VANDETTA
|
DYÇ Nedir? Askeri Siyasi Çatışma
15 Ağustos 1984 gecesi Şemdinli ve Eruh'ta jandarma karakollarına ve subay lojmanlarına, gazinolarına ateş açıldı Bu bir baskındı Eruh'ta bir er şehit olurken 3'ü sivil, 9 kişi yaralandı Şemdinli'de ise bir subay, bir assubay ve bir er yaralandı Son yıllarda gizli hazırlıklarını sürdüren PKK, sadece bu iki kentte değil,tüm ülkede şaşkınlık yaratmıştı Yıllar sonra bu olayları değerlendiren asker-sivil yetkililer "olaylar bizi tamgaflet içinde yakaladı" diyeceklerdi
1995 Mayısında ise MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş kendisine Hürriyetin yönelttiği "PKK terörüyle geçen seneler boyunca mücadelede ihmal,maksatlı tutum, yani mücadele ediliyormuş gibi gösterirken beslemek gibi kokular aldınız mı?" şeklindeki soruyu şöyle cevaplamıştır; "O kokular var Bir defa, meseleyi baştan çok ihmalkârlıkla ele aldık   ANAP dönemi ve daha önce Konsey döneminde Basitmiş gibi mesele ele alındı Herhalde işin içine kasıt da girmiştir Şüphelerimiz var Ama o şüpheleri ifade edemiyoruz "Türkeş, "Özal açısından bakıldığında sizce kasıt var mıydı?" sorusunu ise "Onun bu şeyde yanlış bir tutumu olduğu kanaatindeyim Ölünün arkasından konuşmak istemiyorum" diye yanıtlamıştır Olaylan Genelkurmayın kilit noktalarından izlemiş olan yetkililer de Türkeş gibi, polemik yaratıcı olmamakla birlikte, elle tutulur ifadelerle yorumlamışlardı Olay günlerinde yürürlükte olan "Sıkıyönetim" (SY) bu iki olaya da yayın yasağı koydu Olayın ayrıntıları ve boyutu kamuoyuna yansımadı Aradan tam bir ay geçtikten sonra, 15 Eylülde, Genelkurmayın verdiği bilgileri Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü bir bülten ile açıkladı Bültende Eruh ve Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak 263 kişinin gözaltına alındığı bildiriliyordu Oysa Güneydoğuda, Cumhuriyet'in 1920'li ve 1930'lu yıllarmdakileri
anımsatan bir Kürt hareketi başlamıştı Eski hareketlere "Kürt isyanları" denmişti Yenisi ise "PKK Terörü" olarak anılacaktı Ancak 1984'ten beri süren mücadeleye ilk ismini 1993'te Genelkurmay Başkanı Org Doğan Güreş, İngilizce aslı olan "Low-intensity Conflicf'den çevirip; "Düşük Yoğunluklu Çatışma " (DYÇ) diyecekti Nizami ordular genellikle "Nizami Savaş" için hazırlanırlar Oysa DYÇ'lar nizami olmayan savaşlardır Tarihte bunlara sayısız isim verilmiştir Çete savaşları, küçük savaşlar, gerilla savaşları, ayaklanmalar, ayaklanma bastırmaları, bölgesel savaşlar, ihtilalci savaşlar, ulusal kurtuluş mücadeleleri,uzayan halk savaşı, verilen isimlerden bazılarıdır DYÇ ise bu isimlerden günümüzde en fazla kullanılanı olmuştur Askerler ister klasik savaşta, ister DYÇ'de olsun attıkları bütün adımları "Talimname" -Field Manual- ismi verilen el kitaplarında belirtirler Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin kara ve hava kuvvetlerince kullanılan 100-20 numaralı talimname DYÇ ile ilgilidir Bu talimnameDYÇ'yi şöyle tanımlar;"DYÇ bir askeri-siyasi çatışmadır Devletler arasında alışılmış barış içerisinde sürdürülen rekabet düzeyinin üzerinde, klasik savaşların ise altındaki bir düzeyde gerçekleşir Devletler, ya da gruplar arasında ortaya çıkar Sık sık uzayan rekabetlerden, prensip ve ideoloji mücadelelerinden oluşur DYÇ yıkıcı faaliyetlerden başlayıp silahlı kuvvetlerin kullanılmasını gerekli kılacak alana kadar uzanan bir çatışma alanını kapsar Bu tür çatışmada kullanılan imkânlar siyasi, ekonomik,enformasyonel ve askeridir DYÇ genelde sınırlı bir alanda cereyan eder, ama etkileri bölgesel olabildiği gibi, küresel de olur "DYÇ'ler 1945'ten sonra, üçüncü dünya savaşı ihtimali daha uzaklaşırken modern orduların dikkatlerini, eskisinden daha fazla, üzerine çevirdikleri bir mücadele şekli oldu Fransızların Hindiçini'de, Cezayir'de, İngilizlerin Filistin, Kıbrıs ve Malaya gibi ülkelerde, ABD'nin Vietnam'da yaptığı mücadeleleri bu kategori içine sokmak mümkün İngiltere'nin Malaya'da Çin'e ve komünistlere karşı elde ettiği başarı DYÇ uygulamaları içerisinde en önde gelenlerden biri olmuştur Ama daha sonra Vietnam adı alacak olan Hindiçini'de ne Fransızlar, ne de ABD, oyunun kurallarını tam uyguladıklarından ve kendine özgü bölgesel koşullardan dolayı, başarılı olabilmişlerdir
Fransız ve Amerikalı komutanlar mücadelelerinde alışık oldukları klasik yöntemlerin dışında başkasına inanmıyorlardı O kadar k i ; Vietnam'da bu yüzden başarısızlığa doğru giden Amerikan ordusunun bir komutanı "Ben pis bir savaş için ABD ordusunun doktrinini değiştirmem" diyebilmişti DYÇ'yi inceleyen uzmanların bu tür savaş özellikleriyle ilgili olarak birleştikleri noktalardan, biri, savaşın askeri yönünün yanı sıra, onun kadar önemli bir de siyasi boyutunun bulunuşudur Dolayısıyla DYÇ sürdürülürken ortaya sürekli olarak "askeri-siyasi boyutlar" kavramı çıkacak, DYÇ'nin sadece askeri yöntemlerle sonuca ulaştırılamayacağı, siyasi yaklaşımlara da gerek olduğu öne sürülecektir Tarih boyunca gerilla savaşları, partizan savaşları, ayaklanma, ayaklanmayı bastırma, gayri nizami savaş türleri uygulanmıştır Kurtuluş Savaşında
uygulanan çete savaşları da bu türler arasında yer alır Sözcükler, verilen isimler değişse de klasik savaştan farklı bir tür ortadadır Bugün Güneydoğudaki mücadeleyi büyütmek istemeyen Genelkurmay bir "terörist hareket"ten bahsederken, karşı düşünceyle hareket edenler de bunun bir "gerilla savaşı" olduğunu söylemektedir Klasik savaşlar üzerine yazılmış sayısız doktrin gibi, şimdi de DYÇ doktrinleri yazılıyor Uzmanlar incelemeler sonucu bunların ortak noktalarını saptıyorlar Bu araştırmacılardan biri olan Dr Max G Manwaring, benzer 40 DYÇ'yi inceledikten sonra ortaya bir model çıkarmış DYÇ'de sadece askeri güç ile başarılı olunamayacağı neticesine varmış Kendisine karşı ayaklanan gruplara karşı başarı elde etmeleri için devletlerin bazı temel hususları yerine getirmelerinin şart olduğunu öne sürüyor
Bugün uluslararası askeri literatürde üzerinde hemen hemen birleşilen başlıca hususlar şöyle özetlenebilir;
1) Hükümetler ayaklananlara karşı mücadelelerinde mutlaka meşruiyetlerini
muhafaza etmelidirler
2) Sürdürdükleri gayretlerinde, bölük pörçük görünümü ortadan kaldırıp,
tam bütünlük içinde olmalıdırlar
3) Ayaklanmaya muhatap olan hükümete sağlanan destek şekli önemli
olduğu gibi tutarlı da olmalıdır
4) Asilere sağlanmış dış destek azaltılmalı, mümkünse tamamıyla ortadan
kaldırılmalıdır
5) Yıkıcı faaliyetlere, ayaklanmalara karşı mutlaka iyi istihbarat sistemi
sağlanmalıdır
6) Hükümetin mücadeleyi sürdürecek güçleri mutlaka yetenekli, disiplinli
ve iyi eğitilmiş olmalıdırlar
Dr Manvvaring saptadığı bu ölçütlerin yorumlanacak olaylara uygulanmasını önerir Daha önce cereyan etmiş olanlar incelendiğinde, bu ölçütlere yanıt arandığında neden başarıya ulaştıkları, ya da neden ulaşamadıkları ortaya çıkmaktadır Bu arada gerilla savaşları doktrincilerinin en ustalarından biri olan Mao Tse Tung'm çok geçerli olan bir kuralını unutmamak gerekir Mao ; "gerilla eğer balık/kabul edilirse, yaşaması için gerekli olan su çevresindeki halktır, başarısı için bu halkın desteğini muhafaza etmesi gereklidir,der Ayaklanmaların bastırılması için de, mutlaka ayaklananların halktan tecrit edilmesi, yani balığın içinde yaşadığı sudan yoksun bırakılması gerektir Dr Manwaring Modeli ve Güneydoğu Güneydoğuda 11 yıldır sürüp giden mücadelenin değerlendirilmesi Dr Manvvaring'in saptadığı ölçütlere göre yapılabilir
1) Meşrutiyet: PKK'ya karşı mücadeleyi sürdüren Türkiye Cumhuriyeti için de PKK için de Türk ve dünya kamuoyları karşısında mücadelelerinde meşruiyete sahip olmak çok önemli bir husustur İçte hükümetin meşruiyete sahip olduğu konusunda âdeta bir ittifak vardır Cumhuriyetin birlik ve bütünlüğünün sağlanmasında hükümetlerin birinci derecede sorumluluk sahibi olduğunu Türk kamuoyu kabul etmektedir PKK'nın sürdürdüğü mücadelenin haksızlığı ve meşru olmadığı kabul edilmektedir Yurtdışında da genel kanı PKK'nın bir "terör örgütü" olduğu şeklindedir Ama bazı ülkeler ve bazı çevreler olaya daha farklı bakmakta, PKK'yı "hakları ellerinden alınmış bir azınlığın hakkını silahla arayan bir örgüt " olarak gördüklerini de ifade etmekteler Bu ikinci grup henüz ciddiye alınacak bir ağırlık kazanmış değildir Ancak birinci grubu oluşturan ülke ve kurumlar Türkiye'ye "Bu mücadele sadece askeri metotlarla çözümlenmez Yarayı yaratan sorunlara parmak basınız Soruna demokratik-siyasi-ekonomik-sosyal ve kültürel çözümler de arayınız" demektedirler Bu yaklaşımlar, üzerlerinde ittifaklar sağlanarak, doktrinler haline gelmiş DYÇ'lerin geneli için geçerli yaklaşımlardır Ancak Türkiye'de durum biraz farklıdır
PKK'ya karşı mücadeleyi sürdüren güvenlik güçleri konunun temelde bir güvenlik sorunu olduğu noktasından hareketle ' 'Terör örgütü PKK ile olan sorun kontrgerilla savaş doktrinine uygun bir silahlı mücadele sorunudur Buna asla siyasi ya da demokratik çözüm olmaz" görüşünü dile getirmekteler Askerlerin ve diğer güvenlik yetkililerinin bu yaklaşımı, ancak kendi mücadeleleri
bakımından doğrudur Ama işin bir de hükümetlerle ilgili siyasisosyal-kül türel ve ekonomik yanı vardır Bu yanlarla ilgili hususların gerektiği gibi çözümlenmemiş olmasının Güneydoğuda bir çıbana sebep olduğu söylenebilir PKK bu çıbanın başıdır Çıbanın başı askeri yöntemlerle kopardır Ama "çıbanın tamamıyla temizlenmesi için bu çıbanı yaratan diğer sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir" yaklaşımını kulak ardı ermemek gerekir Çeşitli gelişmiş batı ülkesi silahlı kuvvetlerinin bu tür savaş talimnamelerinde,askerlerin, özel yetiştirilmiş birliklerin gerillaya karşı nasıl savaşacakları ayrıntılı biçimde anlatılırken, öte yanda aynı talimnameler içerisinde bölge halklarının sivil sorunlarının çözümlenmesine de nasıl katkıda bulunmaları gerektiği
de yer almaktadır Türk devleti, yukanda işaret edildiği gibi, 1984'ten beri Güneydoğudaki mücadelesinde haklı olduğunu iç ve dış dünyaya gerektiği gibi anlattığından "meşruiyef'ini muhafaza edebilmiştir Diğer taraftan, bazı ülke liderlerince ve bazı kurumlarca "özgürlük mücadelesi" yaptıkları kabul edilse bile, PKK dünyanın ağırlık taşıyan kesimince olduğu gibi içte de, âdeta ittifaka yakın bir şekilde "terör örgütü" olarak tescil edilmiştir Bu da Türk devletine büyük bir avantaj sağlamıştır
2) Çaba Birliği: Mücadelede, değişik kuruluşlar, değişik alanlarda rol alıp çaba sarfederler Bunların tek merkezden yönetilmesi ise "Çaba Birliği"ni oluşturur Çabaların hedefe uyum içinde yöneltilmesi gerekir Hedef ise mücadele sebebinin ortadan kaldırılması, çatışmanın çözümlenmesi,uzlaşma ve neticede bölgeyi yöneten rejimin ayakta kalabilmesidir Bu hedefe varılabilinmesi için en üstdüzeyde bir organizasyonun, iyi bir plana dayalı olarak, gerçekleştirilmesi gerekiyor Ulusal boyutta olacak planın askeri olduğu kadar siyasi, sosyoekonomik ve kültürel de olması gerek Çünkü mücadelenin tek boyutlu olmadığı unutulmamalıdır Böylesine çok boyutlu plan ve organizasyon mücadele sırasında ortaya karmaşık yeni sorunların çıkmasını da önleyecektir DYÇ'ler üzerinde yapılan geniş incelemeler mücadelelerdeki hükümetlerin ya da onlara karşı ayaklananların "çaba birliği" konusunda yaptıkları hataları pahalı ödediklerini gösteriyor Bu konuda hükümetler ayaklananlara göre daha avantajsız durumdalar; Hele asiler başlangıçta belirgin hedefledi ve örgütlenme ustalıklarıyla inisiyatif almışlarsa hükümetler daha da zor durumda kalıyorlar Çünkü onların koordinasyonunu sağlayacakları kurumları daha fazla Türkiye'deki durum "çaba birliği" açısından ele alındığında 1984'ten bu yana, bilhassa 1991'e kadar, bütün siyasi iktidarların konuya bilinçli bir kararlılıkla yaklaştıklarını söylemek çok zor
Kasıtlı ve art fikirli yaklaşımlar bir yana, sorunun sadece askeri yoldan çözümü olmadığı gerçeği kabul edilirse, hükümetlerin eksikleri daha açık şekilde ortaya çıkar Örneğin DYÇ mücadele doktrini gereği Güneydoğuda PKK'ya istemeyerek de olsa destek sağlayabilecek köy ve mezralar güvenlik güçlerince boşaltılmış, fakat yerlerinden ayrılan vatandaşlara kalabilecekleri yeni yerleşim bölgeleri gerektiği kadar sağlanmamıştır Güneydoğuda PKK terörü kontrol altına alınmadan hükümetin birçok alanda birçok şeyi yapamayacağı muhakkaktır Ancak her şeye rağmen, mücadele sırasında yapılabilecek de olduğu gibi yapılabileceklerin ne olduğunun dahi plan dahilinde saptandığını gösteren işaretlere rastlanılamamaktadır
3) Dış Destek: Dış desteğin mücadele öncesi ve sonrasında ayaklananlara karşı hükümetler için olduğu kadar ayaklananlar için de yaşamsal önemde olduğu kuşkusuz Birçok DYÇ üzerinde yapılan incelemeler dış desteğin maddi ya da manevi oluşunun etkiyi azaltmadığını göstermiştir Hele bu destek mücadele sırasında çekildiği takdirde, bundan yoksun kalan taraf üzerinde olumsuz etkisi daha da fazla olmaktadır İspanya ETA'ya karşı mücadelesinde dönüm noktasına, ancak Fransa'nın ETA'ya verdiği desteği kesmesiy e varabilmiştir Malaya'da İngilizler Komünist Partisine karşı mücadelelerinde önemli bir noktayı Çin'in tutum değişikliğiyle yakalamışlardır
• Tayland'da 1965'te başlayan komünist ayaklanmasının başarısızlığa uğramasında Çin'den aldığı dış desteğin kesilmesinin büyük rolü olmuştur Cumhuriyet'in ilk yıllarında Ankara'nın Tahran ve Bağdat ile yaptığı anlaşmalarla İran ve Irak desteğinin isyanci Kürtlerden çekilmesi olayların noktalanmasında büyük rol oynamıştır PKK'ya karşı mücadelesinde Türkiye'ye bir süre Irak'ta Saddam rejimi,kendi çıkarlarına uygun olduğundan, işbirliği yaparak yardımcı olmuştur Böylece
PKK uzun süre Kuzey Irak'ta yuvalanamamış, daha ziyade Suriye desteğiyle yetinmiştir
Körfez Savaşından sonra Kuzey Irak'ta ortaya çıkan güç boşluğu nedeniyle PKK buraya yerleşince Türkiye bu avantajdan yoksun kaldığından 35 000 kişilik bir güçle bu bölgede operasyon yapmıştır Benzer durum, PKK için de söz konusu olmuştur PKK, Suriye desteğiyle Bekaa'da organiza olmuş, güçlenmiş,fakat bir ara Şam'ın çeşitli dış sebeplerden dolayı, bu açık desteği çekmesiyle çok zor durumlara düşmüştür Dış desteğin önemi sadece mücadele sürdüğü zaman hissedilmez Askeri alanda hükümetin başarı kazandığı durumlarda bile destek kesildiği takdirde diğer kritik alanlarda beklenen gelişmeler sağlanamıyor Örneğin istikrarsız bölgenin sosyoekonomik planlarla huzurlu bir bölge halini alması kolay mümkün olamıyor Kısa süre sonra terör yoluyla gerilla mücadelesinin yeniden başladığı görülebiliyor Böylece ülke acı çekmeye, çatışmalara sahne olmaya devam ediyor Asiler için de şart olan iç destek gibi dıştan da sürekli destek gelmesi başarılan için şart oluyor PKK'nın batının dost ülkelerinde nasıl yasal boşluklardan yararlanarak yıllarca maddi manevi dış yardım sağladığı, böylece kendisine sürekli destek sağlayacak örgütlenmeyi kurduğu biliniyor Türkiye, mücadeleyle ilgili diğer birçok alanda olduğu gibi bu alanda da PKK'ya ge'en dış desteğin kesilmesi için sarfettiği çabalarında çok geç ve etkisiz kaldı Oysa siyasi ve diplomatik bütün yollar denenerek neticede bir kısım batılı ülkenin PKK'ya karşı tavır alması sağlanınca PKK hem maddi, hem de manevi dış desteğin önemli kısmını yitirdi Böylesine bir gelişme PKK'nın içteki gücünü de büyük çapta etkiledi Türkiye sadece Suriye' ile ilgili olarak sarfettiği gayretlerinde bir noktadan ileri gidemedi İran bile, uzun müzakerelerde^ sonra, bazı PKK mensuplarını yakalayıp Türkiye'ye teslim ederken Suriye PKK'kozundan bir türlü vazgeçmedi Suriye diplomatları kendileri için en önemli konunun Türkiye ile Fırat sularının paylaşılmasıyla ilgili bir anlaşma yapma olduğunu durmadan yinelediler Ama 1986'da zamanın Başbakanı Turgut Özal ile Şam'da yaptıkları anlaşmaya Suriye sadık kalmadı Oysa Suriye'ye Fırat suyundan verilecek saniyede 500 metreküp su karşılığında Suriye güvenlik konusunda Türkiye'ye yardımcı olmayı vaat etmişti Suriye'nin sözünde durmadığını Türk istihbaratı defalarca belgeledi Kuzey Irak'a yapılan çeşitli askeri müdahale sırasında, aynı şeyin mecbur kalındığı takdirde, "başkaları"na karşı da yapılabileceği uyarısı ilk defa hükümet yetkililerinden duyuldu PKK'nın kontrol altma alınması, bölgede yaşayan vatandaşların güvenliklerinin sağlanması, ancak PKK'ya verilen dış desteğin kontrol altına alınmasına bağlı olduğu Türk yetkililerce iyice anlaşılmıştı
4) Destek Sürmeli: PKK'ya karşı mücadelesinde başarılı olabilmesi için Türkiye'ye dıştan verilen maddi manevi desteğin sürmesi gerekiyor Dünyanın başka yerlerindeki DYÇ incelemeleri bu destek hükümetlerden çekildiği takdirde başarının tehlikeye girdiğini gösteriyor Bunun için de Ankara'da Güneydoğu olaylarını yakından izleyen DYÇ uzmanı ataşemiliterler Türkiye'nin batı ülkelerindeki imajının gerilememesi gereğine işaret ediyorlar Bunun için de mücadelede insan haklarına özen gösterilmesi gerektiği hep hatırlatılıyor TSK'nin bu hususa ne kadar önem verdiğini ise zamanın Genelkurmay 2 Başkanı Org Ahmet Çörekçi, 1995 ortasında, "Demokrasi ve insan hakları elimizi kolumuzu bağlıyor" diyerek vurguluyor
5) İstihbarat: DYÇ'lerde istihbarat hem hükümetler, hem de onlara karşı mücadele edenler için hayati önemi içeren bir boyut oluşturur Teröristler , eğer çevrelerindeki halk desteğine de sahiplerse, büyük bir avantaj sağlayarak gerekli istihbaratı yaparak ellerindeki sınırlı gücü sürpriz unsuruyla birleştirip kullandıklarında önemli sonuçlar elde edebilirler Hükümetler için ise, istihbarat asilerin bulundukları yerleri saptamak, onları tecrit ve imha etmek, ya da lider kadrolarını ve örgütlerini etkisiz kılmakta kullanılacak vazgeçilmez bir mücadele boyutudur İncelemeler yeterli istihbarat sistemiyle psikolojik vasıtaların yerli yerine konmadığı, dolayısıyla yıkıcı faaliyet, yıkıcı örgüt ve liderlerinin tespit edilip imhalarına gidilmediği hallerde, çatışmaların şu ya da bu şekilde sonsuza kadar sürüp gidebileceğini ortaya koymaktadır Türkiye'de PKK ile ilgili istihbaratın uzun yıllar iyi yapılamadığı en yetkili ağızlardan, başbakanlar, içişleri bakanları tarafından resmen açıklanmış bir husustur Oysa Güneydoğuda MİT'le birlikte Emniyet ve TSK istihbarat birimleri her zaman aktif olmuştur Sayıları elli binleri aşan köy korucuları, daima devlet yanlısı olmuş bazı aşiretler ve bölge halkının aslında PKK'ya sempati duymayan büyük kesimine rağmen, gerekli istihbaratın yıllar yılı elde edilememesi, sürdürülen mücadelede daha çabuk ve daha kesin sonucun alınmasını geciktirmiştir Ancak 1991'den sonra uygulanan strateji ve taktik meyvesini yavaş yavaş vermiş, 1994'ten itibaren, kendisini güvende hisseden, bölge halkından gittikçe daha fazla istihbarat sağlanmaya başlamıştır Sağlanan istihbaratın daha etkili şekilde kullanılmasıyla daha kesin sonuç alınmasının devletin istihbarat kaynaklarının hepsinin topladığı bilgilerin bir merkezde toplanıp değerlendirilmesinin de rolünün olduğu anlaşılmaktadır Zamanın içişleri Bakanı Nahit Menteşe, Başbakan Tansu Çiller'in göreve başladıktan sonra ilk üzerinde durduğu konular arasında "istihbaratın birleştirilmesi"nin de yer aldığını ve bu konuda bir koordinasyon merkezinin 1994 ortasında kurulduğunu söylemiştir İstihbaratın önemi dünyanın birçok köşesinde cereyan eden DYÇ'de görülmüştür Örneğin Peru'da Sandero Luminoso adıyla aralan Peru Komünist Partisinin, 1980'den bu yana sürdürdüğü ayaklanmada, uzun yıllar hükümet istihbarat bakımından yaya kaldı 1987-88'e kadar askerin, polisin ve cumhurbaşkanlığının istihbarat örgütleri kendi başlarına çabaladılar Zaman zaman alınan yeterli istihbarata rağmen, yetkililer bir türlü çeşitli örgütlerce toplanan istihbaratın birleştirilmesi hususunda ikna edilemedi Koordinasyon, ancak tehdidin çok ciddi olduğu anlaşıldığında sağlanarak istihbarat gelişti ve iyi kullanılır hale geldi Sandero'nun kurucu lideri Guzman'ın sağ kolu olan Osman Morote Barrionuevo'nun 1988'de Lima'da yakalanması ise Peru hükümeti için çok önemli bir başarı oldu
6) Hükümet Güçleri; Disiplin ve Yetenekleri: DYÇ'lerde, sonucu etkilemesi bakımından, büyük ağırlık taşıyan hususlardan biri de hükümet güçlerinin yetenekleri ve disiplinidir Hükümet güçleri, silahlı kuvvetler ve polis başta olmak üzere, asilerle mücadele ederken bulundukları bölge halkıyla ilişkilerinde iyi belirlenmiş kurallara göre disiplinli bir uygulama içinde olmak zorundadırlar Mao'nun daha önce kaydettiğimiz ifadesiyle yönetime karşı ayaklananlar
balık gibidirler Balık için su ne kadar önemliyse, onlar için de bölge halkı o kadar önemlidir Bundan dolayı eğer ayaklananlara karşı başarı kazanmak istiyorsa, hükümet güçlerinin mutlaka bölge halkını kazanması ve ayaklananları onlardan tecrit etmesi gerekir Bu konuda en önemli hususlardan biri ise güvenlik güçlerinin disiplinidir Güvenlik güçlerinin yeteneklerinin önemi tartışılamaz Silahlı kuvvetler ve polisin asilere karşı mücadelelerinde başarı kazanmaları doğrudan bu yeteneklerine bağlıdır Bu alanda başarı kazanmadan mücadelenin hükümetten yana sona ermesi beklenilemez Yapılan incelemeler, aksine polemiklere rağmen, terörü kendileri için başlangıç mücadele sistemi kabul eden, daha sonra da gerilla savaşı yoluyla neticeye doğru gidecek olanlara karşı başarının ilk aşamasının "güvenlik güçlerince durdurulmaları " olduğu kabul edilmiştir Önce terörist, bu aşama geçilmeşse, daha sonra gerilla savaşçısının mutlaka güvenlik güçlerince durdurulması, bölge halkına güvenlik sağlanması gerekir Bu gerçekleşmeden ne siyasi, ne de demokratik çözümlerin hiçbirinin, eğer hükümetler ayaklananların isteklerini ve böylece yenilgiyi kabul etmiyorlarsa, bulunamayacağı muhakkaktır Asilerin ilk hedeflerinden biri hükümetleri terör veya başka yollarla kışkırtarak aşın tepkide bulunmaya zorlamaktır Böylece hükümetin alacağı aşırı önlemler masum halk ile terörist arasında fark gözetmeyen bir savaşa, acımasız mücadeleye yol açacağından insan hakları ihlalleri yaygınlaşacak, iç ve dış kamuoyunda tepkiler artacak ve hükümetin, yukarıda işaret edilen, meşruiyeti tehlikeye girecektir Bu da öncelikle bölge halkının, daha sonra da daha geniş kitlelerin ayaklananlara desteğinin artmasına yol açacaktır İşte bütün bu olumsuz gelişmelerin ortaya çıkmaması için, yetenekli olsalar bile, güvenlik güçlerinin mutlaka disiplinli hareket etmeleri gerekir
PKK'nın 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra ilan edilen sıkıyönetim döneminde kır sal kesimde, iyi eğitimden geçmemiş bazı jandarma birimlerinde kötü davranışa maruz kalmalardan olumsuz etkilenen kitlelerden yararlandığı çok öne sürülmüştür Güneydoğudaki mücadelenin bir bölümünde, DYÇ stratejisinin uygulanmasına geçildiği 1991-92 yıllarında bile, zaman zaman, kısa sürelerde komando eğitimi gören bazı jandarma birimleriyle özel kuvvet timlerinin disiplin sınırlan dışına taştıklan bazı siyasi çevrelerce iddia edilmişti Bazı kabine mensuplarının güvenlik güçlerine ağır suçlamaları da oldu Güvenlik güçlerinin "yargısız infaz" yapıp "köy yaktıkları" da öne sürüldü Ama bu iddialar sınırlı kalıp zaman içinde hemen hemen tamamıyla unutuldu PKK'ya karşı mücadele eden, ama bu tür mücadele için özel olarak eğitilmemiş olan güvenlik güçleri başlangıçta uzun süre kendilerini DYÇ'nin oyun kurallarına uydurmakta hem geç kaldı, hem de buna pek gerek görmeme gafletine düştü
Bunda Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Kürt isyanlarının basıllmasında kullanılan stratejinin hâlâ akıllardan çıkmamış olmasının da rolü vardı Son yıllarda ise DYÇ kurallan alanında ciddi adımlar atıldı Böylece güvenlik güçleri tam mücadele ustalığı kazanma yoluna girdi Araştırmalar DYÇ mücadelelerinde kullanılan kuvvetlerin mücadeleyi içinde sürdürdükleri toplumların tepkisini, düşmanlığını kazanarak başanlı olamayacaklarını göstermektedir Teröristin içinde yaşadığı çevrenin kazanılamaması,mücadelenin şu ya da bu şekilde çok uzun devam etmesine sebep olmaktadır Türk güvenlik güçlerinin DYÇ kurallarına uyumda gösterdikleri gecikme ve gaflet sadece Türkiye'ye özgü bir durum değildir ABD gibi, İngiltere gibi bu konularda geniş deneyimler edinmiş ülkelerde de aynı davranışlar görülmüştür Amerika, Vietnam mücadelesi sürerken bu hatayı sık sık yapmıştır İngiltere ise gerek Filistin, gerek Kıbrıs'ta bu eksikliklerinden dolayı uğradığı başarısızlığını Malaya'da, Filipinler'de ve Afrika'da edindiği yetenekler ve uyguladığı DYÇ yöntemleriyle gidererek daha sonra büyük başarılar kazanmıştır Ayaklanmalarla mücadele çok boyutludur Kesin başarının kazanılması için birçok cephede birden başanlı olmak gerekir Uzmanlar yukarıda ana hatları belirtilen bütün boyutlarda alman neticelerin, ayaklanmalara muhatap olan hükümetlerden yana olması gerektiğini vazgeçilmez şart olarak görüyorlar Bu boyutlardan herhangi birinin eksikliği, ya da çok zayıf bir şekilde ortaya çıkmış olması, hükümet başarısının uzak ihtimal haline dönüşmesine sebep olmaktadır
DYÇ'ye konu olan ayaklanmaların amacı iktidarları askeri-siyasi yöntemler kullanarak yıkmaktır Asi gruplar sahip oldukları az sayıda kuvveti, örgütlenme ustalıkları, propaganda, gösteri gibi siyasi yöntemlerin yanı sıra, şiddet de kullanarak amaçlarına varmak, yönetenlerin meşruiyet temellerini yıkmak için kullanırlar
Yönetenlerin gözden düşmesini ve halk desteğinin kendilerine kaymasını sağlamaya, uygulanan siyasi sistemin yanlışlığını kanıtlamaya, yöneticilerle politikalarının yanlış, gayri meşru olduğunu göstermeye çalışırlar Ayaklanmalar sadece gerçekten çağdışı kalmış yönetimleri hedef almaz Hemen hemen her ülkede ve her rejimde, eğer fırsat bulabilirlerse kendini gösterir Modernize olmuş otokratik sisteme sahip sayılan Suriye'de ve Irak'ta bazı Müslüman grupların yanı sıra, çoğulcu demokrasilerden Almanya, Belçika, Fransa, İspanya, İngiltere gibi ülkelerde anarşist ve Marksist isyancılarla ayrılıkçıların da ayaklanması görüldü Angola, Vietnam ve Kamboçya gibi totaliter sistemlerde de aynı tür olaylar ortaya çıktı Bütün bu olaylardaki ortak nokta, ayaklananların mevcut siyasi sistemi radikal bir şekilde değiştirmek istemeleriydi DYÇ'ye sebep olan ayaklanmalardaki hedef, bazen sistem yerine yöneticiler olabiliyor Baskıcı, yeteneksiz, kokuşmuş görüntüleriyle uyguladıkları sosyal, ekonomik veya siyasi politikalarının toplum içerisinde belirli gruplara farklı uygulandığı noktasından da kaynaklanabiliyor Gruplar kendilerine haksızlık edildiğini öne sürebiliyorlar Etnik köken farklılıklarına, farklı gruplardan, farklı ırklardan olanlara farklı yaklaşıldığını iddia edebiliyorlar Kısacası; sonuçta ayaklanmalar, şöyle ya da böyle, bir politik meşruiyet bunalımı yaratıyorlar
|