Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
eğer, terbiye, veliler

Veliler Nasıl Terbiye Eder?

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Veliler Nasıl Terbiye Eder?




Veliler Nasıl Terbiye Eder?


Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
"Allah hikmeti dilediğine verir Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir Ancak akıl sahiplen dûşünûp ibret alırlar1
Hikmetin ne olduğu hakkında alimlerin çeşitli görüşler bildirmişler, şöyle demişlerdir:
"Sözde ve fiillerde isabetli davranmak, bilmek ve bildiği ile amel etmek, derin ve yararlı bilgiye sahip olmak, varlıkların özündeki manaları anlayabilmek, Allah'ın emrindeki anlamı kavrayabilmek, güzel ve doğru işlere yönelmek, Allahu Teâla'nın ahlakı ile ahlaklanmak, vesveseyi ayırt edecek gerçek ilim, niçin ve neden diye sormaya ihtiyaç bırakmayacak ilim, ledünni ilim, hayret verici bir vahdet sırrının kendisini gösterdiği kalptir"2
Alimlerimiz, bütün bu özelliklerin ilim adı altında toplandığını açıklamışlar, meselenin sadece bilmek değil amel olduğunu, amelden maksadın ise marifet ile sağlaştığını açıklamışlarve şöyle demişlerdir:
Bütün bunlardan sonra iki şey ortaya çıkıyor:
1- Hakikatıgösteren ilim
2- Eşyanın aslını öğretecek marifet ilmi3
Hikmet verilen kişiye Hakim denir Lokman(sav) kendisine hikmet verilen bir zat idi Peygamber olduğunu söyleyen alimler var ise de hakîm bir veli olduğu görüşü daha yaygındır Rabbimiz Teâla "Andolsun biz Lokman'a hikmeti verdik4 buyurur
"Lokman (sav) kendisi aslen Habeşli idi Davud (sav) muasırı idi İsrailoğullan arasında bulunmuş, hakîm, alim bir mübarek zat idi Kuran-ı Kerim'de Lokman suresi vardır Mevlâna Celaleddin-i Rumi Hazretleri şöyle diyor:
" Lokman, pak ve tertemiz kalpli biriydi Evvelce o köleydi Efendisi onu, kendi oğullarından bile değerli görürdü Onun için önemli işlerde ona görev verirdi Çünkü Lokman, köle olmakla beraber nefsinîn heva ve hevesinden kurtulmuştu
Hani padişahın biri vardı Konuştuğu bir şeyhe ihsan ve ikram etmek için bir gün şöyle demişti:
- Dîle benden ne dilersen!
Ama şeyh, padişaha:
- Padişahım! Bana öyle bir teklifte bulunmaya utanmıyor musun? Bundan vazgeç Zira senin iki hakir kölen var Onlar sana zaten emir vermektedirler, deyince padişah şaşırmış şöyle sormuştu:
- Bana emir verebilen o iki köle kimdir? Söyle de bileyim Zira bu benim için bir zillettir
Bunun üzerine şeyh şöyle dedi:
- Biri gazap dîğeri ise şehvettir
Onun için padişahlıktan, saltanattan, hükmetmekten vazgeçmiş olan kişî, hakikatin padişahıdır Onun nuru ay ve güneş olmadan da parlar Kendisi manevî bir hazine olan zatın, hazinesi zaten vardır Hakikatte varlık, varlığa düşman olan kimsenindir
Lokman'ın efendisi, dış görünüşe bakılırsaefendi idi Ama gerçekte köle idi Lokman da onun efendisi olmuştu
Ters görünen şu alemde bu gibi haller çoktur Çöle kurtuluş yeri denmiştir Altının kıymetini kuyumcu, incinin değerini mücevher satan, gülün kıymetini bülbül bilir İsim ve renkler, dünya ehlinin aklına tuzak omuştur
Bir grubu tanıtan elbisedir Avam kıyafetinde bulunan bir veliye de 'o avamdandır'derler Aslında cahil olsa bilr o elbiseyi giydiği için ona 'hoca, şeyh, efendi, mürşi,alim' gözüyle bakarlar
Ama onda yalancı bir zühd hayatı vardır Oysa hakiki zühd ile tanınmak gerekir Bunu anlayabilmek için basiret nuru ile bakmalıdır Taklitten ve iğreti olmaktan arınmış bir nur olmak gerek Öyle ki insan, bir kimseyi fiili sözûnû işitmeden tanıyabilsin
Basiret sahibi olan arifler, akıl yolu ile kalplere gîrerler Orada ne olduğuna bakarlar Müşahede ederek kalpte olanı bilirler Bunun lafını yapmakla kalmazlar
Böyle gizli şeyleri bilen Allah'ın has kulları, can aleminde kalplerin casusudurlar Onlar bir bakışları ile hayal gibi kalbîn derinliklerine gîriverirler, insanın kalbindeki sırları keşf ederler Serçenin bedenindeki tertip nedir ki doğanın aklına gizli kalsın Allah'ın sırlarını bilen kamil velilere karşı kulların ne sırrı olabilir?
Lokman, efendisine her yemek getirdiğinde, efendîsi hemen Lokman'ı arar buldururdu Ta ki Lokman o yemeğe el uzatsın, bir lokma alsın da efendisi onun artığını yesin diye
Lokman'ın efendisi, onun artığını yer, içer ve neşelenirdi, Onun yemediği şeyleri ise dökerdi Lokman olmadan bir şey yiyecek olsa iştahı olmazdı
Bir gün efendiye hediye olarak bir kavun getirmişlerdi Efendi kölelerden birine:
- Git, oğlum Lokman'ı çağır, dedi
Lokman yanına gelince, kavundan bir dilim kesip ona verdiler O da şeker ve bal yer gibi onu iştahla yedi Yediği yedi dilime ulaştı Onun böyle iştahlı olarak yemesî, efendisinin de canını çektirdi Efendisi, Lokman'a:
- Bir parça kalınca onu da ben yiyeyim ne kadar tatlı kavun olduğunu anlayayım, dedi
Ama efendi ağzına lokmayı alınca adeta gözlerinden ateş çıktı, dlii kabardı, boğazı yandı Kavunun acılığında kendinden geçti Bir müddet sonra Lokman'a şöyle dedi:
-Ey cihanın cânı! Zehir gibi acı kavunu nasıl yedin? Böyle bir kahrı nasıl lutufsandın? Bu nasıl sabırdır? Bunu nasıl elde ettin? Bu kadar acıyı ben yiyemem, artık bu kadarını yeterli gör, niye demedin ?
Lokman, efendisine şöyle dedi:
- Ben senin nimet veren elinden o kadar çok yedim ki, onlara karşı utancımdan iki kat oldum Bir defalık acı bir şey gördüm, onu tatdım Bunun için de sana söylemekten sıkıldım
Madem ki vücudumun her bir parçası senin nimetlerin sayesinde olgunlaştı Eğer ben bir acıdan dolayı feryat edecek olursam yüzlerce yolun toprağı vücudumun üzerine olsun!
Şeker veren elinin lezzeti, bu kavunda nasıl acılık bırakır? Acılar muhabbetten saflaşır Dertler sevgiden şifaya dönüşür
Bakırlar onun için altın olur Muhabbetten ölüyü diriltirler Nice padişahı kul ederler Bu muhabbet irfanın neticesidir İrfansız birisi, muhabbet tahtına nasıl oturabîiir? "5

Kardeşlerim!
Onun için Allahu Teâla bir cahili kendisine dost edinmez Eğer edinecek olursa onu terbiye eder Ona ilim verir Bu ilim marifet îlmidir Bütün ilimlerin sonu da budur Allah'ı tanımak ve bilmek asıl marifettir
Lokman (sa,v)'in efendisine muhabbeti vardıOndan dolayı, o zehir gibi kavun dîlimlerinî yemişti Aşk ve muhabbet öyle bir kudret vardır ki bütün akıllar ona hayran olur
İşte Allah'ın dostları Hak aşığı zatlardır Muhabbetleri olmayınca kendilerini eksik görürler, nakıs bulurlar Kulluklarını yapamadıklarına inanırlar Onlar, kulları çok severler Çünkü kullar, velileri Alahu Teâla'ya ulaştıran bir köprüdür Hakikata kulların arasından süzülüp giderler
"Allahu Teâla Nebileri ve velileri alemlere rahmet olarak üzere dünyaya getirmiştir Allah'ın veliler insaı Cenab-ı Hakk'ın dergahına davet ederler Allah'a:
- Ya Rabbi Bunları sen kurtar, diye dua ederler
Diğer taraftan da insanlara nasihat ederler Bu uğurda çok gayrette bulunurlar Nasihatları insanlara tesir etmeyince de vazgeçmezler, yine Allahu Teala'ya yönelirler ve şöyle derler:
- İlâhi, ya Rabbi!Rahmet kapını kapama!
Halkın çoğunda çok az merhamet vardır -Himmet sahibi olan mürşidi kamil zatlarda çok merhamet bulunur Allah'ın cüzi rahmetine mazhar olan kul, Rabbül Âlemin'e ulaşırsa rahmet deniz gibi olur Herkese yol gösterir Onun için:
- Ey sâlik! Sen Allah'ın cüzi rahmetine mazhar olmuşsun
Rahmetin tamamını Rahmet sahibi Allahu Teâla'dan almış olan bir mürşide tabi ol Onun izinde yürü!6
Ebubekir Şiblî, Devamend emîri idi Rey emiri vasıtasıyla Bağdat'tan kendisine bir mektup geldi Bunun üzerine Rey emiriyle beraber bir grup, Bağdat'taki halîfenin huzuruna gittiler Orada Rey emirine hil'at6 verildi
Oradan geri döndükten sonra bir gün Rey emiri, aksıracağı tutunca burnunu sultanın hediye ettiğî hil'ate silmek zorunda kaldı Bu durum, halîfenin kulağına gittî Dalkavuk sıfatlı kişiler, o emirin halifeye hakaret olsun dîye böyle davrandğını söylediler
Gerçeği bilmeyen halife, 'Rey emirinin hil'atını çıkarın, ensesini vurun, emirlik görevinden alın' dedi Devamend emiri Ebubekir Şiblî, arkadaşının başına gelenleri görünce kendine geldi 'Bir mahlukun kaftanını, hil'atını mendilyerine kullanmaktan dolayı insan azledilirse, o insanın hali nicedir diye düşündü
Derhal halifenin huzuruna vardı Görevinden istifa etmek istediğini söyledi Halife bu duruma şaşırdı Gerekçesinin ne olduğunu sorunca, Ebubekir Şiblî ona şöyle dedi:
- Ey Halife Sen bir kul olduğun halde, kıymeti önemsiz olan bir hil'ate yapılan saygısızlığı hoş karşılamazken Âlemlerin Sultanı olan Allahu Teâla, ihsan ettiğî marifet ve muhabbet elbisesini, bir kulun hizmetinde mendil olarak kullanmamı hiç hoş karşılar mi?!dedi
VeBen Allah'a kul olacağım, padişahın kölesi olmaktan vazgeçiyorum diyerek, vazifeden ayrıldı Asla kovulması muhtemel olmayan Alah'ın azametine sığındı

Muhteremler!
Şu halde şehvet ve gazap kuvvetini Allah'ın emrettiği derecesinde kullanmadıkça, insanın aziz olması mümkün değildir Kendisi cihan padişahı olsa bi!e Bu iki kuvvet kime hakimse, o kişi aslında köledir
Ebubekir Şiblî kurtuluşu, hürriyetini elde etmiş olan Allah dostlarına başvurmakla elde edeceğine artık inanmıştı Onun için tasavvufi ahlaka talip oldu Bir mürşid-i kamilin dergahına varmak istedi
Bağdat'taki halifenin emrinde terbiye görmek yerine, yine Bağdat'taki iki cihan gönül sultanı Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri'nin terbiyesini tercih etti
Hemde vali iken ve dörtyüz hocadan ilim öğrenmiş, dört bin hadis ezberlemişken!
Cüneydi Bağdadi Hazretleri'nin dergahına geldi Zamanın mürşid-i kamili olan bu zat, onun gelişinden hastalığının ne olduğunu, şifasının nerede bulunduğunu marifet ilmi ile bildi Ebubekir Şiblinin derdini, daha o bir şey demeden anladı
Onun kalbindeki sırlara âşina oldu Onun derdinin dermanının ne olduğunu kendisine söyledi:
- Sende bir cevher var! Ya bunu bana hediye et veya sat!
- Efendim! Ne yapmam gerek?
- Çarşıya git, bir yıl kibrit sattı
Ebubekir Şiblî Hazretleri, bir sene kibrit sattıktan sonra Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri ona 'bu şöhret ve ticaret kapısıdır, şimdi git bir sene kapı kapı dolaş, dilencîlik yap' dedi Şibli mürşidine asla itiraz etmedi
Kardeşlerim!
Demek ki Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri'nin, Ebubekir Şiblinin gönlünde gördüğü manevî illet, dünyada izzet ve kıymet kazanmaya dair bir şöhret duygusu idi Dünyadaki izzet ve ikbal beklentisi içindeki nefsin azgınlığı, Cüneydi Bağdadi Hazretleri'nin terbiyesiyle giderilecekti
Bu ise meşakkat demektir Hem izzet sahibi nefsi beslemek hem de arifibillah olmak bu yolda olmaz Allah yolunda böyle bir terbiye usulü görülmemiştir Onun için Ebubekir Şiblî Hazretleri, adım adım Bağdat'ta dolaşmadık yer bırakmadı Çarşı Pazar dolaştı, çıra sattı Nefsi yeterli terbiyeye ulaşmayınca mürşidi onu kapı kapı dolaştırdı

Muhteremler
Mürşid-i Kamil insana zulüm etmez, insanın nefsine zulüm ettirir ki o nefis sahibi şifa bulsun, Gönül aleminde nice sırlara sahip olsun Tarih boyunca bir kamil mürşidin dediklerine itaat eden, onun terbiyesinde yetişen ama bunun sonucunda rezil kepaze olan hiçbir kimse olmamıştır Ama hepsi izzet ve kerem sahibi büyük zatlar olmuşlardır Nefsini ıslah edemeyenler ise zelil olmuştur
Ebubekir Şiblî Hazretleri aylarca nefsini ıslah etmekle uğraştı Öyle bir hale geldi ki artık kimse kendisine bir şey vermez oldu Evvelce kendisine para yardımında bulunanlar şimdi kapılarını kapatır olduiar
Kendisini kınamaya başladılar Yaptıkları yardımları da kestiler Ama o bütün bunlara sabretti Bu arada asıl mürşidinden ayrı kalmadı Ne zaman kadar? Mürşidi kendisine açıkça bir işaret verinceye kadar!
Bir gün Ebubekir Şiblî Hazretleri durumunu mürşidine arz etti Ne yapması gerektiğini sordu Mürşidi kendisine şöyle dedi:
- Şimdi kendi kıymetini bildin mi? Hani sen valiydin, emirdin, hani yıllarca ilim okumuştun Gördün mu şimdi kıymetin bir metelik etmiyor! İnsanlar sana bir kuruş bile vermiyorlar!
-Evet, efendim
-Şu halde, bu dünyaya bel bağlama, insanlara güvenme Kullardan gelen hiç bir izzet devamlı olmaz Ama Allah'u Teâla'dan sana ikram edilen takva, izzet ve ubuiyet devamlıdır
Kardeşlerim!
Hakikatte varlık ve kendine güvenmek, nefsine sevmek ona itaat etmek, şeytana uymak insanın başlıca düşmanıdır Allahu Teâla'dan başkasına güvenmek asla Allah'a itaat değildir Herkes 'Ben Allah'a güveniyorum' der ama yaptıkları busözü tasdik etmez Bunu sadece dil ile herkes söyler Önemli olan tabii haliyle söyleyebilmektir
Onun için Mevlâna Celaleddin Hazretleri Şöyle diyor:
- Horozun birisi çöplükte eşinirken, bir inci ile yakut buldu Güldü Dedi ki 'ey inci, ey yakut! Şaşarım, senin neyine insanlar itibar ediyor? Vallahi ikinizin yerineiki arpa tanesi olsaydı, benîm için daha kıymetliydi, der
Şu halde ktymet ihtiyaca göre belli olur Kimizin Kıymet verdiği, diğerimizin yanında beş kuruş para etmez O halde ebedi inci olan ihtiyacımız Allah'ı tanımaktır Bundan Daha büyük bir değer yoktur Allahu Teâla'yı tanıma ihtiyacı en fazla, velilerde görülür
Çünkü onlar en çok buna itibar ederker Yanına gelen müritlerden de bunu isterler Bunun adı irfan ilmidir Bir şeyler bilenin adı alimdir Eşyayı tanıyan ve bilenin adı ise ariftir Gerçek alimler arifi billah olan zatlardır Arif olmayan mürşit olamaz, insanı tanımayan onu irşat edemez
Zünnünn Misri Hazretleri (v245/859) şöyle diyor:
- Ben nice yerler gezdim, nice manevî haller gördüm Ama bütün bunların sonunda Yüce Rabbime teslimiyetten başka çare bulamadım Bana 'şu dağa git' dediler O dağa gittim
Orada bir derviş gördüm Kendisine bir dergah edinmişti Bir ayağı bu tekkenin kapısının içerisinde, bir ayağı tekkenin kapısının dışında idi Dışarıda olan ayağını ise kesmişti Kendisine selam verdim ve:
- Bu ne hal? dedim Ne içeri giriyorsun, ne de dışarı çıkıyorsun içerdeki ayağın sağlam, dışarıdaki ayağın kesik, sanki bir odun gibi Cevap verdi:
- Bu benim nefsime verilmiş bir cezadır Ben otuz sene bu mağarada ibadet ettim Ama bir gün buraya bir kadın uğradı Gönlüm o kadına meyletti Kadın dönüp giderken işte şu kesik ayağımı dışarıya attım
O sırada bana İlâhî bir ses işittim, şöyle diyordu:
- Hiç utanmıyor musun? Otuz senedir yüce Allah'ın huzurunda ibadet ediyorsun Bir kadının peşinden giderek şeytana uymuş, nefsine itaat ediyorsun!
Bunun üzerine ben, dışarıdaki ayağımı bedenimden ayırdım Ama içeriye de giremedim Şimdi günahımdan dolayı Allahu Teâla bana ne yapacak diye bekliyorum
Zünnün-i Mısri Hazretleri'nin dergahına bir gün çok zengin bir insan geldi Bu kişiye yüz bin altın miras kalmıştı Mirasını bağışlamak üzere Zünnun-ı Mısrî Hazretlerine:
- Ben bunu senin hizmetinde harcamak istiyorum, dedi
- Ergenlik çağına ulaştın mı?
- Hayır
- O halde, senin malını harcamak doğru olmaz Ergenlik dönemine gelince, kendi kendine hayır ve şerri ayırt edebildiğin zaman, gel ben seni müridlîğe kabul edeyim
Bunun üzerine genç geriye döndü Aradan yıllar geçti Çocuk delikanlılık dönemine geldi Zünnürn Mısri Hazretleri'nin dergahı tekrar geldî O'nun elinde Allahu Teâla'ya tövbe etti Kamil bir mürşidi bu tövbesine şahit tuttu Zünnun Mısrî Hazretleri de bu müridinin bağışladığı altınları fakirlere dağıttı
Derken bir gün bu genç, mürşidine:
- Yüz bin altınım daha olsaydı da size bağışlasaydım Böylelikle daha fazla hizmet etmiş olurdum, dedi
Müridin bu sözünden Zünnun-ı Mısrî Hazretleri hoşnut olmadı Müridinin hâla gönlünde para sevgisi olduğuna kanaat etti Gence şöyle sordu:
-Sofi!Sana göre dünya nedir?
-Efendim! Hiçbir kıymeti yoktur Adeta toprağın içinde kum tanesi gibidir!
-Pekî öyleyse, filan attara git, şu şu otları al gel
Derviş denilenleri attardan alıp geldi Zünnün-i Mısri Hazretleri dervişe, 'getirdiklerini ez' dedi o da ezdi; Yağa batır' dedi, batırdı; 'Hamur yap'dedi, yaptı
Zünnun-i Mısri Hazretleri bu hamurdan üç tane boncuk yaptıktan sonra dervişe, 'şimdide herbirine iğneyle delik del' dedi Sofi delikleri deldi Sonra onlara üfürmesini istedi
Derviş onlara üfürünce Allah'ın kudretîlye üç tane yakut meydana geldi Bunun sonunda Zünnun-ı Mısrî Hazretleri dervişe:
- Şimdi bunları al, pazara götür, değerini öğren geriye getir, dedi
Genç pazara gitti Yakutun her birine yüzbin altın değer biçtiler Sonra derviş tekkeye geriye dönüp olanları anlattı Bunun üzerine Zünnun-ı Mısrî Hazretleri dervişe:
- İşte gördün mü, Allahu Teâla otları mücevhere dönüştürdü Allah dostlarının gözünde bu mücevherler topraktaki bir kum tanesi gibidir, dedi!


Muhteremler!
Şu halde insan iki kanatlı olacak Bir kanadında Allah korkusu, diğer kanadında Allah'ın rahmet ve yardımından umut olacak Allah'ın azabından korkacak ama O'nun yardımına da layık olmaya gayret edecek Kulluğunu asla unutmayacak Allah dostları bizim tamah ettiğimiz şeylere nasıl oyuncak muamelesi yapıyor, görüyorsunuz değil mi?
İşte Allah yolcusu bu iki kanadı sayesinde Allahu Teâla'nın yolunda muhabbet eder, hızlı yol alır Eğer bu iki kanatta Allah korkusu olmazsa, kul Allah'a yaklaşamaz Eğer bu iki kanatta, Allah'ın rahmet ve ümidiyle yardımına güvenmek olmazsa, kul yine Allah'a ulaşamaz
Mürşid-i Kamil olan Allah dostları bu şekilde hem zahir ilimlerini hem de batın iiimlerini tamamlamışlardır Onlar öğrendikleri ilimleri kitaplarda bırakmadılar Hayatlarına aktardılar Onların hayatında ilmi bu şekilde muhabbetle yaşanabilir görenler, onlara gıpta ile baktılar Ellerine edeple sarıldılar Zorlama ile değil muhabbetle sevdiler Gönülden onlara bağlandılar Onun için kimse onların muhabbetine akıl ile ulaşamadı
Bakınız Bediuzzaman Said Nursî Hazretleri ne diyor:
"Hilafet merkezi olan İstanbul'u, beş yüz elli sene Hiristiyanlık alemine karşı İslam'ın nurunu söndürmek için yapılan saldırılar karşısında koruyan, İstanbul'da beş yüz yerde fışkıran tevhid nurları ve İslam'ın merkezi konumundaki müminlerin dayanak noktaları, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde, dergahlarda 'Allah Allah' diyenlerin iman kuvvetleri ve ilâhi marifetten meydana gelen ruhanî muhabbetleri ve coşkuları olmuştur 8
Allah'ın dostları veliler bildiklerini yaşadıkları için bulunduklan yerlerde insanlar toplandılar İlâhi muhabbetin ne olduğunu onların hayatlarında gördüler Gittikleri yola güven duydular Terbiyelerine iman ettiler, irşatlarına teslim oldular Alim ile arifin farkını, marifet ilmindeki halleri ile gördüler Allah rızası ile hırsı birbirinden ayırt etmeyi onlarda öğrendiler*



1 Bakara, 269
2 Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, II, 205-215
3 Er-Razi, M Gayb VII, 67; Hâzin, Tefsir, I, 377
4 Lokman, 12
5 Tahirül Mevlevî, Şerhi Mesnevi, VII, 470 (B No:5416-5486)
6 Tahirül Mevlevî, Şerhi Mesnevî, X, 473 |B No:9499-9504)
7 Hil'at: Padişahın, sevip beğendiği kişiye hediye olarak verdiği süslü elbise, kaftan (Derl]
8 Bediuzzaman, Mektubat, s421 (29 Mektup)
* Kaynak Eser: Mehmet Ildırar, Tasavvuf Sohbetleri 4

Alıntı Yaparak Cevapla

Veliler Nasıl Terbiye Eder?

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Veliler Nasıl Terbiye Eder?




PEYGAMBER EFENDİMİz üzülüyordu ben bu kadar tebliğ ediyorum anlatıyorum bunlar inanmıyorlar yarabbi
Allah cc
-Üzülme kalplere hidayet olan benim sen değilsin, sen yanlızca tebliğ et Onlar ben ancak istersem hidayete ererler
Allah cc hidayeti kimlere nasip eder, elbette ahlakı güzel olanlara Peygamberimize inanların çoğu cahiliye döneminde de ahlakı güzel olanlardı Neden bazı kafirlere inanç nasip oluyor? Allah içlerinden seçiyor, ahlakı güzel olanlara iman nasip ediyor
Habibe hatun hiç müslümanlığın duyulmadığı bir yerde ona iman nasip edilen bir kralın kızı idi Köşkün en tepesinde ona Rahman bir nida ile seslendi " LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH" bunu duyduktan sonra heryerde bu sözü söylemeye başladı Kral olan babası bu sözün kime aiit olduğunu öğrenmk için dört bir tarafa adam gönderdi ve bir müslümın dinine ait bir söz olduğunu öğrendiğinde kızına yapmadığı işkence kalmadı O'nun bu işkence halini gören bir zat:
- habibe hatun nasıl bir insandı diye bakıcısına sordu
Bakıcısı:
- o çok cömert bir kızdı elinde ne varsa kolye yüzük elbise hep başkalarına verirdi dedi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.