Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
istanbul, tarihi, yapıları

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Sultanahmet Camii
Sultanahmet Meydanı’nda, Ayasofya Camisi’nin karşısında yer alan Sultanahmet Camisi, Sultan IAhmet tarafından mimar Sedefkâr Mehmed Ağa’ya yaptırılmıştır Caminin yapımına 1609 yılında büyük bir törenle başlamış, 1617 yılında cami, 1619 yılında ise külliyenin diğer bölümleri tamamlanabilmiştir
İstanbul’daki en büyük yapı komplekslerinden biri olan külliye, cami, medrese, hünkâr kasrı, arasta, dükkanlar, hamam, çeşme, sebil, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethaneden meydana gelmekteydi Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır
İçindeki 21043 adet çini kullanılmıştır Bu çinilerin çeşitliliği ve aynı zamanda sayılarının çokluğu piyasadaki mevcutlardan toplanmasından kaynaklanmaktadırBeyaz zemin üzerine çeşitli renklerle meydana getirilen panolardaki selviler, laleler, sümbüller, nar çiçekleri, üzüm salkımları ve rûmi motifleri burada Türk çini sanatının en güzel örneklerini bir araya getirmiştir
Bu konu üzerinde inceleme yapan Tahsin Öz, elliden fazla çiçek deseninin bulunduğunu ve benzerine rastlanmayan bu durumun süsleme sanatı yönünden bir hazine olduğunu söylemiştir Bu çinilerin renginden ve vitraylardan içeriye sızan ışık karışımından ötürü Sultanahmet Camisi yabancılar tarafından “Mavi Cami” olarak isimlendirilmiştir Cami, külliyenin merkezinde yer almaktadır Cami, geniş bir avlu ve ona eş büyüklükte bir iç mekândan oluşur Zeminden yükseltilmiş avluya basamaklarla ulaşılır Avluda üzeri kubbeyle örtülü, fıskiyeli bir havuz yer almaktadır Sultanahmet Camisi’nin bir diğer özelliği de minareleridir İstanbul’daki tek altı minareli camidir Altı minareli oluşu, Sultan IAhmet’in İstanbul’un fethinden sonra altıncı padişah oluşunu simgeler Bu minarelerden dördü cami gövdesine bitişik ve üç şerefelidir Diğer iki minaresi ise avlunun köşelerinde olup, iki şerefelidir Bütün minarelerinde bulunan şerefe sayısı toplam 16 olup, Sultan IAhmet’in on altıncı Osmanlı padişahı olduğunu simgelemektedir



Caminin ibadet mekânını örten kubbesi yaklaşık 34 m çapında ve yerden 43 metre yükseklikte olup, 5 metre çapında dört fil ayağının üzerine oturmaktadır Bu büyük kubbeyi destekleyen dört tane yarım kubbe vardır Camiyi yerden kubbeye kadar 5 kat halinde ve renkli vitraylı 260 pencere aydınlatmaktadır Çinilerin yanı sıra, yapıldığı dönemin diğer mimari öğeleri de burada bir arada kullanılmıştır Sedef kakmalı mermer minber, işlemeli mermer mihrap, kalem işi süslemeler, sedef, bağa kakmalı ahşap kapılar, dolap, pencere kapakları ve rahleler, kubbeye asılan devekuşu yumurtaları ve avizeler, caminin iç mekânını süsleyen Osmanlı sanatı örnekleridir
Külliyenin bir diğer yapısı Hünkar Kasrı’dır Padişahın namaz öncesi veya sonrasında istirahat edebileceği bir yapı olarak tasarlanan bu bina bir cami etrafına yapılan ilk sultan kasrıdır Külliyenin dış avlusunda yer alan Hünkâr Kasrı 1960’lı yıllarda yanmış ve yenilenmiştir Vakıflar Genel Müdürlüğü burada Halım ve Kilim Müzesini açmış, ancak eserlerin rutubetten etkilenmesi üzerine müze kapatılmıştır
Külliyenin kuzeydoğu köşesinde türbe yer almaktadır Bu türbe de Sultan IAhmed, eşi Kösem Sultan, oğulları Sultan IIOsman ve Sultan IVMurad ile bazı torunları gömülüdür Günümüzde bu yapı topluluğu, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türbeler Müzesi Müdürlüğü’dür Türbenin yakınında ise medrese yer alır Bu medrese günümüzde Başbakanlık arşiv deposu olarak kullanılmaktadır
Dış avlu duvarına bitişik olarak da sıbyan mektebi yer alır Bu mektebin zemin katında bir çeşme ve dükkanlar, üst katında ise dershane vardır Külliyenin kıble yönündeki en uç yapısı arastadır 1912 yangınında bir kısmı yok olan arastanın bir bölümü Mozaik Müzesi olarak düzenlenmiş, 1986 yılından sonra arastanın bu bölümünde demir konstrüksiyonlu Büyüksaray Müzesi açılmış, arastanın diğer dükkânları halı ve turistik eşya satan bir çarşıya dönüştürülmüştür
Sokollu Mehmet Paşa Yokuşu üzerinde bulunan darüşşifa ve imaret in bir bölümü Marmara Üniversitesi ve Sultanahmet teknik Lisesi tarafından kullanılmaktadır XIXyüzyılın sonlarında yapılan bu yapılar darüşşifa ve imareti orijinal görünümünden oldukça uzaklaştırmıştır Yapı topluluğunun dört sebilinden üçü günümüze ulaşmıştır Bunlardan biri arastanın içinden, diğeri dış avlu kapısı yanında, üçüncüsü ise türbe civarındadır



[hr]

Süleymaniye Camii (Eminönü)



Süleymaniye Cami Külliyesi İstanbul’un üçüncü tepesinde, tepenin Haliç’e bakan yamacında, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan’ın kalfalık döneminde külliye olarak yapılmıştır Yaklaşık 6000 m2’lik bir avlu içerisindeki caminin çevresinde yedi medrese, sıbyan mektebi, imarethane, tabhane, darüşşifa, bimarhane, hamam, çarşılar darülhadis ve türbelerden meydana gelmiştir Külliye bugünkü Kantarcılar Mahallesine bakan tepe üzerinde 13 Haziran 1550’de temelleri atılmış ve ilk temel taşı devrin büyük alimi Şeyhülislam Ebussuud Efendi tarafından konulmuştur Yapı topluluğu yedi yıllık bir sürede tamamlanmış, 7 Haziran 1557’de törenle açılmıştır Kaynaklara göre 59 milyon akçe yapımı için sarf edilmiştir
Süleymaniye Camisi, Osmanlı Devleti’nin en görkemli günlerini yaşadığı çağda yapılmış bir eserdir İstanbul panoramasının en önemli öğelerinden biri olan yapı topluluğu yalnızca bir ibadethane değil, etrafındaki külliye ve çevresindeki mahalleyle birlikte, çağının en önemli sosyal ve kültürel bir merkezi idi Burada Mimar Sinan’ın sanatı, dehası, Osmanlı’nın büyüklüğü ve gücü simgelenmiştir
İstanbul’da başka herhangi bir camide rastlayamayacağımız yapı topluluğunun avlusuna mermer üç katlı muhteşem bir kapıdan girilir Avluda fıskiyeli bir havuz yer alır Yine diğer camilerden farklı olarak, caminin dört minaresi de avlunun köşelerine yerleştirilmiştir Dört minâre, Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki Osmanlı İmparatorluğunun dördüncü hükümdarı olduğunu gösterir Minârelerin şerefelerinin toplam sayısı da Kanunî Sultan Süleyman’ın Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Sultan Osman Gazi’den sonra onuncu padişah olduğunu belirtir Cami ön kısmının iki yanındaki minarelerde ikişer ve avlunun sonunda iki minarede de üçer şerefe olup dört minarede toplam on şerefe vardır ve alt kısımlarında sarkaç süslemeleri bulunmaktadır Minarelerin birbirleriyle ve kubbeyle olan orantıları, görünüm ve estetik açıdan mimarinin en güzel örneklerinden biridir
Caminin ibadet yerinin üzeri iki yarım kubbe, iki çeyrek kubbe ve on üç küçük kubbenin desteklediği merkezi bir kubbe ile örtülüdür Bu kubbe dört büyük payeye; kubbe kemerleri ise dört büyük granit sütuna dayanmaktadır Kubbe 53 metre yüksekliğinde, 2725 m Çapında olup, kasnağındaki 32 pencere ile aydınlatılmıştır Ayrıca içerideki yankıyı kuvvetlendirmek için kubbenin içerisine ve köşelere, ağzı iç tarafa açık gelecek şekilde 64 küp yerleştirilmiştir Böylece mükemmel bir akustik meydana getirilmiştir Camii içerisinde mükemmel bir hava dolaşım sistemi oluşturulmuş, giriş kapısı üzerindeki boşlukta aydınlatma için kullanılan 4000 mumun isi toplanmıştır Bu islerden hat sanatında kullanılan mürekkep elde edilmiştir İçerideki yazılar devrinin önde gelen hattatlarından Ahmet Karahisari ile öğrencisi Hasan Çelebi`nin eserleridir
Yaklaşık 3500 m2’lik bir alana yayılan cami 59x58 m2’lik bir ölçüsü olup, içerisi 238 pencere ile aydınlatılmaktadır Caminin mermer minberi, mihrabı Osmanlı oymacılık sanatının en güzel örneklerinin başında gelir Ayrıca ahşap oyma vaiz kürsüsü, ahşap üzerine sedef bağa kakma pencere kapakları ve kapıları, pencere vitrayları caminin diğer sanat eserleridir
Külliyenin medreseleri caminin doğu ve batı yönlerinde, dış avlu duvarlarına paralel olarak uzanır Batı yönünde Evvel Medresesi, Sani Medresesi, Sıbyan Mektebi ve Tıp Medresesi, doğu yönünde ise Rabi Medresesi ve Salis Medresesi yer alır Darülhadis Medresesi ise caminin kıble yönünde ve İstanbul Üniversitesi bahçe duvarında paralel olarak uzanır Rabi Medresesi ile Darülhadis Medresesi’nin kesiştikleri yerde ise külliyenin hamamı vardır Daha önce atölye olarak da kullanılan hamam,1980 yılında restore edilmiştir Külliyenin tabhanesi, darüzziyafesi, imareti ve akıl hastalarının tedavi edildiği bimarhanesi kuzeybatıda, kıbleye paralel olarak yerleştirilmişlerdir Caminin kıble yönündeki haziresinde çok sayıda mezar ile Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan’a ait iki türbenin yanı sıra bir türbedar odası yer almaktadır Kanuni ‘ye ait türbede, Sultan II Ahmet, eşi Rabia Sultan, kızı Mihrimah Sultan, Asiye Sultan, Sultan II Süleyman ve annesi Saliha Dilaşub Sultan gömülüdür Türbenin çevresindeki hazirede Osmanlı tarihinin birçok ünlü kişisinin mezarları bulunmaktadır Bunların arasında; Abdülaziz`i tahttan indirenlerden Hüseyin Avni ve Kaptan-ı Derya Ali paşalar, Sadrazam Ali Paşa, II Mustafa`nın kızı Safiye Sultan, Maarif Nazırı Kemal Paşa Mimar Sinan’ın türbesi ise caminin dışında, şu anda İstanbul Müftülüğünün bulunduğu yerin hemen yanındadır
Süleymaniye Camisi ile ilgili diğer bazı camilerde olduğu gibi bir takım öyküler yıllardır anlatıla gelmiştir Bunlar birer hoş anı olarak dinlenmeli, ancak gerçek olduğuna da bilimsel yönden inanmaya olanak yoktur:
Mimar Sinan caminin temelini attıktan sonra, temelin oturması için bir yıl caminin yapımına ara vermiş, bu süre içinde de Bağdat’tan Arafat’a uzanan Ayn-ı Zübeyde denilen su yollarını tamir etmişti Bir yıl sonra tekrar dönmüş ve inşaata başlamıştı Maddi olanaksızlıklar nedeniyle inşaatın durduğunu sanan İran kralı Şah Tahmasp, mücevherlerle dolu bir kutuyu, içinde küçümser ifadelerin de bulunduğu bir mektupla birlikte Kanuni Sultan Süleyman’a göndermişti Bunun üzerine Kanuni, Mimar Sinan’a dönerek: “Bu gönderdiği taşlar benim camimin taşları yanında pek kıymetsizdir Tez bunları öteki taşlara karıştırıp bina eyle!” demiş İran sefirinin hayret dolu bakışları arasında Mimar Sinan taşları harca karıştırdı ve bu mücevherlerden oluşan harç caminin minarelerinin birisinde kullanılmıştır Ne var ki Cumhuriyet döneminde Süleymaniye Camisi’nin onarımı yapılırken bu minare yenilenmiş, ancak taşlar arasında her hangi bir taşa rastlanmamıştır
Bir başka söylentiye göre; Süleymaniye Camisi yapılırken birkaç çocuk minareye bakar ve yanındakilere: “Görüyor musunuz, minare eğri” der O sırada oradan geçen Mimar Sinan bu sözleri duyar ve çocuğun yanına yaklaşarak: “Hakkın var, minare biraz eğri Hemen bir urgan bulup, minareyi doğrultalım” der Urganı minareye bağlatır ve güya düzeltiyormuş gibi işçilere çektirir Sonra çocuğa dönerek: “Düzeldi mi evlat” diye sorar Çocuk da: “Tamam Efendim, şimdi düzeldi” der Olayı hayretle izleyen ve niçin böyle yaptığını soran kalfalara Mimar Sinan: “Eğer böyle yapmasaydım, minarenin eğri olduğu inancı çocuğun bilincine yerleşecek ve belki de bu çocuk ileride bir çok kimseyi minarenin eğri olduğuna inandıracaktı” cevabını verir
Caminin yazılarını Hattat, Karahisari ve öğrencisi Hasan Çelebi yazmıştır Hattat Karahisari kubbeye Nur Suresindeki “Allah gökleri aydınlatmıştır” ayetini yazarken işine o kadar yoğunlaşmıştır ki son harfin son düzeltmelerini yaparken daha fazla dayanamamış ve gözlerinin feri tükenmiştir Bu büyük insan, bu cami için canla başla çalışırken iki gözünü de camiye hediye etmiştir Caminin kalan detay rötuşlarını öğrencisi Hasan Çelebi tamamlamıştır
Camideki 138 parça pencereyi yapan da İbrahim Usta’dır Özellikle renkli pencerelerden giren ışık insanı büyülemektedir Süleymaniye Camisinin kürsüsünü yapan sanatkar ihlasla o kadar uğraşmış ki kürsünün yapımı caminin yapımından uzun sürmüştür
Süleymaniye Camisinin yapımının uzaması, yaşı bir hayli ilerlemiş olan Kanuni’yi, caminin açılışını göremeyeceği konusunda endişelendiriyordu Bu arada Mimar Sinan’ın padişahın yanındaki itibarını kıskanan bazı paşalar vardı Bunlardan bazıları padişaha: “Sultanım! Kubbenin duracağı şüphelidir!” derken kimileri de Sinan’a kendi türbesini yaptırmasından ötürü şikayette bulunuyorlardı Bu arada padişaha: “Hünkarım Sinan, camiyi bıraktı da kendisine türbe inşa etmekle meşgul, sizin işinizi ağırdan alıyor” diyerek, Sinan hakkında yalan haberler çıkarmışlardı Bu söylentiler üstüne sabrı büsbütün tükenen Kanuni, öfkeli bir şekilde Sinan’a: “Mimarbaşı! Niçin benim camimle meşgul olmayıp mühim olmayan işlerle vakit geçirirsin? Ceddim Sultan Mehmet Han’ın mimarı sana örnek olarak yetmez mi? Bana, bu bina ne zaman biter, tez haber ver!” deyince Mimar Sinan, Sultanın bu sözü karşısında şaşırmış ama sükunetle şu cevabı vermişti: “Saadetli padişahım! Devletinde inşallah iki ayda tamam olacaktır” Sinan’ın bu cevabı karşısında bu sefer Kanuni şaşırmış ve neredeyse Sinan hakkında söylenen dedikodulara inanacak olmuştu Çünkü caminin daha epey vakit alacak işleri vardı ve iki ayda tamamlanması onlara göre hayalden başka bir şey değildi Ancak bu iki aylık süre içerisinde Sinan gece gündüz çalışmış ve camiyi ibadete açılacak hâle getirmişti 7 Haziran 1557 yılında caminin açılışı için toplanan kalabalığın önünde Sinan, caminin anahtarlarını Kanuni’ye uzatmıştı Kanuni ise anahtarı tekrar Sinan’a uzatarak: “Bina eylediğin beytullahı, sıdk-u safa ve dua ile senin açman evladır!” dedi Sinan ise o an Hattat Karahisari’nin fedakarlığını düşünerek tevazu içerisinde: “Hünkarım! Dilerseniz camiyi açma şerefini, hatlarıyla camiyi süslerken gözlerini feda eden Hattat Karahisari’ye bahşediniz!” dedi Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman ve orada bulunanların gözyaşları arasında camiyi, Hattat Karahisari açtı



[hr]

Rüstem Paşa Camii (Eminönü)



Tahtakale’de Hasırcılar Caddesi üzerinde bulunan bu cami, Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve aynı zamanda Sadrazam olan Rüstem Paşa tarafından 1560 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır Mimar Sinan burada sekiz dayanaklı ilk kubbe denemesini uygulamıştır
Cami merkezi plânlı olup, alt kısmına mahzenler, depolar ve dükkanlar yapılmıştırCaminin revaklı avlusuna iki taraftan merdivenle çıkılmaktadır 1962 yılında dış saçaklar, 1968’de de minaresi, dış avlusu ve zemin duvarları onarım geçirmiştir
Dikdörtgen plânlı caminin merkez kubbesi kemerlerle dört fil ayağına ve sütunlara oturtulmuştur Köşelerdeki kemerler yarım kubbe şeklindedir İki yanlardaki sekizgen plânlı iki fil ayağı ile mekân üç kısma ayrılmış, ortadaki merkezi alan kare, kubbe kaidesi ise sekizgen şeklindedir Yanlarda birer uzun dikdörtgen iki yan sofa bulunmaktadır Bu sofalar ikişer büyük kemerle üç kısma ayrılmış ve her kısım tonozlarla örtülmüş ve üzerlerine küçük kubbeler yerleştirilmiştir
Giriş cephesi, küçük fakat çarpıcı iç mekan duvarları, devrinin en meşhur İznik çini örnekleri ile süslüdür Çiniler geometrik, yaprak ve çiçek motifleri ile bezenmiştir
Caminin avlusu bir tavanla örtülmüştür Bu tavan, kenardaki sütunlar arasına yapılmış kemerlerle son cemaat yerinin kemerleri üstünü örtmektedir Son cemaat yeri altı sütunla beş kısma ayrılmış olup, her kısmın üstü kubbelidir Caminin sağında binaya bitişik tek şerefeli bir minaresi vardır



[hr]

Yeni Camii (Eminönü)

Eminönü Meydanında, Mısır Çarşısının yanında bulunan, Sultan III Mehmed’in annesi ve Sultan III Murad’ın eşi Safiye Sultan adına 1597’de Mimar Davud Ağa tarafından yapımına başlanan caminin temeli 1957 yılında atılmıştır Caminin inşaat alanının deniz seviyesinde ve dolma bir arazi olması nedeniyle temel çukurlarında su çıkmaya başlamış, bunun üzerine Mimar Davut Ağa, buraya büyük kazıklar çaktırarak bunların başlarını kurşun kuşaklarla birleştirmiş ve yapının temel taşlarını bu tabanlara oturtmuştur 1598 yılında İstanbul’daki veba salgınında Mimar Davut Ağa’nın ölmesi üzerine, yapının mimarlığına Dalgıç Mehmed Çavuş getirilmiştir İlk pencere taklarına kadar yükselen bina, 1603 yılında IIIMehmet ve Safiye Sultan’ın ölümü ve IAhmet’in tahta çıkması üzerine yarım kalmıştır
Yarım yüzyıldan fazla (59 yıl) Sultan IVMehmet’in annesi Turhan Sultan tarafından 1660 yılında, duvarlarından bir sıra taş sökülerek yeniden başlatılmıştır Bu kez mimarlığına Ser Mimar-ı Hassa Mustafa Ağa getirilmiş ve cami 1663’te tamamlanabilmiştir
Yapı topluluğu cami, sıbyan mektebi, sebil, çeşme, hünkar kasrı ve türbeden oluşmaktaydı Bunlardan sıbyan mektebi günümüze ulaşmamıştır
Caminin etrafındaki yolların genişlemesi nedeni ile dış avlusu ortadan kaldırılmıştır Mısır Çarşısı yönünde 18 sütunlu, 21 kubbeli ve üç kapılı olan iç avlunun ortasında güzel bir şadırvanı vardır Sekiz sütun ve dokuz kubbeli son cemaat yeri ikinci kat pencere altlarına kadar çinilerle kaplıdır Pencere üstlerinde de Hattat Tenekecizade Mustafa Çelebi’nin hatları vardır Sağda ve solda üçer şerefeli iki minare yer almıştır Kare planlı camiye merdivenle üç kapıdan girilir Çinilerle süslü olan dört fil ayağına ve dört kemere oturan merkezi kubbeyi dört yarım kubbe desteklemektedir Köşelerdeki dört kubbe ve köprü ile türbe önlerinde sütunlarla çevrili kubbelerle birlikte 66 kubbe bulunmaktadır Mihrabı ve minberi beyaz mermerdendir Mihrabın solunda değerli taşlarla süslü bir mozaik tablo bulunmaktadır
Turhan Sultan için yapıldığı söylenen Hünkar Kasrı, klasik Türk evinin bütün özelliklerini taşıyan görkemli bir yapıdır En güzel İstanbul panoramalarından birini seyredecek şekilde konumlanmıştır Üç odalı ve bir salonludur Duvarları desen ve şekillerle, değerli İznik çinileri ile kaplıdır Ahşapları sedef ve fildişi kakmalıdır 1948 yılına kadar bir depo olarak kullanılmıştır1948 ve 1966 yıllarında restore edildikten sonra 1967 yılında müze olarak açılmışsa da kısa bir süre sonra kapatılmış ve yeniden depo olarak kullanılmıştır Ardından bu tarihi yapı kiraya verilmiş, 2002 yılında da Hünkâr Kasrı’nın içerisine giren hırsızlar, XVI ve XVIIyüzyılın en güzel örneği olan çini panolarının bazılarını sökerek götürmüşlerdir
Günümüzde Osmanlı mimarisinin bir biblo kadar güzel olan bu eserinin çatısından içeriye sular sızmakta ve perişan haldedir
Yeni Cami külliyesinden Mısır Çarşısı yanında Turhan Hatice Sultan’ın türbesi bulunmaktadır Türbenin içerisi çağının en güzel çinileriyle bezenmiş olup, Turhan Hatice Sultan’dan başka Sultan IVMehmet, Sultan IIMustafa, Sultan IIIAhmet, Sultan IIIOsman ve Sultan IMahmut gömülüdür Ayrıca bir çok şehzade ve sultanların sandukaları da burada bulunmaktadır Bu türbeye sonradan iki türbe daha eklenmiş olup, buraya Sultan Abdülmecid ve Sultan IIAbdülhamit’in şehzadeleri, sultanları, bir köşesine de Sultan VMurat gömülmüştür Türbenin bahçesinde ise bazı sultan ve hasekilerin mezarları bulunmaktadır
Turhan Hatice Sultan türbesinin sağına Sultan IIIAhmet’in yaptırdığı bir kütüphane bulunmaktadır Bu kütüphanenin kitapları, günümüzde Süleymaniye Kütüphanesindedir
Bugünkü İş Bankası’nın sol tarafında bulunan geniş saçaklı, mermer işçiliği ve bezemesiyle dikkati çeken sebil, IIMeşrutiyetten sonra yanmış, sonradan orijinal biçimiyle yenilenmiştir





[hr]

Firuz Ağa Camii (Eminönü)

Divanyolu’nda, Adliyeden Sultanahmet’e inen yolun sağında bulunan Firuz Ağa Cami, Sultan IIBeyazıt’ın Hazinedarbaşısı Firuz Ağa tarafından yaptırılmıştır Divanyolu’nun genişletilmesinden önce daha büyük bir avlusu olan cami, kapısı üzerindeki yazıttan da anlaşılacağı üzere, 1491 yılında yapılmıştır Kitabedeki yazı Şeyh Hamdullah Efendi’ye aittir
Tek kubbeli küçük camilerin tipik bir örneği ve Bursa üslubunun basit bir karışımı olan Cami, kare planlıdır İçeride duvarların oluşturduğu dört köşenin yukarı kısımlarına dört bingi inşa edilmiş ve böylece oluşan sekiz köşeli kasnağın üzerine kubbe oturtulmuştur Caminin iç avlusu yoktur Yapı kesme taştan olup, kubbe kasnağı 12 kenarlı ve basıktır Her duvarda altlı üstlü ikişer pencere vardır
Son cemaat yerinin derinliği 425 m Ve üç kubbelidir Bu bölümün sütun başlıkları stalaklitlidir Cümle kapısı dışarı biraz çıkıntılı olup, sade silmeli bir çerçeveye sahiptir Kapının kenarları yuvarlağa oldukça yakın basık kemerli, beyaz ve pembe mermerden yapılmıştır Kemer üstünde iki sıra, dört satırlık kitabe, onun da üzerinde sade bademler işlenmiştir Tam ortada bir şemse, yanlarda ise birbirinin eşi iki geometrik Muhammed yazısı bulunmaktadır
Firuz Ağa Camisi’nin tek şerefeli minaresi sol tarafta olup, gövdeye geçen pabuç kısmı son derece kısa ve baklavalıdır Gövde ve kaide arasındaki çap farkı çok azdır Şerefe ve korkuluk klasik üsluptadır
Firua Ağa’nın türbesi günümüzde yoktur Türbe binası Divanyolu’nun genişletilmesi sırasında Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşa’nın emriyle yıktırılmış, Firuz Ağa’nın mermer mezar sandukası minarenin bulunduğu sol duvar önünde, açıklıkta durmaktadır Caminin mezarlığı ise tamamen kaldırılmıştır



[hr]


Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Beyazıt Camii (Eminönü)

Bizans devrinin en büyük meydanı olan Forum Theododsiacum veya Tauri Forum’unun bulunduğu yerde, Beyazıt Meydanı’na ismini veren, Fatih Külliyesinden sonra ikinci büyük külliye olan II Beyazıt Külliyesinin yapımına, kapı kitabesinden öğrenildiğine göre1500 yılında başlanmış, 1505 yılında da tamamlanmıştır Cami kapısı üzerindeki bu kitabeyi Hattat Şeyh Hamdullah yazmıştır
Caminin mimarı olarak Mimar Kemaleddin ve Mimar Hayreddin’in isimleri üzerinde durulmuşsa da sonradan bulunan bir belgeye dayanılarak mimarının Yakup Şah bin Sultan Şah olduğu ileri sürülmüştür Günümüzde kesin bir söz söylenememekle beraber bu üç mimarın da burada çalıştıkları, ancak hangisinin mimarbaşı olduğu kesinlik kazanamamıştır Rıfkı Melûl Meriç bunlardan Mimar Hayreddin’i burada Su Yolcu olarak çalıştığını ileri sürmüştür
Hadikatü’l-Cevami Beyazıt Camii için şu bilgileri vermektedir:
“Der- beyan-ı Camii Sultan Beyazıd-i Hanı-ı Veli
Sultan Beyazıd Hazretlerinin Camii Şerifi birer şerefeli, iki minareyle bina olunup, sonra imaret ve tabhane ve mektep ve dahi sonra medrese bina edip müderrisliğini Devleti Aliyye’ de şeyhülislam olanlara şart eylemiştir İptida müderris olan, Zembilli Ali Efendi’dir Bâdehû Fatih-i Mısır, Sultan Selim-i Kadim Hazretleri pederi üzerine müstakil türbe bina eylemiştir ve kurbinde bir sağır türbede kerimesi Selçuk Sultan medfûnedir ve mihrab üzerinde ve büyük kubbede ve orta kapı haricinde Şeyh Hamdullah hattile işbu nesr-i arâbî tarih vardır:
Vakad vakael ibtidâ bi’l-binâi fî evâhiri zi’l-hicce li-seneti sitte ve tısa mie 906 Ve’tefekul itmami fî seneti ahadi ve aşre ve tisa mie 911 Hicriye
Yapı topluluğu cami, imarethane, sıbyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam, kervansaray ve türbelerden oluşmaktadır Daha önce yapılmış bulunan Fatih Külliyesi’nden farklı olarak simetrik ve bir düzen içerisindeki külliye görünümünden uzak, dağınık bir şekilde inşa edilmiştir Beyazıd Camisi değişik bir plân şekli göstermektedir Caminin plân düzeni ile Ayasofya’nın plânı arasında bağlantı kurulmaya çalışılmıştır Ancak bu iddia gerçeği yansıtmamaktadır Erken Osmanlı mimarisinde görülen yan mekânlı camiler (ters T plânlı) tipinin klâsik mimariye geçişi arasındaki bir dönemin örneği olarak kabul edilmelidir Burada yan mekânlı plan düzeninden yola çıkılarak tamamen Klasik Türk mimarisinin başlangıcı olmuş bir örnektir
İbadet mekânı büyük bir kubbe ve ona bitişik iki yarım kubbe ile örtülmüştür Bunların iki yanındaki dörder yan kubbe de üst örtüyü tamamlamaktadır Caminin ibadet mekânı 3702 ve 3706x3680 metre ölçüsündedir Merkezi kubbe 1678 metre çapındadırSon cemaat yeri altı sütunun taşıdığı yedi kubbelidir Mihrap ve minber mermerden yapılmış olup, oymalı ve kabartmalıdır Minberin sağında renkli on sütun üzerine oturtulmuş hünkar mahfili, sağda da sekiz sütunun taşıdığı müezzin mahfili bulunmaktadır
Caminin birer şerefeli minareleri tabhaneye bitişik olup, diğer camilerden ayrı özelliğidir Bu nedenle iki minare arasındaki uzaklık 79 metredir Bunlardan sağdaki minare 1953-1954 yıllarında onarılmış ve orijinalliğini yitirmiştir Soldaki minare de küpüne kadar yıkılarak yenilenmiştir Minarelerin üzerinde yontma silmeler, çerçeveler ve sivri kemerli nişler vardır Buradaki kırmızı ve yeşil kakma ile yapılmış panoların içerisine kûfi yazılar yerleştirilmiştir Renkli taşlarla geometrik süslemeli minarelerdeki bu bezeme, özellikle soldakinde tahrip edilmiştir
Caminin şadırvanı Sultan IVMurad döneminde (1623-1640) yapılmıştırAvlu döşemesi ve şadırvanın sütunları Bizans’tan kalma malzemenin yeniden işlenmesi ile elde edilmiştir Özellikle şadırvan sütunlarında Bizans izleri görülebilmektedir
Külliyenin imarethane ve kervansarayının bugüne ulaşan kısmı Beyazıt Devlet Kütüphanesi tarafından kullanılmaktadır ve caminin solunda yer almaktadır Medrese ise caminin sağında ve oldukça uzağında yapılmıştır Günümüzde Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi olarak kullanılmaktadır Külliyenin hamamı medreseden de uzakta olup, Ordu Caddesi üzerinde, Edebiyat Fakültesi’nin yanındadır Halk arasında yanlış olarak Patrona Halil ismi ile tanınmaktadır
Beyazıd Camisinin mihrap tarafındaki küçük hazirede 1512’de Yavuz Sultan selim’in yaptırdığı Sultan IIBeyazıd’ın türbesi bulunmaktadır Oldukça sade ve zengin bir mimarisi olan bu türbenin duvarları kalem işleri ile süslüdür Türbe içerisinde yalnızca Sultan IIbeyazıd’ın sandukası bulunmaktadır Caminin kıble tarafındaki boşlukta ise II Bayezid’in kızı Selçuk Sultan’ın ve Tanzimat Fermanı’nın ilan eden Mustafa Reşid Paşa’nın türbeleri bulunmaktadır Ayrıca burada Sultan IIMahmud döneminin devlet adamları, Sadrazam Çerkez Mehmed Paşa, Şeyhülislam İvazpaşazade İbrahim’in mezarları bulunmaktadır
Beyazıd Camisi 1797-1870-1940 ve 1958 yıllarında onarım görmüştür Bu onarımlar sırasında ön cephedeki iki yan kapının üzerindeki ahşap revaklar kaldırılmıştır





Nuru Osmaniye Cami (Eminönü)


Kapalıçarşı’nın Cağaloğlu ve Çemberlitaş’a açılan kapısının önünde yer alan Nuruosmaniye Camisi, Osmani ve Nuruosmani isimleriyle tanınmıştır Bu caminin bulunduğu yerde daha önce, Hasan Canzade Şeyhülislam Hoca Sadettin Efendi’nin eşi Fatma Hatun’un mescidi bulunuyordu Mescit harap ve yıkılmaya yüz tuttuğundan, Sultan IMahmud’un emriyle ortadan kaldırılmış ve yerine bugünkü caminin yapımına h1161 (1748) yılında başlanmıştır Ancak padişahın ölümü üzerine camiyi kardeşi IIIOsman tamamlatmış h1169 (1755), bundan ötürü de “Osman’ın Nuru” anlamında Nuruosmaniye olarak isimlendirilmiştir
Nuruosmaniye Camisi’nin en büyük özelliği batı mimarisinin etkisiyle yapılmış ilk camilerden oluşudur Burada klasik Osmanlı mimarisinin izlerini görmek çok zordur Barok üsluptaki caminin mimarı da tartışmalıdır Bazı kaynaklarda Mimar Mustafa Ağa’nın ismi geçiyorsa da büyük olasılıkla Simon Kalfa tarafından yapıldığı sanılmaktadır
Yapı topluluğu; cami , medrese, imaret, kütüphane, türbe, çeşme, sebil ve muvakkithaneden meydana gelmiştir Çevresinde dükkanlar ve aynı ismi taşıyan bir de han vardır Külliyenin bulunduğu arazinin dışa eğimli oluşundan ötürü avlunun kuzey ve batı duvarları boyunca ortaya çıkan mekânlar dükkana dönüştürülmüş ve böylece külliyeye gelir sağlanmıştır


Barok üsluptaki cami, iki kapılı, 12 sütunlu, 14 kubbeli revaklı geniş bir dış avlu ile çevrilidir Bu avlu klasik plân üslubundan tamamıyla ayrılmış olup, yarım daire şeklinde bir plân gösterir Klasik üsluptaki cami avlularında görünen şadırvan burada bulunmamaktadır
İki taraftan geniş merdivenlerle çıkılan caminin giriş kapısı üzerinde Hattat Eğrikapılı Rasim’in yazdığı bir kitabe yerleştirilmiştir Girişin iki tarafındaki ayetleri de Hattat Fahrettin Yahya yazmıştır
Caminin ibadet mekânını örten kubbesi, klasik Türk mimarisinde görülen uygulamalardan ayrı olarak, payeler yerine duvarlar üzerine oturtulmuş ve ağırlık buraya verilmiştir Mihrap dışarıya doğru çıkıntılı olup, üzeri de yarım bir kubbe ile örtülüdür Kubbe 25 metre çapında, kubbe eteğinde 32 pencere bulunur Klasik mimariden ayrı olarak beş sıra halinde 174 pencere ile aydınlatılmıştır Yapının dengesini kontrol etmek için mihrabın iki yanına döner terazi sütunlar yerleştirilmiştirAyrıca kubbenin dışa açılmasını önlemek için, yapının her iki tarafına ağırlık kuleleri oturtulmuştur Minber ve mihrabı mermerdendir Mihrabın sağından başlayan fetih suresi mermer üzerine oyularak bir kuşak gibi bütün camiyi çevrelemektedir Ayrıca pencere üzerinde renkli taşlar üzerine hadisleri hattat Bursalı Müzehhip Ali Efendi celi-sülüs yazıyla yazmıştır
Taş alemli ikişer şerefeli iki minaresi vardırOsmanlı mimarisinde taş alemler ilk kez burada kullanılmıştır
Kütüphanenin sağında IIIOsman’ın annesi Şehsuvar Sultan’ın türbesi bulunmaktadır Yapı topluluğunun imareti ve medresesi caminin kuzeyinde, Kapalı Çarşı yönünden avluya girildiğinde sağda yer almaktadır Sebil sağdadırTürbe ve kütüphane, hünkar mahfilinin arkasında yer almaktadır Türbe de Sultan IIIOsman’ın annesi Şehsuvar Valide Sultan gömülüdür

Mahmut Paşa Cami (Eminönü)
Eminönü İlçesi’nde, Nuruosmaniye Külliyesi’nin kuzeydoğusunda yer alan Mahmut Paşa Cami ve külliyesi, fetih sonrasının ilk büyük vezir külliyesi olup, Fatih külliyesinden sonra XVyüzyılın en önemli yapı grubudur 1460’lı yılların başında yapımına başlanan külliyenin camisi 1462’de tamamlanmış; diğer kısımlarının inşası ise 1474 yılına kadar sürmüştür Külliye, Sadrazam Mahmud Paşa tarafından Mimar Atik Sinan’a yaptırılmıştır
Yapı, cami, türbe, hamam, han, medrese, imaret ve sıbyan mektebinden oluşmaktaydı Ancak, günümüze cami, türbe, han ve hamamdan başka yapısı ulaşamamıştır Cami, giriş kapısı üzerindeki Arapça kitabesine göre 1462’de tamamlanmış, Hamam 1466-1467’de, medresesi 1472’de, türbesi ise 1473’te tamamlanmıştır
Cami, tabhaneli ya da zaviyeli cami denilen erken dönem Osmanlı camileri tipinde yapılmıştır Cami iki büyük kubbe ve etrafında üçer ufak kubbe ile örtülüdür İçersindeki mavi üzerine beyaz yazılı çiniler sonradan konulmuştur Minber ile mihrabı işlemeli mermerden yapılmıştır Son cemaat yeri 6 kesme taş sütun üzerine 5 kubbelidir Son cemaat yerinin arkasında beş kubbeli bir giriş kısmı daha vardır Yanlardaki ufak kubbeler altında koridorlar yer alır Kıble kapısının üzerinde hicri 868 tarihli ve caminin yapılış tarihini belirten bir kitabe bulunmaktadır Kapısının etrafı işlemeli mermerdendir Kapının yanında Sultan III Osman’a ait onarım kitabesi yer almaktadır Çıkan bir yangında büyük zarar gören cami 1755 yılında Sultan III Osman tarafından tamir ettirilmiştir Cami 1766 yılı depreminde yıkılmış, 1785 yılında tamir görmüştür 1827 yılı yangınından sonra 1829 yılında tekrar tamir edilmiştir Geçirmiş olduğu bu onarımlar nedeniyle, cami içerisindeki bezemeler orijinalliklerini kaybetmişlerdir Kesme taştan tek şerefeli minaresi 1936 restorasyonundan sonra bu günkü şeklini almıştır
İstanbul’ un en eski han ve hamamları olan Mahmud Paşa Hamamı ve Kürkçü Han ise caminin kuzeyinde yer alırlar Caminin doğusunda bulunan medresenin sadece bir dershanesi günümüze ulaşmıştırCaminin kuzeyinde bulunan hamam, İstanbul’daki en eski hamamlardan biridir
Avlusundaki çeşme ve sebil Darüssade Ağası Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştırMahmut Paşa’nın türbesi caminin arkasındadır

Laleli Cami (Eminönü)


Laleli semtinde, Ordu Caddesi ile Fethi Bey Caddesi’nin kesiştiği köşede yer alır Sultan III Mustafa tarafından 1760-1763 arasında yaptırılmıştır Külliyenin mimarı bazı kaynaklarda Mehmed Tahir Ağa olarak geçmektedir Ancak bunu doğrulayan kesin bir bilgi bulunmamasına karşılık, yapının inşaatının ilk aylarda mimarbaşılık görevini Hacı Ahmed Ağa’nın yaptırdığı bilinmektedir Yapının bitmek üzere olduğu (1762 Aralık başı) dönemde ise hassa başmimarı olarak yine Ahmed Ağa’nın adını veren belge bulunmaktadır
Adını yakınındaki Laleli Baba Türbesi veya Laleli Çeşmeden alan külliye, cami, imaret, çeşme, sebil, türbe, han, medrese, muvakkithaneden oluşmuştur Cami, külliyenin merkezini teşkil etmektedir Bodrum niteliğindeki bir altyapının üzeri, aynı zamanda caminin avlusudur Bu avlu yer seviyesinden yüksektedir ve avluya basamaklarla çıkılır Laleli Camisi bu yüksek avlunun ortasında yer alır XVII yüzyıl Osmanlı mimarisinin en özgün eserlerinden biridir 24 pencereli büyük kubbesi, giriş ve kıble taraflarındaki üçer yarım kubbeyle desteklenir Tek şerefeli iki minaresi vardır Özellikle minarelerin külahları çok değişiktir Toplam 105 pencere tarafından aydınlatılan caminin iç duvarları renkli somaki mermerlerle kaplanmıştır
Cami barok üslupla yapılmış olsa da daha çok klasik üslubun özelliklerini taşımaktadır Yapımından kısa bir süre sonra İstanbul’un geçirdiği 1766 depreminden çok etkilenmemiştir Yalnız bazı kaynaklara göre sol taraftaki minaresi altı yıl sonra camiye eklenmiştir Nitekim kapısı üzerinde bulunan 1197-1783 tarihli Arapça onarım kitabesinden, 1782’de geçirdiği büyük yangından sonra onarım gördüğü anlaşılmaktadır Aynı yangında caminin vakfı olan dükkanlar da yanmıştır
Caminin dış avlu cümle kapısı 1957-1958 yılında yol genişletme çalışmaları sırasında geriye çekilmiş ve caddeye ek dükkanlar yapılarak bodrum onarılmıştır Yapıldığı yıllarda ticari amaçlarla kullanılmayan cami bodrumu da günümüzde çarşıya dönüştürülmüştür
Külliyenin hanı, Fethi Bey Caddesi üzerinde, caminin kuzey yönündedir ve hala çarşı olarak kullanılır Taş Han, Çukur Çeşme ve Sipahiler Hanı olarak da bilinen han iki katlı, biri büyük, diğeri küçük iki avlulu bir yapıdır Külliyenin medresesi, bugün Tayyare Apartmanları olarak bilinen yapı topluluğunun bulunduğu yerde, eski adı Derbent Sokağı olan taraftaydı 1894 depreminde harap olan yapı, 1911’deki yangında yanarak tamamen yok olmuş ve yerine bu apartmanlar yapılmıştır
Külliyenin türbeleri ve sebili, Ordu Caddesi üzerinde Aksaray yönündeki köşesindedir Öndeki türbede Sultan III Mustafa, Sultan III Selim, Heybetullah, Mihrimah, Mihrişah ve Fatma Sultanlar gömülüdür Bu türbenin yanında Haseki Sultanlar Türbesi ve caminin haziresinde üzeri bronz şebekeli Âdilşah Kadın’ın üzeri açık türbesi vardır

Kalenderhane Cami (Eminönü)
Vezneciler’de, 16 Mart Şehitleri Caddesi’nde ve Bozdoğan su kemerlerine bitişiktir Kiliseden çevrilme camilerdendir Kalenderhane ismi Fatih döneminde verilmiş ve günümüze kadar bu isimle gelmiştir
Bizans dönemindeki adı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Akataliptos İsa’ya ithaf edildiği sanılmaktadır Ancak bu isim konusunda da kesin bir bilgi bulunmamaktadır
Bugünkü yapının aslı, Latin istilası sırasında Katolik İtalyanlara tahsis edilmiş bir XII yüzyıl kilisesidir Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed vakfı olarak zaviyeye çevrilerek Kalenderi tarikatına tahsis edilmiştir XVIII yüzyılın ilk yarısında Babüssaade Ağası Maktul Beşir Ağa tarafından camiye dönüştürülmüş ve bütünüyle onarılmıştır Aynı zamanda hünkâr mahfili de ekleyen Beşir Ağa’nın bu onarımı ile ilgili bir kitabesi bulunmaktadır
Duvarları taş ve tuğla karışımı olan caminin bir büyük ve bir küçük olmak üzere iki kubbesi vardır Köşeleri kum saatli olan mihrabı oldukça güzel bir eserdir Minber ampir üslupta olup, ahşaptandır İç duvarlarında renkli mermer kaplamalar ve kabartma halinde friz süslemeler bulunmaktadır
XIX yüzyılda büyük bir yangın geçiren cami, 1854’de onarılmıştır Minaresi 1930 yılında yıldırım düşerek yıkılmıştır Bu tarihlerden sonra terkedilmiş, 1966-1975 yılları arasında Harvard Üniversitesi ile İstanbul Teknik Üniversitesi işbirliği ile yapılan bir araştırma ve kazıya konu olmuş, 1968 yılında restore edilerek tekrar ibadete açılmıştır

Küçük Ayasofya Cami (Eminönü)
Cankurtaran ile Kadırga arasında, Küçük Ayasofya Caddesi’nin sonundadır Kiliseden çevrilme camilerdendir 527 yılında Bizans İmparatoru I Jüstinyen zamanında yapılmıştır Sergios ve Bakhos adlı iki azize ithaf edilmiş olup, adı Sergios ve Bakhos Kilisesidir Fetihten sonra 1504 yılında kilise, Sultan II Beyazid zamanında Darüssaade Ağası Hadım Hüseyin Ağa tarafından kiliseye, beş kubbeli bir son cemaat yeri, binadan ayrı duran minare ile, içerisine bir müezzin mahfili, minber ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür Çeşitli zamanlarda onarımlar geçiren binanın bugünkü minaresi 1955 yılında yaptırılmıştır
Küçük Ayasofya Camisi 30x34 boyutlarında bir alanı kaplamaktadır Kubbe 19 m Yükseklikte ve sekiz köşeli bir kasnağa oturtulmuştur Son cemaat yeri beş sivri kemerli olup, üzeri kubbelidir Sütun başlıkları baklavalıdır Orta kubbe köşelikleri stalaktitlidir Kemerlerde eski süslerin kalıntıları görülebilmektedir
Caminin cümle kapısı beyaz-pembe mermerdendir Bu kapı üzerinde iki ayrı kitabe vardır Bunlardan ortadaki caminin asıl kitabesidir Arapça olan diğer kitabede ise onarımı ve tamamlandığı tarih bulunmakta olup, diğer kitabede ise Hadis-i Şerif yazılıdır Bu cümle kapısındaki ahşap kapı, çok harap olmakla birlikte, XVIyüzyıl ağaç işçiliğinin en güzel örneğidir
Mihrabı mermerden beş kenarlı ve sadedir Üzerindeki tacı süslüdür Minberi de sadedir Kapı üstünde pembe mermerden kenarları laleli bir taca sahiptir Müezzin mahfili sekiz kenarlı on sütun üzerindedir Tavanı çatılı, korkuluğu sağırdır
Yapıdan ayrı ve caminin sağında bulunan minare sekiz kenarlıdır Köşelerinde sütunçeler vardır Caminin kuzeyinde ise Hüseyin Ağa Türbesi bulunmaktadır Türbe sekiz köşeli, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır

Şehzade Cami (Eminönü)


Şehzadebaşı semtindeki cami, genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmet için, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan külliye içerisindedir Mimar Sinan, Şehzade Cami ve külliyesini 1544-1548 tarihleri arasında dört yılda tamamlamıştır Mimar Sinan daha sonraları yaptığı bir değerlendirmede “Şehzade çıraklık, Süleymaniye kalfalık, Edirne Selimiye de ustalık eserimdir” demiştir Bu nedenle Şehzade Camisi, Mimar Sinan’ın mimari dehasındaki ana devirler olan bu üç anıt eserin ilk basamağıdır
Bu yap topluluğu, cami, imaret, tabhane, medreseler ve mekteplarden oluşmaktadır Bunlardan imaret ile mektep avlu dışında olup, cami, medrese, tabhane ve türbeler bir avlu içerisindedir
Cami kare planlı olup, üstü yarım küre şeklinde bir büyük kubbe ve bunun etrafında dört yarım kubbeyle örtülmüştür Dört köşede yarım küre, dört de küçük kubbe vardır Bütün kubbeler dört büyük fil ayağı üzerine oturur Mimar Sinan’ın eserlerinde görülen sadelik ve tezyinat bu camide de görülür
Hünkâr mahfili harimin solunda sütunlar üzerindedir Minber ve mihrap mermerden işlenmiş olup, kafesli ve parmaklıklıdır Müezzin mahfili ise sekiz sütun üzerindedir
Camiye üç ayrı kapıdan girilir Ortadaki cümle kapısının üzerinde bir kitabe bulunmaktadır Cami avlusu 12 sütuna dayanan 16 kubbe ile çevrilidir Buradaki kalem işleri dikkat çekicidir Avlunun ortasında şadırvan vardır Caminin sağ ve solunda ikişer şerefeli iki minaresi bulunmaktadır Minareler çeşitli şekillerde işlenmiştir Medrese, sıbyan mektebi, imaret ve tabhanesi, kuzey yönünde ve avluya duvar teşkil edecek biçimde yerleştirilmişlerdir


Şehzade cami haziresi bir çok türbeyi içine almaktadır Şehzade Mehmed’in türbesi camiden daha önce bitirilmiştir Sonraki yıllarda eklenen çeşitli türbelerle bu alan bir hazireye dönüşmüştür Özellikle Şehzade Mehmet Türbesi süsleme ve bezemeleriyle Mimar Sinan’ın eserlerinin en güzel örneğidir Mermer, breş ve terrakotta ile polikrom bir kaplamaya sahiptir Tek kubbe ile örtülü sekizgen bir yapıdır Üç açıklıklı, düz saçaklı revaklı bir girişi vardır Kubbe yivleri sıklaştırılmış ve derinleştirilmiş; silindirik tambur, yivli bir sütun tamburu niteliği kazanmış, bir palmet dizisiyle sonlandırılmıştır Kapının iki yanına “cuerda seca” tekniğinde İznik çinilerinden panolar yerleştirilmiştir İçeride de aynı teknikte yapılmış çini kaplama kubbe eteğine kadar yükselir Şehzade Mehmed’in sandukasının üstüne ağaçtan bir taht yerleştirilmiştir Şehzade Mehmed Türbesinin sol tarafında yine Mimar Sinan’ın eseri olan ve sekiz köşeli plân düzeninde tek kubbeli Rüstem Paşa Türbesi vardır Ayrıca hazirede Şehzade Mahmud, Hatice Sultan, Fatma Sultan ve İbrahim Paşa’nın türbeleri yer almaktadır
Külliyede, haziresinde beş tane, dış avlu duvarlarında dörtgen biçiminde bir tane olmak üzere toplam altı türbe vardır Bunlardan özellikle Şehzade Mehmed Türbesi İstanbul`un en güzel mezar yapılarındandır

Sokullu Mehmet Paşa Cami (Eminönü)
Kadırga, Su Terazisi Sokakta bulunan cami, IISelim’in kızı ve Sadrazam Mehmet Paşa’nın eşi Esma Sultan tarafından 1571 yılında kocası adına yaptırılmıştır Cami, Sultanahmet Meydanından Kadırga’ya inen yolun üzerinde, eğimli bir mevkide bulunan Bizans dönemine ait Aya Anastasia Kilisesinin bulunduğu yerde yapılmıştır Mimarı Mimar Sinan’dır
Dış avlusu olmayan caminin iç avlusuna kuzey kapısından merdivenlerle girilir Bu avlunun üç tarafı revaklar ve bunların gerisinde yer alan üzerleri kubbeli 16 medrese odası ile çevrelenmiştir Merdivenle çıkılan girişin üzerinde dershane ile yan girişlerde müezzin ve kayyım odaları bulunmaktadır Ayrıca avlunun ortasında, sütun ve mermer şebekeli, kubbeli bir şadırvanı vardır
Cami, dikdörtgene yakın plânlıdır Son cemaat yeri, stalaktitli mermer sütunlar, sivri kemerlerle birbirine bağlanmış, üzerleri kubbeli yedi bölümden oluşmuştur Yuvarlak kemerli portalin üzerinde sülüs hatlı kapı yazıtı bulunmaktadır
Caminin ana mekânı 13 m Çapında merkezi bir kubbe ile örtülüdür Bu kubbe mihrap ve portal tarafından ikişer, yan kenarlarının ortasında birer tane olmak üzere toplam altı ayağa dayanmaktadır Bu ayaklar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmışlardır Buradan bir altıgene ve oradan da çini pandantiflerle kubbe yuvarlağına geçilmektedir Kubbenin yanlara açılmasını önlemek amacıyla, caminin dışına, her ayağın üzerine bir ağırlık kulesi oturtulmuş ve köşelere birer yarım kubbe eklenmiştir Mihrap ve minberi taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir Minberin külahı çinilerle kaplanmıştır Caminin kemerlere kadar İznik çinileri ile kaplı mihrap duvarı, Türk çini sanatının en gelişmiş döneminin örneğidir
Caminin kesme taştan minaresi, sağ taraftadır Gövdesi üzerinde dikey hatlar bulunmaktadır Pencereleri üzerinde mavi zemine beyaz süslü hatla, tamamen çini dekorlu kitabeler bulunmaktadır Cami kalem işleri ile bezenmiştir Özellikle avlu giriş kapısı tavanındaki malakâri örnekler ile mahfil tavanları çok güzel eserlerdir
Caminin haziresinde Sokullu Mehmet Paşa’nın iki torunu gömülüdür
Abbas Ağa Cami (Beşiktaş)
Beşiktaş’ta, Sinanpaşa Mahallesi’nde, Selamlık Caddesi ile Abbas Ağa Cami Sokağı’nın kavşağında yer almaktadır
Bânisi Darüssade Ağası Abbas Ağa’dır (ö1672’den sonra) Abbas İbn Abdürrrezzak adı ile de bilinmektedir Osmanlı sarayının ünlü darüssade ağalarındandır IV:Mehmet’in padişahlığı (1648-1687) döneminde, saray hareminin ve haremağalarının etkinlik kazandığı yıllarda darüssaade ağası (1668-1671) oldu Edindiği servetle İstanbul’un bir çok semtinde okul, cami, hamam ve çeşmeler yaptırdı 1672’de darüssaade ağalığından azledilerek Mısıra sürüldü, orada öldü Kahire’de İmam Şâfi Türbesi Haziresi’ne gömüldü
Abbas Ağa Cami, Hadikatü’l Cevâmi’ye göre 1665-1666’da inşa edilmiştir IIMahmut tarafından 1834-1835’te yeniden yaptırıldığı bilinmektedir İlk inşasında caminin yanında bir sıbyan mektebi ile bir çeşmenin tasarlandığı, yapının bir hünkâr mahfili ile donatıldığı tesbit edilmiştir Sıbyan mektebi günümüze ulaşmamıştır
Caminin etrafı yüksek duvarlarla kuşatılmıştır Çevre duvarının kuzey yönünde, biri ana girişe, diğeri de halen imam meşrutası olarak kullanılan hünkâr mahfiline geçit veren iki kapısı bulunmaktadır Cümle kapısı ile cami arasındaki alan ahşap bir sakıfın altına alınmıştır Cami, kapalı son cemaat yeri, enine dikdörtgen harim, harime batı yönünde bitişen hünkâr kasrı ve minareden oluşmaktadır Duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülerek ahşap bir çatı ile örtülmüş, duvarlara iki sıra halinde dikdörtgen pencereler dizilmiştir Hünkâr kasrı ise ahşap olarak tasarlanmıştırSon cemaat yerinin batı kenarında bağımsız bir girişle donatılmış olan hünkâr kasrının, IIAbdülhamit devri onarımında elden geçirildiği sanılmaktadır
Harimde bulunan fevkani mahfil, doğuda ve batıda duvarların yarısına kadar, kuzeyde ise derinliğine gelişerek son cemaat yerinin üstünü kaplamaktadır Petek kısmı prizmatik üçgenlerden oluşan silindir gövdeli minare, son cemaat yeri ile hünkâr mahfilinin birleştiği köşede, kare bir kaide üzerinde yükselmektedir Mahfilin cephelerinde, başlıklarında küçük oyma gülçeler bulunan ahşap pilastrlar vardır Küçük bir mihrabı olan son cemaat yeri ile ana mekan ahşap bir duvarla ayrılmıştır
Harim tavanındaki ahşap işçilik dikkat çekicidir Tam ortadaki avize, altın yaldızlı beyzi bir göbeğe asılmıştır Tavan yüzeyi, kalın çıtalarla oluşturulmuş sekiz köşeli yıldızlar, kenarları yumuşatılmış dikdörtgenler ve çeşitli geometrik şekillerle düzenlenmiştir Tavan kornişlerinde yelpaze şeklinde ajurlu konsollar, mukarnası andıran sarkıtlı süslemeler ve perde motifleri görülmektedir
Mahfil kare kesitli ahşap sütunlara oturtulmuş, mihrap eksenindeki sütun açıklığı, eğri çizgilerden oluşan alınlıkla taçlandırılmıştır Mahfilin kuzey ve doğu kanatları çatıdan mamul kafeslerle, insan boyunu aşacak yükseklikte kapatılmıştır Hünkâr mahfili niteliğindeki batı kanadı özel bir oda olarak ayrılmış, dışarıdan aplike, renkli ahşap süsleme ögeleri ile kapatılan küçük kare mekânın üzeri bağdadi bir kubbe ile örtülmüştür Bu kubbenin içi yağlıboya akantus yapraklı bir süsleme ile bezenmiştir Kareden kubbeye geçişte, köşelerde beliren üçgen alanlar, altın yaldızlı ışınsal süslemelerle kaplanmıştır IIMahmut devrinin özelliği olan söz konusu mekânda tavana kadar devam eden bir mihrap tasarlanmıştır Ana mekânın, beyaz yağlıboya ile boyanmış olan mihrabı ile ahşap mimberi oldukça basittir
Abdi Çelebi Cami (Fatih)

Fatih İlçesi’nde, Kocamustafapaşa mahallesi’nde, Müdafaimilliye Caddesi ile Marmara Caddesi’nin kesiştiği yerdedir
Kanuni Dönemi ileri gelenlerinden Ruznameci Çelebi Abdullah Efendi tarafından yaptırılmıştır Çilingir, Sankiyedim, Yedimiçtim gibi adlarla da anılmaktadır
Mimar Sinan tarafından 940/1533 tarihinde inşa edilen ilk yapı dolma bir set üzerinde yükselmekte, dört fil ayağına bir kubbe oturtulmak suretiyle tasarlanmıştı Geçen yüzyılın sonlarında çok harap olan cami, devrin seraskeri Rıza Paşa’nın (1844-1920) delaletiyle, gideri Hazine-i Hassa’dan ödenmek kaydıyla yeniden inşa ettirilmiş, Mimar Sinan’ın ilk tasarladığı camiden tamamen farklı, eklektik üslupta bir yapı ortaya çıkmıştır İstanbul’da meydana gelen 1896’daki Ermeni Olaylarından sonra caminin çevresindeki Ermeni mahallesinde bir karakolun inşa ettirilmesi, caminin de yenilenmesine neden olmuştur
Osmanlı devrinin son yıllarında bakımsız kalan cami 1993’de Süeda Hanım isimli bir hayırsever tarafından onarılmıştır 1992 yıllarında yapının kuzey kesimine dernek binası, tuvalet ve abdest yerleri eklenmiştir Ayrıca fevkani mahfilde kuzeye bakan pencerelerden biri kapıya çevrilerek minareye ve mahfile dışardan giriş sağlanmıştırSon yıllarda yapılan ekler caminin ana yapısı ile uyumsuz bir görüntü arz etmektedir
Yapının cepheleri pilastralarla bölünmüş, alt ve üst pencerelerin arasına yatay bir silme yerleştirilmiştir Alt pencereler basık, üst pencereler ise yuvarlak kemerlidir Üst pencerelerden cephe ekseninde bulunanlar yükseltilerek saçak kornişinden yukarıya taşırılmıştır Birkaç istisna dışında Osmanlı yapılarında görülmeyen, buna karşılık Bizans dini mimarisinde çokça kullanılan, osmanlı dönemi Rum kiliselerinde de sürdürülen bu saçak ayrıntısı, Abdi Çelebi Camisi’nin Rum kökenli ustaların elinden çıkmış olabileceğini düşündürmektedir Yapının dört köşesinde yükselen ağırlık kuleleri sekizgen, üst kısımları da soğan kubbelidir Cami kiremit kaplı ahşap çatıyla örtülmüştür Minaresi kuzeybatı köşesindedir
Kapalı son cemaat yerinin üst katı kadınlar mahfili olarak değerlendirilmiştir Fevkâni mahfilden harime açılan üç adet kemerin içinde mahfil zemini kavisli çıkmalarla genişletilmiş, bu çıkmalardan ortadaki daha geniş tutulmuştur Kare planlı harimin tavanı köşede, pandantif görünümlü ahşap dolgularla kuşatılmış, böylece elde edilen sekizgen yüzeyin merkezine alçıdan yuvarlak bir göbek oturtulmuştur Son devrin hattatlarından Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer’in eseri olan, yaldızla yazılmış sülüs hatlı Nur ayeti, alçı göbeği kuşatmaktadır Mihrabı çevreleyen ve 1933 onarımına ait olduğu sanılan çini kuşakta mavi zemin üzerine beyaz renkte celi sülüs olarak yazılmış, Kamil Akdik imzalı İhlas suresi bulunmaktadır Mihrap nişinde, son dönem özelliklerini yansıtan kalem işi perde motifleri görülür
Başlangıçta mescit olarak faaliyet gösteren yapının mimberini 1756’da mahmut Ağa’nın yaptırdığı bilinmektedir Halen görülen ahşap mimber ise, yapının mimarisi gibi eklektik özellikler göstermektedir 19Yüzyılın sonundaki yenileme sırasında konduğu anlaşılan bu mimberin köşk kısmı dilimli kemerlerle donatılmış, soğan kubbeli bir külah ile taçlandırılmıştır
Ağa Cami (Beyoğlu)

Beyoğlu’nda İstiklâl caddesindedir Caminin batısı Sakızağacı Caddesi’ne, kuzeyi Maliyeci Sokağı’na bakmaktadır 1003/1594 yılında Galatasaray ağası Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır IIMahmut 1834 yılında camiyi onartmıştır Doğudan Rumeli han’a bitişik olan caminin etrafı çevre duvarıyla kuşatılmıştır Maliyeci Sokağı’na bakan ana kapıdan avluya girilmektedir Tamamı kesme taş olan yapının tüm kenarları taraklı mozaikle çerçeve içine alınmıştır Cami, üstte sivri kemerli, dıştan revzenle kaplı, içeriden sitilize Türk çiçek motifli, renkli cam pencerelerle, altta ise dikdörtgen kesitli ve demir parmaklıklı iki sıra pencereyle aydınlatılmıştır Yapıyı saçak hizasında dolaşan palmet frizinin hemen altında bir üçgenler kuşağı yer alır Dışarıdan çokgen bir çıkma yapan mihrabın hemen arkasında, içinde bânisinin gömülü olduğu bir hazire yer alır Caminin kuzeybatısındaki kesme taş minarenin, dikdörtgen kesitli kaidesinden petek kısmına, prizmatik üçgenlerle geçilmiştir Silindir gövdeli ve şerefe korkulukları kesme taş olan minare, ahşap üzerine kurşun kaplı bir külah ile örtülmüştür
Dört basamakla çıkılan kâgir son cemaat yerinden bir kapıyla harime geçilmektedir Girişte, fevkâni mahfilin tam altında kalan iki bölüm sağ ve solda ahşap korkuluklarla ayrılmıştır Harim, mahfilin altında kalan giriş bölümüne göre biraz daha yükseltilmiştir İki basık paye, kuzeybatıdan bir merdivenle çıkılan fevkani mahfili taşır Payelerle mahfilin birleştiği yeri mukarnaslı konsollar desteklemektedir Mahfilin altı kalem işiyle bezenmiştir Enine dikdörtgen harim, kenarları parhlanmış iki paye ile üçe ayrılmıştır Payeler, zeminden belirli bir yüksekliğe kadar on iki köşeli yıldızlardan oluşan geometrik süslemeyle kaplıdır Tavan, klasik üslupta kalem işi ile bezelidir Mahfil seviyesinden başlayan siyah üzerine altın yaldızlı yazı kuşağı iki koldan mihrabın tepeliğine kadar dolaşır Duvarlar, zeminden itibaren pencerelerin ortasına kadar mavi, yeşil fayanslarla kaplıdır Caminin içi, klasik motifler kullanılarak Kütahya çinileriyle, pencereler ise kalem işleriyle süslenmiştir
Avlusunda, aralarında ajurlu mermer şebekeler ve içbükey çeşme aynaları olan, sivri kemerli sütunların oluşturduğu çokgen planlı bir şadırvan bulunmaktadır Şadırvan Mimar Sinan’ın eseridir Bugün yerinde olmayan, fakat Mimar Sinan’ın tezkirelerinde adı geçen Kasımpaşa’daki, Sinan Paşa Camisi’nden getirtilmiştir Fıskıyesi ise Oluklubayır Tekkesi’nden getirilmiştir
Ağalar Cami (Eminönü)
Bugün Topkapı Sarayı olarak adlandırılan Saray-ı Cedîd’in üçüncü avlusunda bulunan Ağalar Cami, Hasoda’nın yanındadır

REkrem Koçu, sarayın içindeki camilerin en büyüğü olan bu ibadet yerine Hünkâr Cami de denildiğini bildirmektedir Burada İçoğlanları ve Enderun-ı Hümayun zülüflü ağaları namaz kıldıklarından, daha sonraları buraya Ağalar cami denilmiştir Yapının kesin tarihi bilinmemekle beraber, Ağalar Camisi’nin duvar örgü tekniği Fatih Sultan Mehmet döneminden kaldığına işaret etmektedir Kapılarından biri üstündeki 1136/1723-24 tarihli kitabeden ve duvar örgü tekniğindeki farktan, 18Yüzyılda Seyyid Mehmed Ağa adlı bir kişi tarafından büyük ölçüde tamir ettirildiği anlaşılmaktadır

IIMahmud döneminde, yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması kararının bu camide alındığı da söylenmektedir Ağalar Cami, 1881’e kadar cami olarak kullanılmış, bundan sonra depo ve yemekhane olmuş ve üstünün kurşunları alınarak yıkılmaya bırakılmıştır Topkapı Sarayı müzeye dönüştürüldükten sonra, 1925’ten itibaren kütüphane ve okuma salonu olarak restore edilmiş, sarayın çeşitli yerlerindeki yazma kitaplar burada toplanmış ve bunu anlatan 1928 tarihli bir kitabe güney tarafındaki kapısı üzerine konulmuştur

Ağalar Cami, dikdörtgen planlı, enlemesine uzanan bir yapıdır Yanına kapısında 1136 tarihli kitabe olan mescit eklenmiştir Cami ilk yaıldığında, üstünün kiremit kaplı bir ahşap çatı ile örtülü olduğu ancak, 18Yüzyılın ortalarında şimdi görülen beşik tonozun inşa edildiği, bunun sonuncu elemanın Türk klasik dönem mimarisine ters düşmesinden anlaşılır Üstünde daha önce bir kubbe olduğu yolundaki görüş pek inandırıcı değildir Ağalar Cami taş ve tuğla dizileri halinde yapılmış, yuvarlak kemerli alt sıra pencereleri bu biçimlerini 18Yüzyılda almıştır

Ağalar camisi’nin yanında bugün okuma salonu olan mescidin duvarları çinilerle kaplanmıştır Mescit ile esas cami arasında kalan ve ancak Altınyol’dan ulaşılan mekan ise hareme mahsus namaz yeri idi

Ahi Çelebi Cami (Eminönü)
Eminönü’nde, Haliç kıyısında, Zindan Hanı’nın batısında ve Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağı’nın kesiştiği köşede yer almaktadır
Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadırAncak bazı söylentilere dayanılarak kapı üzerine 1500 tarihi konulmuştur Yapıldığı yıl kesin olarak belli değildir Yaptıran ise Âhi Çelebi Mehmed bin Tabib Kemal Ahî Can Tebrizî’dir Vakfiyelerde de “Merhum Ahî Çelebi bin Kemalü’l-Tabib olarak geçmektedir Fatih, IIBayezid, Yavuz Selim ve Kanuni devirlerinde yaşamıştır Önce Candaroğulları hizmetindeyken, daha sonraları İstanbul’a gelerek Mahmutpaşa semtinde bir dükkânda tabiblik yapmıştır İlk bilgilerini babasından alan Ahî Çelebi, fatih Darüşşifası’na hekimbaşı olmuşturMısır’da ölmüş ve İmam Şafii Türbesi’ne gömülmüştür Böbrek ve mesane taşları üzerine kaleme aldığı telifi ve tıbba ait bazı eserleri bilinmektedir
Ahi Çelebi Camii, Kanlıfırın Mescidi ve Yemişçiler Camii adlarıyla da anılmaktadır Ayvansarayî’nin Hadikatü’l-Cevâmi’de verdiği bilgiye göre, 15yüzyılda Ahi çelebi Tabib Kemal tarafından yaptırılmıştır Yemiş İskelesi’nde çıkan yangınlarda iki defa
yanmış; ilki 1539, ikincisi ise 1653’tedir İkinci yangından sonra Mimar Sinan tarafından tamir edildiği için Tezkiretü’l-Enbiye’de Onun eserleri arasında adı geçmektedir 1894 depreminde de hayli zarar görmüş ve onarım geçirmiştir Ahi Çelebi, İstanbul’un en eski camilerinden biri olup, bugün harap durumda ve mimari açıdan pek fazla bir özelliği bulunmamaktadır Evliya Çelebi’nin ünlü seyahat rüyasını gördüğü cami olması nedeniyle İstanbul folklorunda önemli bir yer tutmaktadır
Evliya Çelebi’nin ünlü rüyası:
1040 yılı Muharremi’nin aşura gecesi (19 Ağustos 1630), İstanbul’daki evinde bir ara dalıveren Evliya Çelebi, eskilerin deyimiyle “beyne’n-nevm ve’l-yakaza”, yani uykuyla uyanıklık arasında bir rüya görür Yemiş İskelesi yakınında helâl mal ile yapılmış eski bir cami olan Ahi Çelebi Camii’nde, minberin dibinde oturmaktadır Birden kapı açılır ve camiin içi nurdan bir cemaatle doluverir Hayret ve hayranlık içinde olup biteni seyreden Evliya, gelip yanına oturan zata kim olduğunu sorar
Aldığı cevap heyecan vericidir:
“Aşere-i Mübeşşere’den okçuların pîri Sa’d ibni Ebi Vakkas!”
Peki, camiyi nura boğan cemaat? Okçular pîrinin anlattığına göre, ön saftakiler peygamberlerin, arka saftakiler evliyanın ruhlarıdır Ashabın, muhacirînin ve bütün Kerbelâ şehitlerinin ruhları da hep orada Mihrabın sağında oturan Hz Ebubekir ve Ömer, solundaki Hz Osman ve Ali’dir Mihrabın önündeki de Hz Üveysü’l-Karâni Müezzinlerin, dolayısıyla Evliya Çelebi’nin piri olan Bilâl-i Habeşi, camiin solunda duvar dibinde oturmaktadır Ve işte şimdi içeri kanlı esvaplarıyla girenler de Hazreti Hamza ve cümle şehitlerin ruhları!
Sa’d ibni Ebu Vakkas, Evliya’nın “Yâ sultanım, bu cemaatin bu camide cem’ olmalarının aslı
nedir?” sorusunu da şöyle cevaplandırır:
“Azak câniblerinde cüyûş-ı muvahhidînden Tatar-ı sabâ-reftâr askeri muzdaribü’l-hâl olmağla
Hazret’in himâyesinde olan bu İslambol’a gelüp andan Tatar Han’a imdâda gideriz; şimdi
Hazret-i Risâlet dahi İmam Hasan ve İmam Hüseyin ve on iki imamlar ve bizden gayri Aşere-i Mübeşşere ile gelüp sabah namâzının sünnetin eda idüp sana kamet eyle diyü işaret buyururlar; sen dahi savt-ı a’lâ ile ikamet-i tekbîr idüp ba’de’s-selâm Ayetü’l-kürsî’yi tilâvet eyle, Bilâl Sübhanallah desin, sen Elhamdülillah, Bilâl Allahü ekber desin, sen âmin âmin de Ve cümle cemaat ale’l-umûm tevhîd ederiz, Ba’dehu sen Ve salli ala cemîi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn ve’l-hamdüli’llâhi rabbi’l-âlemîn diyüp kalk, heman mihrabda Hazret-i Risâlet otururken dest-i şerîfin bûs idüp ‘Şefâat ya Resûlallah’ deyüp recâ eyle!”
“Seyahat ya Resulallah!”
Tam o sırada camiin kapısında bir nur şimşek gibi çakar ve her yer “nûrün alâ nûr” olur Bütün cemaat ayağa kalkmıştır; Peygamberimiz, sağında İmam Hasan, solunda İmam Hüseyin olduğu halde kapıda belirir Yüzünde al şaldan bir örtü, elinde bir asâ vardır ve kılıcını kuşanmıştır “Bismillah” diyerek mübarek sağ ayağını içeri atıp nikabını açar ve selâm verir:
“Esselâmü aleyküm yâ ümmetî!”
Camidekiler hep bir ağızdan selâmı alırlar Resulullah mihraba geçip sabah namazının sünnetini kılarken Evliya dehşet içinde tir tir titremekte, bu arada Peygamber’in eşkalini dikkatle incelemektedir Evet, aynen Hilye-i Hâkanî’de yazdığı gibidir: Destârı on iki kolanlı beyaz şal, gerdanında sarı sof şal, ayaklarında sarı çizmeler
Peygamber sünneti kılıp selâm verdikten sonra sağ eliyle dizine vurarak Evliya’ya “İkamet eyle!” buyurur Evliya, segâh makamında “ikamet ve tekbir” eder Resulullah aynı makamda hazin bir sesle Fâtiha’yı okuyarak ruhlar cemaatine sabah namazını kıldırır Selâmdan sonra Evliya, Sa’d ibni Ebi Vakkas’ın tarifine göre Bilâl-i Habeşî ile müselsel müezzinlik yapar Resulullah mihrapta yanık bir sesle Yâsin-i Şerif okuduktan sonra ayağa kalkınca Sa’d ibni Ebi Vakkas, Evliya’yı elinden tutup huzura götürür ve der ki:
“Âşık-ı sâdıkın ve ümmet-i müştâkın Evliya kulun şefaat rica eder!”
Ve ardından Evliya’ya döner:
“Mübarek dest-i şeriflerini bûs eyle!”
Evliya büyük bir heyecan içindedir; ağlayarak Peygamber’in elini öper ve “şefaat”
diyecek yerde,
“Seyahat ve Resulallah!” deyiverir
Bu dil sürçmesi Resulullah’ın çok hoşuna gitmiştir; tebessüm ederek:
“Şefaat ettim, sıhhat ve selâmetle seyahat eyle! Fâtiha!” buyurur
Ruhlar Fâtiha okuduktan sonra, Evliya Çelebi hepsinin ellerini bir bir öpmeye başlar Evliya Çelebi’nin anlattığına göre Hz Peygamber’in pembe renkli eli gül gibi kokmaktadır ve sanki
kemiksizmiş gibi yumuşacıktır Diğer peygamberlerin elleri ayva kokusundadır Hz
Ebubekir’in eli kavun, Ömer’inki anber, Osman’ınki menekşe, Ali’ninki yasemin, Hasan’ınki
karanfil, Hüseyin’inki beyaz gül
Evliya camideki bütün ruhların ellerini öptükten sonra Hz Peygamber tekrar “Fâtiha” der;
herkes yüksek sesle “seb’al-mesânî”yi okur ve “Esselâmü aleyküm eyâ ihvânûn” diyerek
camiden çıkar; sahabeler de Evliya’ya hayır dualar ederek onu takip ederler Sadece Sa’d ibni
Ebi Vakkas durur ve belinden sadağını çıkarıp Evliya Çelebi’nin beline kuşattıktan sonra şu öğütleri verir:
“Yürü sehm ü kavs ile gazâ eyle ve Allah’ın hıfz-ı emânında ol ve müjde olsun sana bu meclisde ne kadar ervâh ile görüşüp dest-i şerîflerin bûs itdinse cümlesini ziyaret itmek müyesser olup seyyâh-ı âlem ve ferîd-i âdem olursun Amma geşt ü güzer itdiğin memâlik-i mahrûsaları ve kılâ-i büldanları ve âsâr-ı acîbe ve garîbeleri ve her diyarın memdûhât, sanâyiât, me’kûlât ve meşrûbâtını ve arz-ı beledi ve tul-ı neharların tahrir idüp bu seyr-i garîbe ile ve benim silâhımla amel idüp dünyâ ve âhiret oğlum ol, tarîk-i hakkı elden koma gıll u gışdan beri ol, nân u nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, iyilerden iyilik öğren!”
Bu öğütleri verdikten sonra Sa’d ibni Ebi Vakkas da Ahi Çelebi Camii’nden çıkıp gider
“Önce bizim İstanbulcuğumuzu yaz!”
Derin bir inşirah ve büyük bir mutluluk içinde uyanan Evliya Çelebi, abdest alıp fecir namazını kıldıktan sonra Kasımpaşa’ya gider ve rüya tabircisi İbrahim Efendi’ye güzel rüyasını en ufak ayrıntıyı bile kaçırmadan anlatır İbrahim Efendi’ye göre, Evliya seyyah olup bütün dünyayı dolaşacak ve öteki dünyada Resulullah’ın şefaatine nâil olacaktır Bu tabirle yetinmeyen Evliya Çelebi,
Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede’nin tabirini de merak eder ve huzuruna varır
Dede’nin tabiri daha gönül ferahlatıcıdır:
“On iki imamın ellerini öpmüşsün, dünyada azim sahibi ve başarılı olacaksın! Aşere-i
Mübeşşere’nin ellerini öpmüşsün, cennete gireceksin! Çâr-yâr-ı güzînin ellerini öpmüşsün,
dünyada bütün padişahların dostu olacak, sohbetlerinde bulunacaksın Hazreti Resul’ün yüzünü
görüp mübarek ellerini öpmüş, hayır dualarını almışsın, iki dünyada saadete ereceksin İmdi,
Sa’d Vakkas’ın nasihati üzere önce bizim İstanbulcuğumuzu yazmaya başla, yürü işin rast gele,
el fâtiha!”
Caminin bilinmeyen vakfiyesi953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde özet olarak verilmiştirVakfiyede Meyve Kapısı haricinde gösterilen cami ve bâninin Edirne’de bir hamam, Trakya’da sekiz köy, mezralar vakfedilmiştirAyrıca Ahî Çelebi’nin oğlu Ruhullah Çelebi’nin kızı Ayşe Hatun da 934/1528’de 10000 akçe nakit ve yıllık 1250 akçelik bir meblağı vakfa ilave etmiştir
Cami, tuğladan dört sivri kemer üzerine oturtulmuş, oldukça basık tek kubbelidir Son cemaat yeri altı kubbelidir Kubbeyi taşıyan sivri kemerlerin sağ ve sol üstlerinde sivri kemerli pencere izleri çıkmıştır Binanın kare şeklindeki kubbe kasnağı çepeçevre bir demirle çevrilmiştir Yanlara doğru ikişer payandanın da sonradan ilave edildiği anlaşılmaktadır Büyük kemer içlerinde sağ ve solda dörderi kıble duvarında üç, mihrap duvarında ise iki üst pencere mevcuttur Minare sağda yer almaktadır İçerideki kapısı yüksekte olduğundan bir merdivenle ulaşılmaktadırMinare kaidesi de bu geçide olanak vermek amacıyla dışarıdan kıbleye doğru uzatılmıştır Son cemaat yerinde minare tarafındaki duvardan bir kapı açılarak eklenti olan ilave binalara geçiş sağlanmıştır Caminin cümle kapısı son derece basittir Mihrabı mermer plaklarla kaplanarak yenilenmiştir Sağdaki ilave yapı üzerinde bulunan çeşmenin kitabesi 1281/1864 tarihlidir Binanın mimari açıdan önemi olmamakla birlikte, tarih açısından önemli bir yeri vardır

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Marmara’dan Karadeniz’e çıkışta önemli nokta olan Boğaziçi’nin savunmasına her devirde büyük bir önem verilmiş, bu bölgeye yerleşimden itibaren boğazın girişi ve çıkışını kontrol amacı ile buraya kaleler yapılmıştır
İlkçağ’da denizcilerin “İlahların koruyuculuğuna sığınmaları” için Boğaziçi’ne bir takım mabetler ve kaleler yapıldığı bilinmektedir Boğazın iki yakasına kule inşa ederek buraya bağladıkları zincir ile Marmara’ya girişi önlemeye çalıştıkları da bilinmektedir Bu zincir belli aralıklarla ağaç kütüklere bağlanıyor ve suyolunu kapatıyordu Bu sayede buradan geçen gemiler durdurulup gerekli vergiler alındıktan sonra yollarına devam etmeleri için izin veriliyordu Eski tarihçilerin yazdıklarına göre boğazın iki yakasında bulunan eski kaleler Bizanslılar döneminde eski önemini kaybederek harabe haline gelmişlerdir
Galata’ya yerleşen Cenevizliler boğazdan gelecek korsan tehlikelerine karşı Anadolu Kavağı’nın girişindeki kaleye önem vermişlerdir Boğaziçi’nin orta kısmında ise Bizanslılar döneminde korunmak amacıyla hiçbir kale yapılmamıştır Boğazın yukarı kısmındaki kalelerin 1350’de Cenevizliler tarafından ele geçirilmesiyle, boğazın korunması sağlanmıştır Osmanlıların Boğaziçi kıyılarına gelmesi ile bu savunma sisteminde değişiklik yapılmış ve XIV yüzyılda Yıldırım Beyazıd Asya’dan Avrupa’ya geçmek için Anadoluhisarı’nı Fatih Sultan Mehmed de Bizans’ı ele geçirmek için Rumelihisarı’nı yaptırarak boğazın giriş ve çıkışını kontrol altına almışlardır Bu arada kuzeydeki Ceneviz kaleleri de kullanılmıştır
XV ve XVI yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu iyice kuvvetlendiğinden Karadeniz’den herhangi bir tehlike söz konusu olmamış, bu nedenle Anadoluhisarı ve Rumelihisarı askeri önemini yitirmiştir Daha sonraları ise sadece topçu bataryaları ile boğazların korunması düşünülmüştür

Yoros (Ceneviz) Kalesi (Sarıyer)


İstanbul Boğazı’nın Karadeniz girişinde, Anadolu Kavağı’na hâkim bir tepenin üzerinde bulunan bu kale, karşısındaki Rumeli Kavağı’nın üzerindeki kale ile birlikte boğazın kontrolünü sağlamak amacıyla yapılmış kalelerden biridir Kalenin adının Grekçe “dağ” anlamına gelen “oros” kelimesinden veya “uygun rüzgârlar” anlamındaki “ourios” kelimesinden geldiği ileri sürülmüştür Burada bulunan antik mimari parçalara dayanarak burada 12 Tanrıya atanmış bir mabet bulunduğu da iddia edilmiştir Kulelerden birindeki Grekçe kitabeden ilk inşaatın Bizans döneminde olduğunu anlaşılmaktadır Kale 1305’de Şile Kalesi ile birlikte Osmanlıların eline geçmişse de 1348’den itibaren Karadeniz ticaret yolunu ellerinde tutan Cenevizlilerin yönetimine geçmiş ve birtakım ekler yapılarak genişletilmiştir Bu yüzden bu kale Ceneviz Kalesi olarak tanımlanmaktadır
Ceneviz dönemine ait, kale kapısı üzerindeki tarihi okunamayan Latince bir kitabede:
Tarihinde Cenevizli Vincenzo Lercari kutsal burun üzerindeki bu kaleyi tamir ettirdi” yazılıdır Ayrıca kale bedenindeki birtakım Ceneviz armalarının da bulunması buranın bir süre Cenevizlilerin elinde bulunduğuna işaret etmektedir
Yıldırım Beyazıd 1391’de karayolu ile İzmit’ten yola çıkarak Yoros Kalesi’ni almış ve burasını bir üs gibi kullanarak İstanbul’u fetih hazırlıkları için Anadoluhisarı’nı yaptırmıştır İstanbul’un fethi sırasında şehit düşen askerlere ait mezarların kalenin biraz ilerisindeki ağaçlık alanda bulunduğunu İnciciyan yazmaktadır
Fransız Mareşali Boucicaut 1399’da Karadeniz Boğazı girişine yaptığı akında bu kaleyi almak istemişse de başarılı olamamış sadece kalenin eteğindeki köyü yakarak geri çekilmiştir Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde, Yıldırım Beyazıd’ın oğlu Çelebi Mehmet kardeşi Musa Çelebi ile yaptığı taht savaşı sırasında 1414’de Gebze kadısı Fazlullah’ı Bizans İmparatoru II Manuel Palaiologos’a göndererek yardım istemiş, Trakya’ya geçmek için Bursa’dan hareket ederek Yoros’a gelmiş ve bir müddet burada konaklamıştır Daha sonra da İmparatorun gönderdiği gemiye binerek buradan Rumeli’ye geçmiştir


İspanya Kralı’nın elçisi olan Ruy Gonzales de Clavijo Timur’un yanına gitmek için boğazdan bir yelkenli gemi ile geçerken burada gördüğü kalenin son derece bakımlı olduğunu, içerisinde askeri bir garnizonun bulunduğunu seyahat notlarında yazmaktadır Clavijo da kalenin eteğinde bir duvar bulunduğunu buradan muhtemelen karşı kıyıda bulunan harap olmuş kaleye bir zincir çekilme olasılığından da bahsetmektedir
II Bayezıd (1481–1512) zamanında bu kaleyi onartmış, içine “Yoros Kalesi Mescidi” denilen bir ibadethane yaptırmıştır Bu sırada kale dizdarı olan Mehmet Ağa da bir hamam yaptırmıştır
Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki 28 Recep 984 (1576) tarihli bir belgede kale ile beraber buradaki cami, çeşme ve hamamın tamir edildiği yazmaktadır Alman gezgin MHeberer 1580’li yıllarda çıktığı gezisinde İstanbul’a da uğramış ve kitabında bu kalenin çok iyi bir durumda olduğunu yazmış ayrıca bir de gravürünü eklemiştir İnciciyan XVIII yüzyılın sonları ile XIX yüzyılın başlarında bu kalenin içinde 25 evlik bir mahalle bulunduğunu, muhafız olarak da bir dizdar ile 20 kişilik bir askerin burada görev yaptığını yazmaktadır
Doğudan batıya doğru 500 m uzunluğundaki bu kale Karadeniz’e paralel bir arazi üzerinde yapılmıştır Kalenin genişliği 60–130 m arasında değişmektedir Kale aralarında tuğla hatılların bulunduğu kaba taş dizilerinden yapılmıştır Burada kullanılan taşların bir kısmı antik parçalar ve Bizans dönemine ait devşirme malzemedir Kalenin giriş kapısı tepenin üstünde, doğu tarafında yükseklikleri 20 m olan iki büyük burcun ortasındadır Kapının devşirme malzemeden mermerden bir çerçevesi vardır Üzerindeki tuğladan yapılmış olan hafifletme kemeri ise yıkılmıştır Bu kapı girişi Anadolu tarafından gelecek tehlikelere karşı hem dıştan, hem de içten örülerek kapatılmış ve kapı geçidi de kapalı bir mekân haline getirilmiştir Laurens’in 1847’de çizdiği bir resimde kapı geçidi üzerindeki mekânın burçlarla aynı seviyede olduğu, cephesinin yukarı kısmında da bir dizi halinde üç kemerin bulunduğu görülmektedir 1930’da çekilmiş bir fotoğrafta buradaki odanın kale içine iki pencere ile açıldığı görülmektedir Bu girişteki çifte kulelerin içleri dört kolu birbirine eşit olan haç şeklinde mekânlar bulunmaktadır Bu mekânların üzerlerine, farklı duvar yapısından anlaşıldığına göre daha geç bir devirde yükseltilerek birer kat ilave edilmiştir Doğuya birer pencere ile açılan bu üst katlar günümüzde yıkık bir durumdadır


İki kule arasında kalan kapı geçidi üzerinde de bir katın bulunduğu ve buradan aşağıya “herse” denilen bir kafes kapının indiği anlaşılmaktadır Bu çifte burcun kapıya dönen yüzlerinde mermer işlenmiş bir haçı çevreleyen dairenin içinde “İesos Hristos Nika “ kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen birer monogram bulunmaktadır Sonradan örülmüş olan büyük girişin iç tarafında, kapı kemerinin üst tarafına yerleştirilmiş mermer levhada “Hükümdarlara hükmeden hükümdarların hükümdarı” cümlesinin kısaltılması olan dört harfli bir monogram bulunmaktadır Bu cümle VIII Mikhael Palaiologos için söylenen bir söz olduğu düşünülürse, bu kalenin Onun tarafından Lâtin istilasının hemen arkasından bir daha böyle bir işgale uğramamak için yapılmış olduğu anlaşılmaktadır
Güney duvarındaki siperli (kazamatlı) kısmın sonundaki kapı açıklığı gibi görünen kısım aslında küçük bir burcun kalıntısıdır İç mekânı, girişteki kuleler gibi haç biçimli dört kemerli ve üzeri tonoz örtülü olan bu küçük burç bilinmeyen bir tarihte yarısına kadar yıkılmıştır Kalenin yukarı kesimi bir duvarla bölünerek bir iç kale meydana getirilmiştir Bu duvarın iki ucunda birer kare burç, orta kısmında ise yarım yuvarlak bir kule vardır Bu yuvarlak kulenin üzerinde tuğladan harflerle meydana getirilmiş, çok harap durumda olduğu için okunamayan iki satırlık Grekçe bir yazıt bulunmaktadır Bu duvar ve burçlardaki duvar tekniği tamamen Bizans üslubundadır
Allom’un gravürlerinde kulelerin üzerleri sivri külahlı çatı ile kaplı olarak yapılmıştır Kalenin güney cephesinin arka tarafındaki duvar siperler halinde inşa edilmiştir Bu duvarlar büyük olasılıkla kıyıya kadar iniyor ve bir liman ile birleşiyordu

Kavak Kalesi (Beykoz)
Sultan IV Murat’ın Anadolukavağı sahilinde yaptırdığı bu kaleden günümüzde hiçbir iz gelememiştir Anadolukavağı tarih boyunca Yoros ve Kavak kaleleri yüzünden önem kazanmış, ayrıca gümrük ve sınır kontrol noktası olarak ekonomik bakımdan bölgenin gelişmesini sağlamıştır
Bazı yabancı tarihçiler tarafından Kavak Kalesi ile Yoros Kalesi karıştırılmaktadır Sahildeki Kavak Kalesi’ni Sultan IV Murat, Karadeniz’den 150 Şayka (birkaç top ve 40–50 savaşçı taşıyan, altı düz bir çeşit kazak kayığı) ile gelip Boğaziçi’nin Rumeli kesimini Yeniköy’e kadar yağmalayan Kazakların ani baskınından sonra 1624’de yaptırmıştır
Evliya Çelebi’nin “Anadolu Kilidü’l-bahir kalesi” olarak söz ettiği sahildeki bu kalenin içerisinde dizdar dairesi, 80 civarında asker odası, 2 buğday ambarı ve bir mescidinin bulunduğunu yazmaktadır Yine Evliya Çelebi’ye göre kalenin kıbleye bakan tarafında demir giriş kapısının olduğu ve içinde 300 kadar asker ile 100 adet top bulunmakta idi
Hüseyin Ayvansarayi’nin Hadîkatü’l Cevâmi isimli eserinde Sultan IV Murad’ın annesi Kösem Mahpeyker Valide Sultan’ın bu kalenin içine bir mescit yaptırdığı yazılıdır Sultan IAhmed döneminde bu kale yakın köylerdeki soyguncuların geceleri ateş yakarak Boğaz’a giren gemileri şaşırtıp karaya oturanları soydukları da bilinmektedir Bu nedenle de Sultan I Ahmet (1603–1617) bu tür olayları önlemek için kıyı boyunca yeni mahalleler kurdurmuştur Kıyıya yeni istihkâmlar yaptırdığı için de Kavak Kalesi önemini yitirmiş ve XIX yüzyılda ise tamamen ortadan kalkmış ve yerini sivil yerleşimler almıştır

Anadoluhisarı Kalesi (Beykoz)


İstanbul Boğazı ile Göksu (Aretas) Deresi’nin Boğaz’a karıştığı yedi dönümlük, denize doğru uzanan alanda bulunan bu kale çevreye ismini vermiştir Anadoluhisarı, ileri bir karakol olarak Yıldırım Beyazıt tarafından 1395 yılında yaptırılmıştır Kalenin bulunduğu alanda yapılan araştırmalarda daha eskiye yönelik kalıntılara rastlanmamıştır
Yıldırım Beyazıt’ın bu kaleyi yaptırmasındaki amaç Boğaz geçişlerini kontrol altına almak ve Göksu Vadisi’ne girişi de önlemek idi Nişancı Mehmet Paşa tarihinde Güzelcehisar olarak ismi geçen bu kaleye Gözlücehisar ismi de yakıştırılmıştır Nişancı Mehmet Paşa tarihinde kalenin yapım tarihi 1394–1395 olarak belirtilmiştir Fatih Sultan Mehmet dönemi tarihçilerinden Tursun Bey buradan Yenihisar veya Yenicehisar olarak söz etmiştir Hoca Sadettin Efendi de buraya Akçahisar olarak değinmiştir Aşıkpaşazâde tarihinde bu kalenin yapılışı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır:
“Yıldırım Beyazıt, Kocaeli’nden geçerek, İstanbul’a doğru geldi (1390–91) ve Şile Kalesini alan Yahşi Bey’i gönderdi Sultan Boğazkesen üzerinde Güzelce Hisar adlı bir şato yaptırdı
Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında 1402’de yapılan Ankara Savaşı’ndan sonra kale Osmanlı yönetiminde kalmıştır Bu dönemde Osmanlı Beyliği dağılma aşamasına geldiğinden Süleyman Çelebi Bizans’ın desteğini sağlamak amacı ile İstanbul’a yakın olan Kartal, Pendik gibi yerler Bizans’a geri verilmiş, ancak kalenin bu dönemdeki durumu bilinmemektedir Bazı kaynaklarda Süleyman Çelebi’nin bir süre burada kaldığı da belirtilmektedir
Fatih Sultan Mehmet Rumelihisarı’nı yaptırırken Anadoluhisarı’nın çevresini de bir Hisarpeçe ile çevirmiştir Bu duvarın arkasına yerleştirilen toplar ile de Boğaz’dan geçen gemilere gerektiğinde ateş açılması sağlanmıştır
İstanbul’un fethinden sonra bu kalenin işlevi bitmiş ve bir süre suçlu Yeniçeriler için hapishane olarak kullanılmıştır XVII-XVIII yüzyıllarda bir süre Boğaz’a yönelik kazak akınlarının önlenmesinde kullanılmış, daha sonra Boğaz girişindeki kale ve istihkâmların yapılması ile de önemini yitirmiştir
XVI yüzyılda hisar ve çevresinde görevli askerlerin ve ailelerin yerleşmesi ile burası küçük bir mahalle konumuna gelmiştir Fatih Sultan Mehmet döneminde hisarın önüne küçük bir mescit yapılmış ve burası Anadoluhisarı Mescidi Mahallesi ismi ile eski kayıtlara geçmiştir


Evliya Çelebi burada 1080 ev, 7 mektep, 20 dükkân, namazgâh ve mescitten oluşan bir mahalle olduğunu ve Üsküdar Subaşılığı’nın kontrolünde bulunduğunu yazmıştır Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlarına doğru hisarın etrafı yalı ve saraylarla doldurulmuştur
Anadoluhisarı Osmanlı mimarisinde kale mimarisine göre yapılmıştır İlk yapımında kare planlı bir kule ve bunu çevreleyen duvarlardan meydana gelmiştir O dönemde kalenin bulunduğu yer kayalık bir burun olduğundan denizin sur duvarlarına kadar geldiği sanılmaktadır Göksu Deresi’nin getirdiği alüvyonlar daha sonra arazi konumunu değiştirmiş, kalenin duvarlarının çevresi dolmuş ve kale iç kısımda kalmıştır
Anadoluhisarı dört ayrı bölümden meydana gelmiştir Bunlar Asıl Kale (İç Kale), İç Kale duvarı, Dış Kale duvarı ve Dış Kale duvarındaki kulelerdir Asıl Kale bazı yerlerde toprakla düzleştirilerek kayalık üzerine oturtulmuştur Kare planlı ve oldukça yüksek bir yapıya sahiptir Duvarların üzerindeki kirişlere ait çukurlardan kalenin üç katlı bir şato görünümünde olduğu anlaşılmaktadır Üst örtüsünün ne şekilde olduğu tam olarak anlaşılamamıştır Melling’in gravürleri ile Pertusier Atlası’nda kurşun örtülü sivri külahlı olduğu görülmektedir İstanbul’a 1830 yılında gelen Thomas Allom’un gravürlerinde ise hisar çatısız olarak görülmektedir Bu da gösteriyor ki, kalenin külahı 1830 yılından önce yıkılmıştır
Kalenin taş blok ve tuğlalardan oluşmuş duvar kalınlığı 2–3 m arasında değişmektedir Buraya yapılacak muhtemel bir saldırının kuzeyden gelme olasılığı göz önünde bulundurularak bu yöndeki duvarlar daha kalın tutulmuştur Giriş İç Kale duvarından birinci kata atılan asma bir köprü ile sağlanmıştır Ayrıca batı duvarlarına oyulan taş merdivenlerle zemine, ahşap merdivenlerle de üst katlara geçiş sağlanmıştır Sonraki yıllarda bu giriş değiştirilmiş, kalenin güney-batı duvarlarına yeni bir kapı açılmıştır Kalenin üst katında mazgallar ve istihkâm siperleri bulunmaktadır Sur duvarlarını içeriden 1,5 m genişliğinde bir yol çepeçevre dolaşmaktadır İç Kale duvarları 2–3 m kalınlığında olup, kuzey-batı ve kuzey-doğu köşelerinden Asıl Kale’ye bağlanmaktadır Ayrıca mazgallı duvarların köşelerine de dörder nöbetçi kulesi yerleştirilmiştir
İç Kale’den sonra yapılmış olan Dış Kale duvarları tamamen kesme ve moloz taştan yapılmıştır Duvar örgü sistemini büyük taş dizilerinin aralarına dizilen küçük taşlar oluşturmuştur İç Kale duvarlarına göre daha ince olan Dış Kale duvarları İç Kale’ye güney-doğu ve kuzey-doğu köşelerinden bağlanmıştır Mazgallı korkuluklarla sonuçlanan Dış Kale duvarlarının üç köşesine de silindirik, yarım yuvarlak ve at nalı biçiminde üç kule yerleştirilmiştir


Dış Kale duvarlarında bulunan kuleler kendi aralarında at nalı, yarım yuvarlak ve silindirik olmak üzere üç tanedir At nalı şeklindeki kulelerin çapı 475 m olup, kalınlığı 2 m dir Büyük olasılıkla denizi kontrol altında tuttuğundan ötürü de bu duvarlara mazgallar yerleştirilmiştir Buna benzer olan yarım yuvarlak kule 7,5 m çapında olup, ahşap kirişlerle dört kata ayrılmıştır Ahşap merdivenlerin birbirine bağladığı katlarda mazgal delikleri, iç kısımlarda ise dikdörtgen ve yarım daire şeklinde kapı ve pencere izleri görülmektedir Bu kulelerin eteklerinde taş tuğla sıraları ile aralarındaki balık kılçığı biçiminde tuğla örgüler dikkati çekmektedir Surun kuzey köşesinde kayalık tepe üzerinde bulunan mazgallı, silindirik kule ise 6 m çapında ve üç katlıdır
Cumhuriyetin ilanından sonra Anadoluhisarı İstanbul Belediyesi tarafından onarılmış, bu arada ortasından geçirilen Üsküdar-Beykoz karayolu kalenin bir bölümünün yıkılmasına ve özelliğini kısmen de olsa yitirmesine neden olmuştur Bu yol yapımı sırasında çevresindeki kaleye bitişik evler kamulaştırılarak yıkılmış ve kalenin kalan kısımlarının ortaya çıkması sağlanmıştır
Günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı yönetimindeki Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’ne bağlıdır Bakanlık tarafından 1992–1993 yıllarında acil onarımları yapılmıştır

Boğazkesen Kalesi (Rumeli Hisarı) (Sarıyer)


İstanbul Sarıyer ilçesinde, Boğaz’ın en dar ve akıntılı yerinde Anadoluhisarı’nın tam karşısında bulunan bu kale Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinden önce, 30000 m2’lik bir alana yapılmıştır Hisarın yapımına 1451–1452 yıllarında başlanmıştır Rumeli Hisarı Boğaz’ın en dar ve akıntılı yerinde Yıldırım Beyazıt’ın yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın tam karşısında yapılmıştır Kalenin yapılmasındaki amaç, İstanbul kuşatması sırasında Karadeniz’den gelecek yardımları önlemek idi Nitekim 1452 yılında buradan geçen ve yapılan ikazlara aldırmayan Kaptan Antonio Rizo kumandasındaki bir Venedik kalyonu batırılmıştır Fatih Sultan Mehmet bu kaleyi yaptırarak kuşatma sırasında arkasını da emniyete almayı düşünmüştür
Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde bu hisarın ismi Kule-i Cedide, Neşri tarihinde Yenice Hisar, Aşıkpaşa ve Nişancı tarihlerinde de Boğazkesen Hisarı olarak geçmiştir Tarihçi Dukas’tan öğrenildiğine göre; Fatih Sultan Mehmet 1451 kışının başında egemenliği altındaki yöneticilere gönderdiği emir ile bölgelerindeki bütün usta ve işçilerin burada toplanmasını istemiştir Hisarın yapımına 1452 yılı Mart ayının sonunda başlanmış ve 139 gün gibi çok kısa bir sürede bitirilmiştir Kalenin yapılmasına başlanması üzerine Bizanslılar kaleyi ele geçirmeyi düşünmüşlerse de Fatih Sultan Mehmet onlara gönderdiği haberle kaleyi Karadeniz ile Akdeniz arasındaki korsanlara karşı yaptırdığını belirtmiştir Bizans askeri yönden de zayıf olduğundan kalenin yapılmasına göz yummuştur
Kalenin yapımda kullanılan keresteler İzmit ve Karadeniz Ereğlisi'nden; taşlar Anadolu'nun değişik yerlerinden ve devşirme mimari parçalar çevredeki harap Bizans yapılarından elde edilmiştir Rumeli Hisarı üçü büyük biri küçük dört kule ve bunları birbirlerine bağlayan sur duvarlarından meydana gelmiştir Kulelerden deniz kıyısında olanı Çandarlı Halil Paşa, kuzeydeki Saruca Paşa, güneydeki de Zağanos Paşa tarafından yaptırılmıştır
XVIII yüzyılda İstanbul’a gelen gezgin Tournefort bu kulelerin üzerlerinin kurşun külahlarla kaplı olduğunu belirtmiştir Ayrıca Melling’in yapmış olduğu gravürlerde de aynı şekilde kulelerin üzerinin sivri birer külahla örtülü olduğu gösterilmiştir Sonraki yıllarda yapılan Allom’un gravürlerinde ve Miss Pardoe’nin gravürlerinde bu külahlara değinilmemiştir


Rumeli Hisarı’nın Dağ Kapısı, Hisarpeçe Kapısı, Dizdar Kapısı ve Sel Kapısı denilen dışarıya açılan dört ana kapısı bulunmakta olup, bir de Meyyit Kapısı (Cenaze Kapısı) bulunmaktadır Kuleleri birleştiren surlardaki seğirdim yollarına on sekiz yerden merdivenlerle çıkılmaktadır
Çandarlı Halil Paşa Kulesi on iki köşeli, içeriden sekiz katlıdır Kulenin içerisi yuvarlak olup, dış çapı 2380 m duvar kalınlığı 7 m yüksekliği de 35 m dir Kulenin giriş kapısı iç avluya açılmaktadır Kulenin dışarısında satrançlı kufi yazı ile Allah ve Muhammed yazılıdır Bu kulenin önünde Hisarpeçe denilen ayrı bir sur duvarı ve bir de kapısı bulunmaktadır İlk yapımında Hisarpeçe önünde bir iskele olduğu sanılmaktadır
Kıyıdan bakıldığında sol tarafta, deniz seviyesinden 57 m yüksekliğindeki Zağanos Paşa Kulesi bulunmaktadır Kesme taştan yuvarlak olan bu kulenin çapı 2670 m dir Kule ortasındaki yuvarlak ve boş alan 1470 m çapında 25 m yüksekliğinde, duvar kalınlığı da 7 m dir İçten dokuz katlı olan kulenin katları ahşap olduğundan günümüze gelememiştir Her katta duvarların içerisine beşik tonozlu hücreler yerleştirilmiştir Üst kısımda ise burcu çevreleyen bir devriye yolu bulunmaktadır Kulenin korkulukları mazgallıdır
Kuleye ilk girişte helezoni bir merdivenle doğrudan doğruya dördüncü kata çıkılmaktadır Kulenin kuzeyinde Dağ Kapısı, doğusunda da Sel Kapısı bulunmaktadır Kulenin ana duvarında Arapça yapım tarihlerini belirten iki kitabe bulunmaktadır Kitabelerde kuleyi yaptıran Zağanos Paşa’nın ismi yazılıdır
Kitabe:
”Bu sarp ve yüksek kalenin inşaasını Sultanü’azâm ve Hakan el-muazzam Muhammed bin Murad Han emretti: O’nun memleketi ve kulu ve mükerrem veziri Zağanos Paşa bin Abdullah hakkındaki lûtfu ilânihaye payidar olsun856 senesi Recep ayında tamam oldu h 856 (1452)
Deniz kıyısından bakıldığında sağ tarafta bulunan Saruca Paşa Kulesi denizden 43 m yüksekliktedir Kulenin dıştan çapı 2380 m orta boşluğunun çapı 980 m duvar kalınlığı da 7 m dir Kulenin tüm yüksekliği 28 m dir Kule içerisinde bulunan ahşap katlar günümüze gelememiş, ancak duvarlar üzerindeki izlerden her katta bir ocak bulunduğu anlaşılmaktadır İçerisindeki katları belirten izler Zağanos Paşa Kulesinde olduğu gibi burada da görülmektedir Kulenin yapımından sonra buraya bir kitabelik konulmuş ancak kitabe yazılmamıştır Saruca Paşa Kulesi ile Zağanos Kulesi ve Halil Paşa kuleleri arasındaki arazi eğimli ve inişli çıkışlı olduğundan sur duvarları da buna uydurulmuştur Ayrıca Saruca Paşa ile Zağanos Paşa kuleleri arasında beş küçük burç bulunmaktadır


Kale, İstanbul’un fethinden sonra Boğaz’ın kontrolünü üstlenmiş, sonra da hapishane olarak kullanılmıştır İşkodra Seferi sonrasında gözden düşen Vezir Gedik Ahmet Paşa bir süre burada hapsedilmiştir
Rumeli Hisarı 1509 depreminde zarar görmüş ve sonra onarılmıştır XVIII yüzyılın ikinci yarısında yangın geçirmiş, Sultan III Selim zamanında (1789–1807) onarılmış ve kendi haline bırakılmıştır Bundan sonra halkın kale içerisine yerleşmesine izin verilmiştir Önceleri yalnızca kale dizdarı ve muhafızların oturduğu avludaki evlere yeni ilaveler yapılmış ve burası yerleşime açılmıştır
Fatih Sultan Mehmet devrinde küçük bir mescit yapılmış, ancak zamanla harap olmuştur Günümüzde bu mescidin bulunduğu yerde sahne platformu bulunmaktadır Yalnızca mescidin minaresi ayaktadır Caminin bulunduğu yerin altında ise büyük bir su sarnıcı, avlunun çeşitli yerlerinde de üç ayrı çeşmesi vardır
Evliya Çelebi biraz abartılı olarak burada 150 ev olduğundan bahsetmiştir XIX yüzyılın ikinci yarısında kale içerisinde “Hisariçi Mahallesi” kurulmuştur Bu mahalle 1953 yılında yapılan kalenin restorasyonu sırasında kamulaştırılarak yıkılmıştır

Yedikule Hisarı (Fatih)


İstanbul Fatih ilçesinde bulunan Yedikule Hisarı Bizans İmparatoru IITheodosios (408-450) döneminde yapılan Bizans kara surlarının en önemli giriş kapısı olan Porta Aurea (Altın Kapı) arkasında İstanbul’un fethinden dört yıl sonra 1457-1458 yıllarında Fatih Sultan Mehmet tarafından İç Kale olarak yaptırılmıştır
Altın Kapı’nın iki pilonu ve aynı sıradaki iki burcundan yararlanılarak üç kulesi olan bir sur eklenmiş ve beşgen şeklinde yedi kuleli bir kale meydana getirilmiştir Kalenin yapımı sırasında Bizans surlarının üç geçidi kapatılmış ve önündeki köprü de yıkılmıştır Buradaki Altın Kapı önünde bulunan kabartma plakalardan 12 tanesinin 1620 yılına kadar yerinde durduğu İngiliz Elçisi Sir ThRoe’den öğrenilmektedir Bir süre sonra da kaybolan bu plakaların ne olduğu bilinmemektedir
Semte ismini veren Yedikule Hisarı düz bir arazide beşgen bir kale olarak yapılmış, üç köşesine üzerleri yüksek pramidal külahlarla örtülü üç büyük kule eklenmiştir Bu kulelerin arası yarım yuvarlak ve biri de köşeli altı küçük burç ile takviye edilmiştir Ayrıca Altın Kapı’nın dışında kule ile korunan bir kapı ve onun kuzeyine de küçük bir kapı daha eklenmiştir Bu küçük kapının üzeri sonradan örülerek kapatılmıştır Büyük kulelerden kuzeydoğudaki yuvarlak olanı ”Hazine veya Darı”, güneydoğudaki “ Kız (Top) Kulesi”, ortadaki prizma şeklindeki ise “Zından Kulesi” olarak isimlendirilmiştir Bu kule bir süre hapishane olarak kullanıldığından buradaki tutukluların duvarlara yazdığı yazılardan ötürü de “Kitabeler Kulesi” olarak anılmıştır Kule içten 13 m çapında, dıştan sekiz kenarlı poligonal şekildedir İçerisi ahşap kirişlere tutturulmuş katlara ayrılmıştır En üst katta mazgallı bir devriye yolu vardır Dik bir merdivenle çıkılan kulenin üzerinde bir sahanlık, buradan da ayrı bir merdivenle diğer katlara inilmektedir Bu kulenin yapımına Sultan III Ahmet (1703–1730) zamanında başlanmış ve Sultan III Osman (1754–1757) zamanında tamamlanmıştır Kulenin dış duvarlarındaki onarım kitabesinde h 1163 (1749) tarihi ile “Mâşâllâhı te’âlâ-Yüce Tanrının izniyle” yazılıdır
Güneydeki “Küçük Kule” adı ile tanınan burç 1766 depreminde yıkılmış ve daha sonra yenilenmemiştir Günümüzde bu burca ait kalıntılar hendek seviyesinde görülmektedir
Giriş kapısının üzerindeki “Bayrak Kulesi”nin iki tarafında muhafız odaları bulunmaktadır Bu kulenin duvar kalınlığı 5 m olup, yuvarlak mekânın çapı ise 950 m dir Kulelerin içerisine kapılardan girilmektedir Buradaki geçitlerden rampa ve merdivenlerle kulenin katlarına çıkılmaktadır
Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinden öğrenildiğine göre; kalenin yapımını bitirdikten sonra içerisine dikdörtgen planlı, ahşap çatılı küçük bir mescit eklemiştir Mescit 1813 yılında onarılmış, 1905 yılında yıkılmış, yakın tarihlere kadar da minare kaidesi gelebilmiştir Darüssaade Ağası Beşir Ağa bu mescidin yanına bir sıbyan mektebi yaptırmıştır Mescidin yanındaki kitabesiz çeşme de yakın tarihlerde onarılmıştır Sonraki yıllarda buraya yapılan evlerle Yedikule Hisarı bir mahalle konumuna gelmiştir


Yedikule Hisarı 1700’lü yıllarda onarılmış, 1754 depreminde poligonal kule yıkılmış ve yeni baştan yapılmışsa da 1766 depreminde yine zarar görmüştür Yedikule zindan olarak kullanılmış, Aksaray ile Yedikule’yi de kapsayan 1782 yangınında çevresindeki yapılarla birlikte yanmış ve içerisindeki tutuklular da yanarak ölmüştür
Beşgen plân şemasıyla Bizans üslûbundan tamamen uzaklaşan bu kale Osmanlı askeri mimarisinin bir örneğidir Kuleler arasında düz satıhtaki duvarlar burada geçecek bir savaşta savunma gücünü kolaylaştırmayı sağlamakta olup devriye yollarını kesintiye uğratmamaktadır Üçgen şeklindeki ara kulelerin sivri uçları dışarıya doğru olup devriye yollarından üç metre yüksekliktedir Devriye yolları dışa doğru 080 m kalınlığında ve 220 m yüksekliğinde mazgallı bir siper ile korunmakta idi Bu mazgallı siperler Osmanlı devrinde zaman- zaman tamir ve takviye edilmişlerdir
Yedikule hisarı Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren uzun süre Osmanlı hazinesinin muhafazası için de kullanılmıştır III Murad’ın hekimbaşısı olan Dominico’nun hatıratında 250 asker tarafından korunan kulelerden birinde külçe altın para, diğerinde silah, zırhlar, kıymetli eyer ve at koşumları, öbür kulelerde ise eski armalar, antika eşya resmi devlet evrakı korunuyordu Yavuz Sultan Selim’in İran seferinden getirip burada muhafaza ettiği ganimetler ise daha sonra III Murad zamanında Topkapı Sarayı’na taşınmıştır
Yedikule hisarının içindeki garnizonda bir dizdar (kale muhafızı),dizdar yardımcısı,6 komutan ve 50 askerlik bir yönetim kadrosu bulunuyordu Bu personelin ikamet etmesi için de hisarın içinde bir dizdar evi ile 12 asker evi vardı Günümüze bu barınaklardan ve askeri depolardan hiçbir kalıntı gelmemiştir
Bizans devrinde Altın Kapı’nın yanındaki Pilon zindan olarak kullanıldığında birçok siyasi mahkûm burada hapsedildiği gibi öldürülmüştür de Burası Fatih tarafından kaleye döndürüldüğünde de bu işlev devam etmiştir II Mahmut zamanında (1808–1839) kalenin hapishane olarak kullanımına son verilmiştir Yapılışından 9 gün sonra Çandarlı Halil Paşa ve oğulları Zaganos Paşa ve bazı ulemanın onun fethe karşı olduğu ve gizlice Rumlarla mektuplaştığı iddiasıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından önce görevinden azledilmiş sonra burada kırk gün kadar hapsedilmişlerdir Fatih Sultan Mehmet’in, babası II Murad’ın kendisi lehine tahttan feragat etmesinden sonra, Çandarlı Halil Paşa’nın II Murad’ı tekrar tahta geçmesi için ikna etmesinden dolayı Halil Paşa’ya bir kırgınlığı vardı Ayrıca Lalası olan diğer vezirlerden Zagonos Paşa’da henüz çocuk yaşta olan Fatih’in ilk iktidar senelerinde oldukça nüfuzlu idi Bu da Çandarlı’nın son derece rahatsız olduğu bir konu idi Çandarlı İstanbul’un fethine de fikren karşı olmasına rağmen fetihte Fatih’in yanında yer almış ve ona büyük destek sağlamıştır Çandarlı’nın Yadikule’de idam edildiği iddiası ise açıklık kazanmamıştır Bir kısım tarihçiler bu idamın Edirne’de gerçekleştiğini ileri sürmektedirler Çandarlı’nın oğulları ise daha sonra serbest bırakılmıştır Cesedi daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik’e getirilir ve İmaretinin karşısındaki türbesine gömülür


Çandarlı Halil Paşa Osmanlı tarihinde ilk idam edilen sadrazamdır Paşa’nın idamından sonra bütün servetine el konulmuşsa da II Bayezid devrinde malları çocuklarına iade edilmiştir 1461’de Osmanlı topraklarına katılan Trabzon Rum İmparatorluğu’nun son imparatoru olan David Komnenos ve oğulları 1463’de burada idam edilmişlerdir Fatih Sultan Mehmet’in vezirlerinden Mahmut Paşa görevinden 1474’de alındığında bu kalede bir süre tutuklu olarak kalmıştır 1474’de Yavuz Sultan Selim’in hilâfeti devralarak İstanbul’a getirdiği son Abbasi Halifesi III Mütevekkil de burada hapsedilmiştir
Kalenin orta yerinde bulunan kuyu birçok idama sahne olduğu ve ölümlerin bu kuyunun yanında gerçekleşmesinden ötürü “Kanlı Kuyu “ adı ile anılmaktadır Burada meydana gelen en acı olay ise 1622’de tahtından indirilen Genç Osman’ın öldürülmesidir Kapıkulu askerleri ile Yeniçerilerin başlattıkları isyanda, isyancıların istediği ulemanın başlarını onlara vermeyen Genç Osman dört gün süren bu isyanı bastıramamış, sarayı basan yeniçeriler önce I Mustafa’yı Harem’deki dairesinden çıkarıp divanhaneye götürmüşler ve arabuluculuk yapmak isteyen Dilaver Paşa ile Süleyman Ağayı parçalayarak orada öldürmüşlerdir Genç Osman I Mustafa’nın tahta çıkarıldığını öğrenince ilk önce askere para dağıtarak onları ikiye bölmek istemiş, bu iş için de Ohrili Hüseyin Paşa ile Yeniçeri Ağası Kara Ali’yi görevlendirdi ise de isyancıları durduramamıştır Ali Ağa genç padişahı Ağa Kapısı’ndaki kendi dairesinde sakladı ise de isyancılar 20 Mayıs sabahı burayı basan isyancılar Genç Osman’ı avluya çıkartarak Sadrazam Ohrili Hüseyin Paşa’yı parçalayarak öldürmüşlerdir Bu arada II Mustafa’nın alelacele cülus töreni yapılmış, Genç Osman bir pazar arabasına bindirilerek Yedikule’ye götürülerek orada idam edilmiştir Daha sonra cenazesi saraya götürülmüş ve I Ahmet türbesine gömülmüştür
Yedikulehisarı hapishane olarak kullanıldığı dönemde bir takım yabancı uyruklu elçi ve prenslere de ev sahipliği yapmıştır Bunların içinde en önemlileri Venedik asilzadesi Stephanus Alberti (1607),Julius Ardrea Virasina (1600), Fransız Konsolosu Jean de la Haye (1660), Elçi Ruffin, İstanbul Ermeni Patriği Avedik (1703), Eflâk Prensi Constantin Brancoveanu (1714), Rus Elçisi Kont Aleksi Oberskov (1787) , Sadrazam Kara Davud Paşa (1622), Baş Mimar Kasım Ağa (1651), Girit Fatihi Deli Hüseyin Paşa’dır
Deli Hüseyin Paşa’nın Altın Kapı önünde 1660’daki idamından sonra kendisi ve ailesinin buraya gömüldüğü iddia edilirse Yedikule’nin restorasyonu sırasında bu mezarlara rastlanmamıştır Yabancı elçiler burada geçirdikleri tutukluluk süresinde avluda dolaşmak izinleri vardı hatta kale içinde yapılmış evlerde bile kalabiliyorlardı XVIII yüzyılda İstanbul’a gelen gezgin JGrelot gezi notlarında buradaki Hıristiyan tutukluların ibadetleri için dışarıdan rahip getirildiğini ve bir de küçük şapel inşa edildiğini yazmaktadır Bu şapelden XIX yüzyıl başlarında Yanya’da Fransız Konsolosu iken tutuklanarak buraya getirilen Poucqueville de bahsetmektedir Ayrıca bu konsolos hatıratında tutukluların savaş esiri değil de rehin muamelesi gördüklerini yazmaktadır


Yedikule’nin 1831’de zindan olarak kullanılmasına son verilmiş, Topkapı Sarayı önündeki Aslanhane’ye ait heykeller buraya getirilmiştir Bundan sonra kale ve Altın Kapı bir kez daha onarılarak Baruthane olarak kullanılmıştır 1878’de Maarif Nezaretine tahsis edilmiş ve içerisine kız okulu yapılmış ancak, buradaki eğitim fazla sürmemiş ve 1895’te Müze-i Hümayun’a bağlanmıştır Kale içerisindeki toplar da Askeri Müze olarak kullanılan Aya İrini’nin bahçesine götürülmüştür Harbiye’deki Askeri Müze açıldıktan sonra bu toplar oraya taşınmıştır
Yedikule Hisarı ve Altın Kapı’nın son onarım ve restorasyonu YMimar Cahide Tamer tarafından 1958–1970 yılları arasında yapılmıştır Bundan sonra Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak 1985’te ziyarete açılmıştır Günümüzde Yedikule kültür ve sanat merkezi olarak kullanılmakta olup, STİ Vakfı’na tahsis edilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Alay Köşkü (Eminönü)


İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Topkapı Sarayı’nın etrafını çeviren Sur-ı Sultani duvarının bir köşesinde yer alan Alay Köşkü, buradaki bir burcun üzerine yapılmıştır XVI yüzyılda buradaki ahşap bir köşkün bulunduğu yerde Sultan II Mahmut (1808–1839) tarafından 1820 yılında yaptırılmıştır Batı Avrupa üslubunda yapılmış olan bu köşkün Balyan ailesinden Kirkor Amira Balyan (1764–1831) tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır Büyük olasılıkla bu köşkün bulunduğu yer Eski İstanbul’un ana caddesi üzerinde idi Alay Köşkü, Padişah ve erkânının resmi geçitleri izleyebilmesi için yaptırılmıştır
Köşkün cadde üzerindeki pencere kemerleri üzerinde Hattat Mustafa İzzet Efendi’nin siyah taş üzerine altın yaldızlı madeni harflerle manzum bir yazısı bulunmaktadır
Taş konsollar üzerinde çokgen planlı ve yedi cepheli, etrafı pencereli olan köşk, büyük ve tek bir salondan ibarettir Arka ve yan taraflarına değişik büyüklükte hizmetkârlara özgü odalar yerleştirilmiştir Saray bahçesinden geniş bir rampa ile büyük sofaya ulaşılan köşkün üzeri geniş saçaklı, soğan külah ile örtülüdür İç kısımda bu külah bir kubbe olarak görülmektedir Köşkün cephesi mermer levhalarla kaplanmıştır Köşkün yedi penceresi olup, bunların üzerlerinde siyah-beyaz taşlardan yayvan kemerlere yer verilmiştir
Alay Köşkü Cumhuriyetin ilk döneminde Güzel Sanatlar Birliği’ne tahsis edilmiştir Bir süre Eminönü Halkevi’nin oyun salonu olmuş, 1945–1946 yıllarında İstanbul Eski Eserleri Tescil Bürosu olarak kullanılmıştır Köşk 1959–1960 yıllarında YMimar Fatin Uluengin tarafından orijinaline uygun olarak restore edilmiştir
Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’nün yönetimindedir

İncili Köşk (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesinde Sirkeci’den Cankurtaran’a giden yol üzerinde, Bizans dönemi Manganlar Sarayı’nın uzantısında bulunan İncili Köşk XVI yüzyılın sonlarında Sadrazam Koca Sinan Paşa tarafından Mimar Davut Ağa’ya yaptırılmıştır Koca Sinan Paşa bu köşkü Sultan III Murat’a armağan etmiştir Sinan Paşa Köşkü olarak da tanınan bu köşkten Sultan III Murat çok hoşlanmış ve zaman zaman buraya gelmiştir
Günümüze yalnızca bodrum katı ile çeşmesi gelebilen köşk kesme taştan olan bu bölümler üzerine ahşaptan yapılmıştır Köşkün ahşap kısmı 1863 yılında yanmış, bunun arkasında kalan bölümleri de demiryolunun Sirkeci’ye kadar getirilmesi sırasında 1865 yılında yıkılmış ve ortadan kalkmıştır
Köşkün günümüze gelen kalıntıları düzgün kesme taştan cephede iki yuvarlak kemerli bölümü ile bunun üzerinde ahşap köşkü taşıyan dışarıya taşırılmış kesme taş çıkıntılardır Köşkün bodrumu olan bu bölümün yanında Mimar Davut Ağa’nın isminin yazılı olduğu bir de çeşme vardır Çeşme taş bodrumun ileriye doğru çıkan çifte kemerleri arasındadır

Yalı Köşkü (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Sarayburnu’ndaki Sepetçiler Kasrı’nın yakınında bulunan Yalı Köşkü Topkapı Sarayı’nın Sarayburnu’ndaki iki köşkünden birisi idi Yalı Köşkünü ilk defa Sultan II Beyazıt (1481–1512) yaptırmış ardından Sultan III Murat (1574–1595) 1592’de yeniden yaptırmıştır Cebeciler Köşkü de denilen Yalı Köşkü’nün Osmanlı saray törenlerinde önemli bir yeri vardır Donanma sefere çıkarken padişah Kaptan-ı Deryaları, Donanma Serdarlarını bu köşkten uğurlardı Bu uğurlama törenlerinde de şenlikler köşkte ve çevresinde yapılırdı Sefere çıkacak donanma önce Beşiktaş’ta demirler, oradan Müneccimbaşı’nın uygun göreceği günde Yalı Köşkü’nün önüne gelir ve top atarak padişahı selamlardı Gemisinden kayıkla ayrılarak köşke gelen kaptan paşaya padişah tarafından kürk giydirilir ve bir hançerle ödüllendirilirdi Bundan sonra kaptan paşa gemisine döner, top atışlarına devam ederken Top Kapısı’ndan da ona cevap verilirdi
Yalı Köşkü yabancı ressamların yapmış olduğu Topkapı resimlerinde görülmektedir Dikdörtgen planlı köşkün üzeri 7 m çapında bir kubbe ile örtülü olup, orta sofanın etrafı üç eyvanla yaygın ve klasik divanhane planında yapılmıştı Köşkün denize bakan cephelerinin karşısında, ocaklı duvarların arkasında odalar sıralanmıştı Köşkün çevresinde 4 m genişliğinde geniş revaklar ve bunların üzerini örten 2,5–3 m lik geniş saçaklı bir örtü bulunmaktadır Son derece hafif ve zarif mimari elemanlardan yapılan köşkün önünde geniş bir rıhtım bulunmakta olup, bu rıhtımdan birkaç basamakla bir platforma çıkılmaktadır
Günümüze gelemeyen, yabancı ressamların resimlerinden bilgi edinilen bu köşkle ilgili olarak XIV Louis’in Sultan IV Mehmet’e (1648–1687) gönderdiği elçi Marquis de Nointel ile birlikte İstanbul’a gelen Antoine Galland İstanbul ile ilgili yazılarında bu köşkten söz etmiştir:
“Bu köşk dışarıdan kare biçiminde olup, kurşunla örtülü bir çatısı ve çatının ortasında küçük bir kubbesi olan bir yapıdır Yapının çevresinde on ayak genişliğinde mermer sütunlara oturan bir revak vardır Revak altından büyük salona geçilmektedir Bu salonun iki yanında ve deniz tarafında sedirler bulunur Deniz cephesinin karşı tarafında ise bronz kaplı bir ocak vardır Her sedirin üstü arabesk üslubunda yaldızlı renklerle boyalı bir tonozla örtülüdür Ortada ise aynı üslupta bezemeli büyük kubbe bulunmaktadır Duvarlar mermer ve bitkisel motifler ve yazılarla süslü çinilerle kaplıdır Bunlar bizim duvarlara astığımız halıların işini mükemmel görüyorlar 3–4 yerde fıskiyeler ve yapının önünde bir de çağlayan vardır Bu köşkte duvara asılmış bir tahta gördüm Ortasında bugünkü padişahın çocukluğunda yazmış olduğu yarım satırlık bir yazı vardı Bunun üzerinde “Sultan İbrahim’in oğlu Sultan Mehmet’in eseri” yazılı idi
Ocağın yanındaki bir kapıdan elçiyi bir salona soktular Burada padişahın oturmasına mahsus, altın yaldızlı fakat kötü yapılmış üç iskemle ile Peder M de La Haye’nin vaktiyle Babıâli’ye hediye ettiği bir ayna vardı Buradaki dolapların kapakları oldukça ince bir işçilikle yapılmış altın ve gümüş yaldızlı parçalardan oluşuyordu Köşkün muhafızı, dolabın vaktiyle bir İran şahı tarafından bir padişaha gönderilmiş bir hediye olduğunu, padişahın bu hediyeyi beğenmeyerek onu buradaki helâların kapısına koydurduğunu söyledi
Yalı Köşkü İstanbul-Edirne demiryolu yapılacağı sırada çevresindeki yapılarla birlikte 1869 yılında yıkılmıştır Köşkten günümüze hiçbir iz gelememiştir

Darphane Köşkü (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesinde Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda, Darphane-i Âmire’nin Babüs-Selam tarafına bakan kuzeydoğu köşesinde bulunuyordu Bu köşk Sultan II Mahmut (1808–1839) tarafından 1832 yılında yaptırılmıştır Bu köşkün bulunduğu yerde daha önce Sultan III Ahmet’in (1703–1730) 1726’da yaptırdığı aynı isimli iki katlı bir köşk bulunuyordu Sultan II Mahmut’un yaptırmış olduğu köşk XX yüzyılın başlarında yıktırılmış günümüze yalnızca zemin katının duvarları gelebilmiştir
Sultan III Ahmet döneminde yaptırılan köşkün doğu cephesi Melling’in gravüründe görülmektedir Bu gravüre göre Osmanlı sivil mimarisi özelliklerini yansıtan bu yapının kâgir zeminli, ahşap olduğu anlaşılmaktadır Köşkün Darphane’nin iç avlusuna bakan iki çıkması bulunuyordu Bu çıkmalar eli böğründelerle desteklenmişti Üst kat duvarlarında çift sıra halinde pencerelere yer verilmişti Bu pencerelerden alttakiler kepekli, üstekiler de tepe pencerelidir
Sultan II Mahmut döneminde yapılmış olan köşkün XIX yüzyıla ait fotoğraflarında güneydoğu ve kuzey cepheleri görülmektedir Sedat Hakkı Eldem bu fotoğraflara dayanarak köşkün restitüsyon projesini hazırlamıştır Buna göre Osmanlı sivil mimarisinde sıkça uygulanan orta sofalı ve yan sofalı bir plan şemasının burada uygulandığı görülmektedir Cephe tararsımı dönemin ampir mimari üslubundadır Köşkün zemin katı kesme, köfeki taşlı ve tuğla dizilidir Birinci ve ikinci kat duvarları içeriden ve dışarıdan bağdadi sıvalıdır Katlar boyunca dikdörtgen söveli pencereler sıralanmıştır Bunlardan üst kattaki pencereler ahşap pervazlarla çerçevelenmiştir
Köşkün ana yapısı doğu ve kuzey cephelerinin eksenlerinde, güney cephesinin iki yanında ve zemin kattan başlayan çıkmalarla hareketli bir görünüm elde edilmiştir Köşkün iki girişi olup, bunlardan asıl giriş Darphane’nin iç avlusuna bakan güney cephesinin eksenindedir Diğer kapı ise kuzey cephesinde Kozbekçileri Kapısı’na inen yola açılmaktadır Günümüzde görülebilen bu kapı iki yandan mermer plasterle çevrelenmiştir Bu köşkte de zemin kat ile birinci katta orta sofalı plan tipi uygulanmıştır Dikdörtgen planlı büyük sofanın çevresinde ikişer oda ile birer helâya yer verilmiştir Katlar arasındaki bağlantıyı üç kollu merdivenler sağlamaktadır İkinci kat diğerlerine göre daha küçük olup, burada yalnızca sofanın Alay Meydanı’na bakan eyvanı ile yanındaki daireler bulunmaktadır

Kaptan Paşa Konağı (Eminönü)
İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıt Süleymaniye Mahallesi’nde Besim Ömer Paşa Caddesi üzerinde bulunan bu konak, Kaptan-ı Derya Hacı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır Konağın yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber XVIII yüzyılın başlarına ait olduğu sanılmaktadır Bugün bu konağın yerinde İstanbul Üniversitesi Merkez Binalarının bulunmaktadır
Günümüze gelemeyen bu konağın cephe restitüsyon planlarını JRobertson’un 1853–1855 yıllarında çekmiş olduğu fotoğraflara dayanılarak YMimar Sedat Hakkı Eldem çizmiştir Buna dayanılarak konağın iki katlı ahşap ve iki orta sofalı olduğu sanılmaktadır Bu sofalardan biri hareme, diğeri de selamlığa aittir Dikdörtgen planlı sofaların üç yönüne eyvanlar yerleştirilmiş, bunların aralarına da odalar yapılmıştır Sofalar birbirlerine iki geçitle bağlanmış, bu geçidin aralarına da helâlar ve kahve ocağı yerleştirilmiştir Odalar eli böğründelerle dışarı taşırılmış ve çift sıra pencere ile aydınlatılmıştır

Çinili Köşk (Eminönü)


İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin avlusunda bulunan Çinili Köşk, Topkapı Sarayı yapı topluluğunun bir bölümü olarak Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472’de sur içerisinde, Sarayburnu’ndaki koruluk içerisinde yaptırılmıştır
Çinili Köşk Osmanlı sivil mimarisinin Selçuklu etkisinde yapılmış İstanbul’daki tek örneğidir Kaynaklarda yeterince isminden söz edilmeyen bu köşkün mimarı bilinmemektedir Fatih Sultan Mehmet (1451–1481) dönemi tarihçilerinden Tursun Bey, Çinili Köşk’ü sırçadan yapılmış bir yer olarak nitelendirmiştir Sultan IV Murad (1623–1640) zamanında köşk içerisinde yeni düzenlemeler yapılmış ve bu arada ayna taşından bir tavus kuşu kabartmasının bulunduğu bir çeşme de buraya eklenmiştir Çeşmenin iki tarafındaki kitabelerde de buradan Sırça Saray olarak söz edilmiştir
Köşk 1737 yılında kısmen yanmış ve bu nedenle de onarım sonrasında, özellikle cephe mimarisi değişmiştir XIX yüzyılda Aya İrini’deki müzenin yetersiz kalmasından ötürü eserler buraya taşınmıştır 1910 yılında restore edilmiş, II Dünya Savaşı sırasında kapatılmış, 1942’de de yeniden onarılırken 1880 yılında ön kısmına eklenen merdivenler kaldırılmıştır Daha sonra bu onarımlar 1948–1953 yıllarında da devam etmiştir
Çinili Köşk iki katlı taş bir yapıdır Yapımında beyaz köfeki taşlar kullanılmış, yan ve arka cephelerinde de kırmızı tuğladan dolgulara yer verilmiştir Köşkün Haliç’e bakan çıkmalı arka cephesinde tuğla dolguların alt katında kilim deseni biçiminde bezemeler olduğu biliniyorsa da bu kısım özelliğini yitirmiştir Köşkün ön cephesinin ortasında bulunan çinilerle kaplı büyük bir eyvandan içeriye girilmektedir Bu girişin yanlarında derinliği fazla olmayan kemerli nişler bulunmaktadır Köşkün asıl katında orta mekâna açılan dört eyvanlı bir şema görülmektedir Üzerleri kubbe ve tonozlarla örtülmüştür
Çinili Köşk’ün en başta gelen özelliği dış cephesi ile büyük eyvanının iç yüzeyini ve içerdeki odaların bir bölümünü kaplayan çinilerdir Mozaik tekniğinde yapılmış olan bu çiniler firuze renkli zemin üzerine kufi yazılar ve geometrik desenlerden meydana gelmiştir
Çinili Köşk 1737 yangınından sonra bir süre saray ağalarına tahsis edilmiş, 1953 yılında İstanbul’un 500 Fetih yılı dolayısı ile Fatih Sultan Mehmet’e ait giysiler, silahlar ve fermanlar burada sergilenmiştir Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nün yönetiminde müze olarak ziyarete açıktır

Şevkiye Köşkü (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Sarayburnu’nda Topkapı Sahil Sarayı’nın yanında bulunan bu köşk, Sultan III Selim’in annesi Valide Sultan tarafından 1789–1791 yıllarında yaptırılmıştır Daha önce burada bulunan Şevkiye Ocağı’ndan ötürü de bu köşke Şevkiye Köşkü adı verilmiştir Bunun yanı sıra Serdab Köşkü ve Yeni Köşk olarak da tanınmıştır Bu köşk Sarayburnu’ndaki 1862 yangınında yanmış, 1871 yılında arsası üzerinden Sirkeci Demiryolu geçirilmiştir
Clarke Pouqueville, Hammer, De Beau Mont’un notlarından ve Melling’in gravürlerine dayanılarak bu köşkün Marmara surlarına oturtulmuş, ahşap duvarlı bir kat ile kâgir duvarlı bir bodrumdan meydana geldiği anlaşılmaktadır Köşkün Osmanlı sivil mimarisinde yaygın olan sofalı eyvanlı divanhane biçiminde yapıldığı sanılmaktadır Doğu-batı ekseninde uzanan divanhane beyzi planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür Bunun yanında dikdörtgen planlı bir de eyvanı vardı Köşkün kurşun kırma çatısı altında bu kubbenin gizlendiği görülmektedir Sofanın güney yönünde, küçük bir aralığın arkasında padişaha ait bir oda, kuzeyinde de buna simetrik valide sultan odası bulunuyordu Bu iki oda cepheden ileriye taşarak ana sofadan ayrılmıştır Üç eyvanlı plan tipindeki köşkün bu bölümleri arasına da küçük odalar yerleştirilmiştir
Bodrum katı mermer zeminli olup, ortasına fıskiyeli bir havuz ve ona bağlantılı selsebiller olduğu gezginlerin notlarından öğrenilmektedir Sıcak yaz aylarında harem halkının serinlemek için buraya gelmesinden ötürü de köşke Sertab ismi verilmiştir

Zeynep Hanım Konağı (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesinde bugünkü İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültelerinin bulunduğu binanın yerindeki bu konak, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı ve Sadrazam Yusuf Kamil Paşa’nın eşi Zeynep Kamil Hanım tarafından XIX yüzyılın sonlarına doğru yaptırılmıştır Bu konağın bulunduğu yerde XVII yüzyılda yapılmış ve Mihrişah Valide Sultan’ın kethüdası Yusuf Ağa’ya ait bir konak olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir
Zeynep Hanım Konağı zenginliği ile özellikle Abdülaziz (1861–1876) döneminde ün yapmış, 1903–1909 yıllarında yetimhane ve Darü’l-Hayr-ı Âli (Sanat Okulu) olarak kullanılmıştır Konak 1909’da Darü’l Fünun’a tahsis edilmiş, burada tıbbiye ve hukuk dışında kalan Ulum-ı Edebiye, Ulum-ı Şer’iye ve Fen bölümlerinde eğitim yapılmıştır YMimar Ekrem Hakkı Ayverdi 1922 yılında konağı onarmış, 28 Şubat 1942’de yanmıştır Günümüze bu konaktan yalnızca Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan kitabesi gelebilmiştir Bu kitabeyi Hattat Vahdeti Efendi 1864 yılında yazmıştır
Zeynep Hanım Konağı kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı, üç katlı bir yapı idi Yapımında ampir ve neo-rönesans üslupları egemen olmuştur Simetrik düzendeki konağın cephesi kademeli biçimde ileriye ve geriye çekilerek hareketli bir görünüm elde edilmiştir Kat aralarına, saçak hizasında silmeler, plasterler yerleştirilmiştir Bu plasterlerden zemin kattakiler toskana başlıklı, ikinci kattakiler korint başlıklı olarak düzenlenmiştir Pencereler birbirlerinden farklı biçimlerde olup, değişik ayrıntılıdırlar Zemin kat madeni şebekeli ve yuvarlak kemerlidir Birinci ve ikinci katlardaki pencereler dikdörtgen söveli olup, bazılarının çevresinde ion başlıklı gömme sütunların taşıdığı yuvarlak kemerler bulunmaktadır
Konağın girişi doğu cephesinde olup, girişin ortasında dışarıya doğru çıkıntı yapan basık kemerli bir alınlık bulunmaktadır Buradaki alınlık ve pencerelerin üzerleri kıvrımlı dal kabartmaları ile doldurulmuş, bunların ortasına da yapım kitabesi yerleştirilmiştir Harem ve selamlık bu cephenin eksenine göre iki yana kaydırılmıştır
Konak orta ve iç sofalı plan tipinin enine gelişmesi ile değişik bir plan düzeni ortaya çıkmıştır Ancak bu düzen kullanım yönünden yeterli değildir İç plan düzeni cephelere yansımamış, harem ve selamlık sofaları ile onların çevresinde farklı ölçülerde odalar sıralanmıştır Katlar arasında üç kollu merdivenler bulunmaktadır Konağın hamam ve servis birimleri batı cephesine yerleştirilmiştir

Şale Köşkü (Beşiktaş)


İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayı’nın bir bölümünü oluşturan Şale Köşkü’nün ilk yapım tarihi ve mimarı kesin olarak bilinmemektedir Yalnızca Milli Saraylar arşivi içerisinde bulunan 1879–1880 tarihli bir belgede köşkün döşenmesi ile ilgili bazı bilgiler bulunmuştur Buna dayanılarak da köşkün bu tarihlerde bitirilmiş olduğu anlaşılmaktadır
Bugünkü yapı Balyan ailesinden Sarkis Balyan tarafından 1889 yılında yapılmıştır Bu yapılışın nedeni de Alman İmparatoru II Wilhelm’in İstanbul’a gelişi ile ilgilidir Yıldız Sarayı’nın Merasim Dairesi olarak yapılan köşk, 107000 kuruşa mal olmuştur Bu bölümün yapımından kısa bir süre sonra ilk köşkün hamamı üzerine Nikolaki Kalfa tarafından yeni bir salon eklenmiştir Köşkün Merasim Dairesi olarak tanınan üçüncü bölümü ise İtalyan Mimar Raimondo d’Aronco tarafından yapılmıştır Almanya İmparatoru II Wilhelm’in ve İmparatoriçenin İstanbul’a ikinci gelişi onuruna bu bölüm yapılmıştır
Şale Köşkü yüksek ve kâgir bir bodrum üzerine iki katlı olarak yapılmıştır Ayrıca çatı örtüsü içerisine de çatı katları yerleştirilmiştir Köşkün bodrumunda mutfak, depolar, çamaşırlık ve diğer servis odaları bulunmaktadır Giriş katındaki mekânlarda sefir odası, piyanolu salon, misafir odası, teşrifat odası isimlerini taşıyan mekânlar bulunduğu bilinmektedir Girişin karşısına gelen alandaki arka kapı Yıldız Sarayı’nın harem bahçesine açılmaktadır Aynı zamanda bu kapı saray ile köşk arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır
Köşkün ikinci katı törenlere özgü yapılmış ve birbirlerinden üslup farkları olan zengin bezeli mekânlardan oluşmuştur Köşke dört basamakla ulaşılan bir sahanlıktan girilmektedir Giriş holünde küçük, ahşap, barok üslupta bir merdiven bulunmaktadır Rokoko üslubunda bezmelerle süslenen bu merdivenden sonra salonlara ayrı koridorlarla ulaşılmaktadır Zemin katta dikdörtgen planlı bir banyo dairesine yer verilmiştir Bunun üzerinde Nikolaki Kalfa’nın yaptığı ve günümüzde Sarı Salon olarak isimlendirilen özel bir bölüm bulunmaktadır
Şale Köşkü kendine özgü mekânları ile tanınmıştır Bunların başında 15x30 m ölçüsündeki büyük Merasim Salonu gelmektedir Yüksek pencerelerin aydınlattığı ve çok renkli bir bezemesi olan bu mekânın köşeleri sekizgen çıkmalarla derinleştirilmiş ve duvarlara yüksek ve geniş aynalar yerleştirilmiştir Ayrıca duvarlarda çeşitli resimler, ahşap işçiliği örnekleri dikkati çekmektedir Şale Köşkü’nün bir diğer mekânı da Sedefli Salon olarak isimlendirilen yemek salonudur Sarkis Balyan tarafından yapılan bu salonda Raimondo d’Aronco’nun da bazı çalışmalar yapmış olduğu Milli Saraylar arşivindeki belgelerden öğrenilmektedir Bu salonda kırmızı, yeşil ve altın varaklar ile büyük ölçüde mavi renkli bezemeler kullanılmıştır Salonun sedef kakmalı kapı ve dolap kapakları ise Çırağan Sarayı’ndan getirilmiştir


Köşkün Sırmalı Salonu klasik ve geometrik üslupta bezenmiş olup, rokoko bezemeler yer yer görülmektedir Nikolaki Kalfa tarafından yapılmış olan Sarı Salon ise içerisindeki eşya ve bezemesi ile tamamen barok üsluptadır Salonun tavanına elips biçiminde bir göbek yapılmış ve bunun üzerine de altın yaldızın egemen olduğu renkli bir bezeme uygulanmıştır
Şale Köşkü salonlarındaki bezemeler, tavan resimleri ile tanınmıştır Büyük çoğunluğunun peyzajların oluşturduğu bu resimler natüralist bir üslup taşımaktadır Rd’Aronco tarafından tasarlanan köşkün kuzey ekindeki İtalyan mermerinden yapılmış anıtsal merdiven holü yapıya değişik bir görünüm kazandırmıştır Bu bölümün tavanına Osmanlı İmparatorluğu’nu simgeleyen altın yaldızlı güneş ışınları yapılmıştır Duvarlarında ise Neo-Rönesans etkisinde geometrik çerçeveler vardır
Şale Köşkü’nün aydınlatılmasını Siemens Halske firması yapmıştır Bu firma tarafından yapılmış olan tesisata Beykoz Fabrikay-ı Hümayun’dan özel olarak yapılmış avizeler yerleştirilmiştir Ayrıca köşkün ısıtma donanımı ile sobaları İsveç firması tarafından yapılmıştır Kuk Tel Detachement tarafından da telefon tesisatı kurulmuştur
Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul Belediyesi tarafından Mario Serra isimli bir İtalyan işletmeciye kiralanan köşk, 1930 yılında Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na verilmiştir Şale Köşkü müze-saray olarak 7 Temmuz 1985’te ziyarete açılmıştır

Malta Köşkü (Beşiktaş)


İstanbul Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayı’nın bir bölümünü oluşturan Yıldız Parkı içerisindeki Malta Köşkü Sultan Abdülaziz (1861–1876) tarafından kâgir olarak yeniden yaptırılmıştır Daha önce köşkün bulunduğu yerde Yıldız Sarayı’na ait bir yapı bulunuyordu
Malta Köşkü geniş bir teras üzerinde iki katlı bir yapıdır Malta Köşkü isminin buraya veriliş nedeni bilinmemektedir Osmanlı tarihinde fethedilen veya fethedilmeye çalışılan yerlerin isimleri Topkapı Sarayı’nda Bağdat ve Revan köşkleri gibi isimlerin verildiği düşünülecek olunursa Malta Köşkü’ne de bu ismin böyle bir nedenle verildiği sanılmaktadır
Malta Köşkü içerisinde banyo ve üst katta tuvalet bulunmayışı göz önüne alınacak olunursa bu köşkün günlük gezintiler için yapıldığı sanılmaktadır Ayşe Sultan anılarında Sultan II Abdülhamit’in Cuma selamlığından sonra buraya piknik yapmak için geldiğini belirtmiştir Malta Köşkü’nün tarihte kendisinden söz ettirmesi Mithat Paşa’nın tutuklanması ve yargılanması nedeni iledir Mithat Paşa’nın hazırlık soruşturması parkın batısındaki Çadır Köşkü’nde yapılmış, Malta Köşkü’nün arkasındaki düzlüğe kurulan büyük bir çadırda da Mithat Paşa’nın yargılanması için özel bir mahkeme kurulmuştur Bu olaylardan sonra Malta Köşkü harem gezileri için birkaç saatliğine kullanılmıştır Sultan II Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra 40 yıldan fazla bir süre boş kalmıştır
Cumhuriyetin ilanından sonra Maliye Bakanlığı tarafından İstanbul Belediyesi’ne devredilmiştir Köşk 1979 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ile İstanbul Belediyesi arasında yapılan bir protokol ile Kuruma kiralanmış ve Kurum tarafından restore edilerek restoran ve kafe olarak ziyarete açılmıştır Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu dönemine ait mobilyaları, avizeleri, aynaları ve yağlı boya tabloları piyasadan satın alarak köşkü dekore etmiştir


Malta Köşkü’nün mimarının ismine kaynaklarda rastlanmamıştır Yapının mimari üslubu, bezemesi dikkate alındığında Sultan Abdülaziz’in Beylerbeyi Sarayı için getirdiği İtalyan Mimar G Stampa’nın Fosatti’nin etkisinde kalan bir projeyi burada uyguladığı sanılmaktadır
Mimari yönden sade bir dış görünümü vardır Yarım daire kemerli, oldukça yüksek pencereleri bunların arasında İon üslubunda kolonlara yer verilmiş ve yapıyı da boydan boya bir korniş çepeçevre kuşatmıştır Yapının içerisinde, alt katta havuzlu bir orta sofa bulunmaktadır Bu sofa ve iki tarafındaki odaları üst kat merdivenlerin girişinde sağ ve sol yöndeki sel sebiller ile zengin bir görünümdedir Yapının plan şeması simetrik olup, üst katta orta sofa ve bunun iki tarafında da odalar sıralanmıştır
Köşk günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilmektedir

Çadır Köşkü (Beşiktaş)


İstanbul Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayı’nın bir bölümünü oluşturan Yıldız Parkı içerisindeki Çadır Köşkü Sultan Abdülaziz (1861–1876) zamanında Çırağan Sarayı bahçesinin bir parçası olarak yapılmıştır Saray hekiminin kızı Şaire Leyla Hanım anılarında belli günlerde Haremağalarının gözetiminde personelin buradaki bahçelere çıkarıldığını anlatmaktadır Sultan Abdülaziz’in son dönemlerinde yapılan bu köşkün padişahla ilgili bir anısı bulunmamaktadır
Sultan II Abdülhamit’in (1876–1909) tahta çıkışından sonra Yıldız Sarayı’na yerleşmiş, Çırağan Sarayı’na ait bazı bölümleri de bu saraya eklemiştir Çadır Köşkü’nde Mithat Paşa ve arkadaşlarının sorguları yapılmıştır Bu olaylardan sonra Çadır Köşkü kapatılmış, yalnızca harem gezilerinde birkaç saatliğine kullanılmıştır
Cumhuriyetin ilanından sonra uzun süre boş kalan bu köşk 1940 yılında İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Dr Lütfi Kırdar’ın Çırağan Sarayı’nın arka bahçesini Yıldız Sarayı’nın ara duvarına kadar olan bölümünü Maliye Bakanlığı’ndan İstanbul Belediyesi’ne devrettirmiştir Çadır Köşkü 1949’da İstanbul Belediyesi tarafından Markiz Pastanesi’ne kiralanmıştır 1960 yılından sonra köşk boşaltılmış, burada Tanzimat Müzesi kurulmuştur
İstanbul Belediyesi ile Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun 1979 yılında yaptığı protokol üzerine Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’na devredilmiş, Kurum tarafından restore edilerek yeniden düzenlenmiş ve halka açık çay salonu haline getirilmiştir Bu arada kapalı mekân içerisindeki Tanzimat Müzesi Gülhane Parkı’nda yapılan yeni binaya nakledilmiştir Malta Köşkü günümüzde BENKA Turizm Yat Ltd Şirketi tarafından işletilmektedir
Çadır Köşkü kesme taştan beyaz ve kırmızı rengin hâkim olduğu bir cephe görünümüne sahiptir Dikdörtgen planlı, üzeri çatı ile örtülü köşkün önünde büyük bir havuz bulunmaktadır Bu havuzun ortasında küçük bir ada ve ona uzanan bir köprü Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından orijinaline uygun olarak yaptırılmıştır Bu köprüde orijinal döküm parmaklıklar aynen kullanılmıştır Bu havuzun önündeki köşke iki yönlü mermer merdivenlerle anıtsal görünümlü bir girişten sonra köşkün ana mekânına girilmektedir Ana mekânın çevresinde küçük odalara yer verilmiştir

Sarı Köşk (Sarıyer)


İstanbul Sarıyer ilçesi Emirgân Korusu içerisinde bulunan Sarı Köşk XIX yüzyılın sonlarında, Hıdiv İsmail Paşa tarafından yaptırılmıştır Mimarının Balyan ailesinden Sarkis Balyan olduğu sanılmaktadır Köşk, Şale Köşkü’nde olduğu gibi adeta bir kuş evi görünümündedir Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından 1979 yılında restore edilerek halka açılmıştır Köşke renginden ötürü Sarı Köşk ismi verilmiştir Cephe görünümünde sarı renk ile birlikte beyaz renk büyük bir uyum içerisinde uygulanmıştır
Sarı Köşk iki katlı ahşap dikdörtgen planlı bir yapıdır Osmanlı konak mimarisi plan düzeninde olup, bir sofa etrafında salonlar ve odalar çevrelenmiştir Denize bakan cephesinin ön kısmı altlı üstlü dörder sütunun taşıdığı balkonlarla dışarı taşırılmış, üzeri ana çatıdan ayrı olarak kırma bir çatı ile örtülmüştür Cephe görünümünde iki sıra halinde altlı üstlü altışar dikdörtgen penceresi bulunmaktadır Bunların arasında kalan bölümler kalem işleri ile boş yer bırakılmamacasına bezenmiştir
Köşkün içerisinde iç içe üç ayrı salon bulunmaktadır Köşkün üst katında üç oda bir salon, alt katında giriş holü, salon niteliğinde dört oda ve mutfak bulunmaktadır Köşkte süsleme sanatının en güzel örnekleri sergilenmiş olup, tavanında çiçek motifleri, yağlıboya resimler bulunmaktadır
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun yaptığı çalışmalarla salonlar yeni baştan düzenlenmiş, köşelere sütunlar ve lambalarla köşe ışıkları serpiştirilmiş ve duvarlar tablolarla, kitaplıklarla hareketlendirilmiştir Salonun ortasına yerleştirilen XIX yüzyıl İngiliz üslubundaki kanepe ile de Boğaziçi’nde benzeri yapıların bir örneği burada sergilenmiştir

Pembe Köşk (Sarıyer)


İstanbul Sarıyer ilçesi Emirgân Korusu içerisinde bulunan Pembe Köşk’ün bulunduğu alan 1930’lu yıllarda SLütfi Tozan tarafından satın alınmıştır Daha sonra bu alan 1940 yıllarının başlarında İstanbul Belediyesi tarafından kamulaştırılmıştır
Emirgân Korusu içerisinde bulunan Hıdiv İsmail Paşa tarafından diğer iki köşkle birlikte yaptırılmış olan pembe köşk Osmanlı sivil mimarisi köşk plan düzeninde iki katlı bir yapıdır Pembe renge boyandığından ötürü de Pembe Köşk ismi ile tanınmıştır Mısır Hıdivi Abbas Hilmi döneminde burası dönemin paşalarının seyir mekânı olarak kullanılmıştır
Köşk kareye yakın dikdörtgen planlı ve iki katlı, ahşap bağdadi sıvalıdır Giyotin pencerelidir Köşkün girişinde geniş bir salon ve bu salona açılan iki oda bulunmaktadır Bunun yanı sıra küçük bir oda da bu plan düzeni içerisinde diğerlerinden farklı ve gizli olarak yerleştirilmiştir Ayrıca bu katta banyo, mutfak ve tuvalet bulunmaktadır Giriş holünden geniş bir merdivenle çıkılan, eli böğründelerle dışarıya taşırılan ikinci katta büyük bir salon ve bu salona açılan iki büyük oda ile ara koridora açılan beş oda ile iki küçük sandık odası bulunmaktadır
İstanbul Belediyesi ile Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu arasında yapılan protokol uyarınca Kurum’a devredilmiştir Kurum tarafından restorasyonu yapılmış, içerisi sedirler ile onları tamamlayan madeni kap kacak ile düzenlenerek Türk evi üslubunda halkın hizmetine açılmıştır Günümüzde protokol süresi sona ermiş ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Kurum’dan geri alınmış olup bugün restoran ve kafeterya olarak hizmet vermektedir

Beyaz Köşk (Sarıyer)


İstanbul Sarıyer ilçesi Emirgân Korusu içerisinde bulunan Beyaz Köşk, XIX yüzyılın ikinci yarısında Mısır Hıdivi İsmail Paşa tarafından yaptırılmıştır Mimarının Balyan ailesinden Sarkis Balyan olduğu sanılmaktadır
Köşk Neo-Klasik üslupta, kareye yakın dikdörtgen planlı, iki katlı, ahşap bağdadi sıvalıdır Köşkün görkemli giriş kapısından sonra geniş bir salona girilmektedir Bunun iki tarafına odalar sıralanmıştır
Salondan iki yönlü bir merdivenle çıkılan ikinci katta alt kat planı aynen uygulanmıştır Burada da geniş bir salon etrafına odalar sıralanmıştır Köşkün üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür

Huber Köşkü (Sarıyer)


İstanbul Sarıyer ilçesinde, Tarabya Koyu’nun güneyinde, Yeniköy-Tarabya yolu üzerinde bulunan bu köşk 64000 m2’lik bir koruluğun önünde yer almaktadır Köşk XIX yüzyılın sonlarında silah ticareti ve komisyonculuk yapan Mauser Fişenk ve Kolonya Müşterek Barut Fabrikası’nın ve Alman Krupp firmasının İstanbul’daki temsilciliğini yapan Huber kardeşlerden Auguste Huber’e aittir Bu nedenle de Huber Köşkü ismi ile tanınmıştır
Köşkün bulunduğu arazi Ermeni kökenli Tıngıroğlu ve Düzoğlu ailelerinden satın alınmıştır Huber ailesi IDünya Savaşı sonrasında Almanların yenilmesi üzerine İstanbul’un işgalinden önce şehri terk etmişlerdir M Huber’in ölümünden sonra eski Maliye Nazırı Necmeddin Molla Almanya’ya Ausburg’a giderek bu köşkü satın almıştır Mısır Prensesi Kadriye Hanım daha sonra bu köşkü satın almış, Mısır’a dönerken de Notre Dame Sion’a sembolik bir ücretle bağışlamıştır
Köşk Boğaziçi İnşaat AŞnin eline 1973’te geçmiş, 1985’te kamulaştırılmış, onarılıp döşenerek Cumhurbaşkanlığı Rezidansı olarak kullanılmıştır
Köşkün mimarı kesinlik kazanamamakla beraber, İtalyan Mimar D’Aranko tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla köşk genişletilmiştir Köşkün ana binası dışında hizmetliler konutu, arabalık, ahır, iki küçük şale köşkü ve bir de serası bulunmaktadır


Köşk kıyıya paralel güney-kuzey doğrultusunda, kâgir bir bodrum üzerine ahşap strüktürlü büyük bir konak düzeninde yapılmıştır Yaklaşık 2200x1600 m ölçüsünde köşeleri pahlı, dikdörtgen kütlevi bir görünümdedir İki katlı yapının pahlanmış köşelerinden güneyinde zeminde oval, üst katta kareye dönüşen bir köşe elemanı bulunmaktadır Bu köşe elemanı saçak kotundan sonra yükselerek eli böğründelerle desteklenmiş geniş bir saçak ve soğan biçimli bir kubbe ile sonuçlanmıştır Kuzeydeki bölüm diğerinden farklı olarak ikinci katta yuvarlak planlı bir köşe çıkması bulunmaktadır Köşeleri farklı vurgularla değişen bu elemanların dışında yapı simetrik bir plan düzenine sahiptir
Köşkün ortasında büyük bir hol, iki yanında salonlara yer verilmiştir İkinci kat kenarlarını çevreleyen galerilerle orta hole açılmaktadır Bu holün üzeri geometrik desenli bir vitray ile örtülmüştür Galerili bu salon XIX-XX yüzyılda birçok konakta görülen mimari motiflerle süslenmiştir
Köşkün bahçesi çeşitli ağaçlarla, çiçeklerle ve heykellerle süslüdür Ayrıca bahçede heykellerle bezeli bir de çeşme bulunmaktadır

Hünkâr İmamı Köşkü (Kadıköy)
İstanbul Kadıköy ilçesi, Acıbadem’de bulunan bu köşkün yapım tarihi bilinmemektedir Günümüze gelemeyen köşkün XVIII sonları ile XIX yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır Kimin tarafından yaptırıldığı da bilinmeyen bu köşk, Prof Dr Baha Tanman’a göre Osmanlı sarayında Hünkâr İmamı olarak görev yapmış bir kişiye aittir
Köşk Kayışdağı ve çevresine yönelik geniş bir bahçe içerisinde ve iki katlı idi Duvar kalıntıları ve kavisli çıkmalarla genişletilmiş bir set üzerinde olduğu sanılmaktadır Yapımında Osmanlı sivil mimarisinin merkezi sofalı dört eyvanlı plan tipinde olduğu anlaşılmaktadır Barok üsluptaki yapının zemin ve üst katında beyzi planlı sofalar ve üç eyvanlı divanhaneler bulunuyordu Zemin katta bulunan yan eyvanlar birer duvarla orta sofadan ayrılarak odalara dönüştürülmüştür
Köşkün zemin katı üst kata göre daha geniş tutulmuş, kuzey kesimine de üç oda yerleştirilmiştir Üst kattaki divanhanenin sofası ise, çatı altında gizlenen bağdadi sıvalı basık bir kubbe ile örtülmüştür Boydan boya konsollu bir silmenin çevrelediği kubbenin kalem işleri ile bezendiği anlaşılmaktadır Sofanın kuzey yönündeki duvara da bir çeşme yerleştirilmiştir Köşkün eyvalarındaki beşer pencere ile iç mekân aydınlatılmıştır Eyvanların tavanları da helezoni, S ve C kıvrımlı bezeme ile kaplanmıştır Köşkün tümü geniş bir saçakla örtülmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



İmrahor Köşkü (Beyoğlu)

İstanbul Beyoğlu ilçesi Kâğıthane Sadabat Mesiresi’nde bulunan bu köşkün ne zaman yapıldığı bilinmemektedir Sultan Abdülaziz (1861–18076) döneminde yeniden yapılmış, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra yıkılmıştır Bu köşkle ilgili bilgiler XX yüzyılın başlarına ait bir kartpostaldan öğrenilmektedir Buna dayanılarak köşkün iki katlı ve ahşap olduğu, zemin kat ile üst katta dört eyvanlı plan şemasının ve haç biçimli sofaların uygulandığı anlaşılmaktadır
Köşkün dört cephesinde de çift kollu mermer merdivenler ve sahanlıklı girişlere yer verilmiştir Buradan merkezi sofanın kolları ile bağlantılı küçük sofalara ulaşılmaktadır Yalnızca bu girişlerden bir doğrudan doğruya üst kata çıkışı sağlamaktadır Ana girişin üzerine ahşap dikmelere oturtulmuş bir balkon bulunuyordu Yan cephelerde ise giriş sofaları dışarıya doğru hafifçe çıkıntılıdır Cephe görünümünde sıra halinde dikdörtgen pencereler ve bunların üzerinde de ajurlu alınlıklar bulunuyordu Geniş bir saçakla örtülü olan köşkün saçak altı ajurlu bir silme ile hareketlendirilmiştir

Kurşunlu Mahzen Köşkü (Beyoğlu)
İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Karaköy Mustafa Paşa Mahallesi, Kemankeş Caddesi üzerinde bulunan bu köşk günümüze ulaşamamıştır Köşkün yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber Hadikat-ül Cevami köşkün Sadrazam Şehit Ali Paşa tarafından 1716’da yaptırıldığını, 1819’da yangın geçirdiğini, Sadrazam Derviş Mehmet Paşa’nın da 1821–1822 yıllarında onardığını yazmaktadır
Bu köşkle ilgili bilgiler Baker ile Lewis’in 1813 ve 1824 tarihli desenleri ile Robertson’un 1854 tarihli bir fotoğrafından edinilmektedir İlk yapımında yalı konumunda olan köşkün yüksek kâgir duvarlar üzerine oturduğu, rıhtıma basık kemerli bir kapı ile açıldığı anlaşılmaktadır Buradaki avludan çift kollu merdivenler ve bir geçitle arkadan köşke çıkılmakta idi Köşkün merkezi sofalı, dört eyvanlı bir divanhanesi olduğu yine bu belgelerden anlaşılmaktadır Denize ve arka cepheye yönelik eyvanlar eli böğründelerle dışarıya taşırılmıştır
Köşkün pencereleri dikdörtgen şekilde olup, tüm cepheyi kuşatmaktadır Köşkün üzeri geniş saçaklı bir çatı ile örtülmüştür

Kahvecibaşı Köşkü (Konağı) (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Serencebey’de bulunan bu köşk XIX yüzyılın başlarında yapılmış ancak, günümüze ulaşamamıştır
Kahvecibaşı Köşkü üç katlı bir yapı olup, üç katlı harem bölümü ile tek katlı bir selamlıktan meydana gelmiştir Cephe görünümü ile iç bezemelerinde ampir üslup egemen olmuştur Haremin ilk iki katı orta sofalı, karnıyarık plan düzenine göre yapılmıştır Yapımında kesme köfeki taşı, tuğla sıraları, üst katlarda ise ahşap bir sistem uygulanmıştır Üzeri kırma bir çatı ile örtülüdür Katların ekseninde sofalar, bunun çevresinde de odalar yer almaktadır Katlar arasına çift yönlü merdivenler yerleştirilmiştir Bahçe yönündeki sofalara yuvarlak kemerli pencereler dizilmiş bunların üzerindeki ikinci kat pencereleri silmelerle birbirine bağlanmıştır
Selamlık bölümü ise haremden farklı olarak simetrik olmayan bir düzende sofa çevresindeki odalardan meydana gelmiştir Yapımında kullanılan inşaat malzemeleri haremin benzeridir

Muzurus Paşa Köşkü (Beşiktaş)
İstanbul Beşiktaş ilçesi, Amerikan Robert Lisesi arazisi içerisinde bulunan bu köşk, XIX yüzyılın ilk yarısında Muzurus Paşa tarafından yaptırılmıştır Bu yapı Muzurus Paşa Yalısının dağ köşkü niteliğinde olup, Boğaz’a karşı bir tepede yer almaktadır
Köşk iki katlı ve ahşaptandır Yapı planı zemin katta ve üst katta farklı plan düzeni göstermektedir Zemin katta dikdörtgen planlı köşkün bir ucundan diğer ucuna kadar uzanan mermer bir zemin bunun ucunda yer alan iki ayrı girişi vardır Bu girişler mermer sütunlara oturan çıkmaların altına alınmıştır Bu uzun koridorun iki yanına oturma mekânları yerleştirilmiş olup, bunların daha geç devirde buraya eklendiği sanılmaktadır Taşlığın yanındaki hizmetkâr odaları ve helâdan sonra üç yönlü bir merdivenle üst kata çıkılmaktadır Buradaki merdiven kollarının köşelerine birer sütun yerleştirilmiştir Köşkün üst katında birbirleri ile bağlantısı olan T şeklinde iki sofa bulunmaktadır Bu sofalardan birinin ön cephesi girişin üzerine oturtulmuş olup, büyük ölçüdeki köşkün başodası buraya yerleştirilmiştir Arka cephede ise dört küçük oda iki helâ ve bir de hizmet merdiveni bulunmaktadır Arka cephedeki girişin üzerine bu odalardan biri genişletilerek oturtulmuştur
Köşkün cephelerinde ampir üslubunda bezenmiştir Özellikle cephelerdeki dikdörtgen pencerelerin ahşap pervazları ve kapakları bezemelidir Ampir üslubunun etkisi özellikle çıkmalar üzerindeki üçgen alınlıklarda görülmektedir

Subhi Paşa Konağı (Fatih)
İstanbul Fatih ilçesi, Saraçhanebaşı, Horhor Caddesi üzerinde bulunan bu konak, Sami Paşazade ailesinden Abdüllatif Subhi Paşa tarafından XIX yüzyılın ortalarında yaptırılmıştır Konak Subhi Paşa’nın oğlu Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından YMimar Ekrem Hakkı Ayverdi’ye Cumhuriyet döneminde onartılmıştır Hamdullah Suphi Tanrıöver’in 1966 yılında ölümünden kısa bir süre sonra İstanbul Üniversitesi’ne geçmiş, bir süre rektörlük, daha sonra da İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü olarak kullanılmıştır Günümüzde İstanbul Üniversitesi tarafından kullanılmaktadır
Konak üç katlı olup, geleneksel Türk mimarisinin orta sofalı, eyvanlı plan tipindedir Cephe görünümünde ve bezemelerinde Avrupa üslubunun barok, ampir neo-rönesans elemanlarına burada yer verilmiştir Konağın her üç katında da bir uçtan diğer uca kadar uzanan dikdörtgen planlı büyük sofalar, bunun uzun kenarlarında karşılıklı birer eyvan yer almaktadır Kuzey yönündeki eyvanlar kavisli bir çıkma ile cephede kendini belli etmiş, bunların içerisine üç yönlü merdivenler yerleştirilmiştir Eyvanlarla sofa girişinde korint başlıklı ikişer sütun bulunmaktadır İkinci katta sofanın doğu ve batısına aynı üslupta sütun ve kemerler yerleştirilmiştir
Köşkün zemin kat duvarları düzgün kesme taştan örülmüş, birinci ve ikinci kat duvarları taş ve tuğladan olup, üzerleri sıvalıdır Bunların köşelerine toskana başlıklı plasterler yerleştirilmiştir Cepheler kesme taştan saçak silmesi ile son bulur Bunların dışında cephelerde başka bir bezeme bulunmamaktadır
Konağın Horhor Caddesi’ne açılan giriş kapısı mermerden yontulmuş plasterler ve bir de lento ile çevrelenmiştir

Şehremini Operatör Cemil Paşa (İparlar) Köşkü (Kadıköy)


İstanbul ili Kadıköy ilçesi, Göztepe Mevkiinde, Çiftehavuzlar Cemil Topuzlu Sokağı’nda bulunan bu köşk XIX yüzyılın sonlarında yapılmıştır
Biblo kadar güzel ve son derece bakımlı bahçesi olan bu köşk Cemil Paşa’nın Şehremini olmasına neden olmuştur O dönemde Feneryolu’nda oturan Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa bu zarif köşkü görmüş, yaptıranın zevk ve bilgisine dayanarak Cemil Paşa’yı Şehremini (Belediye Başkanı) yapmıştır
İparlar Köşkü olarak da tanınan üç katlı köşkün yapımında mermer, köfeki taş, tuğla ve ahşap malzeme kullanılmıştır Cephe görünümü son derece hareketli olup, üçüncü katın caddeye bakan cephesindeki dışa çıkıntı yapan bölümünün kenarları Neo-Klasik üslupta motiflerle bezenmiştir Ayrıca yan bölümün üzerinde de oldukça iri meandr motifleri bulunmaktadır Köşkün yan bölümleri birbirine bitişik çift sütunların taşıdığı bir revak ile çevrili olup, bunun üzeri bir balkon konumuna getirilmiştir Bu bölümlerdeki ikinci kat pencerelerinin üzerlerine dışa çıkmalı güneşlikler yapılmıştır

Tütüncü Mehmet Efendi (Müşir Gazi Osman Paşa) Köşkü (Kadıköy)
İstanbul ili Kadıköy ilçesi Göztepe’de yapılan ilk köşklerden birisidir Tütüncü Mehmet Efendi ölümünden önce bu köşkü bırakmış ve Büyükada’ya yerleşmiştir O sırada Gazi Osman Paşa ölmüş (1900) Beşiktaş Yıldız’daki konağı da yanmıştır Bunun üzerine kızı Zatıgül Hanım bu köşkü kiralamış, daha sonra da satın almıştır
Gazi Osman Paşa’nın büyük oğlu ve Sultan II Abdülhamit’in damadı Nurettin Paşa bu köşkü yıktırarak yerine harem ve selamlıklı bir köşk yaptırmıştır Bu köşk kesme taş, tuğla ve yer yer de ahşaptan olup, cephe görünümü yaldızlı oymalıdır Ayrıca köşkün mahalle hamamı büyüklüğünde bir de hamamı vardı Bu köşkün harem kısmı yıkılmış yerine Ticaret Bankası İkramiye Apartmanları yapılmıştır

Köçeoğlu Köşkü (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Çengelköy’de bulunan bu köşk, İstanbul’un Ermeni ailelerinden Köçeoğulları tarafından XIX yüzyılın başlarında yapılmıştır Köşk II Mahmut döneminde (1808–1839) Miri Emlâk’e katılmış, XX yüzyılın başlarında o yıllarda Şehzade olan VI Mehmet’in mülkiyetine geçmiştir Köşkün Çengelköy’deki Köçeoğlu Yalısı ile de bağlantısı bulunmaktadır VI Mehmet tarafından bir takım değişiklikler yapılmış, kuzey yönüne doğru genişletilmiş ve üzerinde yer aldığı setin güneyine de yeni bir köşk daha yapılmıştır VI Mehmet’in ölümünden sonra varislerine geçen köşk Cumhuriyet döneminde yıktırılmıştır
Köçeoğlu Köşkü iki katlı olup, zemin katı kâgir, üst katı ahşaptır Burada da Osmanlı mimarisinde geleneksel olan orta sofalı, eyvanlı plan tipi uygulanmıştır Zemin kat oldukça basık tavanlı olup burada köşeleri pahlı dikdörtgen planlı bir taşlık bulunuyordu Girişin önündeki sahanlık üst katta da kâgir sütunlar tarafından çevrelenmiştir Bu sütunların toskana üslubundaki başlıkları yapının dört cephesinde de kademeli çıkmaların köşelerinde uygulanmıştır Zemin kattaki taşlığın kuzeyindeki eyvandan üç kollu bir merdivenle üst kata çıkılmaktadır Üst katın ortasında beyzi planlı bir sofa bulunmakta olup, bunu odalar kuşatmıştır Çatı altında gizlenen oldukça basık bir kubbenin örttüğü sofanın güneyinde merdivenlerin kuşattığı bir sahanlık bulunmaktadır Sofanın doğu ve batı yönlerine dışarıya taşan dikdörtgen planlı büyük bir oda ile eyvanlar arasında kalan yerlere de dört ayrı oda yerleştirilmiştir
Köşkün cephesi zemin katta üst kattakilere göre daha küçük boyutlu pencerelerle çepeçevre kuşatılmıştır Üst kattaki pencereler diğerlerinden daha büyüktür İlk yapımında demir parmaklıklı olan bu pencereler ahşap panjurlarla örtülmüştür
Köşkün girişinin önüne dikdörtgen planlı bir havuz, arkaya da suni kayalarla bezeli, üzeri köprülü küçük bir havuz yapılmıştır Köşkün kuzeydoğu yönünde bulunan Ağalar Dairesi ile Köçeoğlu Yalısı ile birlikte yıkılmıştır

Kavafyan Köşkü (Konağı) (Beşiktaş)
İstanbul Beşiktaş ilçesi Bebek, Yoğurtçu Zülfü Sokağı’nda bulunan bu köşk 1751 yılında yapılmış olup, İstanbul’da ayakta kalan en eski konaktır Yapım tarihi konağın bahçesindeki kuyu taşı üzerinde yazılıdır Günümüze konağın yalnızca harem bölümü gelebilmiştir Konağın ilk sahibinin kim olduğu bilinmemektedir Günümüzde bu yapı ve bahçesi iki yandan yol ile çevrilmiştir
Meyilli bir arazide bulunan yapının zemin katında taşlık ve cümle kapısı ile bahçe aynı seviyededir Son derece güzel ve kaliteli bir yapı tekniği ile yapılmış olup üç katlıdır Temelleri muntazam taş duvarlar üzerine oturtulmuştur Zemin katında büyük bir taşlık ve iki oda bulunmaktadır Bu taşlık köşkün altını tamamen kaplamaktadır Bu bölümde ilk yapılışında ahır, arabalık, seyis ve arabacı odalarının bulunduğu sanılmaktadır Taşlıktaki ahşap kemerler ve sütunlar üst katı taşımaktadır Buradan iki kollu ahşap bir merdiven üst kata çıkmaktadır Bu merdiven çıkıştan sonra duvarların içerisinde devam etmektedir Ayrıca zemin katındaki avlu bahçeden üst kata çıkan ikinci bir taş merdiven daha bulunmaktadır Bu merdiven sağdaki haremin önündeki sahanlığa ulaşmaktadır
Köşkün asıl girişi cadde üzerindedir Plan olarak sofa plan düzenindedir Sofalar köşeleri pahlı ve ikişer eyvanlıdır Dört köşeye köşe odaları yerleştirilmiştir Üçüncü katta ise sofanın iki ucundaki eyvanlar sokağa ve bahçeye çıkmalarla genişletilmiştir Bu katın güney tarafında Sultan II Mahmut (1808–1839) zamanında eklenmiş olduğu sanılan eli böğründelerle dışarı taşan, Gelin Odası denen bir bölüm daha bulunmaktadır
Köşkün Gelin Odası’nın üzerini örten bağdadi kubbe, duvar ve yüklükler çeşitli resim ve bezemelerle süslenmiştir Konağın tüm tavanları özgün kalem işleri ile günümüze kadar gelebilmiştir Gelin Odası’nın tavanı ve buradaki bir niş içerisindeki resimler XVIII yüzyıl özelliklerini taşımaktadır

Başhavuz Köşkü (Beyoğlu)

İstanbul Beyoğlu ilçesi Kâğıthane ve Kırkçeşme suyollarının birleştiği Başhavuz yanında bulunan bu köşkün yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Günümüze gelemeyen bu köşk kaynaklardan öğrenildiğine göre Sultan III Ahmet döneminde yapılmıştır Baron Philip Franz Gudenus’un gravürlerinde köşkün küçük bir krokisi ile dış görünümü bulunmaktadır Buna dayanılarak köşkün küçük ölçüde ve ahşaptan olduğu Başhavuz içerisindeki suları seyretmek ve sesini dinlemek için yapıldığı sanılmaktadır
Başhavuz’un yanındaki duvarlar üzerinde kâgir bir kaide üzerine oturtulmuş ve havuz yönüne doğru teraslarla genişletilmiştir Böylece havuz ile bütünlük sağlanmıştır Kasır kareye yakın dikdörtgen planlı olup, çevresi ahşap dikmelerle çevrelenmiştir Bunların arasındaki açıklıklara da pencereler yerleştirilmiştir Üzeri geniş saçaklı basık bir çatı ile örtülmüştür

Bayıldım (İftar) Köşkü (Beşiktaş)
İstanbul Beşiktaş ilçesinde, Dolmabahçe Sarayı’nın arkasında bugünkü Swiss Oteli’nin yakınında bulunan bu köşk günümüze gelememiştir Köşkü Sultan I Mahmut 1748 yılında yaptırmıştır Köşkü gören sultanların “Bayıldım” demesinden ötürü de köşke bu isim verilmiştir Sultan I Mahmut’un sevdiği ve sık sık uğradığı bu köşkte Ramazan aylarında iftar vermesinden ötürü de bazı kaynaklara İftar Köşkü olarak geçmiştir Sultan III Osman zamanında, 1755’te kısmen yanan köşk, daha sonra eski haline uygun olarak yeniden yapılmıştır
Bayıldım Köşkü’nden günümüze hiçbir iz gelmemiştir Onunla ilgili bilgiler, köşkü 1787 yıllarında gören d’Ohsonn’un XVIII yüzyılda yapmış olduğu bir gravürden edinilmiştir Buna dayanılarak köfeki taşından temeller üzerine ahşap malzeme ile doğu-batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen bir planı vardır İki katlı yapının doğu ucunda her iki katta da sedirli birer divanhanesi bulunuyordu İki kat arasında üst kat açıklıkları ile saçak arasında enli çıtalarla yapılmış yatay kuşaklara yer verilmiştir Üst kat sofasının güneyinde iki oda olduğu, güney ve kuzeyinde ikişer oda olduğu sanılmaktadır

Baltacı Köşkü (Konağı) (Eminönü)
İstanbul Eminönü ilçesi, Sultanahmet’te Yerebatan Sarnıcı’nın üzerinde bulunan bu köşk XVIII yüzyılın ortalarında yapılmıştır Osmanlı sivil mimari özelliklerini yansıtan bu köşk günümüze ulaşamamıştır
Zemin katın üzerinde iki katlıdır Zemin katın büyük bir bölümünü avluya açılan büyük bir taşlık meydana getirmiştir Bu taşlığın çevresinde servis birimleri ve üzerindeki hamamın alt yapısı bulunuyordu Buradan bir merdivenle de Yerebatan Sarnıcı’na iniliyordu Konak taşlık, harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelmiştir Zemin katı kare kesitli ahşap dikmeler üzerine oturtulmuştur Bu bölüm dikdörtgen planlı sofalar ve bunların çevresindeki odalardan oluşmuştur Harem ve selamlık sofaları bir koridorla birbirine bağlanmıştır Selamlık merdiveninin tek yönlü olmasına karşılık harem merdiveni taşlıktan iki yönlü olarak başlamaktaydı Bu düzenleme konağın birinci ve ikinci katları arasındaki merdivenlerde de tekrarlanmıştır
Konağın ikinci katında karnıyarık plan düzeni kullanılmış, ortadaki salonun etrafına odalar sıralanmıştır İçerisi barok üslupta bezemelerle süslü idi Özellikle tavan göbeklerinin bezemelerinden kaynaklarda söz edilmektedir Bu konak bilinmeyen bir tarihte yanmış ve yok olmuştur

Abbas Halim Paşa Köşkleri (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Heybeliada’da Abbas Halim Paşa Mahallesi’nde bulunan bu köşkleri Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu, Prens Abbas Halim Paşa (1866–1935) 1897–1899 yıllarında yaptırmıştır
Paşaya ait olan yaklaşık 3 dönümlük arazi üzerinde üç ayrı köşk bulunmaktadır Bu köşklerin planları Hovsep Aznavur tarafından çizilmiştir Köşkler birbirlerinden farklı üsluplardadır Bunlar Harem Köşkü, Selamlık Köşkü ve Bendegân Köşkü’dür
Bu köşklerden Harem Köşkü Yeni İskele Yolu ile Abbas Paşa Sokağı’nın birleştiği yerde geniş bir bahçe içerisindedir Abbas Halim Paşa’nın ölümünden sonra köşk Prenses Zeynep Hanım’a geçmiş, 1945 yılında yıkılmıştır
Bu köşkün cephe tasarımı, mimari ayrıntıları ve süslemeleri Mimar Aznavur tarafından yapılmış ve eski Mısır mimarisinden esinlenilmiştir Köşk kâgir bir bodrum üzerinde iki kat ve bir de çatı katından meydana gelmiştir Kuzeybatıda denize bakan giriş cephesi ile yan cephelerdeki dışa taşkın bölümler eski Mısır mimarisi ile yakınlık gösterdiği gibi mabet cephelerinde kullanılmış pilonlara da burada yer verilmiştir Aşağıdan yukarıya doğru daralan kesik piramitlere benzeyen bu pilonlar kabartma ve şeritlerle bezenmiş ve bütünü silmeler içerisine alınmıştır Pilonların üzerinde hiyerogliflerle bezeli lotus biçiminde başlıklar bulunmaktadır Bunlar aynı zamanda üzerindeki balkonu da taşımaktadır
Girişten bir sahanlığa, oradan da köşkün holüne girilmektedir İç mekân tasarımında Osmanlı sivil mimarisinin ana hatlarının ağırlık kazandığı görülmektedir Zemin katta bulunan sofa yapıyı boydan boya kat etmekte, çevresine de salon ve odalar yerleştirilmiştir Üst katın da bunun bir benzeri olduğu sanılmaktadır
Abbas Halim Paşa Köşklerinden Selamlık Köşkü, Refah Şehitleri Caddesi ile Fettah Sokağı’nın köşesinde bulunmaktadır Selamlık olarak düzenlenen, meyilli bir arsada yer alan ahşap köşk iki katlıdır Refah Şehitleri Caddesi’nden içerisine girilen köşkün arazi konumu ile meydana getirilmiş bir bodrumu bulunmaktadır Zemin kat bahçe yönüne doğru ahşap dikmelere oturmaktadır Üst kat ise zemine göre biraz daha geriye çekilmiştir Ana girişten camekânlı bir taşlığa, oradan da yapıyı boydan boya kat eden bir sofaya geçilmektedir Büyük kemerli pencerelerle aydınlatılan, arka bahçeye yönelik sofanın iki yanına küçüklü büyüklü odalar sıralanmıştır Osmanlı ampir izlerinin ağırlık gösterdiği bu köşk, XIX yüzyılda Boğaz’da yapılan yalılarla benzerlik göstermektedir
Bu köşklerden Bendegân Köşkü Fettah Sokağı ile Yeni İskele Yolu’nun kavşağında bulunmaktadır Burada Abbas Halim Paşa’nın oldukça kalabalık olan maiyeti yaşamıştır Günümüze gelebilen bu yapı üç katlı ve ahşap olup, II Meşrutiyet döneminde bir süre Sebilürreşad Rüştiyesi olarak kullanılmış, Paşa’nın ölümünden sonra da Prenses Nimet Hanım’a geçmiş 1938 yılında da satılmıştır
Bu köşk plan olarak diğerlerine benzer şekilde ortada sofa ve çevresinde salon ile odalardan meydana gelmiştir

İlyasko Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükada’da Çankaya (Nizam) Caddesi’nde bulunan bu köşk, Galata bankerlerinden Konstantinos İlyasko tarafından XIX yüzyılın sonlarında yaptırılmıştır Köşk XX yüzyılın başlarında Sultan II Abdülhamit’in yakınlarından Arap İzzet Paşa’nın mülkiyetine geçmiş, 1976 yılında da satılmış ve 1978’de de yıktırılmıştır Bugün köşkün yerinde aynı ölçüde ve aynı plan ve cephe düzeninde yapılmış bir konut bulunmaktadır
Sovyet İhtilali’nin öncülerinden Leon Troçki (ölm1940) Rusya’dan Stalin’in baskısı nedeni ile İstanbul’a kaçmış 1929–1933 yıllarında ailesi ve yardımcıları ile birlikte polis koruması altında bu köşkte yaşamıştır Hayatım isimli otobiyografisini de bu köşkte yazmıştır
Köşk bodrum katı üzerinde iki katlı kâgir bir yapı olup, ahşap döşemelidir Köşkün setler halinde denize kadar inen geniş bir bahçesi bulunuyordu Bu bahçenin içerisinde kuzey-güney doğrultusunda simetrik olarak düzenlenmiştir Güney cephesindeki zemin katı sofasına açılan giriş kapısı ortada ve geriye çekilmiş konumdadır Bunun üzerine bir balkon yerleştirilmiştir Bu cephede altlı üstlü dörder pencere bulunmaktadır Yapının bütününde Neo-Klasik üslubu yansıtan şekillere, Toskana tipi sütun başlıklarına rastlanmaktadır Köşkün iç tasarımında orta sofalı plan tipi uygulanmıştır Zemin katta salonlar, üst katta yatak odaları ve katların ekseninde de balkonlarla birleşen sofalar bulunmaktadır Ancak günümüzde yenilenen plan düzeninde kısmen bu mimari bozulmuştur

Hulusi Bey Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Heybeliada’da Lozan Zaferi Caddesi ile Bahriyeli Şükrü Bey Aralığı’nın kavşağında bulunan bu köşk dönemin tüccar ve bankerlerinden Kiryako Hacopulo tarafından kızı Eleni için 1870’lerin sonunda yaptırılmıştır Mimarının İtalyan olduğu söylenirse de kimliği konusunda bir bilgi edinilememiştir
Heybeliadalıların Köşk olarak isimlendirdiği bu yapı Selanik Şehremini ve Serez Mebusu Selamizâde Ahmet Bey tarafından Eleni Hacopulo’nun varislerinden 1920 yılında satın alınmıştır Ahmet Hulusi Bey’in eşi Rukiye Seniha Hanım’ın mülkiyetine geçmiştir Köşkte devrin ünlü kişileri dost toplantıları yapmışlar ve bu toplantılarla ilgili yorumlar o dönem basında yer almıştır Bu toplantılara katılanlar arasında Prens Abbas Halim Paşa, Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşazade, Doktor Rıfat Hüsamettin Paşa, Hacı Sami Bey, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Selahattin Pınar, Hafız Kemal Gürses, Hafız Sadedin Kaynak ve Osman Nihat Akın, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı gibi ünlü kişiler bulunuyordu
Hulusi Bey Köşkü eğimli bir arazide yapılmış bu nedenle de alçak bir istinat duvarı ile sınırlandırılmıştır Bu duvarın arkasında merdivenlerle çıkılan iki kapı bulunmaktadır Demir kanatlı ana girişin üzerinde Selamizâde Ahmet Hulusi Bey’in beyzi bir madalyonu yerleştirilmiştir Yapı arazi meylinden ötürü altta kalan sette bodrum ve çatı katından oluşmuştur Yığma tekniği ile inşa edilmiş köşkün taş örgülü duvarları demir gergilerle birbirine bağlanmıştır
Köşkün asıl yapısı dikdörtgen planlı olup, burada ampir Neo-Roma üslubunun hâkim olduğu görülmektedir Cadde üzerindeki doğu cephesi bodrum üzerine iki kat ve çekme katlıdır Buradaki ana girişin önünde eyvan niteliğinde bir terasa yer verilmiştir Bu terasın üzerindeki çıkma mermerden yontulmuş, yivli sütunlar üzerine oturtulmuştur Ana girişin açıldığı zemin katın sofasının diğer ucuna da buna benzer camekânlı ikinci bir kapı yapılmıştır
Köşk orta sofalı plan şeması şeklinde olup, zemin, üst ve çatı katındaki birimler dikdörtgen planlı sofaların etrafında sıralanmıştır Ayrıca zemin kat sofasının kuzeyinde birbirleri ile bağlantılı iki salona daha yer verilmiştir Zemin kat sofasının güneyinde küçük bir salon ile yemek salonu bulunmaktadır Bu salonun arkasında yerli dolaplarla donatılmış mutfak ve servis odası vardır Buradaki mutfak bahçeye açıldığı gibi aynı zamanda bir sarnıcın üzerine oturtulmuş ve üzeri arka bahçeye açılan bir teras olarak değerlendirilmiştir
Köşkün cephelerinde sıralanan pencereler ahşap panjurlu ve dikdörtgen şekildedir Bunlardan üst kattakilere üçgen alınlıklar yerleştirilmiştir Bu alınlıklar yivli ve korint başlıklı plasterler üzerine oturtulmuştur Köşkün içerisi Neo-Rönesans üslubunda bezemelerle kaplanmıştır Özellikle zemin kattaki mekânların tavanları yuvarlak madalyonlar içerisine alınmış manzara resimleri, çiçek demetleri, yemek salonunun tavanları da natürmortlarla bezelidir Üst kat sofasının tavanında bağdadi sıva üzerine kalem işi tekniği ile yapılmış yuvarlak çerçeveler içerisinde manzara resimleri bulunmaktadır
Köşk günümüzde özgün mimari yapısını ve bezemesini korumuştur

Agopyan Köşkü (Adalar)
İstanbul ili Adalar ilçesinde, Büyükada’da Çankaya Meydanı’nda bulunan bu köşk XIX yüzyılın sonlarında Neo-Klasik üslupta yapılmıştır
Köşk üç katlı olup, dıştan at nalı kemerleri ve Selçuklu sanatını yansıtan geçmeli yıldızlarla bezenmiştir Köşkün sol yan ve arka cephesi ana cepheye göre çok daha sadedir Simetrik bir plan düzeni olup, iç sofalı plan düzenindedir Ahşap sütunlu çıkmalı giriş cephesinin karşısına gelen merdivenlerle üst katlara çıkılmakta olup, buradaki sofanın iki yanına odalar sıralanmıştır Köşe odaları arasına da servis hücreleri yerleştirilmiştir
Günümüzde Çankaya Oteli olarak hizmet vermektedir

Çavuşoğlu Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükada’da Çankaya (Nizam) Caddesi üzerinde bulunan bu köşk XX yüzyılın başlarında Kaptan Haralambos Çavuşoğlu tarafından yaptırılmıştır
Geniş bir bahçe içerisinde bulunan bu köşk, yaptıranın 1922’de Türkiye’yi terk etmesi üzerine Milli Emlak’e geçmiş satış yolu ile de çeşitli şahıslar arasında el değiştirmiştir Köşk üç katlı kâgir bir yapıdır Zemin katına çift kollu döküm parmaklıklı merdivenle çıkılmaktadır Buradan ulaşılan giriş sahanlığı ile bahçe arasında bulunan kot farkından ötürü yüzeyler XIX yüzyıl Avrupa mimarisinde etkili olan yapay kayalıklarla kaplanmıştır Köşkün cephe tasarımında ampir üslubu açıkça görülmektedir Kat araları silmelerle üçüz yivlerle bezenmiştir Ana girişin bulunduğu kuzey cephesinin ortasında her iki katta da geriye çekilmiş sütunların taşıdığı birer balkon bulunmaktadır Bu sütunlardan alt kattakiler dor, üst kattakiler de ion nizamındadır Üst kat balkonu akroterli bir alınlıkla tamamlanmıştır Giriş cephesinde ve balkonların arkasında sofalar bulunmaktadır Bunlardan zemin katta salonlar, üst katta ise yatak odaları bulunmaktadır Bodrum katı tümü ile servis birimlerine ayrılmıştır

Hacapulos Köşkü (Hükümet Konağı) (Adalar)


İstanbul ili Adalar ilçesi, Büyükada Çankaya Caddesi’nde bulunan bu köşkün XX yüzyılın başında yapıldığı sanılmaktadır
Köşk 10527 m2’lik bir alanda üç katlı ahşap olarak yapılmıştır Yapımından bir süre sonra Emperyal Oteli olarak kullanılmış, Cumhuriyetin ilanından sonra 1929’dan itibaren Hükümet Konağı olarak kullanılmıştır
Büyük bir bahçe içerisinde olan köşke mermer döşeli bir köprü ile girilmektedir Orta sofalı plan tipinde olan köşkün sol yanına kâgir bir kule ile üzerine bir seyir balkonu yerleştirilmiştir Sofanın çevresinde odalar yer almaktadır Birinci katta dört büyük oda, ikinci katta on oda, üçüncü katta da dokuz oda bulunmaktadır Otel olarak kullanıldığı sırada üzerine bir de çatı katı eklenmiştir
Köşkün sekiz sütunlu girişinin üzeri balkon ve kapalı bir mekân olarak düzenlenmiştir Oda ve sofaların tavanları kabartma motifler ve kalem işleri ile bezelidir

Con Paşa Köşkü (John Avrimidis Evi) (Adalar)


İstanbul Adalar ilçesi, Büyükada’da Çankaya (Nizam) Caddesi üzerinde bulunan bu köşk Osmanlı ricalinden Con Paşa ismi ile tanınan Trasivolos Yannaros tarafından 1880 yılında yaptırılmıştır Mimarı Ahileus Poliçiş’tir
Köşk Büyükada’nın en tanınmış köşklerinden olup, IDünya Savaşı sırasında Milli Emlak’e geçmiş daha sonra çeşitli kişiler arasında el değiştirmiştir Günümüzde Borovalı ailesinin yazlık konutudur
Son dönem Osmanlı mimarisi üslubunda üç katlı olarak yapılan köşk, önündeki caddeye paralel, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır Mimarisinin yanı sıra mekân tasarımları, iç ve dış süslemeleri ile tanınan bu köşkün içerisinde, zemin katta birbirleri ile bağlantılı kabul salonlarının tavanlarında Neo-Rönesans üslubunda bezemeleri dikkat çekmektedir Buradaki tavanlar konsollu silmelerle çevrelenmiş, içerisindeki sekizgen kasetler daire veya elips biçiminde çeşitli resimlerle doldurulmuştur Bu resimlerin çoğu alegorik tasvirler olduğu gibi Mısır ile ilgili konulara da yer verilmiştir
Köşkün cephe görünümünde eklektik üslubun özellikleri görülmektedir Dikdörtgen çerçeveli pencereler ahşap panjurlarla örtülmüş olup, bunların tümü ampir üslubunu yansıtmaktadır Cephe görünümü balkon ve çıkmaların yanı sıra köşelere yerleştirilmiş yüksek, kesik piramit biçiminde külahlarla hareketlendirilmiştir Ayrıca çinko levhalarla örtülen bu külahların tepesine küçük akrotelli kubbecikler yerleştirilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Ayasofya Türbeleri (Eminönü)
Ayasofya Müzesi’nin avlusunda beş Osmanlı padişahının türbesi bulunmaktadır Bunlar Sultan II Selim (1524–1574), Sultan III Murat (1546–1695), Sultan III Mehmet (1566–1603), Sultan İbrahim (1615–1648) ve Sultan IMustafa’nın (1591–1639) türbeleridir Beş Osmanlı padişahının aynı yerde gömüldüğü tek yapı da Ayasofya’dır Bu türbeler Mimar Sinan, Mimar Davut ve Mimar Dalgıç Mehmet Ağa’ya aittir Bu türbelerde Osmanlı sanatının en güzel örnekleri bir araya getirilmiştir

Sultan II Selim Türbesi

Sultan II Selim’in ölümünden üç yıl sonra 1577’de yapılan türbesi Mimar Sinan’ın eseridir Dışarıdan mermer kaplı, kare planlı, çifte kubbeli bir yapıdır Yüksek ve iki bölümlü kubbe kemerlerin yardımıyla içeriden sekiz sütun üzerine oturtulmuştur
Türbenin basık kemerli kapısı üzerinde, çini üzerine kartuşlar içerisine alınmış iki beyitli bir kitabe bulunmaktadır:
“Rıhlet etti Hazret-i Sultan Selim
Ana rahmet ide Rabbü’l-Âlemin
Geçti evlâd-ı kiramıyla o Şah
Rahmetü’İlahi aleyhim cemain
Yaptılar bir türbe-i cennet misal
Dense lâyık kasr-ı Firdevs-i berin
Hatif-i Kutsi dedi tarihini
Türbe-i Sultan Selim pâk-i din 984
Bu türbe iç düzenlemesi itibarı ile Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’ne benzeyen Mimar Sinan’ın ilginç yapılarından bir örnektir Türbe köşeleri genişçe pahlanmış bir gövde üzerinde yükselen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür İçten kare planlı olan türbenin duvarlarında sekizgen bir plan şekli uygulanmış ve bunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanarak pandantifli kubbeyi taşımaktadırlar Böylece Kanuni Sultan Süleyman türbesinde olduğu gibi, üst yapı itibarı ile sekizgen bir orta mekân elde edilmiş ve iç kısmında sandukaların çevresini dolaşan bir galeri elde edilmiştir
Geniş saçaklı, üç kemerli revakın ardından girişteki iki büyük çini pano dikkati çekmektedir Buradaki firuze, mavi renkli çiniler XVI yüzyılın en güzel örneklerini yansıtmaktadır XIX yüzyılın sonlarında İstanbul’da dişçilik yapan SDoringy isimli bir Fransız, zamanının bir Evkaf Nezareti’ne başvurarak türbenin eksik çinilerini tamamlamak istediğini belirtmiş ve kendisine izin verilmiştir SDoringy bu çinilerin hakikileri yerine Yeni Cami Hünkâr Kasrı’nda olduğu gibi panolardan birini sökerek götürmüş ve yerine bir taklidini yağlı boya ile yapmıştır Günümüzde bu çini pano Louvr Müzesi’nde sergilenmektedir
Türbenin içerisi zeminden 450 m ye kadar yükseklikte çinilerle kaplıdır Pencere ve dolapların arasındaki yüzeyler, alt pencerelerin kenarına kadar beyaz zemin üzerine mavi, yeşil, kırmızı, lacivert renkte çiçek ve yapraklarla süslüdür Firuze zemine beyaz Çin bulutları ile işlenmiş bordürler pencere ve dolap kapaklarını çevrelemektedir Pencerelerin üzerinde lacivert zemine beyaz celi-sülüs yazı ile yazılmış ayetlerden oluşan geniş bir yazı kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır Pandantiflerin ortasına da İsm-i Celâl ve Cihar yar-ı Güzi’nin isimlerini oluşturan yuvarlak madalyonlar yerleştirilmiştir
Türbe içerisinde 41 sanduka bulunmaktadır Bunlar Sultan II Selim’in büyük ve yüksek sandukasının yanı sıra, III Murat’ın annesi Nurbanu Sultan, Sultan II Selim’in kızları Gevherhan Sultan, İsmihan Sultan ve Sultan III Murat’ın cülüsünde (tahta çıkışı sırasında) boğdurulan Sultan II Selim’in şehzadelerinden Şehzade Süleyman, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah ile Sultan III Mehmet’in boğdurduğu 21 erkek kardeşi ile Sultan III Murat’ın oğulları ile kızlarına aittir

Sultan III Murat Türbesi

Ayasofya haziresindeki Sultan III Murat’ın (1546–1695)Türbesi, ölümünden sonra Mimar Davut Ağa tarafından yaptırılmıştır Türbe Sultan II Selim ile Şehzadeler Türbesi’nin arasındadır Türbenin yapımına 1595 yılında başlanmış, Mimar Davut Ağa’nın yanı sıra Dalgıç Ahmet Ağa da kendisine yardımcı olmuştur Davut Ağa’nın 1598’de ölümü üzerine türbeyi Mimar Dalgıç Ahmet Ağa 1599–1560 yılında tamamlamıştır
Türbenin dışı mermer kaplı, altıgen planlı olup, üzeri iç ve dış olmak üzere iki kubbe ile örtülmüştür Bu kubbeler doğrudan doğruya duvarların üzerine oturtulmuştur Burada Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan II Selim türbelerinde uyguladığı sistem tekrar edilmiştir İç mekânda altı sütun ortadaki sandukalar ile dış duvarlar arasındaki koridoru meydana getirmiştir
Türbenin içerisindeki duvarlar sekilerden itibaren 420 m yüksekliğe kadar XVI yüzyılın mercan kırmızısı rengindeki çinilerle kaplıdır Pencere ve dolapların etrafı çiçekli bir bordür ile çevrelenmiş, aralarda kalan duvar yüzeylerine kırmızı palmet, yeşil kıvrık yaprak, mavi şakayık ve Çin bulutlarından oluşan çiniler yerleştirilmiştir Bunlar renk, kalite ve kompozisyon yönünden yapıldığı dönemin en güzel örnekleri arasındadır Pencerelerin üzerinde lacivert zeminli, beyaz ve celi-sülüs ile yazılmış Besmele ve ayetleri kapsayan bir yazı kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır İç mekândaki büyük sivri kemerler kalem işleri ile boyanmıştır Pandantiflerin ortasına birer dairevi madalyon yerleştirilmiş ve buraya Esma-i Hüsna yazılmıştır Kubbe yazı ve çeşitli motiflerle bezelidir Ortada Besmele ile birlikte Fatiha suresinin bulunduğu bir madalyon yer almaktadır Ayrıca İsmi Celâl ve İsmi Nebi’nin tekrarlandığı kufi bir yazı şeridi de dikkati çekmektedir
Türbenin abanoz ağacından yapılmış kapısı Türk ağaç işçiliğinin güzel örnekleri arasındadır Kapının sağ ve sol kanatlarındaki “Küllü nefsin Zâikatü’l- mevt sümme ileyna terceün” ayetinin yazılı olduğu sedef kakmalı kareler Dalgıç Ahmet Ağa’ya aittir
Türbede çeşitli ölçülerde 50 sanduka bulunmaktadır Sultan III Murat başta olmak üzere, hasekisi ve Sultan III Mehmet’in annesi Safiye Sultan, III Murat’ın kızları Fahri, Mihriban ve Fatma sultanlar ve ayrıca 20 kızı, Sultan IAhmet’in şehzadesi Kasım, Sultan III Mehmet’in tahta çıktığı sırada öldürülen 20 şehzadesi, 20 kızı, Sultan İbrahim’in bir şehzadesi ve iki kız gömülüdür
Türbenin yanında Sultan III Murat’ın oğullarının gömülü bulunduğu dıştan sekizgen, içten dört köşeli Şehzadeler Türbesinde Padişahın dört oğlu ile kızı gömülüdür

III Mehmet Türbesi
Ayasofya haziresinde bulunan Sultan III Mehmet’in türbesini Mimar Dalgıç Ahmet Ağa yaptırmıştır Bu türbe de Kanuni Sultan Süleyman, Sultan II Selim ve Sultan III Murat türbelerinde uygulanan mimari sistem küçük değişikliklerle tekrar edilmiştir Dalgıç Ahmet Ağa’nın eseri olan bu türbe dıştan mermer kaplı, içten de sekiz köşeli plana sahiptir Türbenin üzerini örten iç ve dış olmak üzere iki bölümden meydana gelen kubbe, doğrudan doğruya duvarların üzerine oturtulmuştur Sonraki dönemlerde Sultan III Mehmet’in ölen kızları için giriş kapısının iki yanına yeni bölümler eklenmiştir
Türbenin önünde üç kemerli bir revak bulunmaktadır Bu revakın zamanla bazı değişikliğe uğradığı, sütun başlıkları ve duvarlar üzerindeki resimlerden anlaşılmaktadır Giriş kapısı XVIII-XIX yüzyılın barok özelliklerini yansıtmaktadır Bu da bu bölümün yenilendiğine işaret etmektedir
Türbenin içerisi muntazam sekizgen bir plan göstermekte olup, sekiz mermer sütun, sekiz büyük kemerle birbirine bağlanarak pandantifli iç kubbeye dayanak sağlamaktadır Böylece Kanuni türbesindeki iç mekânın düzeni burada bir kez daha tekrarlanmıştır Baklavalı başlıklara oturtulan kemerler duvarlarla ve çok yüksekteki bağlantı kemeri ile birleştirilmiştir Türbenin içerisi İznik işi çinilerle kaplanmıştır Alt sıralardaki pencere ve dolapların arasında kalan duvarlar tamamen çinilerle kaplıdır Ancak bu türbe çinilerinde sonraki dönemlerde yapılan eklemeler de görülmektedir Türbe içerisinde kalem işleri görülmemekte olup, onların yerini yaprak-çiçek kompozisyonları almıştır Pandantiflerin ortasında yeşil zeminli yuvarlak madalyonlara altın yaldızla Lafsa-i Celâl, İsm-i Nebi, Cihar yar-ı Güzin, Hasan ve Hüseyin isimleri yazılmıştır Madalyonların çevresi de lotuslar ve rumi kıvrımlarla doldurulmuştur Kubbe göbeğinde madalyon içerisinde bir ayet bulunmaktadır
Türbenin içerisinde ve dışında çeşitli yerlere yerleştirilmiş kitabe ve yazılar bulunmaktadır Bunlardan kapının basık kemeri üzerinde iki satır halinde altı kartuş içerisine yazılmış kitabesi okunmaktadır:
“Ruh-ı pak-i Hazreti Sultan Mehmed Han içun-farz-ı ayn oldu şam u seher her salihe daima firdevs-i a’ladâ meşam canına
İrişe Gülizar-ı kutsiden muattar rayiha-azm-i Firdevs ettiğine hükmüya tarihtir Okuyun Sultan Mehmed can-i çün Fatiha
Bunun yaı sıra türbenin dışta batı cephesine, alt pencere ile orta sıradaki pencerelerin arasındaki yüzeye üç satır halinde, her mısraı ayrı bir kartuş içerisine alınmış uzun bir kitabe yerleştirilmiştir Bu kitabeden türbenin Sultan I Ahmet tarafından babasının ölümü üzerine yaptırıldığı ve binanın 1608–1609 yıllarında tamamlandığı yazılıdır Buna dayanılarak türbenin Sultan III Mehmet’in ölümünden beş yıl sonra tamamlandığı anlaşılmaktadır
Türbede Sultan III Mehmet’in yanı sıra Sultan I Ahmet’in annesi Handan Sultan, Sultan I Ahmet’in üç oğlu ve on dört kızı ile Sultan III Murat’ın kızı Ayşe Sultan gömülüdür Giriş revakının iki yanındaki mekânlarda da Sultan III Murat’ın kızları gömülüdür

Sultan İbrahim ve Sultan I Mustafa Türbesi
Ayasofya’nın Bizans Çağı’na tarihlenen vaftizhanesi fetihten sonra bir süre camiye dönüştürülen yapının kandillerinin yanmasını sağlayan yağhane olarak kullanılmıştır Sultan I Mustafa’nın 1623 yılında ölümü üzerine gömülmesi için yer bulunamamış, naşı bir süre bekletildikten sonra vaftizhane türbeye dönüştürülmüş ve oraya gömülmüştür
Sultan İbrahim’in 1648 yılında ölümünden sonra O da Sultan I Mustafa’nın yanına gömülmüştür Bu türbenin kubbedeki kalem işi dışında bezemesi bulunmamaktadır Duvarlardan bir parçası üzerinde Bizans döneminden kaldığı sanılan bir fresko izi bulunmaktadır
Vaftizhane ile Ayasofya arasında küçük bir iç avlu bulunmaktadır Bu avlu içerisinde Bizans döneminden kalma bir vaftiz teknesi ile Osmanlı döneminden kalan yağ küpleri görülmektedir
Bu vaftizhane ve sonra türbeye dönüştürülen bölüm, ana yapının güneybatı köşesinde, kare planlı ve anıtsal bir yapıdır Üzeri dıştan kasnaksız kurşun kaplı, basık bir kubbe ile örtülüdür İçeride köşelerde, kare dış duvarların içlerine dört eksetra oyulmuş ve böylece binanın üzeri sekizgene dönüştürülmüştür Duvarlarda sekiz niş bulunmakta olup, iç kısımdaki sekizgen planı daha da belirginleştirmektedir Bu nişlerden doğudaki hafifçe dışa taşkın olup, bir apsis oluşturmaktadır
Vaftizhanenin batısında kalan narteks bölümü üzeri çapraz tonozlu üç bölüm halindedir Vaftizhanenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Bazı iddialara göre IIustinianus, bazı iddialara göre de II Theodosius zamanından kalmadır Mimari işçiliği ve kullanılan elemanlar bugünkü Ayasofya’dan farklıdır
Türbede Sultan I Mustafa ve Sultan İbrahim’den başka Sultan IV Murat’ın kızı ve Melek Ahmet Paşa’nın eşi Esmahan Kaya Sultan, I Ahmet’in kızı, Bayram Paşa’nın eşi Hanzade Sultan, I Ahmet’in kızı ve Kenan Paşa’nın eşi Atike Sultan, Sultan İbrahim’in kızı ve İbşir Paşa’nın eşi Buy-unus Ayşe Sultan, Sultan İbrahim’in oğlu Şehzade Selim, Sultan IV Mehmet’in oğlu Şehzade İbrahim ve Sultan II Ahmet’in oğlu Şehzade İbrahim gömülü bulunmaktadır Türbe içerisinde toplam on sekiz sanduka bulunmakta olup, bunların dışındakilerin kime ait olduğu bilinmemektedir

Sultan I Ahmet Türbesi (Eminönü)


Sultan IAhmed’in (1603–1617) Türbesi, Sultanahmet Külliyesi’nin kuzeydoğu köşesinde bulunmaktadır Duvar ile çevrili olan türbenin arkasında bir darülkurra, revakların önündeki köşede daha önce sebil olan ve XIX yüzyılda muvakkithaneye dönüştürülen, günümüzde Türbeler Müzesi Müdürlüğü olarak kullanılan bir yapı bulunmaktadır
Sultan IAhmed’in 1617’de ölümünden sonra Sultan IMustafa (1617–1618/1622–1623) döneminde 1617–1618 yıllarında türbenin yapımına başlanmış, Sultan II Osman (1618–1622) döneminde 1619’da tamamlanmıştır
Türbe XVI yüzyıl türbelerinden ayrı bir mimari üslup göstermektedir Bu yapıda iç koridorlu mekân düzeninden ve çift cidarlı kubbeden vazgeçilmiştir Girişin karşısına bir çıkıntı yapılmıştır Kare planlı olan yapının cepheleri mermerle kaplanmış olup, köşeler pahlanarak yumuşatılmıştır Bu pahlanan kısımlar üstte mukarnas dolgular ile son bulmaktadır Türbe cephelerdeki üç sıra pencere ile aydınlatılmıştır Alt sıra pencereler ahşap kapaklı dikdörtgen söveli, üst sıra pencerelerse sivri kemerli ve şebekelidir Türbenin yan cephelerine açılan farklı boyuttaki bu pencereler asimetrik bir görünüme sahiptir Sultan I Ahmed’in sandukasının hizasına rastlayan pencereler diğerlerinden daha büyük tutulmuş ve böylece farklı bir görünüm elde edilmiştir
Türbenin üzeri çokgen bir kasnak üzerine oturan kubbe ile örtülmüştür Türbe girişi üç bölümlü bir revak görünümündedir Bu revakın üst örtüsü önde dört, arkasında duvarlara gömülü iki sütun üzerine oturmaktadır Buradaki mukarnas başlıklı mermer sütunlar iki ayrı renkli taştan örülmüş ve bunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır Bu kemerlerin ortasında ayna tonoz, iki yanında da birer kubbe bulunmaktadır Üst örtünün içerisi bitkisel kalem işleri ile bezenmiştir Türbe giriş revakı daha geniş tutulmuş ve iki yanına da mermer korkuluklu sekiler yerleştirilmiştir Türbe girişi basık kemerli bir kapı olup, bunun üzerinde üç satırlık on iki kartuşlu bir kitabeye yer verilmiştir:
“Hüsrev-i Cennet-mekân hakan-ı Firdevs-i aşiyan
Daver-i Cemşid ferdray-ı hurşid i’tila
Yani Sultan Ahmed ol Şah-ı Süleyman kadr kim
Şahlar olurlar idi dergehine çehresa
Gördü kim bu alem-i fani değil Cay-i karar
Can atıp firdevse kıldı azm-i aklim-i beka
Şahbaz ruh-ı paki arşa pervaz eyledi
Oldu cism-i pakine bu merkad-i ca dilguşa
Habgahın adın kıl ya Rab o şah-ı adilin
Cennet-i a’lada lutfunla müyesser kıl lika
Türbe-i ulyasının ihtimamına tarihdir
Türbe-i Sultan Ahmed evc-i ı’lliyyin ola
1028 (1619)
Türbenin ahşap kapı kanatları üç bölüm halindedir Bu kapıda kündekari teknik uygulanmış, geçmelerin içerisi sedef, fildişi ve bağa ile kaplanmıştır Türbenin girişi üzerine bir mahfil yerleştirilmiş, buraya çıkışı sağlayan merdiven giriş kapısı ile dolap nişi arasına yerleştirilmiştir Türbenin üzerini örten kubbeye geçiş duvarlardan dışarı taşan sekiz sivri kemer ve bu kemerlerin mukarnaslı üçgenleri üzerine oturtulmuştur
Sultan I Ahmet Türbesi çini, kalem işi ve ahşap işçiliğinin güzel örneklerini bir araya getirmiştir Alt sıra pencerelerin üzerlerine kadar zeminden çiniler ile kaplıdır XVII yüzyıl sıratlı tekniğindeki bu çinilerde bitkisel kompozisyonlara ağırlık verilmiştir Çini panoların üzerini lacivert zemine beyaz sülüs hat ile yazılmış Mülk suresine yer verilmiştir Bu ayet kuşağı bütün türbeyi çepeçevre dolaşmaktadır Çinilerin üzerinde kalan bölüm ise zengin kalem işleri ile bezenmiştir Kubbenin ortasına madalyon içerisine Fâtır suresinin 41 ayeti; pandantiflerdeki madalyonlar içerisine de Esma-ül Hüsna yazılmıştır
Türbede Sultan I Ahmet, oğulları Sultan II Osman, Sultan IV Murad, Kösem Valide Sultan (Mahpeyker Sultan), I Ahmed’in, II Osman’ın, IV Murad’ın ve Sultan İbrahim’in kızları ile oğulları gömülüdür
Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, müze olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır

Sultan II Mahmud Türbesi (Eminönü)


İstanbul Eminönü ilçesi, Çemberlitaş’ta Divanyolu Caddesi üzerinde bulunan Sultan II Mahmut Türbesi çevresinde büyük bir alanı kaplayan, adeta bir Osmanlı anıtsal mezarlığı görünümündedir
Türbe sebil, muvakkithane ve hazireden meydana gelmiş olup, bunun bir kenarında bulunan Sultan II Mahmut Türbesi, Sultan II Mahmud’un (1808–1839) 1 Temmuz 1839’da ölümünden sonra yapılan görevlendirmelerle 1839’da yapılmış ve 11 Kasım 1840’ta açılmıştır Türbenin mimarları Ebniye-i Hümayun kalfalarından Ohannes Dadyan ve Bogos Dadyan’dır Türbenin mali ve idari işlerinden de bina emini Bekir Abdülhalim Efendi sorumlu olmuştur Türbedeki kitabeleri de Hattat Mehmet Haşim Efendi yazmıştır Türbenin dış avlu kapısı üzerindeki kitabe de Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’ye aittir
Sultan II Mahmut Türbesi ve hazireye açılan kapıların üzerinde Şair Ziver’in söyleyip, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin yazdığı kitabelerden birinci kapı üzerindeki kitabede;
“Fevz ve şevketle muammer eylesin
Şehriyar-ı asrî Hay Müsteân
Zâtı eslâf-ı selâtine onun
Hayrla hayru’l-halefdir bî-gümân
Vâlidî Mahmûd Han’ın kabrine
Türbe inşa kıldı ol Şah-cihan
Öyle âlî türbe kim Cennet gibi
Dâima olmuş makam-ı kudsiyan
Fatiha İhlâs okundukça Hudâ
Rûh-ı Han-ı Mahmud’u kılsın şadümân
Ziver’â tarihim oldu cevherîn
Türbe-i Mahmud Han kasr-ı Cinan / 1255”
İkinci kapı üzerindeki kitabede ise;
Menba‘-ı mâ’i’l-hayât ma‘dele’t-şâh-ı cihân
Hazret-i Abdülmecid Hân sâye-i Rabb-i Celîl
Hayr-ı cârîsi o şâhın meşreb-i pâkîzesi olmuş
Su gibi olmuş revân bulsa seza ecr-i cezîl
Vâlid-i zî-şânın rûh-ı şerîfi içün o Şeh
Eyledi ihyâ bu mevkî‘den sebîl-i bî-adîl
Rûh-ı Mahmûd Hân garîk-i rahmet olsa var yeri
Türbesi firdevs olup oldu sebîli selsebîl
Ya ilâhî teşne-gan etdikce bunda nûş-ı âb
Rûh-ı Hân-ı Mahmûd’u kıl seyrâb-ı in‘âm-ı cemîl
Cevher-i târihime su verdi Ziver-i feyz-i cûd
Buldu kevser ruh-ı Han-ı Mahmud içün zîbâ-sebil / 1256” Yazılıdır


Divanyolu Caddesi üzerinde, cephede, Çemberlitaş yönündeki köşede bulunan türbe sekizgen planlı olup, ön bölümü cadde üzerine taşmış ve buraya birkaç basamak merdiven yerleştirilmiştir Türbenin Sultanahmet yönündeki köşesine de bir çeşme yerleştirilmiş, böylece yuvarlak pencereli mezarlığın duvarlarında bir kenarda türbe, diğer kenarda da çeşme ve her ikisi arasındaki sebil ve giriş kapısı ile bir bütünlük sağlanmıştır
Mezarlık alanına giriş anıtsal bir kapı görünümündedir Türbe, kapılar ve sebil araları birbirlerine eşit uzunlukta dörder yuvarlak şebekeli pencerelidir Sebilin her iki yanındaki pencereler arkadaki başka bir mekâna da bağlı olduklarından madeni şebekelerin arkasına ayrıca ahşap aksam yerleştirilmiştir Bunların arkasında Muvakkithane ile Hünkâr Dairesi’ne yer verilmiştir Türbeye giriş bu yapının içerisindendir
Sekizgen planlı olan türbenin yan yüzeyleri kenarlarından biraz içeriye çekilmiş, plasterlerle hareketlendirilmiştir Saçak altına kadar uzanan bu plasterler antik çağın korint üslubuna benzemektedir Plasterler arasındaki yüzeylere yarım daire kemerli pencereler ve bunların üzerine içleri boş kartuşlar yerleştirilmiştir Pencere kemerlerinin üzengi hizasında bir silme türbeyi çepeçevre kuşatmakta, sonra da uzun cephenin pencereli duvarlarının üst bitimine bağlanmaktadır Bu silmelerin türbe plasterleri üzerlerine rastlayan bölümlerine de palmetli bir friz yerleştirilmiştir Ayrıca saçak altındaki yüzeylere çifter kılıçlı birer kalkan kabartmasına da yer verilmiştir Bu kalkanların bitiminde meşale şekilleri görülmektedir
Bütünüyle mermer kaplı olan cephenin tasarım ve uygulama düzeni madeni parmaklıklarda ve sebilim alemlerinde de görülmektedir Türbe 17 m çapında bir kubbe ile örtülüdür İçerisi kalem işleri ile bezenmiş, çiçek sepeti kabartmaları, armalarla süslenmiştir
Türbe içerisinde on sekiz sanduka bulunmaktadır Burada Sultan II Mahmud, Sultan Abdülaziz ve Sultan II Abdülhamid gömülü bulunmaktadır Sultanların sandukaları madeni ve sedef şebekeler içerisine alınmıştır Yalnızca Sultan II Mahmud’un madeni sanduka şebekesi özenli biçimde yapılmıştır
Türbe’ye girişteki uzun koridorun iki yanında bulunan odalardan sol taraftaki Nevfidan Türbesi olarak isimlendirilir Ayna tonozla örtülü olan bu odanın tavanı alçı kabartmalarla bezenmiştir Bu bezemelerde, saksı içerisinden çıkan çiçek demetleri ve etrafında çelenklerden gelişen süslemeler dikkat çekicidir Burada asıl türbe içerisinde gömülü bulunan üç Osmanlı padişahının eşleri ve çocuklarına ait sandukalar bulunmaktadır Girişin sağındaki oda ise kendi içinde ikiye bölünmüş olup, burasının türbe ziyaretine gelen sultanların dinlenme yeri olduğu sanılmaktadır
Türbenin içerisinde beyaz renk egemen olup, yalnızca bezeme olarak kubbe içerisinde alçı kasetli dekorasyon dikkati çekmektedir Diğer Osmanlı türbelerinde görülen ayet kuşağına burada da yer verilmiştir Siyah zemin üzerine altın yaldızlı Hud Suresinden ayetler yazılmıştır Bunun yanı sıra kapı üzerindeki kitabede Rahman Suresi’nden ayetler, kubbe kasnağı çevresinde Lafz-ı Celâl, İsm-i Nebi, Cihar-ı Yar-ı Güzin, Hasan ve Hüseyin isimleri madalyonlar içinde yazılmıştır


Türbenin içerisi rahleler, Kuran-ı Kerim, Şifa-i Şerifler, Ecza-i Şerifler, çeşitli levhalar, beratlar, Sultan II Mahmud’un tuğralı Kâbe örtüsü, ipek seccadeler, halılar, İran şalları, şamdanlar, avizeler ile bezenmiştir Bunlardan kubbeye asılı kristal avize İngiltere Kraliçesi Viktorya tarafından gönderilmiştir Kapının iki yanındaki altın yaldızlı duvar saatleri de Fransa İmparatoru III Napolyon’un hediyesidir
Türbe, Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, içerisindeki eşyaların büyük bir kısmı envanterlenerek Türbeler Müdürlüğü deposuna kaldırılmıştır
Sultan II Mahmud Türbesi’nin yanındaki avlu 1861 yılından sonra hazireye dönüştürülmüş ve büyük çoğunluğunu 1840–1920 tarihleri arasında görev yapmış önemli devlet adamları ve yazarların, şairlerin mezarları oluşturmaktadır Burada 150’ye yakın son dönem Osmanlı taş işçiliğini yansıtan, hat ve tarih yönünden önemli mermer lahit ve mezar taşı bulunmaktadır Burası açık hava mezar müzesi görünümündedir Burada gömülü olanların başında; Ahmed Fethi Paşa, Müşir Ahmed Eyüb Paşa, Süreyya Paşa, Damat Hasan Hüsnü Paşa, Sadullah Paşa, Mehmed Tevfik Paşa, Said Halim Paşa, Şevknihal Kadın, Revnak Kadın, Ferahnuma Kadın, Talha Ağa, Ahmed Raşid Zeynel Efendi; Hasan Fehmi Bey, Ahmed Samim; Muallim Naci, Ziya Gökalp gelmektedir
Türbe kompleksinin önünde bulunan Sebil caddeye taşmış olup, avlunun iki ana giriş kapısının ortasında bulunmaktadır Beyaz mermer kaplı sebil dört sütun üzerine oturan kubbe ile örtülmüştür Kubbenin içerisi dilimlere bölünmüş ve her bir dilimin içerisine çiçek demetlerinden oluşan alçı kompozisyonlar işlenmiştir
Sebilin iki yanındaki odalara avludan girilmektedir Sebile geçişi sağlayan avlunun sağında kalan bölüm Muvakkithane olup, burada Ahmed Eflâki Mevlevi Dedesi ilk muvakkit olarak görev yapmıştır Bu bölüm uzun yıllar Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün restoratörü YMimar Sedat Çetintaş’ın çalışma ofisi olarak kullanılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Sultan IIBeyazıt Türbesi (Eminönü)


İstanbul ili Eminönü ilçesi, Beyazıt Meydanı’nda Sultan II Bayazıt yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan türbe, Bayazıt Camisi’nin güneyinde, dış avlusunda bulunmaktadır Türbeyi II Bayazıt’ın (1481–1512) oğlu Yavuz Sultan Selim (1512–1520) caminin Kıble yönündeki boş alana yaptırmıştır Türbenin mimarı kesinlik kazanamamakla birlikte Mimar Hayreddin olduğu sanılmaktadır Sultan II Bayazıt saltanatı oğlu Yavuz Sultan Selim’e bıraktıktan sonra Dimetoka’ya gönderilmiş, ancak çorlu yakınlarında ölmüştür Bundan sonra İstanbul’a getirilerek kendi adına yaptırdığı camisine gömülmüştür Sultan II Bayazıt’ın 26 Mayıs 1512’de ölümü dikkate alındığında türbenin de 1513 yılının sonlarında veya 1514 yılının başında tamamlandığı sanılmaktadır
Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi formunda, köfeki taşından sekizgen planlı olup, her kenarı 535 m ölçüsündedir Üzeri sağır sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür Bu türbe Mimar Sinan öncesi Osmanlı devri mimarisi ile Klasik Osmanlı mimarisi arasında bir geçit teşkil etmektedir Türbenin her kenarında altlı üstlü ikişer penceresi vardır Türbeyi son derece güzel aydınlatan bu pencerelerin alt sıradakiler dövme demir parmaklıklı, dikdörtgen şekildedir Bunların üzerinde tahfif kemerlerine yer verilmiştir Üst sıra pencereler Klasik Osmanlı mimarisinde yaygın biçimde kullanılan basık sivri kemerlidir
Giriş kısmındaki geniş saçaklı holün orijinali günümüze gelememiş, burası XVIII yüzyılın sonlarına doğru yenilenmiştir İki renkli taşlardan yapılmış kapı kemerinin üzerinde Besmele yazılıdır Kapı kanatları kündekâri tekniğindedir Ayrıca altın yaldızlı madeni kabaralarla süslenmişse de bunların hemen hemen hepsi yerlerinden sökülerek çalınmıştır Kapı kanatlarının üst kısmındaki kitabelerde “Dünya ahiretin tarlasıdır” anlamında bir hadisi şerife yer verilmiştir
Türbenin dış cephesinde yeşil ve somakilere de yer verilmiş ve böylece Osmanlı türbe mimarisindeki sadelikten kısmen uzaklaşılmıştır


Türbe içerisindeki kalem işleri barok üslupta XVIII-XIX yüzyılda yapılmıştır Bu kalem işlerinin Tanzimat döneminde yapıldığı ve 1940’lı yıllardan sonra caminin onarımı sırasında yenilendiği bilinmektedir Ayrıca alt pencerelerin üzerlerine madalyonlar içerisinde manzara resimleri yapılmış, yine madalyonlar içerisinde Esma-ül Hüsna’ya yer verilmiştir
Sultan II Bayazıt’ın sandukası türbenin ortasına tek olarak yerleştirilmiştir Sanduka sedef kaplamalı bir şebeke ile çevrilmiştir Bu sandukanın üzerinde sarı simlerle Maraş işi tekniğinde Sultan II Bayazıt’ın doğum, cülüc, saltanat süresi ve ölüm tarihini içeren bir kitabe işlenmiş, bunun üzerine de celi-sülüs yazı ile Kelime-i Şahadet ve Kuran’dan alınma diğer bölümler işlenmiştir
Türbe İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, içerisindeki Kuran-ı Kerim, Lihye-i Saadet, şamdanlar, rahleler, levhalar ve kandiller müze deposuna kaldırılmıştır
Sultan II Bayazıt Türbesi’nin sol tarafında kızı Selçuk Sultan’ın, sağında ise Tanzimat döneminin önde gelenlerinden Mustafa Reşit Paşa’nın türbeleri bulunmaktadır

Kanuni Sultan Süleyman Türbesi (Eminönü)


İstanbul Eminönü ilçesinde, Süleymaniye Camisi’nin avlusunda bulunan Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, ölümünden sonra yapılmıştır Kanuni’nin Zigetvar Savaşı’nda, kalenin düşmesinden birkaç saat önce 6–7 Eylül 1566 yılında ölmüştür Sokullu Mehmet Paşa Kanuni’nin ölümünü orduda karışıklık çıkmaması amacı ile gizlemiş, iç organları sultanın öldüğü yere gömülmüş, cesedi İstanbul’a getirilmiştir Padişahın ölümü Belgrat’a yaklaşırken açıklanmış ve tabut 400 kişilik Vezir Ahmet Paşa’nın komutasında İstanbul’a götürülmüştür Süleymaniye Camisi önünde üçüncü defa namazı kılınmış ve caminin mihrabı önüne gömülmüştür
Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) öldüğü Zigetvar’da bir makam türbesi yapılmıştır Sultan II Selim’in (1566–1574) emri ile Budin Valisi Sokullu Mustafa Paşa aynı yerde bir türbe yaptırmıştır Sonraki yıllarda Sultan IV Mehmet (1648–1687) bu türbeyi onarmıştır Osmanlıların Macaristan’dan çekilmesinden sonra bu türbe yıktırılmıştır
Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’daki türbesini oğlu Sultan II Selim yaptırmıştır Mimar Sinan’ın eseri olan bu türbe sekizgen planlı olup, köşeleri hafifçe pahlanmıştır Sekizgen gövdenin alt kısmını geniş bir saçak altında dolaşan sivri kemerli bir revak çepeçevre sarmıştır Bu revak iki mermer kemerlerin üzerine oturduğu baklava başlıklı 29 sütun tarafından taşınmaktadır Sütunların aralarına Bursa kemerli korkuluklar yerleştirilmiştir Bu revakların arkasında dikdörtgen çerçeveli, mermer söveli pencereler bulunmaktadır Pencerelerin iki renkli sivri kemerli alınlıkları mermer ile kaplanmıştır
Türbenin sekizgen gövdesinin üzerinde iki renkli mermerlerle örülmüş geniş bir sivri kemer içerisinde üçlü pencere gurupları bulunmaktadır Bunlardan ortadaki pencereler yanlardakinden daha geniş ve daha yüksektir Pencere kemerleri sivri formlu ve iki renk mermer örgülüdür Türbenin cephesi mukarnaslı bir friz ve palmetli bir tepelikle sonlandırılmıştır Üst örtü iç içe iki kubbe şeklinde olup, kasnaksızdır
Türbenin giriş revakı üç kemerlidir Bunun sağ ve soluna birer kemer daha eklenmiştir Bunun sonucu olarak da giriş revakı beş kemerli görünüm kazanmıştır Ortadaki revak dizisinin kemerleri yandakilere göre daha sivri ve daha yüksektir Giriş revakının kemerleri mukarnas başlıklı sütunlar üzerine oturtulmuştur Ayrıca revaklar mermer şebekelerle çevrilmiş, revakın tavanı mermer plakalarla kaplanmıştır Bu bölüm dıştan geniş bir çatı ile örtülmüştür


Türbenin içerisi de sekizgen planlı olup, üzerini örten kubbe geniş pandantifler üzerine oturtulmuştur Bu pandantifler mukarnas başlıklı kırkızı porfir ve beyaz mermer sekiz sütun tarafından taşınmaktadır Türbenin içerisi XVI yüzyılın çinileri, kalem işleri ve ağaç işçiliğinin örnekleri ile bezenmiştir Giriş kapısının iki yanına bitkisel kompozisyonların egemen olduğu çini panolar yerleştirilmiştir Abanoz kapı kanatları sedef ve fildişi kakmalarla bezenmiş, bunların üzerine Kelime-i Tevhit yazılmış ve geometrik süslerle de bezenmiştir İç mekân duvarları yarıya kadar çini ile kaplanmıştır Burada beyaz zemin üzerine lacivert, firuze ve kırmızı renklerin ağırlıklı olduğu bitkisel kompozisyonlu çiniler boş yer bırakmamacasına bütün yüzeyi kaplamıştır Ayrıca çinilerin üzerinde tüm mekânı çepeçevre dolaşan bir ayet frizi bulunmaktadır Pandantiflerin yüzeylerine de Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri yazılıdır
Kubbe kalem işleri ile bezenmiş, altın yaldızlı madalyonlar da dikkati çekmektedir Burada rumi ve hatayilerin yanı sıra bezemeleri birleştiren düğümlerin ortalarına parlak cisimler yerleştirilmiştir
Türbede Kanuni’den başka II Süleyman, II Ahmed ve hasekisi Rabia Sultan, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan, II Süleyman’ın annesi Saliha Dilaşub Sultan ve II Ahmed’in kızı Asiye Sultan gömülüdür

Sultan III Mustafa ve Sultan III Selim Türbesi (Eminönü)
İstanbul Eminönü ilçesi, Laleli’de Ordu Caddesi üzerinde bulunan bu türbe Sultan III Mustafa’nın 1763 yılında yaptırmış olduğu Laleli Camisi ismi ile tanınan imaret, sebil, muvakkithane, han, hamam ve dükkânlardan oluşan külliyenin bir bölümüdür Yapı topluluğunun mimarı Tahir Ağa’dır
Sultan III Mustafa (1757–1774) Laleli’de yaptırdığı bu külliyenin yanına daha önce kendisi için bir de türbe eklemişti Bu nedenle 1774 yılında öldüğü zaman kendi yaptırdığı türbesine gömülmüştür Sultan III Selim de (1761–1808) 1808’de öldüğü zaman babası olan Sultan III Mustafa’nın bu türbesine gömülmüştür
Mermer kaplı ongen planlı tek kubbeli, barok üsluptaki türbenin üç cephesi önündeki Ordu Caddesi’ne yöneliktir Türbe girişinde üç gözlü revak bulunmaktadır Türbenin avlu giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Mehmet Vasfi Efendi’nin Fecr suresinin 27–30 ayetleri yazılıdır Giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Mehmet Vasfi’nin Ankebut suresinin 57 ayeti yazılıdır Giriş kapısının iç kısmında Mehmet Vasfi’nin koyu yeşil zeminli kabartma harfler ve altın varakla Haşr suresinin 2 ayeti yazılmıştır Caddeye bakan türbenin güneydeki üç penceresi basık kemerli olup, bunların köşelikleri mermerden kabartma yaprak ve çiçek motifleri ile bezenmiştir Süsleme yönünden son derece zengin olan türbenin içerisindeki birinci kat pencereleri yayvan kemerlerle çevrilmiş pencere aralarına XVI yüzyıla tarihlenen, piyasadan toplanmış mercan kırmızısı, mavi ve beyaz renklerin egemen olduğu çiniler yerleştirilmiştir Bu pencereler üzerine yine Mehmet Vasfi Efendi’nin Zümer suresinin 49–53; 73–73 ve Saffad suresinin 180–182 ayetleri yazılmış ve bunlar bir kuşak halinde iç mekânı çepeçevre dolanmıştır
Türbede Sultan III Selim ve Sultan III Mustafa’nın sandukaları bulunmaktadır Bu sandukalar sedef kakmalı, ahşap korkuluklarla çevrilmiştir Onların yanı sıra, Sultan III Mustafa, Sultan III Selim’in şehzadeleri ve kızlarına ait sekiz sanduka daha bulunmaktadır Bunlar Sultan III Mustafa’nın kızları Hibetullah, Mihrimah, Mihrişah sultanlar ile torunu Şerife Havva Sultan’a aittir Türbe haziresinde ayrı bir türbede ise Sultan III Mustafa’nın eşi Adilşah Kadın gömülüdür

Sultan IAbdülhamid Türbesi (Eminönü)


İstanbul ili Eminönü ilçesi, Hobyar Mahallesi’nde, 4Vakıf Han’ın karşısında bulunan Sultan IAbdülhamid Türbesi, Sultan IAbdülhamid (1774–1789) tarafından 1776–1777 yılında yaptırdığı imaretin bir bölümünü oluşturmaktadır Sultan I Abdülhamid burada bir cami yaptırmak istemiş ancak, Yeni Cami gibi şehrin en kalabalık semtinde bulunan bu büyük mabedin yanına bir imaret yapılmasının daha hayırlı olacağını düşünmüş ve bu imareti yaptırmıştır Bu imaretin yanına medrese, sebil, çeşme, kütüphane eklemiştir İmaretin Bina eminliğini Mustafa Ağa, mimarlığını da Beylerbeyi Camisi’ni yapan Mehmet Tahir Ağa yapmıştır Meşrutiyetin ilk yıllarında bu imaret Evkaf Nazırı Hayri Efendi tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmış, yerinde yalnızca türbesi kalmıştır İmaretin sebili bugün Gülhane Parkı karşısında bulunmaktadır
İmaretin bir bölümünü oluşturan Sultan IAbdülhamid’in Türbesi’nin bulunduğu yerde bir manastırın bulunduğu kaynaklardan öğrenilmektedir Abdülhamit döneminde arsa halindeki yere bu yapı topluluğu yapılmıştır Türbe mermer işçiliği yönünden son derece muntazam ve barok üsluptadır XIX yüzyılda JPVon Hammer; “bu türbe güzel ve asil bir stilde inşa edilmiştir Her ne kadar Kanuni Sultan Süleyman’ın güzel türbesini geçemese de binanın tazeliği ve yeniliği görülmeye değer” diye anılarında bu türbeden söz etmiştir
Sultan I Abdülhamid’in türbesi köşeleri yuvarlatılmış kare planlı olup, tümü ile mermerden yapılmıştır Önünde avlusu bulunan türbenin dış avlu kapısı üzerine sülüs yazı ile Ankebut suresinin 57 ayeti yazılmıştır Bu avludan üç gözlü bir revak ile türbeye girilmektedir Türbenin giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Hattat Mehmet Emin’in yazmış olduğu Fecr suresinin 27-30 ayetleri bulunmaktadır Dıştan iki katlı görünümdeki bu türbenin katları birbirinden düz kornişli bir silme ile ayrılmıştır Üzeri kubbeli olan türbe, 26 pencere ile aydınlatılmıştır Türbenin içerisi kalem işleri ile süslenmiştir Kuzey duvarının ortasına Peygamberin ayak izini kapsayan mermer bir pano yerleştirilmiştir Pencere ve dolapların üzeri ile türbeyi çepeçevre kuşatan bir yazı kuşağı görülmektedir Mermer üzerine sülüs yazı ile yazılmış olan bu kuşakta Mülk suresine yer verilmiştir Kubbeyi taşıyan pandantiflerin içerisine de madalyonlar halinde İsm-i Celâl, İsm-i Nebî, Çehar yâr-i Güzin ile Hasan ve Hüseyin’in isimleri yazılıdır Ayrıca kubbe içerisindeki yuvarlak madalyona da “Yâ âlimen bi-hâli aleyke ittikâli” yazısı dört kez yazılmıştır
Türbe içerisinde Sultan I Abdülhamid’den başka oğlu Sultan IV Mustafa (1807–1808), Şehzade Ahmet (1778), Şehzade Süleyman (1786), Şehzade Mehmet (1784), Şehzade Murat (1785), Şehzade Mehmet Rüştü (1851), Şehzade Abdülmecit, Şehzade II Murat, Şehzade Beyazıt, Ayn-ı Şah Sultan (1780), Rabia Sultan (1780), Melik Şah Sultan (1781), Mevhibe Sultan (1851), Fatma Sultan (1785), Alem Şah Sultan (1785), Emine Sultan (1790), Saliha Sultan (1786), Rabia Sultan (1781), Emine Sultan (1809) gömülü bulunmaktadır

Şehzade Mehmet Türbesi (Eminönü)


İstanbul Eminönü ilçesi, Şehzadebaşı’nda Şehzade Külliyesi’nin Kıble avlusunda bulunan Şehzade Mehmet Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1543 yılında ölen oğlu için yaptırılmıştır
Şehzade Mehmet Manisa’da Vali iken Çiçek Hastalığı’ndan 23 yaşında ölmüştür Şehzadenin cenaze namazı Bayazıt Camisi’nde kılınmış ve daha sonra burada yapılacak türbesinin olduğu yere gömülmüştür Bundan sonra Kanuni Sultan Süleyman Mimar Sinan’a Şehzade Mehmet için görkemli bir türbe, türbenin yanına da bir cami yaptırmasını istemiştir Mimar Sinan’ın yaptırmış olduğu ilk selâtin külliyesi olan bu yapı topluluğu cami, medrese, tabhane, sıbyan mektebi, imaretten meydana gelmiş olup, 1544 yılında yapımına başlanmış 1548’de de tamamlanmıştır
Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup, yapı topluluğunun en erken bitirilen bölümüdür Osmanlı mimarisinin en güzel türbelerinden birisi olup, sekizgen planlıdır Üzeri yivli bir kubbe ile örtülmüştür Türbenin dış cepheleri zeminden saçak kornişine kadar yarım sütunlarla birbirlerinden ayrılmış, üzerine kırmızı taştan bir silme yerleştirilmiştir Buradaki silmelerden sonra palmet motiflerinden bir friz yapıyı çepeçevre dolanmıştır Kubbe ile tambur arasında kalan bölüme de küçük ölçüde palmetlerden meydana gelmiş bir akrotel frizi yerleştirilmiştir
Türbenin her cephesinde altlı üstlü ikişer penceresi vardır Toplam 30 pencere ile türbe aydınlatılmıştır Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, sivri kemerli ve pembe porfir alınlıklıdır Üst sıra pencereler yine dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış olup, sivri kemerlidir Buradaki kemerler alternatifli olarak kırmızı ve beyaz taşlardan örülmüştür Alt ve üst pencereler arasında celi-sülüs yazı ile Fatiha, Tekasür, İhlâs ve Zümer surelerinin ayetlerini içeren bir friz dolaşmaktadır
Türbenin doğusunda üç gözlü bir revaktan giriş kapısına ulaşılmaktadır Renkli mermerden geçme olarak yapılmış bu kapı silmelerle yumuşatılmış ve Bursa kemerli bir niş içerisine alınmıştır Kapı kemerinin üzerinde de dikdörtgen kitabesi yer almaktadır Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:
“Sonunda, kulhuvellahü ehad hakkı için bu âlem sarayında havas ve avamdan hiçbir kimse baki kalmayacaktır Bu âlemden, temiz inancı olan Şehzade de geçmiştir Hay ve Samed olan Cenâb-ı Hak ebedi âlemde Ona rahmet etsin ki, ahrette Allah’ın izniyle asude olsun, rahat uyusun Padişahın ömrü uzun olsun Ezeli olan Allah’ın ilhamı ile onun vefat tarihi şu oldu: Sultan Mehmed’in merkadi firdevs-i ebed olsun Sene 950 (1543)
Türbe son derece zengin bir bezemeye sahiptir Giriş kapısının iki yanında, dış duvarlar üzerinde birbirine benzeyen iki çini panoya yer verilmiştir XVI yüzyılın bitkisel motifli bu çinilerinin üzerine lacivert zemine sülüs yazı ile “Allah’tan başka İlah yoktur” ve “Doğru konuşan Emin olan Muhammed O’nun peygamberidir” ibaresi yazılıdır Giriş kapısının sağ ve solundaki mermer zeminli panolar üzerine celi-sülüs yazı ile Rad suresi ile Zümer suresi yazılmıştır Ayrıca alt sıra pencerelerin üzerine bir kuşak halinde Esma-ül Hüsna yazılmıştır Türbe içerisindeki çiniler gri, kırmızı, kirli beyaz renklerde olup, çeşitli çiçeklere, kıvrık dallara, lotus ve palmetlere yer verilmiştir
Şehzade Mehmet’in sandukası üzerinde dört ayaklı, fildişi kakmalı bir taht bulunmaktadır Bu taht Kanuni Sultan Süleyman tarafından konulmuş ve ölümünden sonra Şehzade Mehmet’in padişah olmasını istediği simgelenmiştir
Türbede Şehzade Mehmet’ten başka kardeşi Şehzade Cihangir (1553), Şehzade Mehmet’in kızı Hümaşah Sultan ve kim olduğu bilinmeyen bir başka sanduka daha bulunmaktadır

Şehzade Mahmut Türbesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Şehzadebaşı’nda, Şehzadebaşı Camisi’nin avlusunda Şehzade Mehmet Türbesi’nin kuzeybatısında bulunan bu türbe, Sultan III Mehmed’in (1595–1603) oğlu Mahmut ile annesine aittir Şehzade Mahmut ve annesi 1603 yılında öldürülmüş, bundan ötürü de türbenin bu yılda yapıldığı sanılmaktadır
Türbe altıgen planlı olup, ilk yapımında birbirlerine bağlı altı sütunun taşıdığı kubbeli açık bir türbe şeklinde idi Sonraki dönemlerde kapalı türbe haline getirilmiştir Doğu yönündeki basık kemerli kapısı önünde revak için yapıldığı sanılan çokgen gövdeli iki sütun görülmektedir Türbenin köşelerinde çokgen gövdeli sütunlar ve bunların taşıdığı sivri kemerlere yer verilmiştir
Türbenin iç kısmındaki bezemesi bozulmuş ve orijinalliğini yitirmiştir

Hürrem Sultan Türbesi (Eminönü)


İstanbul ili Eminönü ilçesindeki Süleymaniye Külliyesi’nin içerisinde Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin yanında bulunan bu türbe 1558 yılında Hürrem Sultan için Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1558 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır
Türbe kesme köfeki taşından, dıştan sekizgen, içten onaltıgen planlıdır Türbenin giriş cephesi dışında her cephede altlı üstlü ikişer penceresi vardır Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli olup, üzerlerinde hafif sivri sağır kemerlere yer verilmiştir Mermer pencere alınlıklarının etrafını pembe mermerden bir bordür çevirmektedir Sivri kemerli üst sıra pencerelerin yuvarlak kemerli açıklıkları bulunmaktadır Türbenin tüm pencereleri silmeler içerisine alınmış ve böylece cepheye hareketlilik verilmiştir
Türbenin önündeki giriş revaklı olup, önde dört, arkada iki sütunun taşıdığı bu revak düz çatı ile örtülmüştür Buradaki mukarnas başlıklı sütunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış ve kilit taşları üzerine de rozetler yerleştirilmiştir Basık kemerli giriş kapısı üzerinde Kelime-i Tevhid yazılı bir kitabe bulunmaktadır Türbenin üzeri yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür Bu kasnağın üzerine de kabartma olarak ayetler yazılmıştır
Türbenin içerisi sıratlı ve renkli sır tekniğinde çinilerle bezenmiştir Bitkisel motifli bu çiniler mercan kırmızısı, lacivert ve firuze renklerde olup, aralarında Türk çini sanatında çok rastlanmayan siyah renge de yer verilmiştir Dış cephede, kapının iki yanındaki çini panolar altta lacivert, firuze ve beyaz renklerin kullanıldığı mermer taklidi şeklindedir Bunların üzerindeki sivri kemerli panoda bahar dalı, altında lale, karanfil gibi çiçeklerden meydana gelmiş kompozisyonlara yer verilmiştir Köşe dolgularında mavi zemin üzerine beyaz konturlu Çin bulutları görülmektedir Bunların üzerine de lacivert zemine beyaz sülüs yazı ile ayetler yazılmıştır Türbenin içerisi üst sıra pencerelerin altına kadar çinilerle kaplıdır Pencere alınlıkları çinilerle kaplı olup, burada beyaz zemin üzerine kırmızı, siyah, firuze ve lacivert renklere yer verilmiş, hatayi ve hançer yaprakları tüm yüzeyi doldurmuştur Pencerelerin üzerine de beyaz sülüs yazı ile yazılı ayetler yerleştirilmiştir Burada kapının iki yanındaki çinilerden farklı olarak renkli sır tekniğinin kullanıldığı da görülmektedir
Türbede çini süslemeler dışında ağaç işlerine ve kalem işlerine de geniş yer verilmiştir Kubbe içerisinde kalem işinden bitkisel kompozisyonlar yapılmıştır Kapı kanatlarında, pencere kanatlarında, sanduka şebekelerinde ağaç işçiliği kullanılmış, özellikle kündekâri tekniği hemen hemen tüm ağaç işlerinde kullanılmıştır
Türbe içerisinde Hürrem Sultan’dan başka Sultan II Selim’in şehzadesi Mehmet ile Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşi Hatice Sultan’ın kızı Hanım Sultan gömülüdür

Hatice Turhan Sultan Türbesi (Eminönü)


İstanbul Eminönü ilçesinde, Safiye Sultan’ın 1598’de yapımını başlattığı, Kösem Sultan’ın girişimlerine karşılık yarım kalan ve sonra, Hatice Turhan Sultan tarafından 1665’te tamamlanan Yeni Cami Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan Hatice Turhan Sultan Türbesi 1663 yılında yapılmıştır Mimarı Yeni Cami’nin de mimarı olan Mustafa Ağa’dır Yeni Cami’nin güneyinde yer alan türbe ile cami arasında bir yol geçmektedir Türbe Valide Sultan adına yapılmışsa da, daha sonra buraya Sultan IV Mehmet ve padişah ailesinden bazı kişiler gömülmüştür Hatice Turhan Sultan, Sultan İbrahim’in eşi, Sultan IV Mehmed’in de annesidir
Mimari yönden Sultanahmet Türbesi’ne benzeyen bu türbe kare planlı bir mekân ile türbenin ön cephesinde 1500x1500 m ölçüsünde bir revaktan meydana gelmiştir Bu revak kırmızı ve beyaz taşların alternatifli olarak örülmesinden meydana gelen sivri kemerler ve duvara bitişik payelere dayanmaktadır Revakın orta bölümü pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür Revak çini süslemeli ve kalem işi süslemeler ile bezelidir Buradaki beyaz zeminli dikdörtgen panoların ortalarına kırmızı ve soluk yeşil renkte şemseler yapılmış ve içleri çiçek demetleri ile doldurulmuştur Panoların köşelerinde ise kırmızı renkte dolgu motifleri bulunmaktadır
Türbe kapısının sağ tarafında mealen “Ey kapılar açan Allahım, bize hayırlı kapılar aç” yazısı yer almaktadır
Türbe kesme taşlardan yapılmış revakın yer aldığı cephe dışında iki sıra pencere ile aydınlatılmıştır Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen mermer söveli olup, demir lokmalı parmaklıkları vardır Üst sıra pencereler sivri kemerli alçı şebekelidir
Türbenin içerisi çini ve kalem işleri ile bezenmiştir Burada İznik işi çinilere yer verilmiştir Pencerelerin üzerindeki yazı kuşağı ile sonuçlanan bölümün üzerindeki duvarlara ve yapıyı örten kubbe klasik malakâri süslemelerle bezelidir Buradaki orijinal bezemeler 1959 yılında yapılan restorasyon sırasında ortaya çıkarılmıştır Klasik madalyon ve rozetlerden oluşan bu bölümdeki kalem işleri orijinal kalem işlerinin tekrarı olarak XIX-XX yüzyıl arasında yapılmıştır İç mekânı çepeçevre kuşatan çini kuşakta Mülk suresinin 130 ayeti yazılıdır Türbenin batı duvarı içerisine iki satırlık talik yazılı bir kitabe bulunmakta olup, bu kitabe Sultan IV Mehmet’in türbeye gömülmesi sırasında buraya konulmuştur


Kitabe:
“Mehemmed Han-ı Rabi ibn-i İbrahim-Ferruh-dem
Onunla bulmuştu izz ü şevket tahtı Osmanî
Hitab’ı ircil ahir erince canib-i Hak’tan
Müşerref eyledi ruhu revanı bağ-ı rıdvanı
Kemal üzre bulup kadr-ü ayarın ehl-i İrfanın
Müsahip eylemişti Fenn-i abd-i senahanı
O yerde yattığınca Hazret-i Hak eyleye daim
Serir-i ma’delette Gazi Sultan Mustafa Hanı”
Türbenin önündeki revakın sağ tarafına Sultan III Ahmet zamanında bir kütüphane yaptırılmıştır Ayrıca türbenin yanına sonradan Havatin ve Cedid Havatin denilen iki türbe daha yapılmıştır
Türbede, Sultan IV Mehmed, Hatice Turhan Sultan’ın yanı sıra Sultan II Mustafa, Sultan III Ahmet ve Sultan I Mahmut gömülüdür Bunların yanı sıra III Ahmet’in kızları Sabiha, Rukiye ve Naile Sultan, III Ahmet’in oğulları Mehmet, Abdülmelik, Mustafa, Murat; Sultan II Mustafa’nın oğulları Şehzade Süleyman, Şehzade Ali, Şehzade Mehmet, Şehzade Hasan, kızları Emetullah ve Fatma sultanlar; III Ahmed’in kadınlarından Zeynep Kadın olmak üzere 44 mezar bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Kilise
Grekçede toplantı anlamındaki “eclesia” sözcüğünden gelen kilise kavramı Hıristiyanlığın doğuşu ile başlamıştır İlk zamanlarda cemaat anlamında kullanıldığını Yeni Ahit’de Paulus’un mektuplarında adı geçen “Yedi Kilise” teriminden anlıyoruz Burada bina değil cemaat anlamında olup bunların hepsi Anadolu topraklarındadır: Ephesos,Philadelphia, Thytira,Laodicae,Sardes,Smyrna ve Bergama’dır Filistin’de Yahudi toplumunun içinden doğan Hıristiyanlık,İsa’nın kutsal yaşamını ve tanrısal görevini esas alan bir din haline gelmeye başladığında Bizans Pagan inancında idi İstanbul’da Hıristiyanlık IV üncü yy dan itibaren yerleşmeye başlar İlk inşa edilen Kilise I Konstantinus tarafından yaptırılan Havariyun Kilisesidir İmparator anıtsal bir kilise ve bir mausoleum yaptırtmak için Haliç’e bakan yüksek bir alanda evvelce var olan 12 tanrıya adanmış bir tapınağın kalıntılarını yıktırarak yerine bu kilisenin ve yanında kendisinin mezarının da bulunduğu 12 havariye atfedilecek boş lahitlerin bulunduğu Mausoleum’un inşaatına başlattı fakat inşaatı tamamlayamadan 337 de Nikomedia’da (İzmit) öldü ve naşı yaptırdığı kiliseye getirilerek gömüldü Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra çok harap durumda olan bu kilise Patrikhane’nin yönetimine verilmişse de 1456 da Patrikhane Pammakaristos manastırına taşınmıştır Fatih harap ve terk edilmiş olan bu kilisenin kalan bakiyelerini yıktırıp yerine 1463-1470 yılları arasında süren bir inşaat dönemiyle Fatih Cami ve külliyesini yaptırmıştır II Konstantinus (337-361) döneminde Paganlarla Hıristiyanlar arasında anlaşmazlıklar devam eder Hıristiyanlık Bizans’ta ancak 363 senesinden sonra sağlam temellere oturabildi Bundan sonra Bizans Sanatında çok önemli yer tutan kiliseler hızla birbirlerini izlerler Ayasofya,Gül Camii,Kâriye, Aya İrini,Konstantin Lips Manastırı,Fenari İsa,Pantoğrator Aziz Sergios ve Bakhos gibi
Fethe kadar İstanbul’da çeşitli mezheplere ait birçok kilise inşa edilmiştir Ayrıca Bizans’ın içinde yaşayan Ceneviz,Latin gibi farklı uluslar da kendi kiliselerini yapmışlardır Fetihten sonra Fatih kiliselerin faaliyetlerini özgür bıraktığından kilise yapımı devam etmiş,Süryani, Ortodoks,Gregoryen,Fransisken,katolik kiliseleri birbirini izlemiştir XVI ıncı yy a gelindiğinde yabancı elçiliklerin Beyoğlu ve Boğaziçinde olmasından dolayı kilise yapımı bu bölgelerde yoğunlaşmıştır

Rum Ortodoks kiliseleri
Aya Triada Kilisesi (Beyoğlu)



Taksimde Meşelik sokağındadır Patrik IV Dionisios cemaatin mezarlık ihtiyacı için 1672 de Mehmet Çelebi’nin 30 dönümlük tarlasını Yoannis Topazi adına satın alarak bir bölümünü hastahane diğer bir kısmını da mezarlık olarak düzenlemiştir Burası 1672-1865 yılları arasında kullanılmış kuzey tarafına Rumlar güney tarafına da Rus,Bulgar,Sırp,Karadağlı gibi ortodokslar defnedilmiştir “Beyoğlu Ospitali” adı ile tanınan hastahane binası daha sonraki yıllarda “Stavrodromi Veba Hastahanesi” olarak kullanılmış olup bugün yerinde İstiklal Caddesindeki Fransız konsolosluğu bulunmaktadır Rum mezarlığının içine Aya Yorgi’ye ithaf edilmiş ahşap bir kilise yapılmıştı Tanzimatın ilanı ile yeni bir kilise yapma izni alan Patriklik ve cemaat bu ahşap kiliseyi yıkıp yerine Zapyon Kız Lisesini inşa etmişler mezarlığın bir kısmını da kaldırarak 13 Ağustos 1867 de inşaata başlayarak bugünkü Aya Triada Kilisesini yaptırmışlardır Onüç sene gibi oldukça uzun bir süre devam eden inşaat sırasında çeşitli proje değişiklikleri yapılarak Patrik III İoakim (1878-1884) zamanında Kutsal Haç Yortusu olan 14 Eylül 1880 Pazar günü de ibadete açıldı İlk mimari proje mimar Potessaro’ya aittir Daha sonra inşaatı Vasilaki Yoannidis yürütmüştür İçerideki İsa,Meryem ve Aziz tasvirlerini ressam Sakellarios Meğaklis yapmış,mermer süslemeleri Aleksandros Krikelis’in çalışmalarıdır Aya Triada yüksek duvarların çevrelediği geniş bir avlu içerisinde yer alır Avluda kiliseye ait lojman ve diğer idari binalar ile bir de “Aya Yorgi” ye ithaf edilmiş ayazma bulunmaktadır Kubbeli bazilika tipinde inşa edilmiş olan bina 28inci yy Avrupa eklektik mimarisinin bütün özelliklerini devasa ve kütlesel görünüşü ile taşır Orta mekanın üzerini yüksek kasnaklı ,iki yanda yükselen çan kulelerini çinko kaplı kubbeler örter Apsisler yarım kubbe ile örtülüdür Cephelerde açılmış büyük boyutlardaki pencereler bir üslup beraberliği göstermezler Apsislerin önünde mermerden aralarına aziz incil yazarları İsa ve Meryem’i gösteren resimlerin yerleştirildiği Barok tarzda yapılmış ikonastasis vardır Mermerden despot koltuğu dört ince sütun’un taşıdığı bir silme ve üzerinde de baldakin tarzı küçük bir kubbecik ile nihayetlenir Mermerden ve korkuluklarına aziz resimleri yapılmış ambonu yan taraftaki taşıyıcı sütunlardan birinin üzerindedir
Aya Paraskevi Kilisesi (Beyoğlu)
Hasköy’de Baçtar ve Çançan sokaklarının arasında Azize Paraskevi’ye atanmış Rum Ortodoks kilisesidir Romalı zengin bir ailenin üç kızından en büyüğü olan Paraskevi, ailesinin ölümünden sonra hıristiyan olmuş ve bütün mallarını fakirlere dağıtarak Roma çevresinde hıristiyanlığı yaymağa çalışmıştır Hıristiyanların takip edildiği bu yıllarda İmparator Antoninus Pius (138-161) emriyle tutuklanmış ve başı kesilerek 26 Temmuzda öldürülmüştür Hıristiyanlığın kabulünden sonra ilk azizelerden kabul edilmiş ve bakire olduğu için “Parthenomartis” unvanın almıştır Çocuk sahibi olmak isteyen kadınlara ve göz hastalığına uğrayanları iyi ettiğine inanılır ve öldürüldüğü gün olan 26 Temmuz yortu günü olarak kabul edilmiştir Yüksek duvarların çevrelediği bir avlu içerisinde yer alan kilise,ilk yapılışı Eflak voyvodası Konstantin Brankovanos (1654-1714) tarafından 1692 de inşa edildiği kitabesinde yazılıdır Daha evvelce kilisenin bulunduğu yerde bir aynı adı taşıyan bir ayazmanın bulunduğu 1583 ve 1604 listelerinde yazılı olduğu gibi 1652 de İstanbul’a gelen Antakya Patriği’nin katibi Paulus’da raporunda bu ayazmadan bahsetmektedir Bu kilise harap olduğundan Patrik Konstantinos zamanında (1830-1834) zamanında yeni baştan inşa edilmiş olup günümüze gelen kilise bu tarihe aittir Üç nefli bazilika planında olan yapı kaba yonu taşı ve tuğladan inşa edilmiş olup yarı sıvalıdır Nefleri kare şeklinde ahşap taşıyıcılar ayırmaktadır Naos’a giriş yuvarlak tuğla kemerlidir Apsis içten yarım yavarlak kubbe olup genel örtü sistemi dışarıdan kırma çatıdır Apsis ve iki yandaki hücreleri kapsayan ahşap ikonastasis sütuncuklarla bölümlere ayrılmış olup içerisinde büyük çerçevelerin çevrelediği Meryem ve çocuk İsa,İsa ,aziz ve azizelerin portreleri yağlıboya ile resmedilmiştir Daha küçük çerçevelerin içinde ise İhncil’den sahneler vardır Narteksin üzerindeki galeriye “L” şeklinde olup naos’dan çıkılır Avluda sonradan yapılmış mermerden ikizli açıklıkları olan baldaken tarzındaki üzeri kubbeli kare şeklindeki yüksek çan kulesi kilise ile mimari bakımdan bir bütünlük teşkil etmez Avluda ayrıca kilise görevlilerine ait binalar vardır
Ayios Athanasios Kilisesi (Şişli)
Kurtuluş’da Omuzdaş Sokağındadır Tanzimat’ın verdiği yetki ile izin alınarak yapılmış kiliselerdendir Kilisenin atandığı Athanasios 296-373 yıllarında yaşamış çok sayıda dini eserleri olan bir din adamıdır 325 deki İznik konsiline katılmış sonra 328 de İskenderiye Patriği olmuştur Daha sonra Arius’un başlattığı ,İsa’nın tanrısal kişiliğini soruşturan Arius’culara karşı mücadele etmiş ,Mısır’a giderek oradaki keşişleri yönlendirmiş 2 Mayıs 373 de 75 yaşında da ölmüştür Kilisenin günü onun ölüm günü olan 2 Mayıs’dır Yapı, Tanzimat fermanı ile inşa edilen Rum ortodoks kiliselerindendir 1855 de inşa edilmiş,1893 ve 1949 da tamir edilmiştir Eğimli bir arazide yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde kubbeli bazilika plânında bir yapıdır Apsis üzerinde korkuluklarında İncil’den sahnelerin işlendiği küçük bir galeri vardır Ahşep ikonastasis’de yuvarlak kemerlerin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ve aziz figürleri büyük boy yağlıboya tablolar olarak işlenmiştir Giriş dışarıdan üçgen bir alınlıkla nihayetlenir bunun iki yanında da oldukça yüksek çan kuleleri vardır Orta mekanın üzeri yuvarlak kasnaklı,basık,çinko kaplı kubbe ile örtülüdür Kubbenin etrafını ağırlık payelerinin oturduğu dört köşede küçük istinat kuleleri yapılmıştır
Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi ( Beyoğlu)
Tarlabaşında Kalyoncukulluğu caddesindedir Tanzimat fermanı ile yeni kilise inşa etme izni alındıktan sonra 25 Mart 1856 de inşaata başlanıp 9 Nisan 1861 de Patrik II Iohakim’in (1860-1863) kutsamasıyla ibadete açılış yakın devir Rum kilisesidir Hıristiyanlığı ilk kabul eden Roma İmparatoru olan Konstantinos (306-337)’un annesi Elena’nın anısına yapılmıştır Bitinya’da doğan Eleni hıristiyanlığı kabul ettikten sonra yoksullara laptığı yardımlar ve kutsal yerleri ziyaretleri ile tanınmış ve ölümünden sonra azize ilan edilmiştir İmparator Konstantin 312 de taht kavgası nedeniyle Maxentus ile savaşırken gökyüzünde hale ile çeverelenmiş kutsal haç’ı görür ve savaşı da onun sayesine kazandığına inanır Bu olaydan sonra şükran borcunu ödemek üzere Kudüs’e giden Eleni oradan “Kutsal Haç” kabul edilen röligi İstanbul’a getirir Ölümünden sonra azize payesi verilirYüksek duvarların çevrelediği bir avlunun ortasında yer alan kilise bazilika ile Yunan haçı planın birleştirildiği bir plâna sahiptir Doğu ekseninde yarım yuvarlak üç apsis dışarıya çıkıntılıdır Batı tarafında ise binanın iki tarafında yüksek çan kuleleri bulunmaktadır Dış cephede değişik pencere sistemleri kullanılmış olup narteksin üzerindeki yarım kubbenin üstünde bir de saat kulesi yapılmıştır Cephe mimarisi Barok ile karışık eklektik üsluptadır İkonastasis bema’nın tamamını kaplar mermer,altın varak ve yağlıboya tablolar halinde Aziz tasvirleri çerçeveler içinde bütün yüzeyi doldurur Despot koltuğu ve ambon da aynı üslupta yapılmıştır Kubbede Pantokrator İsa,pantantiflerde de dört incil yazarı resmedilmiştir
Ayios Nikolaos Kilisesi (Beyoğlu)
Karaköy ile Tophane arasında Hoca Tahsin ve Mumhane caddesi arasındadır 1583 ve 1604 listelerinde yer alan bu kilise 1695 deki yangında yanmış 30 sene kadar metruk kaldıktan sonra yeniden inşa edilmiş fakat kısa bir süre sonra çıkan 1731 yangınında bir kere daha yangın geçirerek tamir edilmişse de 1796 da tekrar yanmıştır 1804 de temelden inşa edilmiştir IVüncü yy da Patara’da doğup Myra’da piskopos olan,IXuncu yy da ise doğu kilisesi tarafından aziz ilan edilen, gemicilerin ve çocukların azizi olarak bilinen Aziz Nikolaos’a ithaf edildiği için İstanbul’a gelen denizcilerin ibadet yeri olarak tanınan bu kilise 1834 yılında büyük bir onarım geçirmiş ve bazı ilaveler yapılmıştır 1867 de ise narteks’deki ayazma yapılmıştır Yonu taşı ile yapılıp üzeri sıva ve günümüzde de kiremit rengine boyalı olan kilise üç nefli bazilika plânındadır Üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır Nefleri ayıran sütunlar iyor başlıklı olup düz bir silme ile bağlanırlar Ahşap ikonastasis bemanın tamamını kaplar ve çerçevelerin içine aziz,Meryem,İsa ve incil’den sahneler yapılmıştırNaos’da orta nefin üzerinde Pantoğrator İsa tasviri vardır Narteks’deki merdivenlerle iki taraftan galeriye çıkılıre ayrılmış olandır
İoannes Prodromos Kilisesi (Beyoğlu)
Tophane ile Galata arasında Vekilharç sokağındadır İoannes Prodromos’a (Vaftizci Yahya) atanmıştır İoannes İsa ile aynı zamanda yaşamış ve Meryem’in akrabası olan Elizabeth’in oğludur Çocukları olmadan yaşlanan Elizabeth ve Zekeriya’nın ileri yaşlarında bir oğulları olur,hatta Meryem ile Elizabeth’in hamilelikleri aynı dönemdedir İoannes büyüdüğünde insanları Şeria ırmağında kutsayarak günahlarından arındırdığı için İbraniler tarafından beklenen Mesih kabul edilmek istenmişse de o “Ben “O” nun habercisiyim” der Hatta İoannes İsa’yı da şeria nehrinde vaftiz etmiştir Bölgeyi idare eden Kral Herot kardeşinin karısı Herodia ile evlidir Yahya bunun yahudi yasalarına göre zina sayılacağı etrafta yayması ve taraftar bulması üzerine Herodia onu öldürtmek ister,fakat Kral Herot Yahya’yı tutmakta ve onu Herodia’nın düşmanlığından korumakta idi Herodia Kralı ikna edemeyince kızı güzel Salome’yi kralın önünde dans ederek kandırması için ikna eder Saloma tarihte “yedi tül dansı” adı ile geçen dansı Kral’ın önünde yapar Törelere göre Kral’ın önünde çıplak dans eden kadın onun olacağı için Herot Yahya’nın öldürülmesine istemeyerek izin verir ve 7 Temmuz günü İoannes başı kesilerek idam edilir Daha sonra onun ölüm günü Yortu günü olarak kabul edilir İlk yapılışı Bizans devrine kadar inen bu kilise İstanbul’da en çok yangın felaketine uğramış ibadethanedir 1583’de Çar adına İstanbuldaki Ortodoks kiliselerinin listesini yazan Tryphon ile 1604 tarihli Paterakis listelerinde yer alan bu kiliseyi 1652 de İstanbul’a gelen Antakya Patriği Paulus iki kere yanıp yeniden yapıldığını yazmaktadır 1683-1696 yıllarında kilisenin ibadete açık olduğunu Manuel Gedeon tesbit ederek Galata’daki dokuz kiliseden biri olduğunu yazmaktadır Ne yazık ki 1696 da tekrar yanan kilise Sultan II Mustafa’dan alınan fermanla Sakızlı Rumların verdikleri maddi yardımla temelden inşa edilir ve bu tarihten itibaren onların idaresine geçerek “Sakızlıların kilisesi” diye de adlandırılır 1731 de tekrar yanan kiliseyi yine Sakızlı tüccarlar onarırlar ve 29 Eylül 1734 de ibadete açarlar Galata’da 8 Şubat 1771 de çıkan yangında bu kilise bir kere daha tamamen yanar III Mustafa’dan (1754-1774) alınan fermanla temelden yeniden inşa edilen kilise 1836,1874,1884 ve 1894 yıllarında yapılan onarım ve genişletmelerle günümüze gelmiştir Üç nefli bir bazilika planına sahip olan yapı’nın kuzey cephesi sıvasız kaba yonu taşı arasında tuğla hatıllı ve dikdörtgen pencereli,batı cephesi ise sıvalı ve sağır duvarda tek bir penceresi olan üst örtüsü içeriden beşik tonoz dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülü bir yapıdır Nefleri ayıran sütunlar yuvarlak kemerlerle bağlanmış olup bu kemerlerin iç yüzleri dekoratif motiflerle bezenmiştir Üç bölümlü apsis’in tamamının önünde bulunan ahşap ikonastasis altın varakla süslenmiştir Burada büyük çerçeveler içinde MeryemÇocuk İsa,İoannes Prodromos ve incilden sahneler işlenmiştir Ahşap,ejder figürlü Patrik koltuğu ve üzerinde İncil Yazarlarının portrelerinin bulunduğu ambon ikonastasis ile aynı teknikte yapılmıştır Naos’un bitiminde merdivenle çıkılan galeri “U” şeklinde olup yarım yuvarlar çıkıntılı olup korkuluğu üzerinde çerçeveler içinde İsa’nın yaşamından sahneler işlenmiştir Çan kulesi 1855 de inşa edilmiştir Kilisenin avlusunda ,tarihleri 1842-1863 arasında olan Sakızlılara ait mezarlar bulunmaktadır Kilise günümüzde Türk Ortodoks Başpiskoposluğu’nun yönetimindedir
Panayia Evangelistria Kilisesi (Beyoğlu)
Dolapdere’de Hacı İlbel sokağındadır Evvelce mevcut ahşap bir kilisenin arsası üzerine 1877 de inşata başlanıp 16 senede bitirilerek 1893 de ibadete açılmıştır Meryem’e tanrıdan bir oğul doğuracağı müjdesinin verilmesi adına inşa edilmiştir Yüksek duvrlı bir avlunun içinde yer alan kilise uzun yıllardır kapalıdır Genel plan şeması kapalı Yunan Haçı dır İki renkli düzgün kesme taşlardan inşa edilmiş olup Naos’un iki yanında son derece yüksek sivri külahlı çan kuleleri vardır Kilisenin orta mekanını etrafında pencereleri bulunan yuvarlak kasnaklı basık bir kubbe örter Nartek’deki bir merdivenle çıkılan galeri “U” şeklinde narteksi ve çevresini kuşatırİkonastasion,despot koltuğu ve ambon mermerden yapılmış olup son derece eklektik tarzda tezyin edilmiş olup İncil’den sahneler resmedilmiştir Kilisenin içinde , Evangelistria (İsa’nın doğumu’nun müjdelenmesi) konulu gümüş ikona kilisenin kıymetli litürjik eşyalarındandır Naos’a avludan giriş yan yana üç demir kapıdan sağlanır Bu kaüpıların üzerinde mermerden yuvarlak kemerlerin içinde aziz figürleri yer almaktadır Binanın batı cephesinde Panayia Thetokos’a atanmış bir Ayazma mevcuttur
Panayia İsodion Kilisesi (Beyoğlu)
Galatasaray’da Emir Nevruz Çıkmazında , günü 21 Kasım olan Rum Ortodoks kilisesidir Kitabesinde 18 Eylül 1804 de inşa edildiği yazılıdır Panayia Eiosodoion’a (Meryem’in Mabede takdimi) ithaf edilmiştir (III Selim’in (1789-1807) fermanı ile yapılan ilk bina tek nefli ve basit bir yapıdır IIMahmut (1808-1839) ‘un fermanı ile kilise 1831 de iki yana doğru genişletilmiş ve çatısı da yenilenmiştir 1860 da kilise tekrar bir onarım geçirerek genişletilmiş bunu 1875,1890 ve 1904 deki tamir ve küçük ilaveler takip etmiştir İçerisinde çeşitli işlevli yapıların olduğu geniş bir avlu içerisindedir Beş nefli Bazilika planında olan yapının orta nefi basık tonoz yan nefler ise ahşap çatıdır Kilisenin Naosuna açılan üç,güneyinde ise iki giriş kapısı vardır Apsis’in önünde ve üç nefi kaplayan ahşap İkonastasion üçgen alınlığı ile antik dönem cephe düzenlemesini hatırlatmaktadır 1860 daki onarımda yapılmış olan ahşap Ambonun yüzeyindeki madalyonlarda İsa ve dört İncil Yazarının tasvirleri vardır Despot koltuğu da ahşap olup kabartma tekniğinde oymalıdır Nefleri ayıran sütunlar ise yuvarlak kemerli ve iyon başlıklıdır Naos’daki orta nefin üzerinde Pantokrator İsa tasviri yer alır,sütunların arasında ise havari ve aziz figürleri işlenmiştir Galeri korkuluğunun üzerinde “Son Akşam Yemeği” sahnesi,kuzeydeki neflerde Meryem’in güneydekilerde ise İsa’nın hayatından sahneler yer almaktadır XIXuncu yy a ait olan bu resimlerin Sanat Tarihi açısından belirgin bir özelliği yoktur
Panayia Kafatiani Kilisesi (Beyoğlu)
Tophane ile Karaköy arasındaki Ali Paşa Değirmeni sokağındadır 1475 de Kırım’daki Kaffa şehrinden gelen Rumlar tarafından inşa edildiği bilinir Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un esnaf ve sanatkâr ihtiyacını karşılamak için otuzbin Rum ve Ermeniyi getirttiği ileri sürülmüştür Eski listelerde “Panagia Kaphatiane Galata” adıyla kayıtlara geçmiştir 25 Nisan 1696 de büyük bir yangın geçirerek yanmış yeniden inşa edilerek 14 Eylül 1698 de Kutsal Haç yortusunda ibadete açılmıştır 1731 de tekrar yanan kilise yeniden inşa edilir ve Sulan fermanıyla onarılır ve 1 Ekim 1734 tarihinde yeniden ibadete açılır Kapı kitabesinde bu tarih yazılıdır Bir müddet sonra yeniden harap olan kilise tekrar büyük onarım geçirir ve 1840 da temelden yenilenir Hz Meryem’e ithaf edilmiştir Doğu kilisesinde Hz Meryem “Panayia” adı ile tanımlanır ve İstanbul’da ona atanmış çok kilise vardır 1652 de İstanbula gelen Antakya Patriğinin katibi Paulus, Kaffa’den gelen Rumların beraberlerinde getirdiği söylenen “Hodogetria Meryem” ikonasının Kilisenin kuzey nefinde bulunduğunu söylemektedir Kilise etrafı yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde yer alır Avlunun içinde Türk Ortodoks Başpiskoposluğunun yönetim odaları ve kilise görevlilerine ait lojmanlar vardır Çan kulesi 1840 daki tamirde ilave edilmiştir Dikdörtgen planlı üç nefli bazilika tipinde bir yapıya sahip olan kilisenin üstü çatı ile örtülüdür Apsis dışarıdan çıkıntılıdır Naos’da nefleri sınırlayan sütunlar yuvarlak kemerlidir İçten orta nefin üst örtüsü beşik tonoz yan nefler ise düz tavandır Apsis’in üstü ise kiliselerin geleneksel mimarisi olarak yarım kubbe ile örtülüdür Ahşap olan İkonostasion,naos’un doğusunda üç nefi de kapsar ,oyma ve kabartma tekniği ile yapılmış,üzeri altın varaklı geometrik motifler ,yaprak ve çiçeklerle süslüdür Altta büyük çerçeveler içinde Meryem’in ölümü sahnesi olan “Koimesis” , “Meryem ve Çocuk İsa”, “ İsa’nın Doğumu” resmedilmiştir Bunlardan başka bazı azizler in tasvirleri de burada yer alır Naos’daki iki sütun’un arasına oturtulmuş olan Ambon (bir tür vaaz kürsüsü) yine altın varaklarla süslenmiş olup kürsünün altında çerçeveler içinde Hz İsa ve 4 İncil yazarının tasvirleri bulunmaktadır Despot koltuğu de yine aynı tarz bitki motifleri ile bezenmiş olup burada ayrıca kabartma olarak melek ve hayvan figürleri işlenmiştir Nefleri ayıran sütunların aralarındaki madalyonlar içinde havariler resmedilmiştir Orta nefin üst örtüsündeki “Pantokrator İsa” (Dünyaya hakim olan) yağlıboya ile yapılmıştır
Ermeni Gregoryen Kiliseleri
Surp Harutyan Kilisesi (Beyoğlu)
Taksim Meşelik Sokaktaki Esayan Kız Lisesinin bahçesindedir Mıgırdıç ve Hovhannes Esayan kardeşler tarafından II Abdülhamid’in 3 Haziran 1893 tarihli fermanı ile okul ile beraber yapılmasına izin verilmiş 1895 de inşaat tamamlanmıştır Tek nefli bazilika planında küçük bir şapeldir Narteks’in bulunduğu cephe iki katlı ve pencereli olup bu girişin hemen üstünde küçük bir çan kulesi yükselir Üst örtüsü ,içten yarım kubbeli apsis ve ibadet mekanı tonoz olup üzeri iki tarafa kırma çatıdır Apsisdeki sunakda mermerden yapılmış olan sütunların ortasında Meryem ve Çocuk İsa tablosu yer alır Dışdaki sadeliğine karşılık içi mermer ve altın varaklı süslemelerle hem sade hem de zevkli bir işçilik gösterir
Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Beyoğlu)
Galata’da Kemeraltı Caddesindedir Kefeli tüccar Goms tarafından 1391 de Cenovalılardan alınan arsa üzerinde 1436 da yapılmıştır 1731 deki Galata yangınında yanmış olup Sultan I Mahmud’un 15 Aralık 1732 tarihli fermanıyla Hassa Mimarı Kayserili Serkis Kalfa tarafından yeniden yapılarak 10 Mart 1733 de tekrar ibadete açılmıştır 1771 de tekrar yangın geçiren kilisenin Surp Haç ve Surp Garabed şapelleri yanmış bu sefer de Minas Kalfa tarafından 1799 da yenilenmiştir 1958 de Kemeraltı Caddesi genişletilirken istimlak edilmiş ve gerisine bugünkü kilise yapılmıştır Binanın mimarı Bedros Zobyan olup yıkılan kiliseden daha küçük bir yapı yapılmıştır1961-65 yıllarında inşaatı biten kilisenin açılışı 15 Mayıs 1966 da İstanbul Patriği Şnorhk Kalustyan tarafından yapılmıştır Bina mimari şekil bakımından Ani’deki Ermeni kiliselerine benzemektedir Dış cephe silmelerle çerçevelenen yuvarlak kemerlerle,niş ve üçüzlü pencerelerle hareketlendirilmiş olup yüksek kasnaklı bir kubbesi vardır Doğuda dışarıya doğru çıkıntılı olan apsis’in üst örtüsü kırmızı kiremit kaplıdır Apsis’in kuzeyinde vaftizhane ve içinde kitabeli mermer sunakların bulunduğu Surp Pırgıç şapeli, güneyinde ise Surp Isdepannos’a atanmış diğer bir şapel yer alır Üç katlı çan kulesi batı cephesindeki küçük avluda olup altında Patrik Hovhannes Golod’un mezarı bulunmaktadır İç mekan oldukça sade olup yuvarlak kemerler kalın payelere oturur Yan duvarlar ise Kütahya çinileri ile kaplıdır
Surp Yerrortutyun (Üç Horon) Kilisesi (Beyoğlu)
Beyoğlu'nda Sahne sokağındadır Surp Yerrortutyan Kutsal üçlük (Baba-oğul-Ruhülkudüs) anlamına gelmektedir XVI ıncı yy da bu kilisenin bulunduğu arsa’nın ve üzerindeki ahşap bir Rum kilisesinin Rumlardan satın alınarak Ermeni cemaatine geçtiğini 1515 tarihli bir hüccet belgelemektedir Bu arsada önce Surp Echmiadzin ismiyle bir Ermeni ilkokulu yapılır daha sonra da II Mahmud’un fermanıyla burası kiliseye çevrilmiştir1807 de Pentekoste yortusunda ibadete açılan ahşap kilise 1810 da yanmış,uzun süre harabe halinde kalmıştır IIAbdülhamid’in 1836 da verdiği ferman ile bu ahşap kilisenin kalıntıları yıkılmış ve yerine Garabed Balyan,Minas Ağa ve Serveryan’ın hazıradığı proje ve uygulamalar ve ermeni cemaatinin de maddi desteğiyle bugünkü “Üç Horan” kilisesi inşa edilerek 18 Haziran 1838 de ibadete açılmıştır 1896 de kilisenin çevresine ruhban sınıfı için lojman ve idari binalar ile Naregyan Okulu yaptırılır 1870 de geçirdiği yangından sonra ahşap mekanlar bu kez karğir olarak yenilenir 1807 ,1907 ve 1989 da tekrar onarımdan geçirilir Büyük bir avlunun içerisinde yer alan kilise tek nefli bir bazilika planında düşünülmüş daha sonra da bazı ekler ve genişletmeler yapılmıştır İki şapelinden Surp Minas’a atanmış olanı vaftizhane olarak kullanılmaktadır Diğeri Surp Krikor Lusavoriç’e atanmıştır Her iki şapeldeki kapılardan koro bölümüne geçilmektedirİç mekan da süsleme unsurları olarak mermer ve altın varak çok miktarda kullanılmıştır Tamamen batı tarzında yapılmış olup klasik Ermeni mimarisinin hiçbir özelliğini göstermez Çan kulesi asıl mimari ile bağdaşmadığından sonradan eklenmiş olmalıdır Avluda Pangaltı mezarlığının istimlak edilmesinden sonra kemikleri buraya getirilen Patrik IVHagopos (1680)’un bir kiliseyi andıran mezarı ile Başpiskopos I Iknadios Kakmacıyan’ın lahdi bulunmaktadır
Ermeni Katolik Kiliseleri
Hovhan Vosgeperan Kilisesi (Beyoğlu)
Taksim’de Fransız Kültür Sarayı’nın arkasında Zambak Sokaktadır Bugünkü Kilisenin olduğu yerde Katolik Ermeni cemaati 1832 de fakir çocuklar için bir okul ,düşkünler evi ve küçük bir hastahane ile burada yaşayanların dini ihtiyaçları için ahşap küçük bir kilise inşa ettirmişti Zamanla iytiyacın artması üzerine yanındaki birkaç ev daha satın alınarak tesis genişletilmiştir Beyoğlu yangınında tesislerin kullanılamayacak duruma gelmesi üzerine Katolik Ermeni Cemaati daha büyük bir kilise yapımı için devletten gerekli izinleri aldıktan sonra Garabet Tülbentçiyan’ın hazırladığı projeyi Agop Köçeoğlu, Hagop ve Bogos Göçeyan’ların maddi katkılarıyla uygulamaya geçmiş, 7 Nisan 1860 da başlayan kilise yapımı 2 Şubat 1863 de bitirilerek ibadete açılmıştır Eklektik tarzda inşa edilmiş olan bu kilise’nin oldukça hantal bir dış görünümü vardır Sekizgen merkezi planlı orta mekanın üzerini dört fil paye’nin taşıdığı yine sekizgen yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir Beyaz mermerden yapılmış ana sunakta kilisesin atandığı Aziz Hovhan Vosgepenan’ın ( St Jean Chrysostomos) Bizans dini elbiseleri içinde bir portresi yer almaktadır Diğer dört küçük sunak ise Surp Krikor Lusoveriç,StAntoine,Papa StSylvestre ve İsa’nın Çarmıha gerilmesine atanmıştır Buradaki resimler tamamen İtalyan resim ekolünü yansıtmaktadır Güneydeki sunağın yanında altın yaldızla bezenmiş ahşap bir ambon bulunmaktadır Narteksin yan kanatları’nın üzerindeki galeri koro’ya ayrılmıştır
Surp Asdvadzazin Kilisesi (Beyoğlu)
Bedros Mısırlı ve kardeşleri Lusi ile Sofi’nin mali katkılarıyla Piskoposluk konutu,ibadethane ve papaz evi’nin meydana getirdiği bir kompleksdir Kilisenin bulunduğu geniş arazi ve üzerindeki ahşap ev Boğos Bilezikçi tarafından 1838 de Ermeni Katolik cemaatine bağışlanmıştır 15 Haziran 1864 de II Abdülhamid’in verdiği ferman ile Andon Tülbentçiyan’ın çizdiği ve uyguladığı proje kapsamında Patrikhane Kilisesi 18 ayda bitirilmiş ve 6 Kasım 1866 da kutsanarak ibadete açılmıştır Büyük bir avlu içinde tek nefli bazilika planında olan kilisenin etrafını dört katlı piskoposluk sarayı,kütüphane,rahiplere mahsus lojmanlar ve matbaanın bulunduğu bir kompleks çevreler Kilisenin ana girişinin yanında Bedros,Lusi ve Sofi Mısırlı’nın mermer lahitleri vardır Surp Krikor Lusavoriç’e ait bir rölik de gayet kıymetli bir muhafaza içinde muhafaza edilmektedir Ana mekanda duvarda Fransa İmparatoriçesi Eugènie’nin hediyesi olan büyük boy İsa’nın göge yükselişini gösteren goblenden yapılmış bir tablo da bu kilisenin kıymetli eşyaları arasındadır Meryem’e atanmış olan büyük üçgen alınlıklı,yuvarlak kemerlerin içinde aziz figürlerinin bulunduğu sunak son derece güzel bir işçiliğe sahiptir Yunan ve Roma mimarisinin klasik unsurlarını içinde barındıran bir katedral olarak düzenlenmiş bu kilise neokalasik bir mimaride inşa edilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Surp Pırgıç Kilisesi (Beyoğlu)
Galata’da Kemeraltı caddesi üzerindedir İstanbul’daki ilk Ermeni Katolik kilisesidirKatolik Ermeni cemaati kendilerine ait bir ibadethaneleri ve ruhani reislerinin olması için II Mahmut döneminden itibaren çalışmalara başlamışlardı Galata’da yaşayan Katolik Ermeni cemaati kendi aralarında para toplayarak Kemeraltı caddesi üzerindeki evvelce Patrikhane olarak kullanılıp sonra Surp Asdvadzadzin kilisesine Patrikhanenin taşınman-sı üzerine boş ve metruk kalan,üzerinde papaz odalarının da bulunduğu yeri satın aldılar Gerekli izinler alındıktan sonra 15 Temmuz 1831 de temeli atılan bina 13 Ocak 1834 de ibadete açıldı İlk Ermeni Katolik kilisesi olduğu için oldukça özenli yapılan binanın dıştan hantal görünüşüne rağmen Kuyu Sokağına bakan taraftaki giriş ve iç mekandaki düzenlemeleri sanki bir antik tapınağa benzetilmek istenmiştir Geniş bir kubbeli bazilika planına sahip olan yapı da orta mekanın üzerini içten tonoz ve yarım kubbeler dıştan düz bir çatı örter Altı payenin arşitravla birbirine bağlandığı ve merdivenle çıkılan giriş bir Grek Tapınağı havasındadır Dışarıya taşkın apsis’in fresk tarzında boyanmış,nişleri gösteren mimari bir kompozisyon içinde Surp Tatyos ve Surp Partoghemios’u temsil eden figürler vardır Ana apsis’in yanındaki küçük apsisi olan şapel vaftizhane olarak kullanılmaktadır Kilisede beş ayrı yerde sunak yapılmıştır bnlardan bir tanesi Meryem’e atanmış olup ince sütunlar ve perdelerin çevrelediği mekanda Meryem ve Çocuk İsa başlarında kral taçları ile canlandırılmıştır Kilisenin yapımı sürerken İstanbul’da Veba salgını baş göstermiş,bunun üzerine Ermeni cemaati bu ikonayı 25 Mart günü bütün İstanbul sokaklarında arkalarından gelen hıristiyanlarla dolaştırmışlardır Tesadüf olarak bu olaydan sonra veba salgını birden bitmiş Sultan II Mahmut da bu kiliseye bu olaydan ötürü elmasdan kuyrukluyıldız biçiminde bir iğne hediye etmiştir Bu olay o tarihten beri Paskalya yortusunun ertesinde “Ölüler günü” olarak 25 Mart’da kutlanmaktadır Kilise açıldıktan sonra Ermeni Katolik Cemaatinin ilk ruhani reisi Başpiskopos Andon Nurican olmuştur
Surp Yerrontutyan Kilisesi ( Beyoğlu)
İstiklal Caddesi'nde Perukar çıkmazında küç ük bir kilisedir İstanbul’daki Levantenler için dört katolik rahip 1722 de buradaki arsayı satın almışlar,gerekli izinleri Osmanlı devletinden aldıktan sonra buraya küçük ahşap bir kilise ile konuk evi inşa etmişlerdir 20 Eylül 1762 de burada çıkan bir yangınla kilise ve evler yanmış,Sultan II Mustafa’dan alınan ferman ile taştan yeni birkilise ile 7 adet ev yapılmıştır 6 Ağustos 1831 deki Beyoğlu yangınında burası yine zarar görmüş olup 1834-35 yıllarında bugünkü küçük kilise yeniden yapılmış 27 Ocak 1836 da Ermeni Katolik rahiplerinin de katıldığı bir kutsama töreni ile ibadete açılmıştır Ermeni Katolik cemaati reisi Monsenyör Andon Hasun kilisenin kendi mülkiyetlerine geçmesi için Avusturya ve Papalığa müracaatta bulunmuş,Avusturya İmparatorluk armalarının korunması şartıyla 25 Mayıs 1857 de Ermeni Katolik patrikliğinin mülkiyetine geçmiştir Tek nefli bir bazilika planında olan bu küçük kilise çift meyilli çatı ile örtülü olup dış cephe sıvalıdır Narteksin üzerinde küçük bir galeri vardır Koro bölümünün üstünde Habsburg hanedanının armaları bulunmaktadır Ana sunak kutsal üçlü’ye ithaf edilmiş olup yan sunaklar Azize Anna ve Meryem’e ithaf edilmiştir
Protestan Ermeni Kiliseleri
Surp Yerrorturyan (Avadaranagan ) Kilisesi (Aynalıçeşme-Beyoğlu)
İngiliz konsolosluğunun arkasında,Emin Camii sokağındadır Ermenilerin protestan hareketlerinin başladığında yapılan ilk kilisedir 1846 da burada mevcut olan ahşap kilise binası yandığından aynı yerde biraz daha geniş bir yer satın alıp yeni bir kilise ve okul yapımı için hükümetten izin istenmiş Sultan Mabdülmecid’in 1861 tarihli fermanıyla arsa alımı için onay alınmıştır Kilise yapımı için tekrar müracaat edilir ve IIAbdühamid’in 9 Ağustos 1904 tarihli fermanıyla onay alınarak ertesi sene kilisenin temeli atılır,20 Ekim 1907 de ibadete açılır İki katlı olan kilisenin alt katı okula ayrılmıştır Anıtsal bir giriş cephesi olan kilise 19uncu yy Avrupa gotik-eklektik mimarisi tarzındadır Sağır sütunlu yuvarlak üzerine sivri kemerli kapısı’nın üzerinde çan kulesi yükselen cephenin birinci katında sivri kemerli uzun pencereler ikinci katında ise yuvarlak gül pencereler vardır Çatı çift meyillidir İç mekan oldukça sadedir Üç cepheli dışarıya taşkın bir apsis vardır Gotik süslü saçak kornişleri iç mekanı çevreler
Süryani Kiliseleri
Meryem Ana Kadim Süryani Kadim Kilisesi (Beyoğlu)
Tarlabaşında Karakurum Sokağındadır İstanbul’da Süryanilere ait tek kilisedir Süryaniler litürjiye göre Nuh peygamberin oğlu Sam’ın oğlu Aram’ın soyundan gelmişlerdir Sami kavimlerinin bir kolu sayılır MÖ 14 ncü yyda Hitit İmparatorluğunun çöküşünden sonra kuzey Suriye’den Şeria nehrine kadar Ön Asya’da egemen olmuşlardır Süryaniler kökeni Urfa kilisesine dayanan ve Asur ırkından olan doğu Süryanileri (Nasturiler) ile kökeni Antakya kilisesine dayanan ve Arami ırkından olan batı Süryanileri olmak üzere ikiye ayrılırlar Aramca konuştukları, snoptik incillerden Matta İncili’nin Arami dilinde yazılıp sonradan Yunanca’ya çevrildiği yolunda güçlü kanıtlar ileri sürülmektedir,günümüzde de Süryanice’ye en yakın dil işte bu aramca’dır Hıristiyanlığı ilk kabul eden toplum olduğu için de kendilerine 1845’den itibaren “Kadim” sıfatı yakıştırılmıştır İsa’nın çağında doğu’da Urfa putperest inancındaydı Kilise tarihçisi Eusebius’un yazdıklarına göre Kral VAbgar bir cilt hastalığına tutulur tedavi için İsa’yı Urfa’ya çağırır İsa çarmıha gerildiği için havarilerinden Thomas’ın kardeşi Addai (Thaddeus) Urfa’ya gider Kral Abgar İsa’nın fikirlerine inanır,hıristiyanlığı kendisi ve toplumu için kabul eder Anadolu’daki Süryani cemaatinin İstanbul’a gelmesi iki göç dalgası ile oluşmuştur Birincisi Bitlis,Diyarbakır,Mardin, Midyat ve Nusaybin’den 1830 yılından itibaren başlar ve Cumhuriyetin ilanına kadar devam eder İkinci dalga ise yine aynı kentlerden ve köylerden Cumhuriyet sonrası olmuştur İstanbul’a ilk yerleşen Süryaniler,ibadetlerini yapabilmek için Tarlabaşı’nda ahşap küçük bir ev satın alırlar 1844 de Patrik Mor Ignatios IIYakup cemaatini ziyaret için İstanbul’a geldiğinde bu küçük evi kiliseye çevirmeyi düşünür ve Sultan Abdülmecid’e müracaat eder,isteği olumlu karşılanır ve ev yıkılarak yerine ahşap bir kilise inşa edilir Meryem Ana’ya ithaf edilen bu kilise 1870 Beyoğlu yangınında tamamen yanar 1880 de bu sefer kargirden yeniden inşa edilir İkinci göç dalgasıyla artan nüfusun ihtiyacı karşılanamadığından Süryani Kilisesi Vakfı tarafından etrafındaki evler satın alınır ve 1961 de gerekli yasal izinler alındıktan sonra bugünkü kilise yapılır ve 3 Kasım 1963 de Patrik Mor İğnatios III Yakup tarafından törenle ibadete açılır Kilise’nin inşaatında Mardin’den getirilen ,taş oymacılığı ve taşçı ustaları olan Sait Mimarbaşı,İskender Aktaş ve Lole Ertaş ve ekibinin ustaları ile yine Mardin’den getirtilen taşlarla inşa edilmiştir Kilise’nin yanında idare binaları ve okul vardır
Katolik Kiliseleri
Saint Antuan Kilisesi (Beyoğlu)



İstiklal Caddesi üzerinde demir parmaklıklı bir kapı ile girilen geniş bir avlunun içindedir Avlunun iki tarafında bu komplekse ait çeşitli binalar yer almaktadır Mimar Giulio Mongeri’nin (1875-1953) Lombardia Gotiği stilinde bir eseri olup inşaata 1906 da başlanmış ve 12 Agustos 1912 de ibadete açılmıştır Beyoğlu’nun ilk betonarme yapılarından olan bu kilisenin dışı kırmızı tuğla kaplı, Latin haçı plânlı, oldukça devasa boyutlu bir kilisedir İç kısımda mübalağaya kaçacak kadar çeşitli malzeme ,heykel ve resim kullanılmıştır Ana apsis’de ahşaptan “çarmıhta İsa” heykeli ile yandaki Aziz Antoine’nin heykeli Luigi Bresciani ‘nin eseridir Yan apsislerde mozaik ile yapılmış “vaftiz” ve “Son akşam yemeği” panolar vardır Çan kulesi güney apsisinin üzerindedir Güney tarafında kiliseye paralel iki katlı manastır binası ve kiliseye akar olması için yaptırılmış apartmanlar yer alır
Saint Benoit Kilisesi ve Manastırı (Beyoğlu)
Galata’da Kemeraltı Caddesindedir Cenevizli Benedikten rahiplerinin kilisesi olarak da bilinir Bu kompleksin yerinde evvelce bir Bizans Manastırı olduğu ve 1427 de yenilendiği ileri sürülmektedir Çan kulesi 15inci yy mimarisini aksettirir ve Galata’daki en eski kilisedir 1573 de Cizvitlerin elinde olan bina daha sonra 1783 de Lazaristlerin eline geçmiş olup çevresindeki binalar 1803-4 de onlar tarafından yapılmıştır 1865 de burada çıkan bir yangından zarar gören binadan günümüze sadece çan kulesi gelebilmiştir
Saint Esprit Kilisesi (Şişli)
Cumhuriyet Caddesi üzerinde Notre Dame de Sion Lisesinin avlusundadır Bu kilise 1845 de İtalyan Mimar Fossati tarafından projesi yapılıp inşaatı gerçekleştirilmiştir Vatikan’a bağlı olan kilise 20 Ocak 1876 da katedral statüsünü kazanmış olup 1989 da İtalyan rahiplerin yönetimine verilmiştir Barok üslupta yapılmış bir kilisedir Okul ile müşterek olan avlusunda Papa XV inci Bonua’nın mermer bir heykeli bulunmaktadır Üç nefli bir bazilika planındadır Ana apsis ve yan apsisler dışarıya kare şeklinde taşmaktadır Nefleri ayıran sütunların üzerinde galeri bulunmaktadır Ölçek Sokağına bakan ucunda çan kulesi bulunmaktadır
Saint Georg Kilisesi (Beyoğlu)
Galata’da Kartçınar sokağındadır Bizans İmparatoru II Andronikos Palaiologos’un bir fermanına dayanılarak bu kilisenin Cenevizliler zamanında var olduğunu saptayabiliyoruz 15nci yyait Pera’daki vakıf mülklerini gösteren bir belgede bu kiliseden “Aya yorgi” diye bahsedilmektedir Fransız elçisi De Germigny’nin 1580 de yazdığı bir mektupta Dominiken rahiplerinin elinde olup cemaatinin olmadığı için sadece bayramlarda açıldığını bu yüzden de yapıyı satın almak istediklerinden bahsetmektedir Osmanlı-Fransız ilişkilerinin kuvvetlenmesiyle 1626 da kiliseye Fransisken rahipler yerleşir Kilisenin yanında Peron ailesine ait olan evi okul yapmak için satın alırlar 1660 daki büyük yangında bina tamamen yanar Arsa haline gelen bu yerin mülkiyeti de böylece Osmanlı Devletine geçer Daha sonra Fransız Hükümeti burayı satın alır ve 1675 de gerekli izinler alındıktan sonra kilise yapımına başlanır ve 1677 de ibadete açılır 1809 da Fransızlar burayı askeri hastahane olarak kullanırlar , 1831 de çıkan bir yangınla tekrar büyük zarar görür ve 1853 de tekrar Fransisken rahipleri tarafından satın alınırsa da onlar da burayı 1908 de Avusturyalı Lazarist rahiplere satarlar Lazaristler burayı restore ederken tamamen bir Avurupa mimari tarzını yerleştirmişlerdir 1963 de mabedin içindeki aşırı süslemeler kaldırılarak yeni bir iç dekorasyona gidildi ve Viyana Ekolüne bağlı Ressam Anton Lehmden ve Oıtzinger beraberce çalışarak yeni bir dekorasyon uyguladılar
Saint Maria Draperis Kilisesi (Beyoğlu)
Beyoğlunda Galatasaray ile Tünel arasındadır Fransisken tarikatına mensup olan Madam Clara Draperis’in bağışladığı bir evin arsasına,Galata Mumhane caddesindeki Santa Maria kilisesinin 1584 de yanmasından sonra yapılmıştır 1691 de ahşap olarak yapılmış bu kilise yanında bu kez 1769 da bugünkü yerinde kargir olarak yapılmışsa da 1870 Beyoğlu yangınından kurtulamamıştır Bndan sonra burası İtalyan Mimar Guglielmo Semprini’nin prjesiyle Avusturya-Macaristan Büyükelçilik binası olarak kullanılmıştır 1904 de IIAbdülhamid’in vermiş olduğu izin ile bugünkü kilise inşa edilmiştir Ön tarafındaki Santa Maria hanı ile kiliseyi aradaki lojmanlar birbirine bağlayarak bir kompleks meydana getirirler Kilisenin neo-klasik üslupta kesme taştan sade ve iki katlı bir cephesi vardır Mermer bir arşitrav ve üçgen alınlığın çevrelediği giriş kapısı üzerinde mozaik ile yapılmış orans vaziyetinde Meryem vardır 1678 yangınından kurtulan “Meryem” tablosu da kilisenin apsisindedir
Saint Pierre ve Paul Kilisesi (Galata)
Galata’da Galata Kulesi sokağındadır Dominiken rahipler tarafından Mimar Fossati’nin projesi ile 1841-1843 arasında yaptırılmıştır Dikdörtgen çeklinde gayet bakımlı bir avlunun içinde tek nefli bir bazilika planında iki katlı bir bina olup avluya bakan cephesi sütunların birbirine bağlayan yuvarlak kemerlerle açılır Üst örtüsü içten beşik tonoz ,dıştan kiremit kaplı çift meyilli çatıdır
Anglikan Kiliseleri
Kırım Kilisesi (Beyoğlu)
Galip Dede Caddesi ile Serdarıekrem Sokağının arasındadır Evvelce üzerinde Rum mezarlığının bulunduğu bu arazi Abdülmecid (1839-1861) tarafından İngilizlere Kırım Savaşı’nın anısına bir kilise yapımı için verilmiştir Projesini GStreet’in çizdiği bu kilisenin temeli 19 Ekim 1858 de atıldı ve 22 Ekim 1868 de ibadete açıldı 1970 de cemaatinin olmaması yüzünden kilise kapatıldı ve içeriye binayı muhafaza etmek için bir bekçi konulduysa da bu kişi kilisenin içindeki kıymetli eşyaların yok olmasına sebep olduğu gibi bina bakımsızlıktan harap bir hale geldi 1991 de Sri Lanka’dan gelen Anglikan mültecilerin İngiliz konsolosluğuna müracaatları ile Konsolosluktaki Anglikan şapelinin rahibi İan Sherwood’un yönetiminde kilise temizlenip onarılarak tekrar ibadete açıldı Neogotik üslupta yapılmış olan bu kilise’de kullanılan kırmızı renkteki taşlar Malta’dan getirilmiştir Dikdörtgen bir yapı olan binada yuvarlak kemerli ikizli pencerel ile içerisinin ışık alması sağlanmıştır Ana girişin iki yanında sivri kulahlı iki küçük kule bulunmaktadır Yan tarafındaki çan kulesi baldakin tarzında olup sivri külahlıdır Üst örtüsü çift meyilli kiremit kaplı çatıdır
Şişli İlçesindeki Kiliseler
Ayios Atanasios Kilisesi (Şişli)
Kurtuluş’da Omuzdaş sokağında Rum ortodoks kilisesidir Eğimli bir arazide olması nedeniyle bir kısmı yol seviyesinin altında kalan kilise yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içindedir Bugünkü binanın yapılışının tarih kitabesi 1855 dir 1893 ve 1949 da tamir gördüğünü yazan iki kitabesi daha vardır Kubbeli bazilika plânında olan yapının orta nefi’nin üzeri etrafı gül pencereler ile çevrili kasnağı olan basık bir kubbedir Diğer kısımlar çift meyilli çatı ile örtülüdür Binanın dört köşesinde ana mekandan çıkan çan kuleleri vardır Kilisenin batı tarafında aynı adı taşıyan bir ayazması mevcuttur
Ayios Dimitrios Kilisesi (Şişli)
Kurtuluş’da Ateşböceği sokağında Rum Ortodoks kilisesidir Bulunduğu yerde evvelce mezarlık ve içinde Aziz Haralambos’a ithaf edilmiş bir şapel ile bir ayazmanın varlığını biliyoruz 1726 tarihli kitabesinde inşa edildiği yazılıdır Ayrıca 1782 ve 1798 de tekrar bir onarım görerek genişletilmiş olduğu da içerideki diğer kitabelerinde yazılıdır Üç nefli bazilika planında olan yapı kesme taştan inşa edilmiş olup sade bir yapısı vardır Üzeri kiremit kaplı çift meyilli bir çatı ile örtülüdür Aziz Dimirios’a ithaf edilmiş bu kilisede bu azizin rölikleri bema’dan bir duvarla ayrılan bölümde muhafaza edilir Narteksin kuzeyindeki bir merdivenle galeriye çıkılır Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi olup yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır Bu kemerlerin arasındaki yuvarlak madalyonlarda ise aziz figürleri resmedilmiştir İkonastasis,ambon ve despot koltuğu ahşap olup kabartma çiçek ve bitki motifleri ile süslenmiştir
Ayios Elefterios Kilisesi (Şişli)
Kurtuluş,Bayır sokak’da Rum Ortodoks mezarlığının içindedir Önemli bir mimarisi olmayan bu bina 1865 de mezarlıktaki cenaze törenleri için inşa edilmiştir Bazilika planındaki kilisenin apsisi içten yarım kubbe,diğer yerler beşik tonoz olup hepsi dışarıdan çift meyilli çatı ile örtülmüştür Kaba yonu taşından yapılmış olup üzeri sıvanmamıştır
Bulgar Eksarhanesi (Şişli)
Şişli’de Halaskargazi caddesinde alçak duvar üzerine demir parmaklıkla çevrili geniş bir bahçenin içerisinde yer alan eklektik üslupta yapılmış ahşap bir yapıdır
İstanbul’daki Bulgar azınlığı 19uncu yya kadar Rum Ortodoks patrikhanesine bağlı kiliselerde ibadet ediyorlardı 18inci yy ın sonlarında Balkanlarda başlayan milliyetçi akımlar İstanbuldaki Bulgarları da etkiledi ve bağımsız bir Bulgar kilisesi kilisesi kurarak Ortodoks patrikliğinden ayrılmak istediler 1848 de, İstanbuldaki Bulgar cemaatinin önde gelen isimlerinden olan Stefan Bogoridi Tanzimat fermanının verdiği haklardan yararlanarak, Bulgarların Rumca bilmediklerini ,Rum kiliselerindeki ayinleri anlayamadıklarını ileri sürerek Osmanlı devletine müracaatla kendi dillerinde ibadet etmek istediklerini bildirdi Bu arada Rusya sefareti de onları destekledi ve Fener semtinde bir ibadethane ve papaz evi yapmaları gerekli olan arsayı kendilerine vereceklerini bildirdi Osmanlı devleti de Bulgar cemaatinin Fener patrikhanesinden ayrılmasının Patrikhaneyi biraz zayıflatacağını düşünerek bu öneriye son derece olumlu baktı ve Stefan Bogoridi’nin hibe ettiği,Mürsel Paşa Caddesi üzerindeki Sveti Stefan kilisesinin karşısındaki arsaya “metoh” adı verilen bir papaz evinin yapılması ve ibadetin orada yapılmasına Sultan Abdülmecid izin verdi ve 1850 de inşaat tamamlandı Bulgarlar 1860 da devlete tekrar müracaat ederek Rum Patriğini kendilerine dini lider olarak tanımayacaklarını bildirdiler 11 Mart 1870 de Sultan Abdülaziz’in fermanı ile bağımsız Bulgar kilisesinin kurulmasına izin verildi ve cemaatin başına da Patrikten aşağı metropolitten yukarı bir rütbe olan ” Eksarh” getirilmesi karara bağlandı Böylece yeni kurulan kilise bundan sonra “Bulgar Esarhlığı” olarak tanındı ve Patrikhane de bunu onayladı Şişli’deki bina da bundan sonra inşa edildi İbadet mekanı ve lojmanların bir arada olduğu ahşap karkaslı bu bina iç sofalı plân tipindedir İbadet mekânı dikdörtgen bir salon şeklinde olup İkonastasis in iki tarafındaki yuvarlak kemerlerden arkadaki kutsal eşyaların korunup muhafaza edildiği mekana geçilir İkonastasisde İsa ve azizlerin yağlıboya resimleri vardır Bahçede bulunan anıtın üzerinde 16 Eylül 1872 de Fener Patrikhanesi Sen Sinodu’nun Bulgar kilisesi ile bir bağının kalmadığını belirten kitabesi vardır Bu anıtın üzerinde 1901 de Pınarhisarlı Mihail isimli bir ustanın döktüğü çan bulunmaktadır Eksarhhane 1989 da önemli bir tamir geçirmiştir İstanbulda Eksarhhane’den başka biri Feriköy mezarlığınin içinde diğeri de Demir Kilise olarak bilinen Sveti Stefan olmak üzere üç Bulgar Ortodoks kilisesi vardır
Dodeka Apostoli (Aya Apostoli) Kilisesi (Şişli)
Feriköy’de Avukat Caddesinde yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içinde yer alan 1868 de inşa edilmiş olan bu Rum ortodoks kilisesi oniki havariye ithaf edilmiştir 1949 da bir onarım geçirdiği içerisindeki kitabede yazılıdır Kapalı Yunan haçı planında olan kilise muntazam taşdan yapılmış sade bir yapıdır Narteks’den Naos’a geçilen kapının üzerinde Ressam Haralambos tarafından 1914 de yapılmış oniki aziz’in yağlıboya portreleri vardır Orta nefin üzerini her cephesine pencere açılmış sekizgen kasnaklı içerisinde pantokrator İsa tasviri olan bir kubbe örter Diğer kısımların üst örtüsü ise kırma çatıdır Narteksin güneyinden ahşap korkuluklu bir merdivenle galeriye çıkılır Galerinin koruluklarında incilden alınmış sahneler resmediliştir
Hiristos Metamorfosis Kilisesi (Şişli)
Şişli,Büyükdere Caddesi’ndeki Rum Mezarlığının içindedir 1888 de inşa edilmiş olan bu kilise haç planlıdır Orta mekanın üzerini yüksek sivri bir kubbe örtmektedir Bu kubbe çinko kaplı olup sekiz dilimli olup her dilimde haç işlenmiştir Düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan kilisenin apsis’i dışarıya yarım yuvarlak olarak taşmaktadır
Beşiktaş İlçesindeki Kiliseler
Ayios Dimitrios Kilisesi (Beşiktaş)
Kuruçeşme’de Kırbaş sokağında Rum ortodoks kilisesidir Bizans devrinde mevcut olup yıkılmış bir kilisenin yerine 1820 de inşa edilmiş olup 1870 de genişletilmiştir Üç nefli Bazilika planında olan kilisenin dıştan köşeli olarak dışarı taşmaktadır Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi olup basık kemerlerle birbirine bağlanır Kaba yonu taş ve tuğla karışımı inşa edilmiş olan kilisenin içi ve dışı sıvalı olup içeriden apsis ve yan hücreler yarım kubbe nefler ise beşik tonoz olup hepsi dıştan kırma çatı ile örtülmüştür Narteksin üzerindeki galeriye yan tarafındaki ayazmadan da çıkış sağlanmıştır İkonastasis ,ambon ve despot koltuğu ahşap olup kabartma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslenmiştir
İoannes Prodromos Kilisesi (Beşiktaş)
Kuruçeşme Caddesinde Rum Ortodoks kilisesidir Evvelce mevcut sir kilisenin arsası üzerine 1835 de yapılmıştır Üç nefli bazilika plânlı bir yapıdır Nefleri ayıran ahşap sütunlar arşitravla bağlanırlar Apsis’in üst örtüsü yarım yuvarlak bir kubbe olup diğer yerler kırma çatı ile örtülüdür Cephesi kaba yonu taş üzeri sıvadırSadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır Naos’daki merdivenle galeriye çıkılır Ahşap ikonastasis ,ambon ve despot kultuğu oyma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslüdür Naos’un köşesinde Hagios Sotirios’a atanmış ayazma vardır
Taksiarhes Rum Kilisesi (Beşiktaş)
Arnavutköy’de Dere ve Abdullah Molla sokaklarının arasında,yüksek duvarlarla çevrili geniş bir avlunun içerisindedir 19uncu yy ikinci yarısında düzgün kesme taştan inşa edilmiş kapalı yunan haçı plânlı Rum ortodoks kilisesidir Apsis yuvarlak olarak dışarı taşkın olup üzeri ana mekanın çatısından alçak bir yarım kubbe ile örtülüdür Orta mekanın üzerini basık kasnaklı bir kubbe örter Dış cephede yuvarlak kemerlerin içerisinde üçüzlü ve ikizli pencereler yer alır Avluda Azize Paraskevi’ye ithaf edilen bir ayazması vardır
Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi (Beşiktaş)
Beşiktaş’da İlhan Sokaktadır İlk yapılışının 1661 ile 1684 arasında olduğu ileri sürülüyorsa da kesin bir bilgimiz yoktur Yıkılmış olan bu mabedin arsası üzerine bugünkü kilise Saray Mimarı Garabed Serkis Balyan tarafından kendi mali desteğinin yanısıra proje ve kontrolluğunda 1838 yılında yeniden yapılmıştır 1987 de büyük bir onarım geçirmiş,iç ve dışı boyanarak ahşap sunak altın varak ile kaplanmıştır Dış görünüşünün son derece sade olmasına karşılık içi son derece zengin bir tezyinata sahiptir Sunağı meydana getiren sütunlar iyon tarzında olup başlıkları altın varaklıdır Kilisedeki Meryem,İsa,azizler ve İncil yazarlarını temsil eden büyük boy yağlıboya resimler saray ressamı Umed Beyzad (1809-1874) tarafından yapılmıştır Kapalı haç plânında olan kilisenin orta mekanı içten kubbe,yan kollar tonoz olup dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür
Yerevman Surp Haç Ermeni Kilisesi (Beşiktaş)
Kuruçeşme’de Kırbaç Sokağında Ermeni Gregoryen kilisesidir 28 Şubat 1798 de Patrik IIZakarya’nın takdise ederek ibadete açtığı bu kilise Amira Hovivyan ve Episkopos Hovhannes’in maddi katkılarıyla yapılmıştır Zaman içinde harap olan kilise ikinci kez Mimar Garabet Balyan’ın projesi ve kontrolluğunda inşa edilerek 16 Kasım 1834 de Patrik II Isdepannos Zakaryan tarafından takdis edilerek tekrar ibadete açılmıştır 1835 de kilisenin bahçesine günümüzde kapanmış olan Tarkmançatz Ermeni ilkokulu, 1858 de kilisenin doğusuna bir çan kulesi eklenmiştir Bahçedeki iki çeşmeden biri 1872 diğeri ise 1905’de yapılmıştır 1919 daki Kuruçeşme yangınında çatı,çan kulesi ve kapıları yanan kilise yeniden onarıldı Bu kez çan kulesi Garabed Halacyan tarafından demirden inşa edildi 1977 ve 1988 senelerinde tekrar tamir görmüştür Kilisenin bahçesindeki okul kapandıktan sonra İstanbul’daki önemli korolardan biri olan Gomidas korosuna tahsis edilmiştir Ermeni kiliselerinde az rastlanan bir simetri örneği bazilika planlı bu kilisede kullanılmıştırAna apsis’in iki yanında küçük birer şapel şeklindeki hücrelerden kuzeydeki vaftizhane güneyindeki ise kutsal eşyaların korunduğu hazine odasıdır Apsis’in önündeki sunagın ahşap işçiliği ve altın kaplama varakları ile oldukça dikkati çekmekte olup üzerine yapılmış olan aziz resimleri son döneme aittir Narteks’den yukarıya çıkan bir merdivenle koroya ayrılan galeriye çıkılır Moloz taş’dan yapılmış olan cephe son derece sade olup binanın üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır Kilisenin tarihindeki önemli olaylardan biri Ermeni ve Gregoryen cemaatlerinin Patrik I Bogos (1815-1823) zamanında toplanmaları ,diğeri ise 12 Ekim 1913 de Ermeni harflerinin bulunuşunun 1500 üncü yıldönümünün burada kutlanmış olmasıdır
Sarıyer İlçesindeki Kiliseler
Ayia Paraskevi Rum Kilisesi (Sarıyer)
Tarabya’da Yeniköy Caddesi üzerindeki bir aralıktan içeri girilince bir avlu içindedir 1868 de Azize Paraskevi’ye atanarak eski manastır arsası üzerine inşa edilmiştir Kapalı Yunan haçı planlı olan yapının orta mekanını yüksek kasnaklı ve etrafına pencereler açılmış bir kubbe örter Haçın diğer dört kolu kırma çatı ile örtülüdür Apsis üçüzlü bir pencere sistemine sahip olup üzeri yarım kubbedir İkonastasis mermerden yapılmıştır Despot koltuğu ve ambonu ahşap üzerine oymalı olup altın varakla kaplıdır
Ayia Paraskevi Rum Kilisesi (Sarıyer)
Büyükdere’de Danişment Sokağında geniş bir avlunun içindedir 1831 de inşa edilen bu kilise evvelce bir yangınla tamamen ortadan kalkan eski bir Rum kilisesinin arsasına yapılmıştır Üç nefli bir bazilika plânında olup üst örtüsü beşik tonoz üzerine kırma çatı ile örtülüdür Çan kulesi olmayıp bahçedeki bir ağaçta çanı asılıdır
Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi (Sarıyer)
Yeniköy’de Salih Ağa Sokağında Meryem’e ithaf edilmiş Gregoryen kilisesidir Patrik II Hagop Nalyan zamanında 1760 da inşa edilmiştir Hartyan Nevruzyan’ın mali desteği ile 1834 de büyük bir onarım geçirmiş ve aynı senin 24 Haziranında Patrik Isdepanos II Agavni tarafından kutsanarak ibadete yeniden açılmıştır 1984 de büyük bir onarım daha geçiren kilisepapaz evleri,okul ve sarnıç’dan meydana gelen bir kompleksdedir Ermeni kiliselerinde az görülen bir plân olan üç nefli bir bazilika plânına sahiptir Apsis yarım yuvarlak olarak dışarı taşkın olup arkasında küçük bir sunak bulunur Sunağın kemerinde “Yol,gerçek ve hayat benim” sözü yazılıdır Ana apsis’in iki yanındaki mekanlardan biri vaftizhane diğeri kutsal eşyanın korunduğu “hazine odası” diye adlandırılan bölümdür Bu kilisenin diğer Ermeni kiliselerinden ayıran özelliği,bütün Ermeni kiliselerinde girişin batıdan olmasına karşılık burada kuzey ve güney yönlerinde olmasıdır Narteksin üzerindeki galeri koro’ya ayrılmıştır
Surp Hovhannes Mıgırdıç Ermeni Katolik Kilisesi (Sarıyer)
Sultan Abdülaziz’in 1864 tarihli fermanıyla inşa edilmiş ve 24 Haziran 1866 da ibadete açılmıştır Gotik tarzda inşa edilmiş bu kiliseyi Ohannes Tıngıryan yaptırmıştır İstanbul’daki 12 Ermeni katolik Kilisesinden bir tanesidir
Surp Hripsimyantz Ermeni Kilisesi (Sarıyer)
1848 de inşa edilen bu kiliseyi Garabed Yeremyan yaptırmıştır Yanında papaz evi de bulunan bu bina 1894 depreminde büyük zarar görür ve Abraham Paşa Yeremyan ( 1833-1918) tarafından onarılır Son devir yapısı olan kilisenin mimari bir özelliği yoktur
Surp Santukhd Kilisesi (Sarıyerı)
Rumelihisarında Durmuş Dede Sokağında Ermeni Gregoryen kilisesidir Evvelce yerinde ahşap bir kilise olduğu kayıtlı olan bina 1816 da yıktırılarak yerine bugünkü kilise inşa edilip 29 Temmuz 1856 da ibadete açılmıştır 1972 de bir yangın geçiren bina tekrar onarılmış ve 1978 de inşaat bitmiştir Moloz taşla yapılıp üzeri sıvanmış küçük ve özelliği olmayan bir kilisedir Kuzeyinde demir iskelet üzerinde çan kulesi vardır
Ermeni Kiliseleri

Asdvadzadzin Kilisesi (Eminönü)
Kumkapı’da Şarapnel Sokağındadır Patriklik Katedrali olarak da isimlendirilir Yazılı kaynaklara göre 1641 de bu makam Samatya’dan buraya geçmiştir Fetihden sonra İstanbula gelen Ermenilere verilen birkaç Bizans kilisesinden biridir Kelime anlamı “Tanrıyı karnında taşıyan kadın “ yani Meryemdir Mayıs 1645’deki yangınında harap olan kilise Rahip Boğos’un liderliğinde tamir edilir 1718 de tekrar bir yangın geçirir ve Patrikhane ile birlikte çok büyük hasar görür Kudüs Patriği Kirkor Şirvanlı ve İstanbul patriği Hovhannes Peğişetsi’nin ortak çabaları ile Hassa mimarlara Serkis Kalfa ve Melidon Araboğlu’nun yönetiminde ikibuçuk ay gibi çok kısa bir sürede onarılarak 13 Aralık 1719 da tekrar ibadete açılır Bundan sonra da Ana Ermeni kilisesi olarak İstanbuldaki yerini alır 1762 yangınında avlusundaki Küdüs Patrikliği Vekâlethanesi olan yapı ile tekrar yanar Bina bu sefer Patrik II Hagop’un Sadrazam Koca Ragıp Paşa’dan sağladığı destek ile yeniden tamir görür Bu onarım sırasında kiliseye bitişik ikinci bir bina inşa edilir 1819 da Hassa Mimarı Hovannes Serveryan’ın yönetiminde yeni baştan elden geçirilir ve 19 Şubat 1820 de inşaat tamamlanır Yangınların peşini bırakmadığı mabet bu kez 16 Ağustos 1825 daki büyük Hocapaşa yangınında kilise,patrikhane ve Kudüs Vekâlet binaları yanar Sultan II Mahmud’un 2 Şubat 1828 tarihli fermanı ile Kirkor Balyan ve Karabet Devletyanın projeleri doğrultusunda büyük bir onarım geçirerek birkaç ilave daha yapılır Bu inşaatta üç büyük,üç küçük kilisenin tamirlerinden başka fakir çocuklar için bir derslik ve yangına karşı bir havuz, tulumbacılar için de oda yapılır 18 Ocak 1845 deki fermanla yeniden bir onarım geçiren kompleksin ana girişine bir çan kulesi ilave edilir Ana kilise binası üç nefli bazilika tipinde bir plâna sahiptir Orta nefin üzeri beşik tonoz,ana mekandan biraz yüksek olan yan neflerin üzeri tek meyilli çatı ile örtülüdür İçeriye giriş çan kulesinin altındaki büyük kapıdandır Narteks’in güney-batı köşesinde Patrik II Varjabedyan’ın mezarı bulunur Kuzey nefindeki bir kapı Surp Haç kilisesine giden koridora açılır Katedralin ana sunağının iki yanında küçük sunaklar bulunur Bu kısımda hazine odasına ve küçük şapele açılan geçitler vardır Bi kompleksin içindeki Surp Harutyan şapeli de üstü tonozla örtülü bir bazilika planına sahiptir Üç ayrı yönde kapısı olan bu şapelin girişinde Harutyan Amira Bezciyan’ın mezarı ve bronz büsktü vardır Mizarın hemen yanındaki merdivenlerden şapelin altındaki Surp Teodoros ayazmasına inilir
1677 de kilisenin yakınında ve onun kontrolünde bir basımevi kurulmuş ve çok sayıda kitap basıldığını yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz
Surp Hovhannes Avedaraniç Ermeni Kilisesi (Eminönü)
Gedikpaşa’da Bali Paşa Caddesindedir Ermeni Protestan Kilisesidir Kilisenin bulunduğu yerde evvelce küçük bir şapelin bulunduğuna dair bazı iddialar varsa da kesinlik kazanamamıştır Burada oturan Ermeniler dini ayinlerini Gedikpaşa’daki Amerikan Okulunun şapelinde yaptıklarından kendilerine mahsus bir kilise gereksinimi duyarak 1880 de binanın bulunduğu arsayı kurmuş oldukları vakıf adına satın alırlar Devletten inşaat izni alamadıklarından dolayı 1911 e kadar bu durum devam eder Sultan Vahdettin 18 Mayıs 1911 tarihli fermanıyla inşaata izin verir Mimar İsdepan İzmirliyan’ın çizdiği proje ile büyük bir bölümü yurt dışından gelen bağışlarla vakıf inşaata başlar Birinci Dünya harbi nedeniyle inşaat varım kalır ve savaşın bitiminden sonra tamamlanarak 16 Ocak 1921 de ibadete açılır Üç katlı ve dikdörtgen bir plana sahip olan kilisenin cephesi tamamen gotik tarzdadır İki yandan çıkılan merdivenlerle gotik tarzındaki giriş kapısından ibadet mekânına girilir Bunun altındaki bodrum toplantı salonudur İbadet mekanının üzerinde ise asma kat şeklinde bir galeri vardır Kapının üzerinde kitabe bulunmaktadır Çan kulesi ön cephede yükseltilmiş fasadın üzerindedir Sokaktan alçak duvarlı parmaklıklar ile etrafı çevrilerek ayrılmıştır
Rum Ortodoks Kiliseleri:
Aya Kiryaki Kilisesi (Eminönü)
Kumkapı,Gedikpaşa caddesinde Çadırcı Cami Sokağı ile Kadirga Limanı Caddesi arasında Rum Ortodoks kilisesidir Diocletianus (284-307) zamanında yaşamış olan ilk hıristiyan azizesi olan Aya Kyriaki’Ye ithaf edilmiştir Bu devirde yaşayan Efsevia isimli bir kadının uzun yıllar çocuğu olmamış,eğer bir çocuğu olursa onu Tanrı’ya adayacağına dair dua edermiş Duaları kabul olunur ve haftanın yedinci günü bir kız çocuğu dünyaya getirir ve bu yüzden ona Kyriaki adını verir Aile hıristiyan olduğu için Diocletianus’un hıristiyanları takibi sırasında aile tutuklanır ve sorgulanırken işkence görürler Henüz onaltı yaşında bir genç kız olan Kyriaki de işkence altında hıristiyanlığını inkar etmez ,yakılarak öldürülmesine karar verilir Büyük bir ateş yakılır ve kız ortaya konulurbu sırada büyük bir yağmur başlar ve ateş söner,bunun üzerine vahşi hayvanların önüne atılır fakat bu sefer de hayvanlar ona dokunmazlar Vali son olarak kafasının kesilmesini emreder azize yerde yüzüstü yatıp dua ederken askerler kafasını keserler,tam bu sırada “Gördüklerini insanlara anlat” diye gökten bir ses duyulur Daha sonra hıristiyanlık yerleşip devletin resmi dini olunca Kyriaki’nin ölüm günü olan 7 Temmuz Yortu günü olarak kabul edilir,7 inci günde doğduğu içinde Pazar ilahesi olarak tanınır ve ona atanmış olan kiliselerin de günü Pazar kabul edilir
İlk yapılış tarihini kesin olarak bilmediğimiz bu kiliseyi 1583 de hazırlanan listede adı geçtiğinden en erken bu tarihi kabul edebiliriz1645,1660 ve 1865 de iki yangın geçirip sonrasında onarılan bu yapı 1895 depremine yıkılır Bir sene sonra Mimar Periklifio Tiadis’in projesi doğrultusunda bugünkü Kilisenin inşasına başlanır ve 1901 de ibadete açılır
Kesme taştan iki katlı olan kilise dikdörtgen planlıdır Apsis ve yanındaki hücreler dışarıya yarım yuvarlak şeklinde açılır Üst orta mekanı yüksek kasnaklı bir kubbe örter Apsis ve yandaki hücrelerin üst örtüleri yarım kubbedir Cephenin iki yanında küçük kulelerin üstü de kubbelidir Bir avlu ortasındaki binaya mermer merdivenlerle çıkılır Kapı ve pencerelerin üzerleri sütun ve kemerlerle hareketlendirilmiştir Pencerelerinde kullanılan vitraylar görüntüye bir zenginlik verir İç mekandaki sütunların gövdeleri porfir taklidi yeşile boyalı olup başlıkları iyon tarzındadır İç kısımda İncil’den alınan sahneler ve Aziz figürleri resmedilmiştir Orta Kubbede “Pantokrator İsa” Apsis yarım kubbesinde “Blaherna Meryem’i bulunmaktadır
Ayios Teodoros Kilisesi (Eminönü)
Paşazade,İmrahor Hamamı ve Hayriye Tüccarı sokaklarının çevrelediği köşededir Bugünkü kilise 1830 yılında, yangında yanan başka bir kilisenin yerine inşa edilmiştir Doğu-batı yönünde üç nefli bazilika planlı bir yapıdır Nefleri meydana getiren sütunların başlıkları alçıdan korint nizamında olup gövdeleri yeşil renge boyanmıştır Yarım yuvarlak apsis’i dışarıya çıkıntılı olup yarım konik bir çatı ile örtülüdür Bema’nın önündeki İkonastasis her üç nefin de önünde olup ahşap ve kabartma bitki motifleri ile süslenmiştir Apsis yanındaki ikinci sütun’un üzerinde yine ahşaptan ambonu yer alır Onun önündeki despot koltuğu de ikonastasisdeki gibi ahşap olup kabartma bitki motifleri ile süslenmiştir İçten ,narteksin kuzey tarafındaki merdivenlerle galeriye çıkılır Cephelere açılan yuvarlak kemerler içine alınmış dikdörtgen pencerelerle aydınlık sağlanmıştır
Panayia Elpida Kilisesi (Eminönü)
Kumkapı’da Müsteşar,Gerdanlık ve Samsa sokaklarının çevrelediği adanın ortasında Rum Ortodoks kilisesidir Orijininin XV inci yy ait olan “Elpis ton Apelpismenon” kilisesine ait olduğu onun temelleri üzerine inşa edildiği iddia edilirse de bu kesinleşmemiştir1645 ve 1660 da iki kere üst üste yangın geçiren kilise 1680 de yeniden inşa edilir Büyük çevre duvarlarının gerisinde yer alan doğu-batı doğrultusunda kapalı yunan haçı plânlı bir yapıdır Orta mekanın üstü kubbe yan mekanlar ise tonozla örtülüdür Apsis’in iki yanında diakonikon ve prothesis hücreleri yer alır,bunların apsisleri ile beraber dışarıya yarım yuvarlak üç apsis çıkıntısı vardır Üç köşesinde de çan kuleleri vardır Bema kısmına üç basamakla çıkılır Narteksin üzerinde ise bir galeri bulunur Naos’un kuzeyinde kubbeyi taşıyan ikinci sütuna mermer bir ambon oturtulmuştur Onun önündeki despot kolmtuğu ise oyma ve kabartma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslüdür
Eski kayıtlara göre 18 Mart 1576 da Patrik’in idare ettiği bir ayine katılan İlahiyatçı Stephan Gerlach’ın tuttuğu günlükte bu kilisedeki ikonalardan söz edilmektedir Bugün bu ikonaların akıbeti bilinmemektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tarihi Yapıları

Eski 10-07-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tarihi Yapıları



Rum Ortodoks Kiliseleri:
Ayios Demetrios (Fatih)
Edirnekapı’da Prof Naci Şensoy Caddesindedir Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içerisindedir Bu kilisenin Bizans devrinde var olduğu Fatih Sultan Mehmet’in bir fermanında yer aldığı fakat bu fermanın aslının patrikhane yangınında yok olduğu ileri sürülür 17inci yy da bu kilise bu bölgede yaşayan keşişlere ait olduğu bilinmektedir 1730 tarihli bir fermanda daha önce bu bölgede yanmış olan oniki kilise ile birlikte bunun da onarımına izin verildiği yazılıdır Kilisenin batı tarafındaki kapısının üzerinde ise 20 Nisan 1834 tarihli tamir kitabesi vardır Kilise bugünkü durumu ile 19 uncu yy a ait üç nefli bir bazilikadır Yan nefler orta neften bir basamak yüksektir Ahşap olup kahverengiye boyalı İkonostasis üç nefi de kapsar,ambon ve despot koltuğu ile aynı teknikte yapılmıştır Apsis dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır İçerideki nefleri ayıran sütunlar ahşaptır Binanın üst örtüsü içeriden orta nefin üzeri tonoz ,dışarıdan ise çift meyilli çatıdır Kilisenin batı tarafında kare planlı Ayios Sebastios Ayazması bitişiktir
Ayios Demetrios Kanavis (Fatih)
Ayvansaray’da Kırkambar sokağında Rum ortodoks kilisesidir Bizans devrinde 1204 de Nikolaos Kanavis’e ithafen yakınları tarafından inşa ettirildiği ileri sürülen bu yapı 1597-1601 yıllarında Patrikhane kilisesi olarak kullanılmıştır 1729 da çıkan büyük yangında yanmış cve ertesi sene Patrik IIPaisios zamanında tamir ettirilerek ibadete açılmıştır Giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1835 ‘de Patrik Konstantinos zamanında yeniden tamir edildiği yazar Ayrıca Narteks’deki kitabelerde 1933,1946 ve 1960 da onarım gördüğü yazılıdır Üç nefli bir bazilika planına sahip olan binanın bema kısmı neflerden iki basamak yüksektir Apsis’in iki yanındaki diakonikon ve protesis hücrelerinin kendi apsisleri vardır Bu üç apsis çıkıntısı dışarıdan yarım yuvarlaktır Nefleri ayıran sütunlar korint başlıklı ve ahşap olup üzerleri alçı kaplanıp porfir taklidi boyanmıştır Naos’daki İkonastasis abanoz taklidi siyah ağaçtan yapılmış olup üç nefi de kapsar Bunun yan tarafındaki ambon ve despot koltuğu da aynı stildedir Galerinin korkuluklarında İsa’nın yaşamından çeşitli sahneler canlandırılmıştır Pencerelerde ise renkli camlardan haç motifleri işlenmiştir Orta nefin üst örtüsü içeriden tonoz dışarıdan ise iki yandaki nefleri de kapsayan çift meyilli çatıdır Bina dışarıdan yüksek
duvarların arkasındaki avlunun içindedir
Ayios Kiryakos (Fatih)
Edirnekapı-Eğrikapı arasında sur dışındaki Rum mezarlığının içindeki Rum Ortodoks kilisesidir İmparator Diocletianus zamanında öldürülen ilk hıristiyanlardan olup sonradan azize ilan edilen Kiryaki’ye atanmıştır İlk yapılış tarihi bilinmemekte olup bugünkü durumu 19 uncu yy a ait olup mezarlık için yapılmış bir şapeldir Tek nefli bazilika şeklindeki bir plana sahip olup apsis dışarı yarım yuvarlak olarak çıkar Apsis’in önündeki ikonostasis mermerdendir Orta mekan içten beşik tonoz dıştan çift yüzlü kırma çatı ile örtülüdür
Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi (Fatih)

Samatya-Yedikule arasında Kilise sokağındadır İlk yapılışının Bizans İmparatoru IKonstantinus (324-337)’un annesi Helena’nın anısına yaptırıldığı ileri sürülür Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethettikten sonra Karaman’dan gelen rumları burada iskan ettirmiş ve yıkık olan bu kiliseyi yeniden inşa etmelerine izin vermiştir 1689 da bu kilise tamamen yanmış ve uzun bir süre onarılmamıştır Kitabelerine göre 6 Nisan 1805 de yeniden yapılarak ibadete açıldığını öğreniyoruz 1833 de Mimar Konstantinos gözetiminde bir restorasyon geçirir Avludaki baldakinli çan kulesi ise 1903 de yapılmıştır7 Eylül olaylarında tamamen tahrip edilen bu kilise 1960 da onarılarak yeniden ibadete açılmıştır Bugünkü binanın plânı üç nefli bazilika şeklindedir Yan nefler orta neften bir basamak yüksektir Narteks’in üzerinde dikdörtgen planlı bir galeri yer alır Dış cephe oldukça sâde olup sıva ile kaplıdır Üst örtüsü orta nefin üzeri içten tonoz dıştan ise çift meyilli kiremit kaplı çatıdır İkonastasis,ambon ve despot koltuğu ahşap olup oyma kabartma tekniği ile çiçek ve yaprak motiflerini ihtiva eder
Ayios Minas Kilisesi (Fatih)

Samatya’da Nafiz Gürman Caddesi ile Bestekâr Hakkı Bey Sokağının bitiştiği köşededir Kilisenin bulunduğu yerde 4-5 yya ait olan Polikarpos Martirium’u bulunuyordu 1200 de Rusya’dan İstanbul’a gelen Novgoradlı Antoine yazdığı gezi notlarında buradan bahsetmektedir 1782 de yanan kilise 1833 de Mimar Konstantin Yolasığmazis’in projesi doğrultusunda bugünkü şekli ile inşa edilmiştir 6-7 Eylül olaylarında büyük tahribat görmüş ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Mimarlarından Süreyya Yücel’in kontrolluğunda tamir edilmiştir Üç nefli bir bazilika planına sahiptir Nefleri ayıran sütunlar silmelerle beton kirişlere bağlanır İkonastasis diğer bütün Rum kiliselerinde görüldüğü gibi ahşap olup üç nefi de kapsar Etrafı duvarla çevrili bir avlu içerisinde yer alan kilisenin en göze çarpan mimari parçası,mermerden baldaken tarzında yapılmış çan kulesidir Kilisenin altında bir Ayazması vardır
Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)
Samatya’da tren istasyonunun arkasındaki Muallim Fevzi Sokağındadır Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içerisinde yer alır Kilise 1583 tarihli Trypon ve 1604 Paterakis listelerinde yer almaktadır 1652 de buraya gelen Antakya Patriği’nin katibi Paulus yazdığı raporunda içte çok güzel süslemeleri olduğundan bahsetmektedir 1782 ‘de yanan kilise bir müddet sonra başlatılan inşaat ile yeniden inşa edilmiş ve 21 Ocak 1830 da Patrik Konstantinos zamanında ibadete açılıştır Üstü çift meyilli kiremit çatı ile kaplı olan kilise üç nefli bir bazilika şeklindedir Apsis doğu tarafında dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır Kaba taş tuğla karışımı malzeme kullanılarak inşa edilmiştir Avludaki çan kulesi demir iskeletten yapılmıştır
Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)
Ayakapı Abdülezel Paşa Caddesi üzerindedir İlk yapılışı Bizans devrine kadar inen bu kilise 1633 deki Cibali yangınında harap olmuş ve Sultan III Mustafa’nın (1757-1774) verdiği fermanla yeniden inşa edilmişse de kısa bir süre sonra çıkan bir yangında yanmış ve 1837’de bugünkü kilise inşa edilmiştir Üç nefli bazilika tipinde bir plana sahip olan yapının,alt kısmı penceresiz üst katında ise az sayıda dikdörtgen pencereleri olan taş,tuğla karışımı duvar örgüsüne sahip kırma çatı ile örtülü bir kilisedir Yan nefler orta neften bir basamak daha yüksektir Naos’daki sütunlar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış,porfir taklidi boyalı olup ahşap üzerine alçı sıvalıdır Naos’daki üçgen alınlıklı ikonastasis ve ambon mermerden yapılmıştır Narteks’in üzerindeki galeriye çıkış avlunun güneyinde ve yanındaki Ayios Haralambos ayazmasındaki merdivenlerle sağlanır Baldaken tipinde mermerden yapılmış bir çan kulesi vardır
Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)
Topkapı’da Kaynata,Posta ve Karatay sokaklarının çevrelediği köşededir Aziz Nikolaos’a ithaf edilmiş olan bu kilisenin ilk temellerinin Bizans’a kadar indiği söylenir Patrik Konstantinos zamanında Kayserili mimar Konstantinos Yolasığmazis’e hazırlattırılan proje çerçevesinde yeniden inşa edilmiş ve 17 Kasım 1831 de ibadete açılmıştır Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun arkasındadır Üç nefli bazilika tipinde bir plana sahiptir Neflerdeki ahşap sütunlar kirişlere postamentlerle bağlanmıştır Orta nefin üzeri içten tonoz yan nefler ise düz tavan şeklinde olup dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür Dış cephede devşirme malzeme kullanılmış olup genel örgü sistemi kaba taş v tuğla karışımı olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır Üç nefi içine alan ikonastasis,despot koltuğu ve ambon ahşap olup üzeri oyma tekniği ile yapılmış kabartma bitki motifleri ile tezyin edilmiştir Baldakenli bir çan kulesi vardır Narteksin kuzeyinde Ayios Yeoryios’a atfedilen bir ayazma bulunur
Ayios Taksiarhes “Ayia Strati” Kilisesi (Fatih)
Haliçe inen Ayan Caddesindedir Yüksek duvarlarla çevrili eniş bir avlunun gerisinde yer alır İlk yapılışı Bizans’a kadar inen kilise 1730 Balat yangınında yanmış ,kitabesinde yazdığı üzere 17 Eylül 1833 de restorasyonu biterek Patrik IKonstantinuz döneminde ibadete açılmıştır Üç nefli bazilika planındaki kilisenin apsis’i dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır Üst örtüsü kiremit kaplı çatıdır Ortadaki büyük iki yanlardaki daha küçük basık kemerli üç kapı ile Naos’a girilir Ahşap olan İkonastasis her üç nefi de kapsar Despot koltuğu ve ambonu ile aynı stilde yapılmıştır Kare gövdeli çan kulesi binaya bitişiktir Kilisenin doğu cephesinde Ayios Nikolaos’a atfedilen ayazması vardır Avlunun kuzeyinde ise bugün kullanılmayan Rum İlkokulu bulunmaktadır
Ayios Yeoryios Kilisesi (Fatih)
Edirnekapı’da Mihrimah Sultan Külliyesinin karşısında,Vaiz,Kariye Yağhanesi ve Ali Kuşçu sokaklarının çevrelediği adadadır IX uncu yy da yapıldığı bilinen bu kilise 1556 da Mihrimah Sultan külliyesinin inşası sırasında yıktırılmış ve bugünkü yerinde yeniden yapılmıştır 1726 da tamir gören kilise 13 Eylül 1836 tarihli kitabesinde yazdığına göre Patrik VIGrigorius zamanında Hacı Nikolaos’un projesi doğrultusunda temelden yeniden inşa edilmiştir Üç nefli bir bazilika planına sahip olan kilisenin yarım yuvarlak kubbe örtüsü olan apsisi dışarıya taşkındır Üzeri kırma çatı ile örtülüdür Kaba taş ve tuğla karışımı malzeme ile inşa edilmiş olan kilisenin, nefleri ayıran ahşap sütunları alçı ile sıvanarak porfir rengine boyanarak mermer görünümü verilmek istenmiştir İkonastasis,ambon ve despot koltuğu birçok rum kiliselerindeki gibi ahşap oyma tekniğindedir Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun ortasında yer alan kilisenin güney cephesine bitişik Ayios Basileios a ithaf edilen ayazma vardır Avluda ayrıca bugün kullanılmayan bir Rum İlkokulu ile bir de sarnıcı vardır
Ayios Yeoryios Kiparisses Kilisesi (Fatih)
Samatya’da Nafiz Gürman Caddesi ile Büyük Kuleli Caddesi arasındadır Meyilli olan arazinin kuzey tarafındaki yoldan iki metre aşağıda yüksek duvarlı bir avlunun içindedir Bizans döneminde varlığı bilinen bu kiliseyi 1652 de İstanbula gelen Antakya Patriğinin katibi Paulus verdiği raporunda buradan içinde çok kıymetli ikonaların bulunduğu kubbeli bir Bizans bazilikası olarak bahseder 1782 yangınında harap olan bina Patrik IKonstantinus zamanında Mimar Nikolaos Nitkitadis’in hazırladığı proje kapsamında 1834 de yeniden inşa edilir 1966 da Vasilios Athanasiades’un maddi yardımlarıyla büyük bir tamirat yapılır Kaba taş ve tuğla karışımı malzeme ile inşa edilmiş kilise üç neflu kubbeli bir bazilika planındadır Narteks sonradan eklenmiştir Apsis ve iki yanında diakonikon ve protesis hücrelerinin apsisleri yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır Orta nefin üzerini, sekizgen kasnaklı her köşede bir pencerenin yer aldığı ,üzeri kiremit örtü basık bir kubbe örter İkonastasis,despot koltuğu ve ambon ahşaptan yapılmış olup üzerlarinde aynı stilde geometrik ve bitki motifleri vardır Avluda kiliseye bitişik olan ayazma,İsa’nın Tabor dağında suretin değişmesi olan Metamorfozis (=Transfigürasyon) adı ile tanımlanmıştır
Ayios Yeoryios Metohion (Fatih)
Fener’de Vodina caddesi ile Merdivenli mektep sokağı arasındadır İlk yapılışı 1132 olan bu kilise XVII inci yydan beri Kudüs Patrikhanesinin metohionu (=temsilciliği) ‘dur1640 da geçirdiği yangından sonra içindeki kitabesinden öğrendiğimize göre 1708 de Kudüs Patriği Hrisantos döneminde Mimar Kalfa Paulos’un projesi doğrultusunda yeniden inşa edilmiştir 1728 de bir yangın daha geçirir ve yeniden yapılır 1913 de ise bina tekrar büyük bir tamir görür Üç nefli bir bazilika planına sahip olan yapı kırma taş ve tuğla ile yapılmış olup üst örtüsü iki tarafa meyilli, kiremit kaplı çatıdır Ortadaki apsis’in iki yanında kendi apsisleri olan diokonikon ve prothesis hücreleri vardır Bunların apsisleri dışarıya yarım yuvarlak olarak çıkıntı yapar Narteksin üzerindeki neflere doğru çıkıntı yapan galeriye naos’un kuzey batısındaki ahşap merdivenle sağlanır Kilise avludan Naos’a tek bir giriş ile sağlanır Buradan naos’a iki taraftan giriş basık kemerlidir Naos’un kuzeyinde Ayios minas ayazması yer alır
Ayios Yeoryios Potiras Kilisesi (Fatih)
Fener ile Karagümrük arasında Tevkii Cafer Mahallesi Murat molla caddesindedir 1583 tarihli Tryphon ve 1669 tarihli Smith listelerinde adı geçen bu kilisenin daha eski tarihi hakkında bilgimiz yoktur1730 tarihinde İstanbul’da yanmış olan oniki kilisenin ihyasına dair hükümde buranın da adı geçerse de restorasyonun 1830 da gerçekleştiğini kitabelerinden öğreniyoruz Son devir Rum kiliselerinin klasik mimari özelliklerini gösterir Üç nefli bir bazilika şeklinde olup üzeri kırma çatı ile örtülüdür Binanın kuzeyindeki ek yapı olan Parakklesion bitişiktir Kaba taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır Nefleri ayıran sütunlar diğer çağdaşı kiliselerdeki gibi mermer taklididir
Ayios Yeoryios Patrikhane Kilisesi (Fatih)
Fener’de Sadrazam Ali Paşa Caddesi üzerindedir Etrafı yüksek duvarlarla çevrili Patrikhane kompleksinin kilisesi olan yapı avlu kapısından girişte tam karşıya gelmektedir Kilise ile avlu kapısı arasında solda,hıristiyan alemi için oldukça önemli olan “mür” yağının üretildiği tek katlı bina yer alır Vaftizde alına sürülen bu çeşitli otların kaynatılmasıyla elde edilen bu yağ dünyada sadece burada üretilmektedir Bu kutsal yağ alelade bir ateşte kaynatılmaz Dünyanın her tarafından eskimiş inciller,kırık ikonlar ve diğer ahşap heykelcikler burada depolanır ve 4-5 senede bir yapılan bir merasimle “mür” yağının yapıldığı kazanın altındaki ateş bu malzemenin yakılmasıyla elde edilir Zemini kare mermer döşeli avlunun sağında patrikhanenin lojman binaları bulunmaktadır Kilisenin yan tarafından dar bir aralıkla arkaya doğru genişleyen bahçede ise Kütüphane,yönetim binaları ve Haralambos ayazması bulunmaktadır Fatih Sultan Mehmet tarafından patriklik tacı ve asası verilen IIGennadios zamanında patrikhane Oniki havari kilisesinde idi 1455 de buradan Pammakaristos (Fethiye Camii) Manastırına taşındı, 1597 de Şeyhülislam Çivizâde Mehmet Efendi’nin fetvasıyla bu manastırın camiye çevrilmesi üzerine Balat’daki Aya Dimitri Kilisesi patrikhane binası oldu 1602 de ise bugünkü binanın bulunduğu Hagios Georgios manastırı Patrikhane oldu ve zaman içinde gelişerek bugünkü konumunu aldı Kilise ,18 Aralık 1720 tarihli kitabesinde yazdığına göre yeniden inşa edilmiştir1827 ve 1836 da büyük onarımlar geçiren bina 1941 de bir yangın geçirmiştir En son düzenleme ise 1991 dedir Üç nefli bazilika planına sahip olan kilisenin giriş kapısı üçgen bir alınlıkla biter Ortadaki apsis’in iki yanındaki diakonikon ve protezis hücrelerinin apsisleri de yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır İçerisi son derece zengin avizelerle aydınlatılmaktadır Patrikhane kilisesi olması dolayısıyla içerisine bazı rölikler ve kutsal sayılan eşyalar toplanmıştır Bunlardan en önemlisi İsa’nın kamçılanmak üzere bağlandığına inanılan taş Kudüsden buraya getirilerek İkonastasis’in güney tarafına konulmuştur Ayrıca Azize Eufemia ,Teophano ve Solomoni’ye ait olan röliklerin saklandığı üç tabut İkonastasis’in hemen yanındadır Ayrıca içerisinde çok zengin ikonalar vardır
Hristos Analipsis Kilisesi (Fatih)
Samatya İstasyonu arkasında Büyükkule ile Akıncı sokakları’nın arasındadır Hzİsa’nın göge yükselişine atanmış Ortodoks kilisesidir Burası hakkındaki en eski kayıt 1566 senesine aittir 1782 de yanan bina Patrik IKonstantinos döneminde yeniden yapılarak 1 Mart 1832 de ibadete açılmıştır Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içinde yer alan kilise üç nefli bazilika planına sahiptir Giriş kısmı sonradan eklenmiştir Kaba yonu taşı ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır Naos’dan üstteki galeriye korkuluklarına “Eski Ahit” den sahneler yapılmış ahşap merdivenlerle çıkılır Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi ahşaptır Dış görünüşünün sadeliğine karşılık İkonastasisin Yunan mabedinin cephesini andıran sütunlar ve üzerindeki üçgen arşitravla son derece görkemli bir görünüşü vardır Buradaki gümüş kaplamalı Analipsis ikonası en önemli parçalardan biridir Avludaki Zangoç evi’nin çatısında yer alan çan kulesi baldaken tarzındadır Ayrıca avluda bir ayazması vardır
İoannes Prodromos Metohion Kilisesi (Fatih)

Balat’da İskele Caddesi ile Mürsel Paşa Caddesi arasındadır 1334 tarihli bir belgede burasının “Avcıların Prodromos’u ve Vaftizcisi” olarak adlandırıldığını,1394 tarihli bir başka vesikada da “Nikolaos’un kilisesi” olarak adının geçtiğini görüyoruz 1400 tarihli bir başka belgede Nikolaos Hresimos tarafından yaptırıldığı yazmaktadır 1623 deki bir fermanın onayı ile tamir edilen kilise 1640 da yanmıştır 1686 de tamir edilir ve 1729 da Giritli Mimar Nikoforos tarafından genişletilerek yeniden inşa edilir 1831,1852 ve 1855 de tamir gördüğü içerideki kitabelerde yazılıdır 1670’deki bir kayıtta mülkiyetin İskenderiye patrikliğine ait olduğu yazılı olan bu kilise 1686 da Rusya elçisinin Sultan IV Mehmed’e başvurusu üzerine Tur-i Sina manastırına verilir bu tarihten sonra uzun bir süre Tur-i Sina keşişleri burada barınır ve o tarihten bu yana Tur-i Sina Dağındaki Azize Ekaterini Manastırının metohion’u olarak kabul edilmektedir Üç nefli bazilika planına sahip olan yapının üst örtüsü kırma çatıdır Nefler sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmışlardır Ahşap İkonastasis bütün bema’yı kaplar ve yağlıboya ile İncil’den sahneler resmedilmiştir
İkonastasis’den itibaren üçüncü sütuna oturtulmuş olan ambon ve merdivenlerinin korkulukları çok ince bir ahşap işçiliği gösterir
Panayia Kilisesi (Fatih)

Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi ile Kızılelma Caddesinin kesiştiği yerde,Yapağı sokağındadır Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde yer alır Bizans döneminde önemli bir dini merkezde yer alması bakımından önemlidir Zaman içinde tahrip olan kiliseyi 1730 da İstanbul kadısı Mehmed Raşid’e yapılan bir başvuru ile yeniden inşası için izin alınmıştır Bugünkü bina 1834 de inşa edilmiş ve 1965 de de onarım geçirmiştir Klasik Rum Kiliselerindeki gibi üç nefli bir bazilika plânındadır Nefleri meydana getiren mermer taklidi sütunlar beton kirişlerle birbirlerine bağlıdır Dışarıdan Naos’a giriş üçüzlü bir kapıdan sağlanır Bu kapının her iki tarafında iki katta da dikdörtgen pencereler vardır Cephenin üst kısmını içinde pencere olan büyük bir kemer tamamlar Çatısı kiremit örtülü olup çift meyillidir Yan tarafında yapım tarihi 1786 olan ana kilisenin küçük bir kopyası durumundaki Taksiarhes şapeli bulunmaktadır
Panayia Balinu (Fatih)
Balat’da Mahkemealtı Caddesindedir İlk yapılış tarihini bilemediğimiz bu Ortodoks Kilisesi içerisindeki kitabesinde yazdığı üzere Patrik IV Germanos zamanında temelden yeniden inşa edilmiştir Daha sonra 1877,1912 ve 1992 de tamir edilmiştir Üç nefli bazilika plânında olup yarım yuvarlak apsis’i dışarıya çıkıntılıdır Üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır Nefleri mermer taklidi sütunlar birbirinden ayırarak arşitravlara bağlanır Narteks’den naosa giriş
basık bir kapı ile sağlanır
Panayia Belgradu (Fatih)
Belgratkapı’da, Hacı Hamza Mektebi sokağındadır Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içinde bulunmaktadır Belgradın fethinden sonra oradan getirilenlerin iskan edildiği yer olduğu için Belgradkapı adı ile anılmaktadır Kilise de gelenlerin dini ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla 1523 de inşa edilmiştir Belgrad’dan gelen göçmenler beraberlerinde getirdikleri Cuma Azizesi Paraskevi’nin rölik ve ikonalarını burada muhafaza ettiklerinden dolayı Kilise yapıldığında ona ithaf edilmiştir Rölikler 1539 da Patrik IYeremios tarafından o sırada patrikhane olarak kullanılan Pammakaristos Manastırına taşındığı için bu işlemden sonra kilise Meryem’in doğumuna ithaf edilmiştir 1837 de yeni baştan yapıldığını belirten tarih kitabesi vardır Üç nefli bazilika planında olan yapı kaba yontu taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olup sadece köşelerde kesme muntazam taş kullanılmıştır Üst örtüsü kırma çatı ile örtülüdür,Apsis ise yarım kubbedir Ahşap İkonastasis sütuncuklar ile hareketlendirilmiş olup bunlar yuvarlak kemerler ile birbirlerine bağlanırlar Kubbeli despot koltuğunda ise zarif bir ahşap işçilik vardır
Panayia Blahernai (Fatih)
Ayvansaray’da Damataşı,Kuyu ve Marul Sokaklarının çevrelediği alandadır Yüksek duvarlarla sokaktan ayrılmış olan avlunun içindedir Buradaki ilk kilise İmparator Markianus (450-457) un karısı Pulheria tarafından yapımına başlatılmış ve I Leon (457-474) zamanında tamamlanmıştır İçerisinde,Meryem’in elbisesi olduğu ileri sürülen Filistin’den getirilmiş bir “Moforion” bulunuyordu Iİustinus (518-527) tarafından genişletilmiş,III Romanos (1028-1034) de tekrar elden geçirilmiştir 1070 de yanan kiliseyi IV Romanos (1068-1071) tekrar yeni baştan yaptırmıştır XI inci yy da dini işlevinin yanı sıra İmparatorluğun idari işlerinin de yürütüldüğü bir merkez olmuştur Komnenoslar döneminde buradaki saray kompleksinin içine alınmışsa da çıkan bir yangında tahrip olmuştur Onarımdan bir süre sonra 1434 de tekrar yanmış ve bir daha tamir edilmemiştir Hatta 1545 de buraya gelen Pierre Gilles kilisenin arsası üzerinde çingenelerin yaşadığını yazmaktadır 1860 a kadar arsa durumunda bulunan kilisenin arsası üzerine buğünkü kilise inşa edilmiştir İçerideki kitabesinde 13 Ocak 1860 da ibadete açıldığı yazılıdır 6-7 Eylül 1955 deki olaylarda tahrip edilen kilise İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğünce YMimar Süreyya Yücel’in kontrolluğunda yenilenmiştir Kapalı yunan haçı planında olan kilisenin apsis’i dışarıya dört köşe çıkıntı ile açılmaktadır Orta mekanın üzerini sekizgen yüksek kasnaklı bir kubbe örter Diğer yerlerin üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır Naos bir basamakla yükselen beş cepheli apsis ile nihayetlenir Burada gümüş çerçeve içindeki kucağında çocuk İsa’yı taşıyan Meryem ikonası İstanbul’daki Rum kiliselerindeki en eski ikonadır Çan kulesi avluda demir iskelet üzerine asılmış bir çandan ibaret olup çok basittir Kilisenin yan tarafında küçük bir Ayazma vardır Bu ayazmanın ziyaret tarihi her sene 2 Temmuz’da başlayıp bir hafta devam eder
Panayia Hanceriotissa (Fatih)
Edirnekapı-Eğrikapı arasında Karagözcü,Ulubatlı Hasan ve Kazmacı sokaklarının çevrelediği alandadır Yüksek duvarlarla sokaktan ayrılan bir avlunun içerisindedir Aynı avluda bulunan Ayia Paraskevi Ayazması dolayısıyla Bizansın İkonaklast devrinde önemli bir yere sahiptir Yıkık olan kilise 1837 de Mimar Kosta Kalfa’nın projesi doğrultusunda yapılmıştır Bu devire ait olan Rum kiliselerinin plan yapısı olan üç nefli bazilika şeklinde olup benzerlerinin bütün özelliklerini o da taşır Apsis örtüsü yarım konik çatı olup diğer kısımlar kırma çatı ile kaplıdır Bina kaba taş ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olup üzeri sıvalıdır İkonastasis ambon ve despot koltuğu ahşap olup aynı stilize motifler ile kabartma tekniğinde işlenmiştir
Panayia Muhliotissa (Fatih)

Fener’de Firketeci ile Tevkii Cafer sokaklarının köşesindedir Moğol kilisesi diye de adlandırılır Bizanslı prenses Maria Paleologina Moğol Hanı Hülagu ile evlenmek üzere yola çıktığında 1264 de Hülagu ölür Bu sefer Maria, Hulagu’nun oğlu Abaka Han ile evlilik hazırlıklarına başladıysa da Abaka Han’ın öldürülmesi üzerine İstanbula döner ve kendi mülkü olan arazinin üzerine bu kiliseyi yaptırır Bizans-Mogol ilişkisinden ötürü bu kilise “Moğol Kilisesi” adıyla adlandırılmıştır 1351 de Patrikhanenin denetimine geçen kiliseyi ISelim (1512-1520) ve III Ahmet (1703-1730) camiye çevirmek isterlers de Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesi gereği başarılı olamazlar 1633,1640 ve 1729 da yangın geçiren kilise 1731 de tekrar restore edilir Muhliotissa,Fetihden önce inşa edilip günümüze kadar Ortodoks ibadet mekânı olarak işlevini sürdürmeye devam eden tek Bizans kilisesidir Yonca planlı bir yapı olan kilisenin orta mekanını oldukça yüksek kasnaklı,üzeri kiremit döşeli bir kubbe örterYoncanın diğer kolları da alçak yarım kubbeler ile örtülüdür Dışı sıva ile kaplı olan binanın duvar tekniği taş ve tuğla karışımıdır Narteksdeki kubbelerde mozaik izleri görülmektedir Avlunun bir köşesinde Ayia Anna’ya ithaf edilmiş bir Ayazma mevcuttur
Panayia Taksiarhas (Fatih)
Balat’da Ayan Caddesi üzerindedir Yüksek duvarlı bir avlunun içerisindedirBu avlunun kuzeyinde bugün kullanılmayan Balat Özel Rum Okulu vardır Avlu içinde Biri Aziz Nikolaos’ a diğeri Mihail’e atanmış iki ayazma vardır1730 daki Balat yangınında yanmış olan kilise bugünkü şekli ile yeniden yapılıp 17 Eylül 1833 de ibadete açılmıştır Bu devirdeki diğer Rum kiliseleri ile aynı teknik ve plan yapısına sahiptir Kalın gövdeli çan kulesi binaya bitişiktir
Panayia Suda (Fatih)

Eğrikapı Caddesi üzerindedir Yüksek duvarlı bir avlunun içinde yer alır Alt katnda Timiazoni Ayazması bulunur Bizans devrindeki bir inanışa göre bu ayazmanın suyu akıl hastalarına iyi gelirmiş İlk yapılışı Bizans devrine ait olan yapı 1815 de yeniden inşa edilmiştir Patrik VI Kyrillos zamanında 1 Ocak 1816 da yeni şekli ile ibadete açılmıştırİçerideki kitabelerde 1930 ve 1946 da onarım gördüğü yazılıdır Klasik Rum Kilisesi planı olan 3 nefli bir bazilika şeklindedir Apsis ve yandaki hücrelerin apsisleri yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır Üzeri kırma çatı ile örtülü olup apsis üzeri yarım konik çatıdır Nefleri teşkil eden sütunların kare yüksek kaideleri olup beton kirişlerle bağlanırlarİkonastasis,Ambon ve despot koltuğu oldukça gösterişlidir
Panayia Uranion (Fatih)
Edirnekapı’da Salma Tomruk caddesindedir Cadde tarafı alçık diğer tarafları yüksek yapılmış bir çevre duvarının içindeki avludadır İlk yapılışının Bizans devrine kadar indiği bilinir Harap olup kullanılamıyacak hale gelen kilise 1730 tarihli bir hükümle yeniden inşa edilmiştir Zaman içinde harap olan kilise1834 de yeniden inşa edilerek günümüzdeki konumuna gelmiştir Aynı devirde yapılmış olan diğer Rum kiliseleri ile aynı plan yapısı ve özelliklere sahiptir Narteksin kuzeyinde Aya Kiryaki’ye atanmış bir ayazma mevcuttur Kaba taş ve tuğla ile inşa edilip üzeri sıvanıp boyanmıştır Apsis ,ana mekandan daha alçak olarak yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır Ana mekan çift meyilli kiremit kaplı çatı ile örtülüdür
Bulgar Kilisesi “Sveti Stefan” (Fatih)
Balat ile Fener arasında Haliç kıyısında,Bulgar Eksarhhanesine bağlı olup Demir Kilise adı ile de adlandırılır 3 Mart 1878 de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Balkanlar’da özerk bir bulgar Prensliği oluşmuştur Bu tarihten sonra Bulgar hükümeti yeni bir Bulgar kilisesi yapılması için çalışmalara başlar gerekli mali destek hükümetten sağlanır ve Fener’de kilisenin olduğu yerde konağı olan Stefan Bogodi de mülkünü kilise yapımı için hibe eder Arsa’nın alt yapısının haliç’e doğru kaygan olmasından dolayı burada kaymayı önlemek için önce demir konstrüksiyonlu bir temel düşünülür sonra depreme dayanıklı bir bina yapmak fikri ortaya atılır ve neticede herhangi bir sorun karşısında prefabrike bir kilise yapmaya karar verilir Kilisenin projesi Mimar Hovsep Aznavur tarafından çizilir,yapım işi için de uluslararası bir yarışma açılır Yarışmayı Viyana’dan RPhWaagner firması kazanır ve 1893 de statik projeleri üzerinde çalışmalar başlar Gerekli döküm işleri dört yılda üretilir ve firmanın fabrikası avlusunda geçici olarak kilise kurularak kontrolu yapılır İstanbul’a Tuna nehri üzerinden Karadeniz’e gemilerle getirilen parçaların montajı yapıldıktan sonra 8 Eylül 1898 de Eksarh IYosif’in kutsamasıyla ibadete açılır Kilise üç nefli ve transeptli bir bazilikadır Giriş kapısının üst tarafındaki galeri aynı zamanda koro’nun da kullandığı bir mekandır,bunun üzerinde döner merdivenle çıkılan yüksek bir çan kulesi yükselir Kuledeki çeşitli büyüklükteki altı çanın üzerinde Rusya’daki Yaroslavi kentinde özel dökümlerin yapıldığı yazılıdır Kilisenin taşıyıcı profilleri çelikten olup üzeri saç ve döküm levhalarla kaplanmıştır Bütün parçalar birbirine cıvata,somun,perçin ve kaynakla birleştirilmiştir Mimari üslup olarak eklektik diyebileceğimiz gotik ve barok parçalar bir arada kullanılmıştır
Ermeni Kiliseleri
Surp Hreşdağabet Kilisesi (Fatih)
Balat’ta Kamış Sokağı’ndadır Bu kilisenin bulunduğu yerde Ayia Strati adında bir Rum kilisesi 17 inci yy a gelindiğinde terk edilmiş bulunuyordu 1620-1625 senelerinde Ermeni cemaati bu yerin kendilerine verilmesi için sayısız müracaatları neticesinde kendilerine tahsis edilir ve Divriğili Asdvadzadur Bolbolcıyan’ın maddi katkılarıyla buraya ahşap bir kilise yapılır ve Patrik I Zakarya tarafından kutsanarak 1628 Ermeni ibadetine açılır Aynı sene içinde çıkan bir yangında harap olan yerler bu sefer Rahip Kirkor Taranağzi’nin yardımlarıyla onarılır 28 Eylül 1692 deki yangında bir kere daha yanan kilise yeniden onarılırsa da bu sefer 16 Temmuz 1729 daki Balat yangınında tekrar yanar 1730 da kilise bir kere daha tamir edilir 1831 de ahşap bina yıkılarak yerine bugünkü ibadethane karğir olarak inşa edilirken temel kazısı sırasında Azize Ardemios’un kemikleri bulunur, bu kemikler kilisenin bodrumuna defnedilir ve üzerine bir ayazma inşa edilir Kilisenin açılışı 25 Haziran 1835 de yapılır ve o günden bu yana bazı küçük onarımlarla günümüze kadar gelir Bazilika planında yapılmış olan binanın büyük bir narteksi vardır Bu narteks’den koro’ya tahsis edilen galeriye çıkılır Apsis önündeki sunaklardan biri başmelek Gabriel’e diğeri Asdvadzazin’e (Tanrıyı doğuran kadın Meryem) diğeri de Surp Minas’a atanmıştır Bu her üç sunak da yarım daire şeklindeki apsislerin içinde yer almaktadır Apsis’in yanındaki paraklesion vaftizhaneye ayrılmış olup buradan hem galeriye çıkış,ana mekana giriş ve Narteks’e giriş sağlanmıştır Demir giriş kapısı üzerinde İsa’nın göge çıkışı,Aziz Georgios’un ejderhayı öldürmesi ve İsa’nın mabede girip oradaki satıcıları kovma sahneleri işlenmiştir
Surp Kevork Kilisesi (Fatih)
Samatya, Marmara Caddesindedir Kilisenin ilk inşası 1031 de Bizans İmparatoru III Romanos zamanındadır Tarihlerde büyüklüğü bakımından Ayasofya’dan sonra gelen ikinci kilise olarak tanımlanır III Romanos öldükten sonra manastır statüsünde olan bu kilisede kendisine ayrılan yere defnedilmiştir 1204 deki Latin istilası sırasında kilise yağmalanmış ve içindeki kıymetli her şey alınıp adeta bir harabeye dönüşmüştür VIII inci Mihael Palaiologos (1261-1282) zamanında onarılarak tekrar ibadete açılmıştır Fetihden sonra Fatih Sultan Mehmet Bursa’dan getirttiği Ermeni cemaatini Samatya’ya yerleştirmiş ve 1461 de onun emri ile kilise Ermeni Patrikliğine tahsis edilmiştir Kilisenin Ermenilere verilmesinden dolayı Rumlar ile Ermeniler arasında bir takım olaylar meydana gelmiş bu yüzden burası “Kanlı Kilise” adı ile anılmıştır Kilisenin yanındaki Ayazmadan ötürü Türkler tarafından “Sulu Manastır” adı ile isimlendirilmiş olan bu bina 1641 senesine kadar patriklik katedrali olarak kullanılmıştır 1660 da burada çıkan yangında tahrip olan kilise 1722 de yeniden inşa edilmiş ve binaya “Surp Yerrortutyan” adı verilen bir şapel eklenmiştir 10 Ağustos 1782 de burada çıkan büyük yangında kilise bir kere daha yanmış,1804 de Hagop Amira Güllapyan ve Minas Kalfa’nın projeleri doğrultusunda yeniden inşa edilmiştir 1831 ve 1843 de onarımdan geçen bina bu kez 1866 yangınını yaşamış ve bu sefer de Mimar Bedros Nemtze’nin projesi Mikhael ve Hovhannes Hagopyan’ın maddi katkılarıyla bugünkü şeklini almış ve 8 Şubat 1887 de Patrik I Harutyan Vehabedyan’ın takdisi ile tekrar ibadete açılmıştır I Dünya Savaşı sırasında kilise ve bahçesindeki okul askeri amaçla kullanılmış ve Sırp esirleri buraya yerleştirilmiş savaştan sonra tekrar ibadete açılmıştır 1993 de son bir onarım gören kiliseye Patriklik tahtı konularak ,Patriklik Katedrali olarak tescil edilmiştir Plân şeması ilk yapılışında Bazilika tipinde olmasına karşılık sonradan yapılan ilavelerle Yunan haçı şekline dönüşmüştür Muntazam kesme taştan yapılmış iki katlı görkemli bir yapıdır Ana giriş kapısı üzerindeki çan kulesi altındaki katlar ile tam bir uyum sağlar Bu kulenin iki tarafındaki simetrik çan kulesi şeklindeki kuleler sadece dekoratif olarak yapılmıştır Eski yapıdan kalan en kıymetli parçalardan biri demirden yapılmış,her kanadına kiliseye adını veren Aziz Kevork’un hayatından sahneler işlenmiş olan giriş kapısıdır Kilisenin ana mekanındaki bir büyük iki yanlarda da birer küçük sunak daha vardır Ana sunagın üzerinde İsa’nın şu sözleri yazılıdır: “Bana gelin ey yorgunlar ve ağır yüklü olanlar Ben size rahat sağlıyacağım” Kilisenin içindeki resimler son döneme aittir Narteksin üzerinde koro’ya ayrılmış geniş bir galeri bulunur

Hristos Analipsis Kilisesi (Bakırköy)
Bakırköy Rum mezarlığı içinde XIX uncu yy ın sonunda mezarlıkta yapılan cenaze törenleri için inşa edilmiştir Üç nefli bazilika planında olan bu şapelin mimarı Akilepsos Aleksios’dur İka yana meyilli kiremit kaplı çatısı vardır
Panagi Pege Kilisesi “Balıklı” (Zeytinburnu)

Asıl adı “Hayat veren kaynak” anlamına gelen Zoodokhos Peges olan bu Rum Ortodoks kilisesi Kazlıçeşme’de Balıklı Caddesi ile Seyyid Nizam Caddesi arasında,Rum Ortodoks mezarlığı yanındadır İlk yapılışı Tarihçi Prokopios’a göre Bizans İmparatoru I Leon (457-474) zamanındadır Iİustinianus (527-565) zamanında Ayasofya yapılırken oradan arta kalan malzeme ile genişletilmiştir Depremden zarar gören kiliseyi önce 790 da İmparatoriçe Eirene daha sonra da IBasileios genişleterek tamir ettirmiştir X uncu yy da geçirdiği bir yangın sonucu yanan kiliseyi 924 de IRomanos yeniden inşa ettirir 1204 deki Latin istilası sırasında burayı da işgal eden Haçlılar binaya büyük zararlar vermişlerdir Bir rivayete göre II Murad İstanbul yakınlarına geldiğinde bu civarda karargâh kurduğu kendisinin de kilisede kaldığı söylenir Fetihten sonra bakımsızlıktan harap olan kilise 1726-27 de Terkos Metropoliti Nıkodimos tarafından küçük bir yapı olarak yeniden ihya edilir Kilisenin bugünkü haliyle inşası II Mahmut’dan (1808-1839) alınan 1833 tarihli ferman ile Mimar Nikolaos Pağcıoğlu ve Marki Kalfa’nın projeleri doğrultusundadır 2 Şubat 1835 de Patrik IKonstantinos kiliseyi kutsayarak ibadete açar Üç nefli bazilika planında olan yapı çift meyilli kiremit döşeli çatı ile örtülüdür Nefleri ayıran sütunlar mermer taklididir İkonastasis Ahşap olup üç nefi de kapsar Burada yağlıboya ile yapılmış olan Meryem ve Çocuk İsa,Mikhael,Gabriel gibi baş meleklerle bazı azizlerin portreleri yapılmıştır Kilisenin yanında hastalara şifa verdiğine inanılan içinde balıkların yaşadığı bir ayazma mevcuttur Buraya gelip şifa bulanlar daha sonra bir ikona getirip hediye etmeleri Bizansdan beri süren bir gelenek olmuştur Bu yüzden kilisenin çok zengin bir ikon kolleksiyonu vardır Girişin sağ tarafında duvara bitişik demir iskelet üzerine oturan bir çan kulesi vardır Kilisenin avlusu eski Rum mezarlığından sökülerek buraya getirilen üzerlerinde karamanlıca yazılar mezar taşları ile döşenmiştir
Surp Pırgıç Ermeni Kilisesi (Zeytinburnu)
Ermenice “Kurtarıcı” anlamına gelen Surp Pırgıç Hastahanesi içinde hastaların ve yakınlarının dini ibadetleri için Leblebicioğlu Bostanının bulunduğu arazide hastahane yapılırken Harutyan Amira Bezciyan’ın maddi yardımları ve Hassa Mimarı Garabed Balyan’ın hazırladığı proje doğrultusunda yapılmıştır 3 Mayıs 1834 de Patrik II Isdepanos Zakaryan’ın takdisi ile ibadete açılmıştır 1898 de Tahtaburunyan ailesinin maddi yardımı ve Kirkor Melidosyan’ın ilave projesi ile bugünkü halini almış ve Patrik Mağakya Ormanyan tarafından 1 Aralık 1906 de tekrar ibadete açılmıştır 1966 da kiliseye bir galeri çekme kat ilave edilmiştir onarımı ve bazı ilaveleri yapılış Ermeni kiliselerinde nadir görülen bazilika planında bir yapıdır Apsis’in iki yanındaki hücrelerden biri vaftizhane diğeri ise hazine odası olarak kullanılır Apsis kemerinin üzerinde İsa’nın şu sözleri yer almaktadır: “Bana gelin ey yorgunlar ve ağır yüklü olanlar,ben size rahatlık vereceğim” Apsis’in önünde üç kubbeli bir kilise görünümünde ahşap sunak yer alır Muntazam kesme taştan yapılmış olan kilisenin iyon tarzı sütuna oturan yarım yuvarlak kemerli bir girişi vardır Bu girişin üzerinde ki üçüzlü pencerenin altında kilisenin kitabesi bulunur Çan kulesi çift meyilli çatının tam ortasında ön cephededir

Ayia Eufemia Kilisesi (Kadıköy)


Kadıköy çarşısının bulunduğu meydanda Rum Ortodoks Kilisesidir Halkedonlu (Kadıköy0 azize Eufemia’ya ithaf edilmiştir Kadıköylü zengin bir ailenin kız olan Azize Euphemia, hıristiyanların henüz büyük bir takipte bulundukları devrede inancı yüzünden 303 de öldürülmüştür Daha sonra ailesi onun naaşını Halkedon’un dışında bir mezara gömerler Hıristiyanlık Bizans’da İmparator IConstantinus (324-337) zamanında resmen tanındığında mezarının bulunduğu yere ailesi bir Martirion yaptırırlar Daha sonra 451 de toplanan Ökümenik konsilinde,Ortodoks aleminin koruyucusu ilan edilir ve ölüm tarihi olan 16 Eylül de Yortu günü olarak kabul edilir O tarihten itibaren de her yıl yortu kutlamaları yapılır Bu tarihi hem doğu hem de batı kiliseleri ortak olarak Yortu günü kabul etmişlerdir Eski kaynaklar bu azizenin adına İstanbul’da bugün mevcut olmayan 4 kilise daha olduğundan bahsederler Bunların içinde en önemlisi Sultanahmed’de Hipodrom yakınında olanıdır Azize’nin röliklerinin de bulunduğu bu kilisedeki rölikler İkonoklast dönemde İmparatorun emriyle buradan kaldırılmıştır Daha sonra 798’de İmparatoriçe Eirene rölikleri törenle geri getirmiştir Diğer kiliselerin Olibreu (Şehzadebaşı),Petrion (Cibali civarı) ve Petra (Edirnekapı civarı) da olduğu söylenir
Kadıköy meydanındaki bu kilisenin antik Ayia Eufemia kilisesinin bulunduğu yer ile hiçbir ilgisi yoktur Bizans devrinde burada Ayia Basis manastırı bulunuyordu daha sonra burası Ayia Euphemie Metropolitlik Manastırı olarak kullanılan bina zaman içinde yıkılmıştır Bugünkü kilise 1694 de Kadıköy metropoliti Gabriel tarafından yeniden yaptırılmıştır1830 da Kadıköy Metropoliti II Zaharias Rusya’dan temin ettiği mali destek ile kiliseyi büyütmüştür Zaman içinde bakımsız kalan bina 1993 de Metropolit III Iokem’in mali desteği ile yenilenmiş ve 1 Nisan 1993 de yeniden ibadete açılmıştır Kapalı Yunan Haçı plânındadır Ortada yüksek kasnaklı bir kubbesi bulunur İkonastasion ahşaptır ve kabartma bezemelidir İçerisinde gümüş kaplı ikonalar bulunmaktadır Kilisenin sağ tarafında taştan inşa edilmiş çan kulesi vardır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.