Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kültür

Kültür Nedir?

Eski 05-03-2009   #1
ysnkrks
Icon1861

Kültür Nedir?



Kültür Nedir?

Kültür kelimesi aslında Latincede “toprağı işlemek, ziraat” demektir Sonradan bu tabir, Batı Avrupa’da “yüksek umumi bilgi” manası kazanmış ve Türkçeye de bu anlamda girmiştir Kültür tarihçileri, sosyologlar ve sosyal psikologlar kültürün ıstılahi (belirli bir sahadaki ilmi) manasını değişik ifadelerle belirtmişlerdir

CWisler, kültür; “Bir halkın yaşama tarzıdır” derken, ESapir onu; “Atalardan gelen maddi, manevi değerlerin tamamı” şeklinde tarif etmiş, FAWolf ise; “Bir milletin fertlerinin iştirak halinde bulundukları manevi hayat”ın kültür olduğunu ifade etmiştir

AYong, kültürün, “İnsanın tabiatı ve kendisini idare etme yolu ile bizzat meydana getirdiği eser” olduğunu belirtirken, AKKohen, “Umumi olarak inançlar, değer hükümleri, örf ve atdetler, zevkler kısaca insan tarafından yapılmış ve meydana getirilmiş her şey”in kültür olduğunu ifade etmiştir

RThurnawald, “Kültür, tavırlardan, davranış tarzlarından, örf ve adetlerden, düşüncelerden, ifade şekillerinden, kıymet biçimlerinden, tesislerden ve teşkilattan meydana gelmiş ahenkli bir sistemdin” ‘demiş, fakat EBTaylor onu; “bilgiyi, imanı, sanatı, ahlaki, örf ve adetleri, ferdin mensubu olduğu cemiyetin bir üyesi olması itibariyle kazandığı alışkanlıkları ve diğer bütün maharetleri içine alan gayet karışık bir bütündür” şeklinde tarif etmiştir

Ziya ‘Gökalp ise; “Hars (kültür), yalnız bir milletin dini, ahlaki, hukuki, adli, estetik, lisani, iktisadi ve fenni hayatlarının ahenkli bir bütünüdür” demiştir


Kültürün Doğuşu

Kültürün doğuşu, insanın yaratılışı ile eş zamanlıdır Şüphesiz kültürün meydana gelmesinde bütün insanların payı ve yeri vardır Osmanlı İmparatorluğu üç kıt’ada 600 yıl boyunca gerek kendi uyruğu, gerekse sınır komşusu olarak ticaret yolları, savaşlar, göçler nedeniyle Hıristiyan dininin çeşitli mezheplerine mensup toplumlarla ekonomik, ticari ve kültürel ilişkiler kurmuştur Bununla beraber Sultan II Mahmud devrimleriyle başlayan zorunlu Batılılaşma dönemine gelinceye kadar hem özde ve hem de ayrıntılarda Batıyla farklılaşma kararında olan bir kültürün temsilcisi olmuştur

Bir insan grubu, diğer insan grupları ile hiçbir temasta bulunmayıp ilkel bile olsa, yine kendisine mahsus bir dile, basit de olsa bir dünya görüşüne ve estetiğe ulaşabilmektedir Nitekim on beşinci asırdan beri yeni kıtalar, topraklar ve diğer insanlarla temas halinde olmayan birçok ada keşfedildi Buralarda yaşayan insan gruplarının hepsinin seviyelerine uygun bir kültüre sahib oldukları görüldü Fakat dış dünyaya kapalı olan bu kültürler, başka kültürlerle temas edemedikleri için gelişememişlerdir Kültür ve medeniyetlerin ileri ve güçlü olduğu ülkeler sosyal ve kültürel temaslara açık ülkelerdir


Kültür ve Medeniyet

Ekseriya kültür ile yanyana kullanılan, bazan da kültürün eş anlamlısı zannedilen “medeniyet” kelimesinin tarifi ise şu şekilde yapılmaktadır: Medeniyet, “milletler arası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtalarının bütünüdürVeya aynı medeniyet dairesine giren birçok milletlerin sosyal hayatlarının müşterek bir yekunudur Batı medeniyeti denildiği zaman, din bakımından Hıristiyan olan toplulukların, sosyal değerleri ile müsbet ilme dayalı teknik anlaşılmaktadır Halbuki batı medeniyetine bağlı milletlerden her biri ayrı bir kültür topluluğudur Fen bilimlerinde benzer bir anlayış içerisinde olmalarına, tekniği bulma ve kullanmada birbirlerine yakın yollar takib etmelerine ra,~men, bu milletler başka başka diller konuşurlar Adetleri, gelenekleri, ahlak anlayışları, güzel~sanatları, mahalli müzikleri ve giyinişleri bir değildir Hatta hepsi Hıristiyan inancına sahip bulunmakla beraber, din konusundaki tutumları da farklıdır

İşte bu ayrı ayrı inanış, meyil (eğilim), düşünce, kullanış ve davranış tarzları her milletin milli kültür’ unsurlarını ‘teşkil etmektedir’ Yani kültürlerden doğan medeniyet karakter yönünden umumi, kültür ise hususidir Medeniyet bilme ve yapabilme, kültür takınılmış bir tavır olmaktadır Her topluluk bir kültür sahibi olduğundan, her kültür ayrı bir topluluğu temsil ettiğinden, bir kültürün varlığı, bir milletin mevcudiyetini göstermekte bir topluluğun varlığı ise bir kültürün varlığına işaret sayılmaktadır Yalnız milli kültürü olan bir kavim kültür bakımından yükseldikçe, medeniyet doğmaya başlar Bunun açık örneği İslam medeniyetidir


Kültürü Oluşturan Unsurlar

Bir milletin manevi kültür değerlerinin yekununu din, dil, sanat, edebiyat, örf ve adetler ile, düşünüş ve yaşayış tarzları meydana getirmektedir Bu kültür değerleri milletlerin hayatında önemli bir yer tutarlar Milletler bu tip kültür değerleri üzerinde hassasiyetle dururlar, bunları mümkün mertebe zedelemeden ve hatta geliştirerek kendinden sonraki nesillere devrederler Çünkü millilik, orijinallik, tabiilik, canlılık gibi vasıfları olan kültürde müştereklik yani sadece yaşayan cemiyetin değil, geçmişteki ve gelecekteki cemiyetlerin de müşterek malı olma keyfiyeti ile devamlılık özelliği çok önemlidir Eğer bir kültür toptan terk edilecek olursa veya özü bırakılacak olursa o cemiyetten, milletten eser kalmaz Nitekim 10 asra kadar Türk kavmi olan Bulgarların, kültürleri değişince, o tarihten itibaren slavlaşmış oldukları buna açık bir misaldir Kültürde bütün cemiyete şamil olma ve nesilden nesile intikal etme durumu da çok mühimdir Kültür unsurlarının bozulduğu bir cemiyette çeşitli tehlikeler meydana gelir ve bunlara mukavemet çok zorlaşır Kültürün fertler ve cemiyetler üzerin de icra ettiği hizmet hiçbir zaman inkar edilemez ‘Zira kültür milli duyguların gelişmesini sağlayıp ferdi vatansever yapar Bu yolla milli bütünlüğü sağlar Böy1ece fertleri ve cemiyeti korur Yine ‘kültür, kişinin insani meziyetlerini takviye edip fazilet ve fedakarlık aşılar Onu namuslu ve ahlaklı yaptığı gibi şahsiyet sahibi’ kılar Netice olarak fert ve cemiyet büyür ve sükuna kavuşur Kültür aynı zamanda millet fertlerine uyanıklık temin eder ve bu sayede ‘millet muhtelif tehlikelerden korunmuş olur Şu bir vakıadır ki, kültür unsurlarının terk edilmesi, ihmali veya yozlaştırılması cemiyetlerin başlarına sayısız tehlikeler açmaktadır

Kültür, istiklal isteyen bir yapıya sahiptir Cemiyetler, kendi topluluklarında başka bir kültürün boy gösterip gelişmesine izin vermezler ve mücadele içine girerler Cemiyet olduğu müddetçe milli kültür mücadelesi devam eder

Bir milletin kendine has iman (inanış) ve amelini (yaşayışını) meydana getiren din, asırlardan beri kültürün en önde gelen unsuru olmuştur Aslında bu unsurlar bir cemiyetteki bütün ferdi hareketleri, örf ve adetleri, sanatı vsyi tesir altına alır

Türk kültürünün din ve imandan sonra gelen en mühim unsuru “dili”dir Dil, gerek fert olarak insanları, gerek cemiyet ve millet olarak toplumların ses dünyaları, ifade şekilleri, konuşmaları olup, fertleri birbirine bağlayan ilk sosyal bağlardan ve ortaklıklardan sayılır Bir milletin dili, onu diğer milletlerden ayıran en önemli unsurlardandır ve milli yapıyı meydana getiren sağlamlaştıran ve destekleyen en büyük faktör ve dayanaktır;

Bir milletin mazisini, çağlar içinde kendine has yürüyüşünü, hareketini, hayat tarzı ve tavrı teşkil eden tarih, bugünün ve geleceğin ferdlerini de birbirine bağlayan, onlar arasında kader birliğini temsil eden, milletlerin nereden gelip nereye gittiğini gösteren en önemli kültür unsurlarındandır Millet ferdleri zaferlerle iftihar ve sevinç duyar, hezimet ve yenilgilerle de keder, üzüntü hissederler O bakımdan tarih bir milletin sosyal akrabalık bağı sayılır

Dünyada Türkler kadar eski bir tarihe sahip pek, az millet gösterilebilir Bütün tarihi boyunca, Türk kültüründe devlet ve hanedan milli varlığın temel direği olarak muhafaza edildi Türk milleti, sonunda tarihi boyunca kazandığı gücünü ve tecrübesini birleştirerek Osmanlı İmparatorluğunu kurdu Tarihimizin bütün evvelki safhaları bu büyük eserin meydana getirilmesi için yapılmış birer prova mahiyetindedir Teşkilatçılık, idarecilik, hakimiyet duygusu, adalet ve şefkat, vakar, yiğitlik, fedakarlık ve feragat gibi kültürümüzün bütün üstün vasıfları hiçbir zaman bu devirdeki kadar işlenmiş ve geliştirilmiş değildir Osmanlılar kendisini, Allah’ın kullarına hizmet etmek ve Allah’ın adını yüceltmek için kurulmuş bir devletin temsilcisi olarak görüyordu Onun hizmetinin takdiri ve mükafatı ancak insanların hakiki sahibinden gelebilirdi Hükümdar kanun karşısında halkının en basit fertleriyle aynı muameleye tabi tutuluyordu İnsanlar devlet için yaşıyor, devlet için ölüyorlardı Çünkü onlar dinle devleti aynı şey olarak görüyor, biri yıkılırsa diğerinin de mahvolacağını biliyorlardı Ayrıca devlet onların inandıkları kültür kıymetlerini korumakla görevliydi


Osmanlı’nın diğer toplumlarla kültür ilişkileri

Türklerin fethettikleri ülkelerde hakimiyet kurarken mevcut kültür konusundaki anlayış ve hoşgörüsünü, tarih içinde hiçbir millet göstermemiştir Türkler, diğer milletlerin din, dil, örf ve adetlerine büyük bir müsamaha göstermişler ve onların yok olmaması için çalışmışlardır

Osmanlı Devleti’nde hiçbir zaman “zorlama” yapılmamak kaydıyla kültür akışı daima gayrimüslim azınlık toplumlarına yöneliktir Nitekim ortak yaşam süresince gayrimüslim azınlıklar Türk isimlerini kullanmışlar, kadınları Müslümanlar gibi örtünmüşler, çocuklarını devşirme vermek için heves etmişler, Osmanlı musikisinde üstadlar çıkarmışlar, yazı sanatında hattatlar yetiştirmişlerdir Edebiyatları Türk edebiyatının etkisinde kalarak “Aşık” tarzının mani, koşma, türkü, destan gibi şekillerini ve “bi’l-bedahe” doğaçlama atışmalarını taklit eden halk şairleri yetiştirmişlerdir Kültür terminolojisi ile kısaca söylenirse, hakim toplum azınlık toplumları üzerinde kendisiyle ortak davranışlar oluşturabilmiş, çeşitli etnik gruplar arasında “ortak bir kültür” kurulmuş demektir Nitekim Tanzimat Fermanı Gülhane’de okunduktan sonra hahambaşı’nın Mustafa Reşid Paşa’ya, “Biz Osmanlılar’dan sonra ikinci önemde idik, şimdi bütün gayrimüslimleri Müslümanlarla eşit yaptınız!” diyerek serzenişte bulunduğu rivayet olunur Azınlıkların tüm davranışlarında hakim Osmanlı kültürüne benzeme isteği her vesileyle açıkça görülmektedir

Diğer taraftan İslam kültürünün ve Batı toplumlarına karşı yüzyıllarca aralıksız yürütülmüş savaşların etkisiyle Müslüman toplum Hıristiyan kökenli yabancı kültüre özünde karşıdır Bu bağlamda ele alınırsa Osmanlı kültürünün bir an önce Batılılaşması Avrupa devletlerinin yararınadır O halde XIX yüzyıldan önce başlayan Batılılaşma’nın “zorunlu bir kültür değişmesi”ne dönüşüvermesinde pek fazla şaşırtıcı bir taraf yoktur

Üç kıtaya yayılmış koskoca bir imparatorluğun ordusuyla, memuruyla, halkıyla girişeceği giyim, kuşam, devrimlerinin, yeme, içme, eğlence gelenek ve alışkanlıklarının batılaşması Batı’ nın (özellikle giyim, kuşam, tekstil endüstrisi olmak üzere) pek çok iş kolunda yeni pazarlar oluşturması gibi dolaylı çıkarları da vardı

Bizans’ın fethine kadar olan dönem Osmanlı Devleti’nde kendi özgün kültürü imal etmekle geçmiştir Bu kültür esas itibariyle İslam prensiplerinin çerçevesi içinde Orta Asya’dan getirilen ve Anadolu’daki yerleşme sırasındaki törenler, pazarlar, evlenmeler gibi ilişkilerle edinilen yeni ayrıntılardan oluşur Bu bağlamda Osmanlı toplumunun, Anadolu’da Bizans imparatorluğu ve Rumeli’ye geçişten sonra Avrupa ortalarına kadar olan sahalarda Batı kültürü karşısındaki genel davranışı, tavrı özgün bir kültür bileşiği olarak anılabilir

İstanbul’un ve Rumeli’nin fethiyle beraber Avrupa içlerine doğru ilerlenildikçe Lale Devri’ne kadar sürecek bir “Serbest Kültür Değişmeleri” dönemi başlar Yeni kazanılan ülkelerde bu değişmeler, ayrıntılar dışında hakim Osmanlı kültüründen yerli ahaliye yönelik olmuştur Viyana bozgununa kadar olan tarihinde Avrupa’da yenilgi görmemiş, üç kıtada ve denizlerde yüzyıllarca rakipsiz kalmış olan, kralları tahtından indirip yerlerine hükümdarlar koyan İmparatorluğun işgal ettiği yerlerdeki davranışı elbetteki ancak hakimiyet ve üstünlük olabilirdi


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Kültür Nedir?

Eski 05-03-2009   #2
ysnkrks
Varsayılan

Cevap : Kültür Nedir?



Osmanlı Kültürü ile Batı Kültürünün Karşılaştırılması

İnanç açısından İslamiyet ve Hıristiyanlık arasındaki karşıtlıkların sosyal projeksiyonları iki kültürün ana ilkelerdeki zıtlıklarını da doğurmuştur

Kilise sanatında antik çağın iki ve üç boyutlu realist resim ve heykel sanatlarını geliştirirken, İslam inancı da biçime bağlı olmayan yazı ve tezyini sanat1arı meydana getirmiştir Burada bir somut-soyut (müşahhas- mücerret) karşı1aşması vardır Yine Hıristiyanlığın ebedi günah inancının etkisinde kalmış kilise mimarisinin katedralleri karanlık kasvetli, dar ve derindir İs1am’ ın camileri ise aydınlık, yüksek geniş tutulmuştur Burada da her iki kültürün insan anlayışındaki farklılıklar mekan ve ışıklandırma zıtlıkları biçiminde simgesel olarak görülüyor

Taaddüd-ü zevcat (sınırlı çok eşlilik) ilkesi Osmanlı ve Batı toplumları arasındaki önemli zıtlaşmalardan biridir Bu ilke beraberinde bazı hukuki ve ah1aki prensipleri de getirmiştir

Diğer bir sorun olan mübarek günler, Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar için Cuma, Cumartesi ve Pazar olarak günümüze kadar gelmiştir

Bununla beraber ticaret hayatında “faiz”, ekonomide “israf” konuları iki kültür arasındaki önemli diğer karşıtlıklardandır Faiz ve israf, önce birbirlerinin etkilerini attırırlar İslam kültürü içinde yer alan Osmanlı kültüründe ise ne faize ne israfa, ne de sebeb oldukları risk faktörü ve acımasız rekabete ya da piyango, lotarya gibi haksız kazanç çeşitleriyle bağıntılı diğer kavramlara yer yoktur

Osmanlı mimarlığında “iç mekan ve dış mekan” ayrımı, ya da bir anlamda “aile içi dünya ile dış dünya” veya ben-biz ve başkaları” kavramları esastır Dış dünya ile iç mekanın ayrıldığı yer olan dış kapıda ayakkabı çıkarılmadan evlere girilmez Dışa açık pencerelerde içeriden dışarıya ve tersi yönde bakışlara göre özel düzenlemeler yapılmıştır Bahçe duvarları yüksek tutulmuş, selamlık bölümleri ayrılmıştır

Osmanlılar (ve tüm Müslümanlar) suyu vücutlarının üzerinden akıtarak yıkanırlar Batılılar ise banyo küvetlerinde, lavabolar ve leğenlerdeki durgun suyun içinde yıkanırlar Yıkanma kültüründeki bu karşıtlık gerek mesken, gerekse çarşı hamamlarının inşasında farklı mimari oluşturmuştur

Okuma ve yazma kültüründe Osmanlılar için okumak önceliklidir Çünkü ilk emir “oku”dur ve Kur’an’ ın okunması mecburiyeti vardır Çünkü Kur’an bütün hukuk ve ahlak sisteminin, toplum ilişkilerinin karşı çıkılamaz ve değiştirilemez tek düzenleyicisidir Kur’an okumanın yazılı metin üzerinden olması şart değildir Ezberden de okunabilir Ancak okunan metnin aynen ve hatasız tekrarlanması önemlidir Bu nedenle bilgili insana “okumuş adam , yani okumasını bilen adam” denir Yazı ise kanıtlamak için esastır Ama yazısı bulunmayan, fakat ezberden okunan bir metnin geçerliliğinin kanıtlanması, onu aynen tekrarlayan en az iki kişinin bulunmasıyla da mümkündür

Halbuki Batı kültüründe yazı önceliklidir Okuma sonra gelir Bilgili insana “yazı ile iletişim kurabilen, yazı yazabilen” anlamında “lettre”, cahile de tam karşıtı olan “illettre, illeterate” derler

Osmanlı yazısı sağdan sola, yani kağıdın boş ve görünen kısmına doğru kalemi çekerek, el titremeden yazılabildiği halde, Batılılar soldan sağa doğru ve görüşe kapalı bir alana doğru kalemi iterek yazarlar

Batı’da bir metindeki önemli kelimelerin altı, Osmanlılar‘da ise üstü çizilir Kitapları Batılılar kitaplık raflarına dikine Osmanlılar yatırarak dizmişler ve böylece sayfaların zamanla kendi ağırlıklarını taşıyamayarak buruşmalarını, aralarına toz, rutubet ve zararlıların girmesini önlemişlerdir Askeri birlikler Osmanlılar’da sağ, Batıda sol ayakla yürüyüşe başlarlar

İslam ve Hıristiyanlık arasındaki inanca bağlı olanlar dışında, toplumların günlük hayatını ve dünya görüşünü etkileyen uyuşmazlıklar kültürler arasındaki serbest değişimi etkilerler

Batılılar “Güneş” takvimi, Osmanlılar ise “Ay takvimi” kullanırlar Batı takvimlerinin başlangıcı Hz İsa’nın veladetini, Müslümanlarınki “Hicret”i esas alır Batı takvimlerindeki aylar yıl içinde sabit, Osmanlılar’da devingendir Osmanlılar’da her yeni gün güneşin batışı ile Batı’da gece yarısından itibaren başlar

Osmanlı kültürünün dönemleri

Osmanlılar uzun bir göç yolculuğundan sonra geldikleri yerleşim bölgesinde yerli halk üzerine kendi hakim kültürlerinin damgasını basmışlardır Ancak kültürler de tıpkı canlı organizmalar gibi, değişen şartlara göre yıpranan bölümlerini yenilerler Genel bir ilke olarak maddesel kültür değişiklikleri Osmanlı toplumunu zaman içinde kabul etmesine karşılık manevi kültür sahasında aynı şeyi yaptığı söylenemez Bu durumda Osmanlı tarihini kültür aktarmaları açısından ele alırsak serbest ve zorunlu kültür değişimleri dönemleri bulunduğu görülür

Şematik olarak:

1 “Klasik Dönem”,
2 “Serbest Kültür Değişmeleri Dönemi, (Lale Devri’ne kadarki dönem),
3 “Geçiş Dönemi”, (Lale Devri ile 111 Selim Dönemi arası),
4 “Zorunlu Kültür Değişmeleri Dönemi:
aSultan II Mahmud Dönemi,
b Tanzimat Fermanı Dönemi,
cIslahat Fermanı Dönemi,
d 1 Meşrutiyet Dönemi,
e II Meşrutiyet Dönemi ve sonrası gibi bölümlemelere ayrılabilir

Bununla beraber kültür aktarmalarında en önemli etken, temasın sıklığı, uzun ve devamlı olmasından daha çok, Osmanlı toplumunun kültürünün kendisine verilmek istenen yabancı kültür unsurlarına karşı takındığı tavırlar olmuştur Zira güdümlü ya da zorunlu değişmelerde bile yabancı kültür bir bütün olarak empoze edilemeyeceğinden, II Mahmud ve sonrasındaki devrimci yöneticilerin temel sorunu, kabul ettirilmek istenen unsurları doğru seçememek ve unsurlar arasındaki ilişkileri dikkate alamamak olmuştur Osmanlı kültürünün yıpranması açısından ithal edilen yeni unsurların en önemli zararları, kendilerinin topluma ters gelen varlıklarından ziyade, işleyen unsurların fonksiyonunu engellemiş olmalarıdır


Osmanlı kültürünün geleneksel unsurları

I-Töre ve törenler:

1289’da Selçuklu Sultanı II Mesud Osman Bey’e tuğ, alem, kılıç ve gümüş takımlı at ve“berat” göndererek Söğüt ile Eskişehir’in bulunduğu bölgeyi Osmanlı Beyliği’ne verdi Osman Bey kendisine verilen bu beratı gereken törenle okuttu Artık bir uç beyliği kurulmuş oluyordu

Aradan geçen 10 yıl içinde Anadolu’yu yakıp yıkan ve ağır vergiler koyan Moğollar’ ın önünden kaçanlarla onlara bağlanmak istemeyen Türkmen boy ve ulusları da beyleriyle beraber Osman Bey’e bağlandılar Herkes Oğuz Han töresine göre yapılan bir törenle birer birer Osman Bey’in önünde diz çökerek onun verdiği kımızı içtiler ve sadakat yemini ettiler Kayı boyu bu yeni katılmalarla iyice büyüdü 1299 yılında Osman Bey bağımsızlığını ilan ederek fiilen ve hukuken Osmanlı Devleti’ni kurdu

6 yüzyıl sürecek olan Osmanlı kültürünün de mayası böylece bir yandan Şeriat, diğer yandan örfe uygun biçimdeki bu törenlerle atılmış oluyordu Daha sonra Şeriat’ın zarfı içindeki örfe dayanan bu anlayış devletin düzenini sağlayacak ve toplumun kültürünü yönlendirecek ve hukuk sisteminin de esasını meydana getirecekti

Bilindiği gibi “töre” toplumda yerleşmiş örf, adet, ahlak ve davranış biçimlerinin tümüdür Bu nedenle günümüzde bile hukukun tamamlayıcı kaynaklarındandır Uygulanmaların vazgeçilmez ve zorunlu olduğu inancından doğan töreler toplum düzeninin manevi bir unsuru olmuşlardır

Törenler ise toplum hayatında önemi olan olayları ve günleri anmak, kutlamak, bayram tebrikatı, cüluslar, kabuller için yapılan toplantılardır Katılanların ve görevlilerin yerlerini ve yapacakları işleri belirleyen kesin tören kuralları vardır Nitekim Türkmen beylerinin Osman Bey’e biat etmeleri sırasında hem töreler, hem de tören kurallarının gerektiği gibi uygulandığı anlaşılıyor

“Biat”, kabul ve tasdik muamelesine verilen addır “Biat etmek” ise birinin hakimiyetini kabul etmektir Osmanlılar’da her Padişahın cülusunda bu maksatla “biat törenleri” yapılması gelenek olmuştur Törenler devletin kudreti ile orantılı biçimde görkemli yapılmıştır

Gerek Divan-ı hümayün’da ve gerekse Bab-ı asafi’de (Paşakapısı’nda) yapılan törenlerin kesin kuralları vardı Nitekim Kanüni Sultan Süleyman zamanında saray merasimini, bütün törenlerin kurallarını bilen, yöneten ve uygulayan “teşrifatçılık” mesleği kurulmuş ve bu makam Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar önemini korumuştur Osmanlı Devleti’ndeki törenleri asil olanlar, dönüşümlü tekrarlananlar ve zuhuruna bağlı yapılanlar biçiminde sınıflandırmak mümkündür


1Asli törenler
a Cülüs (ya da Biat) Merasimi
b Hil’at-ı umümi

II Mu’tad (Periyodik) törenler
aMevlid-i Şerif Okunması
bHırka-i şerif ziyareti
cSurre-i hümayun alayı
dHacıların dönüş haberinin gelmesi
ePadişah ve Sadrazamla muayede törenleri (ramazan ayı törenleri)
fDivan-ı hümayun toplantı törenleri
gUlufe dağıtım törenleri
hDonanmanın sefere çıkış törenleri

III Gerektiğinde yapılan törenler
aDonanmanın dönüşü törenleri
bHanedan-ı ali Osman’ın cenaze törenleri
cElçilerim kabulü törenleri


II Osmanlı Hukuku

Osmanlı hukuk sisteminin tek yöneticisi ve denetleyicisi Şer’i hukuktur “Padişahi hukuk” ya da örfi hukuk kamu düzenini ve yönetimi sağlar, ancak hükümleri Şer’i hukukun dışına çıkamaz ve kurallarına karşı olamaz Kısaca söylenirse örfi Osmanlı hukuku Şer’i hukukun vesayeti altındadır

Diğer taraftan Şer’i ve örfi hukukların dışında, ama onlara karşı olmamak üzere geçerli ve her biri birer küçük sistem olan hukuk düzenleri vardır Gayrimüslim cemaatlerin kendi dini ve şahsi hukukları, yeni fethedilen ülkelerin (geçerliliğine izin verilen) eski hukukları böyledir Bir ayrıcalık olarak kapitülasyonlar hukuku da örfi hukukun kurallarına ve denetimine tabi olarak oluşmuş özel bir hukuktur

İlke olarak Padişahın herhangi bir konudaki emirleri, istekleri kanun sayılır Ancak bu kanunlar eğer ferman biçiminde değillerse, Sadrazamın telhislerine yazılmış bir kelime, bir cümle ya da çok kısa “Hatt-ı şerif”ler den ibarettirler Çağdaş terminoloji ile “özel yasalar”, “kanun kuvvetinde kararnameler” hükmündedirler

Ancak genel kanunlar devletin araştırma ve istihbaratına dayanan ve teknik bilgilere göre “Divan-ı Hümayun”da tartışmalı olarak hazırlanır, nişancılar tarafından usulüne uygun olarak kaleme alınır Divan kaleminde son şeklini aldıktan sonra Sadrazam başkanlığında vezirler, kazaskerler ve diğer divan üyeleri tarafından Padişaha arz edilir Padişah tarafından işaretlenen bazı bölümleri üzerinde çalışılıp yeniden arza çıkılır Son biçimiyle onaylandıktan sonra “mühimme” defterlerine kaydolunup yürürlüğe girer ve bir “ferman, hüküm, buyruldu, kanunname, adaletname olarak uygulanmak üzere ait olduğu beylerbeyi, sancakbeyi veya kadılara gönderilir

Bütün Ortaçağ ve Yeniçağ boyunca Osmanlı Devleti’nin belki de yegane “hukuk devleti” olduğu noktasında yabancı araştırmacılar bile birleşmişlerdir Osmanlı Devleti’nde “Kanun-i Esasi” yalnız dini meseleler için değil, bireysel ve toplumsal insan davranışlarının düzenlenmesinde mutlak kudret olan “Kur’an”dır Padişahın bugünkü anlamıyla “özel olarak çıkarılan kanunlar” hükmündekj istekleri, emirleri, fermanları, iradeleri, buyrulduları, hükümleri Şeriate aykırı olamazdı Genel ve sistematik kanunlar ise «Divan-i Hümayun”da Padişahın vekili olan Sadrazam, özellikle kazaskerler ve diğer divan erkanı tarafından şeriate uygunluğu tartışılarak hazırlanıyordu

Osmanlı devlet teşkilatında Şer’i işler “kaza” ve “ifta” olarak ikiye ayrılmıştır İfta (fetva vermek) Şer’i sorunların çözümlenmesi, “kaza” da uygulanması anlamında kullanılmıştır Şeyhülislam devletin ifta müessesesinin ve ilmiyye teşkilatının başıdır Kazanın başı ise ilmiyye ricalinden olan Anadolu ve Rumeli kazaskerleridir

Kadı’nın yetkisi tayin olduğu kaza içinde geçerlidir Kadılar doğrudan kazaskerlere bağlıdırlar ve memuriyetleri süresince kazalar arasında dolaşırlar

Kadıların hukukla ilgili asli görevleri tayin oldukları kazalarda (çağdaş terminolojiyle) hukuk, asliye ve ceza davalarına bakmak, kamu hukukunu korumaktır

Önemli bir görevleri de (günümüzdeki anlamında) noterlik hizmetleridir Kefa1et, vekalet, mukavele, borçlanma, vasiyet, senet gibi her tür akitleri kadı (veya naibler) yapar ve bunlar tutanak biçiminde sicil defterlerine yazılırdı

Diğer taraftan kadı (ve naiblerin) en önemli görevlerinden biri de bulundukları şehir ve kasabaların belediye işlerine bakmaktır Kadıların bu hizmetleri 1855 yılına kadar sürmüştür

Narhların tanzimi ve sık sık denetlenmesi, esnafın teftiş edilmesi, ihtikar ve istifçiliğin önlenmesi, yolların gidip gelenlere açık ve salim tutulması, kaldırımların onarılmaları, “mail-i inhidam” binaların yıktırılması, talebelere zulmeden mubassır ve hocaların takib edilmeleri, hamalların ve yük hayvanlarının fazla yükletilmemeleri gibi beledi hizmetleri “ayak-naibleri, pazarbaşılar ve muhtesibler” aracılığıyla yürütürler, esnaf loncalarının kethüdalarını esnafın istekleri doğrultusunda tayin ve azlederler, lonca teşkilatının sağlıklı yaşamasına çalışırlardı

Çok sorumluluk gerektiren yükümlülüklerinden biri de sefer sırasında ordunun iaşe, barut ve diğer mühimmatının hazırlatılması, bunlara ait bedellerin, sonradan hesap görülmek üzere mültezimlere ödettirilmesi, ordunun menzil işlerinin düzenlenmesi, seferden kaçanların cezalandırılmasıdır

Bütün bu hizmetlerin aksatılmadan yürütülmesi için merkezde oturan kadılar kendilerine bağlı kasabalara naibler tayin etmeğe yetkili idiler

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Kültür Nedir?

Eski 05-03-2009   #3
ysnkrks
Varsayılan

Cevap : Kültür Nedir?



III Vakıflar

Ortak bilinç ve ortak vicdan her kültür ve hatta her toplumda farklı olmakla birlikte bütün medeniyetlerde insanlara karşılıksız hizmet etmek düşüncesine yönelik kuruluşlar, kurumlar vardır

İslam toplumlarında sistemli “karşılıksız hizmet” “Vakıf’ müessesesi ile sağlanır İslam hukukuna göre vakıf, “Yararları insanlara ait olmak üzere Allah’a adanan ve zaman süresi ile tahdid edilmeksizin temlik ve temellükten habs ve men’ edilen mal”dır

Osmanlı Padişahları başta olmak üzere Sadrazamlar, devlet ricali ve ümera ile diğer varlıklı kişiler vakfetmişlerdir Çünkü bir Müslümanın “sevab defteri” devam eden bir hayır bıraktığı takdirde ölümünden sonra da kapanmaz Vakıf ise nassın koruması altına alınmış “ebedi” bir hayırdır

Diğer taraftan vakıfların Osmanlı şehirlerinin oluşumunda da önemli katkıları vardır Şehir merkezleri genellikle vakıf bir külliyenin çevresinde kurulmuşlardır Vakıflarının adıyla anılan mahalleler ise genellikle cami, mescid, hamam veya çeşmelerin etrafında oluşmuştur

Vakıflar yalnız ibadet, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi toplumsal temel ihtiyaçları konu almaz Genelden özele doğru insanların toplum hayatı içinde yolculara yardım etmek, esirleri azad etmek, mektep çocuklarının gezdirilmeleri, fakir kızlara çeyiz temini, zayıf hayvanların otlayıp beslenmeleri için çayırlar gibi akla gelebilen tüm ihtiyaçlarını gidermeyi, sıkıntılarını hafifletmeyi hedefler Bu tür sel, yangın, hastalık, fakirlik, vergi borçları gibi zarüretlenin giderilmesi, acizlerin doyurulup giydirilmesi, tedavi edilmeleri, iş yapacaklara sermaye bulunması, borçtan mahkum olanların borçlarının ödenmesi için “avarız vakıfları” olarak bilinen bir vakıf kategorisi vardır Yalnız İstanbul’daki imaretlerde günde 30000 kişiye parasız yemek veriliyordu

Vakıfların bu karşılıksız yardıma yönelik hizmetleri toplumun psikososyal yapısı üzerinde devletin lehine olumlu etkileri olmuştur XVIII yüzyılın sonlarında vakıf gelirlerinin tüm devlet gelirlerinin hemen hemen yarısı, tımar ve zeamet gelirlerinin ise vakıf gelirlerinin yarısından az olduğu göz önüne alınırsa, geleneksel kültürümüzde Osmanlı yönetiminin halka yaklaşışının neden “devlet baba” olarak yorumlandığı daha açık anlaşılacaktır


IV Eğitim kurumları

A-Herkese açık “düzensiz öğrenim”

a İlk öğrenim: Aile içinde veya mahalle mekteplerinde okuma, yazma, hıfz ve hüsn-i hat öğretilirdi Her ikisi de daha üst bir öğrenime başlamak için yeterli sayılırdı
Halk arasında genellikle kargir yapıldıkları için “Taş Mekteb” olarak anılan Sibyan mektebleri, Padişahlar, devlet erkanı ve hayır sahipleri tarafından cami, medrese, imaret ve çeşmelerin çevresinde yaptırılmışlardır Hayrat olduklarından fakir çocuklarının yiyecek ve giyeceklerini sağlamak için vakıfları da vardır

Sıbyan mekteplerinde çağdaş pedagojide daha henüz önerilen bazı yeni ilkelerin benzerleri yüzyıllarca uygulanmıştır Şöyle ki; mahalle mekteplerine başlamak için belirli bir yaş gerekli değildir Ana ve babalar kendi çocuklarının yeterli olgunluğa geldiklerine inandıklarında okula başlatırlardı Bu da çağımız pedagojisindeki her çocuğun psikolojik ve fizyolojik yaşlarının farklı oldukları görüşüyle uyuşmaktadır Ayrıca senenin herhangi bir ayında okula başlanabilirdi

Yine çağdaş görüşe göre ilk öğrenimde önemli olan verilen bilgiler değil, bu bilginin öğrenme yeteneğinin çocuklara kazandırılmasıdır Bunun iki önemli faktörü çocuğun hafıza ve taklit kabiliyetinin geliştirilmesidir Kur’an’ın kısa sureleri ve dini bilgiler ezberletilerek ve hat örneklerinden kopyalar yaptırılarak çocuğun bu iki yeteneği geliştirilmiştir Sıbyan mekteplerinde okuma ve ezberleme melodik diziler biçimine getirilmişti ve çocuklar sallanarak hep birlikte bu ritme katılıyorlardı Bu da çağdaş eğitim tekniklerine göre düşünülürse müzik ve hareketin yarattığı ritm duygusundan yararlanmaktır

b Cami dersleri: Bu dersler Sibyan mektebi tahsilinin bir devamı gibiydi Sabah namazından çarşı, pazar ve dairelerin açılacağı zamana kadar devam ederdi Ulemadan bir müderris tarafından ilmihal, risale-i ahlak, Arapça ve Farsça (sarf, nahiv ve lugat) öğretilirdi

c Din öğrenimi: Camilerde müderris, imam ve hatipler din ilmi, tekke ve zaviyelerde de şeyhler ve tarikat erbabı ile birlikte tasavvufi bilgiler öğretilirdi

d Meslek öğrenimi:

1 Sanat öğretimi: Esnaf babadan oğula veya esnaf loncalanında, gedikli esnaf arasında, acemi oğlan ve yeniçeri ocaklarında, tersanelerde, tophanelerde ustadan çırağa aktarma yöntemiyle yapılırdı Hatta bu nedenle mahalle mektepleri öğleye kadar öğretim yaparlar, öğleden sonra çocuklar babalarının ya da ustalarının yanında sanat öğrenirlerdi Sanatı öğrenmiş çıraklar ustası da dahil olmak üzere, o sanatın tanınmış adamları huzurunda sınava sokulur, başaranlara törenle “peştemal” kuşatılırdı Hat sanatında başarılı olanlara icazetname verilirdi

2 Devlet memuru adaylığı (kalem şakirdliği): Okuma-yazma Öğrenmiş ve adab bilen gençler devlet dairelerinin kalemlerine “şakirdan” kaydolunur, yaşlı mümeyyizlerce kendilerine yabancı dil ve edebiyat öğretilirdi Kalem bir anlamda günümüzdeki devlet dairesi karşılığına gelebilir Ama yalnız devlet işlerinin görüldüğü yer olmakla kalmamış, tarihçi, vak’anüvis, riyaziyyeci, şair, mütefennin, hattat, müzehhib, bestekar, minyatür ressamı gibi Osmanlı kültürünün banilerinin yetiştiği okullar olmuşlardır

Kaleme yeni girene “şakird, talebe, yamak, çırak” denilir ve yaşlı ve tecrübeli bir “mürebbi katib”in öğretiminde hüsn-i hat (güzel yazı) ve mesleki bilgilerle beraber devrin değerli eserlerini tanıması sağlanır, şiire yatkın ise teşvik ve yardım edilir, edebiyat kuralları gösterilirdi Şakirde (ya da talebeye) Arapça ve Farsça (son dönemlerde Fransızca da) öğretilirdi Bütün bu çalışmalarda yeterli sayılmadan önce kendisi aylığa geçirilmezdi Böylece şakird kişiliğini bulunca kendisine bir de “mahlas” (takma ad) verilirdi Devlet adamlarımızın ve divan şairlerimizin çoğunun bilinen isim ve mahlasları kalemlerde verilenlerdir “Kalem efendisi” asil devlet memurunun ünvanı idi


BTanzimat öncesinde düzenli öğrenim

Yüksek tahsil veren medreselerde, Saray ve Enderun mektepleninde yapılırdı“Hazırlık Sarayları” denilen orta dereceli mektepler “Galata Sarayı”, Eski Saray (Bayezid’de), Ibrahim Paşa Sarayı (Sultanahmet’te), İskender Çelebi Sarayı (Küçükçekmece’de) ve Edirne Sarayı’dır Bu kurumların öğrencilerine “içoğlanı” denilirdi Önceleri yalnız devşirmelerden alınırken sonraları Müslüman çocukları da kabul edildiler İçoğlanları daha mektepte memuriyete başlıyorlar, iş, öğrenim ve stajı birlikte yürütüyorlardı

Hazırlık saraylarındaki eğitim ve öğrenimde başarılı olanlar “çıkma” denilen yöntemle ihtiyaca göre devlet adamı veya sanatkar yetiştirmek için eğitim ve öğrenim görmek, hem de çeşitli hizmetlerde bulunmak üzere Enderun mektebine “gılaman-ı Enderun” veya “içoğlanı” olarak alınırlardı

Gerek Sıbyan mekteblerinde, gerekse kalemlerde ve gerekse medreseler ve Enderun mektebinde genç öğrencilerin eğitim ve öğrenimi yaşlı ve tecrübeli kişilerin ellerine bırakılmıştı Tanzimat sonrasında öğrenim Batı modeline uygun olarak “ibtidai, Rüşdiyye, idadi, Mekteb-i ali ve Darul-fünün” dizini içinde yapılmıştır


VHalk Sağlığı

Osmanlılar’da hastahane olarak hizmet eden kurumlar darü’ş-şifa, bimarhane, darü’t-tıb gibi isimlerle anılmışlardır Bunların en önemli iki özelliği vakıf kuruluşları olmaları ve hastahane hizmetleriyle birlikte buralarda usta-çırak eğitimiyle tabib yetiştirilmesiydi

Vakıf olmaları, Osmanlı toplumunda sağlık hizmetlerinin parasız yapıldığı anlamını da beraberinde getirir Günümüzdeki “parasız” kavramı dışında hastaların evlerine dönüş paraları da kendilerine verilirdi Bu nedenle darüşşifalar hastaların ve tabiblerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak mimari bir kompleks biçiminde yapılırdı Külliye denilen bu manzume içinde cami, medrese, imaret, hamam ve misafirhane bulunurdu Böylece hastaların yedirilmesi, giriş ve çıkışlarında misafir edilmeleri, dini ihtiyaçları ve asistan doktorların barınacakları ve ders görecekleri mahaller temin edilmiş olmaktaydı

Mesela Fatih külliyyesinde cami, imaret, bimarhane, darüşşifa, 16 adet medrese, misafirhane, imarethane, sıbyan mektebi, hamam ve muvakkithaneler vardır

Bu medreselerin her birinde bir mescid, bir dershane (darülhadis) ve 19 oda vardı Bunların 15 adedi her birinde 2 kişi kalmak üzere talebe, 2 adedi muid (asistan), diğer 2’si de hizmetliler içindir

Haftada 4 gün tıb öğrenimi yapılmakta ve müderrislere 50, muridlere 5 ve talebeye 2 akçe yevmiye verilmektedir

“Yabancı seyyahların notlarına göre XVI yüzyıl sonlarında İstanbul’da herbiri 150 ila 300 hasta alabilen 119 hastahane bulunmaktaydı

Diğer taraftan akıl ve ruh hastaları için müzikle tedavi yapılan bimarhaneler, cüzzam gibi o dönemlerdeki çaresiz bir hastalık için de cüzzamhaneler açılmıştır

Medrese mimarisinde olduğu gibi, hastalara kapı ve pencereleri iç bahçeye açılan ocaklı odalar verilmektedir Evli, bekar ve kadın hastalar ayrılmışlardır Mescidi, hamamı ve çamaşırhanesi vardır İmam ve diğer görevlilerin maaşları, hastaların giydirilip doyurulmaları kadı tarafından tayin olunan mütevelli vasıtasıyla vakıf gelirlerinden sağlanmaktadır

Parasız tedavi yapılan hastahanelerde hem hekimler, hem de hastalar arasında müslim, gayrimüslim ayırımı yapılmıyordu Ancak, yalnız kadınları kabul eden hastahaneler vardı

Diğer taraftan serbest hekimler eczacılık da yaparlardı Bunların muayenehanelerine “tıbbi dükkan” denilirdi Cerrah ve kehhallerin (göz hekimleri) de dükkanları vardı Bu dükkanlarda tedavi ve ilaç bileşimleri hakkında yazma tıb kitapları, ilaç yapımında kullanılan maddeler ve tıbbi aletler bulunmaktadır

Bir hekim dükkan açma izni almak için önce “hekimbaşı”ya başvururdu Hekimbaşı hekimin yetkili olup olmadığını inceledikten sonra bunlara bir senetle resmi ruhsat verilirdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Kültür Nedir?Kültür ve Öğeleri

Eski 10-20-2010   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Kültür Nedir?Kültür ve Öğeleri



Kültür Nedir?

Herhangi bir toplumun örf,adet,görgü,bilgi, inanç ,sanat,davranış,dil ve düşünce gibi öğelerin bütününü kapsayan ve kuşaktan kuşağa aktarılan maddi ve manevi öğelerin bütünüdür Kültür bir toplum hakkında bize her alanda bilgi verir Kültürler arasında üstünlük ya da daha iyi olma durumu yoktur Sadece baskın kültür vardır Baskın kültür yaygın olan diğer kültürleri etkisi altına alan onları etkileyen kültürdürBu tarihte her dönemde olduğu gibi günümüzde de yaşanmaktadır Günümüzün baskın kültürü ” Batı Kültürü” dür



Kültür ve Öğeleri

Kültür, belirli bir kökten gelmiş bir toplumun “ana mayası” anlamındadır Bir toplumun ana mayasını, yani kültürünü; o toplumun dil, yazı, tarih, din, töre, edebiyat ve sanat birliğinin toplamı belirler Bir toplumun benliğini oluşturan bu ortak değerler, o toplumun diğer toplumların kimliklerinden nasıl ve nerede ayrıldığını belgeler Bir toplumun üyesi olan her kişinin yapısında ve benliğinde, o toplumun mayasından bir parça bulunur Fransız ve Alman kültürleri arasındaki ayrılıklar, bira mayası ile şarap mayası arasındaki ayrılıklardan daha da derindir Bunun gibi, Türklerin “ana mayası” da diğer toplumların mayalarından ayrıdır Bununla birlikte, yoğurt ve peynir mayalarının bir kökenden gelmiş olduğu da unutulmamalıdır

Ancak, bir maya yalnız başına bırakıldığında, “kendi kendini yer” Bu bir dil sürçmesi değildir Maya içine katıldığı diğer maddeleri etkiler: Yoğurt mayası, sütü yoğurda çevirir Şarap mayası, üzüm suyunu şarap yapar Eğer maya, içinde gelişeceği, çoğalacağı ana maddeyi bulamaz ise, kendi kendini yemeye başlar Sonucunda da ölür Üzüm suyuna yoğurt mayası katılırsa, sonuç ne şaraptır, ne de yoğurt Ne içilebilir, ne de yenilebilir Mayanın canlı tutulabilmesi için, sürekli olarak kullanılması gerekir Yeni mayalanmış yoğurdun bir parçası ayrılıp maya olarak saklanır Böylelikle maya da kendini yenilemiş olur Bir toplumun kültürü de bundan farksızdır Kullanılmayan kültür ölür


Kültürü, taşıyıcısına göre, egemenlik alanına göre, çıkış, yaratılış kaynaklarına göre, görünüşüne, biçimine, bir başka anlatımla, kültürü kanıtlayan araca göre, iş görüşüne göre değişik kullanım alanlarına göre tanımlanabilir Bu görelilikleri daha çoğaltmak, dahası değişkenleri kendi içinde bile sınıflamak olasıdır
Bu değişkenlerden, taşıyıcısına ve egemenlik alanına dayanarak, dört çeşit kültür kavramı oluşturulabilir:
  • Bireysel kültür, esasında bireysel kültür, bir yakıştırma sıfattır Yani bir bireye, içinde bulunduğu toplumun üyelerince, karşılaştırma yöntemiyle yakıştıran bir kimliktir, o bireyin içinde bulunduğu, yaşamını sürdürdüğü toplumun niteliğiyle birlikte bir anlam taşır
  • Yöresel (bölgesel) kültür, ulusal kültürün tabanını oluşturur
  • Ulusal kültür, bir toplumda yemek, giyinmek, barınmak, eğlenmek gibi gereksinmelerin elde edilmesinde kullanılan bilgi, inanç, teknik, davranış duyuş ve ifade biçimlerini içeren ve toplumun yapısını oluşturan kültüre, ulusal kültür denilmektedir
  • Evrensel kültür, bilim, teknik, felsefe, ve din gibi kültür öğelerini içeren ve bir topluma özgü olmayan, genel geçerlikli kültüre evrensel kültür denir

“Evrensel kültür” bir çağa ve bir tarihsel döneme dünya ölçüsünde hâkim olan, diğer kültürlere baskın çıkan herhangi bir “çoğul kültür”dür Örneğin bugün için bu anlamda “evrensel” olan kültür, Batı kültürüdür Fakat bu, Batı kültürünün hâlen yaşayan diğer kültürlerden “üstün” ve “iyi” olduğu anlamına gelmez; sadece varolan diğer kültürlere baskın çıktığı ve dünya ölçüsünde yaygınlaştığı anlamına gelir Her kültürün mâhiyeti gereği tarihsel olması, o kültürün belli bir zaman kesiti içinde varlığını sürdürdüğü, yani yerini her an bir başka kültüre (o başka kültüre kendinden pek çok şeyleri taşımış olsa da) terk edebileceği anlamına gelir “Evrensel kültür” teriminin kendisi, Aydınlanmacı Batı kültürünün bir kültürel mirası olarak terminolojiye girmiştir Bu yüzden, bu kültüre özgü ideal ve ölçütlerle sınırlı bir anlam içeriğine sahip olmak gibi bir tek yanlılığı ve manüpilatif bir işlevi vardır Yine bu yüzden, “evrensel kültür”ü, tarihsel perspektif altında bakıldığında, herhangi bir “baskın ve hâkim kültür” olarak anlamak uygun olur


Her hangi bir halk topluluğunu, millet yapan kültür değerleridir Kültür; tarihi süreç içerisinde oluşur, milletler yaşadıkça o da yaşar Dededen, atadan gelen kültürel değerler, yaşayan insanların duygu, düşünce ve yaşantılarıyla şekillenir zaman içerisinde gelişerek bazen de değişerek devam eder Kültür değerleri hiçbir zaman statik kalmazlar devamlı değişim halindedirler Bu değişim çok hızlı olmaz, yıllar bazen de yüzyıllar süreci içinde olur





__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.