Prof. Dr. Sinsi
|
Garb Ocakları
Garb (Garp) Ocakları Osmanlı Devletinin Osmanlı Devleti, 13 yüzyıl sonlarından 20 yüzyılın ilk çeyreğine değin varlığını sürdüren Türk devleti Anadolu'da kurulmuş, sınırları tarihi boyunca çok değişmekle birlikte en geniş döneminde bugünkü Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ye Akdeniz'in doğusundaki adaları, Macaristan ve Rusya'nın bazı kesimlerini, Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı, Cezayir'e kadar tüm Kuzey Afrika'yı ve Arabistan'ın bir bölümünü kapsamıştır
Kuzey Afrikadaki üç eyâleti; Afrika kıtasının kuzeyindeki bölgeye verilen isim Bugün Kuzey Afrika'da Fas, Cezayir, Tunus, Libya,Mısır Sudan devletleri bulunmaktadır Bölgede Müslümanlar çoğunlluktadır Yaygın olarak kullanılan dil ise Arapça'dır
Tunus, Kuzey Afrikada yer alan bir kıyı ülkesi Batıda Cezayir, güneydoğuda Libya, doğuda ve kuzeyde Akdeniz ile çevrilidir
Tunus, Akdeniz bölgesinin orta kesiminde, karşısında bulunduğuİtalya Yarımadası ve Sicilya Adası ile birlikte, Doğu ve Batı Akdenizi birleştiren ve ayıran bir boğaz meydana getirir Sardunya Adasından 200 km, Sicilya Adasından 140 km uzaklıkta bulunan Tunus, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bağlantıyı kolaylaştırır
Cezayir ve Cezayir (Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti), Kuzey Afrika'da bulunan, Afrika'nın Sudan'dan sonra ikinci büyük ülkesidir Cezayir'in komşuları kuzeydoğuda Tunus, doğuda Libya, güneydoğuda Nijer, güneybatıda Moritanya veMali, batıda Fas ve Batı Sahra'dır Etnik açıdan bir İslami, Arap ve Berberi ülkesidir Ülke ismi Arapçada (El Jazair) adalar anlamındadır
Trablusgarba verilen ortak ad Bunların muhtar bir idâreleri vardı
16 yüzyılda Kuzey Afrika kıyılarında, batıdan Portekizlilerle İspanyolların, doğuda da Osmanlıların katıldıkları büyük bir nüfuz mücâdelesi vardı Türkler ilk defâ olarak 1516da Oruç Reis komutasında, İspanyollara karşı üstünlük kurarak Cezâyire ayak bastılar Cezâyir bir aralık Tunus beyinin eline geçmiş ise de, 1525te Hızır (Barbaros) tarafından geri alınmıştı Akdenizi İspanyol gemilerine dar eden Hızır Reis, 1533te Kânûnî Sultan Süleymân Hanın dâveti üzerine İstanbula gelerek Osmanlı Devletinin hizmetine girdi Büyük Türk denizcisi, Cezâyir beylerbeyi hilatini giyerek kaptan-ı deryâ unvânını aldı Aynı yıl İstanbul tersânelerinde Barbaros Hayreddin Paşaya verilmek üzere 61 parça gemi inşâ edildi Böylece daha da güçlenen Barbaros, 1551de Trablusgarbı, 1574te de Tunusu ele geçirerek Osmanlı hâkimiyeti altına aldı
Osmanlı Devletine katılan diğer yerlerde olduğu gibi, bu üç Afrika ülkesinde de başlangıçta klâsik eyâlet teşkilâtı kurularak, sâlyâneli birer beylerbeylik hâlinde doğrudan doğruya merkeze bağlanmışlardı Sâlyâne yâni yıllıkla idâre olunan eyâlet ve sancakların bütün vâridâtı kendi hazîne yetkilileri tarafından tahsîl olunup, beylerbeyi ile sancakbeylerine ve kul (maaşlı asker) sınıfına hâsıl olan vâridâttan maaş verilir ve fazlası hazîneye gönderilirdi
Cezayir Ocağı
Barbaros Hayreddîn Paşanın Osmanlı Devleti hizmetine girmesiyle idâresinde bulunan Cezayir, beylerbeylik olarak kendisine verilmişti Şehrin muhâfazası için de İstanbuldan 2000 kadar yeniçeri gönderilerek Cezayir Ocağının temeli atıldı (1533) Bu miktar daha sonra 20 000e kadar yükseltildi
Bu kuvvetler Cezayirde Kasriyye denilen yedi kışlada bulunurlardı Teşkilâtları yeniçerilerin bölük teşkilâtının aynı olup, bütün zâbitlerinin üstünde en büyük zâbit olarak yeniçeri ağası vardı Cezayir Ocağında yeniçerilerden başka Türklerden müteşekkil süvâri bölükleri ile yerlilerden kurulu Mahazin adında başka bir atlı kuvveti de bulunuyordu Cezâyirde biri beylerbeyine ve diğeri yeniçeri ağasına âit olmak üzere Paşa ve Ağa dîvânları vardı Kerrase denilen Paşa Dîvânı; hazînedâr (defterdâr), vekilharc (gümrük emîni), emîr-i âhûr, beytülmâlci, azab ağası, kâdı ve yeniçeri ağasından müteşekkildi Paşa Dîvânı eyâlet işlerine ve Ağa Dîvânı da yeniçeri ocağı işlerine bakarlardı Ancak Ağa Dîvânı 1618den îtibâren hükûmet yâni beylerbeyine âit işlere karışmaya başlayınca, vâlilerin nüfûzu kırıldı Çok kısa süren bu durumdan sonra reislerin 1671deki tekrar iktidârı almaları ile "dayılık devri" başladı
İlk dayılar denizciler tarafından seçildiği hâlde, bir süre sonra yeniden kuvvet kazanan ocaklılar, seçimi kendileri yapmaya başladılar Cezayirde 18 yüzyılda vâlilerin hiçbir hüküm ve nüfûzları kalmadı Dayının bir meclis tarafından seçilmesi usûlden ise de çok defâ buna uyulmazdı Dayının, vâli ve kendisini seçen meclisle iş görmesi îcâb ederken, dayılar mevkilerini sağlamlaştırdıktan sonra kâideye riâyet etmez oldular Bu bölünme ve merkeze riâyetsizlik 17 yüzyılda Cezayir Ocağının donanmasının güçten düşmesine sebebiyet verdi
Nitekim 18 asrın ilk yarısında Cezâyir donanması yirmi kadar gemiye sâhipti ve bu devirde evvelce yirmi bin olan Cezayir yeniçerileri de beş bin hattâ iki bine kadar düştü Bu durum, Cezayirin 1830 yılında Fransızlar tarafından işgâl edilmesine kadar sürdü Son dönemde artık beylerbeylik makâmı tamâmen kalkmış, ülke üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti yeni seçilen dayıya hilat ve fermân göndererek onun memuriyetini tasdik etmekten ibâret kalmıştı Böylece hukûken Osmanlı topraklarından sayılan ve Osmanlı Devletinin Akdenizde giriştiği deniz savaşlarına katılan Cezayirin dayıları, zaman zaman bağımsız bir devlet başkanı gibi hareket etmek, hattâ dış devletlerle ayrı ayrı antlaşmalar imzâlamak imkânı bulmuşlardı
Tunus Ocağı
Tunus 1534te Barbaros Hayreddîn Paşa tarafından Benî Hafs Hânedânının elinden alınarak Osmanlı ülkesine katıldı Başlangıçta Cezâyir beylerbeyliğine bağlı olarak idâre edilen Tunus, 1573 yılında doğrudan doğruya beylerbeylik yapıldı ve idâresi Haydar Paşaya verildi
İnebahtı bozgununu müteâkib Tunus, Haçlı donanması komutanı Prens Donjuvan tarafından 1573te işgâl edildi Ancak Yemen fâtihi meşhur Sinân Paşa ertesi sene donanma ile gelerek Tunusu geri aldı ve şehrin muhâfazası için de dört bin yeniçeri bıraktı Tunusun tekrar zaptından sonra daha güneyde ve sâhile yakın olan Kayrevan Hâkimi Şeyh Abdüssamed, 1586da Osmanlı Devletine itâat ederek, kaleyi ve elindeki bütün toprakları Tunus beylerbeyine teslim etti
Tunusta beylerbeylik dönemi 1594te yeniçerilerin ayaklanarak kendi bölükbaşılarından birini üç yıl için dayı seçmeleri sonucu son buldu Başlangıçta seçimle işbaşına gelen dayılar, bir müddet sonra Osmanlı hükûmetinin denizcilerden birini verâset yoluyla dayı atamaya başlamasıyla babadan oğula geçer bir duruma geldi
On yedinci asırda Tunusun idâresi görünüşte beylerbeyi emrinde ise de, Emîr-ül-Evtan denilen Vatan Sancakbeyinin, yâni üç kişinin elindeydi Bu üçlü kuvvetin nüfûz mücâdelesi Tunusun idârî ve iktisâdî gücüne önemli ölçüde darbe vurdu Osmanlı pâdişâhları bunlara devamlı nasîhat yollu fermanlar göndermiş ise de bunlara uyan çıkmamıştı 1705 yılında Hüseyin bin Ali dayılık yönetimine son vererek idâreyi tek elde topladı Bu yeni durum Hüseynî Sülâlesinin idâre dönemi olarak Tunusun 1881 yılında Fransız istilâsına kadar sürdü
Trablusgarb Ocağı
Rodos 1522de Osmanlılar tarafından fethedilince, kalede bulunan Sen Jan şövalyeleri buradan çıkarak Trablusgarba yerleşmişler ve burasını kendilerine üs yapmışlardı 1551 yılında kaptan-ı deryâ Sinan Paşa ile Turgut Reisin Trablusgarbı fethetmesine kadar sürdü
Trablusgarb fethedildikten sonra, eyâlet olarak, Turgut Reis (Paşa) idâresine verildi Turgut Paşa Malta muhâsarasında şehid düşünce, bir aralık Cezayire bağlanan Trablusgarb, sonra tekrar ayrıldı Ancak 1609da dayılık usûlünün, diğer ocaklarda olduğu gibi, Trablusgarbda da kabûlü, beylerbeylik sisteminin eski otoritesinin kaybına sebeb oldu 1711 yılında Karamanlı Ahmed Bey, hem dayı hem de paşa olarak, Trablusgarbın idâresini eline geçirince, bölgede Karamanlı Sülâlesinin hâkimiyet devri başladı ve 1835e kadar devâm etti Bu esnâda bir beyin ölümünden sonra yenisi, ulemânın ve halkının tasvibi de alınmak sûretiyle, askerler tarafından seçiliyor ve seçimin Osmanlı pâdişâhı tarafından tasdik edilmesi gerekiyordu On dokuzuncu yüzyıl başlarında âile arasında beylik çatışmaları kanlı bir safhaya girdiğinden, Osmanlı hükûmeti 1835 yılında müdâhalede bulunarak, Trablusgarbı tekrar, bir eyâlet olarak merkeze bağladı Böylece kuvvetli bir idâreye kavuşan Trablusgarbın elden çıkması, Cezayir ve Tunus kadar kolay olmadı Ancak Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın 1908de tahttan indirilmesinden sonra, Osmanlı Devletinin içine düştüğü bunalımlı devreden istifâde ile İtalyanlar kaleyi işgâl ettiler (1912)
Garb Ocaklarının, 1580 yılına kadar bir mal defterdârı bulunuyordu Cezayirin uzaklığı sebebiyle bu târihten sonra oraya ayrı bir defterdâr tâyin olunmuştu Garb Ocakları yıllıklı (sâlyâneli) eyâletlerden oldukları için her beylerbeylik masrafları çıktıktan sonra devlet hazînesine yirmi beş bin altın gönderiyordu
Garb Ocaklarının her birinin donanma kuvveti mevcuttu Bu üç eyâletten, en kuvvetli donanmaya sâhib olan Cezayir eyâletiydi Bunların geçimleri korsanlık ve muhârebeye dayandığından mükemmel donanmaları vardı Cezayir donanmasının faâliyeti yalnız Akdenize münhasır değildi Bunlar, Cebelitârık (Sebte Boğazını) aşarak Kanarya Adaları, İngiltere, İrlanda, Flemenk, Danimarka ve hattâ İzlanda Adasına kadar donanma akınlarını uzatmışlardı Büyük Britanya Adası civârındaki Lundy Adasını zaptederek bir müddet oturan Cezâyirliler, daha sonra adayı İngiliz korsanlarına yüklü bir para mukâbilinde satmışlardı
Garb Ocakları donanmaları Osmanlıların bütün Akdeniz muhârebelerinde Osmanlı donanmasıyla birlikte bulunmuşlardır Lüzûmu hâlinde bu üç ocağa ilkbaharda donanmaya katılmaları için pâdişâh tarafından ferman gönderilir, onlar da gemi reisi olan ve dayı denilen başbuğları ve çeşitli kadırga ve kalyonlarıyla sefere katılırlardı
Garb Ocakları iki-üç senede bir pâdişâha hediyeler takdim ederler, buna mukâbil tersâneden gemi levâzımı, top, barut ve hattâ gemi tedârik ederlerdi Bunların İstanbuldaki bütün işleri kaptanpaşa vâsıtasıyla görülürdü
On yedinci yüzyıldan îtibâren yöneticilerinin çoğu ecnebî devletlerle antlaşmalar yapar ve mektuplaşırlardı
|