Prof. Dr. Sinsi
|
Acı Bir Kars Hikayesi
Acı bir Kars hikayesi 
Acı bir Kars hikayesi
Kars, Türkiye'nin en doğusundaki sınır kentlerimizden  Tarihteki önemi, farklı kültürlere tanıklık etmesi, sınırda bulunması nedeniyle sürekli el değiştirmesi ve tabii yoksulluğu en çarpıcı özellikleri Günümüzde, buna bir de kentin unutulmuşluğunu eklemek gerek Belki de salt bu nedenle, Orhan Pamuk'un yazdığı Kar romanı, Kars'ı bir şekilde gündeme getirdi Ama bu, Kars'ın yararına olmadı
Kentte, Baltık mimarisine ait en görkemli örneklerden kabul edilen Hekim Evi  Eric Hobsbawm "Tarih Üzerine" adlı eserinin henüz başlarında, "On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllardaki geri kalmış ülkelerin tarihi, taklit yoluyla daha ileri dünyayı yakalamaya çalışmanın tarihidir" diye yazıyordu Bu acımasız tespit, yalnız tarih alanında değil, ülkelerin ekonomilerine, politik sistemlerine, gündelik yaşam biçimlerine, hâttâ sanatsal uğraşılara varıncaya kadar doğruydu
İleri ülkeler, zorunlu biçimde, güya taklit ediliyordu Çünkü, taklit edilen batının, ayrıca evrensel olduğu da savunuluyordu Geri kalmış ülkelerin ise, bu evrensele ulaşması gerekliydi; ama küçük bir farkla İleri toplumlar yüzlerini geleceğe çevirirken, diğerleri geçmişten kurtulamıyorlardı
Öyle ki, bu durum Hobsbawm için, "milliyetçi, etnik ve fundamentalist ideolojilerin" de hammaddesiydi Ünlü tarihçinin bu konuda verdiği iki örnek çok çarpıcı Bunlar; İndus Vadisi uygarlıkları kastedilerek Pakistan'ın 5 000 yıllık tarihinden bahsedilmesi ve "Mohenjo Daro uygarlığı ile İslamabad'ın bugünkü hakimleri arasındaki bağın, Troya Savaşı ile bugünkü Ankara hükümeti arasındaki bağdan daha fazla olduğunu gösteren hiçbir kanıtın bulunmaması" olarak gösteriliyordu Tabii asıl önemli olan nokta, tam da bu durumda "tarihçilerin kendilerini beklenmedik bir şekilde politik aktör rolünü oynarken bulmaları" idi
Hobsbawm bu sorunlu "aktör" duruşun, yalnız tarihçiler değil, edebiyatçılar ya da romancılar için de geçerli olduğunu savunuyor Savunduğu, günümüz romancılarının, yapıtlarındaki olay örgülerini kurgudan ziyade yazılı gerçeklere dayandırmaları gibi bir modanın ortaya çıkması, böylece tarihsel olgu ile kurgu arasındaki sınırın silikleşmesi tehlikesi, yaşamın gerçekliği açısından çok önemli
Hiç kuşkusuz roman kurgusu, toplumdaki sosyolojik, ekonomik, dinsel ya da politik tercihlere dayanabiliyor Ancak, toplumdan alınan ve olgusal gerçekliğe yaklaşan benzer verilerin, bir "deneme-araştırma" yazısı ile "roman" arasındaki kullanım farkını da göz önünde bulundurması gerekiyor İlkinde yazar, düşüncelerini mantıksal-olgusal bir gerçek temel üzerinde kurarken, diğerinde, belli oranda bir kaçışı da içerse, öznel olma hakkını saklı tutarak, "bu sadece bir roman" diyebiliyor
Son günlerde Kars'ta geçen ve her yönüyle örnek denilebilecek bir pazarlama stratejisi sergileyen roman, konuya adeta birebir örnek oluşturuyor
Ne yazık ki, romanın kurgusuyla Kars'ın gerçekliği arasındaki neredeyse tek benzerlik, kentin sokaklarından akan pislik Tabii bu olumsuzluğun, kentin görkemli diyebileceğimiz kendi tarihsel ve mimari birikimiyle hiçbir ilgisi yok Daha çok yerel yönetimlerin beceriksizlik ya da vurdumduymazlığıyla ilgili bir sorun bu 
Artık kentle özdeşleşmiş çöpler, kaymasın diye donmuş buzlar üzerine dökülmüş soba külü tepecikleri, kırılmış kaldırım taşları, delik deşik bulvarlar ve otopark cenneti caddeler Hepsi çözüm bekleyen gerçek sorunlar olarak yerel yönetimleri bekliyor
|