|  | Türk Lehçe ve Şiveleri (1) |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Türk Lehçe ve Şiveleri (1)Türk Lehçe ve Şiveleri Türk Milletinin Dili (1) (Reşit Rahmeti Arat) Milli bağ olarak Türk dilinin oynadığı rolü belki diğer dillerin hiçbiri oynamamıştır, denilebilir  Bir dereceye kadar belki Arap dili bu hususta Türk dili ile mukayese edilebilir  Fakat bu dilin rolü de gerek yayılış sahası ve gerek türlü şive şekilleri bakımından, Türk Dili yanında çok silik kalmaktadır  Türk dili gerek tarihî devirlerde ve gerek bugün, çok geniş bir saha işgal eder  Bu dili konuşanlar idarî ve siyasî teşkilât bakımından, muayyen sınırlar içinde, bazan biribirinden oldukça ayrı kalmış ve muhtelif devirlerde kültür vasıtaları birbirinden oldukça farklı olmuştur; bilhassa hudutlarda oturanlar, birbirinden çok farklı milletler ve kültürler ile sıkı temasta bulunmuşlardır  Bütün bunlara rağmen, Türk camiasının çok ehemmiyetsiz bir farkla aynı dille konuştuğunu ve yazdığını düşünürsek Türk dilinin tarihteki rolü daha açık anlaşılmış olur  Türk yazı dilinin ne zaman ve hangi şartlar içinde vücude geldiği hakkında bugün henüz katiyetle bir söz söyleyecek vaziyette değiliz  Bu husus, belki Türk tarihinin eski devirleri aydınlanıncaya kadar karanlık kalacaktır  Biz Türk yazı dilini, yazılış tarihleri belli olan Orhun kitabelerinden (VIII  yy  başları) itibaren takip edebiliyoruz  O devreye ait olup, tarihleri kaydedilmemiş olan diğer kitabelerin bir kısmı belki daha eski tarihlere aittir  Bu yazı dilinin, bugünkünden çok az farklı olacağı tabiîdir  Dilin bu tarihten sonraki inkişafı göz önünde tutulursa, onun bu eski şekli milâdın ilk senelerine kadar götürülebilir  Milâdın ilk senelerinden XIII  yy  ’a kadar devam eden bu yazı dili (bazı örnekleri XVII  yy  ’m sonlarına kadar çıkıyor), eserlerini gördüğümüz veya daha sonraki eserlere kıyasla kurabileceğimiz örnekler, ses, kelime, cümle ve imlâ bakımından, aynı hususiyetleri taşımakta ve hattâ aynı mektebin mahsulleri gibi görülmektedir  Türk milletinin 13 yy  ’lık bir zaman içinde ve bir dil sahası birliği olarak tasavvur edebildiğimiz geniş bölgede ve coğrafî şartlara göre türlü meşguliyetler ve siyasî teşekkül bakımından birçok zümreler ve temas bakımından farklı muhitler içinde bulunduğu halde, bir tek yazı dili kullanması ve bir tek ifadenin hâkim olması, bu kültür camiasının bütün siyasî ve içtimaî esasları aydınlatılıncaya kadar, bir sır olarak kalacaktır  Bu ‘13 yüzyıllık edebi dil örnekleri kuzeydoğuda tabiat dininde ve Gök Türk yazısı  İle, kuzeybatıda hıristiyan dininde ve Nasturî yazısı ile, güneydoğuda Buda dininde, Soğd, Uygur ve Pali yazısı ile, Mani dininde Mani ve Uygur yazıları ile ve daha sonra islâm dininde, Arap yazısı ile yazılmıştır  Gerek yabancı muhitlerin tesiri ile girmiş olan dinler ve gerek yabancılardan alınarak kısmen Türk dili hususiyetlerine göre değiştirilmiş olan alfabeler, daima aynı dilin yazı ifadesi olarak kullanılmış ve bu kültürlerden alınmaları zarurî olan bir kısım kelimeler haricinde, yazı dilinde hiçbir değişiklik vücude gelmemiştir  Aslında birbirinden çok farklı olan bu yazı vasıtaları Türk muhitine girince, Türk’ün ananesini almak ve imlâlarına varıncaya kadar umûmî vaziyete uymak mecburiyetinde kalmışlardır  Yabancı tesirlerin bıraktığı en mühim iz olarak, ancak Türk sayı sisteminin değişmesi gösterilebilir  Fakat bu fikir de, eski malzemenin ancak mahdut bir kısmının araştırılmasına dayandırılarak söylenebilmektedir; belki bundan sonraki araştırmalar bunun da daha iyi aydınlatılmasına yardım ederler  Birçok milletler gibi, Türkler de kendi yazı sistemlerinde rakam sistemi vücude getirmemişler ve sonradan aldıkları alfabelere ait rakamları da umumî olarak kabul etmemişlerdir  Türkler sayıları yazı ile ifade etmişler ve zarurî hallerde komşularının rakam şekillerini almışlardır  Yabancı rakamların Türkler arasında yerleşmemesinin sebebini, Türk sayı sisteminin temas ettikleri milletlerin sayı sistemine uymamasında aramak gerekir  Türkler ondan yukarı sayılarda ilk önce birleri ve sonra ilerideki onları söylüyorlardı (meselâ : bir yirmi = 11, beş yirmi = 15)  Sonradan içtimaî hayatta rakam kullanmak zaruretinde kalan Türkler komşularının rakamlarından istifade etmişler; fakat bu defa kendi sayı sistemlerinden vazgeçmek mecburiyetinde kalmışlardır  Türkler, mühim ticaret yollarında yaşamış ve çok erkenden komşu kültür muhitleri ile temasta bulunmuşlardır  Yabancı alfabeler, din ve dinî eserlerin Türkler içine girmiş olmasına rağmen, bunları mahdut bir bünye içinde tutabilecek kadar kendi kültür an’anelerine sadık kalmalarının sebebini, bir cihetten bizim bugün bütün tafsilâtı ile göremediğimiz Türk kültür teşkilâtının çok inkişaf etmiş olmasında, diğer cihetten kısmen onların coğrafî vaziyetlerinde aramak gerekir  Meselâ, şarktaki Türk ile, Hindistan’dan, Iran ve Çinliler’den dağ silsileleri ve çöllerle ayrılmış olduğundan, Türkler’in bu m intaka l arla olan temasları mükemmel olmayıp, ancak şu veya bu gaye ile Türkler arasına girmiş yabancılarla ve aynı şekilde o mıntakalara giren Türkler’in nisbeten küçük zümreleri vasıtasiyle vukua gelmiştir  Zaman itibariyle en uzun süren temas ve karşılıklı tesirlerin ve sulh zamanında sıkı münasebetlerin devam etmesine rağmen, Çinliler’in Türkler’e yaptıkları tesir, inanılmayacak derecede dar sahada kalmıştır ve bu kadarı da daha çok son zamanlara aittir  XIII  yy  Türk kültürü muhitinde bir dönüm noktasıdır  Türkler’in iranlılar ile olan mücadeleleri oldukça eski devirlere çıkmaktadır  Her iki milletin destanlarına geçecek kadar ehemmiyetli olan bu temas ekseriya silâh mücadelesi şeklinde devam etmiş ve bunun sulh zamanlarına ait olanları da birinin diğerine tesir yapabilecek şartlar içinde devam etmemiştir  Araplar’ın dünya hâdiselerine iştirak etmeleri ancak VII  yy  ’da başlamaktadır  Bunlar da, iranlılarla birlikte, daha ilk devrelerde Türkler’le karşılaşmışlardır  Fakat bu yeni kültür muhitinin Türkler’e tesir icra edebilecek bir şekil alması ancak XI  yy  sonlarında başlar  Orta Asya’nın islâmlaşması, hudut boylarına islâmiyetin girmesi, ilk Türk islâm sülâlelerinin vücut bulması, Türk kabilelerinin, batı’ya doğru hareketlerinde Iran ve Irak ile yakından temasa girmeleri ve bu sahalarda askerî kuvvetin yavaş yavaş Türk unsurlarının eline geçmesi ile bir kat daha derinleşmiş olan bu münasebet, tabiî, Türkler’in daha evvelki temaslarından tamamen başka şartlar içinde cereyan etmiş ve neticeleri de o nis-bette evvelkilerinden farklı olmuştur  Batı’ya doğru yürüyen Türk boylarının bu mıntakalarda yeni devlet teşekkülleri kurmaları, zarurî olarak, buralarda yeni Türk kültür merkezlerinin vücuda’gelmesi, Türk muhitine birçok yenilikler getirdiği gibi dillerine de mühim iskitametler vermiştir  Yazı dili ile yanyana eskiden beri gayet tabiî olarak Türk boyları arasında yaşayan konuşma dilinde mevcut şive hususiyetleri bu yeni vaziyetin icabından olarak, yavaş yavaş bu yeni merkezlerin yazı diline de sokulmağa başlamıştır  Göçler yüzünden zaten kendi kültür merkezlerinden uzaklaşmış olan bu zümreler yenilerini yaratmak zaruretinde bulundukları gibi, tam bu sıralarda Türk vatanında vücuda gelen büyük siyasî teşekkül, Çingiz devleti de Türk kültür hayatının bir müddet için durgunluğa uğramasına ve bunların neticesi olarak kültür merkezlerinin yer değiştirmelerine sebep olmuştur  Bu yeni merkezleri yaratanların eski kültür merkezlerine yakın bulunanlardan ziyade, daha çok eski kavmî teşkilâta bağlı ve dolayısiyle göçebe teşkilâtına yakın zümreler olduğu da unutulmamalıdır  XII-XIII  yy  ’iarda Türk dilinin tarihî gelişmesi de bir dönüm noktasında bulunuyordu  Türk dili bünyesinde müşahede edebildiğimiz ses ve şekil bakımından en büyük inkişaf bu yüzyıllara rastlamaktadır  Bir çok seslerin değişmeleri, isim ve fiil tasriflerinin yeni istikametler alması, kök ve eklerdeki aslî vokallerin umumî âhenge uymaya başlamaları vb  daha ziyade bu devirde başlamış veya tamamlanmış bulunmaktadır  Yüzyıllarca kullanılarak geniş muhitte-yayılmış ve büyük tesir icra etmiş olan eski Türk yazı sisteminin, Türkler’in islâm muhitine girmiş olan kısmı tarafından Arap alfabesiyle değiştirilmiş olması ve bunun da tam Türk dili bünyesindeki tabiî inkişafın olgunlaştığı bir devreye rastlaması da büyük tesadüflerden biri olmuştur  Şivelerce değişmiş olan şekiller, yazı dili an’anesi sınırları içinde ve umumî muhite sarsıntı vermeyecek şekilde, tabiî seyirlerini bu defa devam ettirememiş ve o zamana kadar bu Türk muhiti için büsbütün yabancı olan yeni yazı sistemi, eski yazı an’anesinden nisbeten ayrılarak, dilin bünyesinde vukua gelmiş olan bu değişiklikleri yazı diline almakta bir engel bulmamıştır  Böylece bugün gördüğümüz ve birbirinden, az dahi olsa, farklı yazı dillerinin ilk esasları ortaya çıkmış oldu  ilk zamanlarda söylenişe ve tasrifteki küçük farklara inhisar etmiş olan bu yenilik, bilhassa edebî dilde, zümrelerin umumî kültürü nisbetinde lügat sahasında yok gibi idi  Bunun zamanla lügatlere ve bazı sahalarda gramere kadar genişlemesi, bir cihetten Türk zümrelerinin Türk kültürüne bağlılıkları nisbeti ile, diğer cihetten ise temasa girdikleri yeni kültür muhitlerinin az veya çok canlı tesirleri ile ilgilidir  Türkler’in yeni kültür zümrelerini kurarken buna iştirak eden zümrelerin kalemden ziyade kılıç kullanmağa alışık olmalarına ve bu zümrelerin esas Türk merkezlerinden ziyade, yabancı kültür muhitlerine yakın bulunmalarına rağmen, Türk’ün en kuvvetli millî bağlarından olan dilinin kuvveti birden sarsılmamış ve bugün gördüğümüz tesirlerin kökleşmesi için yüzyılların geçmesi zarurî olmuştur  Türk dilinin kıvraklığı ve bünyesinin yapısı o derece müsait idi ki, bu yüzden ifade edilmek istenilen mefhumlar, mevzulara hiçbir halel getirilme’den canlandırılabilmiş, bunlar için kendi malzemesinden sayısız kelime yaratmak imkânını bulduğundan, yabancı kelimeleri içerisine hiç almamış denilebilir  XI  yy  ’dan XV  yy  ’a kadar vücuda getirilen eserlerde, dinî eserler de dahil olmak üzere, yabancı dillerin tesiri o kadar az olmuştur ki, bu Türk dilinin bu devrede ne büyük bir hayat kabiliyetine malik olduğunu ve diğer cihetten bu dili kullanan bütün zümrelerin kendi dil hazinelerine ne kadar derinden vâkıf ve bundan ne kadar ustalıkla istifadeye muktedir olduklarını da göstermektedir  Bunun en açık delillerini, yabancı tesir altında kalması zarurî sayılabilecek dinî eserlerin Türkçe ve saf Türkçe olması ve bunlar içinde Türkler’in eskiden beri alışık olmadıkları mefhum ve tasavvurlar için yeni kelimeler yaratmak ve bunların, geniş sahanın her tarafında kullanılmasını temin etmek zarureti de göz önünde tutulursa, bu husus bir kat daha Türk dilinin hayatı lehine aydınlatılmış olur  Türkler’in eski kültürü dolayısıyle yazı an’anelerine ne kadar bağlı olduklarını gösteren diğer bir vak’a, Islâmiyetin Türkler arasına girmesinden evvel kullandıkları Uygur alfabesinin, son devirlere kadar Türk muhitinde kullanılmakta devam etmesidir  Türk ilinin hudut boylarından IX  yy  ’dan beri güney Türkleri’nin halifelik merkezi olan Bağdat’da ve dolayısıyle islâm memleketlerinde oynadıkları rol X  yy  ’dan itibaren İdil havzasında islâmiyetin yerleşmesi, XI  yy  ’da Kaşgar’da müslü-man Türk sülâlesinin kurulması nazarı itibara alınırsa, islâm ile birlikte yazı vasıtası olarak Kur’an’ın yazıldığı Arap alfabesinin de Türk muhitine girip yerleşmesi gayet tabiî olarak beklenebilirdi  Arap ve iran dilinde ve bu dillerde yazılmış olan dinî ve dünyevî edebiyattan istifade zarureti, tabiî olarak, bu muhitlerin kullandıkları alfabeyi de Türkler’e çok erkenden tanıtmıştı (meselâ, Arap harfleriyle yazılı Bulgar mezar taşlarının bize kadar-muhafaza edilenlerinin tarihi XIII-XIV  yy  ’dır)  Bu yeni kültür ihtiyacını karşılamak üzere, Türk merkezlerinde de yeni mektep ve medreselerin açılmış olması tabiîdir  Bu vaziyetin daha sonraki zamanlarda gittikçe inkişaf etmesi zarurî ve tabiî idi  Buna rağmen bir Türk muhitinde eski Türk alfabesi olan Uygur alfabesinin çok geniş sahada ve çok çeşitli edebiyatta kullanılmakta devam ettiğini görüyoruz  Meselâ Kutadgu Bilig’in elimizdeki en eski nüshasının Arap harfleriyle yazılmış olduğu halde, sonradan Uygur alfabesine çevrilmesi, Oğuz Destam’nın nisbeten yeni bir rivayetinin bu alfabe ile yazılmış olması, Bahtiyar-nâme, Tezkiretü’l-evliyâ, Mahzenü’l-esrar gibi Türkçeye çevrilmiş eserlerin bile Uygur harfleriyle de yazılması, bu alfabenin geniş okuyucu kütlesi bulduğunu gösteriyor  Devlet idaresine gelince, bu alfabenin daha geniş bir sahada kullanıldığı görüyoruz  Meselâ Altınordu bölgesinde (Toktamış Han yarlığı 1393′te Lehistan Kralı Yagayla’ya - Yagello - gönderilmiştir), Orta Asya’da (XIV  yy  ), iran’da Ebu Said Bahadır Han zamanında (1316-1335), nihayet İstanbul’da bazı muhitlerde bu alfabenin tasavvur edildiğinden daha yakın zamanlara kadar öğrenildiği ve yazıldığı biliniyor  Bu alfabeyi öğrenmek için yapılan cetveller ve nihayet Fatih Sultan Mehmed’in Uzun Hasan ile olan muharebesi dolayısıyle yazılan zafer-namelerden birinin Uygur harfleriyle de yazılmış olması, bu alfabenin yazışmalarda kullanılmış olduğunu göstermektedir  Tabiî bu alfabe, eski alfabenin tamamen aynı olmayıp, dilin yeni şartlar içinde aldığı şekle göre, ihtiyaca uygun bir duruma sokulmuş bulunuyordu  Bu bize, Türk kültür muhitini, dil işine paralel olarak, bunu tesbit etmek için kullanılan alfabesini de uzun bir müddet kullanmakta devam ettiğini göstermektedir  Bu ise, Türkler’in kendi kültürüne şeklen de ne kadar bağlı kaldığını göstermesi bakımından çok mühimdir  | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |