Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Üniversiteler & Kampüsler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
günümüzde, kaybolan, kaybolmuş, meslek, meslekler, unutulmuş

Günümüzde Kaybolan Meslekler Unutulmuş Kaybolmuş Meslekler Günümüzde Kaybolan Meslek

Eski 09-08-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Günümüzde Kaybolan Meslekler Unutulmuş Kaybolmuş Meslekler Günümüzde Kaybolan Meslek



Günümüzde Kaybolan Meslekler Unutulmuş Kaybolmuş Meslekler Günümüzde Kaybolan Meslek Dalları Günümüzde Olmayan Meslekler
Günümüzde Kaybolan Meslekler Unutulmuş Kaybolmuş Meslekler Günümüzde Kaybolan Meslek Basmacı
Basma en yaygın kullanılan kumaştı; dar gelirli, hatta orta halli ailelerin kadın ve kızları basma giyerlerdi Ayrıca amele, ırgat, yanaşma ve uşak boyundan erkeklerin mintanları da basmadandı Seyyar basmacılar yelken bezinden büyükçe bir bohça, elde demir arşın sokak sokak dolaşırlardı Basma satan bohçacı kadınlar günümüze kadar ulaştı

Celep
Kentlere koyun ve sığır getirip satan esnafa celep denirdi Celeplik büyük sermaye işiydi Sürüler çobanlar tarafından uzak mesafelerden kente yaya getirilir; sürü yolda kısmen telef olurdu İstanbul’un et ihtiyacı önceleri Balkanlardan, sonraları Erzurum yaylasından karşılanmıştı Sürüler İstanbul’a büyük ölçüde Trabzon üzerinden sevk edilirdi

Nalbant
Taşıma ve ulaşım sektöründe kullanılan hayvanların nallanması, hayvan tırnakları altına demir parçası yani nal ya da nalça çakılması, nalbantlığı yaygın bir hale getirmişti Günümüzde otomobil lastiği ne ise nal da dünün Osmanlısında aynı işlevi görüyordu Nalbantlar genellikle ulaşım güzergahlarında yer edinirdi

Mestçi
Kundura ya da pabucun içine giyilen yumuşak ayakkabıya mest denirdi Değişik türleri vardı Devenin ayak derisinden yapılanına deve mesti, yandan kopçalısına serhatlı mest denirdi İç mekanların temiz tutulması, mest giymeyi gerektiriyordu Mestçi esnafı ayak ölçüsüne göre çalışırdı

Sayacı
Saya, ayakkabının yumuşak olan üst bölümü yani yüzüydü Eskiden halk dilinde, evlerin giriş kısmında ayakkabıların çıkarıldığı veya konduğu ufak bölüme de saya denirdi Zamanla ayakkabı anlamında kullanılmaya başlandı Sayacı, dünün ayakkabıcısıydı Yaygın bir zanaattı Geniş bir müşteri kitlesine hitap ederdi

Rençber
Rençber, ilk evrelerde çiftçi anlamına geliyordu Ancak kentleşmeyle birlikte bugün ırgat diye nitelenebilecek birçok işi üstlendi Tarla, bahçe, yapı vb yerlerde kazma, taş ve toprak taşıma gibi işleri yapan gündelikçi, amele ve ırgat, o günlerin rençberleriydi

Sepetçi
Plastikten önce su geçirmez kaplar topraktan ya da bakırdan yapılır, diğerleri saz, kamış ya da ince dallardan örülürdü Genellikle sapı olan, yiyecek ve eşya taşımak için kullanılan bu tür kapları sepetçi örerdi Sepet hamalı, genellikle pazar yapanların sebze-mevyesini sırtındaki sepetle eve taşırdı Sepet kimi zaman bavul yerine de kullanılırdı

Urgancı
Keten, kenevir, pamuk gibi dokuma maddelerinden yapılan ince halatlara urgan denirdi Gerek ev ekonomisinde gerekse zanaatta urgan yaygın olarak kullanılırdı Urgancı örme işini bizzat yapar ve malını tüketiciye ulaştırırdı Genellikle sabit dükkanları bulunurdu Seyyar urgancı nadir görülürdü

Bacacı
İstanbul’da yangınların büyük çoğunluğu, temizlenmesi ihmal edilmiş bacalardaki kurumların tutuşmasıyla çıkıyordu Özellikle ahşap binaların yoğun olduğu kent dokularında, baca temizliği büyük önem taşıyordu Kış öncesi bacacılara büyük iş düşüyordu Fırın bacalarının da her ay temizlenmesi öngörülmüştü

Bileyci
Bıçak ve emsali şeyleri çarka tutup bileyen esnaf genellikle seyyardı Demirden yapılmış ev aletleri görece değerli eşyalardı İstanbul’daki bileyci esnafının büyük çoğunluğu, Karadenizli bekar uşağı ya da Buharalı idi Bileycinin mahalleye gelişi kısa sürede duyulur, ev sekenesi, her türlü kesici ya da yarıcı aleti sık aralıklarla bileyletirdi
Erikçi
Osmanlı çoğu kez kendi bağ, bahçe ve bostanındaki meyveyi tüketiyordu Ancak kentleşme kimi meyvelerin pazara çıkmasına neden oldu Meyve genellikle mahallelerde haftanın belirli günlerinde kurulan pazarlarda müşteri bulurdu Sokak satıcıları özellikle turfanda meyve satarlardı Seyyar erikçinin pazarladığı turfanda erik, yazın yaklaştığını müjdelerdi

Sarımsakçı
Osmanlı mutfak kültüründe sarımsağın ayrı bir yeri vardı Keskin kokusuna rağmen besin değerinin yüksek oluşu ve kimi kokuları bastırması nedeniyle birçok yemek sarımsaklanmadan yenmezdi Seyyar satıcıların bu konuda ihtisaslaşmaları, talebin yüksekliğini kanıtlıyordu
Limonatacı
Limonata, dünün gazozu ya da “kola”sıydı Özellikle yaz aylarının sıcak günlerinde limonatacıya büyük rağbet olurdu Seyyar limonatacılar genellikle kente mevsimlik göçen Anadolu insanlarıydı Üç-beş kuruşu bir araya getirir, hasat mevsiminde köyüne dönerdi Limonata evlerde ikram kültürünün de bir parçasıydı

Hallaç
Hallaç bugünkü döşemecilerin bir anlamda dününü simgeliyordu Osmanlı hanesinde kullanılan yatak, yorgan, döşek gibi ev eşyasında dolgu malzemesi olarak pamuk ya da yün kullanılırdı Zamanla sertleşen bu dolguyu hallaç, kiriş ve tokmağıyla kabartırdı Hallaçların hemen hepsi Karadeniz yalısı uşaklarıydı
Bezzaz
Bugünkü manifaturacıların karşılığı olarak, bez ve kumaş satan esnafa bezzaz, çarşılarına Bezzazistan denirdi Halk ağzında zamanla “bedestan” ya da “bedesten”e dönüşmüştü Kıymetli kumaş satanlara “üstüfeci”, “dibacı”, “kadifeci”, “atlasçı” denirdi Bez ticareti, 19 yüzyılda büyük ölçüde İngiliz üreticilerin eline geçti
Zerzevatçı
Zerzevat sebze anlamına geliyordu Zerzevatçı ise bugünün maydanoz, dereotu, salata, hıyar, turp ve marul gibi sebzelerde uzmanlaşmış manavıydı Kent dokularının bir parçası olan bostanlar, Osmanlı insanının sebze ihtiyacını karşılardı Zamanla halden, civar ve semt bahçe ya da bostanlarından, pazar yerlerinden tedarik edilir oldu
Çömlekçi
Topraktan yapılmış çanak, çömlek, testi, sürahi, bardak, kase, küp ve saksı gibi eşyalar satan esnafa çömlekçi denirdi Orta ve üst gelir grupları, kalaylanmış bakır kap kullanırdı Eskiden Bayezid Meydanı’nda bir sıra çömlekçi dükkanı vardı Toprak kapların yerini zamanla bakır ve benzeri maden kaplar aldı Ama çömlek özellikle kırsal yörelerde günümüzde de hâlâ kullanılıyor
Değirmenci
Değirmenci aslında un öğüten esnafa denirdi Görece büyük girişimci sayılırdı Kahve değirmeni, günlük hayatın ayrılmaz bir parçasıydı Keyif maddesi olarak kahve, çaydan çok daha önce Osmanlı’nın yaşamına girmişti Kahve değirmeni satan esnaf da değirmenci addolunuyordu
Kolancı
Hayvanın semerini ya da eyerini bağlamak için kullanılan örme ya da kayış bağa kolan deniyordu Osmanlı taşımacılıkta büyük ölçüde hayvan kullanıyordu ve kolancılık ulaşım sektörünün “yan sanayi”lerinden biriydi Özellikle yol güzergahlarında dükkan açarlardı
Fesçi
Fes, II Mahmud devrinde resmi serpuş olarak kabul edilmiş, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar Osmanlı erkeğinin kimliğini oluşturmuştu Her ne kadar Feshane’de yerli fes üretilmişse de çoğu Avusturya’dan ithal ediliyordu Osmanlı’nın son döneminde Avusturya mallarına karşı yapılan fes boykotu ünlüdür
Kavuncu
Kavun ve karpuz, mevye olarak tüketildiği gibi, Osmanlı’nın tatlı ve su ihtiyacını da gideriyordu Çevre bostanlarda yetiştirilen kavunlar, seyyar satıcılar aracılığıyla tüketiciye ulaştırılıyordu Sepet içinde mahalle aralarında dolaşan kavuncu, genellikle Anadolu’dan mevsimlik göç etmiş insanlardandı
İncirci
Dünün insanı şeker ihtiyacını büyük ölçüde meyveyle gideriyordu Ülkede yaygın olan meyvelerden biri de incirdi Hemen her Osmanlı’nın bahçesinde bir incir ağacı vardı Yaş yenir, kurutulur, her mevsim tüketilirdi Yaş inciri, seyyar incirci satardı Kurutuldukdan sonra şekerci dükkanına düşerdi
Leblebici
Dünün kuruyemişlerinin başında leblebi gelirdi Nohutu, dış kabuğunu çıkardıktan sonra fırında kavurup seyyar satan kişiye leblebici denirdi Bir tür ihtisaslaşmış kuruyemişçiydi İçinde leblebi olan şeker, leblebi şekeri de revaç bulan bir eğlencelikti
Pilavcı
Günümüz lokantasında tüketilen birçok besin maddesi, dün seyyar satıcılarca da pazarlanırdı Çarşı-pazar yerlerinde, meydanlarda hâlâ gözlenen ve düşük gelir grubuna yönelik seyyar pilavcı, lokantaların ya da aş evlerinin yaygınlaşmadığı bir dönemde evinden uzak, sokaktaki insanın öğle yemeği ihtiyacını gideriyordu Pilavcılar genellikle Karamanlı olurdu
Salepçi
Salepçi dünün seyyar muhallebicisiydi Ancak muhallebi pazarlayan seyyar satıcılar da vardı Salep yumru köklü bir otun dövülmesiyle elde edilen beyaz tozun, şekerli süt ya da su ile kaynatılmasından elde edilirdi Özellikle kış aylarında bozacılar ve salepçiler müşterinin ayağına hizmet götüren seyyar satıcılardı
Kozacı
İpekli kumaş üst gelir gruplarınca tüketilirdi Osmanlı ipeklisi yurtdışında da büyük beğeni kazanmıştı İpekli üretiminin ham maddesi ipek böceği kozası, dokuma sektörünün temel girdilerinden biriydi Bursa ve çevresinde yaygındı Kozacı, koza ticaretiyle uğraşırdı Koza üreticisiyle ipek imalathaneleri arasındaki ticareti yürütürdü
Üzümcü
Bağ, bahçe, bostan eski kentlerin dokularının bir parçasıydı Üzüm, incir gibi geniş tüketim alanı olan meyvelerdendi Ayrıca şıra yapılır, kurutulur ve gayrı müslimlerce şarap yapımında kullanılırdı Seyyar üzümcü, günlük taze üzüm pazarlardı
Şerbetçi
Meşrubat sektörünün gözdesi şerbetti Meyve özü, su ve şeker karışımı bu içecek ya da şurup, yaz aylarında kent insanının serinlemesine vesile olurdu Ayrıca misafirlere şerbet ikram etmek de adettendi Şerbetçi dükkanları olduğu gibi, seyyar şerbetçiler de müşteriye hizmet götürürlerdi Özellikle seyyar demirhindiciler, İstanbul’a İzmir’den gelirlerdi
Darıcı
Darı tohumları, buğday gibi besin maddesi olarak kullanılırdı Bazı bölgelerde mısıra da darı adı verilirdi Cin darısı, ateşte patlatılan ufak taneli mısırdı Buğday ve buğday unundan yapılmış ekmek tüketmeye kesesi yetmeyen fakir insanlar, darı tüketirdi Ayrıca hayvan yemi olarak kullanılırdı
Çıracı
Osmanlı uzun yıllar enerji kaynağı olarak odun kullanmıştı Kömür ancak 19 yüzyılda gündeme gelmişti Odun, çam gibi reçineli ağaçların yağı ve çabuk yanmaya elverişli kesimleri kullanılarak ateşlenirdi Genellikle Ürgüplü olan çıracı, tartıyla aldığı çırayı kalem kalem desteler, deste hesabıyla satardı Özellikle kış aylarında sokakta sık görülen bir esnaftı
Deveci
Demiryolu öncesi kara ulaşımında en yaygın kullanılan hayvan deveydi Ayrıca sarayın hassa develeri vardı Sefer-i hümâyunlarda padişahın ağırlığını taşır, sürre* alaylarında kullanılırdı Deveciler genellikle konar-göçer yörüklerdi Başlarına kırmızı sivri külah giyerlerdi
Sucu
Eski zamanlarda hemen her evin bir kuyusu vardı Ancak içecek su uzaktan getirilirdi Sucu ya da saka, şehir ya da kasabada su taşımacılığıyla uğraşırdı Pınar ya da çeşmeden aldığı suyu hanelere sevk ederdi Limonatacı ve şerbetçi gibi, özellikle yaz aylarında sokakta bardakla su satan seyyar satıcılara da sucu denirdi
Lehimci
Plastik öncesinde yaygın kullanılan maden kaplar, ev ekonomilerinde toprak kapların yerini aldı Lehimci ya da tenekeci, küçük ev aletlerini tamir eden gezici esnaftı Teneke maşrapa kulpunu, kademhane ibriği emziğini, gusülhane çinkosunu lehimlerlerdi Lehimci genellikle demircinin yan sanayiini oluşturuyordu
Ciğerci
Batılı seyyahların en gözde seyyar satıcısı, omuzda sırıkla dolaşan ciğerci ve paçacıydı Mahalleye ciğercinin geldiği, evin kedisinden belli olurdu Sokakta et satışı ender olmasına karşın, ciğer ve paça en çok rağbet gören sakatatlardı Tavası, yahnisi yapılırdı Sabit ciğercide yürek, böbrek gibi diğer sakatat türleri de pazarlanırdı
Sepet Hamalı
Motorlu araçlar öncesi kent içi yükleme, boşaltma ve taşıma işleri hamal esnafının gediğiydi Mevsimlik olarak İstanbul gibi büyük kentlere gelen hamalların güçlü loncaları vardı Meslek çoğu kez babadan oğula geçerdi Pazarlarda sebze-mevye taşıyanlarına küfeci denirdi Her iş kolunun ayrı bir hamal kolu olurdu Bunların en ünlüleri, iç ve dış bedesten hamallarıydı
Sırık
Hamalı Fıçı gibi hacimli, yekpare ve ağır yük, sırık hamallarınca taşınırdı Bunlar genellikle dört kişi olur, dişbudak ağacından yapılmış uzun sırıkları omuzlarına alarak, iki önde, iki arkada yükü paylaşırlardı Taşıma büyük bir uyum gerektirirdi Aksi takdirde yük diğer hamallara kayar ve kazalara neden olurdu Beyoğlu’nda tahtırevanları taşıyanlara da hamal denirdi
Demirci
Fabrika üretimi öncesi pek çok eşya ve alet, insan eliyle demirden yapılırdı Demirci, demiri dükkanında döğer, biçim verirdi Yorucu, ağır bir meslekti Daima ateş karşısında, kömür ve demir tozlarına bulanarak çalışılırdı Örs üzerinde demirin ağır balyozla dövülmesi pazı kuvveti, beden takatı ve sağlam vücut gerektirirdi
Adını Bilip Kendisini İyi Bilmedikleriniz
Fotoğrafçı
19 yüzyılın ortalarında fotoğraf Osmanlı’ya ulaştı Resmetmenin dinen cevaz verilmediği bir toplumda fotoğraf görselliği simgeledi; zihniyet değişikliğine neden oldu Ama yine de Osmanlı’nın son dönemine kadar fotoğrafta kaçgöç hakim oldu Ayak fotoğrafçıları, dakikalıkçılar ve şipşakçılar vesikalıkta uzmanlaşmışlardı
Berber
1876’ya kadar, çarşı-pazarları, selâtin cami avlularını ve zaman zaman mahalle aralarını dört dönen berberlerin ayaklarının çıplak ve kollarının sıvalı olması gerekirdi Bu şekilde müşteri, berberin ellerinin ve ayaklarının temiz olduğunu görebilirdi Berberler ayrıca diş çekerler, sünnetçilik ve hacamatçılık yaparlardı
Tüccar
19 yüzyılda Osmanlı ekonomisinin dışa açılması, ticaret hacminin önemli ölçüde artmasına neden oldu Tüccar, doğmakta olan orta katmanların belkemiğiydi Özellikle liman kentleri, tüccar kesiminin yoğunlaştığı mekanlardı Zamanla esnaf olmaktan çıktı; Dersaadet Ticaret Odası bünyesinde toplandı
Oduncu
Osmanlı’nın temel enerji kaynağı odundu Isınmak ve ocakta yakmak için kullanılırdı Odun, civar ormanlardan katır ya da eşek sırtında getirilirdi Genellikle yaz aylarında mahzene odun istif edilir, kışa tedarikli girilirdi Çoğu oduncu orman köylerinde yaşar, kasabaya ya da şehire malını pazarlamak için inerdi
Portakalcı
Dünün İstanbul’unda portakal nadirattandı Ancak üst gelir grubu portakal tüketebilirdi Portakalın Yafa gibi uzak yörelerden gelişi, tek tek satılacak kadar değerlenmesine neden oluyordu Zamanla Anadolu’da da yetiştirilmeye başladı ve ucuzladı Demiryolu ulaşımı başlayana kadar portakal değerli meyveler arasında yer aldı
Yumurtacı
Dar gelirli Osmanlı’nın temel protein kaynağı yumurtaydı Çoğu insan yumurtasını arka bahçesinde beslediği kümes hayvanlarından temin ederdi Dünün mutfağında yumurta başköşedeydi Yumurta seyyar satıcıların da el attığı sektörlerden biriydi Zamanla buzhane yumurtaları, köy yumurtasıymış gibi pazarlanmaya başlandı
Simitçi
Günümüzde hamburgerin yerine göz diken simit, dünün “fast food”uydu Seyyar simitçi simidini ya bir çubuğa geçirir, ya orta büyüklükte bir sepete doldurur, ya da tabla üzerinde pazarlardı Üstü susamlanmış halka biçimindeki bu çörek, kent kültürünün bir parçasıydı Evden ırak çalışan insanın karın doyurmak için başvurduğu temel besin maddesiydi Eskiden Safranboluluların mesleği olarak bilinirdi
Balıkçı
Balık, kıyı kenti insanının temel besin maddelerinden biriydi Boğazın yukarı yerleşim yerleri, balıkçı köyleriydi Balıkhanede yapılan mezaddan satın alarak dükkanda yahut tahta kefelere doldurup askı ile omuzda sokak sokak dolaşıp satan ve günlük rızkını çıkaran seyyar satıcıya “tablakâr” denirdi
Sütçü
Süt, Osmanlı mutfağının olmazsa olmazıydı Hemen her evde süt kaynar; yoğurt, tereyağı ve peynir yapılırdı Pastorize şişe sütünün olmadığı bir evrede ağılı ya da damı olan ve küçük ya da büyükbaş hayvan besleyen sütçü, aynı zamanda kapı kapı dolaşarak hayvanından elde ettiği sütü pazarlardı
Nakliyeci
Nakliyeci taşıma sektörünü temsil ediyordu Ulaşımda elverdiği ölçüde su yolu tercih edilirdi Ancak ülkenin içerlek yöreleri ya da kent içi, kara taşımacılığını gerektiriyordu Arabacı esnafı, kent ekonomilerinin en güçlü loncasını oluşturuyordu Arabacı, mavnacı ve salapuryacı esnafı, İstanbul’da kent ulaşımının belkemiği durumundaydı
Kebapçı
Lokanta Osmanlı’ya ancak 19 yüzyılın ortalarında girdi O dönemde otellere “yataklı lokanta” denirdi Kebapçı, kentin ya da kasabanın işler yerlerinde dükkân önüne masa sandalye atarak müşteri celbetti Kebap yöresel özellikleriyle Osmanlı mutfağının ana mönülerinden biri oldu
Şekerci
Bayramlık akide şekerinin yanı sıra, şekerden ibikli horozlar, şekere bulanmış elmalar, kuru incir ve ceviz, çocukların gözde şeker türleriydi Seyyar şekerciler bayram günleri seyir yerlerinde gezerlerdi Diğer günler mahalle aralarında dolaşırladı Sabit şekerci dükkanlarında Safranbolulu, Geredeli, Dadaylı çıraklar çalışırdı
Süpürgeci
Ev ekonomisinde temizlik aracı süpürgeydi Günümüze oranla dünün sokaklarının toz toprağı boldu; yağışta çamur deryasına dönerdi Süpürge çer-çöpü görüntüden kaldırsa da, dünün evi günlük temizlik yapmayı gerektiriyordu Hemen her gün yerler nemlendirilir, ev süpürülür, etrafın tozu alınırdı
Dondurmacı
Seyyar dondurmacılar, Uludağ gibi uzak yörelerden getirilen kar ya da buz içinde döndürülerek buz haline getirilen limonata, şerbet ve şekerli sütü yaz aylarında pazarlarlardı Hıdrellez günü mutlaka dondurmacılar meydana çıkarlardı Limonlu, vişneli, kayısılı, çilekli ve kaymaklı türleri revaç bulurdu
Vezir-i Azam: padişahtan sonraki en yetkili devlet adamıdır Padişahın mührünü taşırdıBugünkü başbakandır
Vezir: sadrazamdan sonraki en yetkili kişidir Sadrazamın verdiği görevleri yapardı
Kazasker: Anadolu ve Rumeli'de olmak üzere iki ayrı kazasker bulunurdu Adalet işlerine bakardı Ayrıca kadı ve müderrislerin atamasını ya da görevden alma işini yapardı Bugünkü yargı görevini yaparlardı
Defterdar:Anadolu ve Rumeli'de iki ayrı defterdar vardı Rumeli'deki baş defterdardı Maliye işlerini yapardı Bugünkü Maliye bakanlığı görevini yürütürdü
Nişancı:Tapu,kadastro,fethedilen yerleri gelirlerine göre deftere kaydetmek işlerini yürütürdü
Şeyhülislam: Devlet'te iken verilen kararların İslam'a uygun olup olmadığına karar verir, bu karara fetva denirdi Sadrazamla eşit rütbedeydi
Kaptan-ı Derya: donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumludur İstanbul'dayken Divan toplantılarına katılırdı

Divan-ı Hümayun 2Mahmut dönemi'de kaldırılarak yerine nazırlıklar(bakanlıklar)kuruldu

MUSAVVİR: tasvir edenler
NAKKAŞLAR: süsleme yapanlar
ZERGERAN: kuyumcular
SİMKEŞHAN: gümüş işlemeciliginin yapıldıgı yer
ZERGUDAN: altın işleyen
PİSTUNDUZAN: kürkçüler
ZERNİŞANİ: altınla süsleme yapanlar
KUFTEGERAN: maden üzerine süsleme yapanlar
ŞİMŞİRGERAN: kılıçcılar
KARTGERAN: bıçakcılar
SİPERDUZAN: kalkancılar
ÇİLİNGERAN: anahtar ve kilitci
KAZGANYAN: kazancılar
ABA-I BAFAN: yün dokumacıları
KAŞ-İGERAN: çiniciler
CAMGER: camcılar
HAKKAK: oymacılar
KAZZAZLAR: ipekçiler
DÜZ: terziler
MİŞGER: bakırcılar
KALIÇECİ: halıcı
ZİHGİRCİ: okun arkasında parmagını taktıgın yüzük
HALLAÇ: pamuk yün didici
MÜCELLİT: ciltci
MIKRIPHAN: sazcı
  • Keçecilik
  • Kosumculuk
  • Hasircilik
  • Nalbantlik
  • Esanscilik
  • Semercilik
  • Kasikcilik
  • Sedefkarlik
  • Zembilcilik
  • Urgancilik
  • Tas Isciligi
  • Çömlekcilik

Alıntı Yaparak Cevapla

Günümüzde Kaybolan Meslekler Unutulmuş Kaybolmuş Meslekler Günümüzde Kaybolan Meslek

Eski 09-08-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Günümüzde Kaybolan Meslekler Unutulmuş Kaybolmuş Meslekler Günümüzde Kaybolan Meslek





Keçe, yün, kil ya da pamugun islak ortamda çignenip dövülerek liflerinin birbirine kaynasmasiyla elde edilen ve örtü, yaygi, çadir, giysi yapiminda kullanilan kaba kumastir Keçe Orta Asya’dan beri Türkler tarafindan bilinmektedir Osmanlilarda Konya, Diyarbakir, Afyon, Isparta, Usak, Urfa, Bursa keçe üretim merkezleri olarak tanindi Ahilik örgütleri içinde yer alan esnaf loncalarinda keçecilik, önemli bir yer tutuyordu Kalfa ve ustalar 6-7 yil süren hairlik dönemlerinde yün ditme, yün atma, ayakla yün tepme, kaliba yün hazirlama, hamamda keçe pisirme gibi yöntemleri ögreniyorlardi Basa Dönüs

Kosum, bir kosum hayvaninin araba, kagni gibi araçlara ya da saban, pulluk gibi aletlere kosulmasini saglayan kayis takimidir Kosumcu, cesitli kosum parçalarini yapan kimsedir Ilk kosum takimlarina MO 4 yy’da Mezopotamya’da rastlanmaktadir Günlük hayatinda ve meydana getirdigi uygarliklarda atin büyük yeri olan Türkler kosum takimlarini Orta Asya’dan beri kullanmaktaydilar Bugün kosumculuk, kosum hayvanlarinin önemini kaybetmesiyle birlikte kaybolmaya yüz tutan bir meslek haline gelmistir Basa Dönüs

Hasir, kurumus bitki saplari ve saz gövdelerinin birbirine geçirilmesiyle örülen, genellikle taban dösemesi bazen duvar ve tavan kaplamasi olarak kullanilan bir cins yaygidir Hasirlar, yapildigi sazin incelik, kalinlik ve türüne göre Trablus hasiri, Misir hasiri, Kaba hasir vbadlar alirdi Boyanmis sazlarla hasirlara desenler yapilirdiOsmanlilarda hasircilik, XVIIyy’dan baslayarak önemli zanaat kollarindan biri durumuna geldi Istanbul’da Hasircilar Çarsisi adiyla çarsisi bile vardiGünümüzde hasircilik sadece kirsal kesimde belli oranda devam etmektedir Basa Dönüs

Nalbantlik, At, essek, katir gibi binek ve hizmet hayvanlarinin toynaklarina koruma amaciyla nal çakma zanaatina nalbantlik denir Nallar hayvanin toynagina “nal tokmagi”denen tahta tokmaklar ya da nallama adi verilen özel çekiçle çakilirGeçmiste ulasim, tasimacilik ve çesitli hizmetlerde hayvanlarin yaygin olarak kullanilmasi nedeniyle, nalbantlik 20yüzyilin ilk yarisina kadar önemini koruduOsmanli ordusunda nalbant ihtiyacini karsilamak üzere,bir Askeri Baytar Mektebi’nin kuruldugu biliniyor Basa Dönüs

Esanscilik, iki kapakli dört tarafi cam bir kutu içine yerlestirilmis küçük siselerde esans satma isidirEsancilar genellikle köy, kasaba ve sehirlerin pazar yerlerinde, kahvehane, lokanta gibi toplu yasama mekanlarinda dolasir; belli ücret karsiliginda bir miktar esansi bir enjektör araciliyla müsterilerin üzerine püskürtürlerdi Esansciligin dev bir sektöre dönüstügü günümüzde, eski tip esanslara ve esanscilara çok çok az rastlanmaktadir Basa Dönüs

Semer = Beygir,katir,esek gibi hayvanlarin sirtina yük baglamak bazende binmek için kullanilan, agaç bir iskeletin sazla doldurulmus “yatak”tan olusan üstlügüdür Semer genellikle agaç, çuval ve sazdan yapilirYük baglamak ve binek hayvanina rahat binmek için kullanilir Semerler boyunlu ve çatal semer olarak ikiye ayrilir Ilk kez Araplar ve Iranlilar tarafindan kullanildigi söylenir Türklere de onlardan geçmistir Basa Dönüs

Kasikcilik, Anadolu’da, ilk kasiga, Çatalhöyük ve Hacilar’da rastlanmistir(MÖ 7-6 binyil) Kasiklar Anadolu’da yapildiklari malzemeye göre adlandirilir Önce topraktan yapilan kasiklar daha sonra tahtadan ve madenden yapilmaya baslandi Tahta kasiklar daha çok simsir, ardiç, gürgen, mese, armut, karaagaç, gibi agaçlardan, metal kasiklar ,demir, bakir, pirinç, gümüs ve altindan yapilir Anadolu’da kasiklari ile ünlü merkezler arasinda Konya, Akseki, Kas, Gedi, Gevye tarakli, Bolu, Kastamonu, Bergama, Bursa, Eskisehir, Anamur, Silifke özellikle anilabilir Basa Dönüs

Sedefkarlik , sedef üzerinde çalisma, sedef kakma esya yapimidir Bu isi yapan ustalara da sedefkar denirdi Sedefkarlik Osmanlilar’da önemli bir meslekti Özellikle 16yy’da kendine özgü bir üslup kazanmisti Osmanli Sarayinda sedefkarlarin çalistigi özel atölyeler vardi Bunlar, tahtlardan saltanat kayiklarina kadar, padisahlarin pek çok esyasi üzerinde bu ince sanati uygulama imkani buluyorlardi Bugün önemini büyük ölçüde kaybeden sedefkarlik konusunda Topkapi Sarayi’nda sedef kakmali esyalarin restorasyonuyla ilgilenen bir bölüm bulunmaktadir Basa Dönüs

Hasirdan ya da sazdan örülerek yapilmis kulplu torbaya zembil denir Selçuklular’in ve Osmanlilar’in günlük hayatinda zembil esyalarinin büyük önemi vardi Sanayilesmenin gelismesiyle birlikte zembil esyalarin günlük hayat içindeki önemi büyük ölçüde kaybolmustur Bugün zembil esyalari, daha çok kentlerin varoslarinda ve kirsal kesimde üretilmekte ve kullanilmaktadir Basa Döns

Urgancilik, urgan yapim ve satis isidirUrgan kenevir, keten, jut, pamuk gibi dogal liften yada poliamid, polyester gibi sentetik liften yapilr Insanlik tarihinde önemli bir yere sahip olan urgancilik mesleginin geçmisi Antikçaga kadar uzanmaktadir Sanayilesmenin gelismesi, sicim ve urganlarin mekanik olarak üretilmesiyle birlikte günümüzde urgancilik meslegi, kaybolan meslekler arasina katilmistir Basa Dönüs

TAS ISÇILIGI, Yerlesik hayata geçmeleriyle birlikte Türklerin hayatinda tasin önemli bir yeri olmustur Selçuklular’dan baslayarak Türkler, tasi sanatkarane bir sekilde islemeye, kemer ve nakis süslemeye büyük önem vermislerdir Han, hamam ve kervansaraylarda, bugün bile hayranlikla izlenen benzersiz örnekler ortaya koymuslardir Günümüzde hem tasin öneminin azalmasi hem de “sanatkar” bakisin kaybolmasiyla birlikte tas isçiligi de giderek azalmaktadir Basa Dönüs

Cömlekcilik Çömlek,topraktan yapilan ve pisirilerek saglamlastirilan kap, tenceredirÇömlekcilik, Anadolu’da cilalitas devrinden beri bilinmektedir Özellikle Mersin, Çatalhöyük, Hacilar, kültepe ve Bogazköy çömlekleriyle ünlüdür Günümüzde bilinen en eski çanak çömlek örnekleri, Anadolu’da çatalhöyük’te ele geçen ve yaklasik 9000 yil önceye ait seramiklerdir 12yy’da Ortadogu’da islam çanak çömlekçileri sir maddesini kil hamuruyla karistirip saydam yumusak porselen yapimini denemislerdir
Attarlar (Eczanelerden önce onlar vardı)
Osmanlı döneminde, usta-çırak usulüyle yetişen attarlar, ilaç yapımında kullanılan hammaddeleri satan ve ilaç hazırlayan esnaf topluluğuydu
Bu meslek erbabı, dış ülkelerden getirilen nebati, hayvani ve cemadi hammaddeleri â??kökçüâ?� denilen esnaftan aldıkları maddeleri ve kendilerince hazırlanan ilaç tertiplerini satıyorlardı Bunların arasında amel, basur, öksürük hapları, pehlivan yakısı, çocuk macunu ve yara merhemini saymak mümkün
Kimi İstanbul attarları ise kaliteli hammadde elde etmek için bahçelerinde adaçayı, biberiye, boruçiçeği, hatmi, kekik, kudret narı, oğulotu, reyhan ve zater gibi tıbbi bitkiler yetiştirip yaprak ve köklerini zamanında toplayıp kurutarak tezgaha koyarlardı
İstanbulâ?? da 17 yüzyılda ilgili maddeler satan 300 macuncu, 41 gülsucu, sekiz ilaç yağı satıcısı, 70 dekçi attar, iki bin hoca attar, 35 amberci, 25 buhurcu, üç bademyağcı dükkanı vardı Ancak 1850â??lerde bu sayılarda düşüş başladı Bunda bugünkü eczanelerin çoğalması ve hazır ilaçların ülkeye girmesi etkili oldu
Ayvazlar (Her biri emre amade)
Avrupa malikanelerindeki servantların bir benzeri olan ayvazlar, XVIII Yüzyılda Osmanlı yaşantısına katıldı
İşe koyulmuş, hazır bekleyen anlamına gelen bu kelime, çoğu Van yöresinden gelen ve konaklarda çalışma imkanı bulan Ermeni gençlerine deniyordu Kimi zaman Kürtlerâ??den de ayvazlık yapan oluyordu Tercih sebepleri ise beden gücüne sahip işlerde becerikli olmalarıydı Ayvaz istihdamı, Osmanlıâ??nın batıya açılışıyla birlikte yazın sayfiyelere kışın konakları arası ilişkilerin artmasıyla yaygınlaştı
Konaklardaki ayvazlar bekçilik yapar, geleni karşılar, oda kapılarında emir için bekler, yemek servisi yapar, odun kırar, su taşır, çarşı Pazar işlerine bakar ve gerektiğinde kayıkçılık bile yapardı Ayvazların ahır ya da ambara bitişik olan kaldıkları yere ise ayvaz evi denirdi Ayvazlar kalıpsız fes, hem Ermeni hem de ayvaz olduklarını gösteren mor veya mavi bir puşi, sırtlarında sarta yada omuzdan iliklenen kapalı yelek, siyah şalvar, kaba kundura, renkli çorap ve siyah kuşak giyerlerdi II Meşrutiyet döneminde yaşanan kıtlıkla birlikte varlıkları sona erdi

Cezzarlar (Seyyar kasaplar)
Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti
Esnafın henüz yerleşik hayata geçmediği eski dönemlerde cezzarlar, tıpkı ciğerciler gibi omuzlarında üzerine etler dizilmiş bir sırık, ellerinde etleri kesecek büyük bir bıçak ve bellerine bağlı bir peştemalla sokaklarda dolaşırlardı
Mallarını satabilmek için de â??semizâ?� ya da â??semiz etlerim varâ?� diye bağırırlardı En çok satışı pazarlarda yaparlardı Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti

Çığırtkanlar (Olmazsa olmazlar)
Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı
Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı İstanbulâ??da çarşı Pazar boylarında kendilerine mahsus edebiyatı olan bir tabakaydı
Sokaklarda seyyar dolaşan satıcıların her birinde bir çığırtan çalışması zorunlu gibiydi Bunların başında da Mahmutpaşa çarşısı ve Büyük Kapalıçarşı dükkanlarının çığırtkanları geliyordu

Kassarlar (Havuzda kuru temizleme)
Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline â??çırpmakâ?� kökünden geldi
Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline â??çırpmakâ?� kökünden geldi Boyalı şeyleri çırpıp suya vuran anlamına gelir
Kassarlar ise özel bir şekilde inşa edilmiş taş havuzlarda halı, kilim, tülbend, keçe ve benzeri şeyleri yıkama yani suda çırparak temizleyen kişilere denirdi

Kemankeşler (Geçmişin okçuları)
Ok, Türklerâ?? in savaşta en büyük silahları, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı
Türk boyları dünyanın dört bir yanına dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürürdü Osmanoğulları da fethettikleri her diyarda bir okmeydanı inşa ederlerdi Fetihten sonra İstanbulâ??da da bir okmeydanı kuruldu II Bayezid döneminde buraya bir de okçular tekkesi yapıldı
Tekkede toplantı ve idman salonlarının yanı sıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi vardı Ancak okmeydanında ok savurmak için okçu lisansı sayılan â??kabzeâ?� alınması şarttı Bunun için 900 gez (596 m) mesafeye ok düşürmek gerekiyordu

Mahyacılar (Sadece Ramazan ve bayramlarda çalışırlardı)
Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi
Ramazan ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde iki minare arasında gerili iplere kandiller asarak yazı yazma ya da şekil yapma geleneği, İslam dünyasında sadece Türklere özel olup özellikle İstanbulâ??da gelişmiş bir sanattı
Mahyacılar, çifte minareli camilerin minarelerinin arasında â??dış mahyaâ?�; Ayasofya, Sultanahmed, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camilerine de â??iç mahyaâ?� kurarlardı Bir mahya için yaklaşık 8 kg yağ harcanırdı Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi

Sakalar (Günümüzün sucuların yaya hali)
Eski İstanbul evlerinde su ihtiyacı çeşitli şekillerde karşılanırdı
En basit çözüm tabii ki her evin yakınındaki çeşmelerdi Fakat onlarda çok kalabalık olurdu Böylece saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirdi Bu 19 yüzyılın sonuna kadar devam etti Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyardı
Ay sonunda da paralarını toplardı Fakat hemen hemen her ay müşteriyle saka arasında para toplama zamanı gelince kavga çıkardı Bazı kesimlerse sakalardan şikayetçiydi çünkü sakalar bazı çeşmeleri kendi mülkleriymiş gibi kullanır buradan su aldıktan sonra çeşmenin suyunu da kesip giderlerdi

Savatçılar (Modası 150 yıl geçmedi)
Arapça â??karaâ?� anlamına gelen sevad sözcüğünden gelen savar, gümüş üzerine kara nakışlar yapılan bir sanat dalıydı
Savat yapılmadan önce önce bu işin tatbik edileceği eşyaların; tokaların, kemerlerin, hançer kabzalarının, tütün tabakalarının, muskaların ve dua taslarının yüzeylerine kalemkarlar tarafından çeşitli şekillerin işlenmesi gerekirdi Bundan sonra savatçılar belirli oranlarda gümüş, bakır, kurşun ve kükürt karışımından elde ettikleri bir alaşımı dövüp tülbentten geçirerek ince siyah bir toz hazırlarlardı
Bunu söz konusu motif, yazı ve resimlerin üzerine kuru olarak sıvayarak â??ekme savatâ?�, toza boraksla karıştırıp macun haline getirdikten sonra sürmek suretiyle de â??sürme savatâ?� yaparlardı I Dünya savaşı öncesinde Vanâ??da 120 dükkanda 400 dolayında savatçı ustası ve kalfası vardı Ayrıca Sivas, Erzincan, Trabzon ve Samsunâ??da da bu sanat çok gelişmişti Öyle ki savatlı Türk tabakaları tim Avrupaâ??da özellikle de Paris kuyumcularında kendine yer edinmişti Anayurdu Dağıstan olan savatçılık, Osmanlıâ??da 150 yıl kadar altın devrini yaşadı

Seleciler (Ruhsatlı dilenciler)
Yünden hırkaları, ellerinde alemleri, başlarında hasırdan destarları olan dilenciler 16 ve 17 yüzyıl Osmanlısıâ?? nda yedi bin taneydi

Tanzifatçılar (Zamanın çöpçüleri)
Pirleri Verrad Berberi olan tanzifatçılar, 17 yüzyılda 500 nefer kadardı
Üzerilerinde kırmızı ve siyah meşin kaftanlar vardı Başlarında teke ve hamid külahları, omuzlarında uzun sırıklar üzerinde çapa demir, arkalarında müdevver ağaç tenekeler, ellerinde kazmalar, süpürge, kürek, omuzlarında zembil, harar ve har ü haşak sepetleri bulunur, ta ki kasıklarına kadar battal siyah çizmeler giyerlerdi
â??Çöp çıkaramâ?� diye bağırarak sokaklarda dolaşır, evlerin kapılarını çalarak aldıkları çöpleri sırtlarındaki küfelere yükleyerek götürürlerdi Bu kişiler çoğunlukla ermeniydi O zamanlar şehrin meydanları gayrımüslimlere temizlettirilir, caddeleri yeniçeriler süpürür, sokakları mahalle halkı süpürürdü Ama yine de İstanbulâ??un çok temiz bir şehir olduğu söylenemezdi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.