Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Beslenme, Diyet ve Sağlık

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ansiklopedisi, saglık

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




lösemi kan kanseri


1 S: Lösemi nedir?
C: Lösemi halk arasinda kan kanseri diye bilinen hastaliktir Bu hastalikta çogunlukla kemik iliginden kaynaklanan ve bir tek hücrenin kanserlesmesi, daha sonra bu hücrenin bölünerek çogalip, önce kemik iligini, daha sonra tüm organlari istila etmesi durumu söz konusudur Eger tedavi edilmezse olay kisa sürede hastanin kaybi ile sonuçlanir
2 S: Çocuklukta Lösemi görülür mü?
C: Çocuklarda en sik görülen kanser türü Lösemidir Beyaz irkta çocukluk çaginda Löseminin sikligi 100000 canli dogumda yaklasik 5 kadardir

3 S: Lösemi çocuklarda en sik hangi yaslarda ortaya çikar?
C: Lösemi en sik 2 - 5 yaslari arasinda görülür Bu dönem çocuklarda Lenf dokusunun en aktif oldugu dönemdir
4 S: Çocuklarda Lösemiye neden olan faktörler nelerdir?
C: Herseyden önce tüm kanserler gibi Löseminin de genetik bir hastalik oldugunu, yani vücudumuzdaki kanser önleyici veya kanser yapici genlerdeki bazi bozukluklar sonucu ortaya çiktigini bilmek gerekir Bu bozulmayi kolaylastiran bazi faktörler vardir Bunlar arasinda iyonizan radyasyon, bazi virüsler, bazi kimyasal maddeler ve bazi genetik hastaliklar sayilabilir
5 S: Löseminin belirtileri nelerdir? Bir ebeveyn hangi durumlarda Lösemiden süphelenmelidir?
C: Löseminin klinik belirtileri birçok hastalik ile karisir Halsizlik, istahsizlik, solukluk, düsmeyen ates, deride morluklar veya küçük kirmizi kanama odaklari, burun ve dis etlerinden kanama, karinda sislik, lenf bezlerinde büyüme, kol ve bacak agrilari bunlar arasinda sayilabilir Bunlardan birinin veya birkaçinin olmasi durumunda bir çocuk kan ve kanser hastaliklari uzmanina basvurulmalidir
6 S: Lösemi ölümcül bir hastalik midir? Bu hastalikta sag kalma orani nedir?
C: Lösemi çocukluk çaginda görülen kanserler arasinda tedavi sansi en yüksek olanlardan biridir Günümüzün modern tedavi protokolleri ile akut Löseminin genel anlamda tedavi sansi %70 - 75 dir Bazi Lösemi tiplerinde bu oran %90 in üzerine çikmaktadir
7 S: Lösemi tedavisi için yurtdisina gitmek gerekir mi, yoksa tedavi olanaklari ülkemizde de mevcut mudur?
C: Ülkemizde Löseminin her türlü tedavisi en modern sartlarda ve yurt disindan çok daha ucuza yapilabilmektedir Bunun için yurt disina gitmek gereksizdir
8 S: Lösemi olusmasinda yiyeceklerin bir rolü var midir?
C: Lösemi ile yiyecekler ve yiyecekler içindeki koruyucu maddeler arasinda bugüne kadar herhangi bir iliski gösterilememistir
9 S: Lösemi olusmasinda ebeveynin ihmali söz konusu mudur?
C: Hamilelik sirasinda sigara içmek veya uyusturucu kullanmak ile veya hamileligin ilk 3 ayinda röntgen çektirmek ile Lösemi olusumu arasinda ilgiye isaret eden bilgiler vardir Bu tür davranislardan kaçinilmalidir
10 S: Lösemi tedavisi her hastanede yapilabilir mi?
C:Hayir, Lösemi tam donanimli ve Çocuk Kan ve Kanser Hastaliklari bölümü bulunan bir hastanede tedavi edilmelidir Bu hastaligin tedavisi ancak bu konudaki uzman kisiler tarafindan yapilmalidir
Çocukluk Çagi Kanserleri (ÇÇK) tüm kanserler içerisinde % 2 oraninda görülür 15 yas altindaki tüm çocukluk çagi içerisinde rastlanilan ölümlerin %10’nu ÇÇK nedeni iledir Çocukluk çagi kanserlerinin eriskin dönemde görülen kanserlerden klinik, biyolojik ve ve genetik bakiminda bir çok farkliliklari bulunmaktadir Amerika’daki SEER programi sonuçlarina göre Bir milyon nufuslu bir popülasyonda her yil yeni kanser görülme sikligi 12977 çocuk olarak bildirilmistir En fazla 0-5 yas arasinda görülmektedirÇÇK’lerinin görülme sikliginin ülkelere ve çografi bölgelere göre degisiklik gösterdigi saptanmistir Örnegin Akut lenfoblastik lösemiye en fazla Çin, Japonya ve Amerika’da rastlanirken, Ortadogu ve Afrika’da daha az rastlanilmaktadir Yine Lenfomalara en fazla Afrika rastlanirken , Japonyada en az rastlanilmaktadir
Genel olarak çocukluk çaginda görülen kanserlerin sikligi Tablo-1’de verilmistir 1 Bu siralamaya göre en fazla görülen hastalik lösemilerdir

HASTALIK ADI ve GÖRÜLME SIKLIGI (%)

Akut Lösemi /ALL,AML)
275

Santral sinir sistemi Tüm
207

Lenfomalar
113

Nöroblastoma
73

Böbrek tümörleri
61

Kemik tümörleri
47

Rhabdomyosarkoma
34

Retinoblastoma
29

Diger tümörler
161




KANSER NEDENLERI


Çocukluk çagi kanserlerinin nedenleri halen bir çok bilim adami tarafindan arastirilan bir konudur Bu konuda üzerlerinde durulan en önemli nedenler asagida siralanmistir

1-Ailesel geçis : Bir ailede kanser görüldügünde anne ve babayi endiselendiren en önemli soru , diger çocuklarinda da kanser görülüp görülmeyecegidir ? Bu soruya hemen evet veya hayir demek zordur Ancak kanserin bazi türlerinin ailsel geçis özelligi olabilir Daha ziyade Down sendromu gibi genetik bozukluga sahip bir çocukta kanserin ortaya çikma ihtimalinin daha fazla olabileceginden bahsedilebilir Retinoblastoma ve glioma gibi tümörlerin ailesel geçis ile yakin ilskileri olabilir Bu oran %1-10 arasinda degismektedir Ayrica kromozom anomalileri bulunan ailelerde kansere meyilden bahsedilebilir Bu yüzden bir ailede kanser görüldügünde diger aile fertlerinde de görülebilecegini söylemek zordur

2-Ultraviyole Radyasyonu : Ultraviyolenin cilt kanserlerine yol açtigi bilinmektedir

3-Ionize radyasyon : Ionize radyasyonun lenfositlerde kromozomal anomalilere yol açarak kansere neden olabilecegi ileri sürülmektedir Hamilelik döneminde rasyasyona maruz kalan annelerden dogan çocuklarda kanser görülme olasiligi diger çocuklara oranla daha fazladir Bilindigi gibi 2Dünya savasi sirasinda Hiroshima ve Nagasaki’ye atilan atom bombasindan sonra o bölgelerde yasiyan ailelerin çocuklarinda kanser görülme insidansinin 3 kat daha fazla artmis oldugu bilinmektedir

4-Elektromagnetik dalgalar : !979 yilinda Werheimer ve Leeper tarafindan yapilan bir çalismanin sonucunda elektromagnatik dalgalarin ÇÇK’ne yol açabilecegi (Bilhassa lösemi) bildirilmistir

5-Kimyasal ajanlar : Aflatoksinler, Aromatik aminler,rsenik, Asbestos, Benzene, sigara, Nikel , Polisiklik hidrokarbonlar,trikloroetan ve Vinyl kloride Kansere yol açtigi bilinen kimyasal ajanlardir Pesatori ve arkadaslari 1993 yilinda Italya Sveso’daki bir endüstiriyel kazadan sonra dioxin ile temas edenlerde kanser riskinin artmis oldugunu vurgulamislardir Insektisidlerinde kansere yol açabilir

6-Viral enfeksiyonlar : Ebstein Barr virusünün Burkitt lenfomasina yol açtigi bilinmektedir Ancak bazi viruslerin insanlarin kromozomlarinda bulunan kanser genlerini aktive ettikleri ileri sürülmektedir

Sonuç olarak bazi kanser türlerinin haricinde hala kanserin kesin nedeni bilinmemektedir

LÖSEMILER


Günümüzde lösemilerin nedenleri bilinmemekle beraber, hastanin içinde bulundugu çevresel faktörler ve genetik yapisi arasindaki karsilikli etkilesim sonucunda ortaya çiktigi düsünülmektedir 15 yas altinda her yil yeni hasta görülme sikligi 100000 kiside 4 olarak bildirilmektedir En fazla dört yas civarinda görülür Lösemi blast adi verilen lösemi hücresinin kontrolsüz çogalmasi sonucu basta kemik iligi olmak üzere çesitli organ ve dokulari tutan malin bir hastaliktir Tedavi edilmedigi zaman ölüm ile sonuçlanir Ancak günümüzde kullanilan etkili ilaçlar ve kemik iligi transplantasyonu ile çok basarili sonuçlar alinmaktadir Lösemiler akut ve kronik olarak ikiye ayrilir Kronik lösemilere çocukluk çaginda nadiren rastlanir En sik rastlanilan lösemi türü akut lenfoblastik lösemidir

Akut Lösemi;
Akut lösemiler lenfoblastik ve myeloblastik olmak üzere iki gruba ayrilir Tedavileri ve sonuçlari farklidir Akut lenfoblastik lösemiler tedaviye daha iyi yanit verirler
Klinik : Hastalik solukluk, yorgunluk, kilo kaybi, ates, kemik agrisi, istahsizlik ve halsizlik gibi genel sikayetler ile basliyabilir Bazen çok kisa sürede doktora müracaat edilen bir klinik tablo gelisebilirken , bazen de aylarca süren hafif belirtiler ile seyredebilir En fazla romatizma ile karisabilir Muayenede boyun, kasik ve koltuk altinda bezeler, karaciger ve dalakda büyüme, vücutta toplu igne basi büyüklügünde kizarikliklar ve/veya daha büyük morluklak tespit edilebilir
Laboratuar: Bu sikayetler ile doktora basvuran hastanin yapilan kan sayimi ve yaymalarindan hastaliktan süphe edilir Beyaz kürenin bazen 6000 mm3/dl altinda , bazen de 100000 mm3/dl üzerinde olabilir Beyaz kürenin yüksek oldugu durumlarda hastalik enfeksiyonlar ile karistirilabilir Ayrica hemoglobin düzeyinde düsme (kansizlik) ve trombositopeni (kan pulcuklarinin azalmasi) görülebilir
Tani : Kesin tani kemik iligi muayenesi ile konur
Tedavi: Kemoterapi, Radyoterapi ve kemik iligi transplantasyonudur

Tedavi malin hücrelerin ortadan kaldirilmasini hedefler Hastalikta merkezden merkeze tedavi degisebilmektedir Esas olarak baslangiçta Indiksiyon tedavisi denilen ve lösemik hücrelerin ortadan kaldirilmasini hedefliyen bir tedavi uygulanir Bu Hücum tedavisi tam remisyon saglamak için verilir Tespit edilebilir lösemik hücrelerin kaybolmasi ile hasta remisyonda kabul edilir Kemik iligi ve kan sayimlari normale döner Bu tedavi genellikle 4 haftaliktir Hastalarin %90’ni bu süre içinde tam remisyona girerler
Lösemik hücrelerinin sayisi azaltildiktan sonra hastaligin tekrarlamamasi için ve tahlillerde görülemiyen kalinti lösemik hücreleri temizlemek için idame tedavisi düzenlenir Idame tedavisi kiz çocuklarda en az 2 yil , erkek çocuklarda 3 yildir Bu tedavi yoluyla siddetle kemik iligi baskilandigi için nötropeni (beyaz kürenin düsmesi) gelisebilir
Hastaligin baslangicinda veya idame tedavisi sirasinda Santral Sinir Sistemi tutulumu tespit edilebilir En sik belirtiler bas agrisi, kusma ve ense sertligidir

Hastalik bazen idame tedavisi sirasinda tekrar ortaya çikabilir Bu nedenle hastalarin düzenli takibi gereklidir

Prognoz : Hastanelerde kullanilan çesitli yogun kombine kemoterapi protokolleri ile 5 yillik yasam orani çocugunuzun girecegi risk grubuna göre %60 ile % 90 arasinda degismektedir

TEDAVISI:
Lösemi, son derece uzun, zor ve pahali bir tedavi gerektirmektedir Lösemi tanisi alan vakalara haftada, ayda bir damardan verilen çok sayida ilaç ve kemoterapi tedavisiyle 25 yil kadar süren bir tedavi uygulanir Bu tedavi sonucunda % 70-85 oraninda tamamen iyilesme saglanabilir Yanlizca % 5 oranindaki vakalarda ve uygun durumlarda kemik iligi nakli yapilabilir Türkiye'de kemoterapi ve kemik iligi nakli bati ülkeleri standartlarinda, basariyla yapilmaktadir

LÖSEMILI ÇOCUKLAR VE AILELERININ PROBLEMLERI:
- Okuldan uzak kalmak
- Arkadaslari tarafindan dislanmak
- Toplumun bu çocuklarin iyilesme sansinin olmadigini düsünmesi
- Maske yüzünden hastaligin bulasici oldugunun düsünülmesi
- Çocuklarin sosyal etkinliklere katilamamalari (Sinema, tiyatro, )
- Çocuklarin sevdikleri yiyeceklerden uzak durma zorunlulugu
- Kan bulamamak
- Parasizlik
- Hastanede çocuklarina refakat etmek isteyen ailelerin is yerlerinden çok sik izin almalari sonucu islerine son verilmesi

LÖSEMİYLE İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR

Kırmızı kan hücresi (Eritrosit=Alyuvar)
Kana kırmızı rengini verir, görevi vücudun iptiyacı olan oksijeni taşımaktır Alyuvarların kandaki normal değerleri: 45-49 milyon/mm3 tür Alyuvarlar içlerinde hemoglobin (Hb) taşırlar Hemoglobinin normal değerleri: 120-145 g/dl, hematokritin normal değerleri:


Trombosit
Kanın pıhtılaşmasını sağlar Normal koşullarda kanamayı önler Böylece vurma, çarpma durumunda kanama durur Trombositlerin kandaki normal değerleri: 150000-400000/mm3 arasındadır



Beyaz kan hücresi (Lökosit = Akyuvarlar = WBC)
Enfeksiyonlar mücadelede görevlidir Vücudun bağışıklık sisteminin bir komponentidir Bakteri ve virüsler ile mücadelede önemli fonksiyonları vardır Enfeksiyon durumunda akyuvar yapımı artar Sayı çok düşükse enfeksiyonlara yatkınlık artar
Akyuvarlar nötrofil, lenfosit, eozinofil, bazofil ve monositlerden oluşur


Nötrofil
Primer olarak bakterileri öldürür


Lenfosit
İmmun cevaptan sorumludur T ve B lenfosit alt grupları vardır


Eozinofil
Allerjik ve iltihabı reaksiyonlarda rol alır


Monosit (makrofaj)
İmmun cevaptan özellikle virüs, mantar, tüberküloz gibi etkenlere karşı sorumludur


Akyuvarların (WBC) kandaki normal değerleri
WBC: 5000-10000/mm3
Nötrofil: (WBC'nin) %50-60'ı
Lenfosit: (WBC'nin) %25-35'i
Eozinofil: (WBC'nin) %1-3'ü
Bazofil: (WBC'nin) %0-1

Kemik iliğinde kök hücresinin farklılaşması, çoğalması ve olgunlaşması sonucu yapılan tüm hücreler kanımıza salınır Bu hücreler ancak olgun şekillerde vazifelerini yapabilir ve enfeksiyonlarla mücadele edebilirler



Lösemi nedir?
Kan kanseri olarak da adlandırılan lösemi, kan hücrelerinin yapıldığı ve kemiklerin ortasını dolduran doku olan kemik iliğinin hastalığıdır Kan hücrelerinin hatalı, başı boş, kontrolsüz yapımı sonucu oluşur Lösemide kan hücreleri hep genç, ilkel kalır ve durmadan çoğalırlar Bu ilkel şekildeki hücrelere blast denir



Blast Nedir?
Blast hep genç, ilkel kalan ve vazifesini göremeyen beyaz kan hücresine denir
Löseminin cinsine göre adlandırılırlar: Lenfoblast, miyeloblast, monoblast gibi
İnsan yaşamında olduğu gibi kemik iliğinde de hücreler yapılır (doğar), büyür, olgunlaşır, çoğalır, kana verilir, vazifelerini görür ve ölürler Aslında yeni doğan hücrede bir blasttır Ancak bu blastlar kemik iliğinin 100 hücresinin 5'inden azdır ve olgunlaşmasını sürdürür Lösemide ise hücrelerin hemen hepsi %20-%100'ü genç ve sorumsuzdur Sayı olarak hızla ve dengesiz bir artış gösterir Mikroskopta blastlar tipine göre farklı özel bir görünümdedir



Lösemi belirtileri nelerdir?
Kemik iliğinde "lösemi blastları" ortaya çıkıp sürekli artmaya başladığında, bu artış giderek bir istilaya dönüşür Kemik iliğinde bir yaşam kavgası başlar Ancak bir süre sonra lösemi blastları her köşeyi kaplar Artık kana renk ve dokulara oksijen veren kırmızı kan hücreleri, infeksiyonları önleyen beyaz kan hücreleri, kanamaları durduran trombosit hücreleri yoktur O zaman çocukta ilk belirtiler ortaya çıkmaya başlar
Kansızlık: Kırmızı kan hücreleri yapılamadığından hasta soluk, halsiz, iştahsızdır Çabuk yorulur Çünkü kalp, beyin, kaslar oksijensiz kalmıştır
Kanama: Burun kanaması, dışkı-idrarda kanama, deride morluklar, kırmızı mor noktalar, çürükler gibi belirtiler olabilir Çünkü, artık kanamayı durduran trombositler yoktur veya çok azalmıştır
Ateş ve infeksiyon: Olgun beyaz kan hücreleri olmadığı için vücut müdafaasız kalır ve tüm mikroplar vücudu işgal edebilir
Diğer organ tutulum bulguları: Hastalarda blastlar kemik iliğinden kana dökülürler Bu hastaların kan sayımında çok yüksek sayıda beyaz kan hücresi-blast çıkabilir Normalde 4000-10000/mm3 olan sayı 100000/mm3'ü aşabilir Bazı hastalarda ise çok az sayıda blast kana geçer Kana karışan blastlar vücudun tüm dokularına yayılabilir Ama beyin, testis gibi bazı yerleri de özellikle seçerler Beynin lösemi hücreleri ile tutulumu sonucu baş ağrısı, bulantı, kusma, çeşitli sinir felçleri (yüz felci, ayaklarda felç) görülebilir Erkeklerde yumurtalıkların tutulumu ile bu bölgede şişlik, kızarıklık, ağrı olabilir
Lenf bezlerinde büyüme: Lösemi hücreleri lenfatik sistemi tutar ve bu bezlerde büyüme, sertlik olur, gözle görülür ve muayenede ele gelir Kulak arkası, çene altı, boyun, koltuk altı, kasık gibi bölgelerdeki lenf bezleri tutulur
Karın şişliği: Lösemik hücrelerin karaciğer, dalağı istila etmesi ile bu organlarda büyüme olur Karın ağrısı, gerginlik, şişlik görülebilir


Lösemi tipleri ve sıklığı:
Çocukta lösemi aslında çok nadirdir Yüzbin çocuktan sadece 3-5'inde olur Her yüz lösemili çocuktan yaklaşık %75'inde "Akut Lenfoblastik Lösemi" (ALL), %20'sinde "Akut Miyeloid Lösemi" (AML), %15'inde "Kronik Miyeloid Lösemi" (KML) vardır Yani lösemi tek tip bir hastalık değildir Bayaz kan hücrelerinin çeşitli alt gruplarından çıkışlarına göre isim alırlar (nötrofil, lenfosit, monosit vb)
Eğer hastalık birden başlar, gürültülü, hızlı bir seyir gösterirse ve hızla ilerliyorsa buna "Akut" lösemi denir Buna karşın sinsi, yavaş ve bazen de tesadüfen ortaya çıkıyorsa, "Kronik" lösemi adını alır Kronik lösemide kemik iliği, blastların yanında yeterli, normal hücre de üretir Bu da kemik iliğine yayılma eğilimi gösteren lösemi hücrelerinin tespit edilmesini geciktirir


Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL)
Çocuklarda en sık görülen tiptir "Lenfosit" adını alan beyaz kan hücrelerinin genç formunun kontrolsüz çoğalması ve işgali ile oluşur Kısaca ALL diye bilinir Hücre tiplerine göre L1, L2, L3; yüzey işaretlerine göre de B ve T hücreli olarak ayırt edilir Genellikle 2-8 yaşlarda olur Ancak her yaşta da görülebilir Bilinmeyen nedenlerle erkek çocuklarda kızlardan daha sıktır


Akut Miyeloid Lösemi (AML)
Çocukluk çağı lösemilerinin %20'sini oluşturur AML diye de adlandırılır Nötrofil, monosit gibi beyaz kan hücrelerinin infeksiyonlarla mücadele ile görevli tiplerinden kaynaklanır Hücre tipine göre M0, M1, M2, M3, M4, M5, M6, ve M7 olarak ayırt edilir


Kronik Miyeloid Lösemi (KML)
Bu tip de çocukların değil, erişkinlerin hastalığıdır Çocuklarda çok nadirdir Miyeloid seri de denen beyaz kan hücrelerinin hel olgun, hem de ilkel tipleri çoğalır Sinsi bir gidiş gösteren bu tip lösemiye genelde tesadüfen veya hızla büyüyen dalak-karaciğerin neden olduğu sorunlarla tanı konur



Lösemi neden gelişir?
Löseminin kesin nedeni bilinmektedir Ancak çeşitli faktörler lösemi gelişiminde risk oluşturabilir


Yüksek doz radyasyon
Japonya'da atom bombası atıldıktan sonra lösemi insidansında belirgin bir artış oluşmuştur (normalden 20-25 kez daha fazla) Bir kişi hamilelik döneminde röntgen çektirirse bebekte lösemi gelişme riski artabilir
Hodgkin hastalığı nedeniyle ışın ve kemoterapi almış hastalarda 2-12 yıl içinde lösemi gelişme riski %5-10 oranında artar
Fanconi Anemisi, Nörofibromatoz, Ataksi-Telenjiektazi'si olanlarda artmış risk vardır
Kronik Miyeloid Lösemili hastaların %90'ında kromozom anomalisi (filadelfia kromozomu) bulunur Tedavi ve kemik iliği nakli ile düzelebilir


Kimyasal ajanlar ve ilaçları
Bir çok kimyasal ajan ile lösemi gelişimi arasında ilişki bulunmuştur Bazen, gazolin ile uzun süre temas sonucu 20 kat fazla lösemi riski görülür


Virüsler
Retroviruslar (RNA tümör viruslar), EBV, HLTV-1 lösemi oluşturabilir


Tanı (Teşhis)
Yukarıda sıralanan (kansızlık, ateş, kanama vb) bulgularla doktora getirilen hastaya kesin tanı için bazı testlerin yapılması gereklidir Çünkü infeksiyöz mononükleoz (öpücük hastalığı), bademcik iltihabı, kansızlıklar, romatizma, menenjit, diğer kanserler, kedi tırmığı hastalığı gibi bazı hastalıklar lösemiyi taklit edilebilir
İlk yapılacak işlem "kan sayımıdır" Sıklıkla parmak ucundan, bazen damardan alınan kandaki hücre sayıları özel yöntemlerle saptanır (kırmızı kan hücresi-bunu gösteren hemoglobin ve hematokrit, beyaz kan hücresi, trombosit)
Ayrıca bir damla kan lam denen camlara yayılıp boyanarak mikroskopla incelenir Uzman bir doktor bu kan hücrelerini inceleyerek belli bir sonuç çıkartabilirse de esas tanı kemik iliği incelemesi ile konur


Kemik iliği aspirasyonu
Kemik iliğini alma işlemi kısa ve zararsız bir olaydır Ağrı olmasını önlemek için yapıldığı bölge özel ilaçlarla uyuşturulur veya hasta uyutulur Hasta yüzü koyun yatırılır, kalça bölgesi uygun maddelerle temizlenir ve mikroplardan arındırılır ve uyuşturulur Daha sonra özel bir iğne ile kalça kemiğinden çok az miktar kemik iliği (enjektör içine) emilir ve aynen kan gibi cam üzerine yayılır, boyanır ve mikroskopta incelenir Bu incelemede hem löseminin olup olmadığı, hem de tipi belirlenir Bazen buna ilave bazı kan ve kemik iliği, gen testleri gerekebilir
Ayrıca blast hücrelerinin nereleri işgal ettiğini araştırmak içinde bazı testler yapılır Akciğer filmi, karaciğer-böbrek testleri ve bel suyundan örnek alıp bakmak anl***** gelen "lomber ponksiyon" işlemleri yapılır


Lomber Ponksiyon
Beyin-omurilik sıvısının incelenmesi beyin dokosunun lösemi hücreleri ile tutulumunu gösterir Lomber ponksiyon için hasta oturur veya yatar pozisyonda ve doktora arkası dönük olarak yerleştirilir Bel bölgesi temizlenir, uyuşturulur ve özel bir iğne ile girilerek bel suyundan birkaç damla örnek alınır Bu sıvıda kan gibi cama yayılır, boyanır ve mikroskopla bakılarak blast olup olmadığı araştırılır
Normalde hiç bir hücre yoktur Varsa beyin-omurilik tutulumundan söz edilir
Yumurtalıklar (testis) doktor tarafından muayene edilmelidir
Şişme, renk değiştirme blastların işgaline işaret olabilir



Kateter Uygulaması
Çocuklara acı veren iğne batırılarak parmak ucundan veya damardan kan alma işlemi yerine veya ilaçların, kan ve kan ürünlerinin deri-deri altı dokulara kaçmadan damar yoluyla verilebilmesi için derin damarlara kateter uygulaması (Hickman, Groschong) yararlıdır Kateter narkoz altında göğsün sağ veya sol bölgesinden çıkış noktası bulup boyun kısmından derin damarlara yerleştirilir Haftada 1-2 kez bakımı ve pansumanı gereklidir


Hastaneye yatış ve tedavi
Bu önemli, ciddi, ancak iyileşmesi mümkün hastalıkla ilk mücadele, hastanede yapılmalıdır
Bu dönemin bazı özellikleri ve safhaları vardır


1- Lösemi tanısının aileye söylenmesi:
Mutlaka en zor dönemlerden biridir Kıymetli evladının özellikle adı nedeniyle çok ürkütücü olan bu hastalığa tutulduğunu öğrenmek anne/baba için zor ve kabullenmesi güç bir durumdur Bu anı anne/babaların tümü en zor dakika olarak tanımlamaktadırlar Ancak tanının anne/babaya uygun ve doğru bilgilerin eşliğinde aktarılması doktorun önemli görevidir Beraberinde psikiyatrist ve psikolog, sosyal uzman ile beraber konunun uzmanı bir doktor aileye tanıyı aktarır ve hastalığı tanıtır Ayrıca anne/babanın sorularını da cevaplayarak birlikte mücadelenin ilk adımını atar


2- Çocuğun hastaneye yatışı:
Hastaneye kabülü ile çocuk yepyeni bir dünyaya adımını atar Yepyeni insanlar, garip aletler, canını da yakan birçok işlemlerle karşılaşır Çevresi de kendisi gibi çocuklarla doludur Onlarla ve yeni yaşamıyla bir denge sağlamaya çalışır Özellikle küçük ise ilk günler sürekli bir isyan halindedir Ağlar, bağırır, hiç kimseye yakınlık göstermez Belki yalnız annesine inanır Daha sonra bir kabullenme ve çevreye yönelme devri başlar Hala ağrılı işlemler onu rahatsız eder, ama çevresiyle daha ilişkilidir Bu dönemlerde doktor, hemşire yanında psiko-sosyal ekip de çocuğa ve anne/babaya destek olmalıdır
Bütün çocuklar hastalıklarını da bilmek isterler Anlayabileceği dille bilgi verilmelidir Özellikle uzak kaldığı okulu, arkadaşları onu çok üzebilir Yaşa göre oyun odaları veya okul dersleri ile ilişkisini sürdürebilecek bir hastane okulu çok yararlı olacaktır Ayrıca meşguliyet eğitiminin yanında odalara özellikle mutlak izolasyon dönemlerinde konacak televizyon, bilgisayar, resim malzemesi çocuk için son derece faydalıdır Oda meşguliyetlerinde psikososyal ekip ve anne de görev alır
Uzun yatak istirahatlerinin sonucunda ortaya çıkacak kas erimesini önleyebilmek için egzersizler, bisiklet kullanımı, fizyoterapistler eşliğinde uygulanmaktadır


Lösemi tedavisi:
Hastalığın tedavisi mümkündür Ancak mutlak olarak anne/baba, çocuk ile doktor/hemşire/psiko-sosyal ekibin işbirliği şarttır

Tedavide çeşitli yöntemler kullanılır
a) Kemoterapi (ilaç tedavisi)
b) Radyoterapi (ışın tedavisi)
c) Destekleme tedavisi
d) Kemik iliği nakli

Doktorunuz çocuğunuza uygulayacağı tedaviyi bir çok özelliği göz önüne alarak seçecektir: tedaviyi kaldırabilmesi, hastalığının tipine göre en uygun tedavi seçimi vb dikkate alınacaktır Amaç hastalığı iyileştirmektir Aynı tanıyı alsalar bile sizin çocuğunuz diğerlerinden farklıdır Asla hastaları ve hastalıklarını birbirleri ile mukayese etmeyin


A) Kemoterapi (ilaç tedavisi)
Lösemi tedavisinde ilaçla tedavi çok önem taşır Her gün daha yeni ve etkili ilaçlar bulunmakta ve kullanılmaktadır Lösemide tipi ne olursa olsun ilk hedef, lösemi, "blast"larının işgalindeki kemik iliğini, yoğun ilaç tedavileriyle temizlemektir Bu dönemde hasta değişen sürelerde ama mutlaka hastanede tutulmalıdır Anne-baba-çocuk bu güç dönemi beraber atlatırlar Damardan, ağızdan alınan ve ayrıca bel iğnesi ile verilen bir çok ilaç kullanılarak blastlara karşı savaş kazanılmaya çalışır Bu döneme "HÜCUM" dönemi (indiksiyon da) demekteyiz
Başarı sağlanırsa hedeflenen; kemik iliğinin uykuya sokulması "REMİSYON" ve blastlar yok edilerek yerini işe yarar iyi hücrelerin (kırmızı kan hücresi, beyaz kan hücresi, trombosit) almasıdır ALL'li 100 çocuktan 90'ı AML'li 100 çocuktan 75'i "Remisyon"a ulaşacaktır
İndiksiyon dönemini tamamlayan çocuklara sağlanan uyku dönemini daha da sağlamlaştırmak için bir "SAĞLAMLAŞTIRMA" (konsolidasyon) tedavisi uygulanır Artık hastalığa karşı ilk zafer kazanılmıştır Ancak hastalığın blast hücreleri beyin-omurilik gibi ilaçların çok iyi ulaşamadığı yerlere saklanabilirler, hatta ilk başlangıçta bile buraları tutabilirler İlaçlarımızı onlara ulaştırmak için "lomber ponksiyon ve bel iğnesi (intratekal)" tedavi yapılır Direkt olarak bel suyuna ilacımızı vererek saklanmış blastlara yüz yüze mücadele yapma şansını sağlarız Aynı amaçla ikinci bir uygulama da başa (beyine) ışın tedavisi uygulamaktır Bu tedaviye "Radyoterapi" denir
Lösemide sık kullanılan ilaçlar, kullanım şekli:
Prednizolon / damar içi, kas içi ve ağız yolu
Vincristine / damar içi
L-Asparaginase / deri altı, kas içi (damar içi)
Cyclophosphamide / damar içi
Daunorubicine / damar içi
6-Mercaptopurine / ağız yolu
Methotrexate / damar içi, ağız yolu, intratekal
Aclarubicin / damar içi
Cytosine Arabinoside / damar içi, deri altı
Etoposide / damar içi
Thioguanine / ağız yolu
Mitoxantrone / damar içi
Amsacrine / damar içi

Lösemide kullanılan ilaçların yan etkileri:
Lösemi tedavisi şarttır, ancak ilaçlar iki tarafı keskin kılıç gibidir Bozuk lösemi hücrelerini yok edip öldürdükleri gibi sağlam dokulara da zarar verebilmektedir Tedavi sırasında istenmeyen etkiler görülmektedir

Erken dönemde görülen yan etkiler:
Bulantı ve kusma:
Genellikle sitostatik ilacın verilmesinden 4 saat sonra gelişir ve 2 gün kadar sürer Günümüzde bulantı kusmayı azaltıcı ilaçlar yararlı olabilir Bulantı oluşumunun nedeni mide-barsaktaki hücrelerin zedelenmesi sonucu ortaya çıkan serotonin adlı hormondur
Serotonin hormonunun sinir sistemi uyarısı ile beyindeki bulantı kusma merkezi uyarılır ve sonuç olarak bulantı-kusma gelişir
Bulantı-kusma olduğunda ilaçlara ilâve olarak bazı önlemler yararlı olabilir Besinler soğuk, ılık yenmeli, sıcak olanlardan kaçınılmalıdır Ağır, yağlı, tatlı, tuzlu, baharatlı, karışık besin alınmamalı, limon sıkılmalı, patates, pirinçli gıdalar, elma, muz gibi meyveler tercih edilmelidir
Ağır kokulardan uzak durulmalı, temiz hava alınmalı, müzik, televizyon, oyunlar ile dikkat başka alanlara çekilmeli ve uyumaya çalışılmalıdır

Saç dökülmesi:
Kimi hastaların saçları tamamen dökülebildiği gibi bazılarının ki daha az etkilenir Kaşlar, kirpikler, vücudun muhtelif yerlerindeki tüyler de dökülebilir Ancak unutulmamalıdır ki bu durum geçicidir ve saçlar daha gür ve yumuşak olarak tekrar çıkacaktır
Saçlar neden dökülür? Aslında saçın kendisi canlı değildir; saçlı deride bulunan saç hücreleri bu saçları üretir Sitostatik ilaçlardan bu saç hücreleri zarar gördüğü için saçlar dökülür Hücreler yenilenince saçlar tekrar çıkar
Tedavi sırasında hastanın saçları kesilirse, dökülen saçlar etrafa saçılmaz ve rahatsızlık vermez Ancak saçlar psikolojik nedenlerle kestirilmek istenmezse daha dikkatli bakım ister Saçlar ılık su ile tahriş etmeyen şampuanlar ile yıkanmalı, jöle, lastikli toka vs kullanılmamalıdır En iyisi bone takmaktır Bu dönemde peruk takılabilir

İnfeksiyonlara artmış eğilim:
İlaçların başlıca yan etkisi enfeksiyonlara sık ve ağır olarak yakalanmadır
Tedavi sırasında gerek savunma sisteminin diğer hücreleri, gerekse akyuvarlar sayıca azalacağı ve fonksiyonları da bozulacağı için vücut direnci bozulur ve solunum yolu, idrar yolu, barsak, mukoza infeksiyonları da artar Enfeksiyon etkenleri olarak viruslar (Herpus uçuk virusu, CMV, EBV, parvovirus) mantarlar (candida ve aspergillus) ve bakteriler (Gram (+) ve Gram (-), anaerobik) sayılabilir

Kendimizi İnfeksiyonlardan nasıl koruyalım?
- Besinlerimizi ihmal etmeyelim, düzenli beslenelim
- Kendimizi aşırı yormayalım
- İnfeksiyonu olan kişilerden uzak duralım Okul, kreş, otobüs, toplantı gibi kalabalık ortamlara girmeyelim
- Canlı aşı uygulanmış (felç aşısı) kişilere yaklaşmayalım
- Durgun su kullanmayalım
- Temizliğe (banyo, diş, ağız, tuvalet vs) dikkat edelim
- Besinleri hep taze, her öğünde pişmiş olarak tüketelim Sütlü gıdaları kaynatarak yiyelim Soyulmuş muz, elma gibi meyve haricindeki sebze, meyveleri pişirip yiyelim
- Çiçek ve süs bitkileriyle yakın temas etmeyelim
- Sık sık ellerimizi yıkayalım
- Banyo küvetinde yıkanmak yerine duşu tercih edelim
- Tuvalet yaptıktan sonra o bölgemizi sabunlayalım

Hangi durumlarda acilen doktora, hastaneye başvuralım?
- Ateş 38 C° dereceyi geçerse
- Öksürük, boğaz ağrısı olursa
- Aşırı terleme veya üşüme hissi duyulursa
- Sık idrar ve ağrılı idrar yapma
- Deride sivilce gibi kızarıklık, ısı artışı gelişen durumlar
- Yanıklar
- İshal gelişirse

Halsizlik, Yorgunluk
Kemoterapinin geçici yan etkilerindendir İlaçlar kemik iliğine zarar verir ve daha az alyuvar üretebilir, daha az oksijen vücuda taşınabilir Bu kaslarda kuvvetsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu yaratabilir
Yine yetersiz beslenme, azalmış uyku, ağrı, korku, sinirlenme ve psikolojik olarak etkilenme sonucu da gelişebilir

İştahsızlık
Tedaviye bağlı tat alma hissinde azalma, çiğneme ve yutma güçlüğüne bağlı gelişir Genellikle bulantı ve kusma ile birliktedir İştahsızlığı azaltmak için besinler sık sık az miktarlarda yenmelidir
Kahvaltı ihmal edilmemeli, besinler özenle iştah açıcı şekillerde sunulmalıdır A ve C vitaminlerden zengin tablet veya besinler alınmalıdır

İlaç Sızıntısı
Bazı ilaçlar damara verilirken dışarı sızarlarsa yakarlar ve kötü yaralar açarlar Bu tip ilaçlar uygulanırken dikkat edilmeli ve acı hissinde doktor, hemşire uyarılmalıdır

Sarılık/Böbrek Sorunları
Nadirdir Uygun testlerde izlenerek gerekli tedbirler alınır

Havale
Nadiren hastalarda özellikle bel iğnesi ve radyoterapi esnasında görülür Uygun ilaç değişimi ile düzene sokulur Bazen de beyin tutulumunun işaretidir

Kalp ile ilgili sorunlar
Bazı ilaçlar kalbi de etkileyebilir ve kalp kasını bozabilir Bu durumda o ilaca devam edilmez

Mide ağrısı - Yanma/Kusma
Özellikle prednol gibi kortikosteroid alanlarda olur Uygun ilaçlarla düzeltilir

Kan şekeri artışı
Bazı ilaçların yan etkisidir Uygun diyetle ve tedavi ile düzeltilir

Ağızda yaralar
Uygun ağız bakımı ve ilaçlarla düzeltilir

Geç dönemde görülen yan etkileri:
Büyüme-gelişme geriliği
Alınan yoğun tedaviler, özellikle kemik iliği nakli sonrası görülebilir Büyüme yavaşlayabilir Radyoterapi sonrası bazen çocuğun okul başarısı etkilenebilir Işınlama 2 yaşın altında yapılmaz

Kısırlık
Normal şartlarda çok nadirdir Ancak yoğun tedaviler, kemik iliği nakli sonrası kaçınılmazdır

Graftın alıcıyı reddi
Kemik iliği nakli sonrası deri, karaciğer sorunları ve ishale giden bir tablodur Özel ilaçlarla korunma ve tedavisine çalışılır

Katarakt
Kemik iliği nakli sonrası görülebilir Uygun cerrahi müdahale ile düzeltilir

B) Radyoterapi (ışın tedavisi):
Işın tedavisi 2-3 hafta sürer Her hafta belli sürelerle uygulandığı "DEVAM (İDAME)" dönemi izler Artık hasta normal yaş***** döner, okulu, arkadaşları, ailesi ile günlük uğraşlarını sürdürür Bazı ilaçları sürekli ağzından uygularken, diğerlerini aylık ziyaretlerle hastanede alır Bu dönem 2-3 yıl sürer ve sonuçta her şey yolunda giderse şifaya ulaşır

Ancak bazen her şey bu kadar düzenli gitmez ve uyuyan lösemi blastları bazen kemik iliğinde, bazen beyinde, bazen yumurtalıkta yeniden uyanır Biz buna "TEKRARLAMA (RELAPS)" dönemi deriz O zaman kemoterapi yanında kemik iliği nakli gibi başka yöntemlere de yönelmek genellikle gerekecektir


C) Destekleme tedavisi:
Büyük bir harbe benzetebileceğimiz ve hem hasta, hem aile, hem de doktor için büyük bir mücadele dönemi olan hücum ve sağlamlaştırma dönemlerinde sorun yalnız lösemi değildir Verilen ilaçların yan etkileri, lösemi ve tedavisi ile boşalan ve henüz gerekli hücrelerini yapamayan, hırpalanmış bir kemik iliğinin getirdikleri de problem doğurabilir Özellikle trombositlerin yokluğu kanamalara ve beyaz kan hücrelerinin (lökosit) yokluğu da infeksiyona yol açabilir Bunun için kan merkezlerinde trombositlerin ayrılması ile elde edilen "trombosit süspansiyonları" verilerek kanamaların oluşumu önlenebilir Trombosit süspansiyonları hücre ayrım cihazları ile (cell seperator) sağlıklı seçilmiş vericilerden hazırlanır Ne yazık ki aynı şey lökositler için geçerli değildir

Lökositlerin ayrılması ve uygulanması denenmişse de çok fazla sorun doğurduğu görülmüştür Onun yerine hastayı enfeksiyondan korumak için beyaz kan hücreleri yükselene dek temiz, giriş-çıkışı kısıtlanmış özel odalarda tutma yoluna gidilmiştir Bu esnada gerek anne-babalara, gerekse doktor, hemşire, sağlık personeline büyük görev düşmektedir Şu noktalar asla ihmal edilmemelidir:
- Odaya giren her kimse mutlaka elini en azından sabunla, daha iyisi uygun mikrop kırıcı (antiseptik) sıvılarla yıkamalıdır
- Ayakkabı ve giysilerle dış ortamın mikropları içeri taşınabilir Bunun için maske, eldiven, galoş (ayakkabı üzerine giyilen lastik kılıf), önlük gibi koruyucu malzeme mutlaka kullanılmalıdır
- Hastaların kendi derileri, ağız-mide-barsak sistemleri de mikrop kaynağı olabilir Onun için hasta sık sık yıkanmalı, en azından derisi silinmeli, ağız bakımı muntazam yapılmalı, doktorunuzun önereceği ilaç ve gargaralar muntazam kullanılmalıdır Hastanın yiyecekleri ve suyu özellikle lökositleri düşükse mutlaka kaynatılmalı, pişirilmelidir

Eğer infeksiyon ortaya çıkarsa uygun antibiyotikler ve gerekirse mantar ilaçları ile tedavi yapılmalıdır


D) Kemik iliği nakli:
Son yılların en büyük keşfi basit olarak sağlam bir kişiden alınan kemik iliğinin iyice tedavi edilmiş (kemoterapi, radyoterapi görmüş) hastaya verilerek onun hasta kemik iliğinin yerini almasını sağlamaktır Böylece artık kemik iliğinde lösemik blastlara yer kalmaz ve hasta şifaya kavuşur Bu yöntemle hastalığı tekrarlamış her 10 ALL'den 5'i (ALL'de ilk remisyon uyuma dönemi bozulmadan sürerse kemoterapiye devam edilir Kemik iliği nakline gerek yoktur) kurtulur AML'de ise ilk remisyonda kemik iliği nakli uygun olur ve her 10 hastadan 6-7'si bu yöntemle kurtulabilir Ancak bu işlem o kadar da kolay olmayabilir Yaklaşık 4-6 hafta hasta tamamen mikropsuz bir ortamda korunmalıdır Ayrıca kanama olmasın diye trombosit süspansiyonları da verilmelidir

Kemik iliği nakli için öncelikle, bir verici bulunmalıdır Bu verici ideal olarak kardeştir Ancak öncelikle "doku uygunluğu testi" yapılır Uygun verici aranır Bazen hastanın kendi kemik iliği de remisyonda iken alınıp, blastalardan temizlenip dondurularak saklanır ve gereğinde kullanılır Verici çok nadiren yakın akrabalar veya dokusu uygun yabancılar da olabilir Eğer verici hastanın kardeşleri veya yakınları ise bu tip kemik iliği nakline "allojenik" kendi kemik iliği ise "otolog" denir Bunun yanında bazen verilen kemik iliği hastayı, bazen de hasta verilen kemik iliğini kendine uygun bulmaz Bu da ya kemik iliğinin reddi (graft versus host hastalığı-GVHD) ya da hastanın kemik iliğini reddi ile sonlanır (rejeksiyon) Bazen de lösemi her şeye rağmen geri gelir (relaps) Yine de şifa şansı vardır Kemik iliğini veren kişiye hiç bir zararı yoktur Sadece 30-45 dakikalık bir anestezi ile kemik iliği alınır Bunun dışında normal yaşamını sürdürür

Tedavilerini tamamlayan hasta artık yaşıtları arasına karışır Özellikle 5 yılını doldurduğunda her şeyi geride bırakır Geleceğe yönelir



3- Ailenin diğer fertleri ve kardeşleri:
Özellikle evde kalan çocuklar çok önemli bir sorun oluşturabilir İlk dönemde ailede bir sorun olduğunu hisseden kardeşlerde korku ve kargaşa hissi kaçınılmazdır Kardeşlerinin hasta olduğunu anlamasalar dahi; onun yokluğunu anne-babanın huzursuz ortamı, evden uzaklaşmaları onları çok rahatsız eder Bu aşamada onların sorunlarına ciddi ve tatmin edici cevaplar vermek, onları dinlemek gerekir Küçük yaştakiler basit açıklamalarla yetinirken, büyük çocuklar detaylarını sorabilirler

Onlara löseminin ciddi ve özel ihtimam gerektiren bir hastalık olduğunu anlatmak, duygu ve düşüncelerini paylaşmak, sırdaş olarak almak çok yararlı olabilir Kardeşlerinin tedavisinde rol oynamak onların terk edilmek ve suçluluk gibi duygulara saplanmasını da engelleyebilir Hatta uygun şartlarda hastanede kardeşlerini ziyaret etmeleri de sağlanmalıdır Böylece onunla olan ilişkileri daha canlı sürdürülebilir


4- Diğer aile sorunları:
Anne/babanın sorunları yalnızca çocuklarının hastalığının tedavisi olmamaktadır Lösemi tedavisi uzun, masraflı bir süreçtir En önemli sorun bu ağır masrafların karşılanmasıdır Özellikle SSK, Emekli Sandığı gibi bir sigorta sisteminin güvencesi altında olmayan bir ailenin işi çok zordur Bu aileler ya sosyal güvenceli bir işe teşvik edilmeli ya da Sosyal Yardımlaşma Vakfı gibi yardımlardan yararlandırılmalıdır İkinci önemli sorun aile içi psikolojik sorunlardır Anne-baba-kardeşler konuyla ilgili psiko-sosyal ekibin destek tedavilerine alınmalı, grup tartışmaları ve belli aralarla yapılacak eğitim seminerleriyle sorunlarına destek olunmalı, soruları cevaplanmalıdır Diğer bir yöntem aileler arası dayanışmanın sağlanmasıdır


Lösemi tedavisi sırasında sık kullanılan terimler:
Akut: Hızlı ve kısa süreli
Anemi-(Kansızlık): Kırmızı kan hücrelerinin sayıca yetersizliği
Bakteri: Hücrelerin olgun aşamaya gelmeden önceki genç, olgunlaşmamış ana şekli
Beyin tutulumu: Lösemide, beyin/omurilikte blast hücreleri saklanabilir ve hastalığın alevlenmesine neden olabilir Hatta kemik iliği normal olsa dahi ilk tekrarlama buradan olabilir
Dalak: Lenf bezleri gibi bakteri ve kanser hücrelerini süzgeç gibi toplayan bir karın organıdır Lösemide büyüyebilir
Deri altı (SC=Subkutan): Bazı kemoterapi ilaçları özellikle kolda deri altına injekte edilir
Destekleyici Tedavi (Supportif): Lösemi tedavisinin en önemli koludur Kan ve kan ürünlerinin verilmesi, antibiotikler, el yıkama, özel temiz odalar, maske/galoş, önlük kullanımı bu tedavinin önemli öğeleridir
Devam tedavisi (İdame): Gerekli hücum ve sağlamlaştırma tedavilerini takiben 2-3 yıl süre ile sağlanan kemik iliği uyumasının (remisyon) şifaya dönüşmesi için yapılan tedavidir
Doku Grubu: Anne ve babadan yarı yarıya alınan ve insanın dokusal özelliklerini belirten işaretler (Kan grubu ile aynı değildir, HLA olarak da anılır)
Eritrosit: Kırmızı kan hücresi Hemoglobin adı verilen bölümü ile akciğerlerden dokulara oksijen taşır
Galoş: Ayakkabı üzerine giyilen naylon/lastik kılıf
Graftın Alıcıyı Reddi (Graft Versus Host Hastalığı-GVHD): Kemik iliği nakli sonrası görülen ve deri, karaciğer bulguları ve ishale giden bir yan etkidir
Hematokrit: Kanın taşıdığı eritrosit oranını belirleyen bir ölçüdür %30'un altında kan verilir
Hematoloji: Kan ve kan yapan organlarla uğraşan bilim dalı
Hematolog: Eritrositlerin oksijen taşımasıyla görevli bölümü
Hickman kateteri: Ameliyatla damara konan ve kan alma tedavi işlerinde kullanılan özel hortum
Hücum tedavisi (İndüksiyon): Lösemide kemik iliğini işgal eden ve blastların yok edilmesi ve kemik iliğinin uykuya sokulması (remisyon) için yapılan tedavi bölümü
İmmun Sistem: Vücudun hastalıklara karşı direnmesini sağlayan lökosit ve benzeri bazı hücrelerden oluşan sistemdir
İnfeksiyon: Vücutta hastalık yapıcı mikroorganizmaların çoğalması ve vücudu işgali
İntramüsküler (İM): İlacın kas dokusu içine yapılması
İntratekal (İT): İlacın direkt olarak belden özel iğnelerle bel suyuna verilmesi
İntravenöz (İV): İlacın damara direkt verilmesi
Kan grubu: Kan hücreleri insandan insana değişen ve özel yöntemlerle gösterilebilen işaretleyiciler taşır Kan naklinden önce alıcı ve vericide aynı olmaları şarttır Başlıcaları A, B, O, AB ve Rh (+) / (-)'dir
Kanser: Kontrolsuz ve normal dışı hücre artışı ile giden yaklaşık 100 hastalığın ortak adıdır Artan hücre urlar yapabilir, diğer dokuları işgal edebilir
Karaciğer: Hayatın devamı için gerekli birçok karmaşık işi yapan (sindirim, kan proteinleri yapımı, artıkların yok edilmesi) bir karın içi organıdır
Kemoterapi: Kansere karşı ilaçlarla tedavi
Kronik: Belirti ve bulguları uzun süren, yavaş ortaya çıkan, süregen
Kültür: Ateş/infeksiyon anında neden olan mikroorganizmanın (bakteri) tespiti için alınan kan, boğaz, idrar, dışkı örneklerinde yapılan ve etkili antibiotikleri de (infeksiyonlara karşı kullanılan ilaçlar) gösteren testler
Lenf Bezi: Tüm vücuda yayılmış, özel sistemi bulunan ve bakteri, kanser hücreleri için süzgeç görevi yapan organlar Lösemide büyüyebilirler
Lökosit: Beyaz kan hücreleri
Lomber Ponksiyon: Bel suyunun incelenmesi veya ilaç verilmesi amacıyla yapılan, belden özel iğnelerle girilerek uygulanan tanı / tedavi yöntemi
Lösemi: Kemik iliğinde olgunlaşmamış, genç blast hücrelerinin kontrolsuz çoğalması ile giden ve kan kanseri adını da alan bir hastalık
Mantar: Tüm vücutta infeksiyon yapabilecek bir çeşit hastalık erkeni
Nötrofil: Beyaz kan hücrelerinin, bakteri, mantar, viruslara karşı vücut medafaasında önemli bir rol oynayan tipi (Nötropeni: Nötrofillerin normalden az olması)
Onkoloji: Kanserin fiziksel, kimyasal, biyolojik tüm özellikleri ile uğraşan bilim dalı
Onkolog: Onkoloji ile uğraşan bilim adamı
Oral: İlacın ağız yolu ile verilmesi
Patoloji/Patolog: Hastalıkların dokuda yaptığı değişiklikleri inceleyen, yorumlayan ve tanı koyan bilim dalı, bilim adamı
Pateşi/Ekimoz: Özellikle trombositin düşük olduğu hastalarda deri içine küçük / büyük kanamalar
Prognoz: Hastalığın sonucu / geleceği hakkında tahmini yaklaşım
Radyoterapi: Özel aletlerden çıkan ışınları kullanarak yapılan tedavi
Rejeksiyon: Hastanın dışarıdan verilen dokuyu (Ör Kemik iliği) reddi
Relaps: Hastalığın uykuya daldıktan sonra yeniden uyanma ve bulgu vermesi
Remisyon: Uygun tedavilerden sonra lösemik hücrelerden temizlenmiş kemik iliğinin uykuya dalması, normal çalışması
Sağlamlaştırma Tedavisi (Konsolidasyon): Uygun hücum tedavisiyle remisyon sağlandıktan sonra yoğun bir tedavi ile yapılanların garantiye alınması
Şifa: Hastalığın kesin olarak iyileşip bir daha geri gelmemesi
Testis (Yumurtalık) tutulumu: Erkek çocuklarda testislere saklanan lösemi hücrelerinin çoğalması ile şişme, hassasiyet ile giden ve hastalığın tekrarına neden olan durum
Trombosit: Kanın pıhtılaşmayı sağlayan, zedeli damarı tıkayarak kanamayı durduran hücresi
Virüs: Çok küçük, ancak özel alet ve yöntemlerle saptanan kızamık / suçiçeği gibi hastalıkları yapan etken

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




BÜYÜME VE GELİŞME



TANIM:


Büyüme, hücre sayısı ve büyüklüğünün artışıyla vücut hacmi ve kitlesinin artışıdır Gelişme ise hücre ve dokuların yapı ve içeriğinin değişimiyle bedensel olgunlaşmayı ifade eder


Çocukluk çağı, erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleşmesi ile başlar ve ergenliğin tamamlanmasına kadar devam eder Çoğunlukla bu iki kavram bir arada değerlendirilir Çocukluk dönemini diğer dönemlerden ayıran en önemli özellik, gebeliğin başlangıcından ergenliğin tamamlanmasına kadar devam eden bir büyüme ve gelişme süreci oluşudur Büyüme ve gelişme bu evrede zaman zaman daha hızlı seyreder Doğadaki diğer canlıların yaşam süreçleriyle karşılaştırıldığında çocukluk çağı insanda çok daha uzundur


Çocuklar sürekli büyüyen ve gelişen organizmalar olmaları sebebiyle, sağlık durumlarını bozan her türlü etken, büyüme ve gelişme süreçlerini yavaşlatabilir, hatta durdurabilir 0 - 1 yaş ya da süt çocukluğu dönemi olarak ifade edilen devrede, büyüme hızının belirgin olarak yüksek oluşu nedeniyle, maruz kalınan etkenler büyüme ve gelişme sürecinde daha ağır ve kalıcı değişiklikler yaratır


Normal büyümenin tarifi oldukça güçtür Ancak kabaca, hastalık belirtisi göstermeyen, yaşına uygun bedensel büyüme ve olgunlaşma, ruh ve zeka gelişimi sergileyen bir çocukta büyüme ve gelişmenin normal olduğunu söyleyebiliriz Yaşa uygunluk, toplumda daha önce sağlıklı çocuklarda yapılmış geniş çaplı araştırmalarla ortaya konmuş olan normal büyüme eğrilerine göre değerlendirilir Büyüme ve gelişme durumunun yaşa göre normal, geri ya da ileri olduğunun belirlenmesi, çocuklarda klinik muayenenin en önemli bölümünü oluşturur


ÇOCUKLUK DÖNEMLERİ



Çocuklar büyüme süreci içinde değişik dönemlerden geçerler Her birinde farklı sorunların görülebildiği bu dönemler, doğum öncesi ve doğum sonrası olmak üzere önce iki gruba ayrılır, daha sonra kendi içinde alt gruplar halinde tasnif edilir (Tablo 1)


Tablo 1


Doğum Öncesi ( Anne karnında geçirilen ) Dönem

----------------------------------------------------------------------

Embriyonal Dönem ( 0 - 10 hafta )

Fetal Dönem ( 10 haftalıktan doğuma kadar )




Doğum Sonrası Dönem

-----------------------------------------------------------------------

Yeni doğan Dönemi ( 0 - 4 hafta )

Süt Çocukluğu Dönemi ( 1 ay - 12 ay )

Oyun Çocukluğu Dönemi ( 1 - 3 yaş )

Okul Öncesi Dönemi ( 4 - 5 yaş )

Okul Çocukluğu Dönemi( kızlarda 6-10, erkeklerde 6-12 yaş )

Ergenlik Dönemi ( kızlarda 10-18 yaş, erkelerde 12-20 yaş )



Sevgili anne ve babalar, Tablo 1'de gördüğünüz, gebeliğin başlangıcından ergenliğin sonuna kadar olan evrelere, ilgili bölümlerde ayrıntılı olarak değinilecektir Kendine özgü karakteristikleri nedeniyle her dönemde fizyolojik ve patolojik bulguların sınırları birbirinden farklı olduğundan, dönemlerin her biri kendi özellikleri çerçevesinde değerlendirilecektir


İntrauterin Dönem


Günümüzde yaşamın döllenmeyle başladığı kabul edilmektedir İntrauterin dönem dediğimiz gebelik süresi, bebeğin doğumdan sonraki yaşam standardını belirleyen en önemli evredir


Büyüme ve gelişme, en hızlı seyrini anne karnındaki dönemde gösterir Özellikle gebeliğin ikinci yarısında boy ve tartı artışı daha da belirgindir 10 haftada bütün organ taslakları tamamlanmıştır Grafik 1'de, gebelik haftasına göre bebeklerin büyüme eğrilerinde görüldüğü gibi anne karnındaki 12 haftalık bir bebeğin ağırlığı 18 gram, boyu 6,5 cm kadardır 16 haftada ağırlık 135 gram, boy 16 cm olur Bundan sonra sırasıyla haftalara göre tartı / boy değerleri: 20 haftada 340 gr / 25 cm, 24 haftada 570 gr / 33 cm, 28 haftada 900-1000 gr / 37 cm, 32 haftada 1600 gr / 40,5 cm, 36 haftada 2500 gr / 46 cm, 40 haftada 3400 gr / 51 cm kadardır


Sevgili anne ve babalar, çocuğunuzun büyüme ve gelişmesinin çeşitli faktörlerden etkilenebileceğini unutmamalısınız Bebeğinizin büyüme ve gelişmesinde yavaşlama saptandığında daha sık ve yakın takibe girmeniz gerekmektedir Günümüzde bebeğin gebelik evresi bir muamma olmaktan çıkmıştır Yeni metodlarla bebeğinizin durumu belirlenebilmektedir


İntrauterin dönemin başlangıcı olan embriyonal dönemde (0-10 hafta) bebek, dış etkilere karşı son derece hassastır Çoğu doğumsal anormallikler bu dönemde maruz kalınan etkenler sonucu meydana gelmektedir Bu nedenle gebeliğin ilk haftalarında, diğer dönemlerden çok daha dikkatli olunmalıdır


Fetal dönem 11 haftada başlar ve doğuma kadar devam eder Bu dönemde doku ve organların olgunlaşma süreci ile hızlı büyüme gerçekleşmektedir Fetal büyümenin değerlendirilmesinde rahim büyüklüğü, ultrason, son adet tarihi ve bebeğe ait ölçümler gibi parametreler kullanılmaktadır


Fetal dönemde, özellikle gebeliğin ikinci yarısında bebeğin büyüme ve gelişmesi belirgin olarak hızlanmaktadır Aşağıdaki tabloda sunulduğu gibi *bebeğe, *anneye, *plasentaya ve *çevreye bağlı nedenler bebeğin gelişimini çok çeşitli yönlerden etkileyebilirler Bu faktörlerin önemli bir bölümü, girişimde bulunulduğunda bebeğin gelişimini iyi yönde etkileyebilecek özelliklerdir


Sevgili anneler, hayatınızın en önemli evresi olan gebelik döneminde sağlığınıza özen gösteriniz Yeterli ve dengeli besleniniz Düzenli olarak gebelik kontrollerinizi yaptırınız ve zararlı çevresel faktörlerden kaçınınız


Böylece bebeğiniz kendi genetik potansiyeli doğrultusunda en uygun şekilde büyüme ve gelişme gösterecektir



Tablo 2

Fetal Büyümeyi Etkileyen Faktörler

---------------------------------------------------------------

Bebeğe Ait Nedenler



Irk

Cinsiyet

Genetik

Kromozom anomalileri

Fetal infeksiyonlar

Doğumsal anomaliler

Çoğul gebelik (ikiz, üçüz, vb)


Anneye Ait Nedenler:


İnfeksiyonlar

İnfeksiyon Dışı Nedenler

Boy

Yaş ( <18, >35 )

Azalmış besin alımı

Gebelikte yetersiz tartı alımı

Doğum öncesi düşük kilo

Yetersiz bakım

İlaç bağımlılığı, sigara ve alkol

Kronik hastalık (kalp, böbrek, şeker hast, astım)

Yüksek tansiyon

Sık doğumlar




Plasentaya Ait Nedenler


Plasenta, anneyle bebek arasında oksijen ve besin alışverişini sağlayan, "eş" olarak da adlandırılan bölümdür

İnfeksiyon

Plasenta tartısı

Plasentada iletim bozukluğu

Plasenta tümörleri

Plasentanın kısmen ayrılması

İkizden ikize kan geçişi



Çevresel Nedenler


Çevre Hijyeni

Radyasyon

Yüksek irtifa



Sevgili anne ve babalar, gördüğünüz gibi bebeğin anne karnında büyümesini etkileyen birçok faktör mevcuttur (Tablo II: I-IV Maddeler) Bunlardan herhangi biri bebeğinizin büyümesini yavaşlatabilir Hamilelik esnasında hekim denetiminde yapılacak düzenli takiplerle, büyümeyi etkileyen faktörler geç kalınmadan kontrol altına alındığında, anne karnındaki dönemde büyüme normal olacak, sağlıklı bir bebek dünyaya gelecektir


Yeni doğan Dönemi


Doğumdan sonraki ilk 4 hafta yeni doğan dönemidir Dünyaya yeni gelmiş olan bebek, dış ortama hızla uyum sağlamak durumundadır Anne karnındaki ideal dönem artık sona ermiştir Kendi vücut ısısını kendisi düzenlemek, solunum, kan dolaşımı ve sindirim faaliyetleri gibi işlevlerini kendisi yerine getirmek zorundadır Bu devrede uygun oda sıcaklığının sağlanması ve anne sütüyle beslenme son derece önemlidir


Her annenin sütü kendi bebeği için özeldir Erken doğum yapan annenin sütü hızlı büyüyen ve yaşıtlarını yakalamaya çalışan prematüre bebeğin beslenmesi için yeterli miktarda protein, yağ ve kalori içermektedir


Sevgili anneler, bebeğinizin en iyi şekilde beslenmesini, büyüme ve gelişmesini sağlayan anne sütünü ondan esirgemeyiniz Bebeğinizi doğar doğmaz ilk yarım saat içinde mutlaka emziriniz!


Anne sütü ilk 4-6 ay sağlıklı büyüme ve gelişme süreci için tek başına yeterlidir!


Sevgili anne ve babalar, yeni doğan bebeğinizin diğer dönemlerden farklı olarak hastalık belirtisi olmayan bazı fizyolojik özellikleri vardır ki bu özel durumları bilmenizin son derece yaralı olacağı kanısındayım


Sağlıklı bir yeni doğanın cilt rengi gül kurusu pembesidir Doğumu izleyen ilk saatlerde daha koyu olabilir, ancak birkaç saat içinde normale döner Koyu kırmızı renk devam ediyorsa kan hücrelerinin fazlalığı söz konusu olabilir Solukluk ise kansızlığı düşündürür Her iki durumda da gerekli kan tahlilleri yapılarak nedene yönelik tedavi uygulanmalıdır


Normal yeni doğanlarda göz kapaklarında el, kol ve bacaklarda hafif ödem saptanabilir Doğumu izleyen birkaç gün içinde kendiliğinden düzelir Ciltte küçük damar genişlemeleri görülebilir, çok belirginse doktorunuza danışınız Kalça ve sırtta kurşuni mavi renkte doğum lekesi olabilir, herhangi bir hastalığa delalet etmez, 1 yaşına kadar kaybolur Prematüre bebeklerde ciltte bol miktarda tüy bulunabilir, kısa sürede dökülürYeni doğanların yaklaşık %40'ında yüzde inci beyazı renkte, toplu iğne başı büyüklüğünde kabarıklıklar görülebilir, tedavi gerektirmez Bazen anneden geçen hormonların etkisiyle bebeğin yüz ve boynunda sivilceler oluşabilir, kız çocuklarda vaginal akıntı olabilir, tedavi etmeye gerek yoktur, kendiliğinden geçer Yine aynı nedenle yeni doğan bebeğin memeleri şiş olabilir Kesinlikle sıkılmamalı, düzelme zamana bırakılmalıdır


Süt Çocukluğu, Oyun Çocukluğu ve Okul Öncesi Dönemi


Süt çocukluğu dönemi 1 - 12 ay, oyun çocukluğu 1 - 3 yaş, okul öncesi çocukluk dönemi 4 - 6 yaş arasındaki evredir Bu evreler birbirleriyle olan yakın ilişkileri nedeniyle bir arada ele alınmışlardır


Süt çocukluğu dönemi, yeni doğan döneminden sonra insan yaşamındaki en önemli evrelerden biridir Bebeğin doğum sonrasında en hızlı büyüdüğü dönemdir Bir yaşın sonunda çocuk, doğum ağırlığının 3 misline, boyu 15 misline ulaşır



Süt çocuğunda önceleri en hızlı büyüyen bölüm baştır 6 aydan sonra göğüs çevresi genişler, 9 aydan sonra kol ve bacakların büyümesi öne geçer Beyin, sinir ve kasların gelişimi baştan ayağa doğru olan bir rota izler Bu nedenle çocuk önce başını tutar, sonra oturur, daha sonra yürüyebilir Çocuğun istemli hareketler yapma, anlama, etrafla ilgilenme, istediklerini belirtme yetenekleri gelişir


Sevgili anne ve babalar, çocuğunuzu tabloda sunduğumuz rakamsal değerlerle kıyaslamayınız Ancak büyüme-gelişme eğrisinde kendisine ait yerini bularak takibini yapabilirsiniz Eğride normalden sapma (özellikle düşüş) gördüğünüzde doktorunuzla temasa geçerek altta yatan bir sorun olup olmadığının araştırılmasını sağlayınız (Beslenmeyle ilgili sorunlar, infeksiyon hastalıkları vb)


Vücut Ağırlığı


Ortalama doğum ağırlığı 3000-3500 gram kadardır İkinci ve üçüncü çocukların doğum kilosu birinciden, erkeklerinki kızlardan fazladır Zamanında doğan bebekler normal olarak ağırlıklarının % 5-10'unu, erken doğanlar tartılarının % 10-15'ini ilk bir iki hafta içinde kaybederler Buna fizyolojik kayıp adı verilir


Çocuklar ilk 6 ay içinde ayda 600-1000 gram, sonraki 6 ay içinde ayda 400-600 gram ağırlık kazanırlar Bir bebek 5 ayda doğum ağırlığının 2 katına, bir yaşın sonunda 3 katına, üç yaş sonunda 4 katına çıkar 7 yaşın sonunda 7 katına ulaşır 2 yaşından büyük çocuklarda normal vücut ağırlığını kabaca hesaplamak için Yaş X 2 + 8 formülü kullanılabilir Bulunan rakam ortalama değerdir


Sevgili anne ve babalar, her çocuk kendi büyüme eğrisinde izlenmeli, ne kendi kardeşleriyle, ne de diğer ailelerin çocuklarıyla karşılaştırılmalıdır


Boy Uzunluğu


Doğumda boy uzunluğu 48 ile 52 santimetre arasında değişmekle birlikte ortalama 50 cm kadardır Sonraki 3 ay içinde 8 cm, ikinci 3 ay içinde 8 cm, üçüncü 3 ayda 4 cm, dördüncü 3 ayda yine 4 cm boy uzaması olur Çocuklar ilk yaş sonunda doğum boylarının yarım katı olan 75 santimetreye, dört yaşında iki katına, 13 yaşında 3 katına erişirler İki yaşından büyüklerde yaklaşık boy uzunluğunu bulmada Yaş X 5 + 80 formülü kullanılabilir Elde edilen rakam ortalama boy uzunluğudur Normal değerler ise çok geniş bir yelpazeye dağılır


Sevgili anne ve babalar, ağırlıkta olduğu gibi her çocuğun boy gelişimi yine kendi eğrisi üzerinde izlenmeli, başka çocuklarla hatta kendi kardeşleriyle bile kıyaslanmamalıdır


Baş Çevresi


Baş çevresi doğumda ortalama 35 cm kadardır 3 ayda 40,5 cm, 6 ayda 43 cm, 1 yaşın sonunda 46 cm olur Yeni doğanda baş ve göğüs çevreleri eşittir Birinci yaştan sonra göğüs çevresi baş çevresinden büyük olur


Süt çocuklarında baş çevresinin her ay ölçülmesi çok önemlidir Baş çevresi eğrileri üzerinde değerlendirilen normalden sapmalar derhal ele alınmalı, nedenleri ciddiyetle araştırılmalıdır Bu sayede örneğin kısaca beyin içinde su birikmesi olarak tarif edebileceğimiz "hidrosefali"nin erkenden tanınması ve hasar meydana gelmeden tedavi edilmesi mümkün olabilir Benzer şekilde mikrosefali ( küçük kafa ) de tespit edildiğinde gecikmeden nedenleri araştırılmalı, sebebe yönelik tedavi yapılmalıdır


Diş Gelişimi


Diş gelişimi çocuklarda büyüme ve gelişme süreciyle doğrudan ilişkili bir parametre olmamakla birlikte çocuğunuzun beslenmesi yönünden önem arz ettiğinden diş gelişimine de kısaca değineceğim


İlk diş çıkarma zamanı daha çok ırsi eğilimlere bağlıdır İlk diş ortalama 4 - 9 aylar arasında çıkar Ancak 15 aya kadar gecikmesi de normal kabul edilir Diş çıkarma sırasında hafif ateş, ishal, huzursuzluk görülebilir


Yerel içme suyunda flor yeterli değilse, diş çürüklerinden korunmak için kalıcı dişler çıkana dek günde 0,25 mg florun ağızdan verilmesi uygun olur Sevgili ebeveynler, sağlıklı bir diş gelişimi için çocuğunuza diş fırçalama alışkanlığını mutlaka kazandırmalı, çocuk diş hekimlerince düzenli takibini sağlamalısınız


Kemik Gelişimi


Kafada 6 adet bıngıldak bulunur Bunların önde yer alan büyüğü ve arkadaki küçük olan elle kolayca fark edilir Ön bıngıldak dışındakiler bir kaç ay içinde kapanırlar Öndekinin kapanması ise 3 ile 18 aylar arasında gerçekleşir Kapanmadaki gecikmeler doğumsal tiroid bezi yetersizliği, D vitamini eksikliği gibi hastalıkları öncelikle akla getirir Araştırma sonuçlarına göre nedene yönelik tedavi yapılır


Kemiklerin gelişimi esnasında baş büyüklüğünün vücuda oranı, kulaç mesafeleri gibi bedensel oranlarda önemli değişiklikler olur Çocuklarda oturma yüksekliği gelişmeyi değerlendirmede çok yaralı bir göstergededir Boy uzunluğundan oturma yüksekliğinin çıkarılmasıyla bacak mesafesi elde edilir Her iki değer için de normali yansıtan eğriler mevcuttur Grafikler üzerinde yapılan değerlendirmeler, büyüme bozukluklarının erken tanısını olanaklı kılar Kemik gelişimiyle igili bir sorun olduğunda bu konuda yetişmiş uzman bir hekim tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir


Okul Çocukluğu Dönemi


6 yaşından cinsel olgunlaşma belirtilerinin başladığı ergenlik dönemine kadar çocuğun gelişmesindeki başlıca özellikler, gittikçe anne babaya olan yakın ilginin azalması; öğrenme, yarışma, ödev, sorumluluk ve başarma duygularının yerleşmesidir


İlkokula yeni başlayan çocuklarda kısa veya uzun süreli uyum sorunları çok yaygındır Sınıfa annesiyle birlikte girmek, sınıfta durmamak, sıraya oturmamak, altını ıslatmak, altını kirletmek, ağlamak, derste gezinmek, bir şeyler yemek gibi belirtilerle kendini gösteren uyum güçlükleri birkaç gün ya da birkaç haftayı bulabilir Bazı çocuklarda okul fobisi görülebilir Bu aşırı okul korkusu aslında okuldan korkma değil, anneye aşırı bağımlı olan çocuğun, okula gitmekle annesinden ayrılması sırasında ortaya çıkan anneden ayrılma korkusudur


Okula uyum sorunlarının çözümü için okula yeni başlayan çocukta okuma yazma öğrenmekten önce evdeki olumlu ilişkinin okulda da sürdürülmesi, bir tür anne baba modeli olan öğretmenin çocuğa duygusal doyumu sağlayacak şekilde davranması ve bizzat kendi davranışlarıyla da çocuk için iyi bir örnek oluşturması gereklidir


Sevgili anne ve babalar, aynı yaştaki çocukların tartı ve boy değerleri tıpatıp aynı olamayacağı gibi, aynı nörolojik ve ruhsal gelişim özelliklerini sergilemezler Bu nedenle yaşa uygun beceriler değerlendirilirken, her bir çocuğun istenen tüm hareketleri yapması beklenmez Ancak normalden sapmalar varsa, doktorunuza başvurarak nörolojik ve psikolojik durumunun değerlendirilmesini sağlamanız çok yararlı olur


Ergenlik Dönemi


Ergenlik, çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecidir Bu süreç iç salgı bezlerinden salgılanan hormonlar tarafından başlatılır ve sürdürülür Testis ve yumurtalık gibi cinsiyet organlarının ve cinse özgü dış görünüm özelliklerinin gelişmesi, büyüme ve kemik olgunlaşmasında belirgin hızlanma, vücut oranlarında ve bedensel yapıda değişiklik, ergenlik sürecinin özelliklerini oluşturur


Vücutta ergenliğe yol açan hormonal değişikliklerin başlamasından sonra dış görünümdeki ilk değişiklikler kız çocuklarında 10 (8-13), erkeklerde 12 (9,5-15) yaşında ortaya çıkar Değişikliklerin tamamlanması genellikle 3-5 yıl sürer Ergenlik döneminin sonunda -kızlarda otalama 16, erkek çocuklarda 18 yaşında- bireyin büyüme ve gelişmesi büyük ölçüde tamamlanmıştır


Adolesans, kimi zaman ergenlikle eş anlamda kullanılmakla birlikte aslında, hayatın bu devresinde vücutta oluşan biyolojik değişikliklere eşlik eden ruhsal gelişme ve psikososyal değişiklikleri de kapsayan bir terimdir


ERGENLİKTE BÜYÜME VE GELİŞME


Boy Büyümesi


İlk 4 yaştan sonra büyüme hızı erkek ve kız çocuklarında benzer şekilde yılda 5-7 cm gibi oldukça durağan bir gidiş gösterir Ergenlik belirtilerinin başlamasıyla beraber cinsiyet hormonlarının vücut kitlesini arttırıcı etkisiyle boy uzamasında belirgin bir hızlanma görülür


Kız çocuklarında ergenlik erkeklere kıyasla 2 yıl daha erken başlar Bu nedenle büyüme hızlanması da kızlarda daha erken olur 10-12 yaşlar arasında kız çocukları erkeklerden daha iri olurlar Ergenlikte büyümenin en hızlı olduğu "büyüme hızı doruğu" kızlarda ortalama yılda 9 cm, erkeklerde ortalama yılda 10,5 cm'dir Ergenlik sürecinin daha geç başlaması erkek çocuklara büyümede aşağı yukarı 2 yıl kadar bir süre kazandırır Kalıtım faktörlerinin etkisine bağlı olarak ergenliğe erişme yaşı çok değişken olduğundan büyüme hızı doruğunun görüldüğü yaş da bir çocuktan diğerine farklılık gösterir Bu nedenle aynı yaştaki iki çocuğun ergenlik belirtilerinin başlayıp başlamamış olmasına göre boy ve vücut yapılarında büyük farklılıklar olması doğaldır


Boy uzaması ergenliğin son evrelerinde giderek yavaşlar, kızlarda 16-18, erkeklerde 18-20 yaşlarında hemen hemen durur Ancak 30 yaşa dek omurga büyümesinin bir miktar daha devam etmesi sebebiyle 3-4 milimetrelik bir artış gözlenebilir


Kilo Artışı


Okul öncesi döneminden ergenliğin başlangıcına kadar olan evrede, boy büyümesine koşut olarak yıllık tartı artışı, 2-3 kilogram arasındadır Ergenlikte vücut ağırlığı kızlarda yaklaşık 16 kg, erkeklerde 20 kg artar Erkek çocuklarda kas gelişmesi ve iskelet kitlesinin artması vücut ağırlığının artmasında önemli pay alırken, kızlarda tartı artışı büyük ölçüde yağ depolanması sonucudur


Kemik Büyümesi ve Olgunlaşması


İlk önce el ve ayakların büyümesi hızlanır Bunu ön kol ve bacaklar, daha sonra üst kol ve uylukların uzaması izler Ardından enine büyüme hızlanır Kalçalar, göğüs ve omuzlar genişler Kızlarda kalçaların, erkeklerde omuzların genişlemesi belirgindir


Yüz kemikleri hızla büyür, yüz görünümü değişir Çene uzar ve kalınlaşır, burun büyür, profil değişir


Ergenlik öncesi kemik olgunlaşması kızlarda 2 yıl daha ileridir Bu nedenle kız çocuklarda epifizler daha erken kapanır Boy artışı erkeklerde 17-18 yaşlarına kadar sürerken, kızlarda büyüme 15-16 yaşlarında durur


Ergenlik Dönemiyle İlgili Sorunlar


Vücuttaki yapısal değişikliklere ve çevreye uyum gerektiren bu dönem son derece duyarlı olunması gereken bir devredir Çocukluktan çıkıp erişkinliğe ilk adımını atan insanın bedeninde ve biyolojik işlevlerinde meydana gelen değişikliklere alışması ve kabullenmesi, ayrıca fiziksel değişiklikleri nedeniyle çevresindekilerin kendisine karşı davranışlarına alışması gerekmektedir Yine bu dönem okulda kendisinden beklenen sorumlulukların arttığı, içgüdülerini kontrol ederek davranışlarında ölçülü olmasının beklendiği bir dönemdir Geleceği için meslek seçimi ve yaşam biçimi gibi konularda karar vermesi gerekmektedir


Sevgili ebeveynler, çocuğunuzun hem bedensel hem de ruhsal değişimlerin yarattığı karmaşanın içinde boğuştuğu erişkinliğe geçiş sürecinde, anne ve babasının mutlak desteğine gereksinimi vardır Ona bir erişkin gibi yaklaşmanız, sevgi ve ilginizi hissettirmeniz, sorunlarını anlamaya çalışmanız kuşkusuz çok yararlı olacaktır


BÜYÜME VE GELİŞMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER


Kalıtım ve Ailesel Faktörler


Toplumun genelinde büyümeyi etkileyen en önemli etken kalıtımdır Kalıtım ( ırsiyet ), öncelikle boyla ilişkilidir, ancak şişmanlık ve zayıflık gibi fiziksel özellikler de etkilenir Büyüme geriliğinden kuşkulanılan bir çocukta bu durumun kalıtımla ilgili olabileceğine karar vermede, anne babanın ve varsa kardeşlerin özelliklerini değerlendirmek büyük önem taşır Kısa boylu ailelerin çocukları kısa, sarışın olanların çocukları açık renkli olmaya eğilimlidir


Cinsiyet


Büyüme gelişme süreci kız ve erkek çocuklarda farklıdır Doğumda kızların tartısı daha düşüktür Doğum tartıları aynı olan erkek ve kız çocuklar karşılaştırıldığında kızlar daha ileri bir gelişme düzeyi gösterirler Ergenlik dönemine erken giren kızlar hızlı büyür, ancak çabuk dururlar Erkeklerde kas dokusu daha fazla gelişir, boy daha uzun olur


Beslenme


Beslenme, büyüme ve gelişmeyi etkileyen en önemli çevresel faktördür


Çocuğun iyi büyüyebilmesi için yeterli ve dengeli beslenmesi, bu besinleri sindirmeye yeterli bir barsak etkinliği bulunması gerekir Süt çocukluğu döneminde yetersiz beslenmeden boydan çok tartının öncelikle etkilendiği bilinmektedir


Çoğu kez beslenme kökenli bir kansızlık geliştiğinde, iştah azalmasına yol açarak problemin artmasına neden olur Bu durumda kansızlığın düzeltilmesi, asıl sorunun çözülmesi için uygulanan tedavilerin başarısını arttırır


Sevgili ebeveynler, büyüme yetersizliği düşünülen bir çocukta alınan günlük besinlerin yeterli olup olmadığı mutlaka bir hekim tarafından hesaplanmalı, eksiklik söz konusu ise uygun beslenme şemalarıyla tartı alımı, olması gereken sürece oturtulmalıdır


Hormonal Durum



Normal büyüme için bir çok hormona ihtiyaç vardır Sağlıklı çocuklarda hormonlar uygun miktarlarda salgılanır Hipofiz bezinin salgıladığı "büyüme hormonu" boyca büyümeyi, tiroid bezinin salgıladığı "tiroid hormonu" gelişme ve olgunlaşmayı sağlar Ergenlikte böbrek üstü bezi, testis ve yumurtalıklardan salınan hormonlar da büyümeyi etkiler


Büyüme hormonu yetersizliği durumunda boy kısa kalırken, konjenital hipotiroidi dediğimiz doğumsal tiroid bezi yetersizliğinde zeka da etkilenir


Sevgili anne ve babalar, erken tanı konulursa her iki hastalığında tedavisi oldukça başarılıdır Ayrıca, hormon bozukluklarına bağlı büyüme gelişme bozuklukları son derece nadirdir Ancak diğer nedenler tam teşekküllü bir merkezde yapılacak tetkiklerle bertaraf edildikten sonra düşünülebilir


Gebeliğe İlişkin Faktörler


Bebeğinizin sağlıklı doğması yanında normal tartı ve boya sahip olabilmesi için gereken koşulların kendine özgü karakteristikleri nedeniyle gebelik dönemi, yaşamın diğer evrelerine göre son derece önem arz etmektedir


Gebeliğin ilk üç ayında annenin geçirdiği virus infeksiyonları çocuk için zararlıdır Anne hamileyken kızamıkçık geçirdiği taktirde çocukta kalpte bozukluk, katarakt, sağırlık, küçük kafa ve zeka geriliği ortaya çıkabilir


Gebelik süresince ve özellikle ilk haftalarda annenin aldığı ilaçlar dikkatle seçilmelidir Bu dönemde alınan ilaçlar ve sigara içimi gibi etkenler bebeği etkiler, doğuştan bozukluklara yol açabilir


Hamilelikte röntgen, radyum gibi ışınlar çocukta küçük kafa, bel bölgesinde yarık ya da kese, zeka geriliği ve uzuvlarda bozukluklara yol açabilir


Hamilelikte hormon bozuklukları bebeğe zarar verebilir Örneğin şeker hastalığı olan annelerin çocukları iri doğarlar Tosuncuk diyebileceğimiz bu çocuklarda kalp, akciğer ve metabolizma bozuklukları görülebilir


Sevgili anneler, doğacak bebeğinizin sağlığı için gebeliğiniz esnasında mutlaka bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanının kontrolü altında olun, sigara, ve alkolden uzak durun, rasgele ilaç kesinlikle kullanmayın


Kronik Hastalıklar


Sağlıklı olarak dünyaya gelen bir bebekte kalıtımsal olarak gelen ya da sonradan edinilen kimi hastalıklar müzminleşerek büyüme ve gelişme sürecini olumsuz yönde etkileyebilir Bu hastalıklar arasında kronik karaciğer hastalığı, kronik böbrek yetersizliği, romatizmal hastalıklar sayılabilir


Büyüme geriliği, astım ve diğer alerjik hastalıklarda da ortaya çıkar Bunların tümünde sebep kullanılan ilaçlar değildir Hastalığın kendisi de gerilikte başlıbaşına önemli bir faktördür Ağır akciğer infeksiyonları ve morarmayla seyreden kalp hastalıklarında da büyüme olumsuz yönde etkilenir


Çocukların sonraki dönemlerde yaşıtlarını ne ölçüde yakalayacakları, hastalığın seyri ve süresi, başlangıç yaşı, iyileşme sonrası geride kalan büyüme süresi ve iyileşmenin tam olup olmaması gibi bir çok faktöre bağlıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




PANİK ATAK



Başta "Panik Bozukluk" olmak üzere, bir çok psikiyatrik bozuklukta görülebilen; aniden beklenmedik bir anda herhangi bir yerde ortaya çıkan yoğun kaygı-bunaltı, korku karışımı bir nöbettir

Bu nöbet kişiye öylesine yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaşatırki; kötü bir şey olacağı veya sonunun geldiğini, öleceğini hisseder Bu korku fırtınasını yaşayan insan doğal olarak o ortamdan ve durumdan kaçma, uzaklaşma davranışı gösterir, bir an önce yardım alınabilecek bir sağlık kuruluşuna müracat edilirçoğu kerede hastane, doktor gördüğünde kişide rahatlama olur ve nöbet geçebilir

Panik atağı yaşayanların bazıları, o esnada; kalp krizi geçirdiklerini aklını kaçıracağını, felç geçireceğini, kontrolünü yitireceğini, düşüp bayılacağını hissederler


PANİK ATAK TÜRLERİ

1-Beklenmedik Ataklar: Nedensiz, birden ortaya çıkan nöbetler, Panik Bozuklukta bu tür ataklar vardır

2-Duruma bağlı olanlar: Korkulan bir kedi, köpek veya başka bir nesneyle yada bir durum karşılığında ortaya çıkar

3-Durumsal yatkınlık gösterilen panik ataklar: Genellikle destekleyici bir etken vardır, ama her zaman panik oluşmaz, örneğin araba kullanırken panik atak oluşmaktadır, bazen araba kullandıktan sonra atak geçirmektedir


Panik Atağın 13 bedensel bilişsel belirtisi vardır Bunlardan 4 tanesinin olması nöbet için yeterlidir çoğunlukla 7-10 arası belirti yaşanmaktadır Nöbet hızlı başlangıçlıdır, 10 dakikada zirveye çıkar Bazen yarım-veya bir saat sürebilir


PANİK ATAKTA GÖRÜLEN BELİRTİLER:

1-Çarpıntı, kalp atışlarını duyumsama, kalbin yerinden fırlayacakmış gibi olması, göğüste basınç bazen sol kola yayılan ağrı ve uyuşmalar

2-Terleme (Sıcak -Soğuk boşalımlar, bazen üşüme bazen alevlerin basması hissi)

3-Titreme-sarsılma-itilme hissi

4-Boğulma ve nefes alamama hali (Boğazda düğümlenme veya bir yumru, tıkanma hissi)

5-Soluğun kesilmesi (Derin nefes alma ihtiyacı havanın yetmemesi gibi hisler)

6-Göğüste daralma, sıkışma, ağrı duyumsama

7-Bunaltı, karında ağrı, şişkinlik ve gaz oluşması

(Bazen mideden başlayıp boğaza doğru yayılan kalkışma rahatsızlık hali)

8-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma hali

9-Derealizasyon (Gerçek dışılık duyguları panik yaşandığında olaylar bir sis perdesinin gerisinde algılanır, cisimler, küçülür her şey bulanıklaşıryada depersonalizasyon (Benliğinden ayrılmış olma hali: sanki bedenle ruh birbirinden ayrılıyor ve kişinin kendisini hissedememe, algılayamama kendisine yabancılaşma durumu oluşur)

10-Panik anında kontrolünü kaybedeceği yada çıldıracağı korkusu (Kendisine çocuklara, çevreye zarar verme korkusu)

11-O esnada "yaşamım buraya kadarmış" duygususu-ölüm korkusu

12-Ellerde, kollarda, bacaklarda, başta ve birçok yerde uyuşmalar, yanmalar, karıncalanmalar, diken ,diken olma halleri

13-Üşüme, ürperme ya da ateş basmaları


PANİK BOZUKLUK TOPLUMDA NE ORANDA YAYGINDIR?


Panik bozukluk-kadınlarda erkeklere göre 2-3 kat daha sık görülür

Panik bozuklu tanılı hastaların %75-80'i kadındır Aile çalışmalarında; eğitim, etnik yapı, sosyal durumla bağlantı bulunmamıştır

Yaşam boyu yaygınlığı değişik çatışmalarda %1,5-3,5 arasında saptanmıştır Bu oran gittikçe artmaktadır

Değişik hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan panik ataklar ve "sınırlı belirtili atakların" ise %15-20 arasında olduğu bildirilmektedir Dolayısıyla gerek panik bozukluğuna bağlı gerekse diğer pisikolojik, biyolojik nedenlere bağlı panik atakların her yüz kişiden 20-25 inde görüldüğü anlaşılmaktadır Bu oran her 4 kişiden 1'inin panik ataklı olduğu anl***** gelmektedir Paniğin bu kadar popüler olması bu yaygınlığı ve korkutucu belirtileri olsa gerek

Panik hastalarının çoğunluğu psikiyatri dışı hekimlere başvurmaktadır Görülen belirtiler otonomik ve fiziksel belirtiler olduğunda kalp hastalığı görünümü verebilmektedir İlk başvurular bu yüzden dahili branşlar olmaktadır

Stein, 1994, Chignon 1993'de yaptıkları bir araştırmada panik bozukluklu hastaların % 35'nin sık sık nefes alma, % 20-30'unda kalp damarlarının normal çıktığı, anjiosu normal bulunan hastaların % 35-45'inin ayrıntılı muayenesinde panik bozukluğu olduğu saptanmıştır (Mukerji, katun) bu yanlış anlayış ve yöntemin ABD'ye yıllık maliyetinin 33 milyon dolar olduğu iddia edilmektedir



PANİK BOZUKLUKTA SOSYAL-DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER:


-Panik Bozukluğu her yaşta başlayabilir

-En sık 20-30 yaş arasında başlar, yaş ilerledikçe başlama oranı düşer

-Etnik, kültürel farklılıklar çok önemli bulunmamıştır

-Şehir yaşamında, kırsal bölgelere göre daha sık görülmektedir

-Ekonomik durumla bağlantısı bulunamamıştır

-Eğitim düzeyiyle panik bozukluğu arasında direkt bir ilişki saptanmamıştır

-Evli insanlarda, dul yada boşanmış insanlara göre daha az görülmektedir, (bir çalışmada boşanmış yada dullarda 5 kat daha fazladır)



PANİK ATAK VE PANİK BOZUKLUĞUNUN TESHİŞ KRİTERLERİ NELERDİR?


PANİK ATAK TEŞHİS ÖLÇÜTLERİ

(DSM_IV'e göre panik atağı tanı ölçütleri)

Not: Panik atağı kodlanabilir bir bozukluk değildir Aşağıdaki semptomlardan dördünün (ya da daha fazlasının) birden başladığı ve on dakika içinde en yüksek düzeyine ulaştığı, ayrı bir yoğun korku ya da rahatsızlık duyma döneminin olması:

1-Çarpıntı, kalp atımlarının duyumsama ya da kalp hızında artma olması

2-Terleme

3-Titreme ya da sarsılma

4-Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları

5-Soluğun kesilmesi

6-Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi

7-Bulantı ya da karın ağrısı

8-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma

9-Derealizasyon (gerçekdışılık duyguları) ya da depersonalizasyon (benliğinden ayrılmış olma)

10-Kontrolunu kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu

11-Ölüm korkusu

12-Paresteziler (uyuşma ya da karıncalanma duyumları)

13-Üşüme; ürperme; ya da ateş basmaları


DSM-IV (Psikiyatrik hastalıkları sınıflandırma kitabı)'e göre

"AGORAFOBİ OLMADAN PANİK BOZUKLUĞU" TANI ÖLÇÜTLERİ

A-Aşağıdakilerden hem(1), hem de (2) vardır:

1-Yineleyen beklenmedik Panik Atakları

2-Atakların en az birinin, 1 ay süreyle (ya da daha uzun bir süre) aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası) izler:

(a)başka atakların da olacağına ilişkin sürekli bir kaygı

(b)atağın yolaçabilecekleri ya da sonuçlarıyla (örn kontrollunu kaybetme, kalp krizi geçirme, "çıldırma") ilgili olarak üzüntü duyma

(c)ataklarla ilişkili olarak belirgin bir davranış değişikliği gösterme

B-Agorafobinin olması

C-Panik atakları bir maddenin (örn kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun (örn hipertiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir

D-Panik Atakları, Sosyal Fobi (örnkorkulan toplumsal durumlarla karşılaşma üzerine ortaya çıkan) Özgül Fobi (örn özgül bir fobik durumla karşılaşma), Obsesif-Kompulsif Bozukluk (örnbuluşma üzerine obsesyonu olan birinin kir ve pslikle karşılaşması), Posttravmatik Stres bozukluğu (örn ağır bir stres etkenine eşlik eden uyaranlara tepki tepki olarak) ya da ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu (örn evden ya da yakın akrabalardan uzak kalmaya tepki olarak) gibi başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz




AGORAFOBİ NEDİR?


Agorafobinin belirgin özeliği; yalnız kalmaktan yada kaçmanın zor olabileceği ve ani bir sorun yaşanacağından yardım alınamayacağı korkusu ile kalabalık, topluma açık yerlerde bulunmaktan duyulan korkudur İşlek bir cadde, sinema, tiyatro, cami, tünel, asansör, toplu taşıma vasıtaları, büyük kapalı alış veriş merkezleri en sık kaçınılan yerler ve durumlardır Agorafobikler çoğu kez evden çıktıklarında mutlaka güvendikleri birinin kendilerine eşlik etmelerini ısrarla isterler

Agorafobi panikle birlikte veya tek başına da olabilir Gözlemlerimize göre çoğunlukla birlikte olmalarıdır Çünkü panik atağı yaşayacağı korkusu kişinin düşünce ve davranışlarında ciddi kaçınma davranışlarına yol açar


AGORAFOBİ TEŞHİS ÖLÇÜTLERİ


A Beklenmedik bir biçimde ortaya çıkabilecek ya da durumsal olarak yatkınlık gösterilen bir Panik atağın ya da panik benzeri semptomların çıkması durumunda yardım sağlanamayabileceği ya da kaçmanın zor olabileceği (ya da sıkıntı doğurabileceği) yerlerde ya da durumlarda bulunmaktan anksiyete duyma Agorafobik korkular arasında özel birtakım belirli durumlar vardır ki bunlar arasında tek başına evin dışında olma, kalabalık bir ortamda bulunma ya da sırada bekleme, köprü üzerinde olma ve otobüs, tren ya da otomobile geziye çıkma sayılabilir

Not: Kaçınma, bir ya da sadece birkaç özgül durumla sınırlı ise Özgül Fobi tanısını, toplumsal durumlarla sınırlı ise Sosyal Fobinin tanısını düşününüz


B Bu durumlardan kaçınılır (örn geziler kısıtlanır) ya da Panik Atağı ya da panik benzeri semptomlar olacak anksiyetesiyle ya da yoğun bir sıkıntıyla bu durumlara katlanır ya da eşlik eden birinin varlığına gereksinilir


C Bu anksiyete ya da fobik kaçınma, Sosyal Fobi (örn utanacak olma korkusuyla giden toplumsal durumlarla sınırlı kaçınma), Özgül Fobi (örn asansör gibi tek bir durumla sınırlı kaçınma), Obsesif Kompulsif Bozukluk (örn buluşma ile ilgili obsesyonu olan birinin kir ve fislikten kaçınması), Posttravmatik Stres Bozukluğu (örn ağır bir stres etkenine eşlik eden uyaranlardan kaçınma) ya da Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu (örn evden ya da akrabalardan ayrılmaktan kaçınma) gibi başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz


PANİĞİN ALT TİPLERİ


Panik atak yaşayanların hepsi aynı biçimde belirti ve korku yaşamayabilirler Araştırmalara göre paniğin alttipleri şunlardır;


-KLASİK PANİK (solunum ve kalp sistemi belirtileriyle giden)

-KOGNİTİF PANİK (bilişsel belirtilerin önde olduğu) panik

-NONKOGNİTİF PANİK (bilişsel belirtilerin olmadığı panik)

-NOKTURNAL PANİK (uykuda gelen ve kişiyi uyandıran panikler)

-ALEKSİTİMİK PANİK

-GASTRO İNTESTİNAL PANİKLER (mide, barsak sistemi belirtileriyle seyreden panik)

-KORKUSUZ (nonfearful) PANİK



Klasik panik: kişide önce çarpıntı, heyecan başlar göğüste sıkışma, sol kola vuran ağrı ve uyuşma görülür Bununla birlikte hızlı soluk alıp verme ve boğazda düğümlenme başlar O anda kalbin solunumunun duracağı; kalp krizi geçirileceği hissi oluşur Yakınlarından kalp krizi geçirenlerde daha sık görüldüğü gözlenmektedir



Kognitif panik: Bilinç sistemini etkiler Kendisini tam algılayamama,ruhun bedenden ayrılması hissiEtrafı sisli,cisimleri uzak farklı algılama baş dönmesi,boşlukta olma hissi görülür

Ayrıca kontrolün yitirileceği elde olmadan kötü şeylerin olabileceği , aklın kaçırılabileceği bazen ölüneceğinden korkulur


Nonkognitif panik: Kognitif panikteki belirtiler görülmez Daha çok bir fenalık , göğüste baskı , çarpıntı hissi olur


Nokturnal panik: Uykudan ani bir çarpıntı ve korku ile uyanıldığı paniklerdir Hemen pencere açılır ve hava alınmaya çalışılır uykuda "panikle ölürüm" diye kişinin uykusu kaçar bilinçli olarak uyumamaya çalışır Zamanla uykusuzluğun getirdiği diğer sorunlarda ortaya çıkar


Aleksitimik panik: Nöbet nöbet bedensel belirtilerin olduğu bir türdür


Gastro intestinal panikler: Midede , karında başlayıp göğüse doğru dalga dalga yayılan fenalık hissidir Boğazda düğümlenme yumru hissi oluşturur Beraberinde bulantı , şişkinlik , gaz, ishal olabilir Bu türünün "abdominal epilepsiyle" ayırd edilmesi önemlidir


Korkusuz (nonfearful) panik: Panik bozukluğun teşhis kriterlerini karşılayan bir durumdur Buradaki panik ataklarda korku, anksiyete görülmez Bu gruptakiler nöroloji, kardioloji uzmanlarına daha çok müracat ederlerTahlillerde ve muayanede hiç bir şey saptanmaz


PANİK ATAĞIN GELMEMESİ İÇİN GELİŞTİRİLEN DAVRANIŞLAR


PANİK BOZUKLUKLU HASTALARIN DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞ ÖZELLİKLERİ:

Panik Bozukluğu olan hastalar, yaşadıkları panik ataklar nedeniyle zamanla yaşamlarında bazı değişiklikler yaparlar Çok şiddetli ölüm korkusu veya kontrolünü yitirme duygusu yaşadıklarından düşünce davranışların da aşırılıklar abartılar, korkular, dikkati çeker, fakat bütün bunlar hastanın elinde ve iradesinde değildir Yapılan panik tedavisiyle bütün belirtiler ortadan kalkar

Örnekler: "Her an bana bir şey olabilir, düşüp bayılırım" korkusuyla aşağıdaki davranışlar geliştirilir:

Yanında su taşıma,

Sürekli kalbini ve nabzını dinleme ve tutma,

Tansiyon aletiyle dolaşma, sürekli tansiyonunu ölçme ve ölçtürme,

Yakınlarının adreslerini, telefonlarını özel bir şekilde yanında taşıma,

Panik krizi yaşanır endişesiyle cinsel ilişkiden kaçma, sportif aktiviteleri bırakma,

Sürekli yanında birilerinin bulunmasını isteme, yalnız kalamama, sokağa çıkamama, kalabalık, kapalı yerlere girememe, toplu taşıma vasıtalarına binememe

Bulunduğu muhitten uzağı gidememe,

Tatile seyahate çıkamama,

Birçok sağlık sigortasına üye olup, kartları yanında taşıma,

Bir yere gideceği zaman sağlık kuruluşlarının olduğu güzargahlar dan gitme,

Sık sık, acil ünitelerine başvurup kalp grafikleri (EKG) çektirme, Check-Up,lar Yaptırma,

Berbere diş hekimine gidememe,

Boğazını sıkan bir şey giyememe,

Sütyen takmaktan sıkıntı duyma,

Camiye gidememe, veya en arka safta namaz kılma,

Cenaze arabası, ambulans, itfaiye aracı görünce hastanelere gidince fenalaşma hissi,

Uykuda panikle ölürüm diye uyumama ve uykusunu kaçırma,

Tansiyon yükselecek, kalp krizi geçirilecek veya felç kalınacak korkusu ile aşırı rejim-diyet uygulaması (bazı panik krizlerinde tansiyon ciddi bir şekilde yükselmekte ve yapılan kan tahlillerinde kolesterolda yüksek çıkmaktadır),

Tv'lerdeki, basındaki intihar, cinayet, felaket haberlerinden aşırı etkilenme, onlar gibi olma korkusu,

Otomobilde panik yaşarım korkusu ile, otomobiline binememe, otomobilini satma,

Uçağa, vapura binememe,

Tek başına banyo yapamama, tuvalete gidememe, kapıda birisini bekletme,

Bayılırım, ölürüm diye aylarca banyo yapamama,

Panik krizi geçtikten sonra, aşırı yorgunluk, keyifsizlik halinin ortaya çıkması

Tünellerden, köprülerden geçememe, yüksek yerlere çıkamama Kendisini aşağı atma korkusu,

Panik anında bayılırım korkusuyla organlarını ve cildini belli etmeyecek giysi giymek

Değerli takı takmamak,

Panik sürecinde tuvalete gitme isteği,

Daha fazla güvenebileceği birilerinin yanına taşınma (aileden biri, doktoru ya da hastanelere yakın)

Kriz süresince bildiği bütün duaları okumak,

Uyumadan önce dua etmek Birgün panikle ölebilirim diye yakınlarına ve sevdiklerine servetini dağıtma ve vasiyet yazma

Her gömleğinin, ceketinin cebine kriz anında kullanılmak üzere ilaç koyma,

Issız ve şehirden uzak yerlere gidememe


PANİK BOZUKLUK NEDENLERİ


1- Genetik ve ailesel nedenler

2- Biyolojik teoriler

3- Psikodinamik teoriler

4- Gelişimsel teoriler

5- Öğrenme kuramları

6- Bilişsel modeller


1- GENETİK VE AİLESEL ÇALIŞMALAR:

Panik bozukluğu olan hastaların birinci derecede yakınlarında panik bozukluğu ve panik atak görülme oranı %15-30 arası bulunmuştur

Aynı yumurta ikizlerinde aynı anda panik bozukluk görülmesi %30-40 arası saptanmıştır

Panikte klinik belirtilerin hastaların çoğunda benzerlik göstermesi genetik nedenleri düşündürmektedir

Yapılan genetik çalışmalarda; 16g 22 kromozomunda bir genin bu konumdaki rolünden bahsedilmektedir Fakat kesinlik için yeni araştırmalara ihtiyaç vardır


2-BİYOLOJİK TEORİLER:

Panik atağı esnasında oluşan biyokimyasal ve fizyolojik değişikliklerden yola çıkarak; beynin hangi bölgelerinde ne türlü reaksiyonlar ortaya çıktığı araştırılmıştır

Panik atağı olan ve olmayanlara "sodyum-laktat" enjeksiyonu yapılmıştır Panikli insanlarda "panik atağı" ortaya çıkarken, kontrol gruplarında çıkmamıştır

Diğer yandan aşırı egzersizle artan laktat panikte artmış, oksijen tüketimi, metabolik hızı artıran kafein, yohimbin ve karbondioksitinde panik atağı ortaya çıkardığı bilinmektedir

Karbondioksit beyinde katekolamin ve noradrenerjik siklusu artırarak paniğe neden olur Panik esnasında aşırı noradrenalin salgısı olmakta ve otonomik belirtileri ortaya çıkarmaktadır (Çarpıntı, ağız kuruluğu vs)

-SEROTONİN VE PANİK İLİŞKİSİ:

Sinir hücreleri arasında iletişim görevi olan önemli bir "norotransmitter" dir Serotonin seviyesindeki değişiklikler, serotonin işlev bozukluklarında paniğe yol açtığı söylenmektedir

Beyin görüntüleme çalışmaları ve panik:

Panik oluşturan kafein, yohimbin, laktat gibi ajanlarla PET ve SPECT çalışmaları yapılmıştır Beyin kan akımında düzensizlikler saptanmıştır

MRI da hipotalamus ve temporal bölgelerde bozukluklar saptanabilmiştir



PANİK BOZUKLUKTA, RİSK FAKTÖRLERİ (Kimler paniğe daha yatkın?)


-Birinci derece akrabalarında panik ya da başka anksiyete bozukluğu olanlar

-Sıkıntılı, telaşlı, aceleci, mükemmeliyetçi, insanlar

-Düşünce ve duyguların yeterince dışarıya yansıtamayan, "içsel insanlar"

-Alkol yada başka bağımlılık yapabilen maddelere yatkınlık ve bağımlılık

-Geçmişinde panik atak diğer anksiyete bozukluklarından bir rahatsızlık ya da depresyon geçirmiş olmak

-Sürekli baskı altında olmak, engellenmek yada kendi kendini baskılamak

-Sosyal fobik, kaçıngan kişilik yapıları

-Sürekli "verici" davranma "iyilik meleği"gibi davranma "hayır" diyememe

-Öfkesini, kızgınlığı dışarıya yansıtamayan insanlar

-Dürtülerini sürekli bastıran insanlar -Cinselliği baskılamak, cinsel tatminsizlik ve yoğun bilinç dışı aldatma dürtüleri ve gizli homoseksüel eğilimleri olanlar

-Aşırı hırslı, sürekli başarı ile beslenen, başarısızlıklarda kendisini suçlayan yapı



NEREYE KADAR PANİK? (Paniğin seyri, gidişatı)


Panik bozukluk en çok 30'lu yaşlarda ortaya çıkar Az sayıda çocuklukta başlar 45 yaşında başlaması olağan değildir Gidişatı kişiden kişiye değiştiği gibi aynı kişide bile belirtiler değişebilir Uzun süreli izleme çalışmalarında % 40'nın belirtilerden arındığı, yaklaşık % 50'sinin belirtilerinin çok hafiflediği ve yaşamlarını engellemediği saptanmıştır % 10-20 arası belirtilerin iniş-çıkışlarla devam ettiği görülmüştür



PANİK BOZUKLUKTA TEDAVİ


Panik atak kesinlikle kontrol altına alınabilir

Tedavide Temel ilkeler şunlardır:

1-Panik atakları ortadan kaldırmak

2-Sürekli atak yaşayacağım diye bunaltı, kaygı yaşamayı önlemek

3-Panik atak korkusuyla yapılmayan davranışların yapılır hale gelmesi (tek başına yola çıkabilmek, kapalı mekanlara girebilmek, yalnız kalabilmek gibi )

4-Panikle birlikte görülebilen diğer bedensel ve psikolojik sorunları gidermek

5-Zamanla paniği önemsemeyecek ve unutacak seviyeye gelmek

6-Panikten dolayı bozulan aile, iş-sosyal yaşamın eskisi gibi normalleşmesi

7-Hiçbir panik belirtisi ve davranışı olmadığı halde tedaviye bir süre daha devam ettirmek


Hasta-hekim arasında çok iyi bir iletişim olmalıdır Hasta hekimine her an ulaşmalıdır

Tedavide kullanılan ana ilaçlar antidepresanlardır Yardımcı olarak; sakinleştiriciler, yatıştırıcılar, bedensel belirtileri önleyen ilaçlar kullanılır

Antidepresanların bir kısmı eski kuşak ilaçlardır (Anafranil, tofranil, ludiomil, insidon, laroxyl, tolvon gibi )

Yeni kuşak, ilaçlar (efexör, seroxat, cipram, remeron, prozac, lustral, serzone, faverin, gibi )

Bu ilaçların bir kısmı paniği tedavi eder Hekimin yaptığı muayene ve tecrübesi sonuca en uygun ilaç seçilir Bir ilaç her hasta da aynı sonucu vermeyebilir

İlaçların bir kısmı (eski kuşak) başlangıçta belirtileri arttırabilir, ağız kuruluğu, sıcaklık hissi, terleme, kiloartışı , kabızlık, cinsel problemler yapabilir Yeni kuşakta bulantı, titreme, cinsel problemler, kilo artışı gibi yan etkileri olabilir Bunlar kalıcı değildir Bir süre sonra azalabilirler

Panik bozuklukta ilaç tedavisinin en aşağı bir buçuk yıl olması gerekir

-Hekim önerisi dışında kesinlikle ilaç almamak gerekir

-Panik belirtileri düzelir düzelmez ilaçları ne azaltmak nede kesmek gerekir Yoksa kısa sürede tekrarlar

-Yardımcı ilaçlar yeşil reçeteye tabi olanlar (Xanax, diazem, nervium benzeri ilaçlar)

Ve bazı kalp-tansiyon ve mide ilaçlarıdır Bunların kısa süreli kullanılması gerekir

-Başka hastalıklarınız nedeniyle ilaç alacaksanız doktorunuza danışın

-ilaçlar zamanla iştahınızı arttırır Özellikle -tatlıya- karşı dayanılmaz istek olur Bunun için tedbir alın bol su için, meyve ağırlıklı beslenin

İlaç tedavisi dışında -bilişsel, davranışsal, terapi'nin panikte iyi sonuç verdiği bilinmektedir

Burada kişinin bedensel belirtileri algılama ve onlara "kötü anlamlar yükleme" olayı anlatılır

Düşünce, beden ve belirtilerin ilişkisi; belirtilerini-düşünceyi nasıl etkilediği konuşulur Yani önce hastalığın nasıl oluştuğu, belirtilerinin anlamını ne olduğu ve nelere yol açamayacağı anlatılır Daha sonra kaçınma davranışlarının nasıl yok edileceğini geçilir Bunları mutlaka bir terapistle birlikte yürütmek gerekir

Terapiye istekli ve azimli olduktan sonra bir ayla üç ay arasında epey yol alınır

-Panikli olmak bir "kader" olmamalı

-Paniğin süresi ne kadar olursa olsun, tedavi edilebilir Yirmi otuz yıllık panikleri Depam'da çok tedavi ettiğimizi belirtmek isterim



PANİK ATAKTA EN ÇOK SORULAN SORULAR ve CEVAPLARI:


-Panik atak kalp krizine yol açar mı?

HAYIR

-Panik felce yol açar mı?

HAYIR

-Panik anında ölebilir miyim?

HAYIR

-Panik anında kendimi, kontrolümü yitirir kendime ve çevreme zarar verebilir miyim?

HAYIR

-Panik atak bayılmaya sebep olur mu?

HAYIR

-Deliliğe yol açar mı?

HAYIR

-Uçakta panik atak gelirse ölür müyüm?

HAYIR

-Tedavisi var mıdır?

EVET

- İlaç beyni nasıl etkiler, düşünceyi ve davranışı nasıl değiştirir?

Beyindeki "alarm" sistemindeki hassasiyeti giderir Bozulan dengeleri düzenleyerek aşırı bedensel duyum ve belirtileri yok eder Aklımız beynimizden uzaklaşmaya başlar ve yaşamın diğer yanlarını tekrar görmeye algılamaya başlarız Zamanla paniği unutur hale geliriz

-Panik Tekrarlar mı?

Biyolojik, Sosyo-kültürel-ekonomik ve psikolojik şartlar müsaitse her hastalık gibi panikte tekrarlayabilir Fakat ciddi uzun süreli bir tedavi ile tekrar riski azalır Ayrıca tekrarlayacaksa çok hafif tekrarlar Kontrol edilebilir seviyede olur Bazen doktora bile ihtiyaç duyulmaz Tedavide paniği kontrol altına almak ve onu tanımak ne yapıp-yapamayacağını bilmek önemlidir

-Panik şizofreniye çevirir mi?

HAYIR

-Alkol alarak paniği yenebilir miyim?

HAYIR (zamanla artar ve bağımlılık gelişir)

-Kendimi dine inanca versem geçer mi ?

Paniğin inançsızlık ve ibadetsizlikle ilgisi yoktur "İnançlı" insanlarda da panik yaşanır

-Yanımda ilaç, adres ve telefonlar, su, bisküvi, tansiyon aleti vs taşıyorum Olmayınca yola çıkamıyorum bir şey olur mu?

Bağlanma, garantiye alma ihtiyacından yola çıkıyorsunuz Tedavi ile yavaş yavaş bu bağlanma nesnelerinden kurtulmak, özgür ve özgüvene dayalı "sahaya" çıkmanız mümkündür

-Spor paniği arttırır mı?

HAYIR (faydası vardır)

-Sex yapabilir miyim ?

EVET

-Panik geldiğinde acile gideyim mi?

HAYIR (Daha önceki nöbetler nasıl geçtiyse bu nöbette geçecek)

-Panik depresyonla beraber olur mu?

EVET

-Panik anında boğazım düğümleniyor, tıkanıyorum Nefessiz kalıp ölebilirmiyim

HAYIR

-İlaçla beraber alkol alınır mı?

Çoğunlukla HAYIR, fakat doktorunuza danışmakta yarar var

-İlaçlar bağımlılık yapar mı? Hayat boyu kullanmam gerekir mi?

HAYIR

-Panikten dolayı işimi değiştirip, veya bırakayım mı?

HAYIR Kesinlikle işinizi bırakmayın ve değiştirmeyin

-İlaçlar, yiyecekler içecekler boğazımı tıkar mı? Boğulur muyum?

HAYIR

-Bana büyü yapılmış veya 'cin' çarpmış olabilir mi?

Paniğin bunlarla hiçbir ilişkisi yoktur kesinlikle hocalara, büyücülere, medyumlara, biyoenerjiyle uğraşanlara gitmeyin



ÖNERİLER


1-Hastalık hakkında doktorunuzdan ve yayınlardan çok iyi bilgi alın

Temel Kural: "Düşmanını Tanı"

Sana ne yapıp ne yapamayacağını bil!

2-Dahili, fiziksel muayeneler ve tahlillerde hiçbir şey yoksa; bir daha tahlil yaptırmayın ve dahili muayeneye gitmeyin

3-Her hastanın tedavi süresi, onun kişiliğine durumuna bağlı olduğundan tedavi süresini bilin ve bu süreyi en verimli bir şekilde kullanın

4-Yakınlarınızıda doktorla görüştürün Hastalığın sizin elinizde ve iradenizde olmadığını öğrensinler ve size "yüklenmesinler"

5-Umudunuzu ve kendinize olan güveninizi hiçbir zaman yitirmeyin "Başaracağım, bu hastalığı yeneceğim ve yaşama sımsıkı sarılacağım Kendime inanıyorum ve güveniyorum!"

Telkinini sık sık yenileyin

6-Mümkünse her gün yarım saat yürüyüş yapın

7-Her gün duş alın

8-Yüzme imkanınız varsa yüzün

9-Yılda iki kez tatil yapın

10-Çözemediğiniz ve sizinle direkt ilişkisi olmayan sorunlarda üzülmeyin "Kulak arkası edin"

11-Kahve, koyu çay, kolalı içeceklerden uzak durun

12-Midenizi tıka basa doldurmayın, uzun süre aç kalmayın

13-Sizin gibi panik yaşayan insanlarla bir araya gelin Sosyal-kültürel faaliyetlerde bulunun

14-Panik krizini hissettiğiniz an dikkatinizi başka yere vermeye çalışın

15-Nefes egzersizleri yapın (Derin nefes alıp içinizde tutun ona kadar sayın ve ağzınızdan üfler gibi yavaş yavaş verin)

16-Her gün gevşeme (relaksasyon) egzersizleri yapın Bütün vücut kaslarınızı kasıp sonra gevşetin

17-Sex yaşamınızı canlandırın, fanteziler üretin


HASTA YAKINLARI NE YAPMALI? HASTAYA NASIL DAVRANMALI?


-“Bir şeyin yok, evham yapıyorsun, her şey senin elinde” lafını etmemek

-Paniğin kişinin kontrolünün dışında olduğunu bilmek ve onu anlamak

-Fiziksel muayene ve tetiklerde bir şey saptanmayınca hemen psikiyatrist’ e başvuruyu sağlamak

-Onu eleştirmeyin, küçük düşürücü yada zorlayıcı davranışlarda bulunmayın

-Hastalık kontrol altında olana kadar ona destek olan ve psikiyatrist direktiflerini uygulamada ona yardımcı olun

-Hastayı zorlayarak korktuğu durumlarla yüz yüze getirmeyinÖrneğin,seyahate yollamak, asansöre bindirmek,kalabalık alışveriş merkezine sokmak gibi

-Kendi kaygı ve korkularınızı iyileşene kadar ona yansıtmayınÇünkü, panikli insan hastalık,acı,keder,felaket haberlerinden olumsuz etkilenir

-Hastanız evhamlı yapıdaysa bir sefer iyi bir fiziksel muayeneden geçirtin Ayrıntılı Çek-Ap yaptırın Paniği açıklayan fiziksel bir neden yoksa, bir daha fiziksel işlemlere baş vurmayınHastanızın psikolojisini bilmeyen bazı hekimler, muğlak konuşarak hastanın paniğini artırabilir

-Hastanın yanında sağlık haberlerini okumayın,falan kalpten gitmiş,filan aklını oynatmış şeklinde kesinlikle konuşmayın

-"Yeter artık bir an önce iyileş bizde bıktık usandık" demeyin!

-Hastanızın rol yaptığını, naza çektiğini sakın düşünmeyin ve telaffuz etmeyin

-“ Ne var canım bir gün ölmeyecekmiyiz, ölümden bu kadar korkulur mu “ demeyin bu korku klasik ölüm korkusundan farklı ve şiddetlidir Büyük konuşmayın ve hastanızın “İnşallah başına gelirde beni anlarsın” beduuasın almayın

-Hastanıza “Senin için ne yapayım, nasıl yardımcı olayım “ diye sorun Onu mutlaka can kulağıyla dinleyin ve anlamaya çalışın

-Şunu unutmayınki, panikli insanlar yaşama çok bağlıdırlar Kendi kendilerine acı çektirmek isterlermi?

-Paniğin dini inanç eksikliği, iman zaafı olmadığını bilinDindar insanda ülser olduğu gibi panik atak da yaşayabilir

-Hastanızın doktorundan aldığınız bilgi ve direktiflerle hareket edin

-Sabırlı olun panik atak mutlaka kontrol altına alınanbir durumdur

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




Hipertroidi troid bezi aşırı çalışması



Hipertiroidi veya tirotoksikoz nedir?

Hipertiroidi, tiroit glandının fazla çalışmasına bağlı olarak tiroit hormonlarının fazla miktarda salgılanması sonucu ortaya çıkan klinik tabloya verilen isimdir

Tirotoksikoz, değişik nedenlerle örneğin fazla miktarda tiroit tableti alınması yada tiroiditlerde olduğu gibi tiroit depolarından kana ani olarak tiroit hormonlarının boşalması sonucu kanda tiroit hormonlarının yükselmesine verilen isimdir İki durumda da klinik olarak aynı tablo ortaya çıkar




Hipertiroidi ve tirotoksikozun sebepleri nelerdir?

Hipertiroidi'yi meydan getiren değişik nedenler mevcuttur Bunları kabaca 4 sınıfa ayırabiliriz

1 Tiroidin aşırı uyarılması:

Tiroidin aşırı uyarılması değişik nedenlerle olur Bunlar:

a Basedow-Graves hastalığı

b Aşırı HCG

c Hipofiz tümörleri

d Aşırı iyot alınımı

2 Tiroit nodüllerine bağlı gelişen hipertiroidi sebepleri

a Toksik otonom fonksiyonel tiroit nodülü

b Toksik multinodüler guatr

3 Tiroit zedelenmesine bağlı gelişen hipertiroidiler

a Subakut tiroidit

b Postpartum tiroiditi

c Ağrısız veya sessiz tiroidit

d Radyasyona bağlı gelişen tiroidit

e Akut supuratif tiroidit

4 Değişik nedenlere bağlı gelişen hipertiroidiler

a T-3 veya T4 hormonlarının aşırı alınması

b Struma ovari


a Basedow-Graves hastalığı nedir? Sebebi nedir?

Ülkemizde en sık rastlanan hipertiroidi nedenlerinden biridir Hipertiroidi belirtileri, bazen guatr, göz ve deri belirtileri ile kendini gösterir Otoimmun bir hastalıktır Bu hastalıkta kanda otoantikorlar bulunur Antikorlar, yabancı maddelere, virüslere veya bakterilere karşı oluşan proteinlerdir Otoantikorlar ise vücudun kendi dokularına veya kimyasına karşı oluşmuş antikorlardır Basedow-Graves hastalığında TSH reseptörlerine karşı antikorlar oluşur Bu antikorlara Tiroit Reseptör Antikorları (TRAb) denir Bunlar TSH reseptörleri ile birleştiği zaman TSH'dan daha fazla miktarda tiroit hormon yapımını artırır

Bu antikorlar vücutta nasıl oluşur?

Genetik burada önemli rol oynar Dolayısıyla, bir ailede birden fazla fertlerde ve özellikle kadınlarda görülür Kendisinde Graves hastalığı tespit edilen bir kadın diğer aile fertlerine de bunu bildirerek onların da bu hastalıktan haberdar olmalarını sağlamalıdır Hashimoto hastalığı da ailevi bir hastalık olduğundan bu iki hastalığa aynı aile fertlerinde rastlanılabilmektedir

Otoantikorların oluşmasında ikinci mekanizma, baskılayıcı T lenfosit hücrelerinin yetersiz oluşudur Bu durumda B lenfosit hücrelerinde antikor yapımı başlar T hücrelerindeki baskılayıcı etkinin kalkması büyük psişik travmalardan (kaza, ölüm, ayrılık veya işlerin iyi gitmemesi) sonra meydana gelir Diğer yandan bazı araştırıcılar, stresin hipertiroidiye neden olmadığını mevcut olan hafif hipertiroidiyi şiddetlendirdiğini ileri sürmektedirler Bazılarına göre ise birtakım virüslerin etkisi ile TSH reseptörleri değişmekte ve yabancı cisim (antijen) olarak algılanarak buna karşı antikor üretilmektedir Sonuç olarak, hipertiroidide antikor yapımını uyaran sistemin henüz tam olarak anlaşılmış olduğunu söyleyemeyiz Özellikle hastalarım arasında psişik travmalardan sonra hipertiroidi gelişmesine çok sık rastladığımı söyleyebilirim ÖSS sınavına giren bir hastamda büyük ümitle beklediği sonucun düşündüğü gibi çıkmaması üzerine birkaç gün içerisinde şiddetli ekzoftalmi, çarpıntı ve zayıflama başlamıştı

Hashimoto hastalığında görülen otoantikorların en azından %50'si Basedow-Graves hastalığında da bulunur Basedow-Graves hastalığı diğer otoimmun hastalıklardan olan vitiligo ve olgunlaşmamış gri saç ile birlikte de görülebilir Ağır otoimmun hastalıklardan olan myasthenia gravis, romatoid artrit, sistemik lupus ertiromatosus ve diyabet ile çok daha az sıklıkla birlikte bulunur


b Human chorionic gonadotropin (HCG)

Hiperitroidinin nadir rastlanan nedenlerinden biri de hamilelik sırasında salgılanan ve HCG denilen hormonun aşırı salgılanmasıdır Bu hormonun bir molekülü TSH'ya benzemekte ve hamilelik sırasında tiroit glandını uyararak hafifçe büyümesine neden olur Bu uyarı her zaman hipertiroidi oluşturmaz Ancak hidadiform mole ve hyperemesis gravidarum olan hastalarda aşırı miktarda HCG salgılanması sonucu hipertiroidi meydana gelir


c Hipofiz tümörleri

Çok nadir olarak hipofiz tümörlerinin aşırı miktarda TSH salgılaması sonucu hipertiroidism meydana gelir Diğer hipertiroidilerde TSH düzeyleri oldukça düşük bulunmasına rağmen bu durumda TSH düzeyler normalden yüksektir


d Aşırı iyot alımı sonucu oluşan hipertiroidism

Aşırı miktarda iyot alımı özellikle multinodüller hiperplazisi olan hastalarda hipertiroidiye neden olur Örneğin çok fazla iyot içeren Lugol solüsyonu veya düzensiz kalp atışlarının tedavisi için kullanılan Cordorane (amiodorane) alınması Bu hastalığa tıp dilinde Jod-Basedow hastalığı da denir Bu nedenle gerekmedikçe bu ilaçların alınmaması gerekir


e Toksik otonom fonksiyonlu tiroit nodülü ve toksik multinodüller guatr

Bu hastalıkta tiroitte bulunan bir veya birden fazla nodül TSH'dan bağımsız olarak çalışır ve aşırı miktarda T3 veya T4 veya her iki hormonu birlikte üretir Hipertiroidi nedenleri arasında en sık rastlanan sebeplerden biridir Bu nodüllere toksik otonom çalışan tiroit nodülleri denir Ancak her otonom çalışan tiroit nodülü toksik nodüle dönüşmez Nodüller birden fazla ise bu hipertiroidi türüne toksik multinodüller guatr denir Bu nodüller tiroit sintigrafisinde tiroidin diğer kısımlarına nazaran daha fazla aktif maddeyi tutar Bu nodüllere tiroit sintigrafisinde bu özelliklerinden dolayı sıcak nodül denir Sıcak nodüllerin kanser olma riski çok azdır


f Tiroit glandının zedelenmesi

Tiroit hormonları üretildikten sonra tiroitteki kolloid içerisine depolanır ve lüzumu halinde kana verilir Tiroit glandının zedelenmesi sonucu depolarda bulunan tiroit hormonları kana karışır Bu duruma tirotoksikoz denir Tiroidin zedelenmesi tiroidit dediğimiz tiroidin iltihabi hastalıklarında görülür Bunlar,

· subakut tiroidit,

· postpartum tiroidit,

· ağrısız veya sessiz tiroidit,

-radyasyona bağlı gelişen tiroidit,

· akut supuratif tiroidit

Tiroiditlerde görülen tirotoksikoz geçicidir Hipertiroidi, tiroit hormonlarının fazla miktarda tiroit glandında üretilmesi sonucu oluşan duruma denir Kısaca tirotoksikoz, gerek hipertiroidi sonucu gerekse diğer nedenlere bağlı olarak kanda tiroit hormon yüksekliğine verilen isimdir Mesela Basedow-Graves hastalığında fazla yapım sonucu tiroit hormonları kanda artmıştır Bu durumda, hipertiroidi ve tirotoksikoz terimleri aynı zamanda kullanılabilir


g Diğer nedenler sonucu oluşan hipertiroidi

Zayıflamak, enerji kazanmak için veya intihara teşebbüs etmek için alınan fazla miktardaki tiroit hormonu hipertiroidiye neden olabilir Ayrıca hayvanlardaki tiroit glandının yenmesi de hipertiroidiye neden olduğu bildirilmiştir

Yine nadir olarak kadın yumurtalığında bazen doğumsal olarak bulunan tiroit glandının aşırı hormon yapması sonucu da hipertiroidi gelişebilir




Hipertiroidide belirtiler nelerdir?

1 Sinirlilik, aşırı heyecan ve duygusallık

Hipertiroidide görülen en sık belirtilerdir Yüksek tiroit hormonları bütün organlarımızı etkilediği gibi beynimizi ve ruhsal durumumuzu da etkiler Bu nedenle bu hastalarda ülkemizde yerleşmiş bir kanaat vardır Birçok sinirli insan 'bende guatr mı var? ' diye doktora başvurmaktadır Hatta bazı hastalar başka nedenlerden dolayı oluşan bu belirtilerin guatrından kaynaklandığına kendisini inandırmakta ve tedavi edildikten sonra bu halinin geçeceğine doktoru da inandırmaya çalışmaktadır Unutmamak gerekir ki halkımızın "sinirlilik" olarak tanımladığı durumlar birçok ruhsal hastalığın sonucu olarak da ortaya çıkabilir

Hipertiroidi'de hafıza ve konsantrasyon da bozulur Bu hastalarla geçinmek de oldukça zordur Küçük olaylar karşısında bile ani olarak parlarlar, etraflarını çok defa kırarlar, sonra da bunu ben niye yaptım diye üzülürler


2 Kilo kaybı

İştahın iyi olmasına karşın hasta zayıflar Ancak yaşlı hastalarda bazen kilo kaybı olmayabilir Hatta bazı hastalar şişmanlamaktan şikayet eder Bu hastalar artmış iştah nedeni ile fazla yemekte ve artmış metabolik hızı bile geçmektedir Bazı şişman hastalar zayıflamalarına sevinmektedir Ancak unutmamak gerekir ki bu hastalıkta yağ erimesi yerine kas erimesi gelişmekte ve dolayısıyla kas zayıflamasına neden olmaktadır Bunun sonucu hastalar merdiven çıkmakta zorlanır, hatta taranma veya diş fırçalama sırasında ellerini yukarı kaldırmakta güçlük çekerler


3 Sıcaklıkta artma

Bütün vücut dokularının çok hızlı çalışması sonucu vücut sıcaklığı artar Bunun sonucu olarak bu hastalar derin bir şekilde solurlar Çok defa kadınlar bu sıcaklık hissini menopozda görülen sıcak basması ile karıştırırlar Ancak, menopozdaki sıcak basmaları zaman zaman görülmesine rağmen hipertiroidi'deki sıcaklık devamlıdır


4 Titreme

Titreme özellikle ellerde görülür Bu, daha fazla ince titreme dediğimiz normal insanlarda da görülen titreme ile karıştırılır Müzisyen bir hastam titreme nedeni ile sazını çalamaz hale gelmişti Bazı ev hanımları ise çay servisi yapmakta çok güçlük çektiklerini söylemişlerdir Buna benzeyen titremelerin, çeşitli sinir hastalıklarında, alkolizmde ve çeşitli nörolojik bozukluklarda da ortaya çıktığı unutulmamalıdır


5 Çarpıntı

Çarpıntı, birçok hastanın ilk şikayet ettiği belirtilerden biridir Hasta yürüdüğü zaman ve çok defa istirahatta iken kalbinin fazla çarptığını hisseder Bazen "kalbim sanki çıkacakmış gibi çarpıyor" der Çarpıntı yanında nefes darlığı ve kas zayıflaması olunca bazı hastaların, kalp hastası oldum diye önce bir kardiyologa başvurduğunu çok işitmişimdir


6 Saç dökülmesi

Hipertiroidili hastaların saçları ince ve yumuşaktır Kolaylıkla dökülür Saç dökülmesi hem hipertiroidi ve hem de hipotiroidi durumlarında meydana gelir Her iki durumun da tedavisi sonucu saçlar yeniden çıkar Unutmamak gerekir ki saç dökülmesi sadece tiroit hastalıklarında görülmez, ayrıca, streste ve kadınlarda erkek hormonları metabolizmasının bozulması sonucu da görülebilmektedir


7 Cilt ve tırnaklarda değişiklik

Cilt yumuşar Sıcak ve nemlidir Tırnak-et ayırımı belirginleşir Nadir olarak hastalar yaygın kaşıntıdan şikayet ederler Yine, nadir olarak Basedow-Graves hastalığına bağlı olarak gelişen cilt belirtileri de ortaya çıkabilir Özellikle alt bacakların ön kısmında cilt kalınlaşması görülebilir Buna peritibial miksödem denir Bu bulgular hastalıktan bağımsız olarak gelişir Bazen tanı için biyopsi gerekebilir


8 Barsak hareketlerinde artma

Bazı hastalar artmış barsak hareketlerinden ve yumuşak dışkılamadan yakınır Bazen kabız olan hastalar bu hastalık nedeni ile normal dışkılama gösterir


9 Kuvvet azalması

Uzun süren ve ağır hipertiroidi durumunda ortaya çıkar Hastalık, daha fazla omuzun ve bacakların uzun kaslarını tutuğu için özellikle çalışan hastalarda bu daha da belirgindir Çok defa hastalar merdiven çıkmakta zorlandıklarından şikayet ederler Bu durum tedaviden sonra ortadan kalkar


10 Mensturasyonda (aybaşı) azalma

Mensturasyon periyotlarında azalma görülür Bazı hastalarda yumurtlama azalır ve çocuk yapma özelliği kaybolur


11 Sekste azalma

Bazı hastalarda seks arzusunda artma görülse de genel olarak azalır Bazı erkek hastalarda östrojen hormonundaki artışa bağlı olarak memelerinde büyüme görülür Bu durum tedaviden sonra ortadan kalkar


12 Apathetik hipertiroidism

Yaşlı hastalardaki hipertiroidism gençlerden biraz daha farklıdır Mesela 60 yaşın üzerindeki hastalarda tek belirti ilgisizliktir Bu belirti o kadar fazladır ki yaşlı hastalardaki bu hastalığa apathetik hipertiroidism denir


13 Göz bulguları

A) Üst kapak retraksiyonu

Fazla miktardaki tiroit hormonları üst göz kapağını açan kasları uyararak gözün normalden daha açık durmasını sağlar Gözler parlak bir hal alır Bu durum her türlü hipertiroidide ortaya çıkabilir Hipertiroidi kontrol altına alındıktan sonra retraksiyon kaybolur


B) Ekzoftalmi (Gözlerin öne doğru fırlaması):

Gözlerin dışa doğru fırlaması, genelde Basedow-Graves hastalığında görülmekle beraber nadir olarak Hashimoto hastalığında ve primer hipotiroidide de görülebilir Basedow-Graves hastalığında %50 vakada görülür Bazı hastalarda bu bulgu hafif seyrettiği için hastalar bunun farkına varmazlar %5 vakada ise ciddi rahatsızlıklara neden olur

Bu hastalık, tiroit fonksiyonlarındaki bozukluklardan kaynaklanmaz Her iki hastalık ta birbirinden bağımsız olarak gelişir Bazen tiroit fonksiyon bozukluğu olmadan da ekzoftalmi gelişebilir Bu hastalığa ötiroit Graves hastalığı denir

Ekzoftalmide, göz kaslarındaki zarlar ve bağ dokusunun üzerinde bulunan tiroit antijenlerine karşı oto antikorlar üretilir Bu oto antikorlar göz kaslarına yapışır ve kanda bulunan lenfosit dediğimiz hücrelerin göz kasları içine girmesine neden olur Böylece gelişen iltihap sonucu göz kaslarında şişmeler husule gelir Bu şişlikler göz yuvasının arkasında basınç oluşturarak gözlerin öne doğru fırlamasına neden olur Aynı zamanda, bu şişlikler kan göz yuvası içindeki kan ve lenf akımını engelleyerek göz yuvasındaki bu şişliği daha da artırır

Ekzoftalmi genelde iki gözü de tutar Ancak iki göz arasında farklılıklar olabilir Bazen tek taraflı da olabilir Apse, tümör, kist, ve kanama sonucu görülen diğer göz fırlamalarından farkı, özellikle üst göz kapaklarında görülen çekilmelerdir

Ekzoftalmi yavaş veya hızlı bir şekilde gelişebilir Hipertiroidi, ötiroidi ve hipotiroidi durumlarında da oluşabilir Genel olarak hipertiroididen bir buçuk yıl önce veya bir buçuk yıl sonra görülür Hafif iltihabi durumlarda gözler kızarık, kuru ve ışığa duyarlıdır Orta veya ağır iltihabi durumlarda göz kapakları uyurken bile kapanmaz Bu durumdaki hastalar göz yaşarmasından, göz hareketleri sırasında ağrıdan şikayet ederler Göz kaslarının şişmesi ve göz arkasında yağ birikmesi sonucu göz öne doğru fırlar İltihap ve göz kaslarının dengeli kullanılmaması sonucu çift görme başlar Çift görme hastanın yukarıya ve dışa bakması sırasında oluşur Şişen kasların göz siniri üzerine baskısı sonucu ise görme kaybı olur Ancak ciddi göz bulguları çok nadir olarak görülür Unutmamak gerekir ki sigara göz hastalığını artırır


14 Laboratuar testlerinde bozulma

SGOT, SGPT, bilirubin ve LDH yükselebilir Kemik ve karaciğerde bulunan alkali fosfataz enzimi karaciğer fonksiyon testleri normal olsa bile yükselebilir Nadir olarak kalsiyum yüksek bulunabilir Kolesterol düzeyi genelde düşüktür



Hipertiroidide hangi testler uygulanır?

Hipertiroidi hastalığı olan birçok hastada tanı koyacak yeterli semptomlar ortaya çıkar Hatta bazı hasta yakınları bazen hastalığın tanısını koyarak hastayı doktora getirir Mesela, toplumumuzda birçok insan sinirlilik ve nedeni bilinmeyen zayıflamalarda öncelikle diyabet veya guatrın araştırılması gerektiğini bilir

Hastaların şikayetleri yanında tümünde de tiroit hormonlarının biri veya her ikisi birden yükselir TSH değeri ise normalin altındadır yani baskılıdır Bazen tiroit hormonları yükselmeden de değişik nedenlere bağlı olarak TSH normal değerinin altında görülebilir Bu duruma subklinik hipertiroidi denir Subklinik hipertiroidisi olan yaşlı hastaların şikayetleri olmasa bile tedavi edilmesi gerekir Çünkü tedavi edilmeyen hastalarda en sonunda tehlikeli bir aritmi olan atrial fibrilasyon gelişebilir


TSH (Tiroidi uyaran hormon):

Hipofiz tümörü sonucu oluşan hipertiroidi dışında bütün hastalarda TSH normal değerin altındadır Ancak, her düşük değerli TSH'sı bulunan hastaların tümü de hipertiroidi değildir Başka nedenlere bağlı olarak da bu görülebilir Bazen TRH testi yapılarak bu iki durum birbirinden ayrılabilir Bu test için Tiroit Fonksiyon Testleri Bölümü'ndeki TRH testine bakabilirsiniz


Tiroit hormonları:

Birçok hipertiroidili hastada her iki tiroit hormonu da (T-3 ve T-4) yüksek olarak bulunur Bazen özellikle toksik otonom tiroit nodülleri'nde veya toksik multinodüler guatrda sadece T3 hormonu yüksek bulunabilir TSH yüksekliği ile birlikte her iki hormonun yüksekliği hipofiz tümörü sonucu ortaya çıkar Hasta şikayetlerinin olmaması ise genetik bir hastalık olan tiroit hormon direncini gösterir Çok nadir olan bu hastalıkta çeşitli organlarda tiroit hormonlarının etkisi görülmez


Tiroit otoantikorları:

Bazen Basedow-Graves hastalığı ile toksik multinodüler guatrın ayırıcı tanısında zorluk çekilebilir Bu iki hastalığı birbirinden ayırmak için TRab (tirotiropin reseptör antikorları) kullanılır Bu antikor, Graves hastalığında pozitiftir Ayrıca, göz bulgusu olan ötiroit (semptomsuz) Graves hastalığının teyidinde de bu antikordan yararlanılır

AntiTPO ve antiTg antikorları Graves hastalarının yüzde %50' sinde pozitif olarak bulunur


Radyoaktif iyot uptake testi (I-131 uptake testi)

Tiroit testleri bölümünde anlatıldığı gibi bu test değişik nedenlere bağlı oluşan hipertiroidilerin ayırıcı tanısında kullanılır Uptake, Graves hastalığında normal değerlerden yüksektir


Tiroit sintigrafisi:

Tiroit sintigrafisi Basedow-Graves hastalığı toksik otonom fonksiyone tiroit nodulü ve toksik multinodüler guatrın ayırıcı tanısında kullanılan önemli bir tanı aracıdır Ancak gerek radyoiyot uptake testi gerekse tiroit sintigrafisi yapılmazdan önce hastanın normal iyot almaması gerekir Mesela, bilgisayarlı tomografide, miyelogramda, kontrastlı böbrek grafisinde veya arteriogramda kullanılan kontrastlı maddeler bu iki testi 6 hafta kadar etkilemekte ve bu testlerin yorumlanmasında güçlük çekilmektedir Bu nedenle bu testlere girecek hastalara öncelikle uptake ve sintigrafi uygulandıktan sonra diğer tetkiklerin yapılması gerekir


Hamilelik:

Hamile kadınlara hiçbir zaman radyoaktif madde verilmez Çünkü bu maddeler bebeğin gelişmesine zarar verir Bu nedenle hamilelik şüphesi durumunda doktor uyarılmalıdır


Sedimantasyon:

Hipertiroidi nedenlerinden biri olan subakut tiroiditin ayırıcı tanısında kullanılır Bu test, hastadan alınan kanda bulun proteinlerin bir tüp içindeki çöküş hızını gösterir Subakut tiroiditte sedimantasyon normalin üzerine, bazen 100mm/dak üzerine çıkabilir Açlık veya tokluk sırasında uygulanabilir


Tiroglobulin (Tg):

Hipertiroidili hastaların tümünde yüksek olarak bulunur



Hipertiroidi tanısı nasıl konur?

Daha önce sözü edilen belirti ve semptomların bir kısmının bulunması, tiroit hormon düzeylerinin yüksek olması ve düşük TSH düzeyi ile hipertiroidi tanısı kolaylıkla konur Radyoaktif uptake testi ve tiroit sintigrafisi ile hipertiroidi nedenleri arasında ayırıcı tanı yapılabilir Ayırıcı tanı yapılması oldukça önemlidir Çünkü hipertiroidi nedenine göre değişik tedavi yöntemleri mevcuttur




Hipertiroidi nasıl tedavi edilir?

Hastalığı oluşturan sebebe ve hastalığın ciddiyetine göre tedavi değişir Meselâ, geçici hipertiroidi vakalarında (tiroiditlerde) semptomatik tedavi (antienflamatuvarlar veya beta blokerler) uygulanır Tiroidit sonucu oluşan hipertiroidi vakaları Tiroiditler bölümünde anlatılmıştır

Diğer yandan kalıcı hipertiroidi oluşturan Basedow-Graves hastalığı, toksik otonom fonksiyone eden tiroit nodülleri ve toksik multinodüler guatr kesin tedavi gerektirir Subklinik hipertiroidi, yaşlı hastalarda atrial fibrilasyona neden olacağından tedavi edilmesi gerekir

Bazı ilaçlar sadece hipertiroidi semptomlarını tedavi etmek için kullanılır Bu ilaçların direkt tiroit fonksiyonları üzerine etkisi yoktur Mesela, beta-blokerler (dideral, beloc, trasicor) kalp hızını ve titremeyi azaltan ilaçlardır Bu ilaçlar bronşlarda spazma neden olduğundan astımı olan hastalar bu ilaçları kesinlikle kullanmamalıdır Bazı hastalarda sinirlilik ve uykusuzluk ön plandadır Bu nedenle bu hastalara sinirleri yatıştırıcı ilaçlar verilir




Basedow-Graves hastalığında kaç türlü tedavi yöntemi mevcuttur?

Bu hastalıkta üç türlü tedavi yöntemi mevcuttur

· Antitiroit tedavisi (Propycil, Tramazol tedavisi)

· Cerrahi tedavi (tiroidektomi)

· Radyoiyot tedavisi (atom tedavisi)




Basedow-Graves Hastalığının tedavisi nasıl yapılır?

Bu hastalığın tedavisinde öncelikle aşağıdaki bilgileri göz ardı etmemek gerekir:

· Tedavi yapılmayan hastalarda semptom ve belirtiler azalıp artarak yıllarca sürebilir

· Tedavisiz vakalarda uzun yıllar sonra hipotiroidi gelişir, yani tiroit fonksiyonlarını tamamen kaybeder

· Göz bulguları (ekzoftalmi) ile Graves hipertiroidisi birbirinden tamamen ayrı olarak seyreder Başarılı bir hipertiroidi tedavisinden sonra bile göz bulguları kendi seyrini takip eder




Antitiroit ilaçlarla tedavi hangi durumlarda ve nasıl yapılır?

Türkiye'de iki çeşit Antitiroit ilaç mevcuttur: Propycil ve Thyramazol İki ilaç da tiroit hormon yapımını engeller Antitiroit ilaçlar hipertiroidide remisyon varlığına dayanılarak kullanılır Remisyon, hastalığın geçici olarak ortadan kalktığı ve hastanın normale döndüğü zamana denir Tedavi edilmeyen bazı Graves hastalarında hastalık geçici olarak iyileşebilir Ancak daha önceden hangi hastada remisyon olacağını ve remisyonun ne kadar sonra sonlanacağının bilinmesi mümkün değildir

Antitiroit tedavi ile ancak %30 hasta remisyona girebilir En yüksek remisyon bir veya iki yıllık antitiroit tedavisinden sonra ortaya çıkar Geri kalan %70 hastada ise ilaç kesildikten sonra hipertiroidi tekrarlar Hastalığın tekrarlaması durumunda radyoiyot veya cerrahi tedavi uygulanır:

· Antitiroit tedavi, küçük guatrlarda ve orta şiddetteki hipertiroidide kullanılır

· Propycil kullanılması durumunda ilaç her 8 saatte bir, Thyramazol kullanılması durumunda ise ilaç günde bir kez alınır

· Antitiroit tedaviden sonra ötiroit durumu bir buçuk-iki ay sonra sağlanabilir

· Remisyon sağlamak için ilaçlar genellikle bir veya iki yıl alınır

· Antitiroit ilaçlara verilecek cevap hastadan hastaya değiştiğinden hastaların daha sık doktor kontrolü gerekir




Antitiroit ilaçların yan etkileri nelerdir?

Değişik yan etkileri mevcuttur

· %6-7 vakada deri döküntüleri ve eklem ağrıları görülür

· %1 hastada çok ciddi bir yan etkisi olan agranulositoz görülür (lökositlerin ortadan kalkması) Bunun belirtileri boğaz ağrısı ve ateştir Bu durumda hasta derhal ilacı kesmeli ve doktoruna bilgi vermelidir

· Nadir olarak karaciğer üzerine toksik etkisi olabilir Bu genelde geçicidir Ancak seyrek olarak ölüme neden olabilir


Bazı doktorlar hastalara öncelikle yüksek doz antitiroit ilaç vererek hastayı hipotiroidi durumuna sokmakta ve daha sonra tiroit hormonu (Tefor, Levotiron) vererek hastayı ötiroit hale getirmektedir Bu tedavi şekline engelleme-yerine koyma yöntemi denir Bu yöntemin daha etkili olduğu ileri sürülmektedir




Gebelikte Antitiroit ilaçlar nasıl kullanılmalıdır?

Gebelikte radyoiyot tedavisi bebeğe vereceği zarardan dolayı uygulanmaz

· Tedavi için antitiroit ilaçlar veya cerrahi seçilir Ancak gebelikte mümkün olduğu kadar cerrahiden de sakınılması gerekir Bu nedenle hamile hastalar gözlem altında olmalı veya antitiroit ilaçlarla tedavi edilmelidir

· Hipertiroidili hamilelerin düşük yapma riski yüksektir

· Graves hastalığında hipertiroidism hamilelik sırasında kendiliğinden geçebilir

Propycil gebelikte Thyramazola tercih edilir Çünkü Propycil'in bir doğum defekti olan aplasia cutis'e neden olması oldukça azdır Antitiroit ilaçlar plasentadan geçerek çocukta hipotiroidiye ve guatra neden olur Bu nedenle antitiroit ilaçlar çocukta problem olmayacak şekilde mümkün olduğu kadar küçük dozlarda verilir

Genel olarak az şikayeti olan hafif şiddetteki hipertirodide antitiroit ilaç vermeden de hamileler izlenebilinir Çok şikayeti olan ve yüksek hormon düzeyleri bulunan hamilelerde ise antitiroit ilaçlar kullanılır




Emzirme sırasında antitiroit ilaçlar kullanılabilir mi?

Antitiroit ilaçlar anne sütüne geçerek bebeğin tiroit fonksiyonlarını etkiler Propycil daha az yoğunlukta süte geçtiğinden Thyramazola tercih edilir Günde 200mg'dan daha az kullanılan Propycil genelde bebeğin tiroidini etkilemez Bununla beraber bebeğin tiroit hormonları anne Propycil kullandığı müddetçe zaman zaman ölçülerek kontrol edilmelidir




Basedow-Graves hastalığında cerrahi tedavi hangi durumlarda ve nasıl uygulanır?

Basedow-Graves hastalığında tiroit cerrahisi önceleri yaygın olarak bütün dünyada uygulanıyordu 1950'li yıllarda antitiroit ilaçlar kullanılmaya başlandıktan sonra tiroit cerrahisi sayısı giderek düşmeye başladı Daha sonra radyoiyot tedavisinin etkili ve emin bir tedavi yöntemi olduğu gösterildikten sonra tiroit cerrahisinde dramatik bir düşüş görüldü

Radyoiyot (halk arasında atom tedavisi olarak biliniyor) tedavisi Basedow -Graves hastalığında halen en fazla tercih edilen tedavi şeklidir Cerrahi tedavi, ancak aşağıdaki durumlarda Basedow-Graves hastalığında uygulanır

· Tiroit nodülü bulunan ve kanser şüphesi olan hastalarda

· İkinci 3 ayında bulunan hamile hastalarda

· Çok büyük guatrlarda


Tiroit cerrahisinde uygulanan yönteme tiroidektomi denir Bu yöntemde tiroit glandının %90 kadarı çıkarılır Geri kalan doku bazen tiroit antikorları (TRab) tarafından uyarılarak hastalık tekrar nüksedebilir Diğer yandan radyoiyot ile tedavi edilen hastalarda nüks olma ihtimali çok daha azdır

Cerrahi tedavi öncesi hastalar, beta blokerlerle, iyotla veya antitiroit ilaçlarla tiroidektomiye hazırlanır Hazırlık için bazen her üç tedavi de birlikte kullanılır Cerrahi girişim, hasta ötiroit duruma, yani tiroit hormonları normal düzeylere getirildikten sonra uygulanır Bunun için ortalama 2 ay gerekir Hasta ötiroit duruma getirilmeden cerrahi girişimin uygulanması tiroit krizi denilen ve hayatı tehdit eden duruma neden olur Tiroit krizi, ayrıca, enfeksiyonlarda ve ağır geçirilen diğer hastalıklarda da görülebilir Kriz sırasında hastada yüksek ateş, bulantı, kusma, ishal, vücuttan su eksilmesi, akli bozukluk ve 150 dak üzerinde çarpıntı görülür Bu durumdaki hastalar yoğun bakıma alınarak tedavi edilir

Hipertiroidili hastalara genelde iyotlu yiyeceklerin verilmesi hastalığın şiddetlenmesine, hatta bazı hastalarda hipertiroidism oluşmasına neden olur Bununla beraber, çok fazla miktardaki iyot 10 günden az kullanıldığı takdirde tiroit hormon salgılanmasını önler Cerrahi girişim öncesi hastalara fazla miktarda iyot verilmesinin esas nedeni budur




Cerrahi tedaviye hazırlık nasıl yapılır? Hastanede ne kadar kalınır?

Cerrahi tedavi için öncelikle hastalar ötiroit duruma getirilir Bunun için T-3, T4 ve TSH hormonları normal düzeye indirilir Hastalar aç durumda iken sabah hastaneye yatırılır ve cerrahi girişim için bazı tetkikler yapılır ( kan şekeri, EKG, tele radyografi, pıhtılaşma ve kanama testleri ) Hasta ayrıca anestezi doktoru tarafından muayene edilir Daha sonra hasta ameliyathaneye alınır Hastanın hastanede kalma süresi genelde 36 saat bazen ise 2 gündür


Cerrahi girişim sırasında neler olur?

Hasta uyutulduktan sonra ameliyathanede önce boyun alt kısmından cilt 7-8cm uzunluğunda kesilerek tiroit glandı bütünüyle dışarı alınır ve subtotal tiroidektomi uygulanır Bunun için bir lob, istmus ve diğer lobun büyük bir kısmı çıkarılır Operasyon 1-2 saat içinde bitirilir

Hastada tiroit nodülü mevcutsa ve tiroit kanseri şüphesi varsa operasyon sırasında çıkarılan nodül patologa gönderilir Operasyon sırasında yapılan bu işleme frozen section denir Nodül hemen dondurularak kesitler alınır ve mikroskop altında incelenir Bu sırada doktor patologdan gelecek cevabı ameliyathanede bekler Gelen cevap kanser ise cerrah hastada total tiroidektomi uygular, yani geri kalan tüm tiroit dokusunu da çıkarır

Tiroidektomiden sonra çıkarılan doku daha iyi şartlarda patolog tarafından tekrar incelenir Bu inceleme frozen section'dan çok daha iyi sonuç verir Frozen section da yanılgı ihtimali vardır




Cerrahiden sonra neler olur?

Operasyon tamamlandıktan sonra hasta ayılıncaya kadar gözlem odasında kalır Odasına gönderildikten sonra yemek yiyebilir ve ziyaretçilerini kabul edebilir Yara yerine ameliyat sonucu meydana gelen sıvıların dışarı çıkması ve şişlik yapmaması için konulan dren denilen boru genelde 24 saat sonra çıkarılır Total tiroidektomi yapılmışsa kandaki kalsiyum zaman zaman ölçülerek paratiroit glandına bir zarar olup olmadığı araştırılır Hasta taburcu olacağı zaman ağrıları için ağrı kesiciler verilir Tiroit ilaçları için ilgili doktora sevk edilir İyileşme hastadan hastaya değişir Genelde bir -iki hafta içinde hasta işine dönebilir




Cerrahi tedavinin komplikasyonları nelerdir?

Tiroidektomi tecrübeli operatörler tarafından yapıldığı zaman komplikasyon görülmesi çok nadirdir Komplikasyonlar, genelde tecrübesiz cerrahlar tarafından yapılan operasyonlarda ve özelikle subtotal ve total tiroidektomilerden sonra sıklıkla görülür Bu nedenle, hasta, bu hususta doktorunun önerdiği deneyimli cerrahları tercih etmelidir Tiroidektomiden sonra görülen komplikasyonlar :

Hipoparatiroidi

Bu komplikasyon iki şekilde görülür: Geçici ve kalıcı

Geçici hipoparatiroidi

Tiroit glandı alt ve üst kısımlarında buluna paratiroit glandlarının operasyon sırasında zedelenmesi sonucu oluşur Paratiroit glandları salgıladıkları parathormon ile kandaki kalsiyumu kontrol eder Zedelenme sırasında kan kalsiyumu düşer Buna hipokalsemi denir Bu sırada hasta, dudak, kol ve bacaklarında karıncalanma hisseder Şayet kalsiyum çok düşerse hayatı tehdit edici soluk borusu spazmı meydana gelebilir Bu durum oluşmadan önce hastaya damar veya ağızdan kalsiyum verilir Geçici hipokalsemi birkaç gün veya hafta içinde kendiliğinden geçer

Kalıcı hipoparatiroidi

Bazen bütün paratiroit glandları operasyon sırasında çıkarılır veya çok zedelenebilir Bu durumda kalıcı hipoparatiroidi oluşur Tedavi edilmeyen hipoparatiroidi adale kasılmalarına, konvulsiyonlara ve katarakta neden olur Bunun için hastaya hayat boyu kalsiyum ve D vitamini preparatları verilmesi gerekir

Ses tellerinin zedelenmesi

Ses tellerini kontrol eden sinirler (rekurrent larengeal sinir) tiroit glandı yanından geçer Bunlardan birinin zedelenmesi hastanın boğuk ve kısık ses çıkarmasına neden olur Nadir olarak iki sinir de zedelenebilir Bu durumda kısık ses ve soluk alma zorluğu görülür Bunun için boyundan soluk borusuna delik açılarak hastanın nefes alması sağlanır


Ameliyat yerinde iz kalması

Özellikle hanım hastalar boyun bölgesinde çok az iz kalması için doktordan operasyonun estetik olarak yapılmasını isterler Gerçekten tecrübeli doktorlar tarafından yapılan tiroidektomi operasyonlarından sonra boyun bölgesinde birçok hastada çok az yara izi kalır Ancak bazı hastalarda yapılan operasyonlarda doktor ne kadar tecrübeli olursa olsun yara izinin oldukça belirgin olduğu hatta bazı hastalarda neredeyse parmak kalınlığında yara izinin kaldığı görülür Buna keloid denir Bu durum cildi çok hassas hastalarda görülür Çok defa hastalar bu bölgede hafif ağrı duyarlar ve yakalı elbise giymekte zorluk çekerler Birçok hasta maalesef bunu bir doktor hatası olarak algılamaktadır Tedavi için yumuşatıcı ve kortizonlu kremler verilir Gerekirse lokal kortizon enjeksiyonları yapılır




Operasyon sonrası hastalar nasıl takip edilir?

Birçok hasta tiroidektomiden sonra hastalığının tamamen geçtiğine inanmakta ve doktorun takibine ihtiyaç duymamaktadır Halbuki bu hastaların ömür boyu periyodik olarak takip edilmesi gerekir Özellikle operasyon sonrası geri kalan dokunun yeterli olup olmadığı yani hastanın ilaca ihtiyacının olup olmadığı araştırılmalıdır Daha sonra nüks olup olmayacağının anlaşılması için hasta takip edilmelidir

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




akciğer kanseri



TEMEL BİLGİLER

TANIMLAMA

• Sık görülen akciğer kanserleri iki geniş

gruba ayrılabilir:

1-Küçük hücreli dışı kanser: skuamöz hücreli kanser, (en sık); adenokarsinoma ve large

cell karsinoma

2-Küçük Hücreli kanser

• Diğer akciğer habis tümörleri i çok sayıda fakat nadirdir (lenfoma: blastoma sarkomvs)

Görülme sıkılığı: Her yıl 175000 yeni vaka ,100000 70 kişi

Yaş: 50-70 yaş

Cinsiyet: Erkek > Kadın


BELİRTİ VE BULGULAR

• Öksürük

• Nefes darlığı

• Kanlı balgam

• Egzersiz kısıtlaması

• Göğüs ağrısı

• Ses kısıklığı

• Hırıltılı solunum

• Kol/omuz ağrısı

• Yutma güçlüğü

• Kemik ağrısı

• Kilo kaybı

• Kansızlık


NEDENLERİ

• Sigara (% 90 dan daha fazla)

• Asbeste maruz kalma

• Halojen eterler

• İnorganik arsenik

• Radyoizotoplar

• Hava kirliliği

• Diğer metaller


TANI


LABORATUAR

• Tam kan sayımı

• Sodyum,potasyum,kalsiyum ve karaciğer enzim anormalliklerini araştırmak gerekir

• Pıhtılaşma faktörleri ve testleri yapılmalıdır


ÖZEL TESTLER

• Elektrokardiogram

• Solunum fonksiyon testleri

• Egzersiz testi

• Stres talyum veya Persantin sintig raf ileri


GÖRÜNTÜLEME

•Akciğer grafisi,Göğüs bilgisayarlı tomografisi, perfüzyon

sintigrafisi

•Başka organlara atladığı düşünülüyorsa,Batın ve Beyin tomografisi,Kemil sintigrafisi


TANI İŞLEMLERİ

• Fiberoptik bronkoskopi(Bronş içinde ucunda kamera olan bir borula girip inceleme gerekirse biyopsi yapmak)

• ince iğne aspirasyon biopsisi(Göğüs kafesinden iğneyle girip Akciğerdeki tümörden parça alınması işlemi)

• lenf düğümü biopsisi, gereğinde


TEDAVİ

• Küçük Hücreli Akciğer Kanserine Işın tedavisi ve kemoterapi yapılır

• Küçük Hücre Dışı Akciğer kanserinde önce hastalığın evrelemesi ve yayılma durumu tespit edilirDaha sonra cerrahi tedavi ve/veya ışın-kemoterapi yapılır

• İmmunoterapi

• Gereğinde ağrı tedavisi


HASTANIN İZLENMESİ

Cerrahi olarak tümörün çıkarılabildiği vakalarda,

• ilk sene 3 ayda bir

• ikinci sene 6 ayda bir

• Üçüncü ile beşinci sene arası yılda bir izleme yapılır


Cerrahi olarak tümörün çıkarılamadığı vakalarda,

• rahatlatma amacıyla için gerektiği kadar izleme yapılır


ÖNLEM/KAÇINMA

• Sigaranın bırakılması

• Asbestden kaçınma



BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ

• Evre I skvamöz/ adeno/ large celi kanserlerde, cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 50

• Evre II, skuamöz kanser için cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 33 (evre II-B cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 15) ve adeno / large celi için % 20

• Not: Cerrahi öncesi evreleme tam kesin olmadığı için 5 yıllık sağkalımi rakamları daha düşüktür

• Eğer Tümör cerrahi olarak çıkarılamıyorsa , prognoz kötü olup ortalama % yıllık sağ kalım 8-14 aydır

Akciger kanserleri sik rastlanan ve önemli bir hastalik midir?


Tüm dünyada erkeklerde ve ayni zamanda dünyanin bir çok ülkesinde kadinlarda en sik rastlanan kanser türüdür Bir çok kanser türünde giderek azalma söz konusu iken akciger kanserine rastlanma sikligi maalesef giderek artmaktadir Tüm dünyada erkek ve kadinlarda halen en öldürücü kanser türüdür Genel ölüm nedenleri arasinda dünyada ikinci sirada yer almaktadir


Akciger Kanserinin sebebi nedir?


En iyi bilinen neden sigara içilmesidir Bazi mesleklerde çalisma, hava kirliligi, radyasyon, genetik faktörler, beslenme aliskanliklari gibi adi geçen diger nedenlerin hiç birisi sigara ile mukayese edilecek kadar önemli degildir


Ak toprak kanser yapar mi?


Ülkemizin bazi yörelerinde bulunan ak toprak, gök toprak olarak bilinen asbest veya zeolit içeren toprakla temas akciger kanseri yapmaktadir Duvar sivama ve yer döseme amaçli kullanilan ve bebeklerin altina konan bu topragin bulundugu alanlarda yasayanlarda akciger ve akcigeri örten zardan köken alan kanserlere çok sik rastlanmaktadir


Akciger kanseri bir meslek hastaligi midir?


Evet Bazen akciger kanseri bir meslek hastaligi seklinde ortaya çikar Örnegin radyolog hekimler ve diger radyasyonla çalisanlarda ve asbest sanayiinde çalisanlarda akciger kanserleri çok daha fazladir Asbest bir ses ve isi yalitim maddesi olarak sanayide kullanilmaktadir Bu is kollarinda (fren ve balata üretimi, gemi ve uçak sanayii, asbestli tugla ve yapi malzemeleri üretimi gibi) çalisanlarda akciger kanserleri bir meslek riski olarak ortaya çikmaktadir


Akciger kanserinin sigaradan oldugu kesin midir?


Kuskusuz Sigara ile akciger kanseri arasindaki sebep-sonuç iliskisi dogru orantilidir Bir kisi sigaraya ne kadar erken yasta baslarsa, günde ne kadar çok sayida ve ne kadar uzun süre sigara içerse, içtigi sigaradan ne kadar derin dumani içine çekerse akciger kanseri olma riski o kadar fazladir


Sigara içmeyen akciger kanseri olmaz mi?


Olabilir Ancak bu, çok daha az rastlanir bir durumdur Oysa, sigara içen bir kisinin akciger kanseri olma riski içmeyene göre 13 ile 22 kat daha fazladir


Akciger kanserlerinin hepsi sigaradan mi olusmaktadir?


Akciger kanserlerinin %95' inde sebep sigaradir


Önlenebilir kanser ne demektir?


Bazi hastaliklarin -örnegin genetik hastaliklar gibi- nedenleri çok iyi bilinmez yada, bilinse bile bunlardan kaçinmak olasi degildir Oysa diger bazi hastaliklar degistirilebilir çevresel faktörlerle -mikroorganizmalar, beslenme aliskanliklari, is ve çalisma kosullari, hava kirliligi gibi- iliskilidir Bu faktörler kontrol altina alinabilir ve degistirilebilirse hastalik önlenebilmektedir


Akciger kanseri olmamak için ne yapmaliyim?


Akciger kanserleri sigarayla ortaya çiktigindan önlenebilir kanser türü olarak kabul edilmektedir Sigara kullanmamakla bir kisi akciger kanseri olma olasiligini çok büyük ölçüde ortadan kaldirmis olmaktadir


Akciger kanseri irsi midir?


Ailede akciger kanseri öyküsünün olmasi sigara içmemek için en önemli nedenlerden birisidir Çünkü akciger kanserinin ortaya çikisinda genetik faktörler de rol oynamaktadir Amcanizin, babanizin, kardesinizin akciger kanserine yakalanmis olmasi eger sigara içiyorsaniz sizin için bir erken uyaridir Bu uyariyi dikkate almazsaniz sizin yakinlariniz da sizin yasadiginiz türden bir aciya hazirlikli olmalidirlar


Hiç bir sikayetim yok Yine de korkmali miyim?


Saglikla ilgili her hangi bir yakinmanizin olmamasi çok güzel Ancak, bu yaniltici olabilir Bazen hastalik uzun süre kendini belli etmeden ilerleyebilmektedir Sigara içiyorsaniz korkmalisiniz! Gerçekten sizi rahatlatacak bir sözü söyleyebilecek durumda degiliz


Üç yil sigara içip biraktim Kanser olma ihtimalim ne kadar?


Sigaranin kanser yapici etkisi uzun yillar kullanildiktan sonra kendini göstermektedir Sigara içen bir kisi sigarayi kaç yil içerse içsin biraktiktan sonra akciger kanseri olma riski giderek düsmekte ve 5-10 yil içerisinde hiç içmeyenlerle ayni oranda risk tasir duruma gelmektedir


Akciger kanserinin belirtileri nelerdir?


Tüm kanserlerde oldugu gibi kilo kaybi, halsizlik, istahsizlik yaninda; öksürük, balgam çikarma, kan tükürme, gögüs agrisi, nefes darligi, hiriltili solunum gibi akcigerlerle iliskili yakinmalar olabilir Bunlara bazen kanserin diger organ ve dokulara yayilmasina bagli olarak vücudun degisik alanlarinda agrilar, yutma güçlügü, bas agrisi, görme, denge bilinç bozukluklari vs gibi bir çok farkli sikayetler eklenebilir


Bunlarin hepsinin birlikte olmasi gerekli midir?


Hayir Bazen hiçbirisi bulunmayabilir veya bir ikisi bulunabilir Bazen de bu yakinmalar vardir ancak, hasta akciger kanseri degildir Bu belirtilerin hiç biri kansere özgül degildir


Ne zaman doktora gitmeliyim?


Eger uzun yillar sigara içiyorsaniz, yasiniz 40' in üzerindeyse ve yukaridaki yakinmalarin biri veya bir kaçi mevcut ise hekime basvurmaniz ve akciger kanseri bakimindan degerlendirilmeniz önerilir


Akciger kanseri nasil teshis edilir?


Yukarida bahsedilen belirtilere sahip bir kisinin öncelikle gögüs röntgeninin çekilmesi ve balgam incelemesinin yapilmasi ilk adimdir Bunu bronkoskopi ve bilgisayarli tomografiler vd tetkikler izler


Bronkoskopi nedir?


Agiz veya burundan ince ve bükülebilir, isikli hortum veya rijit borularla (!) akcigerlerimize kadar girilip solunum yollarimizin içten gözlenerek muayenesidir


Bronkoskopi ne ise yarar?


Solunum yollarinda yerlesmis hastaliklarin teshisi ve tedavisi için kullanilan bir yöntemdir Hastaligin dogrudan görülebilmesine, hasta alandan biyopsi vb islemlerin yapilarak teshis konulmasina yarar


Bronkoskopi sadece akciger kanserlerinin teshisinde mi kullanilir?


Hayir Solunum sistemini tutan ve bilhassa solunum yollarinda yerlesen bir çok hastaligin teshisinde rutin olarak kullanilmaktadir


Bronkoskopinin tehlikesi yok mu?


Hayatimiz boyunca attigimiz her adimin, yaptigimiz her isin bir riski vardir Trafige çikmanin, uçaga binmenin, yüzmenin ve daha yapageldigimiz nice isin tasidigi risk bronkoskopinin risklerinden az degildir Bronkoskopi ve bilhassa bükülebilir cihazlarla yapilan bronkoskopi güvenli muayene yöntemlerinden birisidir Dikkatli çalisildigi sürece ciddi bir sorunla karsilasma olasiligi son derece düsüktür


Bronkoskopi sirasinda çok aci çekilir mi?


Bronkoskopi öncesinde hastaya anestezi uygulanir Yani agri, öksürük, bulanti hislerinin uyanmasina mani olmak üzere solunum yolu boyunca geçici süre uyusma saglayan bir ilaç nefes yoluyla hastaya verilir Bu islem usulüne uygun olarak yapilirsa hasta agri, aci çekmeden bronkoskopi yapilabilir


Akciger kanseri bir kaç çesit midir?

Akciger kanserleri farkli hücre tiplerine göre gruplandirilir Her türün seyri, tedaviye cevabi, farklidir Tedavi planlanirken kanserin türü de bilinmelidir Hastaligin agirligi da türüne göre farklilik gösterebilir


Bronkoskopi yapilan kisilerde bazen sonradan kanser çikiyor mus?


Böyle bir sey asla dogru degildir Bronkoskopi yapilan kisilerin bir kisminda zaten kanseri teshis için bu islem yapilmaktadir Dolayisiyla bronkoskopi yapilan kisilerin bazisina kanser teshisi konmasi bronkoskopi yapildigindan degildir Bilakis, kanser oldugu düsünüldügünden bronkoskopi yapilmistir


Akciger kanseri teshisi konan hastaya ne yapilmalidir?


Öncelikle kanser oldugu mutlaka biyopsi ile kesinlestirilmelidir Sadece muayene veya röntgenlerine bakarak kanser teshisi konamaz Bunu takiben, kanser tipi belirlenmelidir Bundan sonra ise kanserin büyüklügü, yerlesim yeri, yayildigi diger bölgeler arastirilmaldir Bu islemlere evreleme diyoruz Son olarak hastanin direnci, günlük yasamini devam ettirirken sahip oldugu performans tayin edilip, hasta ile konusarak tedavi karari verilmelidir


Parça almadan tedaviye baslansa olmaz mi?


Bazi hastalar parça alinmasina (biyopsi) pek sicak bakmiyorlar Oysa, bu yapilmadan kanser tedavisine baslanamaz Kanser tedavisinde kullanilacak yöntemler ve ilaçlar hastaya bir çok bakimdan riskler getirecektir Bu riskleri üstlenmesi için öncelikle kanser teshisinden ve tipinden emin olmak gerekir Rastgele kanser tedavisi olmaz


Parça alininca kanser yayilir mi?


Usulüne uygun sekilde, deneyimli eller tarafindan yapildigi sürece böyle bir tehlike söz konusu degildir


Akciger kanserinin tedavisi var mi?


Elbette Akciger kanserli hastalarda da hastanin durumuna göre çesitli tedavi sekilleri vardir Ameliyat, radyoterapi (isin tedavisi), kemoterapi (ilaç tedavisi) destek tedavisi ve ismi burada verilmesine gerek olmayan diger tedavi yaklasimlari halen uygulanmaktadir


Bu tedavilerle hastalik iyilesebiliyor mu?


Hangi hastalikta olursa olsun uygulanacak tedavinin %100 basarili olacagini önceden bilmek olasi degildir Akciger kanserinde de bu tedaviler ile bazen tam sifa, bazen düzelme bazen ise sadece hastaligin ilerleyisini durdurmak mümkündür Kuskusuz basarisiz kalinan olgular da söz konusudur Hastanin, hastaligin ve uygulanan tedavinin türüne göre bu sonuçlar degisebilir


Bu tedaviler gerçekten ise yariyor mu?


Bazi kanserlerde elimizdeki tedavi sekilleriyle kanseri tamamen yok etme sansi akciger kanserlerine göre çok daha yüksektir Ancak, akciger kanserli olgularda da bu sans vardir Hastanin bu sansini kullanmasi uygun olan tercihtir


Akciger kanserli hasta eninde sonunda ölür mü?


Hastayi tedavi ederken amacimiz onu ölümsüz kilmak degildir Buna kimsenin gücü yetmez Ancak, hastaligi yok etmek, küçültmek, sinirlamak, sag kalimi uzatmak, hastanin yasam kalitesini artirmak gibi amaçlarimiz vardir Bunlardan hangisine ne ölçüde ulasilirsa ulasilsin tedavi basarili olmus sayilmalidir Su unutulmamalidir ki, sadece akciger kanserli hastalar için degil, ölüm hepimiz için kaçinilmazdir


Yöremizde akciger kanserlerinin teshis ve tedavisi için gerekli imkanlar var mi?


Evet Trabzon bu bakimdan Türkiye' de en iyi merkezlerden birisidir Bu hastaligin teshis ve tedavisi gerekli her türlü donanim ve ekipman mevcuttur Hastanemizde teshisten tedaviye her türlü hizmeti vermekte ve bu hastalarimizi hiç bir dis merkeze tasinmak zorunda birakmadan onlari tedavi etmekteyiz


Akciger kanserli hasta ne kadar yasar?


Çok sik sorulan bu sorunun cevabi maalesef bizde yoktur Insanlarin yasamalarina ve ölmelerine karar vermek hekimlere düsmez Hekimler kendi yasamlarinin bile ne zaman ve nasil sonlanacagini bilemezler


Ameliyat olmadan ilaçla tedavi olsam olmaz mi?


Bazi hastalarimiz kendilerine ameliyat önerdigimizde bu sekilde bir soru soruyorlar Oysa biz her hastaya ameliyat olmasini tavsiye etmeyiz Ancak, hastanin tedavisi için ameliyat gerekiyorsa, bunun yerini ilaç veya isin tedavisiyle doldurmak mümkün degildir Ameliyat için uygun bulunan hasta mutlaka ameliyat olmalidir


Hem ameliyat hem de ilaç tedavisi birlikte uygulanir mi?


Evet Bazen ameliyat, radyoterapi ve/veya kemoterapi birlikte uygulanabilir Bu es zamanli da olabilir Birbirini takip edecek sekilde de olabilir


Ilaçla tedavi süresi ne kadar olmali?


Kanser tedavisinde kullanilan ilaçlar belirli araliklarla tekrarlayacak sekilde (kürler halinde) verilir Hastanin ve hastaligin tedaviye cevap vermesi durumuna göre kürlerin sayisi degismektedir


Kanser tedavisinin yan etkileri nelerdir?


Yan etkiler kullanilan ilaca, ilaç veya isini uygulama teknigine, ilaç veya isinin dozuna, hastanin yasina ve organ fonksiyonlarina, birlikte kullanilan diger ilaç veya tedavilere bagli olarak degisir


Kanser tedavisi saç dökülmesi, bulanti kusma yapar mi?


Bu sekildeki yan etkiler kanser tedavisi sirasinda sik görülmektedir Ancak, bunlarin hepsi de tedavi tamamlandiktan sonra geri dönüslüdür Bazi ek ilaçlarla bulanti önlenebilir Ishaller, enfeksiyonlar, radyoterapi alaninda cilt yaniklari, yutma güçlügü, agizda yaralar ve akcigerlerde fibrozis olusabilir Bu durumlarla karsilasmamak için gerekli önlemler alinmali ancak, buna ragmen olustugunda ise uygun sekilde tedavi edilmelidir


Kanserle basa çikmak için bu tedaviler disinda nelere dikkat edilmeli?


Kanser teshisi çogu kez hastada bir psikolojik travmaya yol açmakta ve bunu bazen depresyon izlemektedir Hastaligin adinin kanser olmasi her seyin bittigi anlami tasimaz Kisinin olayi gerçek boyutlariyla tanimasi, hastaligini, tipini, agirligini ögrenmesi, kendisini bekleyen risklerden haberdar olmasi, planlanan tedavi biçimleri hakkinda ve en dogru karari vermek üzere bilgilenmesi gereklidir Bu hekimiyle çok iyi bir iliski kurmasini gerektirir Kanser tanisi aldi diye kendini sosyal sorumluluk ve çevresinden dislamamali, hastaligi elverdigince ugrasilarini sürdürmeli, ancak yeterli uyku, dengeli beslenme ve stresten uzak kalmaya özen göstermelidir Hastada agri, öksürük gibi yasam kalitesini bozan yakinmalar varsa bunlara dönük tedaviler ihmal edilmemelidir Tedavi sirasinda ve tedavi sonrasinda gerekli kontrollerini zamaninda yaptirmalidir


Kanser agrisini nasil kesebiliriz?


Bazen akciger kanseri çevre dokulara veya uzak organlara yayilarak siddetli agrilar olusturabilir Bu durum hastayi fazlasiyla rahatsiz eder ve bezdirir Kanserle bas edilemese bile bu agrinin giderilmesi çok önemlidir Ancak, agriyi gidermek için bazen dogrudan morfin vb ilaçlar baslanmaktadir Gerçi bu ilaçlar kanser agrisinin tedavisinde kullanilirlar ve çok da etkin ilaçlardir Ancak, bu ilaçlara bir süre sonra tolerans gelisir ve baslangiçtaki etki artik görülmez olabilir Bu nedenle agri tedavisinde basamak basamak ilerlemeli, önce basit agri kesicilerle ise baslanmalidir Gereginde doz artirilaraki kombinasyonlar uygulayarak zaman kazanilmalidir Morfin vb ilaçlar ileri dönemler için rezerv tutulmalidir


Kanser teshisi hastaya söylenmeli midir?


Hastaya asla ve hiçbir zaman yalan söylenmemelidir Hastanin hastaligi hakkindaki sorularina dogru cevaplar verilmelidir Ancak, bütün dogrulari hemen söylemek dogru olmayabilir Yavas ve kademeli olarak bilgi aktarilmali, sorun açiklanirken çare ve tedavi biçimi birlikte anlatilmalidir Hastanin yasamla bagi ve iyilesme umudu sarsilmamalidir Kuskusuz,, bu bir üslup sorunudur Hastasini önemseyen, acisini paylasan, ona zaman ayiran, sabirla dinleyen, onun sorununa çare arayan, umudunu artiran empatik bir hekim davranisi iyi bir tedavi kadar belki de akciger kanseri için bundan daha önemlidir

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




Huzursuz bacak sendromu



Gece Yattığınızda veya İstirahat Halinde Bacaklarınızda Hoş Olmayan Bir Duyu Mu Hissediyorsunuz?


Bacaklarda ortaya çıkan, tam olarak tarif edilemeyen ve uykuya dalmaya engel olan garip duyu hissi, huzursuz bacak sendromu olarak tanımlanır Hastalar bu garip hissi anlatamamaktan şikâyet ederler


Belirtileri nelerdir? Bu garip his; ağrı, karıncalanma, uyuşma ve çekilme şeklinde tanımlanmaktadır Bacaklar hareket ettirilerek geçici bir rahatlama sağlanabilir Hastalar akşamları TV seyredemezler, misafirliğe gidemezler ve en önemlisi yattığında bacaklarındaki huzursuzluk hissinin harekete zorlaması nedeniyle uykuya dalamazlar,yataklarından kalkıp dolaşmak isterler Aynı his gece yarısı uyanmalara ve uykuya dalma zorluğuna da yol açabilir Bu hastalar uzun süreli istirahattan ve yolculuktan çok rahatsızlık duyarlar


Her yüz kişinin biri ile beşinde rastlanacak kadar sık görülen rahatsızlıktır İleri yaşla birlikte, sıklığında artış görülmektedir


Laboratuarda patolojik bir bulgu var mıdır? Hastalara yapılan sinir kas grafilerinde (EMG) ve kas biyopsilerinde patolojik bir durum tespit edilememiştir


Başka hastalıklarla karışır mı? Oldukça sık görülse de romatizmalı hastalıklarla karıştırıldığından hastalığın teşhisi bazen uzun sürmektedir Daha çok romatizmal hastalıklarla karışmaktadır Ağrının hareketle azalması ve istirahat ile tekrardan başlaması bu hastalığın ayırıcı özelliğidir


Irsiyet ile ilgisi var mıdır? Her üç hastanın birinde ailevi geçiş yani genetik bir geçiş vardır


Belli bir nedeni var mıdır? Demir eksikliği (Kansızlık), şeker hastalığı, gebelik ve kanser sebep olarak belirlense de hastaların yüzde doksan beşinde bir neden bulunamamaktadır


Tedavisi var mıdır? Altta yatan bir neden varsa (kansızlık, şeker hastalığı gibi) öncelikle onun tedavisi gerekmektedir Sebebi belirsiz olan durumlarda ilaç tedavisi (klonazepam, diazepam, karbamazepin ve sinemet) verilebilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




Genel göz hastalıkları



REFRAKSiYON KUSURLARI


Odaklanan isigin gormemizi saglayan retina tabakasinin onune veya arkasina dusmesi sirasiyla miyopi ve hipermetropi olarak adlandirilan gorme kusurlarina yol acar Kornea adini verdigimiz saydam tabakanin dikey ve yatay ekseni arasindaki kirma dereceleri arasinda bir fark varsa bu durum da astigmatizma adi verilen kirma kusuruna sebep olur

Miyopinin duzeltilmesinde gozluk, kontakt lens ve refraktif cerrahi yotemler (radyal keratotomi, excimer laser, LASIK) uygulanabilir Hipermetropinin duzeltilmesinde gozluk, kontakt lens ve refraktif cerrahi yontemler (Termokeratoplasti, excimer laser vb) kullanilabilir Astigmastizmanin duzeltilmesinde gozluk, torik yumsak kontakt lensler, gaz gecirgen kontakt lensler, ve refraktif cerrahi yontemler kullanilabilir



RETiNA ve ViTREUS HASTALIKLARI


Retina gormemizi saglayan isiga duyarli hucreleri (kon ve rodlar) ile sinir liflerini iceren bir tabakadir Retina hastaliklari gormede ciddi ve kalici bozukluklar yapabilir En fazla gorulen retina hastaliklari:

1 Seker hastaligina bagli bozukluklar,

2 Retina dekolmani,

3 Retina ici ve alti kanamalar,

4 Retina altinda sivi birikmesi,

5 Retinanin damarsal hastaliklari,

6 Dogumsal ve herediter hastaliklar,

7 Yasa bagli makula hastaliklari (YBMD),

8 Retina Tumorleridir

Tedavi Yontemleri: Bozuklugun tipine gore, tibbi tedavi, lazer tedavisi ve cerrahi tedavi seklindedir



Erken teshis tedavinin ilk basamagidir,bu nedenle goz Check-Up'inda standart goz muayenesine ek olarak yapilmasi gereken muayeneler;


Ekzoftalmometre ile kontrol, Derinlik hissi muayenesi, Renk gorme muayenesi, Korneal topografi, Konfrontasyon testi, Goz ultrasonografisi, Biometri, Pakimetri, Goz yasi testi: Schiermer testi ve Florescein kirilma testi, Kontrast duyarlilik testi

GOZ TUMORLERi


Cocuklarda gozbebeginde beyazlik oldugunda, gozun renkli kisminda renk degisikligi gelistiginde ve sebepsiz yere gormenin azaldigi durumlarda goz tumorleri yonunden inceleme yapilmalidir Goz kapaklarinda buyume gosteren kitlelerden gerekirse biyopsi alinmalidir Goz tumorlerinin tipine, yerlesim yerine ve hastanin yasina gore, lazer tedavisi, kriyoterapi, radyoterapi ve cerrahi tedavi gerekebilir




OPTiK SiNiR VE GORME YOLLARI HASTALIKLARI


Gormede azalma ve gorme alaninda daralma seklinde belirtilerle kendini belli eder Bu gibi durumlarda optik sinir ve gorme yollari hasarina yol acan etken faktorlerin belirlenmesi ve onlara yonelik tibbi veya cerrahi tedavi uygulanmasi esastir Gerektiginde beyin cerrahisi ve Noroloji bolumleriyle isbirligi yapilmalidir



KONJONKTiViTLER




Allerjik, mikrobik, kimyasal konjonktivitler olabilir Gozde akinti, sulanma, kasinti, yabanci cisim hissi ve yanma tarzi sikayetler olabilir Tedavisi goz damlalariyladir, agir durumlarda sistemik tedavi gerekebilir




UVEiTLER, GOZ iCi iLTiHAPLARi ve BEHCET HASTALiGi



Gozde kizariklik, agri ve gorme azalmasi tarzinda bulgular vardir Etken faktore yonelik tedavi uygulanmalidir Topikal goz damlalari, sistemik tedavi ve bazi olgularda lazer tedavisi uygulanabilir Agir olgular hastanede yatirilarak tedavi uygulanmalidir ve cerrahi tedavi gerekebilir



KERATiTLER ve KORNEA HASTALiKLARi



Saydam tabakanin bulaniklasmasiyla gormeyi ileri derecede bozabilir Korneanin ilttihabi enflamasyonu anl***** gelen keratitlerde etkene yonelik ve ciddi olgular da hastanede yatarak tedavi uygulanmalidir Kontakt lens kullananlarda keratit gelisme riski daha fazladir


Dogustan olan ve gormeyi etkileyen kornea bulaniklariyla, gorme aksini kapatan kalici kornea bulanikliklarinda keratoplasti (goz nakli) uygulanmalidir



Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




ANEMİ : KANSIZLIK



TANIM:

Anemi (kansızlık) pekçok farklı şekilde tanımlanabilen kan rahatsızlığı olarak bilinmektedir Bu kan rahatsızlığını kırmızı kan hücrelerinin fonksiyonlarında ve sayısındaki anormallik şeklinde ifade edebiliriz Kırmızı kan hücreleriniz kırmızı rengini hemoglobinden alır, demir içeriği zengin protein oksijeni ciğerlerden vücudun diğer bölgelerine taşır Anemi kırmızı kan hücrelerinin sayısını azalttığında ya da hücrelerin taşıyabileceği hemoglobin miktarını azalttığında vücudunuzun dokuları oksijenden yoksun kalır Oksijen eksikliği tipik anemia türleri bulgularını üretirBu anemi bulguları: güçsüzlük, aşırı yorgunluk, solgun bir ten, nefes darlığı, düsensiz kalp atışıdır Hatta çok şiddetli anemi felç, kalp krizi ve kalp tıkanıklığına da yol açabilmektedir Demir eksikliği gibi bazı anemi türleri doğrudan kendileri rahatsızlığı yaratırken bazı anemilerde ise ardında dalak büyümesi ya da anti kanser ilaçlarının alımıyla sonuçlanan hemolitik anemia gibi bir hastalık yatmaktadır Bazı anemi hastalıkları kolayca tedavi edilebilirken bazıları ise kronik ve hayatı tehdit edicidir Sağda sağlıklı yapıdaki kan hücrelerini görüyorsunuz Aynı biçimde ve büyüklükteki kırmızı kan hücreleri normal bir büyüme ve hemoglobin üretimini oluşturuyor


EN SIK RASTLANILAN ANEMİ TÜRLERİ:


Demir Eksikliğine Bağlı Anemi :

Vücudun yeni hemoglobin oksijen taşıyan kırmızı hücrelerdeki proteini yaratabilmesi için demire ihtiyacı vardır Eksik demir alımı demir eksikliğine bağlı anemiye neden olur Demir eksikliğine bağlı anemilerin neredeyse çok önemli kısmı bazı kronik kanamaların sonucunda meydana gelir Örneğin; burun kanamaları, basur, mide ya da bağırsak ülseri, polip, gastroenterital kanser ve aşırı adet kanamaları gibi Vücut bu aşırı kanamalar sırasında yüklü miktarda demir kaybeder Daha az görülebilen demir eksikliğine bağlı anemi demiri emme yeterli mide asiti olmayan daha yaşlı insanlarda da gelişebilir


Demire bağlı aneminin kendine özel bulguları:

Yiyecek dışındaki şeylere istek örneğin; toprak, buz, kireç taşı, nişasta gibi

Ağız kenarında ve tırnaklarda çatlaklar

Tırnaklarda biçimsizlik; kaşık biçimini almaları gibi

Tahriş olmuş dil


Demir eksikliği anemisinin nedenleri:

Yetersiz demir alımı:Gıdalarla dışarıdan alınan demirin yetersizliği halinde oluşur Sosyo ekonomik düzeyi düşük toplumlarda, beslenme alışkanlıkları yanlış olan toplumlarda sık görülmektedir Ek besinlere geç başlama, aşırı inek sütü kullanımı bebeklerde anemiye sebep olabilirVejeteryan beslenme, yanlış uygulanan zayıflama rejimleri, yeme bozuklukları da anemiye neden olan sebeplerdendir


Doğumla ilgili nedenler: Prematürelik, çoğul gebelikler anemiye neden olabilir


Demir gereksiniminin arttığı durumlar:Ülser kanamaları, kadınlarda adet kanamaları gibi akut veya kronik kan kaybı,paraziter enfeksiyonlar, özellikle yaşamın ilk yılı ve adelosan dönemi gibi hızlı büyüme dönemlerinde demir gereksinimi artmakta ve anemiler görülebilmektedir


Demirin Emilim bozuklukları Kronik ishaller, Kronik enfeksiyonlar ,Sindirim sistemi anomalileri , Malabsorbsiyon sendromu gibi demir emiliminin bozulduğu durumlarda anemi görülebilir


Günlük demir gereksinimi ve kaybı ne kadardır?

-Günlük demir gereksinimi 1-3 mgr kadardır Bunun % 5-10 duedenum ve proksimal ince barsaktan emilir Günlük kayıp 1 mgr dır Ter, dışkı, idrar, dökülen hücreler ile kaybedilir Gereksinim bebeklik, hamilelik, ağır hastalık ve emzirme dönemlerinde artar


Hangi besinler demir açısından zengindir?

- Kırmızı et, karaciğer, balık, kuru üzüm ve yumurta sarısı demir açısından zengin gıdalardır Un, ekmek ve tahıllar demir ile zenginleştirilmiş olabilir


Demir eksikliği anemisi düşünülen hastalarda yapılması gereken başlıca tetkikler neler olmalıdır?

-Tam kan sayımı, serum demiri, serum demiri bağlama kapasitesi, transferin saturasyonu, serum ferritin düzeyi, dışkıda gizli kan ve periferik yaymadır Tam kan sayımında düşük hemoglobin ve hematokrit değeri, kanda düşük ferritin düzeyi, kanda total bağlama kapasitesi ve kan kaybını değerlendirmek açısından dışkıda gizli kan görülebilir


Tanı:

Hekim muayenesi ile birlikte yapılacak kan tahlilleri tanı koydurur Depo demir düzeylerini yansıtan serum ferritin düzeyi düşmüştürTotal Demir Bağlama Kapasitesi artmıştır Kırmızı kan hücrelerinin boyutları küçük ve renkleri azdır (mikrositer hipokrom)


Tedavi:

Tedavi de en etkili ilaç demir sülfattır 2 yaşından küçük çocuklarda kahvaltıdan yarım saat önce günde bir kez; 2 yaşından büyüklerde ise yemeklerden yarım saat önce günlük dozun 3 e bölünmesi önerilmektedirTedaviye ortalama 3 ay devam edilmelidirAşırı demir yüklenmesine neden olmamak için beş aydan daha fazla demir kullanılmamalıdır

Ağızdan demir tedavisinde kullanılan demir formları demirsülfat, demir glukanat ve demir fumorattır Demir tedavisine başladıktan iki ay sonra hemoglobin düzeyi normale dönecektir, ancak çoğunlukla kemik iliğinde olan demir depolarını doldurmak amacı ile tedaviye 6-12 ay daha devam edilmelidirDamar içerisine veya kas içerisine uygulanabilecek demir ilaçları da ağızdan alıma dayanamayan hastalarda kullanılabilir Tedavi ile birlikte kan sayımı iki ay içerisinde normale dönecektir


İlaç kullanılırken dikkat edilecek noktalar nelerdir ?

-En iyi demir emilimi aç karnına olmasına rağmen pek çok insan buna katlanamaz ve gıda ile almak ister Süt ve sütlü mamüller demir emilimini engelleyeceğinden ilaç ile birlikte alınmamalıdır C vitamini demir emilimini artırırken hemoglobin üretiminde de önemli yer tutar Diyet ile alınacak miktar yeterli olmayacağından gebelik ve emzirme dönemi sırasında kadınların yeterli derecede demir almaları gerekir


Kurşun zehirlenmesi:

Özellikle sanayileşmiş toplumlarda özellikle akaryakıtta ki kurşunun havaya karışması ile oluşan kurşun zehirlenmelerinde demir eksikliği anemileri görülebilmektedir Önlem olarak yiyeceklerin bol su ile yıkanması ve üzeri örtülü kaplarda saklanması önerilmektedir


Bulgular:

Hafif olgularda hafif solukluk dışında herhangi bir belirti vermeyebilir Sadece yapılan kan tahlilleri ile tanı konulabilir daha ağır olgularda iştahsızlık, sindirim bozuklukları, kabızlık, bazen ağrılı yutma gibi sindirim bozuklukları ortaya çıkabilir


Tüm kansızlıklarda görülen çarpıntı, eforla oluşan nefes darlığı, başdönmesi, kulak çınlaması, halsizlik, çabuk yorulma görülebilir


Hekim muayenesinde deri ve mukozalarda solukluk, dilde kızarma, kabarcık ve küçük çatlaklar görür Ağır olgularda ağız köşelerinde çatlaklar ve dalak büyümesi görülebilmektedir


Bazı hastalarda toprak yeme gibi belirtiler ortaya çıkabilir



Aplastik Anemi:

Bu aneminin en ciddi olanlarındandır Bu ciddi hastalıkta, vücudun kemik ilikleri kırmızı, beyaz gibi kan hücrelerinden yeterli miktarda üretemez Aplastik aneminin yarıya yakının nedeni bilinemez Bilinen nedenler kalıtsal kusurlardan radyosyana ve zehirli kimyasal maddelere ya da bazı belirli ilaçların etkisine kadar bir alanda yer almaktadırlar Bazı virüsler ve kanserler de bu hastalığın altında yatan nedenlerden sayılabilir


Aplastik aneminin kendine özel bulguları:

Sıkça oluşan enfeksiyonlar

Deri altında görülen kan lekeleri

Travma olmaksızın oluşan bere ya da çürükler

Kendiliğinden oluşan burun, ağız, rektum, vajina ve dişeti kanamaları

Ağız, gırtlak, rektumla ilgili ülserler


Folik Asit Eksikliğine Bağlı Anemi :

Vücudun yeterli kırmızı hücreleri yaratmak için folik aside ihtiyacı vardır Folik asit olmaksızın kırmızı kan hücre üretimi düşer ve anemi ile sonuçlanır Bu tür anemiler özellikle alkoliklerde çok sık görülür çünkü alkol folik asitin emilimini ve metabolizmasını engeller Diğer nedenler bağırsak hastalıkları, kötü emilim hastalıkları, ağızdan alınan gebelikten korunma hapları, kanser için alınan çeşitli ilaçlar ve epilepsi


Folik Asit eksikliğine bağlı aneminin kendine özgü bulguları:

Bu tür anemiler genişleyen kırmızı kan hücreleri ile karakterize edilirler ve aşağıdaki unsurlarla sonuçlanırlar:


İshal

Depresyon

Şişmiş ve kırmızı bir dil


Hemolitik Anemi:

Çok sık rastlanmayan türden olan bu anemi vücudun doğal artık toplama metabolizması vakitsizce kırmızı kan hücrelerini yok ettiğinde sonuçlanır Sonuç olarak, kemik iliği yeni kırmızı kan hücrelerini normalden 10 kat daha fazla üreterek bunu telafi etmeye çalışır Bu yeni hücreler küçük ya da şekilsiz, vücut dokularına oksijeni taşımakta yetersiz olan hücrelerdir Hemolitic aneminin nedenleri, dalağın genişlemesinden bağışıklık hastalıklarına, hemoglobin molekülleri ya da zar yapısının bozukluklarından kalan sorunlara kadar pek çok nedenle açıklanabilir(Orak hücre anemisi anormal hemoglobin molekülleri nedeniyle hemolitik aneminin bir türü olarak kabul edilir) Hemolitik anemi; Zamanından önce gelişen hücrelerin ömrü kısa oluyor Hücrelerin normal büyüklüğe erişmesini engelliyor ve üretimini azaltıyor


Hemolitik Aneminin kendine özgü bulguları :

Hemolitik anemi çok sayıdaki kırmızı kan hücrelerinin kısa bir sürede yok olmasıyla oluşan hemolitik krizlerin bir işareti olarak kabul edilebilir Bu tür krizler aşağıdaki şekildedir:


Ateş

Sırt ve mide ağrısı

Titremeler

Baş dönmesi

Kan basıncındaki önemli bir düşüş

Sarılık ve idrarda koyulaşma

Dalağın genişlemesinden kaynaklanan anormal ağrı


Kötücül Anemi (Pernicious anemia)Vitamin B-12 eksikliği anemisi:

B-12 vitaminin emilimi için mide B-12 asıl faktörü denilen bir maddeyi salgılaması gerekir Bu temel faktörün eksikliği bu nedenle vitamin B-12 eksikliğine neden olur Kemik iliğinin kırmızı kan hücrelerini üretebilmesi için B-12 vitaminine ihtiyacı olduğundan, yetersiz miktar anemiye neden olur Bu tarz anemiler genelikle hayvan ürünlerini yemeyen vejetaryanlarda görülür


Kötücül aneminin kendine özgü bulguları: Bu tarz bir anemi genişleyen kırmızı kan hücreleriyle (macrocytic anemia) karakterize edilir ve sonuçları:


Eller ve ayaklarda ürperme

Bacaklarda, ayaklarda ve ellerde ve spastik hareketlerde duyum kaybı

Sarı ve mavi renklerle ilgili olarak renk körlüğü türü

Şişmiş, ağrıyan ve yanan bir dil

Kilo kaybı

Kararmış cilt

İshal

Düzensizlik

Depresyon

Entellektüel fonksiyonların azalması


Orak -Hücre Anemisi (sickle-cell anemia):

Afrikalı Amerikalılarda ayrıcalıklı olarak görülen bir tür ırsi hemolitik anemidir Bu hastalıkta, kırmızı kan hücreleri hücrelerdeki oksijeni azaltan anormal hemoglobin formunu içerir Sonuç olarak, hilal ya da orak şeklini alırlar ve dalak, böbrek, beyin, kemikler ve diğer organların kan damarlarından rahatça akamazlar Bu, organlara zarar veren engeller yaratmakla kalmazlar ayrıca hilal şekilleri ile kırıcı ve dokulara oksijeni taşıyamama durumları söz konusu olur Sonuç anemidir


Orak hücre anemisinin kendine özgü bulguları:

Hemolitik anemi türü olan bu anemi kandaki oksijen miktarını azaltan aşağıda belirtilen aktiviteleri takip eden krizlerle göze çarpar


Enerjik egzersizler

Yüksek rakımlı yerler

hastalık

Aneminin aniden kötüleşmesi ---ağrı, ateş ve nefessizlik---bu krizleri işaret eder Anormal ağrı çok şiddetlidir Bu krizleri geçiren çocuklar çok şiddetli göğüs ağrısı çekerler



Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




BÖBREK TAŞLARI: NEFROLITHIAZIS



Böbrek taşı, idrarda bulunan üre, oksalat, kalsiyum, fosfat vb kimyasal tuzların idrarda yüksek konsantrasyonda bulunması ve bu maddelerin idrarda çökmesi sonucu, birleşerek küçük kristaller oluşturması anl***** gelir Ülkelerin refah düzeyinin artmasıyla birlikte bu rahatsızlık da artış gösterir Savaş veya ekonomik sıkıntıların varolduğu dönemlerde böbrek taşına rastlamak oldukça zordur Bunun nedenleri arasında beslenme önemli bir faktördür Böbrek taşı ile ilgili bir diğer sonuç ise erkekler de görülen böbrek taşı vakasının kadınlara oranla çok daha fazla olmasıdır


Taş oluşumun nedeninin bulunması için taşın incelenmesi ve buna göre önlem alınması gerekir Taş kristallerinin bileşenleri genellikle %80 ila %85 arasında kalsiyum, %5 ila %10 arasında ürik asit ve %1 oranında az bulunan ( Cystine ) taşlarıdır


Böbrek taşları yerleştikleri yere göre belirtiler verebilir Böbreklerde, idrar kesesinde, ya da üretra da taş oluşabilir


Taş oluşumunda genetik yatkınlık önemlidir Beslenme böbrek taşlarının temel sebebi olarak ele alınmamalıdır Ancak iyi planlanmış ve uygulanmış bir diyet, kalsiyum ve ürik asit taşlarının, genetik yatkınlık nedenli oluşumunu zorlaştırır


Yapılan genel araştırmaya göre, et ve ürünlerinde bulunan proteinin yüksek miktarda tüketilmesi, böbrek taşı rahatsızlıklarının sayısında artışa neden olmuştur Kalsiyum bazlı taşlardaki ana risk faktörleri, düşük hacimli idrar, oksalik asit ve kalsiyum oranında artan boşalma ve sitrat oranındaki azalma olarak sıralanabilir Bunlar sonuç olarak idrarda kristalleşme faktörünü artırabilirler Aşırı derecede fazla olan asitli üre de en önemli risk faktörlerinin başında yer alır


Bunun yanısıra fizyolojik problemler, idrar akışını engelleyen bir durumun varlığı (mesane tümörleri, konjenital darlıklar) idrar da asit miktarının artması ( idrar yolu enfeksiyonları) gibi nedenler de taş oluşumuna yardımcı olan etkenlerdir


Böbrek çanaklarında oluşan küçük taşlar, mesaneye inerek burada büyümelerine devam edebilirler Genellikle böbrek çanaklarında oluşan bu küçük taşlar, mesaneye ulaşamadan idrar kanallarında takılıp kalırlar Bu idrarın mesaneye ulaşmasını engeller ve idrarın böbreklere geri dönmesine, dolayısıyla ağır böbrek yetmezliği tablosuna kadar hastayı götürebilir Küçük taşlar daha fazla risklidir Çünkü kolay hareket edebilirler ve idrar kanallarını kolaylıkla tıkarlar


Böbrek taşında belirtiler yıllarca kendini gizleyebilir Ağrı sızı olmadan yada idrar da dikkat çekmeyecek kadar az olan gizli kanın varlığı uzun yıllar anlaşılamayabilir Kumlu yada bulanık idrarın başlaması böbreklerimizde taş olabileceği ihtimalini hızlandırır Bu dönemlerde taş ağrısı denilen birden başlayıp, ağrının şiddeti ile tanınan tipik taş ağrısı kendini gösterir Bu ağrı yaygındır ve böbreklerden, genital organa kadar şiddetli, dayanılması güç rahatsızlıklar verir


Tipik böbrek ağrısının iki önemli nedeni vardır Bunlardan birincisi taşın vücutta halen geziniyor olması sonucu tıkadığı idrar yolunun mesaneye idrarı ulaştıramaması ve mesanenin gerilmesi ya da tıkanmış olan idrar kanallarında taşın sıkışarak ağrıya neden olmasından kaynaklanabilir


BÖBREK TAŞLARI İÇİN EN ÖNEMLİ MADDE SIVILARDIR:


Sağlıklı bir insan günde en az 2 litre su tüketmesi gereklidir Bu miktar yaşam koşullarına, yaşa göre değişir Sıkı antrenmanlar veya yüksek ter atımı ( su kaybı) olan sıcak günlerde en az 3 litre sıvı tüketimi (12 bardak) tavsiye edilmektedir Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sıvı tüketiminin 24 saatlik düzen içerisinde yapılması gerektiğidir Gece uyumadan önce içilecek sıvılar, vücuttaki kristalizasyon ve taş oluşma riskini azaltacaktır Bütün sıvılar böbrek taşı oluşumunu yavaşlatacak etkiye sahiptirler Ancak su kaybının fazla olduğu zamanlarda biokarbonat ve kalsiyum oranı yüksek olan mineral suları ve meyve suları özellikle tüketilmelidir Öte yandan siyah çay, buzlu çay, kolalı içecekler ve bira oksalik ve ürik asit artışına sebep olmalarından dolayı taş oluşumunu hızlandırırlar


BESİNLER BÖBREK TAŞLARINI NASIL ETKİLER


Sebzeler ve Meyveler


Sebze ve meyveler taş oluşumunu sağlayan üre miktarını artırırlar Yüksek oksalat içeren sebzeler ( ıspanak, fındık) kalsiyum içeren besinlerle (peynir, yoğurt) aynı zamanda çok miktarda tüketilmemelidirler Bunun sonucu olarak bağırsak fazla miktarda oksalat emer ve oluşum hızlanabilir


Et, Balık ve Kümes Hayvanları

Et ve balıktan alınan yüksek miktardaki protein, üreyi hızla asitlemesinden dolayı taş oluşumunda bir risk faktörüdür Ayrıca sitrat ve oksalat oranlarını da hızla artırmasından dolayı protein tavsiye edilen miktarlarda tüketilmeli, böbrek taşı ve kalsiyum rahatsızlığı bulunan hastalarda minimum düzeye indirilmelidir


Süt ve Mandıra Ürünleri

Diğer başlıklarda incelenenlerin aksine kalsiyum oranının azaltılması artık söz konusu değildir Yapılan bilimsel araştırmalar göre, günlük 1200 miligram kalsiyum almak böbrek taşı riskini oldukça aşağı seviyelere çekmektedir Günlük 1200 gramlık kalsiyum miktarının 800 miligramını ise süt ve mandıra ürünlerinden almak mantıklı olacaktır Bu tür kalsiyum vücutta sadece ve sadece tuz oranının yüksek miktarlara fırlamasıyla taş oluşumunu hızlandırabilir Günlük tuz kullanımını 8 grama kadar düşürmek bu durumda yararlı olacaktır


Tatlılar


Yüksek miktarda tatlı ve şeker kullanımı, üredeki kalsiyum oranını artırdığı için, taş oluşumunu hızlandırabilir Çikolata, kakao ve pralin içeren tatlı maddeler yüksek oksalat içermelerinden dolayı tehlikeli besinler kategorisinde yer alırlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




El problemleri


--------------------------------------------------------------------------------


Yaşınız ve işiniz ne olursa olsun elleriniz sürekli olarak çalışmaktadırElleriniz çok önemli olduğu için herhangi bir sorunla karşılaşıdığında ortopedik cerrahınıza başvururak konu ile ilgili bilgi ve tedavi seçeneklerini öğrenebilirsiniz Ortopedi uzmanın kas iskelet sistemi cerrahisi ve medikal tedavisi seçenekleri üzerine eğitim almış bir uzman olduğunu unutmayınız


Karpal tünel sendromu: Bu hastalığın bulguları;elde uyuşma ve elektriklenme(özellikle gece artış gösteren),elin çevirerek birşeyi açması halinde yada kaldırma hareketleri esnasında his bozukluğu oluşması,bazen omuza kadar uzanan ağrı olarak özetlenebilir


Bu şikayetler median sinirin elbileğinden ele geçiş yaptığı bölgede mevcut olan tünel içerisinde sıkışması sonrasında oluşurElin parmaklarına hareket veren tendonların bir bölümü bu tünel içerisinde seyreder


Hafif vakalar el bileğine istirahat vermek amacını güden çeşitli bileklik veya ateller ile tedavi edilebilirTünel içerisine kortizon uygulamaları da yapılabilirKortizon uygulaması tünel içerisindeki ödemi azaltacaktır,takibinde el bilekliği kullanımı uygun olurBu tedaviye yanıt alınamayan veya geç evrede tanı konmuş olan vakalarda cerrahi tedavi uygundurBu işlem hastanın hastaneye yatış yapmasını gerektirmeyen lokal anestezi ile yapılabilecek bir işlemdir


El bileği tendinitisleri: Dequervain'in daraltıcı tenosnovitisi başparmağın hareketini sağlayan tendon kılıflarının el bileğinden parmağa geçiş yaptıkları bölgede meydana gelen irritasyon ve şişkinlik ile ortaya çıkan bir tablodurSıkma veya ayıklama işlemleri sonrasında meydana gelen ağrı tipik bulgusudurŞikayetlerin olduğu bölgede bazen ele gelen bir kitle tespit edilebilirBaşparmağın avuç içine yönlendirilip elin küçük parmaklardan tarafa doğru döndürülmesi ile oluşan ağrı tipik bulgusudur(Finkelstein testi)


Bu tablo ramotoid artrit gibi inflamatuar hastalıklarda,gebelik ve elin aşırı kullanımı gibi durumlarda oluşabilir

Erken tanı konduğunda elin istirahatini takiben germe egzersizleri yapılması,ya da steroid enjeksiyonları yapılması ile tedavi edilebilirBu tedavilere yanıt alınamadığı zaman cerrahi tedavi uygundurCerrahi sonrası elin hareketlerini düzenleyecek bir fizik tedavi programı uygundur


Elde artritis: Elde artritis en sık başparmağın tabanında gelişirBaşparmağın kullanımı ile artan ağrı tipik bir özelliğidirErken dönemde istirahat,anti enflamatuar ilaç tedavisi,ekleme steroid uygulamaları,atel kullanımı gibi tedaviler denenebilir


İleri evrelerde ağrıyı azaltmak ve fonksiyonu geri getirebilmek için cerrahi tedavi uygulanması gerekir


Heberden nodülleri el parmaklarının son eklemlerinde oluşan ve osteoartritisin klasik bir bulgusu olan deformasyonlardırBurada eklem yüzeylerinin bozulmasına bağlı olarak kemikte gelişen çeşitli çıkıntılar kendisini bu görüntü ile ortaya koyarBu nodüller ağrısız oldukları ve fonksiyonları etkilemediği için tedavi edilmesine gerek yokturBu grup hastada hastaların el hareketlerini sürdürmesi en önemli amaçtır


Duputyren kontraktürü: El ayasında yer alan fasia adı verilen bir katmanın kalınlaşması ile ailesel geçiş gösteren bir hastalığıdırBu hastalıkta elin parmaklarının hareketini sağlayan Tendonlar, kalınlaşma nedeniyle hareketlerini kaybedebilirBurada hastalığın ailesel olduğu,sigara kullanımı,damar hastalıkları ile ilişkisi,epilepsi ve diabet ile bağlıntılı olduğu bilinmektedir


Tedavide zaman zaman steroid enjeksiyonları ağrılı olan nodüller için kullanılsa da ana tedavi cerrahidirCerrahi elin hareketlerinde kısıtlanmanın oluştuğu an yapılır,el ayasındaki yapışıklıkların çıkarılmasını içerir



Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




Burunda et büyümesi

--------------------------------------------------------------------------------

Burunda et kavramı bazen karışıklığa yol açmaktadır Değişik hastalıklar burunda et var şeklinde hastaya anlatılabilir Daha çok çocuklarda görülen ve burnun arka kısmında, geniz adı verilen kısımda ki et büyümesi bademcik ve geniz eti kısmında anlatılmıştır Ayrıca herkeste burun içinde konka adı verilen etler vardır Her iki tarafta 3'er tane bulunan bu etler burun içi yüzeyini arttırarak nemlendirme ve ısıtma görevini sağlarlar Konkaların büyümeside burunda et şeklinde hastaya anlatılır Diğer bir burunda et olarak tarif edilen hastalıkta nasal poliptir Nasal polip genellikle alerjik nedenlere bağlı olmak üzere sinüs içinden buruna doğru et büyümesidir Burun içindeki tümöral büyümelerde hastaya burnunda et var şeklinde sunulabilirBu kısımda burunda et büyümesi olarak anlatılacak olan önce konkaların büyümesi sonra da nasal poliptir

KONKA HİPERTROFİSİ

Konka Ne Demektir: Konkalar burun ile sinüslerin arasındaki duvarda yerleşen ve her iki tarafta 3'er tane bulunan kemik ve bunu saran yumuşak dokudan ibarettir Alt, orta ve üst konka şeklinde isimlendirilirler Burun çevresindeki sinüslerin birçoğu alt ve orta konka arasındaki boşluğa açılır

Konkalar Neden Büyür: Konkalar burnun normal işleyişine göre bazen büyüyüp bazen küçülürler Ancak burun tıkanıklığı yapacak kadar büyümeleri genellikle alerjik veya iltihabi sebeplere bağlı olarak gelişir Bu tür büyüme genellikle alt konkada görülür Orta konkadaki büyümeler sıklıkla konka içinde hava kisti bulunmasına bağlıdır Eğer hastada bir tarafa doğru septum deviasyonu varsa diğer taraftaki alt konkada büyüme görülebilir

Ne Gibi Belirtiler Yapar: Konka büyümesinin en önemli ve çoğu zaman tek şikayeti burun tıkanıklığıdır Bu tıkanıklık bir veya iki tarafta birden olabilir Hasta hangi tarafının üzerine yatarsa o tarafta daha fazla tıkanıklık olur Burun tıkanıklığı dışında horlama, geniz akıntısı, sinüzit veya alerjiye bağlı şikayetler oluşabilir

Muayenede Ne Görülür: Burun muayenesinde özellikle alt konkalardaki büyüme farkedilir Orta konkadaki büyümeyi farketmek daha zordur Beraberinde akıntı veya alerji bulguları saptanabilir

Teşhis Nasıl Konur: Teşhis, büyümenin gözle görülmesiyle konur Ancak tüm konkaların boyutlarını görmek, sinüzit olup olmadığını görmek, hava kistlerinin varlığını belirlemek ve ameliyat düşünülüyorsa yapılacak işlemleri belirlemek için bilgisayarlı tomografi çektirmek gerekir

Nasıl Tedavi Edilir: Konkaların küçülmesi için başlangıçta ilaç tedavisi uygulanır Bu amaçla en çok kortizonlu burun spreylerinin etkili olduğu görülmüştür Bazen direk konkanın içine de injekte edilebilir Alerjiye bağlı konka büyümelerinde alerjinin tedavisi konkanın küçülmesini sağlayabilir Ancak sıklıkla ilaç tedavisi yeterli olmaz ve ameliyat gerekir Orta konkadaki hava kistleri ancak ameliyatla tedavi edilir

Ameliyat Nasıl Yapılır: Konkaları küçültmek için şimdiye kadar birçok ameliyat şekli tarif edilmiştir Bunlar arasında konkanın yakılması (koterizasyonu), konkanın dışa doğru kırılması sayılabilir En etkili yöntem konkanın tamamen ya da kısmen çıkarılmasıdır Son zamanlarda radyofrekans dalgaları da konka küçültmek için kullanılmaktadır Konkanın çıkarılması dışındaki ameliyatlarda, yeniden büyüme sık görülür Ameliyat hem genel hemde lokal anestezi ile yapılabilir Ameliyattan sonra genellikle burun içine tampon konur Burun dışında herhangi bir ameliyat izi olmaz

Ameliyatın Riskleri Nelerdir: Anestezi komplikasyonları dışında konkalar için uygulanan ameliyatlarda en sık görülen problem kanamadır Konkalar kanlanması çok fazla olan organlar olduğu için bu durum bazen şiddetli olmaktadır Bunun dışında genel olarak güvenli ameliyatlardır

Ameliyattan Sonra Nelere Dikkat Etmeliyim: Ameliyattan sonra hasta için genellikle pek problem olmaz Tamponlardan dolayı biraz baş ağrısı ve huzursuzluk olabilir Tamponlar çıktıktan sonra burun içinde kabuklanma olabilir Doktorunuz bunları kendi belirleyeceği periyotlarda, uygun şekilde temizleyecektir

NASAL POLİP

Nasal Polip Nedir: Nasal Polip sinüslerden kaynaklanan ve burun içine doğru büyüyen etlerdir Konka büyümesinden farkı, normalde burun içinde olmayan etler olmasıdır Konka büyümesine göre daha fazla burun tıkanıklığı yaparlar ve büyümeye daha fazla meyillidirler Bazen burun ucundan dışarı veya genizden boğaza doğru sarkabilirler

Nasal Polip Neden Oluşur: Nasal polip oluşmasının en önemli sebebi alerjilerdir Ancak bazen kronik sinüzite bağlı olarak ta gelişebilir Sinüs içini döşeyen mukoza alerji veya iltihaba bağlı olarak şişer ve sinüslerin ağzından çıkıp burun içine doğru büyür Nasal polip genellikle her iki tarafta birden oluşur

Ne Gibi Belirtiler Yaparlar: Nasal poliplerin en önemli belirtisi burun tıkanıklığıdır Bunu dışında horlama, ses tonunda bozulma, burun akıntısı, baş ağrısı ve alerji ya da sinüzitin diğer belirtileri görülebilir

Muayenede Ne Görülür: Burun Muayenesinde her iki tarafta ya da tek tarafta soluk renkli, ödemli ve burnu tıkayan bir kitle görülür Etrafında akıntı görülebilir

Teşhis Nasıl Konur: Teşhis burunda etin görülmesiyle konur ancak yaygınlığını görmek için mutlaka bilgisayarlı tomografi çekilmesi gerekmektedir

Nasıl Tedavi Edilir: Çok küçük polipler bazen kortizonlu sprey ya da tabletlerle küçülsede tedavi büyük oranda ameliyatla yapılır Ameliyat öncesi bir süre ilaç tedavisi verilmelidir Bu ameliyatı daha kolay hale getirir

Ameliyat Nasıl Yapılır: Nasal polip için yapılan ameliyatlar son yıllarda endoskopik yöntemle(görüntülü yöntem) yapılır Nasal polip sinüsler içinde de bulunduğu için ilgili sinüsünde tedavisi gerekir Endoskopik yöntemde, ışık kaynağı, kamera ve monitör kullanılarak burun içinden girilir ve burun içi ile sinüslerdeki polip temizlenir Burnun yan tarafındaki maksiller sinüse girmek için bazen dudak altından girilmesi gerekebilir Ameliyat hem lokal hem de genel anestezi ile yapılabilir Polip temizlendikten sonra sinüslerin burun içine açılım yerlerinin normale dönmesi sağlanmaya çalışılır

Ameliyatın Ne Gibi Komplikasyonları Vardır: Anestezi komplikasyonları dışında endoskopik ameliyatta en sık görülen problem kanamadır Bu bazen cerrahın çalışmasını engelleyecek kadar şiddetli olur ve ameliyatta asıl amaç kanamayı durdurmak haline gelmektedir Bunun dışında burun ve sinüslerin çevresinde önemli organlar bulunduğu için ciddi komplikasyonlar gelişebilir Bunlar arasında göz çukuru içine girilerek göz küresi ve sinirinin zedelenmesi, beyin zarının delinerek beyin sıvısının burun içine akması, beyine giden büyük damarların yaralanması, beyin absesi gibi ciddi problemlerin yanı sıra bazı küçük ve daha sonra tedavi edilebilen komplikasyonlar da vardır

Ameliyattan Sonra Nelere Dikket Etmeliyim: Endoskopik yöntemle yapılan ameliyattan sonra en önemli konu pansumanların uygun yapılmasıdır Polip ameliyatında pansuman burun içinin uygun şekilde temizlenmesi anl***** gelir Bunun için başlangıçta birkaç günde bir daha sonra daha seyrek olarak doktorunuza gitmeniz gerekecektir Kaç günde bir temizlenmesi gerektiği ameliyatın seyrine ve doktorun tercihine göre değişir Doktorunuz her pansumandan sonra bir sonraki görüşme zamanını söyleyecektir Hasta kendisi burun içini serum fizyolojikle yıkayarak yapışma ve birikintileri önlemeye çalışabilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




ağız içi iltihapları stomatitler


--------------------------------------------------------------------------------


Ağıziçinin tipik iltihapları ağızdaki nedenlerden kaynaklanıyorsa birincil, başka hastalıklardan kaynaklanıyorsa ikincil olarak nitelenir Stomatit ağız mukozasının akut ya da kronik biçimde iltihaplanmasıdır Ağız mukozasında enfeksiyona yol açabilecek duruma gelmiş çeşitli mikropların varlığına bağlı olarak gelişir Kanamalı Stomatit kolayca kanayan dişeti mukozasının kızarması ve şişmesi ile kendini belli eder Çoğu kez genel bir hastalığa, zehirlenmeye ya da vitamin yetmezliğine bağlıdır


Yunanca'da stoma "ağız", itis "ilti­hap" demektir Stomatit geniş anlamıy­la ağız içindeki bütün iltihaplan içerir Dar anlamıyla ise gerçek ağız boşluğu mukozasıyla sınırlı olarak kullanılır İl­tihap dildeyse glossit, dişeti mukozasındaysa jinjivit adını alır Ağız mukozası doğrudan doğruya ağızdaki nedenlerle kolayca hastalanır Ayrıca bazı genel hastalıkların da ilk belirtileri ağızda or­taya çıkar Bu nedenle ağız içi iltihapları birincil ve ikincil olarak ikiye ayrılır İlki başka hastalıklara bağlı olmadan gelişir İkincil olanlar başka organlann hastalanmasından sonra ortaya çıkar


Ağıziçi iltihabının başlıca türleri arasında ağız nezlesi ile eksüdalı, ülser­li, kangrenli, kanamalı ve aftlı iltihaplar sayılabilir


• Ağız nezlesi- En sık görülen ve en az zararlı türdür Ağızdaki yerleşik bakteri florasının, genel ve yerel çeşitli durum­lara bağlı olarak hastalık yapabilme ye­teneği kazanmasından kaynaklanır Her yaşta görülebilir Özellikle iyi beslen­meyen çocuklarda, diş çıkaran bebek­lerde ve kızamık, kızıl, suçiçeği, kızamıkçık gibi döküntülü hastalıklar sıra­sında ortaya çıkar Erişkinlerde başlıca nedenleri diş taşları ve uygun olmayan diş protezlerinin kullanılmasıdır Sindi­rim bozuklukları, yüksek ateş, örseleyi­ci yiyecekler, çok sıcak içecekler ve si­gara da ağızda bu tip iltihap yapabilir Ağız nezlesinin sık rastlanan bir başka nedeni vitamin eksikliğidir Artık iskorbüt ve beriberi gibi ağır vitamin yet­mezliklerinden kaynaklanan hastalıklar dengeli beslenme bilinci ve olanakları­nın bulunduğu ülkelerin gündeminden çıkmıştır Ama yetersiz ve dengesiz beslenmeye ya da vücuttaki işlev bo­zukluklarına bağlı olarak gizli vitamin eksikliği hastalıkları görülmektedir


Ağız nezlesi genellikle ağız boşlu­ğunda kırmızılıkla ortaya çıkar Çoğu


kez dil ve dudaklarda yaygın ve tekdüze kızarıklıklar görülür Hasta ağzında kuru­ma ve yanma duyar Yutma ve çiğneme hareketleri güçleşir Bu tip ağıziçi ilti­hapları, mikrop öldürücü gargaralar kul­lanılarak tedavi edilebilir Ayrıca ağrı ve yanma duyumunu ortadan kaldıran hafif uyuşturucu ve mikrop öldürücü ilaçlar yararlı olabilir İltihap vitamin eksikliğine bağlıysa tedavi eksik olan vitaminle­rin karşılanmasına dayanır


• Eksüdahlı ağıziçi iltihabı

Mukozada üstü beyaz renkli ağır bir iltihaplanma biçiminde ortaya çıkar Genellikle ülserli stomatitin başlangıcıdır Başlıca nedenleri ağız nezlesininkiyle aynıdır Bazı meslek hastalıkları ve kimyasal maddelerin yol açtığı kronik zehirlenmeler de ağızda bu tip iltihaba neden olur Bunların başında gelen kurşun ve civa zehirlenmeleri özellikle dişeti ve bazen dil iltihabına yol açar Ağızdaki iltihaplanma bütün vücudu etkileyen hastalıkla birlikte tedavi edilir


• Ülserli ağıziçi iltihabı


Ağız nezlesinden de, eksüdalı ağıziçi iltihabından da ağırdır Genellikle salgın biçiminde ortaya çıkar ve ağız boşluğunun temizliğine özen gösterilmemesi durumunda kolayca bulaşır İltihap dişçilerinde başlar Daha sonra bütün ağza yayılır Diş köklerine, hatta dudaklara da yayılan sarımsı bir eksüdaya ve ağrılı şişkinliğe neden olur Ülserli ağıziçi iltihabı Fusobacterium ve spiroketlerin etken olduğu Vincent anjini gibi yutak enfeksiyonlarına bağlı olarak ortaya çıkabilir İlk şişkinlik evresinin ardından çok yavaş iyileşen ülser ve yaraların belirdiği bu tip ağıziçi iltihabında mikrop öldürücü gargaralar yeterli değildir Ayrıca antibiyotik ve sülfamitlere dayanan genel bir tedavi uygulanır; bazı olgularda kortizon da gerekebilir


• Kangrenli ağıziçi iltihabı

Ülserli tipin son evresidir Organizmanın aşın ölçüde güçten düştüğü durumlarda görülür ve doku ölümüne yol açar


• Kanamalı ağıziçi iltihabı

Kanamalarla ortaya çıkan ağız mukozası iltihabıdır Genellikle ağızdaki belirli bir nedenden kaynaklanmaz Pıhtılaşma bozuklukları, karaciğer ve kalp-damar hastalıkları, zehirlenmeler ve vitamin yetmezlikleri (niyasin ve C vitamini eksikliği) gibi genel hastalıkların bir belirtisidir Akut lösemi, B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık, tifo, sıtma gibi hastalıklar sırasında da sık görülür Tedavi genel hastalığa bağlı olarak yürütülür


• Aftlı ağıziçi iltihabı

Çoğu kez virüslerden kaynaklanır Genellikle süt çocuklarında, gebe kadınlarda ve sindirim


bozukluğu çekenlerde görülür Bazı insanlarda ceviz, badem, çilek gibi belirili besinlerin yenmesiyle aftlı oluşumların yinelendiği göz önüne alınırsa bu hastalığın alerjik bir boyutu da olduğu söylenebilir


Hastalık titreme ve ateş yükselmesiyle birden ortaya çıkar Daha sonra ağız boşluğunda çok ağrılı ülserlere dönüşen sıvı dolu kabarcıklar görülür Hastalık hızlı gidişlidir ve 1-2 haftada iyileşir Gargara biçiminde bölgesel tedavinin yanı sıra antibiyotikler ve kortizonla genel tedavi uygulanır


• Kronik bakteri ve mantar enfeksiyonlarına bağlı ağıziçi iltihabı

Acti-nomyces ağız boşluğunda iltihaba yol açan önemli bir bakteri grubudur Bu bakteriler ağızdaki kemik ve kas dokusuna yerleşir Oluşturdukları fistüllerden çıkan irin çok miktarda tipik tanecikler içerir Bu bakterilerin giriş yollan genellikle diş çürükleridir


Oldukça sık rastlanan pamukçuk ağızda mantarlara bağlı bir iltihaptır Ağız boşluğu mukozasında Candida albicans türü mikroskopik bir mantarın gelişmesiyle oluşur Dişetlerini, dili, yanak iç yüzeylerini ve bademcikleri kaplayabilen kesilmiş süte benzer Ağızda birbirleriyle birleşmeye eğilimli beyaz alanlar ortaya çıkar Kolayca kaldırılabilen bu oluşumların altında kırmızı bir yüzey görülür Pamukçuk daha çok yenidoğanlarda görülür Yerel olarak uygulanan mantar öldürücü ilaçlar ve metilen mavisiyle kolayca tedavi edilebilir Ama bu hastalık zayıf düşmüş ve organizmanın savunma yetenekleri azalmış yaşlılarda da ortaya çıkabilir Bu durumda enfeksiyon derindeki dokulara, yani solunum ve sindirim mukozalarına yayılabilir


• İkincil ağıziçi iltihapları

Genel bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkar Kızıl, kızamık, kızamıkçık ve suçiçeği gibi döküntülü hastalıklar, iskorbüt ve hemofili gibi kanamalı hastalıklar, lösemi, agranülositoz ve B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık gibi kan hastalıkları, civa, bizmut, kurşun, gümüş, bakır gibi kimyasal madde zehirlenmesine bağlı çeşitli meslek hastalıkları sırasında görülür


Özgül mikropların neden olduğu başlıca ağıziçi iltihaplan şunlardır: Frengide birinci evre lezyonu, ikinci evreye özgü kabartı ya da kızarıklıklar ve üçüncü evreye özgü göm (yumuşak şişkinlikler) ve ülserler biçiminde iltihaplar (frengi stomatiti); veremde ülserler ve çatlaklarla birlikte görülen iltihaplar (verem stomatiti); cüzamda zamanla ülserleşen derin düğümcük oluşumlan (cüzam stomatiti); belsoğukluğunda hastalık etkeni olan gonokoklara bağlı iltihaplar; difteri, yılancık ve impetigo etkenlerine bağlı ağıziçi iltihaplan

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




cinsel yolla bulaşan hastalıklar





Zührevi hastalıklar yani cinsel yolla bulaşan hastalıklar çeşitlidir


1-BEL SOĞUKLUĞU GONORE)

Gonore isimli mikropun meydana getirdiği cinsel yolla bulaşan bir hastalıktırNadiren olsada cinsel yolla bulaşmazMikroplu havlu,mendil gibi eşyaların kullanılması ile de bulaşabilirMikrop alındıktan sonra 3-7 gün arasında belirti verirBazen belirtiisi 12 saat ile 3 ay kadar da değişebilirTedavi edilmezse 3-7 hafta sonra müzminleşir

Penisten sarı kahverengi çok defada yeşile çalan bir akıntı olurMiktarı çok olmazsa bile her idrar yapıştan sonra ve sabahları kilota bulaşan bir akıntıdırİdrar çıkış yeri kızarır şişerİdrar şikayetleri olur

Teşhis,akıntının özel metotlar ile alınıp mikroskop altında belsoğukluğu mikrobunun görülmesi ile konur

Tedavi edilmeyen vakalarda apse sonucu idrar yolunun daralması meydana gelirhastalık daha ilerliyecek olursa testise yayılırBuradaki tohum hücrelerinin gelişmesini önliyerek kısırlığa neden olur

Korunma:Her şeyden önce hijen kurallarına uyulmalıCinsel temas sırasında kondom (prezervatif) kullanılmaldırŞüpheli ilişkilerde bulunulmamalıdır

TedaviBir doktor kontrolünde uygun antibiyotik ve gerekli ilaçların kullanılması ile tedavi olunurBu ilaçlar hastalığın şiddetine göre ağızdan alınan haplar veya kalçadan vurulan iğnelerdir

Kadınlarda çok defa akıntı olmaz%20 oranında idrar yanması vardırtedavisi biraz daha yoğun çaba gerektirir

Belsoğukluğu mikrobunun kan yoluna geçmesi ile eklam şişmeleri,kalp kası iltihapları olabilirNadiren beyin zarı iltihabı ve Karaciğer iltihabı yapar


2-BELSOĞUKLUĞU OLMAYAN AKINTI:

Bu akıntıda bel soğukluğu mikrobu bulunmazMikroplar çok defa değişiktirCinsel yolla geçerGenç erkeklerde görülürBazen belsoğukluğundan daha ciddidirBelirtiler 7-24 gün sonra çıkarAkıntı olmayabilirİdrarda yanma ve idrar yolları kaşıntısı vardır


3-TRİKOMONİASİS:

Trikomona isimli mikroptan ileri gelirÇok defa kadın vajeninde bulunurMutat cinsel temas ile bulaşırEşler arasında bir birlerine bulaştırma çok sıktırAkıntıda mikrobun görülmesi ile teşhis konur

Ekeklerde bazen belirti vermiyebilirProstata ve testise yayılacak olursa kısırlık meydana getirme riski olur


4-GENİTAL UÇUK:

Kadın ve erkeklerde sıklıkla görülürHerpes simplex virusunun meydana getirdiği bir cilt hastalığıdırDaha ziyade ağız ve dudak çevresinde görülür %5 oranında da genital organlarda bulunur ve cinsel ilişki ile geçer

2-10 gün süreden sonra torbalarda ve kadında dış genital organlarda kırmızı zemin üzerinde içi sıvı dolu bir çok keseciklerden oluşur Kasıklarda beze yapar Tedavide viruslara etkili melhem kullanılması ile yapılır


5-YUMUŞAK ŞANKIR:

Gene bir cilt hastalığıdır Sebebi mikrobiktir 1-7 gün bekleme süresinden sonra belirti verir Penis başında gözükür Önceleri bir kızartı halinde başlar 24 saat içinde kabarır ve yaradan akıntı başlar Sonunda bir derin yaraya dönüşür Yaralar birleşerek daha geniş bir hal alır Kasıklarda beze olur Tedavi uygun antibiyotik kullanımı ve hijene dikkat etmektir


6-AIDS Edinsel bağışıklık yetmezliği)

İlk defa 1981 yılında görülmüştür HIV isimli virusten ileri gelmektedir Seksüel ilişki ile kirli enjektör kullanımı ve kan nakillerinden geçer Anneden cenine, kadından erkeğe ve erkekten erkeğe geçer

Virus vücuda geçtikten sonra bağışıklık sistemini bozar Organizma kendisini koruyamaz hale elir Yorgunluk, kilo kaybı ateş ve ishal bulunur Kasıklarda koltuk altlarında yaygın bezeler olur Bacaklarda çeşitli büyüklüklerde mor renkli çürükler meydana gelir Hastalığın teşhisi en yaygın olarak kullanılan ELİSA testi ile konur %95 positif sonuç verir Maalesef bugün için belirili bir tedavisi yoktur


7-FRENGİ:

Mikrobik bulaşıcı bir hastalıktır Cinsel ilişki ile deri yolu ile geçer 2-4 hafta sonra peniste ağrısız bir yara gözükür Önceleri bir sivilce şeklinde başlar daha sonra akıntı olur Penis boyunca ve torbalara yayılır Bu yara 1-2 haftada zımba ile delinmiş bir şekil alır Derin, sert kenarlı olan bu yara tedavi edilmezse kendiliğinden iyileşir Bu frenginin birinci devresidir

2 ci devre bu yaradan itibaren 6 hafta sonra ortaya çıkar Daha yaygın kızarıklıklar vardır Döküntüler olur Bu devrede 4 yıl sürebilir

3 cü devrede yer yer bölgesel tümörler oluşur Bu tümörler yaygındır Genital organlarda bulunduğu gibi eklemlerde de bulunur

Tedavide uygun antibiyotiğin kullanımı ile olur Günümüzde erken tedevi ile ve frenginin 2-3 cü dönemleri artık olma mamaktadır


8- İnsan papilloma Virüsü:

Cinsel organlar ve çevresinde siğil benzeri oluşumlara neden olan bu virüs kadınlarda rahim girişi kanserlerine neden olabilir


9- Chlamydial Enfeksiyonlar:

çok sık raslanılır kadınlarda ve erklerde görülür Akıntı ve idrar sırasında yanma olur Bazan hiç bir belirti vermez

Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




Guatr her yönüyle


--------------------------------------------------------------------------------


Guatr nedir?

Tiroit glandının büyümesine guatr denir Erişkinlerde tiroidin ağırlığı normalde 20-25 gm’dır Çok büyük guatrlar el veya gözle muayene sırasında kolaylıkla tespit edilebilir Ancak şüpheli durumlarda ultrasonografi ile tanı konmalıdır Tiroidin erişkinlerdeki normal boyutları 20x25x50 mm’dir Ultrasonografide tiroidin derinlik çapının 25mm üzerine çıkması guatr olarak değerlendirilir Ayrıca, ultrasonografik olarak tiroid glandının volümü bulunduktan sonra bunun 052 ile çarpımı sonucu gram cinsinden ağırlığı kolaylıkla hesaplanabilir Özellikle bazı kadınlarda boyun yapısı nedeni ile tiroit normal olarak ele gelebilir Dolayısıyla her ele gelen tiroit guatr olarak değerlendirilmemeli ancak ultrasonografik ölçümle kesin tanı konmalıdır



Diffüz guatr ve nodüler guatr nedir?

Guatr, tiroit bezinin simetrik veya asimetrik olarak diffüz (yaygın) büyümesi sonucu veya nodül (bir veya birden fazla) ile birlikte oluşabilir Yaygın olarak tiroit bezinin büyümesi durumuna diffüz guatr, nodül içeren guatrlara ise nodüler guatr denir Diffüz guatrlar zaman içinde nodüler guatr haline dönüşebilir




Guatrlar fonksiyonlarına göre kaça ayrılır ve hangi durumlarda görülür?

Gerek diffüz, gerekse nodüler guatrlı hastalar fonksiyonel olarak 3 durumda bulunur


· Ötiroidi : Tiroit hormonları normal düzeylerdedir


· Hipotiroidi : Tiroit hormonları azalmıştır


· Hipertiroidi: Tiroit hormonları yüksektir



Basit guatr nedir?

Tiroit fonksiyonları bozulmadan (ötiroit) tiroidin simetrik ve asimetrik olarak yaygın büyümesi durumuna basit guatr denir Bu tür guatrlarda nodül mevcut değildir




Diffüz guatr hangi hastalıklarda görülür?

Diffüz (yaygın) ve ötiroit guatrlar :


Basit guatr


Otoimmun guatr (Hashimoto tiroiditi, postpartum tiroidit)


Diffüz ve hipertiroidik guatrlar:


Graves hastalığı


Sessiz tiroidit


TSH’ya bağlı oluşan hipertiroidi




Plonjans veya substernal guatr nedir?

Tiroidin büyüyüp sternum ( iman tahtası kemiği) altına doğru uzaması durumuna substernal yada plonjan guatr denir Daha fazla yaşlı hastalarda görülür Genelde nodül içerir Çok defa sıkıntı ve soluk darlığı yaptığından tedavisinde cerrahi girişim gerekir




Tiroit nodülü nedir?

Tiroit nodülü tiroit içinde veya üzerinde oluşan kitlelerdir Nodüller kistik, solid ve miks durumda olurlar Kistik nodül, içinde sadece sıvı olan kapsüllü nodüllerdir Solid nodüller hücrelerin büyümesi ve çoğalması sonucu oluşur Miks nodüller ise içerisinde kistik ve solid bölümleri olan nodüllerdir




Soliter nodül ve multinodüler guatr nedir?

Tiroit içerisinde tek bir nodül mevcutsa soliter nodül, birden fazla nodül mevcutsa multinodüler guatr denir Soliter nodüllerde kanser olma ihtimali daha fazladır




Guatrın sebepleri nelerdir?

Hastaların en sık soruduğu sorular arasındadır Guatr oluşmasının çok nedenleri mevcuttur Bu nedenlere göre guatrlar iki gruba ayrılabilir


· Endemik guatr


· Sporadik guatr





Endemik guatr nedir? Sebepleri nelerdir?

Bir yerleşim bölgesinde %10’dan daha fazla guatr vakası varsa bu yerleşim bölgesine endemik guatr bölgesi denir Dünyada ve memleketimizde çok sayıda endemik guatr bölgesi mevcuttur (mesela Alpler ve Karadeniz bölgesi) Bu bölgelerde guatr oluşumuna neden olan değişik etkenler mevcuttur Bunlar:


· İyot eksikliği


· Guatrojen maddeler


o Kimyasal maddeler (thiocynate)


o Bazı ilaçlar (lithium)


o Bazı mikroplar (eschericia coli)





Endemik guatra neden olan iyot eksikliği ve diğer maddeler nasıl etki eder?

Daha önce de belirtildiği gibi günlük iyot ihtiyacı ortalama 150mgm civarındadır Yenilen ve içilen gıdalarda iyodun 50mgm altına düşmesi hormon üretimini azaltacak ve bu da hipofizde salgılanan TSH miktarını artıracaktır TSH miktarının artması ise tiroit hücrelerinin uyarılmasına ve dolayısıyla çoğalmasına yani guatra neden olacaktır


Bazı bölgelerde iyot eksikliği olmamasına rağmen endemik guatra rastlanmaktadır Bu bölgelerde guatrojen denilen bazı maddelerin alınması ile guatr oluşur Mesela Karadeniz bölgesinde çok tüketilen karalahana bunlardan biridir Karalahana içinde thioglucoside denilen bir madde mevcuttur Bu madde vücutta thiocyanate ve isothiocyanete’a ayrılarak tiroit hormon yapımını engeller Bazı patates ve fasulye türleri cynaoglucoside içermekte ve daha sonra vücutta thiocynata dönerek iyodun tiroiddeki tutulumunu önleyerek hormon oluşumunu azaltmaktadır İyot eksikliğinde olduğu gibi burda da TSH hormonu tiroidi uyararak guatra neden olur Dünyada şimdiye kadar birçok maddenin ve bakterinin endemik guatra neden olduğu gösterilmiştir





Sporadik guatrın sebepleri nelerdir?

Bir yerleşim bölgesinde %10’dan daha düşük guatra rastlanırsa bu bölgede oluşan guatrlara sporadik guatr denir Sporadik guatr nedenleri şunlardır:


· Büyüme faktörleri


· Enzim bozuklukları


· Tümörler


· Enflamasyon/enfeksiyon


· Kist oluşumu


· Kanama


· Antitiroit ilaç kullanımı





Büyüme faktörleri nelerdir?

Genel olarak tiroidin büyümesine yani guatra 3 faktör etki eder


· TSH (tiroidi uyaran hormon)


· TRab (tirotiropin reseptör antikoru)


· HCG (human chorionic gonadotropin hormonu)




TSH’nın guatr oluşumundaki etkisi nedir?

TSH hipofiz bezinde salgılanan ve tiroit hormonlarının tiroitteki sentezi ve salgısı üzerine etki eden bir hormondur Bu hormonunun tiroit glandını uyarması sonucu tiroit hücreleri kanda bulunan iyodu alarak tiroid hormonu üretilmesinde kullanır İyot, hücre içerinde bulunan ve tirosin denilen bir madde ile değişik fermentler yardımı ile birleşerek tiroit hormonları (T3 ve T4) üretilir Üretilen hormonlar folliküller içerisinde depolanarak vücudun ihtiyacına göre kana verilir Yeterli miktarda üretilen tiroit hormonları TSH’nın hipofizdeki salgılanmasını durdurur Herhangi bir nedenle tiroit hormon üretimi yetersiz duruma düşerse (örneğin iyot eksikliği veya ferment bozukluklarında) TSH salgısı baskı altına alınamayacağından tiroit glandı devamlı TSH uyarısı altına girer TSH’nın devamlı surette tiroit glandını uyarması tiroit hücrelerinin büyümesine dolayısıyla guatr oluşumuna neden olur



TRab reseptör antikorunun guatr oluşumundaki rolü nedir?

TRab (tirotiropin reseptör antikoru) Basedow-Graves hastalığında tiroidi uyaran ve hipertiroidiye neden olan bir antikordur Tiroid üzerine TSH’nın etki etmesi için önce tiroit hücreleri üzerinde bulunan ve TSH reseptör’ü denilen bölgelere bağlanması gerekir TSH reseptörlerine bağlandıktan sonra tiroit bezini uyararak tiroit hormonlarının yapımını sağlar TSH reseptörlere bağlandıktan bir müddet sonra metabolize olarak etkisini kaybeder TRab ise TSH’dan çok daha uzun etkiye sahip antikordur Bu antikor, devamlı surette tiroit hormonlarının yapımına ve bazen de tiroidin büyümesine neden olur



HCG nedir? Guatr oluşumunu nasıl sağlar?

HCG (human chorionic gonadotropin) gebelik sırasında salgılanan bir hormondur Normal gebelikte bu hormon etkisi ile tiroit glandında hafif büyüme görülür Ancak bazen gebelikte oluşan hydadiform mole, choriocarcinoma ve hyperemesis gravidarum gibi patolojik durumlarda HCG’nin aşırı salgılanması sonucu guatra ve hipertiroidiye neden olur



Guatr oluşumunda tümörlerin rolü nedir?

Tiroit tümörleri kadınlarda %64 erkeklerde %16 oranında bulunur Birçok tiroit tümörü selim (benign) yani iyi huyludur Tiroit sintigrafisinde görülen soğuk (hipoaktif, nonfonksiyonel) nodüllerin %5 kadarı kötü huyludur Çok nodüllü guatrlarda (multinodüler) habaset (malignite) ihtimali çok daha azdır


Genelde tiroit tümörlerinin kesin sebepleri belli olmamasına rağmen bazı radyasyonların hayvan ve insanlarda buna neden olduğu bilinmektedir Mesela, 1986 yılında meydana gelen Çernobil nükleer reaktör faciasında radyasyonun bu etkisi kesinleşmiştir Çernobil radyasyonuna maruz kalan çocuklarda diğer çocuklara nazaran çok daha fazla tiroit tümörü görülmüştür Ancak tedavi amacı ile radyoiyot verilen hastalarda böyle bir durumun söz konusu olmayacağını unutmamak gerekir




Guatr oluşumunu enflamasyon/ enfeksiyonlar nasıl etkiler?

Enflamasyonlarda kanda bulunan lenfositlerin tiroit içine girmesi sonucu guatr oluşur Bu duruma tiroidit denir Memleketimizde en sık görülen tiroiditler Hashimoto tiroiditi ve subakut tiroidit’tir Tiroiditler daha önce tiroit hastalıkları bölümünde anlatılmıştır



Kist oluşumunun guatrdaki rolü nedir?

Kistler içi sıvı dolu tiroit nodülleridir Genelde selim tümörlerin dejenerasyonu sonucu meydana gelir Önce tiroidin uyarılması sonucu belirli bir bölgede tiroid nodülü oluşur Bu nodülün beslenmesi için bu gelişmeye paralel olarak kılcal damarlar ortaya çıkar Ancak zaman içinde çoğalan hücreler bu damarların yeterince gelişememesi sonucu beslenemez ve ölmeye başlar Ölen hücrelerin yerine diğer damarlardan sıvı sızarak kist oluşur


Tiroitte görülen bir nodülün tamamen kist mi, yarı kist (miks) mi, yoksa solid mi olduğu ancak ultrasonografi ile anlaşılır Tam kistlerde kanser olma ihtimali hemen hemen yoktur




Guatrın belirtileri nelerdir?

Hastalar arasında en sık sorulan sorulardan biridir Guatrlar büyüklük ve fonksiyonlarına göre birtakım şikayet ve belirtilere yol açar


· Genelde basit diffüz guatr herhangi bir şikayete neden olmaz


· Guatr hipotirodi veya hipertiroidi ile birlikte bulunursa bu hastalıkların belirtileri ortaya çıkar Bu hastalıklarla ilgili daha önce geniş bilgi verilmiştir


· Büyük ve nodüllü guatrlar, soluk veya yemek borusu üzerine olan baskı nedeniyle nefes darlığına veya yutma güçlüğüne neden olabilir Ancak bu durum nörotik hastalarda görülen ve globus histerikus denilen boğazdaki sıkışma hissi ile karıştırılmamalıdır


· Büyük guatrlar, ayrıca boyun toplardamarları üzerine baskı yaparak bu damarların genişlemesine neden olabilir


· Tiroit glandı günlerce veya haftalarca yavaşça büyüyüp küçülmesi ve bazen ağrılı olması sessiz veya subakut tiroiditte görülür


· Tiroidin ani olarak büyümesi, ağrılı ve hassas olması tiroit nodülü içine kanamada veya ani olarak büyüyen tiroit kanserlerinde görülür


· Otoimmün guatrlarda simetrik veya asimetrik büyüme görülmesi tiroit lenfomasını düşündürür



Basit guatrlarda tedavi nasıl yapılır?

Guatrlar ötiroit durumda ise yani tiroit hormonları normal seviyelerde ise hastada ilk olarak tiroit kanseri olup olmadığı araştırılır Nodülsüz yaygın olarak büyümüş bir guatrda (basit guatr) kanser olma ihtimali yoktur Basit guatr çok büyük değilse ve baskı yapmıyorsa hastanın durumuna göre ilaçsız veya levotiroksin tedavisi (Tefor, L-Thyroxin veya levotiron) uygulanarak takip edilir İlaç verilmesinde amaç TSH’yı baskı altına alarak tiroidi uyarmasını önlemektir Bu tedavi şekline supresyon tedavisi denir Nadir olarak nodülsüz büyük basit guatrlı hastalarda baskı nedeni ile cerrahi girişim gerekebilir Gerektiği takdirde yine büyük basit guatrlar radyoiyot (atom) tedavisi ile küçültülebilinir




Nodüllü guatrlarda tedavi nasıl yapılır?

Nodül mevcut olan hastalarda nodülün tek mi yoksa birden fazla mı olduğu araştırılır Tek nodüllü vakalarda kanser olup olmadığı araştırılır Tek nodüllü vakalarda kanser araştırılmasının nasıl yapıldığı aşağıda anlatılmıştır Tecrübeli hekimler elle muayene sırasında nodülü teşhis edebilirler Ancak bazı hastalarda sadece muayene ile nodül tanısı ve kaç nodül olduğunun tespiti zor olabilir Bu durumda en iyi tanı yöntemi tecrübeli bir hekimin yapacağı ultrasonografidir


Ultrasonografi, nodüllerin tespitinde kolaylıkla uygulanan ve hamilelerde bile herhangi bir zararı olmayan bir tanı yöntemidir Ayrıca bu yöntem, Hashimoto tiroiditi ile multinodüler guatrı birbirinden kolaylıkla ayırabilmektedir Özellikle kısa boyunlu hastalarda tiroit nodüllerinin tanısında elle muayeneden çok daha iyi sonuçlar verir


Muayenede veya ultrasonografide nodül tespit edilmeyen vakalarda tiroit sintigrafisinin yapılması doğru değildir Ancak ultrasonografide Hashimoto tiroiditi kuşkusu olan vakalarda tiroit antikorları yapılarak tanı kesinleştirilir



Alıntı Yaparak Cevapla

Saglık Ansiklopedisi

Eski 08-13-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Saglık Ansiklopedisi




mide hastalarında ve ülser hastalarında diyet ve beslenme


--------------------------------------------------------------------------------


Eskiden ülseri olan hastalara çok sıkı ve katı bir diyet önerilirdi; günümüzde diyetler daha az kısıtlayıcıdır Önemli olan alkol, kakao, kızartmalar, gazlı içecekler, salça ve baharat gibi mide duvarını tahriş eden yiyecek ve içeceklerden uzak durmaktırSindirim süreci, vücuda alman besinleriıı parçalanmasını ve çeşitli bileşiklerin serbest hale geçmesini kapsar Kimyasal açıdan proteinler, karbonhidratlar (şekerler), yağlar, vitaminler ve mineral tuzlardan oluşan besinleri yeriz; sindirim süreci bu bileşiklerin birbirinden ayrılmalarını ve bağırsaktan emilmeye hazır hale geçmelerini sağlar


Bu hazırlık karmaşık kimyasal bileşilderin parçalanmasını, daha basit ve temel bileşiklere ayrılmasmı Sağlar


SİNDİRİM SİSTEMİ


Sindirim sistemini şematik olarak iki ucu dışarıya açılan uzun bir boru olarak kabul edebiliriz; üst uçta ağız, alt uçta ise anüs yer alır


Bu boru farklı işlevi olan bölümlere aynlmıştır; yukardan aşağıya doğru ağız, yutak, yemek borusu, mide, incebağırsaklar, kalmbağırsaklar ve anüs yer alır


Alınan besinler bir süre ağız boşluğunda kalır, çiğnenerek daha küçük parçalara ayrıhr ve tükürükle ıslanır Tüküıiik müsin ve pityalin içerir; müsin lokmamn yutulmasını ve yemek borusundan kayarak inmesini, pityalin ise nişasta sindiriminin başlamasmı Sağlar


Besinler yutulduktan sonra yemek borusuna geçer Yemek borusu 25-30 cm uzunluğunda bir borudur ve yutakla midenin bağlantısını sağlar Peristaltik hareketler adım alan yukardan aşağıya doğru ritnıik kasılmalar besinlerin yutaktan mideye geçmesini sağlar Yemek bonısunun mideye açıldığı yerde kardiya (mide ağzı) adım alan halka biçimli bir büzgen kas vardır Besinlerin mideye geçişine izin verecek biçimde açılan kardiyanm kapanması midedekilerin yemek borusuna geri dönmesini engeller


MİDE


Mide, besinlerin bağırsağa geçmeden önce bir süre kaldığı bir tür torbadır; kubbe, gövde ve kapı olarak bilinen üçbölümden oluşur Kubbe, kardiyadan hemen sonra başlayan ve diyaframın altmda yer alan yüksek bölümdür; merkezdeki gövdenin altmda mide kapısı (pilor) yer alır Mide kapısmm altında aym adla anılan bir büzgen kas vardır Bu kasm belirli aralıklarla açılmasıyla, bir bölümü sindirilmiş besinler azar azar onikiparmakbağırsağına geçer Midenin sindirim işlevlerinde rol oynayan çeşitli salgılar şunlardır;

Hidroklorik asit pepsinin sindirim işlevinin gerçekleşmesi için gerekli asit ortamı hazırlar


Pepsin proteinlerin parçalanmasmı kolaylaştmr Pepsinin etkisiyle protein-ler pepton adını alan daha basit bileşiklere aynlır


Rennin, kazeim çöktürerek sütü pıhtılaştınr


Mukusun, mide duvanm örten mukoza üzerinde koruyucu etkisi vardır


Ozetken (entrensek faktör): B12 vitaminini, sindirim salgılarmın etkisinden koruyarak emilimin gerçekleştiği bağırsak bölgesine kadar taşır Yaşamsal önemi olan, yerine konamaz ve temel olan tek mide salgısıdır; öteki salgıların işlevini bağırsak ve pankreas salgıları da üstlenebilir


Midenin temel işlevi besinlere depo ve geçiş yolu işlevi görmek, onları bağırsakta gerçekleşecek olan sindirime elverişli hale getirmektir


MİDEDE SİNDRİM SÜRECİ


Besinler midede önce yarısıvı bir bulamaç olan ve pankreas ile incebağırsak enzimlerinin etkisine hazır olan kimusa dönüşür Besinler aynı zamanda midede hidroklorik asitin bütün mikroorganizmaları öldürmesiyle sterilize olur; mide salgılannın eklenmesiyle sulanır ya da sıvılann geri emilimiyle yoğunlaşır Midenin etkinlikleri doğrudan sindirime değil, daha çok temel başlangıç olaylannın gerçekleşmesine yöneliktir; sindirim süreci ancak bunların gerçeldeşmesiyle eksiksiz işleyebilir


Normal bir bireyin midesinden 24 saat içinde, su, başta klor olmak üzere inorganik iyonlar ve enzimlerden oluşan yaklaşık 1,5 lt sıvı salgılanır Mide salgısının temel bileşiği olan hidroklorik asitin birçok işlevi vardır; bunların başında enzimlerin etkinleşmesi, protein ve şeker moleküllerinin kimyasal olarak parçalanması ve besinlerin mikroplardan arınması yer alır Mide salgısının en önemli enzimi olan pepsin protein sindirimini başlatır


SİNDİRİM BOZUKLUKLARI


İltihap kökenli (gastrit) ve öteki mide hastalıkları sindirim güçlüğü olarak tanımlanan bir dizi bozukluğa yol açar Gaz nedeniyle midede şişkinlik, ağırlık duygusu, bulantı, geğirme, ağızda kötü tat ve koku, bazen yanma ve ekşime ile midenin olduğu bölgede ağrı görülür Sindirim güçlüğü, stres, gerginlik gibi ruhsal bozuklukların ya da böbrek, karaciğer gibi iç organlardan kaynaklanan refleks sinirsel bozuklukların da sonucu olabilir


Mide salgısı miktannda ve daha az derecede de olsa bileşiminde değişiklikler vardır Ozellikle, hidroklorik asit bakimmdan zengin salgı artışı ya da hidroklorik asit ve pepsin salgısında azalma görülebilir


Aşırı salgı durumu özellikle sinirli kişilerde ve onikiparmakbağırsağı ülserinde sıktır; salgı azalması ise mide mukozasında incelmeye ve öldürücü kansızlığa (Bı2 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık ııpemisyöz anemi) yol açan bazı gastrit türlerinde görülür Aşırı salgı düzensiz beslenmeye bağlı da olabilir


iki tür arasındaki ayrım, uygulanacak tedavi açısından büyük önem taşır Hastanın yakınmalan ile radyolojik veriler ve hastaya yutturulan küçük bir sonda aracılığıyla alınan mide salgısındaki asit miktarının belirlenmesiyle tanı konur


Tedavinin amacı, aşırı salgılı biçimlerde asit fazlasını nötrleştirmek ve hidroklorik asit salgısını azaltmak, az salgılı biçimlerde ise mide salgısını uyarmaktır


BEYAZ DİYET


Her iki biçimin tedavisinde de mide mukozasını tahriş eden yiyecek ve içecekler ile güç sindirilen besinler yasaklanmalıdır Yalnızca mide hastalıklarında değil, bazı karaciğer ve bağırsak hastalıklarında, kolitlerde ve bazı deri hastalıklarında da uygulanan bu diyet, "hafif ya da ılımlı diyet" olarak isimlendiilebilir Başlıca ilkeleri şunlardır:





Vücudun güç sindirdiği maddeleri (örneğin, etlerdeki bağdoku ve kollajen lifler, bazı bitkilerdeki selüloz ve lifler) içeren besinler alınmamalıdır;

acılı ve asitli besinler yenmemelidir;

besinler hazırlanırken kızartmalardan uzak durulmalı, haşlanmış besinler yeğlenmelidir;

baharat ve tat verici maddeler kullanılmamalıdır


Bu tür bir diyet besinlerin olabildiğince basit hazırlanmasına ve sindirimi en kolay olan besinlerin seçilmesine dayanır

Sindirim güçlüğünde, düzenli aralıklarla sık ve küçük öğünlerle (gün boyu en az beş kez) beslenmek uygundur;

böylece midenin hiç boş kalmaması ve mide salgısının asitliğinin sürekli tamponlanması sağlanır Besinler uzun uzun ve dikkatle çiğnenmeli, hızlı yemekten kaçınılmalıdır; çiğneme hareketi yiyecekleri mide salgılarının etkisine hazırlar


Tükürük ve mide enzimlerinin etkisini göstermesine izin vermek için küçük parçalara ayrılmış ya da püre halindeki besinler yeğlenir Mideyi doğrudan ya da yüksek hidroklorik asit salgısını uyararak tahriş eden ağır besinlerden kaçınılmalıdır


Et ve protein içeren yiyecekler, özellikle kızartıldığında ya da ızgara yapıldığında asit ve pepsin salgılanmasını uyanr; bu nedenle bu besinlerin miktarını azaltarak mideyi daha az uyaran haşlanmış yiyecekleri yeğlemek uygundur Unlu besinler kendi başına asit ve pepsin salgısını uyarrnaz; hatta bu yiyeceklerin içerdiği karbonhidratlar bir ölçüye kadar asiti tamponlar Bununla birlikte, genellikle uzun süre midede sindirilmeden kaldığı için mide duvarında mekanik tahrişe yol açar


Bu nedenle unlu yiyecekler lapa ya da çorba olarak yenmeli ve özellikle hastalığın akut evresinde makama, ekmek (özellikle ekmek içi) ve unlu tatlılardan kaçınılmalıdır


Yumurta ölçülü olarak yenmelidir Süt, taze süt ürünleri, mayalanmamış peynir, tereyağı ve süt kreması genellikle zararlı değildir; bunlar hafif asit salgısı uyarır, buna karşılık midedeki asiti belirgin olarak nötrleştirir Bu özellikleri nedeniyle ağnlı ve asit miktannın fazla olduğu mide hastalığının akut evresinde bu tür yiyecekler alınabilir


Son olarak, meyvelerin ve özellikle portakal, üzüm gibi meyvelerin hiç yenmemesi gerektiği belirtilmelidir; bunun gibi madensuyu, alkollü içkiler ve kahve de içilmemelidir Kural olarak, acele etmeden yavaş yavaş yenmelidir; gerginlik, stres ve sinirliliğin de sindirim bozukluğuna yol açabildiğini unutmamak gerekir


Çok soğuk ya da sıcak yiyecek ve içeceklerden kaçınılmalıdır; midenin duvarlarını tahriş etmemek için mide boşken öğünlerden önce sigara ya da içki de içilmemelidir


GASTRODUODENİT(MİDE-ONİKİPARMAK BAGIRSAK İLTİHABI)


Mide mukozasının akut iltihabı gastnt adını alan özel bir klinik tabloya yol açar İltihap sürecinin nedenleri oldukça değişiktir; başlıcaları arasında aşırı alkol kullanımı, iltihap giderici ilaçlar örneğin aspirin, fenilbutazon ve kortizon gibi bazı ilaçlann alınması ve sindirimi güç ve bozuk yiyeceklerin yenmesi sayılabilir


En yaygın klinik belirtiler karnın üst bölümünde ağn, bulantı ve kusmadır; ağır tablolarda kanlı kusma görülür Bazen solukluk, terleme ve çarpıntı gibi genel belirtiler de bulunur, Gastrit bir enfeksiyon hastalığının ya da zehirlenmenin sonucu da olabilir


Her durumda ilk yapılması gereken alkol, kahve, baharat, tütün gibi tahriş edici nedenlerden uzaklaşmak ve mide asitinin nötrleştirilmesidir Çok ani ortaya çıkan biçimlerde birkaç gün boyunca hiç katı besin alınmaz; yalnız süt içilir (günde 2 lt'ye kadar) Mide düzeldikçe pirinç lapası, pirinç ya da un çorbası ve yulaf eklenir


Asit ve pepsin salgısını şiddetle uyaran proteinler de kısıtlanmalıdır; az et (yumuşak ve haşlanmış), taze peynir ve yumurta yenebilir Mide hareketini yavaşlatan yağlar akut gastritte olumlu bir rol oynadığından belirli bir ölçüde verilebilir; zeytinyağı, taze tereyağı ve süt kreması ile yetinilmeli, mide mukozasını tahriş eden ve salgıyı artıran kızarmış yağlardan kaçınılmalıdır


Hastalığı ortaya çıkaran nedenler ve bütün belirtiler ortadan kalktığında, hasta dengesizlik ve aşırılıklardan kaçınmaya çalışarak normal bir beslenme düzenine dönebilir; sakin bir ortamda ve acele etmeden yenen sık ve küçük öğünler yeğlenmelidir Mide salgısının düzenliliğini sağlamak için yemek saatlerine dikkat edilmelidir


ONİKİPARMAK BAĞIRSAĞI ÜLSERİ


Sindirim yollannda en sık görülen hastalık peptik ülserdir Peptik ülser mide ve bağırsağın ilk bölümü olan onikiparmakbağırsağını örten mukozada ortaya çıkan bir yaradır


Ulserin en önemli nedeni kuşkusuz hidroklorik asit salgısıdır Son yıllarda ülser nedenleri üzerindeki çalışmalarda önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, ülserin fazla asit salgısından kaynaklandığına ilişkin görüş geçerliliğini konimaktadır ve peptik ülserin kökeninde yatan mekanizmayı anlamaya yarayan temel taşlardan biridir Aşırı asit salgılanmasında nörolojik ve iç salgı sistemine ilişkin etkenler büyük önem taşır; özellikle günümüzde çok yaygın olan stres hidroklonik asit üreten mukoza hücrelerini doğrudan uyararak asit salgılanmasını ve böbreküstü bezini uyararak kortizon gibi hormonların salgılanmasını artırarak ülser oluşumunu etkiler Bazı ilaçların alınması sonucunda da ülser oluşabilir; mide ve onikiparmakbağırsağı mukozası için en zararlı olanlar asetilsalisilik asit (aspirin) ve türevleridir Bu ilaçlar mide ve onikiparmakbağırsağının duvarlannı aşındırarak delinmeye bile yol açabilir Ayrıca, kortizon gibi glikoz metabolizmasını etkileyen steroitler de aynı derecede zararlıdır; bunlar, hidrokloıik asit salgısını artınr, aynı zamanda, midenin epitel hücrelerini etkileyerek koruyucu görevi olan maddelerin salgılanmasını azaltır


Peptik ülsenin tıbbi tedavisi son yıllarda, özellikle midedeki hidroklonik asit salgısını geçici olarak engelleyecek bir ilacın bulunmasıyla dev adımlarla ilerlemiştir Buna koşut olarak, bir zamanlar başlıca tedavi olan diyet önemini büyük ölçüde yitirmiştir; gene de verilen ilaçların etkisinin görülebilmesi için önemli bir etkendir Diyet, ülserli bölgeye zarar verebilecek, çevredeki iltihaplı mukozayı örseleyecek ya da hidroklorik asit salgısını uyaracak besinlerin kısıtlanmasını hedeflemelidir


Diyet açısından kesin üç dönem saptanabilir


İlk dönem yaklaşık bir ay sürer; öğünler az miktarda ve sık (iki saatte bir) olmalıdır Sıvı besinler, süt ve yoğurt ya da gazlı olmayan tatlı içecekler alınmalı, alkollü içecekler, kahve, çok soğuk ya da sıcak sıvılardan uzak durulmalıdır Yağsız etler, özellikle haşlanmış dana ve tavuk eti ile yağsız, beyaz etli taze balıklar önerilir Çok sıkı bir beslenme düzenini kapsayan bu dönemi gene yaklaşık bir ay süren ikinci dönem izler Bu dönemde diyetin özü pek değişmez, besin miktarları giderek artırılır Son dönemde beslenme düzeni normale yaklaşır, gene de ülserli hasta bazı kurallan izlemelidir Sindirim bozukluğunda yenmemesi gereken yiyecekler yasaklanmalıdır; ayrıca öğün araları iki buçuk saatten uzun tutulmamalı ve bu rejim uzun zaman sürdürülmelidir Ulser belirtilerinin tümüyle ortadan kalkmasından sonra en az iki yıl boyunca uygun bir diyet izlenmelidir



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.