|  | Türk Tarihinde Esnaf Teşkilatı |  | 
|  08-16-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Türk Tarihinde Esnaf Teşkilatı Anadolu’da 13  ve 14’üncü yüzyıllarda oluşup gelişen ve kısa denebilecek zaman zarfında hayli geniş bölgelere yayılan, sosyo-kültürel bir esnaf teşkilatı niteliğini koruyan Ahilik, kökeninde fütüvvet teşkilatının tesir ve nüfusu bulunmakla beraber özü itibariyle bir Türk kuruluşudur  İmrenilmeye değer prensipleri; günlük hayatta ekonomik, ahlaki, yardımsever ve yiğitlikle bezenen uygulamaları ile Türk halkı tarafından kolayca benimsenen bu kuruluş, öğrenilmeye, sevilmeye ve tanınmaya değerdir   Dünya tarihinde her yönüyle çağdaş milletlerden üstün, büyük, kudretli ve ileri olabilme mucizesini göstermiş olan Türk-İslam kültür ve medeniyeti, bu üstünlüğünü bazı batılı tarihçilerin öne sürdüğü gibi kılıç kuvvetinden, bilek gücünden almamıştır  Türk-İslam İmparatorluğu’nun sahip olduğu kültür yüksekliğidir ki, ona büyük, geniş ülkeleri idare etme kudretini vermiştir  Eğer o kültürün her sahasında zamanının en yüksek derecesine ulaşmamış olsaydı, uygarlığın türlü çemberinden geçmiş olan ülkelerde hakim olabilir miydi? O kültür ve medeniyetin kudret ve kuvveti, ileri bir zihniyetle karşısındaki kavimlere üstün olabilecek tarzda siyasi, askeri, fikri ve iktisadi münasebetlerde medeni bir seviyede olmasındandır  Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda büyük faydaları görülen Ahilik, imparatorluğun kuruluşundan sonra esnaf kurumları halinde devam etmiştir  Osmanlı devleti layıkıyla kurulduktan sonra siyasi rollerine lüzum kalmayan Ahilik, sadece hayırsever esnaf kurulları tarafından sürdürülmüştür  Loncalar sendikaların işini de görmekteydi Her yönü ile içtimai düzene sahip eski cemiyet hayatımızda, ticaret ve zanaat ile meşgul olmak, bir dükkan açmak veya imalathane kurmak serbest değildi  ‘Gedik’ tabir edilen bir tahdide tabiiydi ve her sınıf esnaf ve sanatkar halinde toplanmıştı  Lonca mensupları ise devamlı kefalete bağlanmıştı  Gedik sahiplerinden biri ölür ve sanatı terk ederse dükkan veya imalathane o işin başında bulunup çalışmak şartıyla evladına kalırdı  Evladı yok ise veya baba mesleğini terk etmişse, o zaman gedik fonksiyonunu kaybetmiş addedilir ve lonca tarafından dükkan veya imalathane sahibi olmaya layık görülen bir kalfaya devredilirdi  Eski gedik sahibinin mirasçılarına işi terk etmiş evladına da dükkan veya imalathanede kalmış malın bedeli ile gediğe takdir edilecek bir peştamallık bedeli ödenirdi   Sanat sahiplerinin aralarında muntazam teşkilat ve birlik kurmalarına Anadolu Türkleri arasında 13’üncü yüzyıldan beri rastlanmaktadır  Bu teşkilat o zamanlar dini ve iktisadi bir mahiyet taşımaktaydı  Abbasi Halifesi Nasr- Li Dinillah’ın bir meslek haline getirdiği fütüvvete girip cömertlik, gariplere yardım etmek, zulüm görenleri korumak gibi işlerle tanınmış olanlara Anadolu’da Ahi denmiştir  Fütüvvet, Anadolu’da 13’üncü yüzyılda meydana çıkmaya başlayıp daha sonra muntazam teşkilatlı bir hale gelmiş olan dini-iktisadi zümrelerin esnaf ve sanatkar birliklerinin nazariyelerine topluca verilen isimdir  Bugünkü manasıyla üretim kooperatiflerine benzeyen loncalar, aynı zamanda sendikaların işini de görmekteydi  Malın kalitesini daima yüksek tutmak, standart istihsal temin etmek, kalifiye işçi yetiştirmek, iş ve ticaret ahlakının muhafazası, işçinin himayesi, ihtikarın önlenmesi, malın değerlendirilmesi ve bu değerini muhafaza etmesinin sağlanması loncaların gördüğü işlerdendi  Usta, çırak ve kalfalar Her sınıf esnafının idaresini elinde tutan bir ihtiyar heyeti vardı  İhtiyar heyeti, her sınıf esnafın kendi aralarında seçtikleri 6 ustadan ibaretti  Esnaflar arasında herhangi bir mesele hakkında şikayeti olanların ilk başvuracakları kişi yiğitbaşı idi  İşçibaşı kahyanın lonca toplanma kararını vermesi üzerine ihtiyar heyetinde bulunanları çağırmak ve meseleyi duyurma vazifesiyle görevlendirilmişti  Ehl-i hibre, ihtiyar heyetinin üyelerini teşkil ederdi  Bunlar toplantılarında alınacak kararlarda hakemlik rolü oynarlardı  Ehl-i hibre olanlar o meslekten anlayan, herkesin saygı ve sevgisini kazanmış olan kimselerdi  Şeyh, esnafın idare heyetinde her zaman bulunmayan kimseydi  Esnafın en küçüğünden, en büyüğüne kadar herkes onu sayardı  Meclislerde nasihat etmek, o sanatın geçmişi hakkında bilgi vermek şeyhlere düşerdi  Herhangi bir sanatta çalışanlar üç gruba ayrılırlardı: Ustalar, kalfalar ve çıraklar  Ustalar, sanatı iyi bilenler ve aynı zamanda sermayedarlardı  Kalfalar, usta olmaya aday ve henüz sermayesi bulunmayan ücretli usta işçilerdi  Çıraklar ise sanata henüz girmiş ve çok defa ücretsiz çalışan heveslilerdi  Kalfalık ve çıraklık müddetleri muhtelif esnaf sınırlarına göre değişmekle birlikte çok defa 1001 gün olarak itibar olunmuştu  Yani en az 1001 gün çıraklık yapanlar, kalfalığa ve bir o kadar kalfalık yapanlar da ustalığa geçmek hakkını kazanırlardı  Bir pirden öğrenilen sanat, nesilden nesile ulaştırılırdı  O sanatı en iyi bilen kişi usta sayılırdı  Ustaların çıraklar ve kalfalar üzerindeki otoritesi kesindi  Çıraklar ustalarının yanında konuşmaz ve gülmezlerdi  Yardımlaşma ön plandaydı Loncalarda ustalık, peştamal kuşanma denilen ve bir çeşit iffet kemeri demek olan peştamalın, lonca kahyası tarafından yeni usta adayının beline dolanması şeklinde cereyan eden bir törenle verilirdi  Merasim başlarken, usta olacak kalfanın yaptığı işler lonca heyetine arzolunurdu  Heyet eserleri tetkik eder, bir torba içine koyup mühürlerdi  Sonra usta namzedi tören mahalline doğru yürürdü  Bu sırada “Esselamüaleyküm ya ehli şeria”, daha sonra “Esselamünaleyküm ya ehli tarika” ve Esselamüaleyküm ya ehli hakika” ve nihayet “Esselamüaleyküm ya ehli marifet” diye dört kapı selamını tamamlar ve usta namzedini, loncasına teslim ederdi  Usta namzedi, yaş ve kıdem sırasına göre el öper, hayır duası alırdı  Sonra ölünceye kadar mesleğinde şeref ve namusla çalışacağına dair Kuran-ı Kerim üzerine yemin ederdi   Müteakiben yiğitbaşı torbayı açarak, usta adayının yapmış olduğu işleri gösterirdi  Kahya, elini öpen usta adayının sol omzuna elini koyarak, “sabür ol, hamül ol, mütevekkil ol, haram yeme, haram içme, el ve eteğini temiz tut, koymadığın mala el uzatma, gördüğün iyiliği unutma, sana fenalık edeni sen affet, yürü Allah yardımcın ola   :” derdi  Sonra sıra kökü Ahi teşkilatına dayanan şed bağlama işine gelirdi  Usta peştamalı kahyaya verir, o da genç ustanın beline bağlar ve alçak sesle kulağına sanatın esrarını söylerdi  Tekrar el öpülür, davul zurna çalmaya başlardı  O sırada yiğitbaşı “ilk siftah uğruna aşk ola” diye bağırarak yeni ustanın yapmış olduğu eserleri mezat usulü ile satmaya başlardı  Mezat sonu toplanan para yeni ustanın açacağı dükkana ilk sermaye olurdu  Her loncanın ‘avarız’ denen bir tasarruf sandığı bulunurdu  Lonca mensupları, gedik sahibi, ustası, kalfası ve çırağı kazancından muayyen bir miktar parayı bu sandığa yatırmakla mükellefti  Herhangi bir felaket karşısında bu sandıktan yardım görürlerdi  Daha sonraları bu esnaf loncalarındaki tasarruf sandıklarının kaldırılarak, sermayelerinin hazineye devredilmesi, loncaların sırt dayadıkları bu iktisadi desteği kaybederek, kudret ve garanti kaynaklarından uzak kalmalarına sebep olmuştur  Kaynak:TESKOMB, Aralık 2005 | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |