|
![]() ![]() |
|
Konu Araçları |
ahlakı, ahlâkından, dostlarının, hak, ilahi, örnek |
![]() |
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –30 İlâhî Ahlâkı |
![]() |
![]() |
#1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –30 İlâhî AhlâkıHak Dostlarının Örnek Ahlâkından –30 İlâhî Ahlâkı Yaşamak-1 2010 - Nisan, Sayı: 290, Yani gönüller, Cenâb-ı Hakk’ın “oku” emrine itaat çerçevesinde, mikrodan makro âlemlere kadar kâinattaki bütün varlıklarda mevcut olan Yüce Yaratıcı’nın kudret mühürlerini müşâhede ederek O’nun ism-i şerîfleriyle mânevî bir tahsilden, yani takvâ eğitiminden geçmelidir ![]() ![]() “…Allah’tan korkun (takvâ üzere olun!) Allah (size bilmediğinizi) öğretir! ![]() ![]() ![]() el-MUSAVVİR… Mü’minin, ilâhî esmâ te*cel*lî*le*rin*den hisse alıp mânen seviye kazanabilmesi için; meselâ, bu kâinattaki bütün varlıkları eşsiz bir güzellik ve mükemmellikle şekillendiren el-MUSAVVİR ism-i ilâhîsinin tecellîlerini ibret nazarıyla temâşâ etmesi zarûrîdir ![]() ![]() ![]() Allâh’ın nûruyla gören, duyan ve hisseden kalpler, her şeyde ilâhî tecellîleri idrâk eder ![]() ![]() Eser, müessirin; sanat, sanatkârın aynasıdır ![]() ![]() ![]() Gerçekten, kâinattaki her zerre, bilgisini “mârifet” seviyesine yükseltebilen insan için Allâh’ın varlığına, birliğine ve sonsuz kudretine bir delildir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Demek ki kâmil bir mü’min; kâinâta bakışta, idrâkini, ilâhî sır ve hikmetleri kavrayabilecek bir vasfa ulaştırabilen kimsedir ![]() ![]() Bu sebepledir ki, yeryüzünü dolduran sayısız güzelliklerin; dağların, deryâların, rüzgârların sessiz beyanlarına karşı mânen kör ve sağır kesilerek Cenâb-ı Hakk’ın el-Musavvir ism-i şerîfinin tecellîlerini idrakten uzak kalanlar, hayatın en gâfil ve şaşkın yolcularıdır! ![]() ![]() el-BÂRÎ… Bunun gibi “el-BÂRÎ / yaratıcı” sıfatının tecellîlerini de gönül gözüyle seyretmeden, kâmil mânâda bir mânevî tahsilden söz edilemez ![]() ![]() Her varlık, mü’min gönülleri bu düşüncelere sevk etmelidir ![]() ![]() ![]() Kâinatta her oluşun hangi ilâhî isimden tecellî ettiğini bilmek, ilmin mârifet seviyesine yükselmesi demektir ki, beşerî bilginin zirvesi de budur ![]() ![]() Kâmil mü’minler de, gönlü ilâhî esmâ ve sıfatlar üzerinde teksif edip, şahsiyet ve karakterini o ilâhî menbâdan tefeyyüzle şekillendirmenin, Allâh’ın muhabbet ve rızâsına vesîle olacağı şuuruyla yaşarlar ![]() Âyet-i kerîmede buyrulur: “Esmâü’l-hüsnâ (en güzel isimler) Allâh’ındır ![]() ![]() ![]() ![]() Müfessir Bursevî, bu âyetin tefsîrinde der ki: “Allâh’ın isim ve sıfatlarıyla sıfatlanıp ahlâklanmak sûretiyle Allâh’a duâ edin ![]() Meselâ râzıkıyyet (rızık vericilik) sıfatıyla sıfatlanmak, Allâh’ın verdiği rızıklardan muhtaçlara dağıtmakla ve bir şey saklayıp biriktirmemekle, (yani cimrilik ve israftan sakınmakla) olur ![]() ![]() er-REZZÂK… Hakîkaten Cenâb-ı Hakk’ın bütün mahlûkâta karşı yegâne tekeffül ettiği şey, rızıktır ![]() ![]() ![]() “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allâh’ın üzerinedir ![]() Rabbimiz bütün mah*lû**kâ**tı*na her an sayısız i*lâ*hî sofralarla rızıklarını ikram hâlindedir ![]() ![]() ![]() ![]() Bizler de yediğimiz her lokmada bu ilâhî ikramları hatırlamalı, yemeğe besmeleyle başlayıp hamdeleyle bitirmeli ve Rabbimize dâimâ şükran duyguları içinde bulunmalıyız ![]() ![]() Zira nîmetlere şükür, iki şekildedir: Biri, bütün nîmetlerin Hakk’ın lûtfu olduğu idrâki içinde bulunmanın bir ifâdesi sadedinde, lâf*zan, yani sözlü olarak şükretmek; diğeri ise o nîmetlerden mahrumlara ikramda bulunmaktır ![]() ![]() Şu kıssa, bu îman ufkunu ne güzel hulâsa etmektedir: Şakîk-i Belhî Hazretleri, geçimini temin edebilmek için ticaret yapmaya karar verir ![]() ![]() ![]() ![]() “–Niçin çabuk döndün?” diye sorar ![]() “–Yolculuğumda çok acâyip bir şey gördüm, ondan dolayı döndüm ![]() ![]() İbrahim bin Edhem: “–Hayırdır inşâallah, ne gördün?” deyince Şakîk şöyle anlatır: “–Yolculuk esnâsında dinlenmek için bir kenara çekilmiştim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bunun üzerine İbrahim bin Edhem Hazretleri şöyle der: “–Şaşarım sana ey Şakîk! Niçin kendini, başkasının yardımıyla yaşayan kötürüm bir kuşun yerine koydun da, hem kendisi için çalışan hem de diğer düşkünlere yardıma koşan kuş gibi olmayı düşünmedin?!” Bu sözler üzerine Şakîk-i Belhî hakîkati anlar ![]() ![]() İşte âilesine, akrabâsına ve çevresine ikrâm ederek ilâhî ahlâkı yaşama gayreti, Hakk’ın muhabbet ve rızâsına eriştiren bir fazîlettir ![]() ![]() MÂLİKÜ’L-MÜLK… Rabbimiz, Mâlikü’l-Mülk’tür; bütün mülkün gerçek sahibi ve hükümdârıdır ![]() ![]() ![]() ![]() Dünya sevgisi ve mal kazanma hırsı, gönülleri en çok gaflete düşüren hususlardan biridir ![]() “İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde; «Rabbim bana ikram etti ![]() ![]() ![]() ![]() Mal ve mülkün saâdet de felâket de getirebileceğini, zenginliğin de fakirliğin de ilâhî bir imtihan olduğunu lâyıkıyla idrâk eden Hak dostları ise, her iki durumdan da mânen kazançlı çıkmanın idrâki içinde yaşarlar ![]() ![]() ![]() ![]() Mü’min de bu şuurla, ilâhî taksîme kanaat edip rızâ ve teslîmiyet göstermeli, nefsânî ihtiraslarla ilâhî hudutları çiğnemekten ve başkalarına takdîr edilmiş mal ve mülke göz dikmekten sakınmalıdır ![]() ![]() ![]() ![]() Esâsen, gönlü Allah muhabbetiyle dolu bir mü’min, hakîkatte hiçbir şeye mâlik olmadığının idrâki içindedir ![]() ![]() ![]() Meselâ, ilâhî emir ve yasakların umum insanlığa teklif edilen asgarî seviyesi olan şeriatte; “senin malın senin, benimki ise benimdir” anlayışı geçerli iken; Kalben istîdatlı kimselerin sülûk ettiği mânevî olgunlaşma yolu olan tarikatte bu bakış açısı; “senin malın senin, benimki de senin” şeklinde bir fedâkârlık mâhiyeti kazanır ![]() Bunun da ötesinde Hakk’ın seçkin kullarının erişebildiği hakîkat iklîminde ise; “ne senin malın senin, ne de benim malım benim; hepsi Allâh’ındır!” telâkkîsine ulaşılır ![]() İbrahim bin Edhem Haz*retleri’nin, kendisinden öğüt isteyen birine söylediği şu sözler ne kadar mânidardır: “Eğer günah işleyeceksen bâri Allâh’ın nîmetini yeme! Hem Hak rızkını yiyip hem de O’na âsî olmak revâ mıdır?! O’nun mülkünde oturup da O’nun sözünü tutmamak revâ mıdır?!” Hak yolcusu, bu hakîkatler ışığında kendi vaziyetini dâimâ gözden geçirmelidir ![]() ![]() “Sâ*ilin (ihtiyacını arz edebilen fakirin) ve mah*rû*mun (iffeti sebebiyle isteyemeyen muhtacın), on*la*rın (zenginlerin) ser*vet*le*rin*de (belirli bir) hak*kı var*dır ![]() Yine mü’min; “…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) âyetinin sırrına ererek, muhtaç durumdaki kardeşinin istemesine bile lüzum kalmadan, onun sıkıntısını sîmâsından anlayabilecek bir firâsete ulaşmalıdır ![]() el-MÜ’MİN… Cenâb-ı Hakk’ın bir sıfatı da el-Mü’min’dir ![]() ![]() “Mü’min”; gönüllerde îman nûrunu parlatan, kendisine sığınanlara eman veren, onları emniyet içinde tutup koruyan, huzur veren, kendisinin ve peygamberlerinin doğ*ru*luk ve sadâkatini or*ta*ya koyan, vaadinden dön*me*yen gibi mânâlara gelmektedir ![]() ![]() ![]() ![]() Mü’min sıfatının gönle yerleşmesinin en büyük alâmeti ise, kulun kendisini dâimâ ilâhî kameraların altında hissedip her hâliyle dîninin güzel bir temsilcisi olabilmesidir ![]() ![]() Nitekim; “Müslümanların en fazîletlisi kimdir?” diye sorulduğunda Peygamber Efendimiz r: “Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse ![]() ![]() Bunun aksine, sözünde durmayan, güvenilmez kimseler hakkında da Efendimiz r’in çok dehşetli îkazları mevcuttur ![]() “Yapacağı fenâlıklardan komşusu emniyet içinde olmayan kimse cennete giremez ![]() “Emâneti (güvenilirliği) olmayanın îmânı da yoktur ![]() Bir mü’minin etrâfına güven vermemesi, îmânının zayıflığına ve hattâ îman hassâsiyetlerini kaybettiğine işârettir ![]() ![]() Nitekim Hazret-i Ömer t ibâdetlerin bile güzel ahlâk zemîninde bir kıymet ifâde ettiğini ne güzel dile getirir: “Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız ![]() ![]() Bizler de bu ilâhî sıfattan nasip alarak Rabbimizin sevip râzı olduğu kâmil bir “mü’min” olabilme cehdi içinde bulunmalıyız ![]() es-SABÛR… Rabbimiz çok sabırlıdır ![]() ![]() ![]() Mü’min de dâvâsına hizmet yolunda başına gelen ezâ ve cefâlara sabretmesini bilip bu ilâhî sıfattan hisse almaya gayret etmelidir ![]() ![]() Rabbinin rızâsını dileyen, evvelâ kendisi O’nun takdîrine rızâ hâlinde olmalıdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Velhâsıl her hususta sabır lâzımdır: İbâdette, muâmelâtta, varlıkta, yoklukta vs… Çünkü her şey ilâhî imtihan malzemesidir ![]() ![]() Hak dostu Hâtem-i Esam Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Güzel ahlâkın en mühim tecrübe noktası, eziyetlere sabretmek ve külfete tahammüldür ![]() ![]() ![]() Dünyanın fânî olduğunu, oradaki cefâlara sabretmenin ebedî saâdet sermâyesi olacağını bilen bir mü’min de, karşılaştığı musîbetlerin yükünü kalbine koymaz, hayatın değişen şartları karşısında muvâzenesini bozmaz, gönlünün rotasını Rabbinin rızâsından başka bir yöne çevirmez ![]() el-KERÎM… Rabbimiz, son derece cömerttir, büyük lutuf ve ihsan sahibidir ![]() ![]() “–Kerem nedir?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “–Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde; «…Muhakkak ki Allah katında en keremliniz (değerli olanınız), O’ndan en çok korkanınızdır…» (el-Hucurât, 13) buyurduğu gibi, takvâ sahipleri(nin hâli)dir ![]() “el-Kerîm” ism-i ilâhîsinden hisse almış olan mü’minler, gece-gündüz demeden, gizli ve âşikâr bir şekilde infakta bulunarak gönüllerini âdeta bir sebîl hâline getirirler ![]() ![]() Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede; “Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi sen de (insanlara) ihsân et…” (el-Kasas, 77) buyurarak, kendi cömertliğinin bir benzerini kullarında da görmeyi arzuladığını beyân etmektedir ![]() ![]() ![]() “…Şüphesiz ki iyilik edenlere Allâh’ın rahmeti çok yakındır ![]() er-RAHMÂN, er-RAHÎM… Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân ve Rahîm es*mâ*sından hisse alıp bu ahlâk ile yaşayabilmek; ulaşılan her yere rahmet tevzî etmekle mümkündür ![]() ![]() ![]() ![]() Allâh’ın rahmet tecellîlerinden lâyıkıyla nasip almış bir mü’min de, başta insan olmak üzere hiçbir mahlûkâtın sesli veya sessiz feryâdına bîgâne kalamaz; elinden gelen hiçbir yardımı esirgeyemez ![]() “Şems (k ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yani Şems-i Tebrizî Hazretleri Mevlânâ’ya, Allâh’ın kullarının üşümesinden ürperen bir vicdan hassâsiyetini öğretmişti ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Şüphesiz ki bu hâl, mü’*min**lerin Yaratan’dan ötürü yaratılanlara karşı sahip olmaları gereken cihanşümûl merhamet ufkunun bir tezâhürüdür ![]() ![]() ![]() Yine bütün mahlûkâta şâmil sayısız merhamet te*zâ*hür*le*rinden bir misal sadedinde, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeği sulayıveren gü*nah*kâr bir kadının ilâhî affa nâil olduğunu, buna mukâbil bir kedinin açlığını umursamayıp ölümüne sebebiyet veren bir kadının da bu merhametsizliğinden ötürü cehenneme dûçâr olduğunu beyân etmişlerdir ![]() ![]() Bu sebeple, günahları da sevapları da büyük-küçük diye ayırmamak ve hiçbirini önemsiz görmemek gerekir ![]() ![]() ![]() Öte yandan, Rabbimizin rahmet ve merhameti, gazabına gâliptir ![]() ![]() ![]() Bu ilâhî ahlâkı yaşamanın bir misâlini Ebû Hü*rey*re t şöyle nakleder: “Biz bir gazâda kâfirlerin yok olması için Allah Rasûlü r’in bedduâ etmesini istedik ![]() ![]() ![]() Yine Rabbimiz, Ra*sû*lü’*nü;* “…Mü’min*le*re karşı Raûf (son derece müşfik) ve Rahîm (son derece merhametli)dir ![]() ![]() ![]() Mü’minler olarak bizler de gönlümüzü bir rah*met dergâhı kılarak Rah*mân’ın kulu ve Rahmet Peygamberi’nin ümmeti olduğumuzu her fırsatta ispat etmeye gayret göstermeliyiz ![]() Rabbimiz cümlemizi, bütün ilâhî isim ve sıfatları üzerinde lâyıkıyla tefekkür eden, onların gerektirdiği güzel ahlâk ile yaşayan ve böylece ilâhî muhabbet ve dostluk iklîmine vâsıl olan kullarından eylesin! Âmîn… DİPNOTLAR: 1 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|