10-06-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıda Fotograf
Sinan CECO •Mostar 81 Sayı / DİĞER YAZILAR
Fotoğraf, hiç şüphe yok ki 19 asrın en önemli buluşları arasında yer alıyor İnsanoğlunun görme organını taklit etme düşüncesinden yola çıkarak ortaya konan bu icat, “anı yakalama” becerisinden ötürü birçok bilim adamının ve araştırmacının işini kolaylaştırmıştı
Bu yeni icat, özellikle İslam mimarisi, şarkiyatçılık veya arkeoloji alanında çalışma yapan araştırmacıların vazgeçilmezi olmuştu 1840’lı yılların başından itibaren Ortadoğu ile ilgili araştırma yapan tüm bilim adamlarının yanında birer fotoğraf makinesi olması kaçınılmazdı
Osmanlı coğrafyasına gelen bu bilim adamları daha çok İstanbul, İzmir, Kahire ve Kudüs gibi kentlerin fotoğraflarını çekiyorlardı
1850’li yıllardan itibaren ise Osmanlı’da yerleşik fotoğrafçılar yetişmeye ve fotoğraf stüdyoları açılmaya başladı Bu fotoğrafçılardan en önemlisi ise James Robertson’du Fotoğraf gazeteciliğinin de öncülerinden olan Robertson, 1853 yılında patlak veren Kırım Savaşı sırasında çektiği fotoğraflarla dikkat çekmişti
Kargopoulo, Sebah&Joaillier ve Abdullah Biraderler (Freres) stüdyoları da imparatorlukta açılan stüdyolardan birkaçıydı Fakat Osmanlı’da fotoğraf sanatının zirveye ulaşması Sultan II Abdülhamid devrinde gerçekleşmişti; bu anlamda “saray fotoğrafçılığı” unvanını kazanan Abdullah Biradeler (Freres) ve Sebah&Joaillier stüdyoları Osmanlı fotoğrafçılığı için ciddi önem arz etmekteydi
Abdullah Biraderler ve fotoğraf
19 yüzyılın son çeyreğinde İstanbul’un en ünlü fotoğrafçıları olan Abdullah Freres ya da Türkçesiyle Abdullah Biraderler, Osmanlı saray fotoğrafçılığının en önemli evresini teşkil eder
Sultan Abdülmecid’in sarayında mübayacıbaşı olarak görev yapan Astvazadur Hürmüzyan’ın torunu olan bu aileye Abdullah adının verilmesi ise yine bu döneme denk düşer Astvazadur, sarayda görev yaptığı süre içinde ahlâkı, zekâsı ve yetenekleriyle göz doldurmuş ve sevilen bir isim haline gelmiştir Bu nedenle sarayın ileri gelenlerinin Astvazadur’a Müslüman olmasını teklif etmesiyle Astvazadur, “ismim Astvazadur’dur, bunun anlamı Allah’ın oğlu demektir, o yüzden siz bana Abdullah diyebilirsiniz Böylece hem sizin gönlünüz rahat eder hem de benim vicdanım rahat eder” cevabını vermiştir O tarihten itibaren Astvazadur Hürmüzyan’ın ailesi Abdullah adıyla anılmıştır
Astvazadur’un üç torunu, Kevork, Viçen ve Hovsep 1858 yılında Rabach’ın stüdyosunu devralarak ticari manada fotoğrafçılığa başlamıştı Bu konudaki gelişmelerden haberdar olmak için ise, kardeşlerden Viçen ve Kevork Paris’e gitmiş, Abdullah Freres, yani Abdullah Biraderler markası altında faaliyet gösteren stüdyo ortaya koyduğu başarılar sayesinde adından söz ettirmeyi başarmıştı
Sultan Abdülaziz’in Beyoğlu’ndaki Fransız fotoğrafçı Derain’e bir portre çektirmesinden sonra ise Abdullah Biraderlerin kaderi değişmiştir Çekilen fotoğrafı beğenmeyen padişaha Abdullah Biraderlerden bahsedilmiş ve Abdülaziz, 1863’te Abdullah Biraderleri İzmit’teki av köşküne davet ederek, burada bir portre çektirmiştir Bu portreden son derece memnun kalan padişah, asıl görüntüsünün Abdullah Biraderlerin çektiği fotoğraftaki gibi olduğunu söyleyerek bundan sonra sadece Abdullah Biraderlerin çektiği fotoğrafların sarayda kullanılmasını emretmiştir Daha sonra padişah verdiği bir buyrukla onları “Ressam-ı Hazret-i Şehriyarî” unvanı ile onurlandırmıştır Abdullah Biraderler böylece Osmanlı Sarayı’nın fotoğrafçıları olmuşlardır
Abdullah Biraderlerin kaderini değiştiren olay
1870’li yıllarda ise İstanbul’a gelen Rus dükü Nikola, Abdullah Biraderlerin stüdyosuna gelerek bir fotoğrafını çektirmiştir Dük ile Abdullah Biraderler arasında gelişen muhabbet sonraki yıllarda da kendini göstermiştir 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından imzalanan Ayastefanos Antlaşması nedeniyle İstanbul’a tekrar gelmiş olan Dük Nikola, Abdullah Biraderlerin stüdyosunu bir kez daha ziyaret eder ve bir fotoğraf daha çektirir Bu olay Sultan II Abdülhamid’in kulağına gidince hiç hoş karşılanmaz ve Abdullah Biraderler bu nedenle, işletmelerinin ve kartvizitlerinin üzerindeki tuğrayı kaybederler Kullandıkları sembolü kaybeden Abdullah Biraderlere yardım amacıyla İgnatiyef’in müdahalesi ve Dük Nikola’nın sadrazama müracaatı sonucu Abdullah Biraderler, kaybettikleri alamet olan padişah tuğrasını ancak 1890 yılında geri kazanabilmiştir
Bu sembol, Osmanlı’nın son döneminde sivil bir işletmenin kullandığı belki de ilk ve tek devlet menşeli imgedir Bu alamet, Abdullah Biraderlerin kullandığı kartlarda, zarflarda ve işletmenin üzerinde yer almaktaydı
Bir çeşit logo haline dönüşen bu sembolün en tepesinde padişahın tuğrası ve mahlası yer almaktaydı Onun altında ise, tuğrayı kavisli bir şekilde yarıya kadar çevreleyen “Zât-ı Hazret-i Şehriyârînin Fotoğraf ve Ressamı Abdullah Biraderler” ibaresi yer almaktaydı
Sebah&Joaillier Stüdyosu
1857 yılında Beyoğlu’nda el-Şark adında bir stüdyo açan Pascal Sebah, 1885 yılına kadar sürdürdüğü bu işletmeyi, aynı yıl, İstanbul’da çalışan bir diğer fotoğrafçı Policarpe Joaillier’in işletmesiyle birleştirdi Daha sonra işletmelerinin ismini 1888 yılında Sebah&Joaillier olarak değiştiren iki ortak bu işletmelerini 1900 yılına kadar sürdürdü
Bir fotoğraf tutkunu olan Sultan II Abdülhamid, oluşturduğu ve dünyanın en büyük fotoğraf koleksiyonu olan Yıldız Albümleri’ni oluşturmak için devrin önemli fotoğrafçılarını kullanmıştı Tüm Osmanlı coğrafyasına ve dışına gönderilen fotoğrafçılar, birçok şehri ve objeyi fotoğraflayarak Sultan’ın huzuruna çıkmışlardı Abdullah Biraderlerin dışında Sebah&Joaillier de bu projede yer almıştı ve Sebah&Joaillier’in çektiği fotoğrafların çoğunun üzerine, tıpkı Abdullah Biraderlerinki gibi bir alamet/sembol konulmuştu
Bu sembolün en üst kısmında da tıpkı diğerinde olduğu gibi Sultan II Abdülhamid’in tuğrası ve mahlası bulunuyor ve onun altında da, bu tuğrayı yarıya kadar kapsayan kavisli bir ibare yer alıyordu Bu ibarede ise “Sebah ve Joaillier Fotoğrafı” ifadesi bulunuyordu
|
|
|