|  | Gündüzü Geceleyin Ara Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Gündüzü Geceleyin Ara MesneviGÜNDÜZÜ GECELEYİN ARA Peygamber bir sabah Zeyd’e “ Ey temiz ve saf arkadaş, sabahı nasıl ettin? Diye sordu  Zeyd: “ Mümin bir kul olarak” deyince “ İman bağın yeşermiş, çiçekler açmışsa nişanesi nerede?” dedi  Zeyd dedi ki: “ Gündüzleri susuz geçirdim, geceleri aşktan, yanıp yakılmadan uyumadım  Mızrak kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle geçtim  (onlar beni tutamadıkları gibi onlardan bana bir şey de bulaşmadı  ) Ondan dolayı bence bütün şeriatler, bütün dinler birdir  Bence yüz binlerce yılla bir saat aynı  Ezelle ebet birleşti  Fakat akıl, kabiliyetsizliğinden buraya yol bulamaz  ” Peygamber “Peki, o yoldan, bu diyarın anlayışınca, bu diyar akıllılarının harcına getirdiğin bir hediye var mı, nerede? Çıkar bakalım!” dedi  Zeyd dedi ki: “ halk, gökyüzünü nasıl görürse ben de arşı, arştakilerle beraber öyle görüyorum  Benim önümde sekiz cennetle yedi cehennem, şaman önündeki put gibi apaçık ve meydanda  Halkı, değirmende buğdayı arpadan fark edercesine teker ,teker tanıyorum  Cennetlik kim, yabancı nerede? Bence yılan ve balık gibi ap aşikar  “ Kıyamet günü, bazı yüzler ak olur, bazıları kara    ” Sırrı, şimdiden meydana çıktı  Bu halkın bir kısmının yüzü ak, bir kısmının kara  ” Hakikatte bazı ruhlar, bundan önce de ( dünyaya gelmeden de) ayıplıydı  Fakat ana rahminde olduğu için hali, halka gizliydi  Şaki, ana karnında şaki olur (fakat bilinmez) Cisim alemindeyse cisimdeki hallerden, ruhun halleri de anlaşılır  Vücut da ana gibi can çocuğuna gebedir  Ölüm, doğmak derdi ve kıyamettir  Bu dünyada geçmiş canların hepsi, “ O ferahlı can acaba nasıl doğacak?” diye beklemektedirler  Zenciler, o mutlaka bizdendir derler  Beyazlar da, imkanı yok    O çok güzel olacak, derler  Vücudun canı, ahiret alemine doğunca artık beyaz, kara ihtilafı kalmaz  Kara ise Zenciler alıp götürürler, beyazsa kendi cinslerinden olan bu çocuğu, beyazlar alıp götürürler  Fakat doğmadıkça anlamak, alemdeki müşkül işlerdendir  Çünkü henüz doğmamış çocuğun nasıl olduğunu bilen azdır  Bunu anlayan kişi, ancak Tanrı nuruyla bakıp gören kişidir  Böyle olan zat, batına da nüfuz edebilir  Nutfenin aslı beyaz renkli ve hoştur  Fakat beyaz kişinin canının aksi; Nutfeye renk verir, onu en güzel şekle sokar; kara kişinin canının aksi de bir kısım halkı, en aşağılık bir renge, en bayağı bir şekle sürer, götürür  Bu söze nihayet yoktur  Sen yine atını sür de biz kervandan geri kalmayalım  Bir gün her zümrenin önünde, saman çöpü müsün , dağ mı  Hindu musun, Türk mü? Meydana çıkar  Hindu ile Türk, ana karnında belli olmaz  Fakat doğunca zayıf mı kuvvetli mi    herkes görür anlar  Zeyd “ Ben halkı, kadın, erkek    Herkesi, kıyamet günündeymiş gibi apaçık görüyorum  Hemen şimdicik söyleyeyim mi? Yoksa kapayayım mı?” dedi  Mustafa, dudağını ısırarak sus demek istedi  Zeyd dedi ki: “Ey Tanrı Peygamberi, haşir sırrını söyleyeyim de bugün dünyada kıyameti koparayım mı? Müsaade et bana, perdeleri yırtayım da aslım, mahiyetim güneş gibi parlasın; Güneş benim nurumdan tutulsun    Hurma ağacı (gibi meyveliler) ile söğüt ağacını (gibi meyvesizleri) göstereyim  Kıyamet sırrını açayım, halis altın para ile ayarı bozuk parayı izhar edeyim  Elleri kesik Eshab-ı Simal-ı küfür rengiyle al rengi    Tutulmayan, gidilmeyen ayın ziyasında yedi nifak deliğini    Şakilerin pırtıl elbiselerini göstereyim  Peygamberlerin davullarını, nöbetlerini duyurayım  Cehennemi, cennetleri, ikisinin arasındaki Araf’ı apaçık olarak kafirlerin gözlerinin önlerine getireyim  Kevser Havuzunun çoşmakta olduğunu    suyunun, cennetliklerin yüzlerine vurmakta  “İç  İç!” diye seslenmekte ve bu sesin de kulaklarına gelmekte bulunduğunu    Susuzların, havuzun etrafında koşup durduklarını apaçık göstereyim  Onların omuzları omuzlarıma sürünmekte, naraları kulağıma gelmekte  İşte gözümün önünde    Cennet ehli, dilekleriyle birbirlerini kucaklamışlar; Birbirlerinin ellerini ziyaret ediyor, musafahada bulunuyorlar, dudaklarından buseler yağmalıyorlar  Aşağılık kişilerin hasret naralarından, “ ah, ah” diye bağrışmalarından kulağım sağır oldu  Bu söylediklerim ancak işaretlerden ibarettir  Daha derin söylerim ama Peygamberi incitmekten korkuyorum  ” Zeyd, böylece sarhoş, harap bir surette söyleyip duruyordu  Peygamber, yakasını büktü  Dedi ki: “ Kendine gel, atın pek hızlı gidiyor, yuları çek  “Tanrı haya etmez” hükmünün aksi vurdu, utanma ortadan kalktı  Aynan, kılıftan çıktı  Ayna ve terazi yalan söyler mi? Ayna ile terazi, kimse incinmesin, utanmasın diye sözünü saklar mı? Ayna ile teraziye yüzlerce yıl hizmet etsen onlar yine doğrucu ve kadri yüce mihenklerdir  Sen benim sırrımı sakla, doğruyu gizle; sen de eksik gösterme, fazla göster, ( diye yalvarsan bile) Onlar sana “ Kendini maskara etme ayna, terazi nerede; hile düzen nerede? Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti  Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?” derler  Fakat sen, gönlüne Sina dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!” Zeyd, “ Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı? Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da  Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!” dedi  Peygamber dedi ki: “ Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu    dünyayı güneşsiz görürsün  Bir parmak bile, aya perde oluyor  İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alamettir  Bir suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır  Dudağını yum, denizin dibine bak  Tanrı, denizi, insana mahkum etmiştir  Nitekim selsebil ve Zencebil ırmakları da Tanrı’nın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır  Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüzdedir  Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden değil    Tanrı emriyle böyledir  Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya akıtırız  Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tabi bulunan iki göz çeşmesi gibi    Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulunduğu tarafa gider; gönül dilerse baktığı şeylerden ibret alır  Gönül dilerse görülen şeylere bakar; gönül dilerse örtülü , gizli şeylere akar  Gönül dilerse, gözleri külliyat tarafına sevk eder; gönül dilerse cüziyatta hapseyler  Bu beş duygu da ( çeşmelerdeki lüleler, nasıl çeşmeye tabi ise) aynı tarzda gönle tabidir  Onun muradınca ve onun emrine göre iş görür  Gönül ne tarafı işaret ederse beş duygu da eteklerini toplayıp o tarafa gider  Musa’nın elindeki sopa nasıl Musa’ya tabi ise el, ayak da apaçık gönlün emrine tabidir  Gönül isterse ayak, raksa girer, yahut yavaş yürürken hızlı yürümeye başlar  Gönül isterse el, parmaklarla hesaba girişir, yahut kitap yazar  El gizli bir elin hükmündedir  O gizli el içerdedir, dışarıya teni dikmiş, kendisine onu vekil etmiştir  Gönül dilerse el, düşmana bir ejderha kesilir  Gönül dilerse sevgiliye yardımcı olur  Gönül dilerse el, yemek için kepçedir, on batmanlık gürz  Acaba gönül, bunlara ne söylüyor ki? Bu ne şaşılacak vuslat, bu ne gizli sebep! Gönül, acaba Süleyman Mührünü mü ele geçirdi ki bu beş duygunun yollarını istediği gibi işaret etmekte! Beş zahiri duygu dışarıda kolayca onun mahkumu olmuş, beş batıni duyguda içeride onun memuru    On duygu bunlardan başka yedi endam    Daha da dille söylenmeyecek kadar çok kuvvetler    Gayri sen say  Gönül mademki ululukta sen de bir Süleyman’sın    Parmağındaki saltanat yüzüğüyle perilere, şeytanlara hükmet! Bu saltanatta hileye sapmazsan o üç şeytan, senin parmağından yüzüğü alamaz  Gayri adın, sanın, bütün dünyayı tutar  Cismin gibi iki cihan senin hükmüne uyar  Fakat şeytan elindeki yüzüğü alırsa padişahlık bitti, bahtın öldü demektir  Tanrı kulları, eğer iş böyle olursa bundan böyle kıyamete kadar ancak ve ancak “ Ah hasretlik!” der, durursunuz  Hadi, tutalım, kendi hileni inkar edersin; canını teraziyle aynadan nasıl kurtaracaksın?” Lokman efendisinin hizmetinde bulunan köleler arasında hor, hakir görünmekteydi  Efendi rahatça yesin, eğlensin diye kullarını meyve getirmek üzere bağa gönderdi  Lokman, kullar içinde, adeta onlara tabi bir kuldu  İçi manalarla dolu, görünüşü gece gibi kapkaranlıktı  Köleler topladıkları meyveleri, tamah edip bir iyice yediler  Efendilerine de “ Lokman yedi” dediler  Efendi, Lokman’a yüzünü ekşitti, ağır bir tavır takındı  Lokman bunun sebebini araştırıp anlayınca efendisine dargın bir tarzda ağzını açıp  “ Efendi; hain kul, Tanrı yanında, onun rızasını kazanmış bir kul olmaz  Ey kerem sahibi! Hepimizi imtihan et  Bize fazlasıyla sıcak su içir  Ondan sonra beni büyük bir sahraya çıkar  Sen atlı olarak koş, bizi de yaya olarak koştur  O zaman kötülük yapanı gör, sırları açan Tanrı’nın işlerini seyret” dedi  Efendi, kullara saki oldu, sıcak suyu içirdi  Onlarda korkularından içtiler  Sonra onları ovalarda koşturmaya başladı  Kullar aşağı yukarı koşup duruyorlardı  Nihayet iyice yoruldular, kusmaya başladılar  İçtikleri su yedikleri meyvelerin hepsini çıkardı  Lokmanın da gönlü bulandı, o da kustu  Fakat onun karnından halis su geldi  Lokmanın hikmeti bunu göstermeyi bilirse, varlığın Rabbi olan Tanrı’nın hikmeti nelere kadir değildir? Kıyamet gününde bütün sırlar çıkacak, bilinip görülecek  Sizin de bilinmesini istemediğiniz sır meydana çıktı  Sıcak suyu içtikleri gibi kendilerini rüsvay edecek sırları tamamı ile açığa vurulmuş oldu  Taş; ateşle sınanacağı ( ateş içinde parçalanıp yumuşayacağı, eriyebileceği) için kafirler, ateşe atılırlar, onların azabı ateşle olur  O taş gibi gönle biz kaç kereler yumuşak sözler söyledik, fakat öğüt almadı  Damarda da kötü yara olursa oraya kötü ilaç konur, eşeğin başına köpeğin dişi layıktır  “Habis olan şeyler habisler içindir” hükmü bir hikmettir  Çirkine münasip olan çirkin eştir  Şu halde sen de hangi eşi dilersen yürü, onu al  Tanrı’da mahvol, onun sıfatlarını kazan! Nur istersen nura istidat kazan; Tanrı’dan uzaklık istersen kendini gör, uzaklaş! Yok, eğer bu harap zindandan kurtulmaya bir yol istersen sevgiliden baş çekme, secde et de yaklaş! Bu sözün sonu yoktur  Zeyd; kalk, natıka Burak’ını bağla! Söz söyleme kabiliyeti ayıbı açar; gayb perdelerini yırtar  Tanrı, nice yerlerde gaybı ister  Şu davulcuyu sür, yolu kapa  Atını hızlı sürme, yuları çek  Sıraların gizli kalması, herkesin gizli zannından mesrur olması daha iyi  Hak kendisinden ümit kesenlerin de bu ibadetten yüz çevirmemelerini istemektedir; Onlar da bir ümide kapılsınlar, birkaç gün o ümidin maiyetinde koşup dursunlar; Tanrının merhameti herkese şamil olduğundan diler ki o rahmet, herkesi aydınlatsın  Her bey, heresir, ümit ve korkuyla Tanrı’dan çekinsin  Bu ümit ve korku: herkes bu perdenin ardında beslenip yetişsin diye perde ardına girmiştir  Ümit ve korku perdesini yırttın mı    Gayb, bütün şaşaasıyla ortaya çıkar  Bir genç dere kıyısında balık tutan birisini görüp, “Bu balıkçı Süleyman olmalı” diye zanna düştü  Süleyman’sa neden yalnız ve gizlenmiş; değilse nasıl oluyor da bu derece Süleyman’a benziyor?” Süleyman tekrar müstakil bir padişah oluncaya kadar gönlünde bu şüphe vardı  Dev onun tahtından, diyarından yıkılıp gitti; baht kılıcı, o şeytanın kanını döktü  Yine yüzüğünü parmağına taktı dev ve peri askerlerini yine başına topladı  Halk, seyretmek için tapuya geldiler, düşünceye kapılmış olan genç de onların arasına katılıp huzura vardı  Süleyman’ın parmağında yüzüğü görünce düşüncesi, kuruntusu tamamı ile geçti  Vehim, işin gizli, kapalı olduğu zamandadır  Bu araştırma görünmeyen şey içindir  Ortada olmayan şeyin kuruntusu, büyüdükçe büyür  Fakat gaypta olana şey, meydana çıktı mı, kuruntu geçer  Gerçi bir şeyin hakikatini izhar etmek esasen kemaldir ve canları kuruntudan kurtarır; Fakat gayba imanın, görünen şeye inanmaya nispetle bire yüz fazileti vardır  Bunu iyice bil de şüphe ve tereddütten kurtul! Nurlu gökyüzü yağışsız olmaz ama kara yeryüzü de nebatatı yetiştirmeden vazgeçmez  Bana gayba iman edenler gerek    Onun için bu fani konağın penceresini örttüm  Nasıl izhar eder de gökleri yarar, açarım; eğer hakikatleri meydana korsam, nasıl “ Bunda bir ayıp, bir noksan gördün mü?” diyebilirim? Bu karanlıkta arayıp taradıkça herkes, yüzünü bir tarafa çevirir; İşler bir zaman aksine gider; hırsız, polisi dar ağacına sürükler    Böylece bir nice sultan, bir nice yüce himmetli, bir müddet kendi kuluna kul olur  Kul, efendisinin huzurunda değilken de kulluğunu korur, itaatten çıkmazsa bu kulluk iyi ve hoş bir kulluktur  Bu padişahın önünde onu öğen kişi nerede, padişah yokken bile ondan utanıp çekinen nerede  Memleket ucunda, padişahtan saltanat sayesinden uzak bir kale dizdarı; Kaleyi düşmanlardan korur, orasını sayısız mal ve para verse bile satmaz, Padişah orada değilken, hudut boylarında, padişahın huzurundaymış gibi vefakarlıkta bulunursa; O dizdar; elbette padişahın yanında, huzurunda bulunan ve can feda eden kişilerden daha değerlidir  Şu halde yarı zerre miktarı, fakat gaibane emir tutmak; emredicinin huzurunda kulluk etmek ve emrine uymaktan yüz binlerce defa üstündür  Kulluk ve iman, şimdi makbuldür  Fakat ölümden sonra her şey meydana çıkınca inanmak, bir işe yaramaz  Hakikatın kapalı, örtülü olması ve gayba inanmak daha iyi, daha makbul olunca ağzın kapalı, dudağın yumuk olması elbette iyidir  Kardeş, sözden el çek ki bizzat Tanrı, sende Ledün ilmini meydana çıkarsın  Güneşin varlığına delil kendisi yeter  Tanrı’dan daha ulu şahit kimdir? Hayır    söyleyeceğim çünkü Kuran’da şahadet hususunda hep beraberce Tanrı da anılmıştır, melek de alimler de  Tanrı da şahadet eder, melekler de, bilgili kişiler de: Şüphe yok ki Rabb, ancak daimi Tanrı’dır    Hak, şahadet edince melek kim oluyor ki şahadette Tanrı ile müşterek olsun! Çünkü ziyaya tahammül edemeyen zavallı gözlerle biçare gönüllerin güneşin nuruna ve güneşe takatleri yoktur  Bu çeşit gözler, böyle gönüller, yarasaya benzerler  Yarasa güneşin ışığına, güneşin hararetine tahammül edemez, ümidini keser ( güneşten mahrum kalır) Gökyüzünde cilve eden güneşe şahadette, melekleri de bize dost, bize eş bil! “ Biz o tek güneşten nurlandık, güneşin halifesi gibi zayıfları nurlandık” diye şahadet ederler  Her melek; yeni ay, yahut üç günlük ay, yahut da dolunay gibi kemal, nur ve kudret sahibidir  O şule; üçer, dörder kanatlı meleklerin her birine, mertebelerine göre vurmakta, onları nurlandırmaktadır  Meleklerin kanatları insanların akıl kanatlarına benzer  İnsanların akılları arasında da çok fark vardır  İyilikte olsun, kötülükte olsun her insana kendisine benzer bir melek arkadaştır  Gözü tahammül edemediği için çipile, yıldız ışık verir, o da bu suretle yol bulur  Peygamber “ Sahabem yıldızlar gibi yola gidenlere ışık, şeytanlara taştır” dedi  Herkes uzaktan görebilseydi gökyüzündeki güneşle nurlanırdı  Ve ey aşağılık kişi, güneşin nuruna delalet etmek üzere yıldıza ne luzum kalırdı? Ay; buluta, toprağa ve gölge der ki: “Ben de sizin gibi insanım  Ancak bana vahiy geliyor  Ben de yaratılışta sizin gibi karanlıktım  Fakat vahiy güneşi, bana böyle bir nur verdi  Güneşlere nispetle biraz karanlığım, fakat insanların karanlıklarına nispetle nurluyum  Tahammül edebilesin diye nurum zayıf  Çünkü sen parlak güneşin eri değilsin Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum, faydalı oldum  Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör  ” Gönül tahtı, heva ve hevesten arındı; gönülde “Er Rahmanu alel arşisteva” sırrı zuhur etti  Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder  Çünkü gönül bu rabıtayı buldu  Bu sözün de sonu yoktur  Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim! Artık Zeyd’i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı! Sen kim oluyorsun? Zeyd bile, üstüne güneş vurmuş yıldız gibi kendisini kaybetti, bulamadı! Ondan ne bir nakış bulabilirsin, ne bir nişan    Hatta ne de saman uğrusu yoluna gidebilmek için bir saman çöpü! Duygularımızla sonu gelmeyen sözümüz, sultanımızın bilgi nurunda mahvoldu  (Bu mazhariyete erenlerin) duygularıyla akılları iç alemde “Ledeyna Muhdarun” denizinde dalgalanmakta, dalga dalga üstüne, çoşup durmaktadır  Fakat gece olunca gene teklif ve icazet vakti gelir; gizlenmiş yıldızlar işlerine, güçlerine koyulurlar  Tanrı akılsızların akıllarını kulaklarında halka halka küpeler olduğu halde geri verir  Hepsi hamdüsena ederek ayaklarını vurur, ellerini çırpar, nazlı nazlı “Rabbimiz bizi dirilttin bize hayat verdin” derler  O çürümüş deriler, dökülmüş kemikler, yerden tozlar koparan atlılar kesilir; Kıyamet günü, şükrederek, yahut kafir olarak yokluktan varlığa hamle ederler  Niçin başını çevirir, görmezlikten gelirsin? Önce yoklukta da böyle baş çevirmemiş miydin? “Beni nerede yerimden tedirgin edecek? Deyip yoklukta da böyle ayağını diremiştin  Tanrı’nın sun’u; görmüyor musun? Nasıl seni alnındaki perçemden tutup çekerek: Evvelce hatırı hayalinde olmayan bu çeşit hallere uğrattı  O yokluk da daima Tanrı’ya kuldur  Ey dev kulluk et  Süleyman diridir! Dev havuzlar gibi kaseler yapmakta; kudreti yok ki bu işi yapmaktan vazgeçsin, yahut emredene bir cevap versin! Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu da aynen böyle tir,tir titrer bil! Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme korkusundan canın çıkar  En güzel olan (Güzeller güzeli ) Tanrı’nın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hatta şeker yemek bile! Can çekişme nedir? Ölüme yaklaşmak, abıhayatı elde edememek  Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır  Abıhayat var mı, yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var  Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün  Geceleyin yürü ,yol al    Uyudun mu gece gitti gider! O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz yap! Kötü renkli gecede çok iyilikler vardır  Abıhayat, karanlıkların eşidir, karanlıktadır  Böyle yüzlerce gaflet tohumunu ekip durdukça başını uykudan kaldırabilir misiniz? Ölü uyku, ölü lokmaya dost oldu; efendi uyudu, geceleyin iş gören hırsız da hazırlığa koyuldu  Senin düşmanın kimlerdir? Bilmiyorsun  Ateşten yaratılanlar, topraktan yaratılmışların varlığına düşmandır  Ateş suyun ve oğullarının düşmanıdır  Nitekim su da ateşin canına düşmandır  Suyun ve çocuklarının düşmanı olduğundan su da ateşi öldürür, söndürür  Bütün bunlardan sonra ( şunu da bil ki) bu ateş, şehvet ateşidir, günahın suçun aslı ondadır  Dış alemdeki ateşi su söndürür  Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar sürüp gider  Şehvet ateşi, su ile sakin olmaz  Çünkü azap ve elem bakımından cehennem tabiatlıdır  Şehvet ateşine ne çare var? Din nuru  Müminler ;nurunuz kafirlerin ateşini söndürdü  Bu ateşi ne söndürür? Tanrı nuru  Bu hususta İbrahim’in nurunu kendine usta yap  Ki öd ağacına benzeyen bu cismin, Nemrut gibi olan nefis ateşinden kurtulsun! Şehvet ateşi yanmakla eksilip bitmez  Yanmakla güzelce eksilir, nihayet yok olur  Bir ateşe odun attıkça o ateş nereden sönecek? Fakat odun atmazsan söner  Çünkü bu çekinme ateşe su serper  Yüzüne, kalplerin haramdan çekinmesinden kızıllık süren kişinin güzel yüzü, hiç ateşten kararır mı? Ömer’in zamanında bir yangın oldu  Ateş, taşları bile kuru ağaç gibi yakmaktaydı  Yapıları, evleri yakmağa, hatta kuşların kanatlarını ve yuvalarını bile tutuşturmağa başladı  Alevler şehrin yarısını sardı  Su bile ondan korkmakta, şaşırmaktaydı! Akıllı kişiler, ateşe kovalarla su ve sirke döküyorlar  Yangın inada gelip alevini artırıyordu  Ona Tanrı yardım etmekteydi  Halk Ömer’e yüz tuttular, koşa koşa gidip “Yangınımız suyla sönmüyor?” dediler  Ömer “O yangın, Tanrı alametlerindendir  Sizin hasislik ateşinizden bir şuledir  Suyu bırakın yoksullara ekmek dağıtın  Eğer bana tabi iseniz hasisliği terk edin” dedi  Halk, Ömer’e “ Bizim kapılarımız açık  Cömert kişileriz, mürüvvet ehliyiz, dediler  Ömer dedi ki: “ Siz, adet olduğu için yoksullara ekmek verdiniz, Tanrı için eli açık olmadınız  Öğünmek, görünmek, nazlanmak için cömertlik etmektesiniz; korkudan  Tanrı’dan çekinmeden, ona niyaz etme yüzünden değil!” Mal tohumdur, her çorak yere ekmek; kılıcı her yol vurucunun eline verme! Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hakla oturanı ara, onunla otur! Herkes, kendi kavmine ( meşrebine uygun kimselere) cömertlik gösterip mal, mülk verir, Nadan kişi de bu suretle bir iş yaptım sanır   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |