Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
başında, bilgiler, durumu, dünya, ekonomik, hakkında, ikinci, savaşı, türkiye’nin

İkinci Dünya Savaşı Başında Türkiye’Nin Ekonomik Durumu Hakkında Bilgiler

Eski 09-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İkinci Dünya Savaşı Başında Türkiye’Nin Ekonomik Durumu Hakkında Bilgiler



İkinci Dünya Savaşı Başında Türkiye’nin Ekonomik Durumu Hakkında Bilgiler
İkinci Dünya Savaşı Başında Türkiye’nin Ekonomik Durumu Hakkında Bilgiler
Kurtuluş Savaşı’ndan İkinci Dünya Savaşı’na kadar Türkiye’nin ekonomik gelişme süreci ikiye ayrılabilir: Birincisi 1923-1930 devresi,ikincisi 1930-1939Birinci devrede devlet ekonomiye fazla karışmadan özel sektörün kalkınma görevini üstlenmesini beklediBu başarılı olmayınca 1930’dan sonra devlet müdahalesine gidildi ve “devletçilik” yöntemi benimsendiAma her iki yolla da beklenilen sonuç alınamadı ve İkinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde Osmanlı’dan devralınan geri kalmışlık mirası aşılamamıştıİmparatorluk döneminde Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin elinde olan tütün,alkol ve tuz tekelini Cumhuriyet Hükümeti ancak 1927’de ele geçirebildiBu,bütçeye yılda 40 Milyon TL kadar gelir sağladıGümrüklerinde henüz denetlenemediği buna eklenirse 1929’a kadar büyük bir gelir kaybının söz konusu olduğu kolayca anlaşılacaktır

1927’de Teşvik-i Sanayi Kanunu meclisten çıktıÖzel teşebbüse geniş hareket olanakları ve devlet desteği sağlanıyorduAma bu kesim ayrılan azınlıkların ayrıcalıklı konumlarını ele geçirmekle yetindigerçek anlamda bir sanayi altyapısının kurulmasını sağlayamadıAynı zamanda ülkenin fakirliğinden yararlanarak kendilerini zenginleştirmeye baktılar1938’e gelindiğinde “fabrika” denebilecek çok az sayıda işyeri vardı,sanayi kuruluşlarının %90’ı fabrika denilemeyecek birtakım derme çatma tesislerdi

Genç cumhuriyeti en çok zorlayan ekonomik sorunlardan biri de tarım sorunu olmuştur1939’da Türkiye nüfusunun %70’i tarımla uğraşıyorduToprak reformu ülkede ilk kalkışılan işlerden biriydiİkinci Dünya Savaşı yıllarında ise, “Anadolu tarımı çok büyük darbe yemiş,üretim düzeyleri çok önemli gerilemeler göstermiştirBuğday üretim düzeyi 1938’den 1945’e yüzde 49,1938 sabit fiyatlarıyla toplam hububat üretimi ise 1938’den 1945’e kadar yüzde 52 oranında düşüş göstermiştir” Yetişkin nüfusun bir milyon kadarının askere alınması,öküzlerin ordu adına müsaderesi,çiftçinin ürününü değerinin altında devlete satmaya zorunlu tutulması,savaş koşullarının ağırlığına dikkati çekmektedirİkinci Dünya Savaşına rastlayan yıllarda dış etkilerde Türkiye ekonomisi üzerinde etkili olmuşlardırAlman ekonomisinin tekrar dış pazarlara açılması ve Hitler’in iktidara gelmesi Türkiye’nin önemli ölçüde dış finansmana ihtiyaç duymasıyla aynı zamana rastlarAlmanya için ekonomi,politik egemenlik sağlamak için bir araçtı ve geleneksel nüfuz alanı olan Balkanları tekrar ele geçirme çabası içindeydiAlmanya’ya ekonomik bağlılığın dış politika felsefeleriyle bağdaşmadığını gören Türk devlet adamları,çok yanlı bir dış ticaret arayışı içine girdiler1930’ların ortalarına gelindiğinde Türkiye,dış ticaretini İngiltere ile gelişen yakınlaşma sürecine uydurmaya çabalıyordu1936’da Karabük Demir Çelik Tesislerinin inşaatının ihalesini Alman Krupp firması kazanamıyor,bu inşaat İngiliz Brassert şirketine veriliyordu27 Mayıs 1938’de 16 Milyon sterlinlik İngiliz-Türk kredi antlaşması imzalandıKendi kendine yeterlilik siyasetinin yürümediğini gören Türk devlet adamları çözümü sıkı pazarlık ve tarafları birbirine karşı oynama yolunda aradılarDışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu’nun 1938 Temmuzundaki Almanya ziyareti sırasındaki tutum bu yaklaşımın iyi bir örneğidir Menemencioğlu’nun taktikleri Ocak 1939’da istenilen sonucu doğurdu ve Türkiye’ye 150 milyon Reichmark kredi garantileyen Türk-Alman kredi antlaşması imzalandıİkinci beş yıllık planın dış finansmanı büyük ölçüde bu antlaşmayla sağlanıyordu

Savaş öncesi yıllarda ve savaş süresinde Türkiye’nin ekonomik durumunun kısaca gözden geçirilmesinden özet olarak şu sonuçları çıkarabiliriz:Tarım ve sanayide gerçek kalkınmaya geçilmeden önce uzun bir onarım dönemine ihtiyaç vardıBu durum Türk ekonomisine o denli büyük bir engel oluşturuyordu ki savaş patlak verdiğinde ilerlemenin ancak ilk kıpırtıları görülmekteydiGenç Cumhuriyetin yönetici kadrosu İkinci Dünya Savaşı gibi topyekun bir savaşta hiçbir çıkarları olmadığını görüyorlardıTutarlı bir savaş ekonomisi için alınmış olan önlemler yetersizdiKendi kendine yeterlilik çabaları başarısız olmuştuBu durumda dışa bağımlı duruma düşülecekse bu en azından en elverişli koşullarda olmalıydı

İkinci Dünya Savaşı Başında Türkiye’nin askerî durumu;
İkinci dünya Savaşı patlak verdiğinde Türkiye askeri ve sivil olmak üzere her iki sektörde de hazırlıksızdıSanayideki yetersizlik,askeri alana teknolojik bir savaşa hazırlıksızlık olarak yansıyordu

Savunma ve güvenlik Cumhuriyet’in başlangıcından beri birincil önem taşıyan konulardıLozan’da görüşmeler sürerken dahi İnönü seferberliğin devamını istemiş ve sözünü askeri güçle desteklemesini bilmiştiLozan’da alınan ders İkinci Dünya Savaşı’nın çetin günlerinde uygulandı:Türkler,Almanları da İngilizleri de ihtiyatlı davranmaya mecbur kıldılarZira vatanseverlik en yüksek raddedeydi ve her saldırıya karşı koymaya kesinlikle azimliydilerAynı zamanda modern olmasa da sayıca büyük bir orduları vardı ki bu ordu savaştaki yılmazlığı ve cesaretiyle ünlüydü

1930’ların ortalarında,Avrupa ve Dünya olaylarının tehlikeli bir görünüm almasından sonra Türk devlet adamlarınca savunmaya daha fazla önem verilmekle birlikte,Avrupa standartlarına göre Türk ordusu halen çok ilkeldiAydemir savaşın başlangıcında Türk ordusu’nun motorize ulaştırma kolunun 28 değişik markadan oluşan köhne kamyonlarla yürütüldüğünü söylerTürk ordusunun ulaşım alanında çektiği güçlüklere haberleşmedeki yetersizlik ekleniyorduİnönü’nün demiryolu yapımına büyük önem vermiş olmasıyla birlikte bunlar genelde yetersizdiÜlkeyi doğudan batıya geçen bir tek ve tek hatlı demiryolu vardıbu koşullarda ordunun seferberlikte çeviklik ve asker sevkıyatında çabukluk açısından büyük kaybı oluyor,sınırlarda büyük sayıda asker tutuluyordu Standardizasyon eksikliği topçu ve piyade sınıflarında da görülüyorduTopçu birlikleri Alman, Çekoslovak, İsveç, İngiliz, Fransız, Rus ve İsviçre imalatı silahlarla donatılmıştıİkinci Dünya Savaşı öncesinde hava gücü en can alıcı önemini kazanmıştı1937’de Türkiye’nin 131 savaş uçağı vardı,bu sayının 1938’de 300’e çıkarılması amaçlanıyordu

Deniz kuvvetleri,silahlı kuvvetlerin en zayıf noktasıydıDonanma çağdışı kalmış zırhlı Yavuz’dan,4 muhripten ve 5 denizaltıdan oluşuyorduBu gemilerde Birinci savaştan bu yana savaş filolarına eklenen saldırı ve savunmaya yönelik birçok yenilikten yoksundularDonanma sahil ve liman koruması için gerekli birçok araç ve gereçten de yoksundu ve gemiler hava saldırısına karşı tümüyle savunmasızdı

1938’de dünyadaki durumun giderek gerginleşmesi sonucu hükümet tüm silahlı kuvvetlere birkaç yıldır ayırdığının üstünde ödenek ayırarak bu açıkları kapatmaya çalışıyordu1938 Mayısında İngiltere ile 6 milyon sterlinlik silah alımı kredisini içeren bir Askeri kredi antlaşması imzalandıTürkiye’de bu ani silahlanma atılımı ülke bütçesine büyük yük oluyorduNitekim devlet gelirlerinin %43’ü savunma harcamalarına ayrılıyordu

Türkiye’nin savaş halinde birkaç hafta içinde çağdaş savaşın gereklerinden yoksun kalacağı ortadaydıAkaryakıt depolama tanklarının toplam kapasitesi 100000 tondu ve hiçbir zaman dolu değillerdiTüm sanayi ve enerji üretimi tesislerinin bir anda yok edilmesi mümkündüTrakya’da Çakmak Hattı İnşaatı çimento ve demir yetersizliğinden yürümüyorduYılda ancak 380000 ton çimento üretilebiliyor ve bu fabrikalarda kolayca tahrip edilebilecekleri yerlerde bulunuyordu

İşte bütün bu ihtimaller karşısında Türk hükümeti ve İnönü için açık kalan tek yol,bütün zekasını ve imkanlarını kullanarak,işi duygusallık meselesine dökmeden kendi kabuğu içinde vaziyet almaktan ve savaş dışında kalabilmenin çarelerini aramaktan ibaretti

İkinci Dünya Savaşında Türkiye ve Uyguladığı Dış Politikası
Savaşın başladığı 1939’dan,bittiği tarih olan 1945’e kadar,Türkiye’nin bahsi gerek Avrupa Devletlerinin kendi aralarında yapmış oldukları konferanslarda gerekse yazışmalarda çok sık geçmektedirBu nedenle konunun genişliği göz önüne alınarak İkinci Dünya Savaşı içinde Türk dış politikasına çok genel bir çerçeve içinde bakılacaktır
İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı ve “Milli Şef” olarak geniş yetkilerle donatılmasından kısa bir süre sonra,İkinci Dünya Savaşı ile Türkiye,kendini bir ateş çemberi içinde bulmuşturİlk birkaç ayı saymazsak, “Milli Şef Dönemi” ile İkinci Dünya Savaşı aynı yılları kapsamaktadırTürkiye’nin bu dönem içindeki siyasası;ne pahasına olursa olsun,bu savaşın dışında kalmak olmuşturTürkiye’yi savaş dışı tutabilmesi,İsmet İnönü’nün siyasal yaşamı boyunca gerçekleştirmiş olduğu en büyük başarıları arasında kabul edilmektedirAncak,Türkiye savaşa girmemekle birlikte,bu savaşın etkilerini,savaş yıllarında ve sonrasında en derinden hisseden bir ülke olmuşturAlmanya,savaşın başından itibaren Türkiye’yi kendi yanına çekmeye çalışmıştırAlmanya,1938 Martında,Türk Hükümetine,Avusturya’nın Almanya’ya bağlanmasından sonra Alman-Türk ekonomik ilişkileri ile ilgili olarak ortaya çıkan sorunları görüşmek üzere Berlin’e bir heyet gönderilmesini önermiştirBu çağrı üzerine Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu Almanya’ya gönderilmiştirAlmanya, I Dünya Savaşından sonra barış antlaşmalarıyla zarara uğramış devletlerin,statükocu güçlere karşı yakın işbirliği içinde olmaları ve revizyonist amaçlarını gerçekleştirmek için birleşmeleri gereğini işaret etmiştirMenemencioğlu ise,Türkiye ve Almanya arasında ortak bir sınır bulunmadığı için böyle bir antlaşmanın hiçbir yarar sağlamayacağını belirtmekle birlikte,iki ülkenin taraflardan biri saldırıya uğradığı takdirde yan tutmayacakları ve diğer ülkelerle kombinezonlara girmeyecekleri konusunda Ribbentrop’a sözlü teminat vermekle yetinmiştirAma Türk dışişlerinin bu tarafsızlık siyasası çok sürmezİtalya’nın 1939 Nisan’ında Arnavutluk’u işgal etmesi İnönü’de büyük bir kaygının uyanmasına neden olurİngiltere ve Fransa’nın 13 Nisan’da Yunanistan ve Romanya’ya garanti vermesi,aynı biçimde bir garantinin Türkiye’ye de verilebileceğinin bildirilmesi,İnönü’nün “Müttefik Cephesi”ne yönelmesinin ilk adımlarını oluştururTürkiye,bu sıralarda tüm çaba ve dikkatini Sovyetler Birliği’nin kendisiyle birlikte gireceğini sandığı bu batı işbirliğine yöneltmiştirSSCB Dışişleri Halk Komiseri Vekili Potemkin,Türk Hükümeti ile görüşmelere başladığında,her iki tarafta İngiltere,Fransa,SSCB ve Türkiye arasında bir anlaşmaya varabileceklerini ümide kapılmışlardırAncak görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanır ve Türkiye ile İngiltere arasında 15 Nisan’da başlayan görüşmeler SSCB olmaksızın,12 Mayıs 1939’da Türkiye’yi “Müttefik Cephesi”ne bağlayan deklarasyonun yayınlanmasıyla sonuçlanmıştırFransa ile de aynı doğrultuda bir deklarasyon 23 Haziran’da yayınlanmıştırSovyetler Birliği,bu deklarasyonu görünürde iyi karşılamıştırAncak 15 Haziran 1939’dan sonra Sovyet-Alman ilişkileri gittikçe gelişir ve bu ilişkiler 23 Ağustos 1939 günü Alman-Rus Saldırmazlık Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlanırTürkiye’de büyük bir şaşkınlık yaratan bu antlaşma,Türk-Sovyet ilişkilerine büyük bir darbe indirmiştirKurtuluş Savaşından beri süren bu dostluk,bundan böyle,bir yol ayrımı kavşağına gelmiştirAma Türkiye hala SSCB ile bir yardımlaşma antlaşması imzalayabileceğinin umudu içindedirTürkiye ile SSCB arasında 26 Eylül’de başlayan görüşmelerden sonuç alınamazSovyetler Birliği,Türkiye’den hem karşılıklı savunmak için bir pakt önermekte,hem de boğazlardan Karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin gemilerinin geçemeyeceği konusunda Montreux Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olarak garanti istemektedirBu koşullar içinde Türkiye’nin önünde tek bir yol kalmıştırTürk-İngiliz-Fransız İttifakı 19 Ekim 1939’da imzalanırİngilizlerin Türklerle bir ittifaka girmelerinin altında yatan en önemli neden Boğazların stratejik önemidirTürkiye,bir İtalyan tehlikesi karşısında,kendisine akacağına inandığı İngiliz yardımına güvenerek,Atatürk’ün çizmiş olduğu geleneksel tarafsızlıktan ayrılmıştır19 Ekim’de imzalanan Üçlü İttifak Antlaşması Almanya tarafından sert bir tepki ile karşılanmıştır2 Kasım 1939’da Şükrü Saraçoğlu ile görüşme yapan Alman Büyükelçisi Von Papen;Türkiye imzaladığı ittifak hükümlerine uyarak bu ittifakı fiilen geçerli kılarsa,Almanya’nın düşmanları arasında yer almasının kaçınılmaz olacağını sert bir dille bildirmiştirTürk-İngiliz-Fransız İttifakı’ndan İngiltere’nin beklemiş olduğu;Almanya’nın dikkatini ve düşmanlığını Balkanlar üzerinden Türkiye ve Sovyetler Birliği üzerine çekmek,mümkün olduğunca Hitler’in geniş cephelerde savaşmasını sağlamaktıİngiltere,bu siyasasında başarılı olmuş görünmektedirAncak daha,Türk-İngiliz görüşmeleri sürerken,Almanya’nın Türkiye’ye silah gönderimini durdurması,kredi anlaşmalarını iptal etmesi,Türk-Alman ilişkilerinde olağan gelişmelerdiŞimdi,Türkiye’nin haklı olarak belirtisi;bu yakınlaşma yüzünden,Alman tarafındaki ekonomik kayıpların İngiltere tarafından karşılanmasıydıAncak İngiliz yardımının çok düşük düzeyde kalması,Türkiye’yi yönetenleri düşünmeye ve izlemiş oldukları dış siyasalarını yeniden gözden geçirme gereğini duydukları anlaşılmaktadırDışişleri Bakanı Saraçoğlu 16 Kasım’da Büyükelçi Papen ile yapmış olduğu görüşmede;Batılıların Türkiye’ye baskı yaptıklarından dert yanmış,Türk-Alman ekonomik ilişkilerinin düzeltilmesini istediklerini söylemiştirSaraçoğlu ayrıca,savaşın ulaşmış olduğu bu aşamada güçlü bir Almanya’nın varlığının,Türkiye bir saldırıya uğrarsa geçerli olacağını da vurgulamıştırTürkiye,elinde bir koz olarak tutmuş olduğu krom madeninin,Almanya’nın savaş sanayisi için ne kadar önemli olduğunun farkındadırAlmanya’nın ister istemez kendisi ile,yeni önemli bir ticaret antlaşması yapacağını çok iyi bilmektedirBu sırada, sıklaşan Saraçoğlu-Papen görüşmelerinden birinde Papen,bir ticaret antlaşmasına hazır olduklarını belirtmiştirAncak Türkiye hala İngiltere’nin baskısıyla Almanya’ya krom satışına yanaşmamaktadır14 Mart 1940’ta Von Papen,İnönü’ye br Türk-Alman antlaşma önerisi götürdüBu tasarıya göre Türkiye tarafsızlığını Müttefiklere karşı “silah zoruyla dahi” koruyacaktıBaşbakan Dr Refik Saydam, 2 Haziran’da Ankara radyosunda yapmış olduğu konuşmasında açıkça Türkiye’nin “savaş dışı” olduğunu ve böyle kalmak istediğini belirtiyorduİnönü şunu iyice anlamıştır ki;Atatürk’ün geleneksel dış siyasasından sapma pahasına gerçekleştirmiş olduğu,Türk-İngiliz-Fransız İttifakı’ndan Türkiye,hem ekonomik bakımdan,hem siyasal bakımdan büyük zararlar görmektedirHele Almanya’nın başarıları,bu başarılar karşısında,Batı Demokrasilerinin “acizliği” her şeyden önemlisi,eski dost Sovyetler Birliği’nin Almanya ile anlaşmış olması,bu ittifaktan ötürü,Sovyetlerin düşmanca bir tutum içine girmesi,İnönü’yü hep rahatsız eden sorunlar olmuşturTürk Dışişleri bir kısır döngünün içine girmiştir ve ne pahasına olursa olsun bu kısır döngünün içinden çıkmak gerekmektedirBu aşamadan sonra İnönü,bunun Almanya’nın eteğine tutarak mümkün olacağını düşünmektedirAlman ordularının Mayıs 1940’ta Fransa’ya saldırması ve İtalya’nın Fransa’ya savaş ilan etmesi,Türk-İngiliz-Fransız İttifakına göre;Türkiye’nin savaşa katılma zorunluluğunu gündeme getirmiştiBu ittifakın 1 maddesine göre savaş şimdi Akdeniz’e yayılmış olduğuna göre,Türkiye’nin yapması gereken savaşa girmektiOysa Fransa tam anlamı ile çökmüştü22 Haziran’da da Fransa,Almanya ile ateşkes imzalamıştıSavaştan çekilen bir devlet,başka bir devleti savaşa girmeye nasıl zorlayabilirdiİngiltere yalnız kalmıştı12 Haziran’da Türkiye ile Almanya arasında ticaret antlaşması imzalandıTürkiye,14 Haziran’da savaşa katılmama kararını resmen açıkladıTürkiye’nin “savaş dışı” kalma kararını vermesi,Almanya’nın SSCB’ne saldırmadan önce bu ülkeyi güney’den kuşatma isteklerinin doğmasına yol açtıAlmanya’nın Balkanlar üzerindeki faaliyetleri nedeniyle,İngiltere 1941 yılı Ocak ayından başlayarak,Türkiye üzerinde siyasal baskılarını yoğunlaştırarak derhal savaşa girmesini istiyordu17 Şubat 1941’de Türk-Bulgar saldırmazlık antlaşması imzalandıBulgaristan 1 Mart 1941 günü Mihver’e katıldığını açıkladıHitler 1 Mart 1941 tarihli mektubunda İnönü’ye Alman birliklerinin Türk sınırına 50 km kala duracakları güvencesini vermekteydiTürkiye ile ilişkilerini geliştiren Almanya,Yugoslavya ve Yunanistan’a saldırmadan bir gün önce 5 Nisan 1941’de yine Türk Hükümetine güvence verdiTürkiye 1941 yılı Nisan başında,bir yandan Almanya ile siyasal ekonomik ilişkilerini geliştirmiş,diğer yandan da İngiltere ile olan ittifakına bağlı olduğunu her fırsatta dile getirmiştiSonunda Türkiye ile Almanya arasında 18 Haziran 1941’de on yıl süreli bir Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanmış ve 25 Haziran’da TBMM’de onaylanarak yürürlüğe girmiştiTürk Hükümeti bu Antlaşma ile 1939 Türk-İngiliz-Fransız İttifakı ile kaybetmiş olduğu tarafsız konumunu tekrar elde etmek gayesindeydiBu antlaşma ile Türkiye Müttefiklerin gözünde güvenirliğini yitirmiştiBu antlaşma imzalanır imzalanmaz 22 Haziran’da Almanya,Sovyetler Birliği’ne saldırmıştırBu antlaşma İngiltere ile Amerika’nın tepkisiyle karşılanmıştırO kadar ki,ABD Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu’na göre Türkiye’ye yapmakta olduğu yardımı kesmiştirBundan sonra müttefiklerin Türkiye’nin Almanya’ya savaş açması konusundaki tüm baskılarına karşı Türkiye bunu kesinlikle kabul etmemiştirÖzellikle Stalingrad Zaferi bu baskıların bir dönüm noktası olmuşturAynı zamanda Türk-Sovyet ilişkilerinin de yeniden soğukluk döneminin başlamasına neden olmuşturSovyetler Birliği,Türkiye’ye karşı sert bir tutum içine girecek ve bu durum savaşın sonunda gerçek bir “Sovyet tehdidi” olarak kendini gösterecektirÜç Büyükler’in düzenlemiş olduğu tüm müttefik konferanslarında Türkiye’nin savaşa girmesi söz konusu edilecektirRoosevelt ile Churchill arasında 14-24 Ocak 1943 tarihlerinde gerçekleştirilen Kazablanka Konferansı’nda Türkiye’nin de savaşa katılmasıyla bir Balkan cephesinin açılmasının kararlaştırılması üzerine Churchill,durumu Türk yetkililerine açıklamak üzere 30 Ocak-1 Şubat 1943 günlerinde Adana’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüştü ve Türkiye’nin en geç 1943 yılı sonunda savaşa katılmasını istediBuna karşılık İnönü,Sovyetler Birliği’ne karşı duydukları tedirginlikten bahsettiChurchill,Türkiye’ye bu konuda savaştan sonra çok güçlü bir uluslararası örgütün kurulmasının düşünüldüğünü ve bu örgütün uluslararası barış ve güvenliğini koruyacağını belirtmekle yetinmiştir Adana görüşmelerinden sonra İngiltere’nin Türkiye’yi Müttefiklerin yanında savaşa sokma çabaları sürmüş ve Mihver devletlerinin cephelerdeki her yenilgisi,Türkiye üzerindeki baskıyı daha da arttırmıştırO kadar ki,Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi 1943 yılında vermiş olduğu bir demeçte,Türkiye’nin yakında savaşa girmek yada savaş sonrası dünyasında yalnız kalmak durumlarından birini seçmek zorunda kalacağı tehdidinde bulunmuştur17 Ağustos 1943’te Müttefiklerin Sicilya Harekatının hemen ardından toplanan Qubeck Konferansı’nda savaş durumunu değerlendirilirken;Roosevelt ile Churchill “savaş dışı” konumunu ısrarla sürdürmek isteyen Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda fazla zorlamamak,ancak Balkanlarda açılması düşünülen ikinci cephe için gerekli olan Türk havaalanlarının Müttefiklerce kullanılmasını isteme kararına vardılarSovyetler Birliği ise bu düşüncelere hiç katılmamış,bunun yerine Türkiye’nin savaşa doğrudan katılmasını savunmuştur1943 Ekiminde Moskova Konferansında Türkiye’nin 1943 yılı sona ermeden Türkiye’nin savaşa katılmasının istenmesine karar verildiİngiltere Dışişleri Bakanı Eden,bu kararları bildirmek üzere Türkiye Dışişleri Bakanı Menemencioğlu ile Kahire’de görüştü Menemencioğlu’nun Eden’e verdiği yanıt;yeteri kadar yardım yapılmadıkça Türkiye’nin kesinlikle savaşa katılmayacağı biçimindeydi1943 Kasımında Tahran Konferansında da Sovyetler Birliği,Türkiye’nin savaşa sokulmasındaki tutumlarını daha da sertleştirmişlerdirOcak-Şubat 1944’te Ankara’da Türk ve İngiliz askeri heyetleri arasında görüşmeler yapılmışsa da,bu görüşmeler kesilmiştirİngilizlere göre Türkler çok fazla şey istemişlerdirİngiliz askeri heyetinin Ankara’dan ayrılması,savaş döneminde Türk-İngiliz ilişkilerinin,en bunalımlı noktaya vardığı andırChurchill,barış konferansında Türkiye’nin sağlam bir yer edinemeyeceğini söylüyorduBu durum doğal olarak Türkiye’nin hiç hoşuna gitmemiştiBu arada Türk-Sovyet ilişkileri gittikçe soğumakta ve Türkiye üzerinde belirgin bir biçimde Sovyet tehlikesi kendini göstermektedir

1944 yılının ilk aylarından başlayarak Türk-İngiliz ilişkileri kopma noktasına gelmiş bulunuyorduMüttefik propagandası,Türk dış siyasasını sert bir biçimde eleştirmekteydiAlmanya’nın tüm cephelerde çökmesi,Müttefiklerin büyük zaferler kazanması,ABD ve İngiltere’nin Türkiye ile olan ilişkilerini dondurmaları,Batı’dan alınan yardımların durma noktasına gelmesi,Sovyetler Birliği ile olan görüşmelerin kesilmesi sonucu bir Sovyet tehdidinin kendini göstermesi,1944 yılı ilkbahar ve yaz aylarında Türk siyasası üzerinde dayanılmaz baskılar yaratan etkenler olmuştuİşte Türkiye’nin yalnızlığa düşmüş olduğu böyle bir dönemde,Türk Hükümeti Müttefiklere yanaşmak amacıyla,gerek iç gerekse dış siyasalarında köklü değişikliğe yöneldiBir sonraki bölümde ele alacağımız ve müttefik tepkisine neden olan Varlık Vergisi’ni ve Türkçü Turancıları susturduDış siyasada ise İngiltere ve ABD’nin başından beri karşı olduğu,Almanya’ya krom ihracı durdurulduMihver gemilerine Türk boğazları kapatıldı ve Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu’nun görevinden ayrılması sağlandıSon olarakta Almanya ile diplomatik ve ekonomik tüm ilişkiler kesildi
Türk Hükümeti savaşın sonuna doğru,özellikle Müttefiklerin Almanya’yı bütünüyle çökertmek için kararlılıklarını ortaya koymalarından sonra,Türkiye için zor bir dönemin başlamakta olduğunun farkındaydıBundan böyle karşıt güçler arasında,daha önce sürdürdüğü dış siyasasını sürdüremeyeceğini bilmekteydiBu duygu ve sıkıntılar içinde olan Türkiye,1945 yılına girerken,haklı olarak kendisini “Sovyet tehdidi”nin bir hedefi olarak görmekteydiSovyet Rusya’nın 1944 ortalarına doğru Balkanlarda hızla ilerlemeleri Türkiye’de endişe ile karşılanıyordu4-11 Şubat 1945 günlerinde savaş sonrası kurulacak “Savaş Sonrası Dünya Düzeni”nin ilkelerini belirlemek amacıyla gerçekleştirilen Yalta Zirvesinde tartışılan konular Türkiye’yi yakından ilgilendirmekteydiSavaş Sonrası Dünya Düzeninin sürekliliğini sağlayacak “Ortak Barış Sistemi” ile ilgili “Birleşmiş Milletler” örgütü “Dumbarton Oaks Önerileri” ile yeni bir durum alırken,büyük tartışmalara neden olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde oylama sorunu Yalta Zirvesinin 6 Şubat 1945 günlü oturumunda ele alınmakta,beş büyük devletin sürekli temsil ve Veto hakkı verilmesi ile çözümlenmekteydiFransa ve Çin’in etkin birer güç olmaktan uzak olması,İngiltere’nin bu savaştan ekonomik bakımdan yıpranarak çıkması,ABD ve SSCB’ni Savaş Sonrası Dünya Düzeninin egemen güçleri durumuna getiriyorduZirve sonunda Üç Büyükler’in Avrupa’da Demokratik rejimlerin kurulacağını ortak bir demeçle açıklamış olmaları,sahip olduğu tek parti yönetimi ve totaliter rejimleri anımsatan uygulamaları nedeniyle,Türkiye’yi yakından ilgilendirmekteydiTürkiye’nin Müttefiklerin önündeki bu konumundan yararlanmak isteyen Stalin,Zirvenin 10 Şubat 1945 günü yapılan yedinci oturumunda Boğazların ve Montreux Sözleşmesinin yeniden gözden geçirilmesini önerdiStalin,Yalta Zirvesinde Birleşmiş Milletler’e hangi devletlerin alınacağı tartışılırken,Türkiye örneğini öne sürdü Almanya’ya savaş açmış devletlerin Birleşmiş Milletler statüsüne alınmasını,açmamış olanların ise,son süre olarak 1 Mart 1945 tarihinden önce, “Mihver”e savaş açması gerektiğini söylediStalin’in bu önerisi Churchill ve Roosevelt tarafından kabul edilip,25 Nisan 1945 tarihinde San Fransisco’da toplanacak olan Birleşmiş Milletler Konferansı’na kurucu üye olarak katılacak devletlerin,1 Mart 1945 tarihinden önce “Mihver” devletlerine savaş açmış olmaları koşulunun aranmasına karar verildi

Bunun üzerine Türk Hükümeti,savaş sonunda Sovyetler Birliği karşısında yalnız kalmamak,İngiltere ve ABD ile ilişkilerini düzeltmek amacıyla,Demokrat Devletlerin bu isteğini kabul ederek,23 Şubat 1945 günü,1 Ocak 1942 tarihli Birleşmiş Milletler Beyannamesini imzalamak ve Almanya ile Japonya’ya savaş açmak için konuyu TBMM’ye getirdi

Yalta Zirvesinin son bulmasıyla Türk Hükümeti ile Rusya arasındaki görüşmelerde,SSCB 17 Aralık 1925’te imzalanan ve süresi 7 Kasım 1945’te bitecek olan Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan derin değişikliklerden dolayı,bu antlaşmaya son vermek istediğini bildirdiTürkiye bakımından bu olayın önemi,Sovyetler Birliği tarafından son verilen antlaşmanın,bir saldırmazlık antlaşması olmasıydıŞimdi Sovyetler böyle bir taahhütten yakalarını kurtarıp serbest kalıyorduSovyetler Birliği,ayrıca bir yandan Türkiye’nin demokratik olmayan,totaliter özellikler taşıyan siyasal rejimine,batılı demokrat ülkelerin dikkatini çekerken,diğer yandan,bu ülkelerin Ermenilere olan sevgisini Türkiye’ye karşı kullanmak için bir takım ustaca oyunlara girmekten de geri durmamaktaydıTürkiye,tüm dünyanın gözleri önünde ustaca kendine yöneltilmiş bir Sovyet tehdidi ile karşı karşıya kalmış bulunmaktaydı
Türkiye,hem SSCB’nin bu tür propagandalarından kurtulmak hem de San Fransisco Konferansında etkin olabilmek için demokratik bir rejime geçmesi gerektiğinin farkındaydıZaten,Türkiye’nin San Fransisco Konferansı’na çağrılmasının bir koşulu da,demokratik yönetime geçmekti
25 Haziran 1945’te başlayan San Fransisco Konferansı 26 Haziran 1945 günü,Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın imzalanmasıyla son bulduTürkiye’nin de imzasının bulunduğu bu antlaşmada “İnsan Hakları Bildirgesi”nin 20 maddesinin hiçbir şekilde tek partili bir rejimle uzmanlaşmaması nedeniyle;Sovyet tehdidi karşısında kalan Türkiye’nin,ABD’nin desteğini alabilmek için mutlak olarak Tek Parti yönetimine son vermek zorundaydıÜstelik bu antlaşmayı imzalamakla Türkiye,böyle bir yükümlülüğün altına girmiş oluyordu19 Mayıs 1945 günü Milli Şef İsmet İnönü,çok partili yaşama geçileceği yolunda ilk ipucunu Gençlik ve Spor Bayramı söylevinde vermişti
Tek Parti Yönetimi’nin siyasal rejimin liberalleşmesi yönünde aldığı bu değişiklik kararında, “Sovyet tehdidi” ve Amerikalı ve İngiliz devlet adamlarının totaliter kökenli rejimlere karşı beliren tepki ve siyasaları,hiç kuşkusuz önemli rol oynamıştıÜç Büyüklerin ABD,İngiltere ve SSCB savaş sonu “Savaş Sonrası Dünya Düzeni’nde yapacakları işbirliğinin ayrıntılarını görüşmek üzere 17 Temmuz-2 Ağustos 1945 günü Postdam’da bir araya gelmişlerdiSovyetler Birliği, “Yalta Zirvesi” ve daha öncesinde Montreux Boğazlar Sözleşmesini değiştirmek konusunda İngiltere ve ABD’nin desteğini almış bulunuyorduPostdam Konferansı sonunda Boğazlar konusu Üç Büyükler Dışişleri Bakanları Konseyine havale edilmiştiSovyetler Birliği ise bu arada,Türkiye üzerinde basın yolunu da kullanarak geniş bir baskı uygulama politikasına girmiştiTek Parti Yönetimi 1945 yılından 1950 yılına dek ağırlığını daha da arttırarak sürdürecek olan “Sovyet tehdidi” ile tamamlamaktaydı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.