Prof. Dr. Sinsi
|
Nazara Fetva
Nazara Fetva
Akif Güler
Çoğumuzun bildiği gibi Ebussuud Efendi, Kanunî devrinin ihtişamına yakışır ilim ve dirayete sahip bir şeyhülislâm idi Şeyhülislamlık yaptığı 28 yıl boyunca devlet işlerinden ticarete, aile hayatından garip olaylara kadar bir çok meselede onbinden fazla fetva vermişti
İşte orijinal ifadeleriyle Ebussuud Efendi’nin nazar hakkındaki ilginç fetvası:
Mes’ele : Bir kasabada sakin olan Zeyd’in nazarı gayet bir vafir (çok) olup, her neye ki nazar eylese ‘ne hoş nesne olur’ dese elbette helak olmak mukarrer (kaçınılmaz) olup; hatta bir pınar pak olunurken nazar edip ‘ne vafir suyu var’ dediği gibi pınarda su kalmayıp asla; ve nalband dükkanında iki öküz dururken ‘ne rânâ (hoş) nesneler olur’ deyu nazar edip dedikde, biri fi’l hal (o anda) helak olup, biri eve vardığı gibi helak olup; ve sabuncunun sabun küpüne nazar ettiği gibi iki pare (parça) olup, kırk filorilik (devrin bir para birimi) ziyan olsa  Bunun gibi nice maddeleri olduğundan ehl-i kasaba (kasaba halkı) mütezarrır (mağdur) olsalar ne lazım olur?
Elcevap : Hak Tealâ Hazretleri’ne tevekkül ve tazarru edip (yakarıp), şerrinden isti’aze edip (Allah’a sığınıp), daima münacat üzere olmak lazımdır Mercudur (umulur) ki, Hak Subhanehü ve Tealâ ehl-i İslâm’ın duasını kabul edip şerrinden halâs eyleye (kurtara)
Tez Kılsa da Kurtulsak !
1650’li yıllarda yaşamış olan Gelibolulu Mustafa Ali Efendi, her devirde yazıldığı gibi görgü ve toplum kuralları üzerine “Mevaidü’n-Nefais fi Kavaidi’l Mecalis” adlı bir kitap yazmış O devrin en popüler görgü kitabı olan bu eserden bir bölüme birlikte göz atalım:
İMAM OLANLARIN GEMİDE VE KARADA KISA SURE OKUMALARI GEREKTİĞİ
Ramazan günü akşam namazında ve gemi çalkalanıp giderken kılınan namazda ve bir korkulu tehlikeli geçitte kılınan sefer namazında, imamın uzun sure okuması onun ahmaklığını gösterir Korku ve kaygı içinde Kıbleye yönelmiş halkın sıkıntıya düştüğünden gafletine delâlet eder
Çünkü yürüyen gemide, halkın ayakta durması güçlükle olur Nicesinde tam ayak üzerinde bulunmayıp da dar yerde eğilmesi halinde bile sıkıntı ve ızdırap çekeceği de bellidir
Ramazan akşamında ise, nefsin yemeğe tam isteği ve orucun verdiği halsizlik de günden daha açıktır Nitekim tehlikeli geçitte harami korkusu da evhama ve kuruntulara yol açar Hoş sesli olmayan, Kur’an’ı en güzel okuyan seçme biri olduğu sabit olmayan imamın, sesli kılınan vakit namazlarında mutlaka uzun sureler okuması, ona uyan müslümanları bir işkenceye koyması, -Allah korusun- ‘tezce kılsa da kurtulsak’ demelerine yol açması uygun değildir Şu kadar var ki, onun bu ses kulağına girmeyip, kendisini güzel sesli sanmakla halkın sabır ve tahammülünü denemek gibi bir şeydir ki, bu da doğru değildir ”
Tac u Tahtın da Esareti Var
Tarihimizde Avrupa seyahatlerinin en ilginci, kuşkusuz Sultan Abdülaziz’in 24 Haziran- 7 Ağustos 1867 tarihinde yaptığı seyahattir Bu seyahati ilginç kılan, ilk ve son defa bir Osmanlı padişahının ve 1950 yılına kadar da hiçbir Türk devlet adamının yapmadığını Sultan Aziz’in gerçekleştirmesi Başlangıçta böyle bir seyahate gönüllü olmayan Sultan Abdülaziz, Fransız İmparatoru III Napolyon’un daveti üzerine ve Ali ve Fuat Paşaların ısrarları ile evet demişti Aslında o, böyle bir seyahati hali-vakti yerinde bir fert olarak yapmayı tercih ettiğini başmabeyincisi Mehmed Bey’e şöyle anlatmıştı:
“Bak Mehmed! Zaman zaman ne isterdim bilir misin? Ya Kapalı Çarşı’da, ya Asmaaltı’nda küçük bir dükkanı olan esnaf, ya bir zenaatkâr olayım Sabah evimden çıkayım, işime geleyim, akşam Allah ne kâr verdi ise onunla çoluk çocuğumun nafakasını alayım Atıma değil hatta eşeğime bineyim, yorgun-argın, amma kafamın içi binbir dertle dolmamış evime geleyim Karım güler yüzle, çocuklarım sevgi ile beni karşılasın, yunayım, sofranın başına geçeyim, çorbamızı zevkle içeyim, kimsenin derdi bize illet olmasın Yüreklerimiz rahat, büyük meselelerden uzak, kendi halimle yaşayıp gideyim Şu Ali ile Fuat ‘ille de Frengistan’a gitmeli’ derlerken de ne isterdim bilir misin? Cebinde harçlığı olan hali-vakti yerinde, ünvansız, makamsız kişi olarak Avrupa’ya gitmek  Ben de istemez miyim oraları görmek? Amma gel gelelim, bu koskoca ülkenin padişahısın, cümle alemin gözleri senin üzerinde  Adım atışın, bakışın, dudaklarının kıpırdayışı bile tecessüs uyandırır Gelen sefirlerin halini görürsün Ya onların beldelerinde cümle halk ortasında insan rahat nefes alır mı? Neylersin ki bu tac-ı tahtın da esareti var  ”
Meraklısına Havacılık Notları
Tayyarecilik eğitimi için Türkiye’den Fransa’ya ilk defa iki subay gönderilmiş 1911 yılı Temmuz başlarında gönderilen bu subaylar süvari yüzbaşılarından Fesa ve İstihkâm teğmenlerinden Yusuf Kenan Beylerdir Sekiz aylık eğitimden sonra Türkiye’ye dönmüşlerdir
Türk subayları tarafından ilk uçuş tecrübeleri Balkan harbi mütarekesinde, Tayyareci Nuri ve Fethi Beyler tarafından yapılmış Tayyarecilik okulu ilk mezunlarını 1913 yılında vermiş
Tayyare Cemiyeti’nin ( Şimdiki Türk Hava Kurumu) Avrupa’ya sipariş ettiği ilk uçak 10 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul’a getirilmiş Bu uçak saate sadece 150 kilometre yapmaktaydı İlk tecrübe uçuşunu pilot Vecihi (Hürkuş) Bey yapmış
Düşman üzerinde ilk keşif uçuşları yapan, tayyareci Fesa Bey’dir Bu uçuş, 22 Şubat 1912 tarihinde Silivri dolaylarında Bulgar ordusu üzerinde yapılmış Uçuş iki saat devam etmiş; uçak, üzerine yağdırılan kurşunlara rağmen arızaya uğramadan Yeşilköy’e dönmeyi başarmış
|