, rezil olmayalım diyerek sesini çıkaramamış… …Fakat bu sırada Karacaoğlan Ceritlerin düğününde saz çalmaktadır  Birden sazın teli kırılır  Şaşırır  Ayağa kalkar  Rüzgar gibi yola düşer  Bir günlük yolu göz açıp kapayıncaya kadar geçer  Çadırına geldiği zaman Halil’i Elif’le yatağında uyurken bulur  Üstlerine abayı örter  Abayı gören Elif Karacaoğlan‘ın gideceğini, bir daha dönmemek üzere gideceğini anlar  Olan olmuştur  Elif olan biteni annesine anlatır  Anası Halil’i öldürür  Halil’in ölüm haberi Bey’e gider  Bey Karacaoğlan‘ın başına gelenlere üzülür  Onun aranıp bulunmasını ister  Bey’in adamları ve Deli Hüseyin günlerce obaları, dağları taşları ararlar  Karacaoğlan‘ı bulamazlar  Aradan yıllar geçer  Karacaoğlan‘dan bir haber çıkmaz  Bir haber geliyor, Antep ilinde saz çalıyor  Bir haber geliyor, Erzurum yaylasında Akkoyunlular içinde  Bir haber geliyor, Arabistan’a geçmiş  Hama’da saz çalarken görülmüş  Bey nereden bir haber duyarsa, atlılar oraya uçuyorlardı  Ama nafile  Gittikleri yerlerde sadece Karacaoğlan‘ın türkülerini duyabiliyorlardı  Bey, Elif’e Karacaoğlan‘ı buldurmadan ölürsem gözüm açık gider demişti ama bulduramadan da ölmüştü  Elife gelince, o da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış  “Er geç gerçeği öğrenecek, bana dönecek!” umuduyla Karacoğlan‘ın yolunu gözlemiş  Bir zamanlar obanın en güzel gelini olan Elifcik de yaşlanmış, artık obanın Elif Ana’sı olmuş… Aradan yıllar geçmiş, Elif yaşlanmış  Bir gün Karacaoğlan her şeyin aslını öğrenmiş  Elif’i bulmak için yola çıkmış  Aramış, araştırmış, bulamamış  Sonra bir gün ona bir mezarlığı göstermişler  Ayakta zor durabilen Karacoğlan: - Nerede? diye sormuş, Elif nerede ? Kalabalık donup kalmış, kimseden ses çıkmamış  - Yoksa öldü mü ? Yaşlılardan biri mezarlığı göstermiş: - işte orada ! Gençlerin yardımıyla Karacoğlan mezarlığa varmış  Yeni bir dut fidanı dikilen Elifin mezarının başına oturmuş  Sazını göğsüne bastırarak söylemeye başlamış: “Şu yalan dünyaya geldim geleli, Tas tas içtim ağuları sağ iken  Kahpe felek vermez benim muradım, Viran oldum mor sümbüllü bağ iken…” Sonra sazını dut fidanına asmış: - Bu saz burada kıyamete kadar kalacak, demiş, oraya yığılıp kalmış… Obalılar, Karacoğlan‘ı Elifin yattığı tepenin karşısına gömmüşler  Derler ki, her yıl ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yeşil, biri mavi iki ışık yükselir, gökyüzünde birleşir  Karacaoğlan‘la Elifin sevgileridir bunlar… Saza gelince, o saz da yıllarca orada asılı kalmış  Çürümüş, yenisini yapıp asmışlar  Dut ağacı yaşlanmış, yıkılmış, Yeni bir dut fidanı dikmişler  Yüzyıllardır, yel estikçe Karacaoğlan‘ın sazı kendi kendine ötüp durmuş… Kısa olan efsanede ise şöyle anlatılır: Yukarı Karacasu Köyünün sınırları içinde, Karacaoğlan tepesinde, moloz taslarla üçgen seklinde yapılmış bir mezar vardır  Halkın “Karacaoğlan ziyareti” diye adlandırdığı ve adaklar adandığı bu ziyaretin efsanesi şöyledir  Rivayete göre Karacaoğlan bir ağanın kuzu çobanıdır  Vaktin birinde ağa hacca gider  Yolda giderken cani helva çeker ve “su bizim hanimin helvası olsa da yesem” der  Ağa bunları hac yolunda düşüne dursun, Diğer tarafta Karacaoğlan ağanın evine gelip ağanın karısına “ağam helva istedi, yapta götüreyim” der  Ağanın karisi içinden “ağa hacda, çobanın cani helva çekti, bana da söylemeye kıyışamadı  Böyle bir yalan söyledi” diye geçirir  Helvayı yapar bir tasın içine koyup çobana verir  Ağa yolda giderken bir bakar ki kendisine bir tasın içinde helva uzatılıyor  Ağa tası alır, bakar ki bu tas evindeki tastır  Ağa olup bitenlere bir anlam veremez ama helvayı da yer  Helvayı yedikten sonra tası çantasına koyup yoluna devam eder  Ağa hacca gider, görevini yapar ve köyüne geri döner  Evine geldiğinde hanımına yolda kendisine gelen tası sorar  Hanımda Karacaoğlan ile arasında geçen konuşmayı anlatır ve “Tası ona vermiştim, daha getirmedi” der  Bunun üzerine ağa kendisini ziyarete gelenlere dönerek “keramet Karacaoğlan ‘dadır  Gidin onun elini öpün “ diye söyler  Böylece Karacaoğlan yörede “keramet sahibi “ olarak tanınır  Karacaoğlan bir gün yine kuzuları otlatmak üzere dağlara doğru gider  Ancak ecel, Karacaoğlan bir tepenin üstünde yakalar  Karacaoğlan öldüğü tepede defnedilir  Karacaoğlan tepesi ve ziyareti bundan sonra halk arasında kutsal kabul edilir Olur yöresinde Karacaoğlan ile birlikte “Sari Baba” ve “Horasan Baba“ ziyaretleri de halk arasında adakların adandığı yerlerdir  Hatta bu üç şahsın birbirleriyle kardeş oldukları söylenir  Bunların bulunduğu bölgeye “Üç ziyaretler“ denir ve kutsallığına inanılır   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |