Prof. Dr. Sinsi
|
İslâm Hat Sanatının Doğuşu Ve Gelişmesi
Hat san’atı, İslâm medeniyeti çerçevesinde Arap yazısına bağlı olarak doğmuş ve gelişmiş güzel san’atlardan biridir Arap yazısı İslâm’ın zuhuru ile sür’atli bir inkişâf devresine girmiş ve hicreti ta’kîb eden iki asır içerisinde bir taraftan bağlı bulunduğu Arap dilini ifâde edebilen bir yazı sistemi, diğer taraftan hâlâ canlılığını muhafaza eden bir san’at şubesinin ana unsuru olmuştur
Arap yazısı, Ârâmî halkasıyla Fenike yazısına bağlanmaktadır Ârâmî yazısından Nabat yazısı inkişâf etmiş ve bundan da Arap alfabesi doğmuştur Nabatî yazı Havran, Petra, el-Ulâ yoluyla Hicâz’a veya İslâm âlimlerinin naklettiklerine göre Enbâr’dan Hîre’ye, oradan Hicâz’a veya Havran, Enbâr ve Hire’ye, oradan da Dümetülcendel yoluyla Hicâz’a gelmiş ve yayılmıştır
Hz Peygamber’in (asm), ashabı arasında güzel yazı yazan Abdullah b Said b Âsî b Ümeyye’ye Medine halkına yazı yazmayı öğretmesini emrettiği, yine ashâbdan Ubâde Sâmit’in Suffe ehlinden bazılarına Kur’ân ve yazı yazmayı öğrettiği bu konuda nakledilen haberlerdendir Bedir Savaşında esir alınan, yazı bilen ve fidye ödeyemeyen müşriklerin on Müslüman çocuğa okuma-yazma öğrettikten sonra serbest bırakılmaları da yazı ve öğretim hususunda Hz Peygamber’in (asm), gayret ve hassasiyetini gösteren hadiselerdir
Hz Ebûbekir (ra) döneminde vahiy kâtibi Zeyd b Sâbit (ra) tarafından suhuf haline getirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm, daha sonra Hz Osman (ra) tarafından bir nüsha istinsâh edildi ve bu nüsha çoğaltılarak muhtelif İslâm memleketlerine gönderildi
VIII asır sonlarından itibaren hat san’atkârlarının güzeli arama gayreti netîcesi, ölçülü olarak şekillenen yazılar Aslî ve Mevzun hat ismiyle de anılmaya başladı Bu yazılan ileri bir merhaleye eriştirenler arasında ayrı bir mevkii olan İbn Mukle (?-328/949), hattın nizâm ve âhengini kâidelere bağladı XI Asrın başlarında Muhakkak, Reyhânî ve Nesih hatları doğdu Bu devrin parlak ismi olan İbn Bevvâb (?- 413/1022), İbn Mukle yolunu değiştirdi ve XIII asır sonlarına kadar bu üslûb sürdü Aynı yolda çalışan İbn Hâzin (?-518/1124), Tevkî’ ve Rika’ yazılarına yön verdi
Nihayet, İbn Bevvâb yolunu geliştirerek aklâm-ı sitte (altı yazı) denilen Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhânî, Tevkî’ ve Rika’ hatlarını XIII asırda en mütekâmil şekliyle tespit edip yazabilen bir üstâd, Yâkûtü’l-Musta’sımî (? 698/1298) Bağdat’ta zuhur etti O zamana kadar düz kesilen kamış kalemin ağzını eğri kesmek de onun buluşudur ve bu hâl, yazıya büyük letâfet kazandırmıştır
Yakut’un ölümünden sonra, onun aklâm-ı sitte anlayışı, yetiştirdiği üstâdlar eliyle Bağdat’tan, Anadolu, Mısır, Suriye, İran ve Maverâünnehr’e kadar yayıldı Yakût’un aklâm-ı sitte üslûbu, Osmanlı topraklan dışında yüzyıllarca devam etti; lâkin zaman Yâkût çağından uzaklaştığı nisbette bu yazı üslûbu da aslından uzaklaştı
Şeyh Hamdullah (1433-1520), II Bâyezid’in teşvîkleriyle Yakût’un yazılarındaki en câzip şekil ve üslûbu ayırarak bundan sonrası için kendisine rehber edindi XVI asır başından itibaren, Osmanlı topraklarında artık Yâkût yerine Şeyh Hamdullah tavrıyla yazılmaya başlanmış, Şeyh’in yetiştirdikleri de onun üslûbunu yaymışlardır
Kanunî devrinde Şemsü’1-Hat (Hat güneşi) olarak şöhret bulan Ahmed Karahisârî’nin (ö 1556) bilhassa Celî sülüs ve kendi tarzı olan Müselsel yazılarda ulaştığı kompozisyon güzelliği bütün hattatlar tarafından kabul edilmiştir
Şeyh Hamdullah ekolü, bilhassa aklâm-ı sitte’de bütün hızıyla devam etmiş, XVII asırda Büyük Derviş Ali, Ağakapılı İsmail b Ali, Suyolcuzâde ve Eyyûbî Mustafa b Ömer’le devam eden Şeyh üslûbu, bu yolun en mühim üstâdlarından ve yenileyicilerinden olan Hâfız Osman’la yeniden canlanmıştır
Hâfız Osman kemâle erdiği dönemlerde Şeyh Hamdullah’ın yazılarından beğendiği en güzel harfleri seçerek ve onları küçülterek, üzerinde yaptığı uzun çalışmalardan sonra, onların bünyelerinde daha güzel nisbetler yakalamış, harf ve kelime aralıklarını yeniden gözden geçirerek kendine mahsûs üslûbunu ortaya koymuştur
Onun yazıda açtığı bu çığır Şeyh Hamdullah’tan sonra bütün İslâm âleminde hâkim ve ideal bir üslûp olmuş ve bugüne kadar Şeyh gibi yazabilmek bir özellik iken, Hâfız Osman’dan sonra Onun gibi yazabilmek bir gâye olmuştur Bu ekol 19 asırda yetişen Mehmed Şevki Efendi’de (1829-1887) kemâle erecek, ideal ölçü ve güzelliğine kavuşacaktır
Aklâm-ı sitte’de, özellikle sülüs ve nesih yazıda sayısız murakka, levha, en’âm-ı şerif, delâilü’l-hayrât ve Kur’ân-ı Kerîm yazan Hâfız Osman, hat san’atında ilk defa Sülüs ve Nesih hattı ile hilye formunu ortaya koymuştur
Celî sülüs nev’inde her asrın san’at seviyesine göre parça parça güzelliklere rastlanmakla beraber bir bütün olarak bu yazı nev’inde, Mustafa Râkım’a (1758-1826) kadar her asırdaki ekol sahibi hattatlar dahi tam olarak muvaffak olamamışlardır
Mustafa Râkım Efendi, Hâfız Osman’ın en a’la Murakka’ları üzerinde yaptığı araştırmalardan sonra bilhassa Sülüs ve Nesih ile Hâfız Osman gibi yazmayı başarmıştır Celî sülüste, önceleri satranç (kareleme) usûlüyle büyütme yolunu muvaffakiyetle kullanarak, eline meleke geldikten sonra doğrudan yazmaya başlamıştır Usta bir fıgürist ressam olması dolayısıyla mükemmel seviyedeki ilm-i menâzır (perspektif) bilgisini istifteki büyük kabiliyetiyle birleştirerek, Celî yazının konacağı yüksekliğe göre, bazı harfleri daha geniş yazmak gibi vs değişiklikleri yapmak, ancak böyle bir hat dâhisince tatbik edilmiştir
19 asrın sonlarına doğru Kastamonu’da dünyaya gelen Mehmed Şevki Efendi, bütün hattatların Sülüs ve Nesih yazıda feyiz aldığı, yazılarını onun yazısına benzetmeye çalıştığı, bir kâmil insan, tevâzu, incelik ve zarâfet örneği olan dâhi bir hattattır
M Şevki Efendi, Mustafa Râkım’dan sonra Sülüs ve Nesih yazılara en güzel nispet ve şekilleri vermiş, İslâm dünyasında çok benimsenen kendi üslûbunu ortaya koymuştur
Şevki Efendi’nin muâsırı ve “Celî yazmadıkça hattın esrarına vâkıf olunamaz” diyen Sâmî Efendi (1838-1912), celî sülüs yazıda Mustafa Râkım ve celî ta’lik’te ise Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi (1776?-1849) tavrını güzelleştirerek, devrinin hattatlarına ve sonrakilere bu yolda imam olmuştur
Birbirinden güzel Sülüs-Nesih kıt’a, delâil, en’âm-ı şerîfleriyle temâyüz eden Hasan Rıza Efendi’nin (1849-1920), en muvaffak olduğu yazı nev’i Nesih’ti
Sami Efendi’den sonra zamanın en büyük üstâdı kabul edilen Nazîf Efendi’nin (1846-1913) esas ustalığı, celî’de ve taklîden yazdığı yazılarında görülür 19 Yüzyılın sonlarında yetişen ve 20 yüzyılın en kudretli hattatlarından olan Kâmil Efendi (1861-1941), İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946), Sami Efendi’nin yazdığı yazılara kendi imzasını attığı Hulûsi Efendi (1869-1940), Ebru san’atını Özbek şeyhi Edhem Efendi (1829-1904)’den öğrenerek yeni nesillere öğreten ve unutulmaktan kurtaran Hezârfen Necmeddin Okyay (1883-1976), Macid Ayral (1891-1961), ve iki nesil arasında köprü olan Hamid Aytaç (1891-1982) ve Mustafa Halîm Özyazıcı (1898-1964) bu asrın unutulmaz isimleridir

|