Şengül Şirin
|
Korku Edebiyatı - Korku Romanlarının Tarihi/En Baba Korku Romanları

Korku Edebiyatı
Korku romanlarını masaya yatırınca gördük ki; ana tema genellikle şeytan, şeytanın türevleri (cinler vs ) ya da doğaüstü güçler Bu konular, korku romanlarının yazılmasından çok önce de vardı ve insanların zihinlerini hep kurcalamıştı
Örümceklerden, karanlıktan, gölgelerden, yalnızlıktan ve ecişlerden büçüşlerden evvel ezelden korkardık ama nasıl oldu da birileri bunu ticarete döktü dersen mevzu şöyle vuku bulmuş  Tabii ki korkmanın kendisi kadar korku edebiyatının tarihi de çok ama çok eskilere dayanıyor
Korku romanlarının tarihi
Vatikan’dan çıkan emirle, günlük hayata fazlaca yayılan engizisyon mahkemesinin verdiği korkunç cezalar, korkunun dillendirilmesinde büyük etken olmuş Ama 1230’larda ortaya çıkan durumun ilk örnekleri, 1456’da Vlad Dracula tahta çıkıncaya kadar pek popüler olmamış
Bilinen ilk vampir öyküsü, Johann Ludwig Tieck’in elinden çıkma “Wake Not The Dead”in yayınlanma tarihi ise Dracula vahşetinden epey sonraya, 1800 yılına rastlıyor Ürpertinin bütün okuyuculara yayılması için ise, fazla değil, 18 yıl daha beklememiz gerekiyor Kafasına huni takıp bir de bunu kendine yakıştıran bilim adamlarının da korku türüne faydası büyük olmuş
1818’de Mary Shelly Frankenstein’ı yayınlıyor ve aslen polisiye türüne katılabilecek eser, içindeki canavar motifiyle inceden inceden okuyucularını tir tir titretiyor
Bu tipolojiyle ilk karşılaşmamız, daha sonra Goethe tarafından tekrar yazılacak ve korku edebiyatının önemli eserlerinden, yarı otobiyografik “Doktor Faustus’un Hayatı”yla gerçekleşiyor Korkutma amacıyla yazılmayıp tırnak kemirttiren bir diğer metin de John Milton’ın “Kayıp Cennet”’i (Paradise Lost) Korku edebiyatında gotik dönem
Endüstri Devrimi’yle değişen tüm sosyal dengeler, halkı panik ve terörle çevrelemişti Havadaki “rahatsızlık” kokusu edebiyattan başlayarak korkunun girebileceği en ufak deliğe bile sızdı Dönemde verilen tüm edebi eserlerde, paranoya ve rahatsızlığı simgeleyen karanlık çukurlar, canavarlaşan ya da deliren sıradan insanlar ve nereden geldiği belli olamayan ucubeler vardı Bu akım Gotik Edebiyatı’nı oluşturuyordu Gotik edebiyatının ilk örneği Horace Walpole’ün “Otranto Kalesi” adlı eseridir “Gotik” adı da Otranto’nun geçtiği yer ve zamandan gelmiş
Gotik edebiyatın en belirgin özellikleri; uzak, bilinmeyen yerler, terk edilmiş kaleler, zindanlar, kaleler arasında geçiş sağlayan gizli yollar, labirentler, kiliseler, tüm roman boyunca hâkim olan melankoli havası, kehanetler, sihirler, hırsı peşinde koşan kötü adamlar ve bunlarla başa çıkan kahramanlar ve en önemlisi de tüm roman boyu süren korku ve belirsizlik hissi
Edgar Allen Poe’nun 1840’larda yayınladığı “Usher Evinin Düşüşü (The Fall of the House of Usher)”, “Kuyu ve Sarkaç (The Pit and the Pendulum)” ve “Amontillado Fıçısı (The Cask of Amontillado)” korkunç olmasa da tüyleri diken diken eden eserler arasındaydı Hyde” (The Strange Case of Doctor Jekyll and Mister Hyde) bu paranoyak durumun en net dışavurumuydu
Bir sonraki adımı, Howard Phillips Lovecraft isimli bir gotik edebiyat tutkunu attı Abdül Alhazred isimli deli bir Arap’ın yazdığı ünlü kitap “Necronomicon”a dayanan Kutulu Söylencesi’nde, başka dünyalar ve ölülerin sırları hakkında tüyler ürperici olaylara rastlanıyordu Bu arada, Necronomicon da başlı başına bir efsane oluverdi, gerçekten böyle bir eser olup olmadığı, varsa neden kimsenin beş duyu organıyla birden algılayamadığı, okuyup “keçileri kaçıran“ insanların şu anda nerede bulunduğu ve Abdül Alhazred’in ne biçim bir isim olduğu hâlen tartışılır durur
1885’te yayınlanan Robert Luis Stevenson imzalı “Dr Jekyll ve Mr Lovecraft’ın “The Nameless City” ile başlayan yükselişi “The Rats In The Walls”, meşhur “Kutulu’nun Çağrısı” ve “The Shadow Over Innsmouth” ile sürdü
50 yıl kadar sonra Ambrose Bierce’ın yayınladığı “Can such things be?” savaş soslu hayalet öykülerine kamçı vurdu Aslen en büyük canavarın insanın ta kendisi olduğunu ayan beyan yüzümüze çarpan ve daha sonra defalarca sinemaya adapte edilmiş “Dr Moreau’nun Adası” (The Island of Dr Moreau) 1986’da piyasaya çıktığında, yazarı George Wells’in ilk değilse de en önemli eseri oluverdi Bram Stoker’ın 1897’de Dracula’yı yayınlaması da her şeye tuz biber ekti Bu yıllarda artık korku edebiyatı “saygın” ve elden düşmeyen bir tür oluvermişti

Korku edebiyatında modern dönem
Dudak uçuklatmasa da “Sapık,” (Psycho) psikanalitik korku denilen bir kavramı iyice ayyuka çıkarmıştı Ed Gain’in yaşam öyküsünden esinlenilerek yaratılan obez Norman Bates karakteri ve onun anne fetişizmi, edebiyat ve daha sonraları (Hitchcock sağolsun) sinemanın kült katil figürlerinden biri oluverdi Bu noktadan sonra interdisipliner (biraz ondan biraz bundan) korku edebiyatı ürünleri raflara sığmaz oldu Aynı melez yapıya sahip “Rosemary’nin Bebeği” (Rosemary’s Baby) ise paranormali ve din eleştirisini korku türüne zincirliyordu Kitabın, Watergate Skandalı’na bolca gönderme yaptığı ise exi26 okurlarına ek bir bilgi oluversin
Teolojinin (din bilimi) korku türü ile kaynaşması, daha önce birçok örneğine rastladıysak da, tam anlamıyla “Şeytan” (The Exorcist-1973)’la oldu Daha sonraları stand-up gösterilerine bile malzeme olacak kadar halka mal olan “içine şeytan girme” motifi, o zamanlar yıkılmaz duran kilise yapısına ve kadının toplumsal duruşuna bu kadar eleştirel yaklaşan bir eserde ancak bu kadar başarılı kullanılabilmişti 1983’te gelen ikinci kitap “Legion” da birçok devam kitabının aksine epey başarılıydı
Gotik edebiyat akımıyla, İngiltere’de bulunan ortaçağ mimari özelliklerini taşıyan; şato, kilise, kale vs Amerika’da bulunmuyordu Bu sebeple Amerikan korku edebiyatında bu tip mimari özellikler yerine bilinmezlik ögesi ve karanlık ormanlar kullanılmaya başlamıştır Amerikan Gotik edebiyatı aynı zamanda dedektif öykülerinin öncülüğünü yapmıştır
Bu arada, Amerika’nın minicik bir bölgesinde, fokur fokur kaynayan bir kazana çekelim dikkatini Bilim kurgu yazmaktan sıkılmış, tam da pes etmek üzereyken şimdiye dek yazdığı korku kısa romanlarını ucundan kenarından çekiştirip roman kıvamına getirmeyi akıl eden, hafiften dâhice bir Maine’li, 1974 yılında kitap raflarını alt üst etmek için geri sayımdaydı Kısa sürede best-seller olan “Günah Tohumu” (Carrie) sağolsun, Stephen King birden bire modern zamanların en ünlü ve bir o kadar da yaratıcı yazarı oluvermişti “Korku Ağı”, “O”, “Hayvan Mezarlığı”, “Medyum”, “Kara Kule Serisi”, “Yeşil Yol”, “Christie” ve “Misery” derken korku edebiyatı şahlandıkça şahlandı
İşleri birçok entelektüel tarafından aşağılansa ve “türe hâlel getirdin” suçlamalarıyla baş etmek zorunda kalsa da King, çok ama çok kısa zamanda sadık bir kitle ve tavan yapan satış rakamları elde etti Neredeyse yazdığı her şeyin sinema ve bilgisayar oyunlarına uyarlanması da cabası Arkasından Dean R Koontz (Nöbet, Gecenin Sesi, Kurbanlar, Yıldırım) ve Clive ‘mide hoplatan’ Barker (Imajica, Everville, Kabal vs ) da türden nemalanarak best seller maratonuna katıldı
Modern vampir edebiyatına majör bir katkı da 1976 yılında geldi Çıtı pıtı hanım Anne Rice, ısırıp kaçan vampir öykülerinden ziyade, günlük işleyiş ve düzene sahip bir vampir komitesini anlattığı “Vampirle Görüşme” ile ortaya çıkınca bu vampir ailesinin maceralarının gerisinin geleceği belli olmuştu “The Vampire Lestat”ın da dâhil olduğu bu devam kitapları, korku edebiyatının her daim en sevilen serilerinden oldu
En baba korku romanları - Edgar Allen Poe: Kuyu ve Sarkaç, Baskerville’lerin Köpeği
- Matthew Gregory Lewis: The Monk
- Jane Austen: Kuzey Körfezi
- Stephen King: Medyum, Carrie, Kujo, O, Tılsım
- Clive Barker: Everville
- Anne Rice: Vampirle Konuşma, Vampirin Şarkısı, Vampir Vittorio
- H
P Lovercraft: Deliliğin Dağlarında, Cthulhu’nun Çağrısı
- Mary Shelly: Frankenstein
- Dean R
Koontz: Çatırtı, Gecenin Ayazında, Gecenin Maskesi, Gizli Ev, Göz Ucuyla
alıntı 
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|