2.Abdülhamit Kimdir

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

2.Abdülhamit Kimdir



Abdülhamit (2)

( 21091842)- (10021918)

Osmanlı Padişahlarının otuzdördüncüsü

İslam Halifelerinin doksan dokuzuncusu

Saltanatı: 1876-1908
Babası: Abdülmecid Han -
Annesi: Tir-i Müjgan Sultan
Doğumu: 21 Eylül 1842
Vefatı: 10 Şubat 1918

Çok iyi bir tahsil görerek din ilimlerini ve Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi Amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü Abdülaziz Han'ı tahttan indirip şehit ettiren, böylece Osmanlı Devleti'nde idareyi ele geçirin batı kuklası bazı paşalar, V Murat'ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han'ı sultan ilan ettiler

Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalımın eşiğindeydi Karadağ ve Sırbistan'da savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Girit'te ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876'da Birinci Meşrutiyet ilan edildi Ancak gayrimüslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Mebusan'ın ilk işi Rusya'ya harp ilanı oldu 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için tam bir felaket getirdi Ruslar İstanbul önlerine kadar geldi Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan'dan İstanbul'a hicret etti Mütareke isteyen Sultan Abdülhamid, ilk iş olarak devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren Meclis-i Mebusan'ı kapattı (13 Şubat 1878) ve devlet idaresini eline aldı Ayastefanos antlaşması ile Osmanlı Devleti Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum'u kaybediyordu Ancak İngiltere ile anlaşan Abdülhamid Han, Kıbrıs'ın idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin Konferansı'nda kaybedilen toprakların bir kısmına sahip oldu

Abdülhamid Han büyük meseleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti'ni bundan sonra dahiyane bir siyaset, adalet ve fevkalade bir kudretle yönetti Düyun-u Umumiye idaresini kurarak iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi Memlekette büyük bir imar faaliyeti ile eğitim ve öğretim seferberliği başlattı Çoğu şahsî parasından olmak üzere cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü vs gibi toplam 1552 eser yaptırdı Ülkenin dört bir yanını demiryolu ile döşedi Yunanlıların Girit'te isyan çıkarıp, Türkler arasında toplu katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan'a harp ilan etti Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri Termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı Yunanistan'ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bunda muvaffak oldular

Yahudilerin Filistin'de bir cumhuriyet kurma teşebbüslerinin karşısına çıktı Onların Osmanlı borçlarını bütünüyle silelim tekliflerini reddetti Bu toprakların kanla alındığını, asla terk edilemeyeceğini sert bir dille bildirdi Filistin topraklarının yahudilere satılmaması için gerekli tedbirleri aldı Doğu Anadolu'da Ermeni hareketlerine karşılık Hamidiye alaylarını kurdu ve bölgede asayişi temin ile Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi

Sultan Abdülhamid Han'ı tahttan indirmeden Osmanlı Devleti'ni parçalamanın ve İslam'ı yok etmenin mümkün olmadığını gören bütün iç ve dış düşmanlar bu Türk hakanına karşı cephe aldılar Bir taraftan Sultan'ı gözden düşürmek üzere her türlü iftira ve kötüleme kampanyaları yaparlarken, diğer taraftan suikastlar tertip ettiler Ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal'ın "Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan" şeklinde ortaya attığı iftiraları aynen alan bazı gafiller, ansiklopedilere bunları yazarak genç nesilleri aldattılar

Bu arada Padişah'ın devlet idaresinde nüfuzunu kırmak isteyen batılılar, İttihat ve Terakki mensuplarını kışkırtarak 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyeti ilan ettirdiler Böylece otuz yıl durmuş olan facialar tekrar başladı 31 Mart Vakası sebebiyle İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik'e gönderildi (27 Nisan 1909) 10 Şubat 1918'de Beylerbeyi Sarayı'nda vefat eden Abdülhamid Han'ın naşı Çemberlitaş'ta dedesi Sultan II Mahmut'un türbesindedir

II Abdülhamit Han'ın güzel ahlakı, dine olan bağlılığı, edep ve hayasının derecesi, akıl ilim ve adaletinin çokluğu, milleti için gece-gündüz çalışması, düşmanlarına bile iyilik yapması, ciltler dolusu eserlerle anlatılmaktadır Onun tahttan indirilmesinin üzerinden 10 yıl geçmeden imparatorluğun dörtte üçünün elden çıkması, memleketi 33 yıl nasıl idare ettiğine en açık delildir Yine Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesiyle beraber kan gölü haline çevrilen Ortadoğu'da hala huzur tesis edilememiş olup, Arap alemi siyonizmin oyuncağı haline gelmiştir

Vaktiyle İttihat ve Terakki fırkasının içinde Abdülhamid Han'a düşmanlık eden Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif pişmanlıklarını aşağıdaki şiirliri ile dile getirmişlerdir

Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasî Padişahına

(Rıza Tevfik)

-------------------------------------------------------

Padişahım gelmemişken ya da biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz

(Süleyman Nazif)

ESERLERİ:

1Sultan Abdülhamid'in Hatıra Defteri
İsmet Bozdağ
Truva Yayınları

HAKKINDA YAZILANLAR

1Abdülhamid'in Son Günlerinde "İstanbul"
(Constantinople Aux Derniers Jours D'Abdul-Hamid)
Paul Fesch
Pera Turizm ve Tic

Paul Fesch'in "Abdülhamid'in Son Günlerinde İstanbul" adlı bu eseri IIMeşrutiyet'in ilanından sekiz ay önce (Kasım 1907) Paris'te basılmıştır Yazarın İstanbul'da bir müddet kaldığı, İstanbul'daki Avrupalılar yaşayan rejim karşıtlarıyla özellikle Prens Sabahattin ile yakın ilişkiler içinde olduğu da bilinmektedir

Kitap geleneksel bir gezi kitabı gibi başlamakta ve Simplon Ekspresi ile yapılan Paris-İstanbul yolculuğunun anlatılması okuyucuya sıradan bir gezi kitabı okuyacağı izlenimi vermektedir Ama bu ilk bölümden sonra yazar Osmanlı Devleti üzerine ayrıntılı bir incelem yapmaktadır Basının durumunu anlattıktan sonra, sansür, muhbirlik ve polis örgütünü inceleyen Fesch daha
sonra II Abdühamid'i, oğlu Burhanettin Efendi'yi veliaht yapma çalışmalarını, peşinden de Vahdettin'in anlatır İlk Meşrutiyet Meclisi'nin oturumarı üstünde durur Kitabın en ilginç bölümlerinden biri de genellikle Fransa'da yaşayan Abdülhamid karşıtı Jöntürkler hakkında verdiği bilgilerdir Fesch bütün bu incelemelerden sonra; Türkiye'nin gücü ve zayıflığını kendi görüşleri çerçevesinde araştırmakta ve ilginç sonuçlara varmaktadır Ardından o dönemde Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Fransız okullarını bağımsız bir bölümde inceleyen yazar ardından Osmanlı topraklarında emperyalist güçler arasındaki mücadeleleri ele alır Kitabın sonunda ise İstanbul Fransız Ticaret Odası'nın kaynaklarından da yararlanarak; Osmanlı İmparatorluğu'nun o dönemdeki ticari ve sınai durumunu il il ayrıntılı olarak incelemektedir

Abdülhamid devri açısından önemli bir kaynak olan bu eseri dilimize kazandıran Erol Üyepazarcı, bugünün bilgileri ışığında eleştirel bir bakışla Fesch'in verdiği bilgileri değerlendirmiş ve çok sayıda dipnotla eseri zenginleştirmiştir

Abdülhamid Kızıl Sultan mı?
Cilt: 1
Tarihin Hükmü
Mustafa Müftüoğlu
Seha Neşriyat / Tarih Dizisi

Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid
Aydın Talay
Risale Yayınları

Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım)
Ayşe Osmanoğlu
Selçuk Yayınları

Kavimlerin ömründe "bir an" sayılacak zamanda rejiminden lisanına, kıyafetinden inançlarına kadar değişen bir ülkede tarih yazmak kolay değildir Çünkü, telaşlı ve genellikle yönlemiş kalemler, tarih mozayiğinin çoğu parçasını yanlış yerlere koyarlar Tahrif edilmiş tarih ise, sadece masal'dır 1960'daki ilk baskısı hızla tükenen bu hatırat, tarih yazacakların istifadesine "birinci ağızdan" sunulmuş belgelerdir Rivayet ve dedikodu değildir Cumhuriyet Türkiyesi'nde başvekilik yapmış bir başka "birinci ağız"
olan Fethi Okyar, 1978'de neşredilen hatıratıyla Ayşe Osmanoğlu'nu tasdikle kalmamış, elinizdeki kitabın tekrar tekrar basılmasını zaruri kılmıştır

Harem Penceresinden Sultan Abdülhamit
İsmet Bozdağ

2Abdülhamit Hanın Liderlik Sırları
Mehmet Aydın
Okumuş Adam Y 2Baskı İstanbul 2001

Bilinmeyen Sultan
2 Abdülhamid
Joan Haslip
IQ Kültür-Sanat Yayıncılık / Araştırma-İnceleme
Çeviri: Nejlet Öztürk
Türkçe (Orijinal Dili: İngilizce); 335 s; İstanbul Ağustos 2001

"İşte Avrupa'nın herhangi bir yerine gitmenize müsaade eden izin Tekrar İstanbul'a gelirseniz Türkiye artık sadece küçük bir memleket olacak Demokrasi bir mezhep mücadelesi haline gelecek Zannetmemki, milletim bu günkünden daha mutlu olsun"

Kitabın İçinden;
Sultan Abdülhamid'in Doğumu - İngiliz Elçisi Sir Stratford Canning - Tirimüjgan'ın Ölümü - Kırım Savaşı - Barış Hayalleri - Sultan Abdülhamid ve Avrupalılar - Avrupa'ya Seyahat - Rus Tehditleri ve Flora Cordier - Saraya Baskın - Sultan Murad'ın Saltanatı - Sultan Abdülhamid'in Zekası - İstanbul Konferansı - Sultan Abdülhamid Maskesini Çıkarıyor - Yeni Bir Bunalım - Türk-Rus Savaşı - Ayestefanos Andlaşması - Ali Suavi Olayı - Ermeni Meselesi - 1879'da Sultan Abdülhamid - Yeni İngiliz Elçisi: George Coshen - Mısır'da Arabi Paşa İsyanı - İngilizler Mısır'da - Alman İmparatoru'nun İstanbul'u Ziyareti - Ziyaret Günleri - Ermenistan Üzerinde Kara Bulutlar - Ermeni Ayaklanmasının Yarattığı Kanlı Olaylar - 1897 Türk-Yunan Savaşı - Alman İmparatoru'nun İstanbul'u İkinci Ziyareti - Hicaz Demiryolu - İttihat Terakki Komitesi - Karşı İhtilal Teşebbüsleri (31 Mart Olayı) - Sultan Abdülhamid'in Azledilmesi - Sultan Abdülhamid'in Son Yılları
(Arka Kapak'tan)
xx

Filistin topraklarının bir karışını bile satmam

II Abdülhamid ve Filistin Meselesi

Bu makalede, II Abdülhamid Döneminde (1876–1909) Filistin meselesinin ortaya çıkışı ve gelişimi incelenmektedir Öncelikle Theodorl Herzlin, sultan II Abdülhamidi ikna etmek için göstermiş olduğu diplomatik çabalar, II Abdülhamidin Siyonizme ve Siyonist hareket karşısındaki politikaları ve son olarak da güç dengesi ve çıkar çatışması bağlamında Büyük Güçlerin meseleye dâhil olmasını anlatıldıktan sonra, sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirmede yapılacaktır

Mehmet Durmuş

Giriş

1789 yılında Fransız Devriminin patlak vermesinden sonra, “milliyetçilik” tüm dünyada etkili olmaya başladı Özellikle bünyesinde birden fazla milleti barındıran büyük Avusturya-Macaristan ve Osmanlı gibi imparatorluklar, bu ayrılıkçı hareketten çok fazla etkilendi Osmanlı Devleti, 19 yy boyunca sık sık bu problemlerle uğraşmak zorunda kalacaktı 1829 Edirne Anlaşmasıyla bağımsız bir Yunan devletinin kurulması, imparatorluğun bünyesindeki diğer azınlıklar için de bir ilham kaynağı olmuştu Bu azınlıklar içersinde yer alan Yahudiler de Filistinde (arz-ı mevud=vaad edilmiş yurt) bağımsız bir devlet kurmanın hayaline kapılmışlardı

Sultan II Abdülhamid zamanında, Yahudilerin Filistine olan geri dönüş çabaları hızlanmıştı Çünkü o zamanlar imparatorluk ekonomik olarak zor durumdaydı 1881 yılında yabancıların borçlarını tahsil etmek için kurulan Duyun-u Umumiye, Osmanlı Devletinin tüm gelirlerin kontrol ediyor ve önemli bir kısmına el koyuyordu Aslında bu durum, ulusal egemenlik ve bağımsızlık açısından kabul edilemezdi Yahudi cemaatinin önde gelenleri padişahın içinde bulunduğu bu mali krizin farkındaydı ve sultana “dış borçların” ödenmesi konusunda yardım teklif ettiler Birçok kez İstanbula gelen ve Avrupadaki Osmanlı bonolarının ödenmesi için yardım önerenlerin başında Avusturyalı gazeteci Theodorl Herzl gelmekteydi

Theodorl Herzl 1886 ile 1892 yılları arasında beş defa İstanbulu ziyaret etti Fakat çabaları zaman kaybından başka bir şey değildi Ne Osmanlı yöneticilerinden ne de Sultan II Abdülhamidin kendisinden herhangi bir cevap alamadı Daha sonra Newlinski ve Herzl, Filistinde Yahudi yerleşim yerlerinin açılması konusunda Abdülhamidi ikna edebilmek için birlikte hareket etme kararı aldılar Abdülhamid için Polonyada muhbirlik yapan Newlinski, Herzl ve sultan arasında bir elçi gibi hareket ediyordu Newlinski Herzl ile görüştükten sonra İstanbula giderek, Filistinde oluşturulacak Yahudi yerleşim merkezleri karşılığında sultana 20000000 pound önerdi Fakat beklendiği gibi Abdülhamid bu cömert teklifi elinin tersiyle itti Sultanın cevabı oldukça net ve açıktı Hiçbir surette, Filistinde Yahudi yerleşim merkezleri oluşturulamazdı Abdülhamid han şöyle demiştir:

“Bu toprakların bir karışını bile satmam, çünkü bu topraklar bana değil, halkıma aittir Halkım bu toprakların her karışı için kanını feda etmiştir… Türk imparatorluğu bana değil Türk halkına aittir Bu yüzden onun hiçbir parçasını geri veremem Bırakın Yahudiler paralarını kendilerine saklasınlar İmparatorluğum çöktüğünde Filistine para ödemeden sahip olacaklar Cesetlerimiz paylaşılabilir fakat yaşayan bir vücut üzerinde herhangi bir operasyon yapılmasına izin veremem”

Yahudiler sahip oldukları mevcut imkânlarıyla padişahı ikna edebileceklerini zannediyorlardı Birincisi, Yahudiler Avrupa basını üzerinde önemli bir etkiye sahipti Ermenilerin Osmanlı yönetimini karalamaya yönelik faaliyetleri devam ederken, bir yandan da 1829 öncesinde Yunan örneğinde olduğu gibi, bu kez de Ermeniler Büyük Güçlerin desteğini kazanmaya çalışmaktaydı Yahudiler, Avrupa basınında yer alan Osmanlı aleyhtarı yazıları durduracaklarını, bunun karşılığında ise Filistinde yerleşme hakkına sahip olabileceklerini ümit ediyorlardı İkincisi, Yahudi bankerler Avrupa mali piyasalarında oldukça etkiliydiler Osmanlı borç bonolarının önemli bir kısmı Avrupalıların elindeydi Bu bonoları geri alabilmenin yegâne yolu ise Yahudilerin yardımına başvurmaktan geçmekteydi Kısacası, Filistin toprakları karşılığında tüm Yahudi mali kaynakları ve basın organları Osmanlı devletinin emrine amadeydi Philipp de Newlinskinin ölümünden sonra aslında bir Yahudi olan Prof Arminus Vambery Herzlin yeni elçisi oldu

Bir defasında Theodorl Herzl, II Abdülhamidle yüz yüze konuşma fırsatı buldu ve Osmanlı Devleti sınırları içersinde yaşayan Yahudilere göstermiş olduğu şefkatten dolayı kendisine şükranlarını sundu Bu görüşme esnasında Herzl, Büyük Güçlerin Osmanlı Devleti için ne kadar önemli bir tehdit olduğu konusunda sultanı ikna etmeye çalıştı Herzle göre, Mezopotamyanın tüm zenginlikleri İngilizler, Almanlar ve Fransızlar tarafından sömürülmekteydi Osmanlı Devletini Batılı devletlerin ekonomik zincirinden kurtarmanın yegâne yolu Filistinde Yahudi yerleşim merkezlerinin kurulmasına izin vermekten geçmekteydi Yahudilerin diğer yardımı ise Avrupadaki borç bonolarının toplanması konusunda yapılacaktı Bu bonoları geri almak Yahudiler için oldukça kolaydı, çünkü Yahudiler için “paranın efendisi” sözü boşuna söylenmemişti Ve son olarak da sultandan, Türkiyede tarım, endüstri ve ticaretin geliştirilmesi için Osmanlı-Yahudi Şirketinin kurulmasını istedi

Takvimler 5 Şubat 1982yi gösterdiğinde, II Abdülhamid Herzli saraya çağırdı ve Osmanlı İmparatorluğunun kapılarını Yahudilere açmaya hazır olduğunu söyledi ama bazı şartları vardı

i) Gelecek olan Yahudiler Osmanlı İmparatorluğuna gelmeden önce “Osmanlı uyruğunu” kabul edeceklerdi

ii) Yahudi halkı nereye isterse oraya yerleşebilecekti fakat Filistin toprakları hariç

Yahudiler bu şartları kabul ettikleri takdirde, Yahudi bankerler Osmanlı borçlarını yeniden yapılandıracaklar, bunun karşılığında ise madenlerin işletilme hakkına sahip olacaklardı Mevcut madenler ve yeni maden ocakları Yahudiler tarafından işletilebilecekti Fakat anlaşmanın maddeleri her iki tarafı da memnun etmemişti Herzle göre, Sultanın bahşettiği ayrıcalıklar Yahudi toplumunu ikna etmek için yeterli değildi

Aradan biraz zaman geçtikten sonra II Abdülhamid Theodorl Herzli tekrar saraya davet etti ve borçların yapılandırılması konusunda Fransızlarla devam etmekte olan görüşmelerden kendisini haberdar etti Yani “eğer siz bize mali yönden destek olmazsanız, bu işi Fransızlara vereceğim” diyordu Ama Yahudi bankerlerin daha iyi bir teklif vermesi halinde, bu projeyi Fransızlar yerine, tebaası olan Yahudilere vermeyi tercih edecekti Bu iyiliklerine karşın, sultan şefkatli kanatlarını Yahudi tebaasının üzerinden eksik etmeyecekti Herzl bu teklife, yeni bir teklifle karşılık verdi Öncelikle ödenmemiş borçların faiz tutarı olan 1500000 pound ödemeyi ve daha sonra da 30000000 pound değerindeki Osmanlı borçlarının Yahudi bankerler tarafından ödenmesini teklif etti Böylece, Osmanlı Devleti hem Duyun-u Umumiyeden hem de Büyük Güçlerin baskısından kurtulacaktı Tabii ki bu kadar hizmet karşılıksız ol(a)mazdı Ödül olarak Akkayı ve Hayfayı istemekteydi

Fakat Herzl de bu teklifinin kabul olmayacağını adı gibi biliyordu Çünkü II Abdülhamid “Yahudi yerleşimi” konusunda oldukça hassastı Yahudilerin yerleşim yeri konusunda ısrarcı olması ve toprak talebinde bulunması sonucunda, dış borçların yeniden yapılandırılması projesi Fransaya verildi Aslında, II Abdülhamid bu görevi Fransızlar yerine elbette Yahudi bankerlere vermek istiyordu Çünkü Fransa borçlardan dolayı Osmanlı Devleti üzerinde baskı oluşturabilirdi fakat Yahudi bankerlerinin (yani kendi tebaasının) böyle bir şey yapması söz konusu olamazdı Abdülhamidin Filistin konusundaki hassasiyeti projenin Fransaya verilmesinde önemli rol oynamıştı Fakat petrol gibi önemli yeraltı kaynaklarının işletilmesi gene Yahudilere verilmişti çünkü Osmanlı Devletinin ne teknolojisi ne de yetişmiş insan gücü bu yeraltı kaynaklarının işletilebilmesi için yeterli değildi

O zamanlar, Osmanlı vatandaşları arasında yabancı düşmanlığı oldukça yaygındı Müslüman tebaa, Büyük Güçlerin tüccar ve zanaatkârlarına şüphe ile bakıyor ve madenlerin yönetiminin yabancı insanlara verilmesini hoş karşılamıyordu Madenlerin işletilmesi Yahudilere verilirse, zaten Osmanlı uyruğunu kabul ettikleri için, halkın bu olaya tepki göstermesi beklenemezdi

II Abdülhamid, konu devlet harcamaları olduğunda oldukça cimriydi Dış borçların ödenmesi, bütçe açığının azaltılması, askeri giderlerin karşılanması ve demiryollarının yapılmasını sağlamak zorundaydı Fakat Duyun-u Umumiye devletin tüm gelirlerini kontrol ederek bunları borç ödemelerine yönlendiriyordu Bu kurum bir nevi Batılı devletlerin tahsil merkezi gibiydi ve vergiler üzerindeki hâkimiyeti tartışılmazdı

II Abdülhamidin asıl korkusu, dış borçların ödenmemesi halinde askeri bir yaptırıma maruz kalmaktı Aslında bu endişesi hiç de yersiz değildi 1982 yılında Mısır, borçlarını ödeyememesinden dolayı işgal edilmişti Büyük Güçler neden bir kez daha aynı sebebi işgallerini meşrulaştırmak için kullanmasınlardı? Bu korku, II Abdülhamidi hiç hazzetmese de Theodorl Herzlle işbirliği yapmaya yöneltti Yahudilerden gelecek ekonomik yardım dış borçların etkisini bir nebze olsun azaltabilirdi Aslında II Abdülhamid ve Herzl aynı frekansta buluşmuyorlardı Her ikisinin de birbirinden beklentileri farklıydı II Abdülhamid hiçbir zaman Herzli Siyonizm hareketinin temsilcisi olarak kabul görmedi Ona göre Herzl, imparatorluğun borçlarının ödenmesinde faydası dokunabilecek alelade birisiydi

Aslında olaya II Abdülhamidin gözünden baktığımızda, Yahudi bankerlere borçlu olmak, Büyük Güçlere borçlu olmaktan kat be kat daha iyiydi Duyun-u Umumiye borçları bahane ederek sık sık devletin iç işlerine karışıyordu ve bir an önce bu kurumdan kurtulmalıydı Yahudiler herhangi bir devletin koruması altında olmadığından ya da bir devletleri olmadığından, Yahudi bankerlere borçlu olmak Osmanlı Devleti açısından bir tehdit oluşturamazdı

1903 yılında İngiltere ilginç bir teklifte bulundu ve “Uganda”yı Yahudi yerleşimi için alternatif bir yer olarak gösterdi Yahudilerin şimdiye kadarki tüm girişimleri boşa gitmişti II Abdülhamid e kalsa Filistinin bir çakıl taşını dahi vermeyecekti Herzl tarafından kabul edilmeyen bu teklif Yahudiler arasında fikir ayrılığına sebep oldu Bir grup, çok uzun zaman sonra ilk defa kendilerine ait bir ülkeye sahip olabilmenin hayaliyle Uganda teklifine sıcak baktı Öte yandan daha dindar olan grup ise ana yurtlarının Filistin olması konusunda ısrar etmekteydi Ugandadaki yaşam koşullarının araştırılması için bu ülkeye bir araştırma grubu gönderildi 1905 yılında Baselde toplanan 7 Siyonist Kongrede, Ugandanın anavatan olması reddedildi Bu kongre esnasında red kararının çıkmasında Chaim Weizmannın büyük katkısı olmuştur

Theodorl Herzl 1944 yılında öldü Kısa bir zaman sonra, muhalefet grubundan “diplomasi yöntemini” hedef alan protestolar yükselmeye başladı Muhalefet grubuna göre diplomasi “zaman” ve “enerji” kaybından başka bir şey değildi En kısa zamanda kolonileştirme hareketleri başlatılmalıydı Filistin bölgesinde başlatılacak olan kolonileştirme hareketi ve Yahudi göçmenler sayesinde, gelecekte özerk bir Yahudi Devleti kurmak mümkün olacaktı Mümkün olan en kısa zamanda, dünyanın her yerinden Filistine göç başlatılmalıydı Bu projeler devam ederken, Dünya Siyonist Örgütünün başkanın kim olacağı da önemli bir problem haline gelmişti Yeni lider kim olabilirdi? Bu kişi, Litvanya doğumlu David Wolfsondan başkası değildi Kısa bir zaman sonra Wolfson tüm Yahudileri ortak bir amaç etrafında toplayacaktı Filistin!

Wolfson da kutsal amaçlarına ulaşmak için diplomasi yolunu tercih etti Filistine giden yolun İstanbuldan geçmek zorunda olduğunun farkındaydı 25 Ekim 1907 tarihinde Wolfson yeni bir teklifle İstanbula geldi 50000 Yahudi aile Filistine yerleştirilecekti fakat Kudüse herhangi bir yerleşim yapılmayacaktı Buna ilaveten, göç eden Yahudiler Osmanlı vatandaşlığını kabul edecek ve askeri görevlerini yerine getireceklerdi Yerleşimlerin nerelere yapılacağına ise hükümet karar verecekti Bunun karşılığında ise Osmanlı Devletine 2000000 pound yardımda bulunacaklardı Osmanlı gibi büyük bir devlet için bu miktar oldukça azdı Fakat padişah iyi niyetini göstermek için “Anglo-Levantine British Company” nin kurulmasına izin vermişti

II Abdülhamid döneminin diğer önemli bir sorunu ise “Kapitülasyonlardı” Yabancılara verilen bu imtiyazlar iki cihetten çok zararlıydı Birincisi ekonomik, ikincisi ise siyasi Yabancı tüccarlar herhangi bir gümrük vergisi ödemiyorlardı, yani vergiden muaflardı Bu muafiyet devletin gümrük gelirlerinin her geçen gün biraz daha azalması ve küçük ölçekli yerli esnafın güç kaybetmesi demek oluyordu Fakat olayın siyasi boyutu ekonomik boyutundan daha önemliydi Kapitülasyonlar himaye (protegé) sistemini de beraberinde getirmişti Örneğin, eğer bir kişi kapitülasyonlardan faydalanan devletlerden birisinin vatandaşlığına geçerse, Osmanlı Devleti içersinde belirli ayrıcalıklara sahip olabiliyordu İlk zamanlar bu hak kutsal yerlerde yaşayanlara verildi Daha sonra bu haktan faydalananların sayısı giderek arttı

Fetihlerin durmasından sonra devlet temel gelir kaynağını kaybetti ve gelirler düşmeye başladı fakat devletin harcamaları durmuyordu, giderler bir şekilde karşılanmalıydı Bunun da yegâne yolu “reaya”dan daha fazla vergi alınmasıydı Müslüman kesim gelirlerinin önemli bir kısmı vergi olarak devlete gitmekteydi Diğer tarafta ise Büyük Güçlerin vatandaşlığında bulunanlar kapitülasyonlardan dolayı vergi vermemekteydi Sonuç olarak, Müslüman olmayan diğer vatandaşlar da bu ayrıcalıktan faydalanma yoluna gideceklerdi Batılı devletlerin vatandaşlığını seçen azınlıklar vergi yükünden kurtuluyorlardı

Farklı bir perspektiften bakarsak, himaye sisteminin Osmanlı tarafından kabulü, azınlıkların bağımsızlığına giden yolda önemli bir basamak olmuştur Rusya Slavları, Fransa Katolikleri, İngiltere de Protestanları ve Dürzîleri himayesine almıştı Büyük Güçler bu koruma ve kollama işine oldukça hevesliydi Bu şekilde Osmanlı Devletinin içişlerine istedikleri gibi müdahale edebilirlerdi Zaten, Osmanlı Devletinin son iki yüzyılına bakacak olursak, yabancı devletlerin azınlık haklarını bahane ederek devamlı surette Osmanlının içişlerine karıştıklarını görürüz Özellikle Fransa, Kanuni Sultan Süleymandan (1520–1566) beri Kutsal yerler üzerinde önemli ayrıcalıklara sahip olmuştu Kutsal mekânların ve ibadet yerlerinin tamiri gibi işler Fransa tarafından yapılmaktaydı Fransa bu şekilde diğer Hıristiyan Avrupa devletleri nezdinde daha önemli bir ülke haline gelmiş oluyordu 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla Rusya da Osmanlı sınırları içersinde yaşayan Ortodoksların koruyucusu haline geldi

Azınlıkların koruyucusu haline gelen devletlerarasındaki mücadele kendisini teşkilatlanmada da gösterdi Osmanlı Devleti ve Rusya arasında vuku bulan Kırım Savaşından (1856) sonra, İtalyanlar ve Almanlar, Hıristiyanlığın “Kutsal Mekânları” kabul edilen önemli dini merkezlerin bakım ve onarımı için bir takım ayrıcalıklar elde etti Buna ilaveten, İngiltere 1840 yılında “Society of London Jews” ve “London Missionary Societ” adlı iki kurum kurdu Filistinde hastane, yurt ve kütüphaneler inşa etti İngilizlerin hedefi Filistin topraklarında Protestan bir koloni oluşturmaktı Almanlar ise benzer çalışmalarda bulundular ve “Tempelgemein Society” i kurdular Almanların görünürdeki amacı ise Wurtlembengliden göç eden tüccar ve çiftçilerin güvenliğini sağlamaktı Almanlar, Katolik dünyası üzerindeki Fransız nüfuzunu kırmak için büyük çaba sarf etmişlerdi

Rusyada bu güç mücadelesinden uzak kal(a)mamıştır Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla Ortodoks Hıristiyanların koruyucusu haline gelen Rusya, Suriye Ortodokslarını da himayesine almaya çalışmıştır Aynı zamanda Filistinde de yoğun misyonerlik faaliyetlerinde bulunuyordu Büyük Güçler önce birbirlerine karşı daha sonra da Osmanlı Devletine karşı çetin bir mücadele vermekteydiler Asıl mücadele ise İngiltere ve Rusya arasında yaşanmaktaydı Çarın amacı Protestanları Ortodoks yapmaktı Benzer bir mücadele ise Fener Rum Patrikhanesi ile Rusya arasında görülmüştür

Yukarıda bahsettiğimiz din merkezli güç mücadelelerini göz önüne aldığımızda, Yahudi halkının Filistine yerleşmesi yeni problemlerin (daha doğrusu müdahalelerin) başlamasına neden olacaktı Sultan II Abdülhamid düşmanlarına böyle bir koz vermeyecek kadar zekiydi Osmanlı uyruğuna geçmemekte direnen Yahudiler, yabancı güçlerin güvenlik şemsiyesi altında kalmaya devam etmek istiyorlardı Bunun yanında kapitülasyonların getirmiş olduğu ticari ayrıcalıkları da kaybetmeyi göze alamıyorlardı

Siyonist hareketi destekleyen ve sorunun bugünkü çetrefilli haline gelmesinde en fazla katkısı olan Batılı devlet hiç şüphe yok ki İngiltere olmuştur 1847 tarihinde, İngiltere elçiliği, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yaşayan Yahudilerin korunması Saraya için bazı yazılı başvurularda bulunmuştu II Abdülhamidin yönetimi esnasında Girit ve Ermeni sorunu devleti yeterince meşgul etmişti Bu gelişmeler yaşanırken bir de Yahudi sorunuyla başını ağrıtmak istemiyordu 1897 Basel Konferansında yapılan Siyonist Kongresinde alınan karar şöyleydi; Siyonistler bir devlet kurmak istemiyorlardı onun yerine kanunların korumasına tabi olan bir Yahudi vatanı oluşturmaya karar vermişlerdi Fakat Osmanlı Devleti açısından bakıldığında bu oluşum, devletin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı açısından oldukça tehlikeliydi

Aslında mevcut durum ve gelişmeler Yahudilerin “ Yahudi Devleti” kurmaya istekli olduğunu gösteriyordu Bunu başarabilmek için de öncelikle bütün dünyadan Filistine ya da yakın bölgeler Yahudi göçünün başlatılmasını sağlamaya çalışıyorlardı Özellikle Avrupadan gelenler tarımla uğraşan mültecilerdi Fakat II Abdülhamid Yahudilerin gerçek niyetini çok bilmekteydi Gerisini II Abdülhamidin kendisinden dinleyelim:

“Siyonistlerin lideri olan Theodorl Herzl sözleriyle beni ikna edemedi Onların amacı sadece tarımsal faaliyetler değil bunun yanında siyasi temsilciliklere ve kendi hükümetlerine sahip olmak istiyorlardı Eğer benim buna izin vereceğimi zannediyorlarsa, Yahudiler gerçekten çok saf olmalılar Yahudileri, Osmanlı tebaasının bir parçası olarak düşündüğümde seviyorum fakat onların Filistin hakkındaki planlarını düşündüğümde onlardan nefret ediyorum”

Hem Türkler hem de Araplar Müslümandı Devlette önemli mevkilere ve kilit görevlere gelebilmek için Müslüman kimliğine sahip olmak önemli bir avantajdı Osmanlı Devleti nezdinde Hıristiyan Araplar Müslüman Araplar kadar değerli değildi Daha sonra da görüleceği gibi bu ayrımın da etkisiyle, “Arap Milliyetçiliği”nin bayraktarlığını yapanlar Hıristiyan Araplar olacaktı Örneğin Lübnanda kurulan “Beirut Secret Association” derneği çoğunlukla Hıristiyan Araplardan oluşuyordu Türkler uzun bir zaman İslama hizmet etmiş ve bu yüce dinin sancaktarlığını yapmışlardı Aslında Türkler hem İslamın uzak coğrafyalara yayılmasını sağlamış hem de Araplara karşı herhangi bir asimile hareketinde bulunmamışlardı Fakat dalga dalga yayılan milliyetçilik rüzgârından Araplar da nasibini almıştı

II Abdülhamid, aslında Arap tebaasına daha çok önem veriyordu Bu önem de yukarda da bahsettiğimiz gibi onların Müslüman olmalarından ileri gelmekteydi Örneğin önceki dönemlerde Araplar devlet kademesinde önemli görevlere getirilmişlerdi Meclis-i Mebusana ve Meclis-i Ayana temsilciler göndermişlerdi Hatta padişahın en önemli danışmanı ve yardımcısı konumunda olan sadrazamlık makamında bile yer almış Arap kökenli sadrazam vardı

II Abdülhamid, artan milliyetçilik akımları karşısında İslam dünyasını ayakta tutabilmek için halifelik makamını çok iyi kullanmıştır Özellikle Büyük Güçlerin sömürgelerinde yer alan Müslümanları kullanma kozu zaman zaman işini kolaylaştırmıştır İslamcılık akımını güçlendirmek için belirli projeler hayata geçirilmişti Örneğin Hicaz demiryolu projesi bunlardan bir tanesiydi Bu proje sayesinde İstanbul ve Kutsal topraklar arasındaki mevcut gönül bağı, demiryolu ağı ile daha da sağlamlaştırılmıştı Özellikle Mekke ve Medinedeki Müslümanların sempatisini kazanabilmek için bu projeye çok önemli miktarda harcamalar yapılmıştı İslamcılık, batı sömürgeciliği karşısında direnebilme gücü sağlayan önemli bir dayanak noktası idi Fakat Cezayir (1830) ve Mısır (1882) gibi Müslüman ülkeler tek tek Batılı devletlerin sömürgesi haline gelmekteydi

Sultan II Abdülhamid gerçekten mütedeyyin bir insandı Takip ettiği İslamcılık politikaları sayesinde, Müslümanlar arasında işbirliği ve dayanışmanın olabileceği kanısı oluşmaya başlamıştı İşte böyle bir dayanışma ortamında Hıristiyanlara ve de Yahudilere (öteki algılaması bağlamında) kuşku ile bakılmaktaydı Zaten Kuranda da Yahudiler hakkındaki mevcut ifadeler, Yahudilere karşı bir antipati oluşmasına neden olmuştu[i] Bütün olumsuzluklara rağmen Araplar ve bölge yerlisi olan Yahudiler (Sefardim) mutlu ve huzurlu bir şekilde birlikte yaşıyorlardı Bu durum birbirlerinin dinlerine ve geleneklerine saygı göstermeyi sürdürebildikleri sürece de devam etti Fakat Avrupadan göç eden Aşkenazi Yahudileri için aynı şey söylenemezdi Dışardan gelip misafir konumunda olmalarına rağmen ev sahibi Filistinli Arapların varlığından rahatsız oldular Herzlin şu ifadesi bu durumu gayet iyi açıklamaktadır: “Size, milletsiz bir vatan vermeye söz veriyorum”

Avrupadan özellikle de Rusyadan göç eden Yahudiler, Filistinli Arapların haklarına gerekli saygıyı göstermediler Kendi gelenek ve inançlarını Müslüman bir toplumda egemen hale getirme çabasına girişmeleriyle bu iki kültür arasındaki sürtüşme başlamış oldu Siyonistlerin kolonileştirme politikasına göre Araplar Filistini terk etmeliydi ve Araplar burada yaşamayı hak etmiyorlardı Uzun bir zaman vatansız halde yaşamak zorunda kalmış olan Yahudilerin, aynı şeyi bu defa Filistinli Araplar için istemesi ne kadar garipti Bu aslında bize bir zamanlar “köleyken” daha sonra “kral” olan birisinin hikâyesini anımsatıyor Belleğini yitiren bir kral!

Artan Yahudi göçü, Filistin bölgesine beraberinde huzursuzluk ve çatışma getirdi Kısa zamanda Yahudilerin ekonomik hayata hâkim olması sonucunda birçok Arap işsiz kaldı Organize bir şekilde hareket eden ve teknolojinin nimetlerinden yararlanan Yahudiler karşısında, küçük ölçekli Arap işletmeleri kısa zamanda geriledi Fakat göçün ilk zamanları göz önüne alınacak olursa aslında ilk Yahudi yerleşimcilerin tarımdan falan anladığı yoktu Rothschildler gibi varlıklı Yahudi aileler olmasa hayatta kalmaları bile mümkün olmayabilirdi Kısacası Yahudiler kısa zamanda bölge ekonomisinin efendileri olmuşlardı Diğer bir ifade ile Filistinli toprak zenginleri kendi anavatanlarında ekonomik yönden köle durumuna düşmüşlerdi Filistindeki Arap tebaasının fakirleşmesinden rahatsız olan Sultan II Abdülhamid, Arap ümmetinin yaşam koşullarını daha iyi hale getirmek için bir takım önlemler aldı Araplara Osmanlı İmparatorluğundaki boş alanlardan faydalanabilmek için gerekli olan başvurma hakkı verildi fakat tahmin edileceği gibi bu hak Yahudiler için geçerli değildi

Yahudi sorununun ciddiyet boyutunu çok iyi bir biçimde kavrayan Sultan II Abdülhamid, Yahudilerin Filistinde toprak satın almasını engellemeye çalıştı Bu engellemeleri yaparken “Yıldız” gizli servisinden çok faydalandı Bu servis, hiç zaman kaybetmeden Yahudiler tarafından atılan her adımı anında saraya rapor ediyordu Bunun yanında Viyana, Paris, Londra ve Berlindeki büyükelçilikler Siyonistlerin Filistinle ilgili planlarını detaylı ve düzenli bir şekilde Yıldız Sarayına aktarıyorlardı Sultanın hafiyeleri dergi ve gazetelerde konuyla ilgili olan yerlerin kopyalarını anında saraya iletiyorlardı Abdülhamid Hanın en büyük kozu olan “Güçler Dengesi” politikasının bir sonucu olarak, Büyük Güçlerin Siyonist hareketi desteklemeleri belirli bir süre engellenebilmişti Fakat alınan tüm karşı tedbirlere rağmen, Yahudiler bir şekilde Filistine yerleşmeyi başardılar Bab-ı Alinin politikası ise Yahudi milletini Osmanlı tebaasına dâhil etmeye çalışmaktan ibaretti

II Abdülhamidin kendisine bir nevi yakın gördüğü Almaya da Siyonist oluşumu desteklemekteydi Burada bir ikilem göze çarpmaktadır Almanlar, bir yandan Yahudi ırkından nefret ederken diğer yandan Yahudi politikalarına destek veriyorlardı Aslında olay oldukça basitti Tek amaçları aşağı bir ırk olarak gördükleri Yahudileri Almanyadan def etmekti Gittikleri yer o kadar da önemli değildi Sultan Abdülhamid II, Dışişleri Bakanı Tevfik Paşayı II Williama Yahudilere verdiği desteği sonlandırması için gönderdi Tevfik Paşa bu görevinde başarılı olmuştu Osmanlı Devleti, Alman İmparatorluğunun güçlü bir müttefiki idi ve Ortadoğuya nüfuz edebilmesi için bu ülkenin desteğine muhtaç idi Başta destek verdikleri Siyonist hareketin aslında Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına zarar vereceğine kanaat getirdiler Berlin Anlaşmasıyla Avrupalı devletler Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü garanti etmişlerdi

Siyonist hareketi destekleyen bir diğer ülke ise Rusyaydı Yukarıda da bahsettiğimiz gibi aslında tüm olup bitenler güç dengesi ve çıkar çatışmalarının bir ürünüydü Rusyanın en büyük korkusu Almanların- Yahudilerin hamisi gibi davranarak- Filistin üzerinden Ortadoğuda söz sahibi olmalarıydı Almanlar Yahudileri desteklemeyi bırakınca, Ruslar da vermiş olduğu desteği çekmişti

Fransa ise Siyonist hareketi hiçbir zaman desteklememişti Ortadoğuda istikrar ve barış ortamının hakim olması Fransız çıkarları açısından hayati önem taşımaktaydı Theodorl Herz tüm Avrupa ülkelerini ziyaret etmesine rağmen, destek için, Fransayı ziyaret etmemişti Hatta Fransa Avrupa devletlerine şöyle bir nota göndermişti: Eğer bir Avrupa devleti Filistinde kurulacak Yahudi devletini destekleyecek olursa karşısında Fransayı bulacaktı” Hatta Fransa, Filistine alternatif olarak “Uganda”yı yerleşim yeri olarak gösterecekti

Amerika Birleşik Devletleri ise Yahudi sorununa tamamen farklı bir boyuttan bakmaktaydı Amaç Osmanlı Devletini parçalanmak değil, temsil ettikleri (ya da en azından öyle zannettikleri) savundukları değerleri hayata geçirmekti Yahudi halkının, Osmanlı Devletinin baskısı altında yaşadıklarına ve bu halkın korunması gerektiğine inanmaktaydılar Hatta sırf bu anlayıştan dolayı ilerde “Ermeni halkını” da destekleyeceklerdi Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise, İstanbula gelen Amerikan elçilerinin genellikle Yahudi kökenli olmasıydı

Devletlerin Yahudi sorunlarına yaklaşımları bu şekilde iken, Osmanlı Devleti de Filistine yapılan yasadışı göçü engellemenin uğraşı içersindeydi Osmanlı Devleti büyükelçiliklerine gönderdiği bir emirle şüpheli görünen şahıslara vize verilmemesini emretmişti Örneğin Yahudiler, Hayfa ve Yafaya gitmek istediklerinde vizelerini Osmanlı elçiliklerinde onaylatmak zorundaydılar aksi takdirde Filistine girmeleri yasaklanmıştı Sultanın hafiyeleri gerçekten çok iyi çalışıyorlardı ve bu kişileri anında saraya bildiriyorlardı Haber alma teşkilatı o kadar iyi çalışıyordu ki, Filistine kaçak gelecek yolcuların hareket saatini, varış noktasını ve hangi gemiyle geleceklerini dahi biliyorlar ve bunu telgraf vasıtasıyla gizli kod şeklinde gönderiyorlardı

1882 yılında, Osmanlı Devleti hacılar hariç tüm Yahudilerin Filistine girişini yasakladı Fakat bu önlem Yahudi göçünü durdurmak için yeterli değildi Kendilerini hacı gibi gösterip giriş yaptıktan sonra kolonileştirme faaliyetlerine devam ettiler ve geri dönüş yapmadılar 1884 yılına gelindiğinde Dâhiliye Nazırı yeni bir yasa çıkardı Yasaya göre, hacılar da dâhil olmak üzere vizelerini yetkili Osmanlı şubelerine onaylatmayan Yahudiler, Filistine kabul edilmeyecekti Fakat bu önlem de soruna tam bir çare olmadı Yahudiler sahte pasaport kullanmak suretiyle bu engeli de aşmayı başardılar

1887 yılına geldiğimizde Osmanlı Devleti daha ciddi önlemler alma yoluna gitti Yeni kanunlara göre, Yahudiler Filistinde sadece bir ay kalabileceklerdi ve Filistine girerken depozit olarak büyük bir meblağ ödemek zorundaydılar Ödemiş oldukları depozit ise Filistinden çıkarken kendilerine iade edilecekti Fakat bu önlemlerle de istenen sonuç elde edilemedi Yahudiler Almanya, Avusturya-Macaristan ve İngiltere gibi ülkelere başvurarak bu ülkelerin vatandaşları haline geliyorlardı Daha sonra ise Osmanlı Devleti Yahudilerle değil de yabancı ülkelerin vatandaşlarıyla uğraşmak zorunda kalıyordu

Batı Avrupa devletlerinin vermiş olduğu pasaportlarda “din” veya “mezhep” diye bir bölüm yer almamaktaydı Bundan dolayı kimin Yahudi olup olmadığını anlamak da zorlaşıyordu1898 tarihinde Filistinde bulunan yabancı devlet temsilcilerine Filistin idarecisi tarafından bir bilgilendirme yapıldı Buna göre, Filistinin kapıları uyruğunu farklı gösteren tüm Yahudilere kapalıydı Bu önlem göçü önleme konusunda bir nebze etkili olmuştu Göçü engellemek için alınan bir diğer önlem ise Siyonistlere toprak satışının engellenmesiydi 1867 tarihli “Arazi Kanunnamesi” Yahudilere toprak satışını engellemiyordu Osmanlı yönetimi 5 Mart 1883 tarihinde yeni bir toprak kanunu çıkardı Bu yeni kanun şöyle diyordu; Osmanlı Devletinin izni olmadan milliyetini değiştiren Yahudilere ve diğer yabancı güçlerin vatandaşı olan Yahudilere toprak satılamaz Bu kanundan sonra, Avrupa ve Amerikan vatandaşı olan Yahudiler Filistinde torak satın alma haklarını kaybettiler Fakat Osmanlı Yahudileri üzerinde böyle bir sınırlama yoktu Osmanlı Yahudileri toprak alımı konusunda yabancı uyruklu Yahudilere yardım ettiler Görünürde senetler Osmanlı vatandaşı olan Yahudiler adına düzenlenirken, gerçekte mülkiyet yabancı uyruklu Yahudilere ait oluyordu Bu şekilde kolonileştirme süreci devam ediyordu

Sonuç:

Özetlemek gerekirse, II Abdülhamid döneminde alınan tüm önlemlere rağmen Siyonist hareket oldukça etkili olmuştur Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik çöküntüden faydalanmak isteyen Yahudiler, imparatorluğu dış borç batağından kurtarmayı teklif edip karşılığında da Filistinde yerleşim hakkı elde etmeyi amaçlamışlardır Fakat Sultan II Abdülhamid Kudüs konusundaki hassasiyeti, Yahudilerin emellerine ulaşmasını geciktirmiştir Aslında II Abdülhamid dönemi Siyonistler ve sultan arasında geçen bir mücadeleye sahne olmuştur Filistine yapılan Yahudi göçünü önlemek için sultan tarafından alınan tüm tedbirler bir şekilde-Avrupa ve Amerikanın da yardımıyla- Yahudiler tarafından etkisiz hale getirilmiştir Sonuç olarak resmin geneline baktığımızda kim ne derse desin, Sultan II Abdülhamid elinden gelenin en iyisini yapmıştır Fakat Yahudilerin Filistine göçünü engelleyememiştir

KAYNAKÇA

Ahmed Akgündüz, II Abdülhamid Han'ın Yahudiler'in Filistine Yerleşmesini Yasaklayan Bir İradesi (wwwosmanliorgtr)

A C Eren, Türkiyede Göç ve Göçmen Meseleleri (İstanbul, 1966)

A L Tibawi, “Russian Cultural Penetration of Syria-Palestine in the Nineteenth Century”, Central Asian Journal, Vol LII, Parts II and III, 1986

II Abdülhamid, Siyasi Hatıratım, İstanbul, 1975

E Z Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt:8, Ankara, 1956

Hasan Karaköse, “Yahudilerin Filistine Yerleşme Girişimleri ve Süleyman Fethi Beyin Layihası (1911)”, GÜ Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:5 Sayı:1, 2004 ss 43-57

İH Yeniay, Yeni Osmanlı Borçları Tarihi, İstanbul, 1964

Kadir Mısıroğlu, “Filistin Dramı”, Yenişafak

Mim Kemal Öke, Siyonizmden Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul, Ufuk Kitapları, 2002

Oral Sander, Siyasi Tarih: İlk Çağlardan 1918e, Ankara, İmge Kitabevi, 2000

Mustafa Armağan, “II Abdülhamidin Filistin Hassasiyeti”, Zaman (23042002)

Tufan Buzpınar, 'II Abdülhamid Döneminin İlk Yıllarında Filistinde Yahudi İskanı Girişimleri', Türkiye Günlüğü, No 30, Ekim 1994, ss 58-65

[i] Maide 51 “Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez” (Bakınız Nisa 46, 161, Maide 41, 64,70,82, Tevbe 30)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.