Prof. Dr. Sinsi
|
Tataristan'ı Tanımak - Tataristan'da Hayat - Tataristan Hakkinda Bilgiler
İlk yıllar evet böyleydi bekar arkadaşlar için yemek konusunda şartlar daha ağırdı Evli olanlar yine hanımlarının elinden yiyebiliyorlardı Tabi o yıllarda malzeme sıkıntısı da vardı Millet zahireliğini Türkiye'den getiriyordu Özellikle ilk yıl çok gariptik Çünkü ormanda yaşıyorduk ve evli olan abilerimizi iki kişiydi Müdürümüz Ahmet Şahin Bey ve İngilizce Öğretmenimiz Nedim Özüak beydi Kalan herkes bekardı Sonraki yıllarda özellikle bekar arkadaşlar Ramazanları iple çeker olmuşlardı Zira abiler de arkadaşların böyle sıkıntılar çektiğini görüyorlar her gün iftara gurup gurup davet ediyorlar böylece annelerinin yemeği gibi ablalarının yengelerinin yaptığı yemekleri tatlıları yiyorlardı özlemle ve iştahla Tabi o günkü yengelerimiz de bundan son derece memnun oluyorladı Allah Hepsinden Ebeden Razı Olsun!
Fakat bu iş hep böyle gitmez di taşıma su ile değirmen bir yere kadar giderdi Biz artık hicret etmiştik Buraların havasına suyuna alışmak durumundaydık Halk ne yiyorsa biz de onu yemeliydik Sevmeliydik Onlardan biri olmalıydık Ayrıcalığımız olmamalıydı Tabi buna alışmak zaman alacaktı Biz her nekadar kendi yemeklerimizi özlesek de Tatar yemeklerini de sevmiştik Belişleri, üçpuçmakları, gübediyeleri, tukmaçları, mantıları, pilmenleri, kıstıbıyları Bunlara ilaveten ayrı bir tür olarak mantarın hem kendisini hem de turşusunu sevdik Ayrıca balık yumurtasını sevdim, ve tuzlanmış balıkları ve tuzlanmış kazı sevdim
İMKANLAR ÇOK SINIRLI VE KISITLIYDI
İlk yılımızda renkli fotoğraf olayı yoktu bu nedenle renkli poz da satılmıyordu Filmleri Türkiye ye giden gelen biriyle sipariş ediyorduk Poz bittikten sonra yine Türkiye’ ye gidecek birini bekliyorduk onun aracılığıyla filmi banyo ve tap ettiriyorduk Gönderdiğimiz bazı pozlar kontrolden geçerken yanabiliyordu Biz öyle yorumluyorduk o zaman Hakikatini bilemiyorum Fotoğraflar siyah beyazdı bu işle amatör uğraşanlar çoktu kendi çekip kendi tab eden Bu ayrı bir meraktı Şuan bile (2002) vizeler için renkli fotoğraf kabul etmezler Mutlaka siyah beyaz olması lazım O da her siyah beyaz fotoğrafta olmaz onun özel ölçüleri var mutlaka öyle olmak zorundadır Tabi bu bizim için bir yandan eğlenceli bir şeydi siyah beyaz fotoğraflar nostaljik oluyordu bizim de burada öyle hatıra fotoğraflarımız var zannedersiniz 60 lı 70 yıllarda çekilmişiz
Yurt dışıyla mektuplaşma haberleşme çok zayıftı Herhalde Rusya 70 yıl dünyaya kapalı yaşadığı için bu konuda alt yapı oluşturmamıştı Türkiye'ye telefon açmak için şehirde bir postane vardı 30 mahallede Globus binasının yanında ikinci kattaki yer Ayda bir telefon açmaya giderdik Orda önce şehrini numaranı yazıp veriyorsun memura çıkması için orda oturup bekliyorsun Bu bazan yarım saat bazan bir iki saat sürebiliyordu Hatta günlerce gelip yazdırdığı halde bir türlü Türkiyeyle konuşamayan arkadaşlarımız da vardı Bunlardan birisi Rizeli Mustafa Yazıcı Hocamdı
Fotokopi, faks imkanı yoktu Yani bu makineler satılmıyordu Hatta Türkiye'den buralara gelirken, bize tenbih etmişlerdi evraklarınızı fotokopi ettirin orda bu imkan yok diye Bereket versin Abiler küçük bir tane bulmuşlardı
Mektuplaşmayı ancak gelip giden birisi aracılığıyla yapabiliyorduk PTT sağlıklı değildi Ya kayboluyor ya da çok uzun sürede gidiyordu En temizi elden göndermekti
YAZIN 21 SAAT GÜNDÜZ, KIŞIN 17 SAAT GECE YAŞIYORUZ
Bu coğrafyada kışın günler çok kısa geceler çok uzun, yazın ise gündüzler çok uzun geceler kısa Kışın altı ay kar olmasına karşın yaz ayları bizim bahar ayları gibi geçer ve beş aya yakın yaz yaşanır Günler uzun olduğu için güneşi çok görür ve bu çiftçinin işine yarar 3 ayda 6 aylık verim alınabilir Ayrıca bize enteresan gelen bir şey de Oldu Komşu Cumhuriyet Başkurdistan ile Tataristan arasında bir köprü bulunmakta, ister uçakla ister yay, ister arabayla geç tam iki saat sürüyor evet yanlış duymadınız Biz de sizler gibi bu olaya hayret etmiştik Meğer bu iki ülke arasında 40 m lik bir köprü bulunuyor iki ülke arasındaki saat farkı iki saat olduğu için böyle bir espri yapmışlardı bize Bu husus enteresan tabi ki Türkiye ile 1 saat fark var Burada 8 ise Türkiye’de 7 oluyor Bu gece gündüz farklılığından dolayı tabi ki namaz ve oruç vakitleri de bunların paralelinde çok acayip bir şekilde uzayıp kısalıyor Kışın 6-7 saat bir gündüz yaşanıyor saat üçlerde hava kararmış oluyor Yani kışın 3 te akşam giriyor 4 30 da da yatsı 11 30 da öğle giriyor 13 00 da öğle vakti çıkıyor Sabah vakti 8 lerde çıkıyor Yazın namazları peşpeşe kılınıyor Kışın öğleye kadar işlerini halletmek zorundasın yoksa namazları yetiştiremiyorsun Şehirde bir iki mescit var birsine gideyim derken yolda vakit çıkabilir Yazın ise vakit öylesine genişliyor ki Akşam saat 11de hava kararmaya başlıyor tam kararamıyor gece saat bir buçuk iki de de hava aydınlanıyor Yani akşam 11’lerde kılınıyor gece 12 de yatsı aslında yatsının vaktinin girmiyor daha doğrusu yatsının vakti olmuyor bu nedenle gece 12 de akşamla yatsıyı cem etmek de mümkün 12 30 dan sonra da buyurun sabah namazına Öğlenin vakti 17 30 18 00 lar da çıkıyor Yazın bir abdestle çok rahat akşam yatsı ve sabahı kılabilirsiniz Hani takva bir zattan bahsedilir ya! kaç yıl yatsı abdestiyle sabah namazı kılmış İşte burda herkes böyle takva çünkü yatsının abdestiyle sabahı kılıyorlar  Bununla ilgili bir hatıramı nakletmeden geçemeyeceğiml Kışın bir köye ziyaret için gittiğimizde misafır olarak Hanife adlı bir ninenin evinde kaldık Tabi burda namaz kılmak çok derin bir mollalık emaresiydi Kış olduğu için neylersin biz de namazları kısa zaman aralıkları içinde kılıyoruz Sonradan öğreniyoruz ki Nine köy halkına diyor Bize Türkler geldi saat başı namaz kılıyorlar öyle mütedeyyin insanlar diyor İşte aynı ninenin evine birde günlerin uzun olduğu bir zaman da gittik O zaman da beynamaz gibi olduk Kadın bilmem bizim hakkımızda neler düşünmüştür
Gelelim oruç meselesine Şu anda oruçlar kışa denk gelmekte Sahur sabah 6 ya kadar yapılabiliyor Öğleyin 3 de de iftar edebiliyorsun Yani 9 saatlik bir süre Ne kadar kolay değil mi Biz hiç Ramazan da olduğumuzu hissedemiyoruz Ne acıkmaya zaman var ne susamaya Bu kış aylarında tut tutabildiğin kadar nafile oruç Hatta aklımdan şöyle bir delilik bile geçiyor , orucu kasten yemek ve 61 gün kefaret tutmak 2000 yılında günlerin en kısa olduğu dönemi yaşadık Bir de madalyonun öteki yüzüne bakalım Yazın günlerin uzun olduğu dönem 21-22 saat oruçsun Bu 30 sene sonra gerçekleşecek, burda ben Cemil Alacalık Hocamın bu hususla ilgili enfes tespitini yazmadan geçemeyeceğim o şöyle diyor Bu diyarlarda dine dönüş günlerin en kısa olduğu günlerde başladı İnsanlar kolaydan zora oruç tutmaya alışacaklar Allah böylelikle alıştırıyor Ya en uzun günlerde böyle dine dönüşler olsaydı halka kaldıramaz dökülürdü Bu Rabbin apaçık bir merhameti dedi Allah bizi de bu cümleden iltifatlandırıyordu Evet bu neslin dedelerin o uzun günlerde tarlada çalışa çalışa oruçlarını tutmuşlar bunu yine onların torunları söyledi Gelecek anılarda buluşmak üzere  
Maraşıma Maraşlıma en samimi selamlarımı gönderiyor saygılarımı sunuyorum
KİTAP OKUMAYA VE TAHSİLE VERİLER ÖNEM
“Türkiye’de okuma yazma oranı %99” demeye alışmışızdır Peki ya “okuyan” ve “yazan” oranı kaç acaba? İşte bizi buralarda en çok hayrete sevk eden şey bu insanların ciddi manada okuma aşkına, alışkanlığına sahip olduklarını gözlemlemek oldu Şu 11 yılda pek çok dost ve arkadaşlar edindim Evlerine gittğimiz her ailede ilk dikkatimizi çeken şey; rafların cilt cilt irili ufaklı kitaplarla dolu olmasıydı Şiirler, romanlar, fikir kitapları vs Bu kitaplar rafları süslemek için değildi onlar bu kitapları evet yutmuşlardı, bizde küçük dilimizi yuttuk Moskova’da metroda giden insanların ellerinde kitap okuduklarını görünce bende utanıp ve de örnek alarak otobüste trende yanıma kitap almayı ihmal etmemeye başladım Oysa küçükken bana söylenen sözler hala kulağımda yankılanır: “Çok okuma, derine dalma, rahmetli babannemin: okuyup allamei cihan olucun elleham!” Okumaya karşı soğutulmuşluk vardı
Liselerde 10 11 sınıflarda özellikle edebiyat dersi müfredatlarında kalın kalın klasik romanlarını, şiir kitaplarını okutma var onlara analiz ve bunlardan imtihan oluyorlar 400-500 sayfa kalın kalın kitapları çocuklar okuyor inceden inceye imtihan veriyorlar
Şehirde halk okuyor Köylerde insanlar okuyorlar hem de nasıl kütüphanesiz bir tek köy gösterilemez Mesela benim ziyaret ettiğim Balık Bistesi İlçesine Bağlı KiçiEşnek köyünde 150 hane var 5000 tane kitap mevcut Özellikle kışın köyde tarla işleri olmadığı için insanlar pek çok kitap okuyorlar Ne köylerde ne şehirlerde “Kahve” göremezsiniz Çiftçi okuyor, nineler okuyor, biz de oraya Türkçe’den çevrilmiş bazı kitaplar götürmüştük de nineler tarafından kapış kapış olmuştu Nineler deyince eşimin(eşim Tatar) babaannesi rahmetli Sadenur Nine ömrünün son iki yılını yatakta geçirdi Bu nine ha bire kitap okuyordu, günde 150- 200 sayfa evet benden hep yeni kitaplar isterdi işte en son verdiğim kitabı da bitiremeden hakkın rahmetine kavuştu Köylerde her eve gazete girer Köyde türlü dergi ve gazetelere abone olmuş ve bunları özenle arşivlemiş Bunları bana eşim gösterdi İşte bizim nine bunlardan sadece biri Altım yetmiş yaşındaki nineler ellerinde gazete görürseniz şaşırmayın Evet elinde kalın mercek bir cam bunu gazetenin üzerinde gezdire gezdire okuyordu nine bunlara şahit olduk Aynı şekilde tanıdığım bir teyze anlatıyordu: Annesi 80 yaşına kadar kitaplar dergiler, gazeteler okumuş, sekseninden sonra gözleri görmez olunca çocuklarına okutmuş dinlemiş Buna son bir misalde şunu vermek istiyorum 60 yaşından sonra elifba, Kuran öğrenme kurslarına devam eden azimle o yaşlarından sonra bunları öğrenen insanlar gördüm ve dona kaldım İşte böylesine güçlü bir okuma öğrenme arzusu vardı bu insanlarda
Çocuk Bahçesi veya kreş İşte ilkokul öncesi eğitim Öyle sistemli öyle gelişmiş ki aklınız durur Çocuk iki buçuk üç yaşından itibaren bu okullarda eğitim alıyorlar Bununla ilgili kadro, eğitim araç gereçleri ders kitapları metod kitapları yeterince mevcut Eşim böyle bir kreşte piyano öğretmeni olarak görev yapmakta Çocuklara milli terbiye örf adetler, kendi müzikleri, şarkıları buralarda öğretiliyor Özel bayramlarda bu çocuklar skeçler, oyunlar hazırlıyorlar Bu yaşlarda türlü kabiliyetleri çocukların keşfediliyor ve o yönde çocuklar yetiştiriliyorlar Burada çocuklar ilkokula okuma yazmayı öğrenmiş olarak başlıyorlar Buralarda, çocukların el becerileri, resim, sanat, kendine güven gibi karakter, saygı gibi duyguları inkişaf ediyor Bu kreşler arasında her türlü oyun, skeç, şarkı yarışmaları düzenlenir Milli eğitim bakanlığınca büyük kültür merkezlerinde yapılır bunlan Bütün şehir ülke genelinde Bu nedenle çocuklarda her türlü kabiliyet var Evlerine gittğimizde kimi piyano, kimi gitar çalar, kimi çok harika resimler yapar, el sanatları sergiler, sahnede çok rahatlar, çünkü bunlar hep küçük yaşta verilmekte
İşte terbiyeye nerden başlıyorlar biz bu konuda çok geç kalıyoruz Bizim öğrenmemiz almamız gereken üzerinde araştırma yapmamız gereken bir şey
Üniversiteden mezun olma oranı %95 lerin üstünde seyrediyor İnsanlar bir iş sahibi olmak gayesiyle üniversite bitirmiyorlar Hayatı okumak için üniversite okuyorlar
Okuyan ve yazan oranı demiştik Birazda yazanlardan bahsedelim Ülkede böylesine okuyun insan olunca onlara kitap yetiştirmeye çalışan insanlar da var elbette Onlar öylesine çok ki Bir insanın kitap çıkarması adeta sıradan bir hadise İlmi çalışmalar gerek, dil gerek edebiyat alanında pek çok şair ve yazar yetiştirmiştir Özel edebiyat gecleri, şiir hikaye şenlikleri vs Üniversite öğretmenleri mutlaka kariyer yapar ve alanında kitap yazmakla meşgul olur Millet vekilleri yine öyle Mesela bunlardan Tufan Minnullin, Robert Minnullin, Razil Valiyev’ sayabiliriz şiir makale, deneme yazıları vb
Geçenlerde Tatar Halkı’nın güzide ve çilekeş yazarı rahmetli Ayaz Gılajev’in evine gitmiştik Eşi Nekıye Hanım Teyze sağolsun bizi davet etmişti Orda geçen konuşmadan küçük bir şey nakletmek istiyorum Ayaz Bey 13 Mart 2002 de vefat etti Vefatından 5 yıl önce zannedersem Türkiye seyahatleri olmuş orda gördüğü izlenimlerden birini şöyle nakletti “Ben Türkiye Halkının bizim Tatarlar seviyesinde okumaya, ilme önem vermediğini gördüm İnsanlar daha çok, ticaretle meşguller ” Evet doğru görmüşsünüz diye teyit ettim Devam etti “ Tatar Halkı Türkiler arasında ilme irfana, çok önem vermişler halk köyden de olsa çocuklarına hep üniversiteyi bitirtmeyi hedeflemişler Kazakistan’lara Tacikistanlara gidip medreseler açmışlar ilim irfan götürmüşler Tatar hep okumuş, camisini medresesini gittiği yere inşaa etmiş ” Nekıye Teyze çok doğru bir hakikati tekrar ediyordu Ve benim çok ilgimi çeken ve de duygulandıran şu duayı yemek masasının başında yaptı “Allahım diyorum Tatar Halkımın Edebiyatçı, Yazar, ve alimlerinin sayısını,kalitesini artır derecelerini yükselt diyorum dedi ve oracıkta ellerini açıp gözleri dolu dolu böyle dua etti Ben hem tatar halkı için Hemde Türkiye halkım için bu duaya amin dedim İlk defa böyle bir dua dinliyordum
PEKİ,OKUMA VE TAHSİL NE KAZANDIRMIŞ?
Okuyan insandan zarar gelmez, ne gelirse insanın ve milletlerin başına cehaletlerinden gelir Yine Mevlana’nın ifadesiyle “Cahil insan kendinin bile düşmanıdır başkasına dost olabilir mi? Evet böyle okumayla tahsille yoğrulan millet, insanın terakkisine mani olan, ön yargı, şartlanma,bağnazlık, yobazlık, taassup ve yanlış bakış açısından uzak, son derece tevazü sahibi herkesi kendi konumunda görme, tam manasında bir tolerans ahlakı kazanmışlar Bunlara aşağıda misaller verelim
Ben o yıllarda hem okuyor hem de Türk Lisesinde eğitmenlik yapıyordum Çocukları Okula imtihanla alıyorduk İmtihan günü çocuklarının ellerinden tutup getiren bir çok insan okulun bahçesinde bekliyorlardı Biz bu insanlara sorular sorduk neden bu okulu tercih ettiniz? Diğer okullardan bu okulun farkı ne neler duydunuz türünden sorular? Evet Rus bir annenin verdiği cevap bizi etkilemişti “Ben her hafta kiliseme giderim, o günümü ihmal etmem Ama bugün kiliseye gitemedim çocuğumu bu imtihana getirdim Burayı tercih etmemin sebebi ise komşu çocuklarımın etkisidir Onlar burda okuyorlar ben onların okumadan önceki hallerini ve buraya girdikten sonraki durumlarını kıyaslıyorum ve gerçek bir terbiyeyi görüyorum ” Ama burda Türk Kültür anlayışına göre terbiye alacak?” olsun o benim için önemli değil yeterki sizler gibi olsun ” Evet şartlanmaşılığa bir çarpıcı misal daha Yolda giden Rus çocuklarının üzerinde kıpkırmızı ay ve yıldızlı Türk Bayrağı tşörtünü görünce gözlerim dolmuştu, bir kaç defa şahit oldum buna Bakın körün körüne bir düşmanlık yok ne kendilerinde ne görenlerde ne de ailelerinde Acaba bir Türk Çocuğunun üzerinde biz böyle Rus Bayrağı görseydik ne yapardık Bakın görüyor musnuz farkı vet yine o yıllarda okulda velilere iftar yemeği vermiştik Oraya gelen Rus bir velimiz başını kapatıp gelmişti Sebebi ise müslümanın bu özel gününe hürmetiydi Kendisi öyle ifade ediyordu
Evet bu ülkede Müslüman ve Hıristiyan nüfus oranı hemen hemen yarı yarıya Ve yüzden fazla farklı millet yaşıyor Şehirlerde Camiler ve kiliseler mevcut Ve bu iki dinin temsilcileri arasında büyük bir tolerans var Gerek Moskova daki Bütün Rusyanın müftüsüyle bütün Rusyanın Hristiyan liderleri aynı masaya oturup samimi biir sohbet havası içinde meseleleri, problemleri görüşoyor hal etme yoluna giriyorlar Aynı şekilde Cumhur Başkanı Valdemir Putin iki din lideriyle aynı konumda görüşüyor problemlere hal çareler üretiyorlar Hatta o yıllarda Yeltsin’le Rusya müftüsünün bir fotoğrafını görmüş ordaki manzaraya hayret etmiştim Yeltsin Rusya müftüsüyle tokalaşıyor ve hürmetten öylesine eğilmişki nerdeyse müftünün elini öpecek Bu Kazan’da ve diğer şehirler de de böyle Bunun yadırganacak hiçbir tarafı yok Ama biz bunu hecelemeye çalışmaya çalışıyoruz bugün Gelelim halk arasındaki münasebetlere Bir fabrikada Hıristiyan ve Müslüman vatandaşlar yanyana çalışırlar Burda insanın dini ve milli kimliğine bakılmaz, insani kimliğine dikkat edilir İşte bunula ilgili bir yardımlaşma örneği: Bir velimiz anlatıyor ben de hayretle dinliyorum: “Biz bir işyerinde, devlet dairesinde Tatar Rus birlikte çalışıyoruz Rus Halkının Paskalya Bayramında biz nöbete kalırız, Ramazan ve Kurban Bayramında onlar nöbete bizim yerimize kalırlar Evet böylesine bir anlaşma ve dayanışma var Ah diyorum ah! Bu “ah” larımı Necip Fazıl rahmetli ne güzel dile getirmiş:
“Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Gelemi tevazuya, insanoğlu insanda bulunması gereken en temel haslete  Evet bu güzel özelliği halkın en üst kademelerdene alında en alt kademelere kadar müşahede etmek mümkün Belki onlardaki bu denlü tevazü bizi yanılgıya sevketmişti
“İNSANLAR ARASINDA BİR İNSAN OL  ”
İşte bu söz tam anlamıyla buralarda yaşanıyordu;Üniversitede okurken, Rektör ve Dekanımızla, doçent, profesör hocalarımızla çok rahat görüşüyor konuşuyorduk Öğrenciyle aralarına bir perde koymuyorlardı Aşılmaz duvarlar arkasında değillerdi Aynı şekilde bir Milli Eğitim Müdürü, Kaymakam, Vali, Başbakan, Cumhurbaşkanı  Bu özellikler herkeste mevcuttu Yine üniversite kesiminde büyük akademisyenler, edebiyatçılar, dilciler, yazarlar, şarkıcılar, hepsinin kapısı sıradan insanlara açıktı Aşağıda buna çarpıcı bir misal vermek istiyorum
Rusya’yada sonbahar ve ilk baharda “Subbotnik” adlı bir temizlik günü geleneği var “Subbota” kelimesi Rusça’da Cumartesi anlamına gelmektedir Ve bu Cumartesi günü yapılmaktadır ilkbahara girerken karların erimesinden sonra ort İşte o gün bütün Rusya’da temizlik günü Bütün şehir çalıdan, çöpten, yapraktan temizlenir Bahçe toprakları havalandırılır Cumhurbaşkanı, Başbakan, Vali, Kaymakam, Milli Eğitim Müdürleri, okul müdürleri, öğretmenler, öğrenciler, hademeler, fabrika amirleri, işçileri, apartman sakinleri, herkes ama herkes beraberlik şuuru ve coşkusu içinde aynı gün bu temizlik bayramına başlıyor
İlk defa Lenin eline süpürge, kürek alarak Kızılmeydanı bütün devlet yöneticileriyle temizlemeye başlamış ve böylece geleneksellşmiş İnsanlar bunu bir bayram havası içinde kabül ediyorlar, ve yılın bu gününü iple çekiyorlar “Herkes kapısının önünü temiz tutsa hertaraf temiz olur” sözümüzü bunlar hayata taşımışlar Bu geleneksel “Subbotnik” şenliği Leninin vefatına kadar mayıs ayında yapılırken, Lenin’den sonra, O’nun doğum günü olan 22 nisanda yapılmaya başlanmış, fakat Sovyetler Rejimi yıkılınca Lenin’in itibarı düşmüş ve 20 nisana almışlar bugünü Fakat temizliğe tepki olmamış
İşte üniversitede öğretmenlik yaparken, lisede öğretmenken bütün çalışanlar işçi elbiselerini giyip çıkıyorduk Bu bize ağır geliyordu zira aynı ruhta yetişmemiştik Bizde de böyle ahlak olsaydı bu tam bir toplu hareket, toplum şuuru  
Diğer bir can alıcı noktada şu İnsanların bulundukları makam ve mevki özel hobilerini yapmaya mani olmamış
Bizim üniversitede profesor hocamız Elfine Hanım eşofmanla kayak yapmaya giderken bizim bir arkadaşımız görmüş ve “Aman hocam sizi arkadaşlar böyle görürlerse saygınlğınızı yitirirsiniz” demiş ve kendisi bizlere görünmemek için gizli gizli kayak yapmaya gitmiş Bunu bize kendisi anlatmıştı Ve bir profesor olarak kayak yarışmasına katılıyordu Başka bir alan olan ralli yarışına da en meşhur şarkıcılarlar Salavat Fethettinov ve Başbakan Rüstem Minnihanov ‘lar katılıyor özel becerilerini buralarda sergiliyorlardı Mesela bir keresinde Salavat birinci oldu ve aldığı maddi ödülü bir hayır kurumuna bağışladı
Kazan’da buz hokeyinde Tataristan’ı temsil eden Rusya takımındaki Akbars adlı takım var İşte Bu Akbars’ın oyun sahasında başbakan, milletvekilleri haftanın Salı günü özel buz hokeyi maçları yapıyorlar kendi aralarında
Yöneticiler halkla içi içe demiştim Tatarlarlara özleşmiş bir husus var O da camii Dünayanın neresine giderseniz yabancı diyarlara, orda camii görürseniz tereddütsüz Tatarların yaptığını görürsünüz Mesela Japonya’daki ilk caminin sahibi oraya yerleşen Tatarlar olmuştur bu onların geleneksel özelliğidir cami ve medrese Bunu da yeri geldiği için yazmak istedim Küçük bir köydeki Cami açılışına başbakan, Cumhurbaşkanı gider camiyi açar Zaten bugün Kazan Cumhurbaşkanlığı köşkü olan Kremlin Sarayın’a ülkenin en büyük en görkemli “Kulşerif Camisi” yapıldı İnşaası bir Türk inşaat firması tarafından yapıldı Aynı Kremlin Sarayında kilise de mevcut Ne kiliseye ne de camiye karşı rahatsızlık, hürmetsizlik sözkonusu değil
SES VE TİYATRO SANATÇILARI
Şarkıcılardan başlamak istiyorum Şarkıcılar da halkla iç içe Konser için turnelere çıkarlar Şehirlere hatta küçük küçük köylere kadar giderler ve coşkuyla karşılanırlar halkın gönlünü alır ve gönüllerinde taht kurarlar Ben bunlardan birisi olan Tatar Dünyasının “Sanat Güneşi” olarak kabül edilen 70 yaşındaki klasik müzik sanatçısı İlham Şakirov’u biliyorum 50 bin nüfuslu şehir olan Alaboğa’daki üniversiteye konser vermeye geldiğinde tanışma talihlilğine erişmitşim Öyle candan ve samimiydi Üniversitedeki konserden sonra yine Alaboğa’la bağlı Eskiyuraş adlı köye gittiler ben hayretimi gizleyemedim
Tiyatro: Bizde halkla tiyatro arasında kopukluk vardı, soğukdur halkımız tiyatroya Oysa Tatar Halkı tiyatroyla adeta bütünleşmiştir Toplumumun her kesimi, dedsi ninesi, aileler, çocuklar, üniversiteliler, şair ve yazarlar, politikacılar, şarkıcılar hepsi Ben avam halk tabirini kullanmaktan kaçındım zira halk “avam” değil Halkın her kesimiyle böylesine rağbet göremesi; tiyatronun eğitici, milli ve manevi değerlere sadık, halkın kendi benliğini yansıtıyor olmasından dolayıdır Bizler de arakadaşlar olarak bu güzel fırsattan yararlanıyor, tiyatroya gitmeyi ihmal etmiyoruz, her gidişimizde salonun tıklım tıklım dolu olması bizi oldukça etkiliyor
Tatar Tiyatrosu Rus Tiyatrosunun etkisiyle gelişmiştir Ve bu gün bu konu da bizden oldukça ileriler
Bu tiyatro konusuyla ilgili 98 yılının nisan ayında yaşadığım bir anıyı yazmak istiyorum: Türkiye’den Ankara Devlet Tiyatrosu geldiği haberini duymuştuk O zaman fakiri çağırmışlardı, sahneye konacak eserin Tatarcaya tercüme edilmesi ve seyircilerin kulağına taktıkları kulaklıklara okumam için Tabi ilk defa böyle bir şey oluyordu Büyük reklam yapıldı Tatar Halkı da Türkiye’den gelen böyle bir tiyatro gösterisini kaçırmak istemiyordu Ben eseri okudum Eserin adı “Kuzguncuktan Fazilet” konusu 1960’lı yıllarda vergi kaçakçılığıyla köşeyi dönen birisi veya birileri hakkındaydı; yanlış hatırlamıyorsam Komedi türüydü Tiyatroya dedeler nineler, her kesim akın ettiler Onlar seyrettiler belki güldüler eğlendiler oyuncular çok kaliteliydi Ama Tatar Halkı Türk örf adetlerinden bir kesit arzulamıştı, yakından kardeş halkın kendileriyle olan bağlarını görmek istemişlerdi Ama halk aradığını bulmadı Bu durum hatta Tatar basınına da yansımıştı o günlede Daha sonraki yıllarda Boyacı dlı bir Türk eseri Tatarcaya tercüme edildi ve Tatar oyuncuları tarafından sahneye kondu Yine komediydi Fakat halk tarafından rağbet görmedi
Halk kendinden, özünden, benliğinden şeyler görmek istiyordu Bunu göremeyince maalesef hayal kırıklığına uğramış oldular
Yazımı şu şekilde bağlamak istiyorum: 11 yıllık yurtdışı hayatımda, yaşadığım ülke ve ülke halkının güzelliklerini görmeye çalıştım hep Güllerini koklamaya etrafa güzel kokular saçmaya çalıştım, dikenlerini kalbime saplayıp ahu zar etmekten kaçındım Ve her milletin artı ve eksi tarafları vardır Milletler birbirlerini artılarını görüp, kendi güzelliklerini artırabileceklerine ve böylelikle eksikliklerini giderilebileceğine inandım Gelin! Milletlerin ülkelerin güzelliklerini güllerini anlatalım birbirimize Alıcılarımızı ve vericilerimizi her zaman açık tutalım, zenginleşelim ve zenginleştirelim tüm dünyayı Ve her zaman milletlerin güzel yönlerinden bahsedelim ve kendimize güzel dersler çıkaralım
|