Ölüm Ötesi Hayat Üzerine

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ölüm Ötesi Hayat Üzerine






Ey Yücelerden Yüce!


Yolumuz üzerine serip sergilediğin sonra da bizi görmeye dâvet ettiğin meşherlerini, en mükemmel şekiller halinde sarıp sarmaladığın en bedîî, en çarpıcı sanat eserlerini ve Sana ait gizli güzelliklerin tecellileri olarak binbir renk cümbüşü haline getirip ve yine Senin bir sanat mecmuan olan tabiatın sînesine yerleştirdiğin o, gözleri kamaştıran, başları döndüren resimlerin en parlağı, en mevzûnu ve birbirleriyle fevkalâde tenâsüb içinde bulunan eşya ve hâdiseleri seyredip, kaleminin sesinde ve o kalemle yazıp ortaya koyduğun kitabının âhenginde, Seni görüp, Seni duyup ruhumuzla kanatlanırken, isimlerinin ışığı altında açılan menfezlerden görülen bütün nizam ve âhenklerin, müşahede edilen umum renk ve suretlerin; her tarafta duyulan ses ve nağmelerin bu seslerden meydana gelen koro ve senfonilerin menbaına gözlerimiz kaydı Gönüllerimiz, o her şeyin kaynağı olan yüce âlemlerin esrârıyla kendinden geçti


Kalp ve iman gözüne açılan o ayrı ayrı pencerelerden öteleri seyre dalıp, gönüllerimizdeki 'tûbâ-i cennet' çekirdeğinin bir ağaç hâlindeki aslî hüviyetini müşahedeye cür'et ettik Ve ötelere, ötelerin de ötesine uzayıp giden çok uzun, çok çetin fakat çok zevkli bir seyahate yeltendik Bunu yaparken de beyânını ruhumuza rehber eyleyerek, isim ve sıfatlarının aydınlatıcı tayfları altında ve yine yol yol sonsuzluğa giden nurdan hakikatlerle kanatlanıp yollara döküldük


Kelâmında anlatılıp resmedilen; en ince teferruatına kadar haritası çizilen; nihayet bir kutlunun mi'racıyla bütün bütün kapıları açılıp her marifet erinin gönlündeki arşiyeleriyle, o âlemlere yükselme imkânı doğan bir ulu seyahatta, haddimizi aşıp esrarlı kapılarının tokmağına dokundu isek, edep ve erkân bilmeyen ham ruhlarımızın görgüsüzlüğüne vererek, bizi bağışlamanızı diler affına sığınırız


Ey, bizleri varlığa erdiren ve var olmadaki sonsuz zevki gönüllerimize duyuran Güzeller Güzeli Yüce Yaratıcı! Bu koskoca kâinatları bir kitap gibi önümüze seren Sen; onun esrarını vicdanlarımıza duyuran Sen ve vicdanlarımızı lâhûtî esrarının mevcelenip geldiği iklime bir sahil yapan yine Sensin! Sen bizleri var etmeseydin bizler var olamazdık Bu muhteşem kâinatları bir kitap gibi önümüze açıp, yüce teşrifatçı ve tarif edicilerinle anlatıp bizlere şerhetmeseydin, Seni bilemeyen, gönlüne eremeyen cahiller güruhu olarak yıkılıp gidecektik Lûtfedip de kâmetlerimize göre kendini bize anlatmasaydın, haricî dünyalar ile vicdanlarımız arasında irtibatlar temin ederek, Zât-ı Ulûhiyetin adına bildiğimiz ve bileceğimiz şeyleri tutup yakalayacak, şekillendirip istikâmet verecek; ilmi ilim, marifeti marifet yapan bir ilk tasdik ediciyi ruhumuza yerleştirmeseydin, nereden bunları ve Seni bilecek ve yoluna hayranlık duyacaktık!


Bizler Senin kapının boynu tasmalı kulları, vicdanlarımıza aksedip duran parıltılar da Senin varlığının ziyasıdır Biz neye maliksek Senin vergin, Senin atândır Bunu bir kere daha ilân ediyor, kapının âzâd kabul etmez kulları olduğumuzu itirafla ahd u peymânımızı yenilemek istiyoruz


Ey zikri, fikri ruhlara itmi'nân veren Gönüller Sultanı! Senin öğrettiğin ve ruhlarımıza duyurduğun şeyleri, gönülleri, gönüllerimiz gibi mürde ve derbeder olanlara ulaştırmak için, yer yer eşya ve hâdiselerin dolapları içine girerek, yer yer benliğimize dönerek olup biten şeylerden ve bu umûmî gidişattan Senin varlığına bakan pencereleri, Senin huzuruna yükseltecek yolları araştırıp tesbite çalıştık


Bunları yaparken hata ettikse, Sana gelirken ve başkalarına yol göstermeye çalışırken ettik Kusur yaptıksa Senin yolunda yaptık Hata daima hata, kusur da daima kusurdur Bizler kalpleri kırık, ruhları iki büklüm, boyunlarında tasma vereceğin hükmü bin cân ile intizar etmekteyiz Bunu derken biliyoruz ki, Senin sonsuzluğa kadar gidip dayanan rahmetin daima gazabının önünde olmuştur Senin lûtuflarını idrâk etmiş kapıkullarına, kusurun yaraşıp yakışmadığı muhakkak; ama, affın, Size çok yakıştığını söylememize lütfen müsaade buyurunuz!


Evet, Sultanım: 'Sultana sultanlık, nitekim gedâya gedâlık yaraşır'


Ölüm Ötesi Hayat

Alıntı Yaparak Cevapla

Ölüm Ötesi Hayat Üzerine

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ölüm Ötesi Hayat Üzerine






Haşir Akîdesinin Faydaları



ALLAH'a imandan sonra, hayatı tanzîm edip bir düzene koyma, beşerin toplu olarak huzurunu temin etme; haşre yani ölüm ötesi hayata inanmaya bağlıdır


Yaptığı şeylerin hesabını vereceğine inanmayan bir insanın hayatının müstakîm olması düşünülemez Buna karşılık, attığı her adım için öbür âlemde Allah'a hesap verme düşüncesini eksik etmeyen, her davranışı bir hesabın ifadesi olan, her sözü, her dinleyişi ve her kalbî temâyülünü ötede Allah'a hesap verme havasına göre hassasiyetle ele alan kişinin de hayatı oldukça muntazam bir şekil arz eder


"Ne işte bulunsan, Kur'ân'dan ne okusan ve siz ne iş yapsanız mutlaka biz, içine daldığınız an üzerinizde şâhidiz (her yaptığınızı görürüz) Ne yerde, ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey, Rabb'in(in bilgisin)den kaçmaz Ne bundan küçük, ne de büyük hiçbir şey yoktur ki, hepsi apaçık bir kitap (Allah'ın bilgisinin nakşedildiği Levh-i Mahfuz)da olmasın (Allah'ın bilgisi her şeyi içine almıştır O'nun bilgisi dışında kalan hiçbir şey yoktur Her olay, ancak O'nun bilgisi ve izniyle olur)" (Yunus/61)


Yani bütün davranışlar ve hareketler, kerîm melekler tarafından tespit edilmektedir Büyük, küçük, gizli ve açık; bizim hakîr, Allah'ın azîm gördüğü veya bizim azîm Allah'ın hakîr gördüğü -hangi hesap içerisinde ele alınırsa alınsın- yaptığımız her şey tesbit edilmekte, her şeyimize nigehbân gözetleyenler, yazanlar ve her şeyimizin hesabını görmek üzere 'deyyân' olan Allah hâzır ve nâzırdır


Bu ruh ve şuur içinde yaşanan bir hayat müstakîm; bu ruh ve şuur içinde yaşayan fertlerin teşkil ettiği toplum huzur içinde; yine bu ruh ve şuur içindeki aile ocağı da, yaşadıkları aileyi cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirmişlerdir


Evet beşerin çılgınlıklarını bırakabilmesinin tek yolu vardır; o da öldükten sonra dirilmeye inanmasıdır Gençliğin çılgınlıklarının önünü alacak, onun hezeyanlarını önleyecek, yavaş yavaş ölüme doğru giderken her adımda ayrı bir inkisâr ve ümit kırıklığına uğrayan ihtiyarlara ümit kaynağı olacak, çocukların mukavemetsiz kalplerinde her an saâdet şem'â ve şulelerini yakıp aydınlatacak da ancak haşre iman ve inançtır


Gençten ihtiyara, kadından erkeğe, âdilden zâlime herkes için içilen su ve teneffüs edilen hava kadar haşre imana ihtiyaç vardır


Haşre iman denen bu şerbeti içmek aynı zamanda yudum yudum huzuru yudumlamak demektir Bu sebepledir ki, beşerin sulh ve salâhı için uğraşan ve ona huzur bahşetmeyi gaye edinen bütün fikir adamlarının; meseleyi bu zaviyeden değerlendirmeleri gerekmektedir


Ferdin, âilenin, cemiyetin ve topyekün bütün insanlığın hakîkî refâh, saâdet ve huzura erebilmesi ancak ve ancak, büyük-küçük bütün amellerin hesabının görülebileceği bir âhiret yurduna inanmaya bağlıdır


Kur'ân-ı Kerim:


"Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür (İnsana ameli gösterilir, insan yaptığını görür)" (Zilzâl/7-8) diyerek, zerre miktar hayır işleyenin hayrının mükâfatını; ve zerre miktar şer işleyenin de şerrinin cezasını göreceğini ilân etmekte ve insanlara bu mesuliyet duygusunu aşılamaktadır İnsanlar bu iman ve inanca sahip olduktan sonra, artık ona 'İstediğini yap!' denebilir Zira vak'a ve realite, yapılan her şeyin aynen karşılık göreceği kat'iyetini ifade etmektedir Bu anlayışda bir insan, alnını ak, yüzünü pâk edecek ve ötede onu mahcub edip yere baktırmayacak işler yapma lüzumunu duyacaktır


Çocuk, o zayıf, o nahîf ruhuyla ancak haşre iman ile huzurlu bir hayat bulabilir Herkes çocukluğunu bu zaviyeden tetkik etse ve hayâlen çocukluk anlarına gitse bu hükmü tasdik edecektir


Evet, çocuk ince bir kalbe sahiptir, aynı zamanda da hâdiselerin terkibini yapıp neticeye gidecek bir zekâya da sahip değildir Hem o, büyükleri gibi, kendisini eğlenceye verip tenvîm de edemez Onun içindir ki, ölüm endişesini bir büyükten daha derin hisseder Her an etrafından kopup gidenler, onun içinden de bir parça koparıp götürürler Annesi, babası vefat eden bir çocuğun dünyası ise bütün bütün yıkılır Ruh âlemini aydınlatan bütün yıldızlar söner ve vicdanının seması karanlığa gömülür Vicdan taşıyan hemen her insan bunları hissedebilir


Çocukluğumda bir kardeşim ölmüştü Onun mezarına her uğrayışımda ellerimi açar "Allah'ım ne olur dirilt de, onun güzel yüzünü bir kere daha göreyim!" der yalvarırdım Şimdi bu halette olan, ben ve benim gibi binlercenin kalbindeki 'Öldükten sonra dirilme inancını silin; gönlünden bu imanı söküp atın; bu yanan kalbe ve figan eden gönüle ne ile derman olacak ve bu yangını nasıl söndüreceksiniz? Hayır hayır, hiçbir şeyle ona derman olmanız ve onun ateşini söndürmeniz mümkün olmayacaktır Sadece haşir akîdesidir ki, bu buhranlar ve sıkıntılar arasında kıvranan çocuğa soluk aldırır ve rahat ettirir


Evet, yakınlarının teker teker kopup gidişi karşısında; ancak onların cennete gittiğine imandır ki, bu yavruya teselli verir ve onu bu dayanılmaz dertten kurtarır


Küçük dahi olsa, alıştığı, ülfet ettiği bir yakını, büyüğü veya onsuz yapamayacağını kabul ettiği bir sevdiğinin göçüp gitmesi onun nazenin kalbinde kapanmayacak bir yara açar Bu öyle onulmaz bir yaradır ki, ona ancak şu düşünce merhem olabilir:


'Buradan gitti veya alındı; fakat orada Hudâ, ona cennet kapılarını açtı Şimdi o, cennet bahçelerinde kuşlar gibi kanat çırpıp uçuyor Eğer ben de ölsem onun gibi uçacağım


Şayet ölen büyük ise, şöyle düşünecek; o öldü, ama orada da beni kucağına alıp sevecek, başımı okşayıp bağrına basacak Ve işte bu düşüncelerdir ki, ölümün açtığı firkât ve ayrılık gediğini kapayacak ve onun kanayan yarasına merhem olacaktır


Huzur mu istiyorsunuz? Onu ne dört bir yanda tütüp duran fabrika bacalarıyla, ne de yıldızlar arası seferler düzenlemekle temin edemezsiniz Hakikî huzur, işte bu iman ve inanca dayalı olan huzurdur Evet, bu öldükten sonra dirilme esasları üzerine kurulu huzur, işte gerçek huzur odur


İhtiyarlar Adım adım ölüme yaklaşan ihtiyarlar Ağzını açmış kabir onları beklerken ve onlar da süratle ona doğru koştururlarken ne ile teselli olup, hangi şeyle kendilerini avutabilirler? Her gün aynada seyrettikleri ak saçların içlerinde hâsıl ettiği burkuntuyu ne ile bertaraf edebilirler? Bu halin meydana getirdiği rûhî eksikliği nasıl kapayabilirler? O yaşa gelinceye kadar evlattan, torundan, arkadaştan ve yakından öbür âleme gönderdikleri kimselerin onların kalplerinde bıraktıkları izleri ne ile silebilirler?


Gençliğin, sıhhatin, makam ve mansıbın gidişi ve bu gidişlerin onun içinde bıraktığı korkunç izler varken siz onu bu haliyle nasıl teselli edebilirsiniz? Ona takdim ettiğiniz her türlü maddî teselli, ayrılıp gitmesiyle onun içinde yeniden korkunç izler bırakacak ve bu daima böyle devam edip gidecektir Öyleyse bütün insanlarla beraber ihtiyarların da huzur bulacağı tek çare vardır: Öldükten sonra dirilmeye inanmak!


Birkaç gün sonra kendini yutmak için bekleyen bir canavar ağzı dehşetini veren kabrin, öbür âleme giden koridorun mütevazı bir kapısı olduğuna inandırmak! Orayı cennet bahçelerine geçmek için bekleme salonu olarak göstermek! Rahmet ve gufrânın mevcelendiği bir yer olarak tarif etmek! İşte bütün bunlardır ki, ona teselli kaynağı olacaktır


Kur'ân-ı Kerim Zekeriyâ'nın (as) diliyle:


"Rabbim, demişti Bende kemik gevşedi; baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu Rabbim, Sana duâ ile hiçbir zaman bahtsız olmadım (her duâ ettikçe kabul buyurdun, beni istediğimden mahrum etmedin)" (Meryem, 19/4) derken ve ardından da O'nun hayırlı bir evlat istemesini hikâye ederken dünyadan göçüp gitmeye hazırlanmış bir insanın feryadını en güzel bir şiir ahengi içinde tasvir etmektedir Ruhta meydana gelen bu feryadı, eşsiz bir şekilde anlatma ve dile getirme yine Kur'ân'ın mucizevî yönlerinden birisidir Her şuurlu insan, vicdanını dinlediği zaman kalbinin dudaklarında acı tebessümü gördüğünde ruhunda kopan böyle bir feryadı bütün dehşetiyle hissedecektir Fakat ona bu halinde teselli olabilecek ve ruhunda kopan bu fırtınayı dindirebilecek tek çare âhirete iman olacaktır Bu inanç ve iman, onun kulağına hayat verici soluğuyla âdeta şunları fısıldamaktadır: 'Hayatını ikmâl ettin Vazifeni yaptın Seni bu dünyaya gönderen Rahmeti Sonsuz, daha fazla seni bu çöllerde mahvetmeyecek ve seni huzuruna alarak, senin için hazırladığı nimetlerini sana bahşedecektir'


Evet, bu ve bu mânâya gelen müjdelerdir ki, o ihtiyara hakikî huzur ve saâdeti tattıracaktır Çünkü, o, asıl vatanı olan âhiret âlemine gitmeye hazırlanmaktadır


İçtimâî hayatın büyük bir kısmını gençler teşkil eder Mütecaviz ve hayatları hezeyanla dolu olan gençler hayatı cehennemî bir hale çevirirler Öte yandan sahabe gibi hayatlarından nur fışkıran, yüzleri saâdet gamzeden, bütün davranışlarıyla Allah'ı hatırlatan, bakışlarında cennet parlayan gençler ise hayatı tamamıyla bir cennet haline getirirler Evet, gençler, haşre inanma ile gerçek benliklerini bulacak fakat haşir akîdesi ve öldükten sonra dirilme duygusu gönül ve kafalarından sökülüp atıldığı zaman beşerin huzursuzluk kaynağı haline geleceklerdir Bugün insanlık huzursuz ise hayatının her safhası çılgınlık ve hezeyanlarla dolu olan gençlikle huzursuzdur Pedagoglar ve terbiyeciler, buna çare getirelim derlerken, yaptıkları muâlecelerle yarayı daha da derinleştirmiş ve onulmaz bir hale getirmişlerdir Halbuki bu yaranın dermanı, öldükten sonra dirilmeye inanmakdır


Zira gerçek çözüm gençliğin atacağı her adımı Allah'a hesap verme inancı içinde atmasını temin etmek ve bu şuur içinde yetiştirmek ile mümkün olacaktır


Hz Ömer (ra) mescide gidiyordu Önünde hızla mescide doğru koşan bir çocuk gördü Adımını hızlandırdı, çocuğa yaklaştı ve sordu:


- Ey yavru! Sana namaz farz değil Niçin böyle heyecanla ve koşa koşa mescide gidiyorsun?


Çocuk sadece şu cevabı verdi:


- Ey müminlerin emiri! Dün mahallemizde bir çocuk öldü!


Çünkü, istikâmetin medarı ve nokta-i istinâdı, sadece ve sadece herşeyin görülüp bilindiği; tesbit edildiği ve hesabının hazırlandığı bir güne göre hayatı tanzim etmededir


Kâinattaki bütün harekât ve hâdisâtın küllî irade ile tanzim edilmesine mukâbil, insan ise hayatını kendi iradesi ile yönlendirme mecburiyetinde ve mükellefiyetindedir İşte bu irâdenin hakkının edâ edilmesi neticesinde de Allah Rahmâniyet ve Rahîmiyetiyle insana, bütün cismânî arzularına cevap verecek, huri, gılman ve perdedârlarla donatılmış cennetler sunacaktır


Zira, irâde, Rahmaniyet ve Rahîmiyetin cilvesidir Cennet de Rahmâniyet ve Rahîmiyetin tezahür etmiş şeklidir Burada insan, Rahmâniyet ve Rahîmiyetin muktezası olan irâdeyi iyi kullandığı zaman o irâdenin semeresini yine Rahmâniyet ve Rahîmiyetin tezahürü olarak görür


Evet; hayatın âhirete göre tanzîm edilmesi ve sırların açığa çıkacağı günün unutulmaması sayesinde fert, aile ve cemiyet huzura kavuşacak ve hususiyle gençler istikamet bulacak, nizam ve intizam altında yaşayacak ve başkalarının huzurunu ihlâl etmeyeceklerdir


Sehl b Sa'd (ra) anlatıyor: Allah Rasûlü'ne (sav) gelip, günlerdir evine kapanmış ağlayan bir gencin durumunu haber verdiler İki Cihan Serveri onun evine kadar gitti İçeriye girince, genç sevinçle yerinden fırladı ve kendisini Allah Rasûlü'nün (sav) kolları arasına atıverdi Biraz sonra da ayaklarının dibine yığılıp kaldı Genç vefat etmişti Rahmet Nebîsi'nin (sav) gözleri yaşardı ve dudaklarından şu inciler döküldü:


"Arkadaşınızı techiz edin Cehennem korkusu onun ödünü kopardı Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah onu cehennemden koruyacaktır"


"Ama kim Rabbinin makamından, (O'nun huzurunda duracağı demden) korkar ve nefsi kötü heveslerden menederse, (onun için) gidilecek yer cennettir" (Naziat/40-41)


Rabbinin huzuruna çıkıp hesap verme endişesini taşıyan ve bu endişeye göre hayatını düzenleyen insan Rabbinin huzurunda emniyet içindedir Zira Rahmeti Sonsuz kudsî bir hadiste şu müjdeyi vermektedir:


"İki emniyeti ve iki korkuyu bir arada vermem"


Burada korkan orada emniyete ermiştir Bu düsturdan başka gençliğin çılgınlığının önünü alacak bir şey tanıyor musunuz? İnsanı muhafaza edecek bir çember ve bir daire biliyor musunuz? Eğer vereceğiniz cevap menfiyse müsbet mânâda bir hâl safhasına girmiş olacaksınız Bütün terbiyeci ve pedagoglar bu hakikate kulak kesilmeli ve bu düsturu hayata tatbik etmelidirler


Gençler her şey demektir Meseleye, bir haksızlık karşısında kükreyen gence bakarak 'gençliği olmayan bir millet mahvdır' diyen Hz Ömer (ra)'in ifadeleri içinde bakacak olursak, âlî duygularla mücehhez bir gençliğin cemiyet hayatının hayatı olduğu hükmüne varırız Böyle bir millet yeni yeni medeniyetler inşâ etme istidadındadır Bunun aksi ise hükmün de aksidir Öyleyse bir milletin yücelmesindeki en mühim faktör gençliktir Ama âhiret inancıyla dopdolu bir gençlik Hülâsa; inanan insanlar huzurlu bir dünya inşâ edebilecek ve sadece inanan insanlar huzurlu bir hayat yaşama hakkına sahip olacaklardır Gençlik bir milleti ya yatırır veya kaldırır Millet gençlikle ya cankeş veya berhayat olur


Beşerin büyük bir kısmını hastalar, mazlumlar ve musibetzedeler teşkil eder Haşir akîdesinin bunların ruhunda da büyük tesiri vardır


Hasta, her an kendisine yaklaşan ölüm ve koşarak gittiği kabir karşısında ümidi sadece o kabri öbür âleme açılan bir hol görmede bulur Şayet kabri saâdete götüren bir yol ve ebediyete ulaştıran bir vasıta halinde görmüyorsa hasta hiçbir zaman mesud olamayacaktır O, sancılarına, baş ve bel ağrılarına, kanser ve kangrenine karşı bununla teselli olur ve ara sıra ensesinde hissettiği Hz Azrâil'in pençesinin ruhunda meydana getirdiği ızdıraba karşı ancak bu inançla karşı koyabilir


'Evet, ben gidiyorum, beni kimse burada durduramayacaktır Fakat, asıl sıhhatime, ebedî gençliğime kavuşacağım ve herkesin muhakkak döneceği bir yer olan Allah'ın yurduna gidiyorum' diyerek hastalığını unutup müteselli olacaktır Onun içindir ki, ehlullâh ruhlarını Allah'a teslim ederken, dudaklarında da Dosta kavuşmanın tebessümü gonca gibi açmış olarak belirmiş ve onlar bu hâliyle ruhlarını teslim etmişlerdir


Nebiler Nebisi (sav) son anında ellerini Hz Âişe'nin ellerinden çekiyor ve "Allah'ım artık öteleri istiyorum" diyordu


Bir gün evvel de şöyle buyurmuştu:


"Allah bir kulunu dilediği kadar dünya nimetleri ile kendi yanında olanlar arasında muhayyer bıraktı Kul, Allah'ın yanında olanı seçti"


Dünya ile ukbâ arasında muhayyer bırakılan o kul kendisiydi Meseleyi anlayan sahâbî gözyaşlarını tutamamıştı O elini Hazret-i Âişe'nin elinden çekiyor ve Refik-i A'lâyı istiyordu


Aynı şekilde Hz Ömer gibi bir kâmet-i bâlâ da harabede başını yere koyuyor 'Allah'ım bu mükellefiyeti benim omuzlarımdan al, artık götüremeyeceğim' diyerek ötelere olan iştiyâkını dile getiriyordu


Bir âhiret inancı, binlerce güzelliğin tecelli edeceği âhiret yurdu ve bunların verâsında da Cemâl-i Bâki'yi görme iştiyak ve arzusuydu ki, onlara bu sözleri söyletiyor ve içlerinde bu arzuyu uyandırıyordu


Irzını, namusunu gaddar zâlimin elinden kurtaramamış, intikam hırsıyla yanan, kavrulan mazluma gelince O, ancak, zâlimin yakasını Allah'ın eline vereceği günü ve burada çektiklerine mukabil âhiret yurdunda kendisine bahşedilecek mükâfatları düşünmekle müteselli olur


Zira mazlum kat'iyen bilir ki, burada yapılan zulümler zâlimin yanında kalmayacaktır Bir mahkeme-i kübrâ açılarak inceden inceye her şey hesaba çekilecek; zâlim cezasını, mazlum ise mükâfatını görecektir


"İşte Rabbin, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar Çünkü O'nun yakalaması, çok acı ve çok çetindir" (Hûd/102) Yani Allah, zâlim bir kasabayı bir kere yakaladı mı, yaman ve yavuz yakalar Artık onu iflah etmez Evet, mazlum kendini elinden kurtaramadığı zâlim ve mütegallibten intikamını ancak bu şekilde alır ve müteselli olur


Musibetzede Semavî veya arzî musibetlere maruz kalmış, bağını bahçesini dolu vurmuş, sel götürmüş, binası zelzelede başına yıkılmış, kurduğu ümrân harâb olmuş, aile ve yuvası ile derbeder olmuş ve bunlara benzer bütün musibetzedeler de ancak öldükten sonra dirilmeyi düşünmekle teselli bulurlar


Zira bu inanca göre musibetlerde giden mal sadaka olur, can ise onu şehidlik mertebesine erdirir İşte bu düşünce ile orada rahat ve huzura kavuşur


Diğer taraftan aile yuvası, âhirete iman ile cennet köşelerinden bir köşe haline gelirken, bu iman sökülüp atıldığında cehennem çukurlarından bir çukur oluverir Çocuk dînî duygu ve yaşayıştan uzak, genç arzu ve hevesleri peşinde, ölümü beklenen hasta ise kendi ızdırapları içinde kıvranır bir vaziyette olan bu hane, daha insanlar içindeyken baykuşların ötmeye başladığı bir harabeden farksızdır Çehreler abûs, suratlar mahkeme duvarı gibi ve işin daha kötüsü, bunlardan kaçarken kendinden uzaklaşış ve eğlencelerle kendini uyutma zavallılığı İşte böyle bir haneye saâdetin girmesi ancak haşre ve öldükten sonra dirilmeye imanla mümkündür


Eğer yediden yetmişe herkesi huzurlu etmeyi düşünüyorsanız bütün gönüllere haşir akîdesini yerleştirmeye çalışın Zira o zaman gençler, nizam ve intizam içine girecek, çocuklar haylazlığı bırakacak, yaşlılar cennet yolcuları olarak saâdet içinde yaşayacak ve o hanenin içinde saâdet şimşekleri çakmaya başlayacak ve daha âhirete gitmeden âhirete ait mânâlar o hanede terennüm edilecek ve bunların neticesinde de daha dünyada iken cennet hayatı yaşanır hale gelecektir


Şehir ve memleket de insanın büyük bir hanesidir İçindeki gençleri nefislerine tâbi birer köle, ihtiyarları bedbîn ve karamsar, ve zâlimler de mazlumun iniltisini ney gibi dinlediği bir dünyada huzur olamaz Böyle bir dünyada şehirler, memleketler, milletler huzursuzdur Çünkü huzuru getirecek rükünler yerine getirilmemiştir


Nasıl ki, bir namazın namaz olabilmesi için belli rükünler vardır ve bu rükünlerin huşû içerisinde yerine getirilmesiyle namaz kemâlini bulur ve insan namazıyla mi'racın tatlı tebessümünü dudağında hisseder Bazen öyle bir an yaşar ki binler sene yaşamağa bedeldir Aynen bunun gibi memleket ve milletlerin bütünüyle huzurlu olabilmesi için onu meydana getiren cüzlerin, huzurun rükünlerine tam mânâsı ile uygun olması gerekmektedir İdeal bir şehir ve site, ancak ideal bir sistem ile kurulabilir Varsın Eflatun 'Cumhuriyet'inde bunun hülyasını yaşasın! Hayalperest Farabî 'el-Medinetü'l-Fâzıla'sında bunu çerçevelemeye çalışsın Bunlar hiçbir zaman bu ideal siteyi tahakkuk ettiremeyeceklerdir Çünkü onu meydana getiren rükünlerden mahrumdurlar Evet, hayatta bu huzuru temin edecek en büyük rükün, haşir akîdesine inanmak, dünyayı istihkâr edip âhireti intizar edecek şuur ve iz'ânı verebilmektir


Muvâzene insanı Efendimiz'in (sav) en mühim icraatından biri de kurduğu dünya nizamını "âhirette hesap verme" akîdesine dayandırarak kurmasıdır Bu hayat bir bakıma âhiretin mukaddimesi, âhirete hazırlayıcı bir tarla ve insan gönlünde âhiret şule ve şem'asının yakılması için verilmiş bir fırsattır Onun içindir ki, buraya 'yevmüddünya', öbür tarafa da 'yevmülâhir' denilmiştir Bu dünyada yapılanlar, doğacak öbür dünya için yapılmış olacaktır


İşte Allah Rasûlü (sav) bütün gönülleri tatmin edecek ve iz'an şulesini yakacak şekilde herkese bu dersi vermiştir Gönüller âhiret inancıyla öyle dolmuştur ki sahâbe dünyayı istihkâr edip âdeta gözleri dünya namına hiçbir şeyi görmez hale gelmişti İşte bir misâl: Meâlen takdim ediyorum


'Allah Rasûlü'nün (sav) huzuruna aralarında taksimi gereken bir maldan dolayı mürafaa olmak için iki sahâbî geldi Her ikisi de kendisine daha fazla hak iddia ediyordu İki Cihan Serveri bunları dinledikten sonra:


"Şimdi sizden biriniz, derdini daha güzel anlatarak beni ikna edip hükmü lehine verdirebilir Ben de sizin gibi bir beşerim; kimin delili daha muknî olursa ona göre hüküm veririm Fakat âhirette işin hakikatine göre hüküm verilecektir Zâlim cezasını, mazlum da mükâfatını bütünüyle orada görecektir" deyince her ikisi birden:


"Ya Rasulallah! Benim hakkım da onun olsun, ben vazgeçtim" diyorlardı


Daha sonra da Allah Rasûlü (sav) onlara şu hususu tavsiye buyurdu:


"Gidip malınızı âdil şekilde taksim edin, sonra da kur'a çekin Kimin hissesine neresi düşerse payına razı olsun Karşılıklı olarak birbirinize de hakkınızı helâl edin"


Görüldüğü gibi âhirete iman sayesinde hayat bu şekilde tanzim edilmiş oluyordu Öyle bir tanzim ki, ferd, bir günah işlediğinde kendisini bir direğe bağlıyor, affına ferman gelinceye kadar kendisini bu şekilde cezalandırmış oluyordu Mesele o kadar ciddi ele alınıyordu ki, işlenen günahın ancak şehadet kanıyla temizleneceğine inanan sahâbî tereddütsüz canını Allah yolunda feda ediyor ve şehadet şerbetini içmek için akıttığı kanıyla ötelere tertemiz olarak gitmeye çalışıyordu


Sa'd b Rebi' (ra) Uhud'un eteğinde ruhunu Allah'a teslim edeceği sırada Allah Râsulü'nden selâm getirdiğini söyleyen Muhammed b Mesleme'nin fısıltılarını duyuyordu Buna karşılık Sa'd b Rebi'de:


"Allah Rasûlü'ne benden selam söyle Vallahi Uhud'un arkasında cennetin kokusunu duyuyorum!" diyordu


Evet; insana ölüm anında dahi bu saâdeti tattırabilecek olan âhirete imandan başka ne olabilir? Beşerî hangi imkân, ferde, aileye ve cemiyete bu saâdeti takdim edebilir?


Şimdi, kâinatın medâr-ı iftihârı yüce Nebi'nin (sav) ümmetini haşir inancı noktasında nasıl eğittiğini bir parça anlayabilmek için onun fem-i mübarekinden çıkan inci mercanlardan birkaç numune verelim


Allah Rasulü (sav) buyuruyor:


"Ey insanlar! Sizler yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolacaksınız' Zerrat-ı asliyeniz, ervah ve eşbahınızla yeniden dirileceksiniz Hem cismânî hem rûhânî bir haşre mazhar olacaksınız Vicdanınızda duyup kendisini göremediğiniz cenneti; bunun da ötesinde cilvelerini müşahede edip hakikatine eremediğiniz Mevlâ'yı görmek için haşrolacaksınız Allah Rasûlü (sav) devamla: 'Dikkat edin! Âhirette ilk defa elbise giydirilecek Hz İbrahim'dir Dikkat edin! O gün ümmetimden birtakım insanlar sol taraflarından yakalanmış olarak getirilir Ben: 'Ya Rabbi! Bunlar benim ashabım!' derim Cenâb-ı Hakk bana hitaben: 'Ya Muhammed! Bilmiyorsun onlar senden sonra neler işlediler' der Ben de artık salih kul Hz İsa gibi derim: 'Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahittim, beni aralarından aldığında onları Sen gözlüyordun Sen her şeye şahitsin Onlara azap edersen doğrusu onlar Senin kulların, onları bağışlarsan güçlü olan, Hakîm olan şüphesiz ancak Sensin!"


Ahmet b Hanbel'in Hz Enes'ten (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de Allah Rasûlü (sav) şöyle buyuruyor:


'Ademoğlu Allah onu yarattığından bu yana ölümden daha şiddetli bir hadiseyle karşılaşmamıştır Sonra ölüm, ölümden sonrakilere nazaran daha hafif gelir O gün öyle bir şiddetle karşılaşırlar ki, çenelerine kadar terlerler Âdeta ter, onların çenelerine gem gibi olur Öyle ki o ter denizinde istense gemiler bile yüzdürülebilir'


Buharî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den (ra) rivayet ettikleri şu hadis yukarıdaki hadisi biraz daha tafsil eder mahiyettedir Allah Rasulü (sav) şöyle ferman ediyor:


"İnsanlar (kıyamet gününde) üç hâl üzere haşrolurlar Bunlardan birinci sınıf; dünyada havf ve reca muvazenesini kurmuş insanlardır" İçleri her an Allah ile dolup taşan ve işlerini âhirette hesap verme şuur ve idrâkine göre ayarlayanlardır En ümitsiz hadiseler karşısında dahi Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinden ümitvar olanlardır Alabildiğine Allah'tan korkmalarına rağmen küfrün bir şiârı olan ye'se ve ümitsizliğe düşmeyenlerdir Ve böylece rağbet ve rehbet içinde hayatlarını geçirenlerdir


"Diğer ikinci sınıf; cennete girebilmek için iki, üç, dört ve on kişi bir bineğe binmiş olanlardır" Bir hayvanın üzerine bu kadar kişi binerek düşe kalka Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna gitmeye çalışmaktadırlar Burada düşe kalka gittikleri, masiyet ve günahlarla yüzüstü düştükleri gibi orada da düşe kalka gideceklerdir


"Üçüncü sınıfa gelince onları cehennem sevk edecektir (Cehennemin içinden gelen kıvılcımlara göre mecburi istikamet takip edecekler) Onlar kuşluk uykusuna yatmak isteseler cehennem onlarla kaylûle yapar; ne zaman geceleseler cehennem onlarla beraber geceler; ne zaman sabahlasalar cehennem onlarla beraber sabahlar Ve yine ne zaman akşamı idrâk etseler cehennem de onlarla beraber akşama girer"


Çünkü onlar ruh ve vicdanlarında cehennemin çekirdeğini böyle taşıdılar Cehennemin çekirdeğiyle geceleyip onunla sabahladılar Binaenaleyh nasıl yaşadılarsa öyle muamele görecekler O çekirdek bir ağaç halinde neşv ü nema bulacak ve yakalarını bırakmayacak


İşte bunlar ve bunlara benzer dersler ile Allah Rasûlü ümmetini ciddi bir âhiret şuuru içinde yetiştiriyor ve bilhassa kendi devrinde sahâbî, perdenin verasında bütün dehşetiyle cehennemi ve bütün debdebesiyle cenneti müşahede eder bir hava içinde hareket ediyordu


Evet, hayatı istikâmet ve faziletlerle geçirmenin tek çaresi bu edep ile edeplenmek ve âhiret hayatını dünyada ahlâk haline getirmektir Yoksa âhirete imanı olmayan fertlerde ve bu fertlerin meydana getirdiği cemiyetlerde fazilet ve istikâmet düşünülemez Eğer onlarda da faziletten bir iz görülüyorsa, bu sadece insanlık fıtratının cevherine ve çekirdeğine Cenâb-ı Hakk tarafından yerleştirilmiş olan fazilettir Fıtrata yerleştirilmiş olduğundan dolayı da aksini yapmaları mümkün değildir Bu imkânsızlıktır ki, onları böyle faziletli işler yapmaya zorlamıştır Bu ise hiçbir zaman çalışmak ve kazanmakla elde edilen fazilet seviyesinde değildir


Ölüm Ötesi Hayat

Alıntı Yaparak Cevapla

Ölüm Ötesi Hayat Üzerine

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ölüm Ötesi Hayat Üzerine




Kur'an-ı Kerim'in Haşri İspat Metodu



Kıyametin vukû bulacağı hususunda hiç kimsenin tereddüdü yoktur Hattâ günümüzün müspet ilmi ve ilim adamları da bu mevzuda ittifak halindedirler Ancak onlar bu gerçeği çok uzun bir zaman sonra beklemektedirler Halbuki fevkalâde hâdiseler o kadar çoktur ki, bunlardan birisiyle kıyamet kopabilir


Meselâ bidayette dünyadan koptuğu kabul edilen "ay" neticede anasının sinesine dönmek istese işte dünya, atomik kanunlar içinde müthiş bir infilaka maruz kalır Ve kıyamet kopuverir


Bir hadis-i şerifte "âyetinin tefsiri münasebetiyle" i "ay" ile anlatan Allah Rasulü (sav) Hz Âişe'ye (ra) "ay"ı göstermiş ve:


'Ya Âişe! Şu zulmetle bürüyen ayın şerrinden Allah'a sığın!' buyurmuştur


Ondandır ki, ehlullah rüyada ay görmeyi şerre; güneş görmeyi ise hayra alâmet sayar ve öyle tâbir ederler


Bir kuyruklu yıldız gelip küre-i arza çarpıp kıyameti koparabilir Veya yanlış bir atom denemesi bu kıyametin kopmasına sebep olabilir Zahirî sebep ne olursa olsun bütün bunların ardında sebepleri elinde tutan Zât, sûra üfleme emrini verecek ve kıyameti koparacaktır


Kur'ân-ı Kerim, bizim tespit edebildiğimize göre, öldükten sonra dirilme hakikatini iki grupta toplamıştır


Birincisi: Kıyâs-ı temsilî,


İkincisi: Nazîrini gösterme metodu


Kur'ân bu iki şıkkı ele alırken bir makro âlemden, âfâkî delillerle haşrin meydana geleceğini, bir de normo (enfüsî) dediğimiz âlemden bunu anlatırken mikro âleme de inerek haşri ispat ediyor Ayrıca Kur'ân-ı Kerim makro ve mikro âlemi birden ele alarak meseleyi anlatır ki, biz buna 'âlemşümul delil' de diyebiliriz Bu son kısımda ise mutlak yaratılış nazara verilir


Şimdi bütün bu kısımları sırasıyla arz etmeye çalışalım:


Kur'ân-ı Kerim, kıyâs-ı temsilî usulüyle makro âlemden misaller vermek suretiyle haşri ispat ediyor:


"Allah odur ki gökleri, görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti, sonra Arş üzerine istivâ etti (bütün mülkünün, bütün yaratıklarının yâni tahtına, yönetimine hâkim oldu, her şeyi düzenleyip yönetti), güneşi ve ayı irâdesine boyun eğdirdi Hepsi belli bir süre için akıp gitmektedir (Yaratma) iş(ini) düzenler, âyetleri açıklar ki, Rabb'inizle karşılaşacağınıza kesin olarak inanasınız" (Ra'd/2)


Haşirle insanları yeniden diriltecek olan Cenâb-ı Hakk semayı direksiz olarak tutmakta, koyduğu nizam ve intizam sayesinde de yıldızlar seyr ve seyahatlerine devam edebilmektedir Siz bu muhteşem semânın direksiz bir şekilde hareket halinde olduğunu ve kendisinde hiçbir füturun müşâhede edilmediğini görüyorsunuz Semayı böyle direksiz yükselttikten sonra Allah, Arşa istiva buyuruyor ve hükmünü oradan infâz ediyor Sonra da güneş ve ayı teshir edip âdeta istifade etme, faydalanma zimamlarını sizin elinize veriyor her şeyi bir hesapla yapıyor ve böylece size sonsuz ilminden hikmet pırıltıları gösteriyor


Evet, gökte ve yerde olan bütün işleri düzenleyen, her şeyin alnında kudret mührünü gösteren Allah size haşri vaad ediyor; tafsil ettiği ayetleriyle size güç ve kuvvetini gösteriyor Belki bütün bunları düşünür, tedebbür eder ve bir gün O'na kavuşacağınıza hakkalyakîn inanırsınız


Gerçekte, biz âhirete inanırken, bütün rubûbiyet ve şuûnatıyla kendisini gösteren ve hissettiren bir Allah'ın haşri dilediği şekilde var edeceğine inanıyoruz:


"O gün göğü, kitapları dürer gibi (toplarız) İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu, yine öyle çevirir (yok eder)iz Üzerimize söz; biz bunu mutlaka yapacağız" (Enbiyâ/104)


Semâyı bir kitap gibi dürer ve bugünkü mahiyetinden uzaklaştırırız Hareket ve hararet kalmaz, bir duraklama ve bir donma baş gösterir Mahfazasından çıkarıp enzârınıza arz ettiğimiz kâinat kitabını kapatıp, evvelce olduğu gibi yine mahfazasına koyarız Bütün mükevvenat bidâyette nasılsa o hale döner İlkinde sebeplerin sukut etmesi gibi bu ikinci yaratılışta da sebepler sukut edecek ve kitabı dürdüğümüz gibi tekrar açacak ve zerratı yeniden yaratacağız


"Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeğe de kâdir olduğunu görmüyorlar mı? Evet O, her şeye kâdirdir" (Ahkâf/33)


Gökleri ve yeri yaratıp bir sistem içinde vaz' eden ve bundan asla yorulup usanmayan bir Allah, ölüleri tekrar diriltmeye kâdir değil mi? Nazar-ı ibretle baksanız, her hâdisenin verâsında 'Allah!' diyeceksiniz O Allah ki asla yorulmaz ve dinlenme ihtiyacı duymaz Başka bir ayette bu husus:


"Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık, bize hiçbir yorgunluk dokunmadı" (Kâf/38) şeklinde anlatılır


İşte böyle bir Allah ölüleri yeniden diriltmeye muktedir değil midir?


Kıyas-ı temsilî Kurân'ın bir istidlâl metodudur Bu içinde yaşadığımız âlemi nazara vererek, Allah'ın hallakiyetini göstermek suretiyle, yeniden böyle bir âlemi yaratacağına zihinleri kabule hazırlamaktır Bu metot sayesinde insanın haşre olan inancı kat kat pekişir


"Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmağa kâdir değil midir? Elbette kâdirdir! O, çok bilen yaratıcıdır" (Yâsin/81)


"Sizi yaratmak mı zor, göğü yaratmak mı? Ki onu Allah, bina edip yükseltmiştir" (Nâizat/27)


Sizin yaratılmanız mı, yoksa cin ve insi hâvi bütün sistemlerin yaratılması mı zor? Kâinat sarayını kuran Allah, cennette sizin için daha küçük saraylar inşâ ve icat edemez mi?


"Onun âyetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titreşir ve kabarır Onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir O, her şeye kâdirdir" (Fussilet/39)


Siz yeri; haşyet içinde, bitmiş tükenmiş; saygıyla Allah'a boyun bükmüş bir insan gibi, O'ndan meded ister gördüğünüz bir anda, semâdan yağmur indirdik Sonra bir ihtizaz ve hareket başladı Yerin altındaki tohumcuklar, rüşeymler başlarını çıkardı Yeryüzü bir yeşillik ve çemen-zâr haline geldi İşte her baharda yeri böyle dirilten Allah, ölüleri de aynı şekilde diriltecektir Şu kadar nebatâtın haşrini her baharda size gösteren Allah ölüleri ihyâ edip diriltecektir


Evet, Allah ölüm uykusuna yatan bir sürü havâmm ve haşarâtı, ölmüş kupkuru ağaçları bahar mevsiminde yeniden dirilttiği gibi sizi de, hazan mevsiminiz olan ölümle toprağa düştükten sonra bir gün gelecek tekrar diriltecektir


"Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe (sperma)dan, sonra alaka (embriyo)dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz Sonra güç ve kabiliyetinize ermeniz için (sizi büyütüyoruz) İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bilirken bir şey bilmez hâle gelsin (çocukluğundaki gibi vücutça ve akılca güçsüz bir duruma düşsün) Yeri de kurumuş ölmüş görürsün Fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir" (Hac/5)


Ayetin son kısmında da belirtildiği üzere siz yeryüzünü hiçbir şey bitirmesi mümkün olmayan, yanmış kül gibi görürsünüz Semâdan yağmuru sağnak sağnak indirdiğimizde bir ihtizaz, bir hareket başlar Ve derken bitkiler boy atar Allah, içinizi açacak manzaraları, her şeyden çift çift yaratmak suretiyle nazarınıza takdim buyurur


"Bu böyledir Çünkü Allah, tek gerçektir (her şey O'nunla varlık kazanır) ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeyi yapabilir" (Hac/6)


Bütün bu gördüğünüz şeyler doğrudur Çünkü Allah'tandır İşte ölüleri diriltecek olan da O'dur Ve O, her şeye kâdirdir Başınızın üzerinde dönüp duran binlerce hâdiseyi tedbir ve idare eden Allah (cc) tecellileriyle size, her şeye kâdir olduğunu göstermiş oluyor


"Ve (çünkü) o (kıyamet) saat(i) mutlaka gelecektir, onda şüphe yoktur Ve Allah, kabirlerde olanları diriltecektir" (Hac/7)


Görüldüğü gibi kıyamet mutlaka gelecek, bunda şüphe yoktur Ve Allah, bütün ölüleri diriltecektir


Yukarıda da belirttiğimiz gibi Cenâb-ı Hakk bütün bu âyetlerde haşrin nazîrini evvela yeryüzünde gösterdi Bütün bu bahar hâk ile yeksân olduktan ve toprağa gömülen tohumlar çürüdükten sonra, Cenâb-ı Hakk onları ikinci bir baharda yeniden nasıl diriltiyor; aynen öyle de kabirlerde çürüyen insanı da ikinci bir bahar olan haşir günü tekrar diriltecektir


Bu açıdan mesele ister bir filozof isterse bir çoban zaviyesinden ele alınsın; Kurân'ın bu ikna metodundan daha üstünü gösterilemez Efendimiz'in (sas) mevzu ile alâkalı hadisleri de dahil, bütün söylenenler sadece Kur'ân-ı Kerim'in anlattıklarının tafsil ve tefsirinden ibarettir


Kur'ân-ı Kerim haşr-i âzamı enfüsî delillerle ispat ederken nazarlarımızı normo âleme çevirerek meseleye şu misallerle açıklık kazandırmaktadır:


"İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz" (A'râf/29)


Başta sizi topraktan, nutfeden, kan pıhtısından ve bir çiğnem etten yarattığı gibi, tekrar sizin aslî atomlarınızı bir araya getirip terkip yapacak ve sizi yeniden yaratacaktır


'İnsan, Bizim kendisini bir nutfe (sperma)'dan yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi?


Kendi yaratılışını unutarak Bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi


De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek O, her yaratmayı bilir" (Yâsin/77-79)


İlk devrin kâfiri de yirminci asrın müntehi kâfiri de aynı şeyi söylüyor: Kül haline gelmiş bu kemikleri kim diriltecek?


Kur'ân onlara cevap veriyor: "Hayatı bidâyette kim vermişse, yine o diriltecektir"


"O ki size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz" (Yâsin/80)


O Allah ki (cc) damla damla içinden su damlayan ağaçtan ateş çıkarıyor Halbuki "iki zıt yan yana gelmez, bir arada toplanmaz" prensibi muhkem bir kaidedir Kudreti Sonsuz iki zıddı bir arada cem ediyor Arabın bildiği Merh ve Afar ağaçlarından damla damla su damlarken sürtüldüğünde ateş çıkıverir İşte böylece kudretini gösteren Allah (cc) hayata zıt gibi görünen çürümüş kemiklerle hayatı cem eder ve insanı ikinci bir hayatla diriltir, ihyâ eder


Kur'ân-ı Kerim aynı usulle en küçük atom parça ve parçacıklarından müteşekkil mikro âlemi de nazarımıza verip haşri ispat eder:


"Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki) Biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe (sperma)dan, sonra alaka (embriyo)dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz Sonra güç (ve kabiliyetler)inize ermeniz için(sizi büyütüyoruz) İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bilirken bir şey bilmez hâle gelsin (çocukluğundaki gibi vücutça ve akılca güçsüz bir duruma düşsün) Yeri de kurumuş, ölmüş görürsün Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir" (Hac/5)


Eğer haşirden şüpheniz varsa, mahiyetinizde cereyan eden hadiseye bakıp, şu enfüsî delili tetkik edin:


Allah (cc) başlangıçta sizi topraktan yarattı Mâhiyet-i aslîniz yeryüzünden alınan birtakım elementlerden ibarettir Sonra karıştırılarak bir protein çorbası yapılmıştır Bir kademe sonra yani canlılık seviyesine gelince mahiyetiniz bir damla su oldu Hem de hor ve hakir bir su Daha sonra bir kan pıhtısı ve derken şekilli veya şekilsiz bir çiğnem et Bu hale geldikten sonra artık ya yaratılır veya yaratılmazsınız Ya bir düşük olarak düşer gider ya da ahsen-i takvim sırrına mazhar bir insan olmanız için mahiyetinizde bulunan tohumunuza göre bir hüviyete irca olunursunuz Sonra onları dilediğimiz kadar ana rahminde tutarız Bazen çocuk 3-4 aylıkken düşer; bazen altı, bazen dokuz aylıkken dünyaya gelir


Ter ü taze bir çocuk haline getirdiğimiz sizler, daha sonra da tam kıvamına, işe yarar hale gelebilmeniz için belli bir noktaya varmaya çalışırsınız Kiminiz vefat eder müntehaya ulaşamaz Kiminiz de erzel-i ömre gider dayanırsınız Belinizin, ayaklarınızın ağrıyıp başınızın büküleceği; ihtiyarlığın sizleri mağlup edip saçlarınızın ağaracağı erzel bir hayata maruz bırakılırsınız O hale getirilirsiniz ki; her şey olduktan sonra hiçbir şey olmadığınızı anlayasınız Çocukluktan başlar ve nihayet sakallı bir çocuk olarak göçüp gidersiniz


"İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nutfe (sperma) değil miydi? Sonra kan pıhtısı oldu da (Rabb'i onu) yarattı, ona şekil verdi Ondan iki çifti; erkeği ve dişiyi var etti Şimdi bun(ları yapan Allah)ın, ölüleri diriltmeğe gücü yetmez mi?" (Kıyâme/36-40)


Sizi belli kademelerden ve merhalelerden geçirip bu hale irca eden Allah, ölüleri diriltmeye kâdir değil mi? Görüldüğü gibi Kur'ân-ı Kerim Haşir meselesini başka hiçbir delile ihtiyaç bırakmayacak şekilde, kendine has aklîlik ve mantıkîlikle ispat etmiş oluyor Kur'ân ayetlerinin hemen hemen üçte birisi bu hakikatlerden bahseder Biz yukarıda zikrettiklerimizle bu mevzuda sadece bir fikir vermiş oluyoruz Zaten bundan sonra söyleyeceklerimiz de, bu âyetlerin tefsir ve tafsilinden ibaret olacaktır


Fikir, düşünce, his, duygu, insan, insanlık ve bütün bunlara bağlı niyet amel ve aksiyonlar; bu dünyadan sel gibi akar Ve nihayet akış mecrasının mahiyetine göre bir havuzda toplanıverir Burada bizler herhangi bir mükâfat ve mücazât görmüyoruz Nice zalimler, cebbârlar ve firavunlara taş çıkartacak kimseler bu dünyada hiçbir cezaya, ikâba maruz kalmadan; başı, beli, dişi ağrımadan; ceberutu, hodfuruşluğu yanına âdeta kâr kalarak öbür âleme gitmiştir Aynen bunlar gibi binbir musibete maruz binbir belanın cenderesinden geçmiş, binbir musibet başında değirmen taşı gibi çevrilmiş kimseler de bu dünyadan oldukça mazlum, mağdur olarak diğer âleme göçmüşlerdir


Zâlimin, kendine göre düşünce ve hesapları, mazlumun da yine kendine göre büyük farklılık arz eden niyet ve düşünceleri vardır


İşte bir çağlayan gibi akan birbirine tamamen zıt bu iki mecrâ diğer dünyada bir havuza dolan sular misâli temerküz edecek, bu dünyadaki hâl ve hareketlerinin muhasebesi için Cenâb-ı Celle ve A'lâ'nın karşısında sıraya dizileceklerdir Yapılan muhasebe neticesinde mazlum dünyada iken varlığına kendi varlığı gibi inanmış olduğu cennete, zâlim ise içinde bulunmayı aklının ucundan bile geçirmemiş olduğu cehenneme bir çöp yığını gibi atılacaktır


Bu dünyada yapılmamış olan ebrâr ve eşrârın temyizini öte tarafta Adil-i Mutlak olan Allah yapacak, eşrar ve zalimler güruhuna:


"Ey suçlular, bugün şöyle ayrılın (bakayım!)" (Yâsin/59) şeklinde hitap edecektir İşte bu mahiyetteki tefrik ve temyiz, muamele yönüyle bu dünyada yapılmamaktadır Halbuki, diğer eşya arasında, iyi kötüden, güzel çirkinden; kemâl noksandan; burada ayrılmaktadır İnsan gibi, kâinatın enmuzeci ve özü olan bir varlığın kaideden istisna edilmesi düşünülemez Burada olmuyor, demek başka bir âlemde olacaktır


Tohum yere atılıyor çürüyor ve bittiği yerde yeni bir hayat başlıyor Ağaç dal budak salıp semalara ser çekiyor Yapraklarla süslenip, meyvelerle donatılıyor Daha sonra da her şeyini döküp kupkuru bir kemik haline geliyor Fakat yeni bir baharda tekrar süslenip kendisini sizin nazarınıza arz ediyor Bütün hevâmm ve haşerat sonbaharda kış uykusuna girip, ölüm gibi bir hale maruz kalıyor İkinci bir baharda yeniden haşr ve neşre tâbi tutuluyor Bütün varlıklarda cereyan eden bu kanundan insanın müstesna tutulmasına nasıl ihtimal verilebilir? Onun da bir baharı, bir kışı ve ikinci bir baharı vardır Zira o da bir tohumdan meydana gelmiş; bir ağaç gibi olgunlaşmış; fikir, sır, hafî gibi meyveler vermiştir Daha sonra da hiçbir şeye yaramaz hale gelmiştir Bir tohum gibi yeniden toprağa düşmüştür Ve şimdi ikinci bir baharını beklemektedir Mevsim geldiği ve sûr'a üflendiğinde o da tahakkuk edecektir


Ölüm Ötesi Hayat

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.