| 
 | |||||||
|    | 
|  | Konu Araçları | 
| anlam, anlamsözcük, anlatımı, dersi, edebiyat, edebiyatta, kavram, konu, sözcük | 
|  | Edebiyatta Sözcük Kavram Anlam-Sözcük Kavram Anlam Edebiyat Dersi Konu Anlatımı |  | 
|  12-20-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Edebiyatta Sözcük Kavram Anlam-Sözcük Kavram Anlam Edebiyat Dersi Konu AnlatımıSözcüğün Anlamı İletişimde tek tek sözcüklerin mi, tümcenin mi daha önemli olduğu çok tartışılmıştır  Bütünden (tümceden) parçaya (sözcüğe) gidiş de tutulabilecek bir yolken, en küçükten, sözcükten başlayarak tümceye giden bir yöntemi; yani bir anlamda tümevarım yöntemini izleyeceğiz biz  Hem hepimizin konuşmaya sözcüklerden başladığını dikkate alarak hem de kimi zaman tek sözcükle bile meramımızı anlatabildiğimizi düşünerek, sözcüğü öne alıyor ve önce sözcüğün anlamı üzerinde durmayı öneriyorum  Kaç çeşit anlam vardır, diye sıralamak kolaydır da anlamın tanımını yapmak zordur  Biz de anlamın var olmasını sağlayan şeyle, kavramla işe başlayalım ve kavram nedir, diye soralım önce  Bunu sorarken, her kavrama/her anlama bir sözcük düştüğü hesabıyla hareket edeceğimizi anımsatmış olayım  KAVRAM Bir sözcüğün, o dili bilenlerin beyninde oluşturduğu tasarım ve çağrışımlardır  Ne demek? Türkçe bilen biri ağaç sözcüğünü duyduğunda gözünü kapatsa beyninde bir ağaç canlanmaz mı? Tasarımdan işte bunu kastediyorum  Beynimize kazınmış görüntüler    Bunlar, daha annemizin babamızın elinden tutup "Bu ne? Bu ne?" diye kafalarını şişirmeye başladığımız zamanlarda kaydedilmiş oraya  Anne ya da babamız: "Bak, oğlum / kızım! Bu, ağaç  " dediğinde beyin, ağaç sözcüğüyle kodlayarak bir kayıt yapmış  Bir tür sesli kodlama ve görüntülü kayıt  O yüzden ağaç sözcüğünü duyan ve elbette Türkçe bilen herkesin kafasında bir ağaç tasarımı oluşur  alınmıştır Henüz okula bile gitmeyen çocukların ağaç, ev, kedi vb  çizebilmeleri bu sayede oluyor  Burada "Tıpkı bilgisayar gibi  " diyeceğim; beyne ayıp olacak  En gelişmiş bilgisayarlar bile insan beyninin kapasitesine erişememiştir  Buraya bir "henüz" diye ekleyeyim mi diye düşündüm bir an  Hayır, henüz ulaşamamış değildir, hiçbir zaman da ulaşamayacak; çünkü bilindiği gibi bilgisayar zaten insan beyni örnek alınarak yapılmıştır  Bilgisayarları en çok kendi beynimizin kapasitesine çıkarabiliriz  Siz bakmayın birtakım bilimkurgu filmlerinde insanların emrini dinlemeyen bilgisayarlara, başına buyruk robotlara falan  ("Onlar kâğıt!" derlerdi ya eskiden çocuklara, filme kapılıp gidince  Tıpkı öyle  ) Onlar film  Bizi bu yolla korkutmaya çalışan bir insanın beyninden çıkma hepsi  Öyleyse beynimizde tasarımlar var zaten  Bizim anımsamadığımız bir dönemde oraya kaydedilmiş durumda  Peki, çağrışım ne? Çağrışım da bir sözcüğün bize anımsattıkları  Herhangi bir sözcük duyduğumuzda aklımıza onunla uzaktan yakından ilgili pek çok başka şey gelir ya, onlar işte  Bizim, "ağaç" sözcüğünü duyan kişimizin, "dal, yaprak, meyve, gölge, orman    " pek çok şeyi anımsaması    Bir sözcüğün anlamını bu sayede biliriz  Zihnimizde daha önceden yapılmış kayıtları vardır, o kayda bağlı, ona akraba kayıtlar    Sözcüğü duyduğumuzda tümünü birden anımsarız  Öyleyse nedir anlam? ANLAM Tasarım ve çağrışımların toplamıdır  Felsefenin temel konularından biri olmuştur insanoğlunun nasıl öğrendiği  Yüzlerce yıl filozoflar bunu tartışmışlar  İnsan doğduğunda bir şeyler biliyor ve yeryüzü serüveni boyunca bunları anımsayıp öğrendiğini mi sanıyor; yoksa beynimiz boş bir levha halinde mi doğduğumuzda? Bilim el attıktan ve kesin sonuca ulaştırdıktan sonra felsefenin konusu olmaktan çıkar ya pek çok şey, "epistemoloji (bilgi kuramı)" için de böyle olmuş bu  Bilim, öğrenmenin beyinde DNA iplikçikleriyle oluşturulan bağlantılarla olduğunu bulduktan sonra felsefe bırakmış bu konunun peşini  Beyindeki bu faaliyet insanın gözlerine, bakışlarına bile yansır gerçekten, öğretmenseniz iyi bilirsiniz  Dersi dinleyen öğrencilere şöyle bir baktığınızda kimin anladığını kimin anlamadığını bakışlarından çıkarırsınız  Birtakım şeyleri sürekli ezberleyenlerin gözlerine baktığınızda da görebilirsiniz bu dediğimi  Çoğu bön bön bakar, gözlerinde trene bakan bir ineğinkinden daha fazla ışıltı, daha fazla parlaklık bulunmaz  Oysa öğrenmekte olan insanın gözleri ışıl ışıldır  Almakta olduğu bilgiyi eskileriyle ilişkilendirmiş ve yerli yerine oturtmuştur  Ezber ise bu söylediğimden tümüyle farklıdır  Ezber, bir bilgiyi hiçbir yere dayamadan beyinde tutmaya çalışmaktır; anlama ise o bilgiyi öncekilerle bağlantılandırmak  Dişçi bile, takma bir dişi sağındaki solundaki dişlere bağlar; yapıştırdığı yerde tek başına duramayacağını bilir  Sözü uzattım, kesiyorum  Biz yine sözcüğün anlamına dönelim  Bir beyinde bir sözcükle ilgili kayıt yoksa o beyinden o sözcüğün anlamıyla ilgili bir tanım, bir bilgi çıkmaz  Sözgelimi ben şimdi size "mip" nedir, diye sorsam; sorduğum anda bir bilgisayarın "enter" tuşuna basılmış gibi zihniniz o zamana dek yapılmış tüm kayıtları gözden geçirecek ve böyle bir kayda rastlanmadığını size bildirecek  Üstelik bu işi, dünyanın en hızlı bilgisayarını hasedinden çatlatacak bir hızla yapacak  Öyle bir kayıt yok  Demek ki bu sözcüğün anlamını bilmiyorsunuz  Bilseniz çok şaşardım zaten; çünkü şimdi, yazarken uydurdum bu "sözcük"ü  Böyle bir sözcük yok  Ama mip yerine ev deseydim hemen bir ev resmi belirecekti gözünüzde ve evle ilgili "aile, yuva, eşya" vb  çağrışımlar  Bu sözcüğün anlamını da bunlardan çıkaracaktınız  Zihninizdeki tasarım ve çağrışımı birleştirip "içinde insanların yaşadığı yapı" diye anlamını söyleyiverecektiniz  Şimdi de soyut ve somut anlamlı sözcüklerin ne olduğuna bakalım  Biliyorum, hepimizin zihninde "elimizle tutup gözümüzle gördüğümüz" diye bir ezber var  Bir sözcüğün somut anlamlı olup olmadığını anlamak için her seferinde gidip o varlığı ellememiz gerekmez  Beynimizde tasarım ve çağrışım yaptıran her kavram somut, bu kavramın karşılığı olan anlam da somut anlamdır  Biraz daha "somut" söylemeye çalışayım  Beş duyu organımızın herhangi biriyle algıladığımız bütün kavramlar somuttur  Sözgelimi "ses" sözcüğünü düşünün  Elimizle tutup gözümüzle görmüyoruz diye somut olmadığını mı düşüneceğiz? Olur mu? Fizikte başlı başına bir alandır, bir konudur ses  Fizikte (fizik sözcüğünü ve kavram alanını da anımsayarak) somut olanın ta kendisidir  Ben burada "limon" örneğini vermekten çok hoşlanırım  Özellikle de ballandırırım  Tahtaya "limon" yazıp tasarımını, çağrışımını belirledikten sonra "Bakın," derim öğrencilere  "Elimde limon falan yok  Oysa üç-beş tane limonu bir güzel yıkadıktan sonra, üstünde su damlacıklarıyla bir tabağa koyup buraya getirebilirdim ve gözünüzün önünde cırt diye kesip suyunu, birilerinize yalatarak eksiliğini gösterebilirdim size  Öyle yapmadığım halde ağzınız sulandı, değil mi?" Gerçekten de ben böyle ballandırarak (pardon, sulandırarak) anlattığımda, ben dahil, hepimizin ağzı sulanır  Ben de fırsat eğitimi yaratıp "Gördünüz mü?" derim  "Yalnızca sözcüğü duydunuz  Duyduğunuz anda beyninize uyarı gitti  Biliyor muydu beyniniz bu sözcüğü? Biliyordu  O kadar iyi biliyordu ki yalnız size anımsatmakla kalmadı; salgı bezlerinize kadar ulaştı bilgi; salgı bezleriniz su koyverdi  " Böylece anlamın öyle uzaklarda bir yerlerde olmadığını, kafamızın içinde tarafımızdan aranmayı beklediğini söylemiş olurum onlara  Dediğim gibi, tahtaya da çizerim şöyle: Soyut anlama geçtiğimde de "aşk" ve "sevgi" sözcüklerini yazarım tahtaya  Öğrencilerimiz hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bu sözcükleri tahtada görmeye pek alışık değildirler; o yüzden dikkat kesilirler  Amacım bu fırsattan yararlanıp Türkçenin güzelliğini, zenginliğini göstermektir onlara; ama aşkı ve sevgiyi özellikle karşılaştırırım  En katışıksız sevginin anne sevgisi olduğunu, annelerinin nasıl da üstlerine titrediğini anlattıktan sonra aşka geçer, kimi gazete haberlerini anımsatırım  Adam sevgilisini 37 yerinden bıçaklıyor  "Niye yaptın?" diyorlar  "Âşıktım abi  " diyor  Hani sevgi, korur gözetirdi! Aşk öldürüyor  Dahası, aşkın, öldürmenin bağışlanabilir nedeni olduğu düşünülüyor  "Öğrenmekte olduğunuz Batı dillerini düşünün," diyorum  "Aşk ve sevgi çoğunda aynı sözcükle ifade ediliyor  Oysa bunlar aynı kavramlar değil  Gördünüz mü Türkçenin zenginliğini?" Bu arada, bizim, sevgilisini 37 yerinden bıçaklayan hayali âşığı anlatırken bir fırsat daha yaratıp simge (sembol) ile tasarım arasındaki farka da değinirim  "Aşk tasarım yapıyor mu?" diye sorup "Hayır!" yanıtını aldıktan sonra birkaç kişi mutlaka sağa sola çizilen kalp resimlerini anımsar  Onların aklına gelmezse ben getiririm  "Hani parklardaki banklara, ağaçlara kazınan kalpler vardır  Onlar ne peki?" Bizim hayali âşığa bir kez daha iş düşer  Daha âşık olmamış, âşık olacağı kişiyi arama dönemindedir  Hıdrellez gelmiştir  Hızır ile İlyas senede bir gün ya deniz kıyısında ya bir su kenarında buluşacaklardır  Hızır karadakilerin yardımına koşmakta olduğu için karadan, İlyas denizdekileri koruduğu için denizden gelecektir  İnsanlar da onların buluşma yerleri olacağını varsaydıkları yerlere, deniz kıyılarına, su kenarlarına koşmakta, "Biri görmezse öteki görür, dileğimi gerçekleştirir  " diyerek kavuşmak istedikleri şeyleri çizmektedirler çakıl taşlarıyla  Ev isteyen ev resmi çizer kumların üstüne, araba isteyen araba resmi  Peki bizim âşık adayımız ne çizecek? O yaşa gelmiş, adam gibi bir aşk yaşamamış  Nasıl anlatacak doğru dürüst bir aşk yaşamak istediğini? O da bir kalp resmi yapıyor  Çünkü başka türlü anlatamıyor  Tasarımı olsa istediği şeyin, onu çizecek; ama tasarımı yok  işte o yüzden bir simge buluyor o şeye, simgeyle anlatıyor  Demek ki neymiş? Hiçbir duyu organıyla algılayamadığımız kavramın anlamı soyuttur  Peki, temel anlam, mecaz anlam, gerçek anlam falan gibi sözler dolaşıyor ortalıkta  Onlar nedir? TEMEL ANLAM (GERÇEK ANLAM) Bir sözcüğün tek başına olduğu zamanki anlamı, ilk anlamıdır  Bu "ilk" sözcüğünden, aklımıza ilk gelen anlam da anlaşılabilir, sözlükteki sıralamada " 1" numarayla gösterilmiş olan anlam da  İkisi de doğrudur  Merak eden, hatta etmeyen de (çünkü sözlük karıştırmak güzeldir, çok zevklidir) sözlüğe baksın  Anlamlar numaralanmıştır ve "1" numaralı anlam, daima temel anlamdır  Tanımın aklımıza ilk gelen bölümü de açıklama gerektirir  Herkesin aklına ilk o anlam niye gelsin? Ayrıca kimi sözcüklerin yan anlamları temel anlamlarından daha yaygın kullanılmaktadır  Bu ölçüte pek güvenemeyiz; ama, tek başına olduğu zamanki ölçütüne güvenebiliriz  Tek tek anımsadığımız sözcüklerin çoğunda temel anlam gelir aklımıza ilk  Temel anlam somut da olabilir soyut da  Türkçede genellikle sözcükler somut anlamlıdır  Soyut anlamlı sözcüğümüz az olduğu için, temel anlamı somut sözcüklere soyut anlam yükleyerek (ki biraz sonra anlatacağım bu konuyu) karşılarız soyut kavramları  Bir halkın diline bakarak yaşamı nasıl algıladığı anlaşılabilir  Türkçeyi anadili olarak benimseyenler, dünyayı somut olarak algılamaktan hoşlananların soyundan gelmekte demek  YAN ANLAM Bir sözcüğün, başka sözcüklerle ilişkisi sayesinde kazandığı anlamların tümüdür  Sözcüğün dilin içinde, kullanımda kazandığı anlamlardır bunlar  Hiçbir sözcük tek basınayken yan anlam kazanmaz  Yan anlamlar da somut ve soyut olabilir  Temel anlamı somut olan sözcüklerin ilk sıralardaki anlamları somut, sonrakiler soyut olur genellikle  Anlam, suya atılan bir taşın yarattığı halkalar gibi genişler  Taşın ilk değdiği nokta temel anlamdır  Bu anlam somutsa taşa en yakın halka, temel anlama da en yakın somut anlamdır  Merkezdeki temel anlamdan uzaklaşıldıkça anlam da soyutlaşır  "Yem" sözcüğünü ele alalım şimdi  Temel anlamı nedir? Türk Dil Kurumu'nun 1983 baskılı Türkçe Sözlük'ünden bakarak yazıyorum: Yem: 1  Hayvan yiyeceği  2  Kuş ve balık tutmak için tuzağa bırakılan ya da oltaya takılan yiyecek ya da yiyecek görüntüsündeki nesne  3  mec  Birini aldatabilmek için hazırlanmış düzen; kullanılan kimse ya da şey  Fark etmişsinizdir, mecaz anlam diye ayrı bir başlık koymuyorum; çünkü onun da yan anlam kapsamında, yan anlamlardan biri sayılması gerektiğini düşünüyorum  Burada "eşseslilik" ("sesteşlik") konusuna da biraz girelim  "Sesteş" sözcüklerle temel anlam-yan anlam ilişkisi karıştırılmamalı  Sesteş (adı üstünde) ortak seslerden kurulu sözcükler demek  Bu sözcükler arasında anlam ilişkisi aranmaz  Aransa da bulunmaz  Zaten aynı ya da yakın anlam söz konusu olsaydı bunların adı "sesteş" değil, "anlamdaş" olurdu  "Yüz" sözcüğünü düşünelim şimdi, ikisi ad (isim), ikisi eylem (fiil) olmak üzere dört ayrı "yüz" sözcüğü var  Yüz (1): Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı ve bu sayıyı gösteren işaret, 100  Yüz (2): Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat  Yüz- (3): Kol, bacak, yüzgeç gibi organların özel hareketleriyle su yüzeyinde ya da su içinde ilerlemek, durmak  Yüz- (4): Derisini çıkarmak, derisini soymak  Bu sözcüklerin yukarıya aldığım anlamları temel anlam  3  ve 4  "yüz" sözcüklerinin yanına koyduğum çizgi, bunların eylem kökü olduğunu göstermek üzere, bundan sonra da kullanacağımız bir işaret  Şimdiden alışmakta yarar var  Bu "yüz"ler, temel anlamlarına bağlı olarak yan anlam da kazanır mı? Elbette  İlki terim (matematik terimi, öyle ya!) olduğu için, terimlerle ilgili de bir bilgi sıkıştıralım bu araya  Terim, bilindiği gibi, bir bilim, sanat, meslek dalıyla ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan sözcüktür  O yüzden terimler pek fazla yan anlam kazanmaz  Pek fazla, dedim; çünkü kazananları da vardır ve açıkçası özel bir alanda kullanılmak üzere sunulan sözcükler sınırlarını o alanın dışına taşırdıklarında dili zenginleştirir  Bu söylediğime örnek olarak "açı" sözcüğüne bakalım  Terim olmasının yanı sıra    "benim açımdan    ", "bakış açısı"kullanımlarındaki gibi, "görüş, bakım, yön" gibi yan anlamlar kazanmıştır ve ne iyi etmiştir, öteki "yüz" sözcüklerinin temel anlamlarına bağlı olarak kazandıkları yan anlamları hepimiz biliyoruz  Ben yine de birini ele alıp açıklayayım  İkinci "yüz" sözcüğü, önce "suyun yüzü, yapının yüzü, yastığın yüzü, yorganın yüzü" gibi somut anlamlar kazandıktan sonra "Adam, yüzsüzün biri  " tümcesindeki gibi soyut bir anlam kazanıyor  Öteki "yüz" sözcükleri için de durum bu  Demek her biri bağımsız birer sözcük  Tek şanssızlıkları y, ü, z sesleriyle ifade edilmiş olmaları  Birine "yüz", ötekine "züy" denseydi de olurdu; ama denmemiş  Sesteşlik yalnız Türkçede değil, bütün dillerde vardır  Hiçbir dil için yoksulluk işareti sayılmadığı gibi Türkçe için de sayılmamalıdır  Yukarıda terimlerle ilgili olarak söylediklerim, terim olmayan sözcükler için elbet bütünüyle geçerlidir  Yine de önce şu soruyu sormakta yarar var: Sözcüklerin yan anlam kazanması dil açısından olumlu mudur, olumsuz mu? Bunu sorup sınıflarda öğrencileri birbirine düşürmeyi çok severim  Birbiriyle çelişen yanıtlar verilebilir bu soruya  Bir sözcüğün pek çok yan anlamının bulunması, o sözcüğün anlam yönünden şişmesine, giderek kendi anlamını bile netlikle karşılayamamasına yol açabilir  Ancak, şu da düşünülmeli  Dünyada o kadar çok kavram var ki bu kavramların tümünü ayrı sözcüklerle karşılamaya kalksaydık milyonlarca değil, milyarlarca, belki trilyonlarca sözcüğümüz olurdu  Bu sözcükleri öğrenmeye ömrümüz yetmezdi  Ardımızdan, "Tam dili sökmek üzereydi, rahmetli oldu  " denecek durumlara düşerdik  Bir dilin zenginliğini sözcük sayısıyla ölçme alışkanlığını biliyorsunuz  Doğru mu bu? "Türkçe, İngilizce kadar zengin bir dil değildir; çünkü İngilizcedeki sözcük sayısı şu kadar, Türkçedeki ise bu kadar  " diye karşılaştırma yapanları çok duymuşuzdur  Ben sinir olurum böylelerine  Sanırsınız ki Türkçedeki bütün sözcükleri biliyorlar; ama bildikleri bu sözcükler anlatmak istedikleri derin anlamları iletmelerine yetmiyor  Besbelli hiç sözlük karıştırmamışlar, akıllarına takılan bir sözcük için sözlüğe baktıklarında bilmedikleri onlarca, yüzlerce sözcükle karşılaşmamışlar  Önemli olan, dilin çok sayıda sözcüğe sahip olması değil, bütün anlamları karşılayacak olanağa sahip olup olmadığıdır  Eğer Türkçe, söylendiği gibi yoksul bir dil olsaydı dünyanın en zengin dili olduğu söylenen İngilizceyle yazılmış kitapların hiçbiri Türkçeye çevrilemezdi  Bu dediğim, "Türkçeyi zenginleştirmekten vazgeçelim  " anlamına gelmiyor elbette  Ama dilimizle ilgili aşağılık kompleksinden kurtulalım  Türkçe sağlam bir dildir  O kadar sağlamdır ki yüzyıllarca yüzüne bakmadığımız halde yok olup gitmemiş, aramayı akıl ettiğimizde onu bıraktığımız sağlamlıkta bulabilmişiz  Osmanlı dönemini kastediyorum bunları söylerken  600 yıl kısa bir süre sayılmaz, değil mi? Düşünülürse Fransa'da romantizm akımı 40-50 yıl sürmüştür ve bu süre yalnız Avrupa'da değil, dünyada birçok şeyin eskisi gibi olmayacak kadar değişmesine yetmiştir  Biz bütün Osmanlı dönemi boyunca Türkçenin yüzüne bakmamışız; yazıdan, edebiyattan uzak tutup konuşma diline indirgemişiz onu; ama yanıldığımızı anladığımızda dipdiri bulmuşuz bıraktığımız yerde  Halk ozanlarının, halk hikayecilerinin desteğiyle elbette  Okuryazar takımının dışladığı Türkçeyi halk, dilinden hiç düşürmemiş o yüzyıllar süren unutkanlık süresince  Toparlıyorum: Sözcükler sayılarının çokluğuyla zenginleştirmez dili, yüklendikleri yan anlamların çokluğuyla zenginleştirir  O zaman Türkçeyle ilgili soruyu şöyle soralım: Türkçe, sözcüklere yan anlam kazandırılma ölçütüne göre zengin bir dil midir? Değildir; çünkü usta şair ve yazarların üstlenmesi gereken yan anlam kazandırma işi, Türkçede halka bırakılmıştır  Halk elinden geleni yapmıştır; ama anlamı tek sözcükle karşılayamadığı durumlarda daha çok deyim uydurma yolunu seçmiştir  Peki, halkın yan anlam kazandırma yollan nelerdir? Halk hangi yöntemlerle yan anlam kazandırır sözcüklere? | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |