|  | Batı Edebiyatı Ve Edebi Akımlar |  | 
|  10-21-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Batı Edebiyatı Ve Edebi AkımlarBatı Edebiyatı ve Edebi Akımlar Batı edebiyatının kaynağı Eski Yunan ve Latin edebiyatlarıdır  M  Ö  9  yüzyıldan M  Ö  2  yüzyıla kadar süren Eski Yunan edebiyatının ana kaynağı da Homeros’un İlyada ve Odise destanlarıdır  Eski Yunan edebiyatı didaktik türde HESİODOS; lirik türde SAPHO, PİNDAROS; fabl türünde AİSOPOS gibi şairleri yetiştirdikten sonra M  Ö  5  yüzyılda “altın çağı”nı yaşamıştır  Bu devrin önemli sanatçıları şunlardır: Tragedya’da: AİSKHYLOS (Agamemnon), SOPHOKLES (Kral Oidipus, Elektra), EURİPİDES (Andromak, Elektra) Komedya’da: ARİSTOPHANES, MENANDROS Hitabet alanında: DEMOSTHENES Felsefe alanında: SOKRATES, EFLATUN, ARİSTOTELES Tarih alanında: HERODOTOS M  Ö  2  yüzyıldan sonra Eski Yunan edebiyatı yerini Latin edebiyatına bırakır  Latin edebiyatı Eski Yunan kültür ve sanatının etkisinde gelişen bir edebiyattır  Bu dönemin önemli sanatçıları şunlardır: Tragedya’da: ENNİUS Komedya’da: PLAUTUS, TERENTİUS Şiirde: HORATİUS (Lirik şair), OVİDİUS (Lirik şair), VERGİLİUS (Destan şairi) Hitabet alanında: ÇİÇERO (Nutuklar) Felsefe alanında: SENECA Tarih alanında: TACİTES Eski Yunan ve Latin edebiyatlarının mitoloji ile süslenmiş ürünlerinde doğa güzellikleriyle birlikte “gerçek insanı” buluruz  Bu ürünlerde insanların sevgileri, acıları, yiğitlikleri, kinleri      yer alır  Bu sevgiler, yiğitlikler, kinler ve acılar da “yazgılarında” dönüp dolaşarak “İNSANCILIK” (Hümanizm) ve “ERDEMLİ OLMA” düşüncesinde birleşirler  5  yüzyılda Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra, Avrupa’da, 11  yüzyıla kadar sanat ve kültür alanında “öbür dünya” düşüncesinin egemen olduğu ölü bir dönem başlamıştır   11  yüzyıldan sonra kilise ve din görüşünü her şeyin üstünde tutan , kişinin yaşam ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan, edebiyatta ve sanatta “öbür dünya” düşüncesini egemen kılan “ORTA ÇAĞ” başlar  Bu çağda görülen doğa ve dinle ilgili yiğitlik öyküleri, halk ozanlarının aşk ve yiğitlik konularında söyledikleri “BALATLAR” ve ulusal destanlar dönemin başlıca edebiyat verimleri arasındadır  Orta çağın büyük ozanı Rönesans’ın da hazırlayıcılarından olan ve “İlahi Komedya” adlı eseriyle tanınan DANTE’dir  Batı edebiyatında yenileşme, bilim ve sanatta “YENİDEN DOĞUŞ” anlamına gelen “RÖNESANS”la başlar (14  yüzyılın sonu, 15  ve 16  yüzyıllar)  Rönesans’la halk ve devlet ilişkileri yeniden düzenlenmiş, kralların ve derebeylerin dine dayalı sınırsız güçleri kırılmış, kişinin insance ve özgür yaşama isteği gerçekleşme yoluna girmiştir  Böylece uluslar edebiyatla, bu gerçeklere dayanan “insanca” düşünceleri yayarak, kilise dili olan Latince’nin yerine kendi ulusal dilleri ile güçlü yapıtlar ortaya koymaya başlamışlardır  Bu dönemin ünlü sanatçıları şunlardır: Şiirde: RONSARD Romanda: RABELAİS, CERVANTES (Don Kişot) Deneme alanında: MONTAIGNE, BACON Tiyatro alanında: SHAKESPEARE [Hamlet, Macbeth, Othello, Kral Lear, Romeo ve Juliet (Dramları), Venedik Taciri, Hırçın Kız, Yanlışlıklar Komedyası        (Komedileri)] Rönesans, 17  yüzyılın ortalarına doğru “Klasisizm” akımının doğmasına yol açmış, böylece Batı Edebiyatı birbirine tepki olarak ortaya çıkan akımların etkisinde 20  yüzyıla kadar gelişimini sürdürmüştür  BATI EDEBİYATINDA AKIMLAR KLASİSİZM 17  yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan bir akımdır  BOILEAU bu akımın kurucusu olarak kabul edilir  Klasikler Eski Yunan ve Latin edebiyatını bilgi ve esin kaynağı olarak benimsemişlerdir  Temel olarak şu ilkelere dayanır: Sanat, “insan tabiatına” önem vermeli ona sevgi ve saygı duymalıdır  Klasik bir eser “akıl” ve “sağduyu”ya dayanmalıdır  Eser, “dil”, “anlatım” ve “şekil” de en olguna varmaya çalışmalıdır  Klasikler, insanların her zaman, her yerde, her toplumda aynı duygu ve düşüncede olduklarını kabul ederler  Onun için eserlerinde değişmez tipler yaratırlar  Klasisizmde fiziksel ve sosyal çevre önemli değildir; çünkü bunlar değişkendir  Bu akımda, sanatta mükemmeli bulmak esastır  Mükemmeli bulmak ise konunun seçilişinde değil, onun ele alınıp anlatılışındadır  Onun için anadili en güzel biçimde kullanmak da esas olmalıdır  Böylece klasikler günlük konuşma dilinden farklı kitabi bir dil kullanmışlardır  Sanatta sıkı kuralların bulunması ve sanatçıların bunlara uyması gerektiğine inanan klasikler, “üç birlik” kuralının doğmasına neden olmuşlardır (Yer, zaman ve eylem birliği) Eserlerinin kahramanlarını hep soylu tabakadan seçen klasikler, eserlerinde kaba ve çirkin sözlere de yer vermezler  “Ahlaka uygunluk” ilkesine sıkı sıkıya bağlıdırlar  | 
|   | 
|  | 
|  | Batı Edebiyatı Ve Edebi Akımlar |  | 
|  10-21-2012 | #2 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Batı Edebiyatı Ve Edebi AkımlarYapıtlarının etkileyici olmasını , hoşa gitmesini, tarih biliminden ayrılabilmesini ve din dışı konulara eğilmesini temel ilke olarak kabul etmişlerdir  Edebiyat türü olarak daha çok tiyatroyu, tiyatro türü olarak da trajedi ve komediyi benimsemişlerdir  Başlıca temsilcileri: Boileau (şiir) La Fontaine (fabl) Racine, Corneille (trajedi) Moliere (komedi) Madame de La Fayette (roman) La Bruyere (karakterleriyle) Bossuet (hitabet) “Klasisizm, geçici rağbeti değil, sürekli rağbeti arar”  Andre Gide  TÜRK EDEBİYATINDA KLASİSİZM Türk edebiyatı Batı’ya açıldığında klasisizm dönemini tamamlamıştır  Bu nedenle edebiyatımızda klasisizmin önemli bir etkisi olmamıştır  Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”adlı komedisi, La Fontaine’den yaptığı çeviriler ve Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den çevirileri, bu anlayışın ürünleri olarak sıralanabilir  ROMANTİZM (COŞUMCULUK) 1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak doğmuştur  Victor Hugo’nun “Hernani” adlı oyunuyla bir edebiyat akımı olarak başarıya ulaşmıştır  1789’da fransız İhtilali’yle birlikte derebeylik ve aristokrasi çökmüş; yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır  Buna bağlı olarak romantizm, yeni duygu, düşünce ve idealleri anlatmayı amaçlamış, sanatın ve sanatçının kurallardan kurtulup özgürleşmesini savunmuştur  Avrupa’da o zamana kadar süregelen Latin ve Yunan hayranlğı yerini Shakespeare, Goethe ve Schiller hayranlığına bırakmıştır   Klasik öğretinin bütün kuralları yıkılmış, Latin ve Yunan edebiyatları yerine Hristiyanlık mucizeleri, milli efsanler işlenmiş; konular ya tarihten ya da günlük olaylardan çıkarılmıştır  Tabiat manzaralarının, yerli ve yabancı törelerin betimlenmesine geniş yer verilmiş, insan psikolojisinin soyut olarak incelenmesi bırakılarak, insanlar çevrelerinde incelenmiş, insanın islâhından önce toplumun ıslâhı amacı ön plana alınmıştır  Klasik edebiyatın akıl ve sağduyuya önem vermesine karşılık, romantizmde hayal ve fanteziye geniş yer verilmiştir  Yazarlar eserlerinde kişiliklerini gizlememişler, olaylar karşısında duygu ve görüşlerini açıkça anlatmışlardır  Romantik şiirde, doğa sevgisi; bireycilik; Ortaçağa, yabancı ülkelere, Doğu’ya hayranlık; toplumsal geleneklere isyan; duygulara, doğaüstü güçlere, rüyalara, ihtiraslara bağlılık dikkat çeker  Zıtlıkların uyumunu ilke olarak benimseyen romantikler hayatı güzel, çirkin    bütün yönleriyle vermeye çalışırlar  Klasiklerin önemsediği din duygusuna geniş yer veren romantiklerin kahramanlarının çoğu dindardır  Din, her şeyin gelip geçici olduğunu söylediği için de kahramanlar , genellikle kuşkulu, üzüntülü ve karamsardırlar  Edebiyat dilindeki kalıplaşmış kelimeler yerine, günlük konuşma dilini kullanmayı benimseyen romantikler, her sınıftan insanı da eserlerine konu olarak almışlardır  Genel olanın yerine özeli, tipin yerine gözalıcı olanı seçmişlerdir  Aşk, ölüm, tabiat en belli başlı konular olarak dikkat çeker  Bu akımda oyun türlerinden dram, edebiyat türlerinden de roman gelişmiştir  Başlıca temsilcileri: Victor Hugo (Sefiller  Notre Dame’in Kamburu, Cromwell, Hernani        ) J  Jack Rousseau (Emile, İtiraflar, Toplum Sözleşmesi) Goethe (Faust) Lamartine (Greziella) A  Dumas Pere (Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu) A  Dumas Fils (Kamelyalı Kadın)ýý Alfrede de Musset (şiirleriyle) Schiller (“Haydutlar” adlı dramı ve denemeleriyle) Lord Byron (Don Juan, diğer şiirleriyle) Chateaubrian Puşkin Shakespeare Stendhal (Romantizmden realizme geçmiştir) Balzac (Romantizmden realizme geçmiştir) “Romantizm, ağlayan yıldız, inleyen rüzgar, ürperen gece, kendinden geçen çiçektir”  Musset “Romanitzm, varlıkların olduklarından başka türlü olmadığına, olmayacağına üzülmektir”  A  Gide TÜRK EDEBİYATINDA ROMANTİZM Tanzimat edebiyatı dönemindeki ürünlerin çoğunluğu romantik akımın etkisiyle kaleme alınmıştır  Namık Kemal roman ve tiyatrolarıyla Ahmet Mithat, ilk romanlarıyla Recaizade Mahmut Ekrem, şiirleriyle Abdülhak Hamit, tiyatrolarıyla REALİZM (GERÇEKÇİLİK) 19  yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı duygusallığına tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır  1857 yılında Gustave Flaubert’in “Madame Bovary” adlı romanıyla, realizmin, romantizm karşısındaüstünlük sağladığı kabul edilmektedir  Realizmde, duygu ve hayaller yerini, toplum ve insan gerçeklerine bırakır  Konular gerçekten alınır  Yaşanan ve gözlenen gerçek bütün çıplaklığıyla anlatılır  Bunun sağlanması için gerektiğinde anket gibi bazı sanat dışı yöntemlere bile başvurulmuştur  Bu akımda, gerçeğin anlatılması için kişilerin psikolojileri, onların kişiliklerini etkileyen çevrelerinin tanıtımı, içinde bulundukları ortam ayrıntılarıyla verilir  Onun için de betimleme, realist yazarlarda en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker  Yalnızca yaşananın anlatılmasına yönelen gerçekçiler, olaylar ve kişiler karşısında tarafsız davranırlar  Eserlerine kendi duygu, düşünce ve yorumlarını katmazlar  Yine, gerçek hayatın anlatılması esas olduğu için eserlerinde toplumun sıradan insanlarına rastlanır  Eserlerinde daha çok yaşamın olağan olaylarına yöneldikleri için çok basit bir konu bile ele alınıp işlenir  Gerçekçi yazarların okuyucuyu eğitme gibi bir amaçları yoktur  Gözlem, araştırma ve belgelere dayanarak, yaşananı nesnel bir şekilde aktarmayı amaçlarlar  Gerçekçi yazarlar, biçim güzelliğine çok önem vermişler, dilde ve anlatımda süsten, özentiden kaçınmışlardır  Başlıca temsilcileri: Stendhal (Kırmız ve Siyah, Parma Manastırı) Balzac (Goriot Baba, Vadideki Zambak, Eugenie Grandet) G  Flaubert (Madame Bovary) Lev Tolstoy (Savaş ve Barış, Diriliş, Anna Karenina) Dostoyevski (Suç ve Ceza) A  Çehov (Vanya Dayı, Vişne Bahçesi) M  Şolohov (Ve Durgun Akardı Don) E  Hemingway (Çanlar Kimin İçin Çalıyor) J  Steinbeck (Gazap Üzümleri) Herman Melville (Moby Dick) Charles Dickens (Oliver Twist, David Copperfield) Gogol (Müfettiş, Ölü Canlar) Turganyev (Babalar ve Oğullar) M  Gorki (Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi Kazanırken) “Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde dolaştırılan bir aynadır  Bir bakarsın göklerin maviliğini, bir bakarsın yolun irili ufaklı çukurlarında birikmiş çamuru görürsün  Sonra da kalkıp heybesinde bu aynayı taşıyanı ahlaksızlıkla mı suçlayacaksınız? Aynası çamuru gösteriyor diye aynaya kabahat bulmak olur mu? Böyle çamurlu çukura bulunan yola, daha doğrusu suyun akmasını, kokmasını, çamur çukurları meydana getirmesini önlemeyen temizlik müfettişine    ” Henri B  Stendhal TÜRK EDEBİYATINDA REALİZM Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası) Samipaşazade Sezai (Zehra) Nabizade Nazım (Kara Bibik) Halit Ziya Uşaklıgil (Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar) Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Kiralık Konak, Yaban       ) Memduh Şevket Esendal (Ayaşlı ve Kiracıları) Reaşat Nuri Güntekin (Romanlarıyla) Refik Halit Karay (Romanları ve hikayeleriyle) Sait Faik Abasıyanık (Roman ve hikayeleriyle) NATÜRALİZM (DOĞALCILIK) | 
|   | 
|  | 
|  | Batı Edebiyatı Ve Edebi Akımlar |  | 
|  10-21-2012 | #3 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Batı Edebiyatı Ve Edebi Akımlar19  yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkan natüralizm, bir anlamda realizmin bir üst basamağı (gerçeğe yaklaşmadaki katılığı nedeniyle) olarak düşünülebilir  Natüralizmi, realizmden ayıran nokta onun deney yöntemine de yer vermesidir  Deney yöntemi, doğa olaylarında aynı nedenler, aynı koşullar altında aynı sonuçları doğurur düşüncesidir (Determinizm)  Natüralistler bu anlayışın tabiatta olduğu gibi insan yaşamı için de geçerli olduğunu savunmuşlardır  Bu yaklaşımla pozitif bilimlerle sanatı birleştirmeye çalışmışlardır  İnsanın fizyolojik özellikleri üzerinde durmuş; insanı ırsiyet (soyaçekim) ve genetik özellikleriyle ele almışlardır  Ayrıca sosyal çevrenin insan üzerinde yaptığı etkileri de derinlemesine araştırmışlar, bir anlamda kendilerini bilim adamı, toplumu laboratuvar, insanı da deneme, inceleme aracı olarak ele almışlardır  Natüralist yazarlar insanı belli koşulların içinde ele alır, onun duygu ve düşünce dünyasını, yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisi doğrultusunda çizerler  Onların eserlerinde insan kendi yazgısını biçimlendirici, çevre üzerinde değiştirici bir güç taşımaz  Toplumsal nedenleri bir yana bırakmışlar, yalnızca yaşananı “nesnel” bir biçimde aktarmakla yetinmişlerdir  Bu sebeple de onlara “zabıt katipleri” yakıştırması yapılmıştır  İnsan psikolojisiyle fizyolojisini birbirine bağlı kabul ettikleri için eserlerinde kahramanların fiziksel özelliklerini çok ayrıntılı olarak vermişlerdir  Buna bağlı olarak da betimleme, doğalcı eserlerin en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker  Realistlerdeki biçim güzelliği, kompozisyon olgunluğu ve üslup kaygısı natüralistlerde yoktur  Ancak natüralistler de halkın kolayca anlayabileceği açık ve yalın bir dil kullanmışlardır  Tiyatroda, kostüm ve dekora önem veren natüralistlerin eserlerine genel olarak bir kötümserlik havası hakimdir  Başlıca temsilcileri: Emile Zola (Meyhane, Germiznal, Nana, Toprak      ) Alphonse Daudet Guy de Maupassant Goncourt Kardeşler “Roman anlatılmış ve tabiattan çıkartılmış belgelerle vücuda getirilmelidir  Tarihçiler, mazinin hikayecileri, romancılar da halin hikayecileridir”  Goncourt Kardeşler TÜRK EDEBİYATINDA NATÜRALİZM Bizim edebiayıtımızda doğalcılık anlayışına en çok yaklaşarak eser veren sanatçı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır  Ancak eserlerinde sosyal eleştiriye yer vermesi onu natüralistlerden ayıran önemli bir noktadır  PARNASİZM Fransa’da şiir türünde ortaya çıkmış bir akımdır  Şiirdeki gerçekçilik diyebileceğimiz parnasizm, bir anlamda realizmle natüralizmin şiirdeki sentezinden oluşmuştur  1886’da “Parnas” adlı derginin yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır (Parnas: Mitolojide ilham perilerinin yaşadığına inanılan efsanevi dağın adı)  Parnasyenler şiiri salt biçim olarak görürler  Bu nedenle biçim güzelliğini her şeyin üstünde tutarlar  Yine aynı nedenlerle ölçü ve uyağa çok önem vermişler, ritmi ön plana çıkarmışlardır  Sözcüklerin birarada kullanılmasından doğacak müziği de şiir için gerekli görmüşlerdir  Parnasizm, romantizme tepki olarak doğduğu için bu akımda duygunun yerini düşünceler almış, parnasyenler şiirde ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer vermişler, duygusallığı reddetmişlerdir  Şiiri, ışık, gölge, renk ve çizgilerle sağlamayı düşünürler  “Sanat, sanat içindir” görüşünde olan parnasyenler şiirde yarar değil, güzellik ararlar  Tarihteki mutlu dönemlere duyulan özlem, yabancı ülkelerin manzara ve gelenekleri işlenen konulardır  Parnasyenler Eski Yunan ve Altin mitolojisine büyük hayranlık duyarlar  Dolayısıyla ele alınan bazı konular klasisizmle benzerlikler taşır  Başlıca temsilcileri: Th  Gautier T  D  Banville François Coppee J  Maria de Heredia TÜRK EDEBİYATINDA PARNASİZM Bu akımın en belirgin etkileri Tevfik Fikret’te görülür  Kimi yönleriyle Yahya Kemal de bu akımdan izler taşır  SEMBOLİZM (SİMGECİLİK) 19  yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır  Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermiyorlardı Onalr için önemli olan gerçekti, düşüncelerdi  Sembolistler bu anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir  Onalra göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köPage Rankingü kurmaya yarayan birer simgedir  Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur  Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir  Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır  Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir  Onlara göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz  Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir  Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir  Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır  Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir  Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır  Lirizm, bu anlayışın en önemli ögesi durumundadır  Parnasyenlerin genellikle “sone” nazım biçimini kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine yönelmişlerdir  Başlıca temsilcileri: Baudelaire Rimbaud Mallarme Verlaine Puşkin TÜRK EDEBİYATINDA SEMBOLİZM Bu anlayışın ilk uygulayıcısı Cenap Şahabettin’dir  Ancak bu akımın en başarılı örneklerini veren şairimiz Ahmet Haşim’dir  Kimi yönleriyle Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairler de bu akımın izlerini taşırlar  “Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir”  Ahmet Haşim (Piyâle Önsözü) EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK) 1890-1910 yılları arasında Fransa’da gelişmiş; edebiyatta, resimde, müzikte etkisini sürdürmüş bir akımdır  Sembolizmle birlikte gerçeküstücülüğü (sürrealizm) hazırlayan bir akım niteliğindedir  Bu akımda dış dünya ile ilgili gözlemlerin, sanatçının iç dünyasında oluşan değişik ruhsal durumuna göre yansıtılması esas alınmıştır  Onlara göre duyularımız dış dünyayı bize olduğu gibi değil, onun gerçek görünüşünü değiştirerek ulaştırır  Bunun için de bizim anlattıklarımız dış dünya değil, bu dünyanın hayalimizle bezenmiş bizdeki izlenimleridir  “Seyreyledim eşkâl-i hayâtı Ben havz-ı hayâlin sularında, Bir aks-i mülevvendir onun’çün Arzın bana ahcâr ü nebâtı” Ahmet Haşim (Mukaddime) SÜRREALİZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK) 20  yüzyılın başlarında Andre Breton tarafından Freud’un görüşlerine (psikanaliz yöntemi) dayanılarak açılan bir sanat akımıdır  Gerçeküstücülüğün bilgi ve esin kaynağı olan Freud’a göre, insanoğlunun dış dünyasından edindiği alışkanlıklar, istekler bilinçaltında toplanır  Bu istekler düş (rüya, yarı rüya) durumunda çözülerek ortaya çıkar  Sürrealistler, Freud’un bu görüşünü edebiyata uygulamışlari bir anlamda bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliğini savunmuşlardır  Dolayısıyla içinden geldiği gibi yazmak bu akımın en belirgin özelliğidir  Akılcılığın karşısındadırlar, geleneksel ve biçime dayalı inanç ve değerleri düşünceden silmişlerdir  “Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak içim başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir  Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır”  Andre Breton Bu akımın Batı’daki en önemli iki temsilcisi Andre Breton ve Paul Eluard’dır  Bizim edebiyatımızda Oran Veli Kanık’ın kimi şiirlerinde bu akımın izleri açıkça görülmektedir | 
|   | 
|  | 
|  |