Prof. Dr. Sinsi
|
Musa Aleyhisselam
Bilindiği gibi Mısır firavunlarının büyük bir kısmı kendilerinin tanrı olduğunu iddia etmişlerdir Ancak II Ramses'in yanında bu firavunlar üvertir kalıyorlardı
II Ramses'ten başka kendisini tanrı ilan ederek aşırı bir şekilde ortaya çıkaran
bir başka firavun bilinmemektedir
II Ramses'in inşa ettirdiği tapınaklardan biri  Burada Mısır halkı II Ramses'in heykelleri karşısında tapınıyorlardı </p>
Bazı arkeologlar II Ramses'in Hazret-i Mûsâ aleyhisselamla çağdaş olduğu kanaatindedirler Biz de aynı kanaati paylaşacak olursak hayret edilecek başka benzerlikler de buluruz
İslami kaynaklar, bu firavunun çok uzun yaşadığını uzun süre tahtta kaldığını vurgulamaktadırlar Mısır firavunları arasında da en çok tahtta kalan (67 yıl) ve uzun yaşayan (90 yıl) II Ramses'tir
II Ramses'in hiyeroglif metinlerinde geçen ismi;
Ra Mesu Meri Amun
II Ramses'in diğer ismi;
User Maat Re Setep en Re
Kur'ân-ı Kerîm'de firavunun, İsrâiloğullarını fırkalara bölerek acımasızca ezdiğini erkek çocuklarını öldürdüğünü ve kendilerini de zelil ettiği buyurulmaktadır Arkeolojik belgeler; II Ramses'in, Tanis ve Kantir şehirlerinin inşasında Habiru (veya Hapiru)'ları kullandığını göstermektedir Habiru ismi, İbrani isminin hiyeroglif metinlerdeki transliterasyonudur ve yalnızca yahudiler için değil bütün asyalı kavimler için kullanılmaktadır Bu topluluk, firavunun emriyle taş ocağı işçiliği, sütun taşıyıcılığı ve tarım işçiliği yaptırılan en aşağı sınıftır II Ramses dönemi, Habiruların en çok angaryaya koşulduğu ve devasa tapınak ve heykellerin bu insanlara inşa ettirildiği dönemdir
Kur'ân-ı Kerîm'de, Âsiye hanımın firavuna bu çocuğun oğul olarak kabul edilmesini istemişti Moses, eski Mısır dilinde (kıptice) oğul anlamına gelmektedir Ra-Mose (Ra'nın oğlu), Tut-Mose (Tut'un oğlu) gibi  Dil bilginleri Mûsâ isminin kıptice Moses kelimesinden geldiğini ileri sürmektedirler Mûsâ aleyhisselam, annesi tarafından bir sandık içerisinde Nil nehrine bırakıldığında henüz ismi konmamıştı Zira annesi, bebek firavunun eline geçmesin diye en yakınlarından bile doğumunu gizlemek zorunda kalmıştı Nehirden çıkarılan çocuğun annesi ve babası bilinemediğinden ona yalnızca oğul manasına gelen Moses/Mûsâ adı verilmiş olabilir
II Ramses'in 52 oğlu vardı ve tümü kendi sağlığındayken ölmüşlerdi Yani erkek evlat sıkıntısı vardı Bu sebeple kendisinden sonra tahta, evlatlığı Mineptah geçmişti Kur'ân-ı Kerîm'de; Hazret-i Mûsâ için Firavunun hanımı kocasına; "Benim de, senin de gözü aydın olsun Onu öldürmeyin Bel ki bize faydalı olur Yahut onu oğul ediniriz" demişti Buradaki oğul edinme, eğer öz evlatlar varsa hiçbir şey ifade etmeyecektir Demek Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan firavunun bir oğul sıkıntısı var ki Âsiye annemiz firavunu bu zaafından vuruyor
Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan Firavunun hanımının (Âsiye) davranışlarına biraz dikkatlice bakıldığında onun, firavn karşısında oldukça cesur olduğu görülür Bir başka görülen nokta da, bu kadar acımasız bir firavunun Âsiye hanıma ayak direyememesidir Bu bizi, Âsiye hanımın arkasında hatırı sayılır bir güç olduğu kanaatine götürmektedir II Ramses'in bir düzine karısı vardı Bunlardan 7 ve 8 karısı Hitit prensesleriydi Hitit imparatorluğu o zamanın süper gücüydü Meşhur Kadeş savaşı ve barışı sonunda II Ramses, Hitit imparatoru III Hattuşil'in büyük kızıyla evlenmişti II Ramses, bu prensesi haremine katmayıp başkadın yaptı Tamamen siyasi olan bu evlilikte ağır basan tarafın Hititler olduğu anlaşılmaktadır İşte bu prenses II Ramsesin 7 eşi olan Hitit prensesiydi Arkeolojik verilere göre ismi; Ma'at Hor-Neferure dir Bu ismi Mısırlılar vermişti Prensesin asıl ismi bilinmemektedir II Ramses'in 8 karısı olan ikinci Hitit prensesinin ne Hititçe ve ne de Mısırca adı henüz bilinmemektedir Yalnızca II Ramses'le evlendiği bilinmektedir Eski Mısır'a ait hiç bir dökümanda hayatına ait bir doküman bulunamamıştır Belki de kraliçe olarak Mısırlılarca benimsenmemişti Bu Hititli prenseslerin Mısır sarayında politik bir güç merkezi oluşturmaları mümkündür Başka bir ifadeyle Hititli eşlerin bazı dokunulmazlıklarının olduğu muhakkaktır Nitekim firavun, israiloğullarına ait olduğu bilinen bir çocuğun saraya alınmasına ses çıkaramamıştır Dahası çocuğun kendi gözü önünde büyümesine müdahale bile edememiştir O derece ki; küçük Mûsâ, firavunun yatağında, odasında ve sarayın her tarafında pervasızca yaşayabilmektedir Hatta bir gün elindeki sopayı firavunun kafasına vurup bir başka günde sakalını çekince öldürülmesi emredilecek fakat Âsiye hanım bu teşebbüsleri de engelleyecektir
O yıllardaki güçlü Mısır'ı tehtid edecek tek güç dışarıdaydı İçeride firavun her şeye hakim, insanları ve toplumları istediği gibi yönetiyordu ancak dışarıda Hitit imparatorluğu ile iyi geçinmek zorundaydı Bu nedenle Hititli prenseslerle evlenmişti Belki de Âsiye hanım, firavunun çok çekindiği böylesine bir kuvvetin mensubuydu Yoksa kendisini tanrı ilan edecek kadar sapık, yeni doğmuş bebekleri öldürtecek kadar cani ve erkekleri hadım ettirecek kadar acımasız olan bir insanın, karısını çok sevdiği için evlatlığının yaptıklarına katlandığını düşünmek çok zordur
Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis-i şeriflerde Âsiye hanımın acımasız işkencelerle şehid edildiğini bildirmektedir II Ramsesin son yılları ve evlatlığı Merneptah'ın iktidar yılları, Hitit imparatorluğunun büyük bir kaosa düştüğü dönemdir Böylece Mısır için Hitit tehlikesi kalmadığı gibi Mısır'ı dünyanın bir numaralı süper gücü durumuna yükseltir Bu durumda siyasi bir evlilik yapmış olan Hitit prenseslerinin başına her türlü şeyin gelmesi mümkündür
Mûsâ aleyhisselamın hayatında iki firavun olduğu kanaatini taşırsak benzerlikler devam etmektedir Hazret-i Mûsâ, peygamber olduktan sonra Allahü tealanın emriyle firavunun karşısına çıkar Firavunla aralarında müthiş bir mücadele başlar Firavun, bütün gücünü Mûsâ aleyhisselamı ortadan kaldırmak için seferber eder Bu mücadele, firavunun ordusuyla beraber denizde boğulmasıyla son bulur II Ramses'in yerine tahta geçen Merneptah, dünyanın bir numaralı süper gücüne firavun olmuştu Ancak anlaşılmaz bir şekelde 8-10 senelik saltanatı iç karışıklıklarla geçmiş ve ölümüyle birlikte Mısır imparatorluğunun kudretli ordusu yok olmuş ve koca devlet haritadan silinivermiştir
Kur'ân-ı Kerîm'de, Mûsâ aleyhisselam karşı duran firavun ve halkına bir dizi felaketin verildiği buyurulmaktadır ki bunlar; "tufan/su basması, kıtlık, çekirge, kurbağa ve kan" dır Londra British Museum'da kayıtlı olan papirüslerin birinde ise; bir "büyücü" yüzünden Mısır'da meydana gelen bir dizi felaketten bahsedilmektedir Bunlar; "Tahıl ürünlerini mahveden su baskını, farelenin tarlalarda yığınlar oluşturması, pirelerin kasırga gibi yayılması, akrep ve sineklerin her tarafı kaplaması" olaylarıdır Hemen bütün peygamberler hasımları tarafından "büyücü ve sihirbaz" olarak suçlanmışlardır Firavn da Hazret-i Mûsâ'ya; "Ey sihirbaz  " diye hitap etmişti
Kur'ân-ı Kerîm'de firavunun en büyük yardımcısı olarak Haman'ın ismi verilmiştir Bu şahıs, firavunun imana gelmesini engellemiş, Âsiye hanımın şehid edilmesine sebep olmuş, Mûsâ aleyhisselamın öldürülmesine çalışmış ve hicret eden İsrâiloğullarının imha edilmesi için firavunu teşvik etmiştir II Ramses ve Merneptah dönemlerinde Amon rahipleri, dini bir cemaat olmalarının yanısıra, firavunun meclisinde de en büyük siyasi gücü oluşturuyorlardı Ayrıca şahıs ismi olarak Mısırlı devlet adamlarının arasında çok sayıda Amon, Amonefi vb gibi adlara rastlanmaktadır
Kur'ân-ı Kerîm, Mûsâ aleyhisselamın peşine düşen firavunun denizde boğulduğunu ve cesedinin, sonraki nesiller için ibret olsun diye dışarı atıldığını ve sonrakilere ibret olsun diye muhafaza edildiğini buyurmaktadır Londra British Museum'daki söz konusu papirüslerde "büyücü" diye suçlanan kişinin "muradına erdiği", doğunun ve batının kralının "girdapta boğulduğu" yazılıdır Yine aynı papirüste büyücü olarak gösterilen kişi; "  daha annesinin memesinden itibaren onu kurtaranlara çok şey borçlu olan çocuktur "
1975-1976 senelerinde, Mineptah'ın mumyası üzerinde yapılan araştırmalarda bu firavunun boğulma veya boğulmayla birlikte bir travmayla öldüğünü belgelenmiştir İslami kaynaklarda, boğulma sırasında Cebrâil aleyhisselamın bir katkıda bulunduğu kaydı da vardır Mineptah boğulduktan sonra sahile vuran cesedi mumyalanmış ve geride kalanlar için bir ibret levhası olmak üzere saklanmıştı Burada dikkatleri çeken bir husus vardır Tarih boyunca en iyi korunan ve bulunduktan sonra üzerlerinde en çok ihtimam gösterilen cesedler II Ramses ve Mineptah'a ait olanlarıdır
ÇIKIŞ NOKTASI LUKSOR
Bütün bu benzerlikler doğru ise İsrâiloğullarının çıkış noktası da tespit edilmiş olacaktır Gerçi yahudi kaynakları ısrarla çıkış noktasının kuzeyde delta bölgesinde bulunan GOŞEN olduğunu naklederler Oysa belgelere baktığımızda hiçte böyle olmadığı görülecektir Nitekim olaylara baktığımızda en uygun şehrin, güneyde bulunan Luksor şehridir
Dönemin firavunu içeride çok güçlüdür Bu kudretini insanları sınıflara ayırarak zayıf düşürmesinden alıyordu Bunlardan İsrâiloğullarını kendi civarına yerleştirmişti Bunu, Hazret-i Mûsâ'nın doğumundan hemen sonra bir sandık içerisinde Nil nehrine bırakılmasında ve saraylılar tarafından görülüp kenara alınmasından anlıyoruz Hatta Hazret-i Mûsâ'nın ablası sandığı Nil boyunca takip etmiş onun Firavunun adamlarınca çıkarıldığını görmüştür
İsrâiloğulları, Firavunun öylesine elinin altındadır ki, onlara her istediği zulmü yapabilmektedir Bunlardan birisi de onların çoğalmalarını engellemekti Bu nüfus planlaması için üç kademeli bir plan uyguluyordu Mesela erkeklerini hadım ediyor, seçtikleri kadınlara el koyuyorlar ve onların kıptilerden çocuk sahibi olmasını sağlıyorlar bu arada kazara dünyaya gelen erkek çocuklarını da öldürtüyordu Bunları kolayca yapabilmesi İsrâiloğullarının kaçacak bir yerleri olmadığını göstermektedir
Hazret-i Yûsuf, İsrâiloğullarını kuzeyde, delta bölgesinde bulunan Goşen diyarına yerleştirmişti Burada rahat ve özgür bir şekilde yaşıyorlardı Hazret-i Yûsuf vefat edince durumları değişmiş ve ağır baskılar altına alınmışlardı Bir topluluğu zayıf düşürmek için başvurulan yollardan birisi de tehcir/sürgündür Dolayısıyla Goşen'deki sağlam Yahudi toplumun belini kırmak için vurulan ilk darbe sürgün olmalıdır Dolayısıyla Hazret-i Mûsâ döneminde Goşen'de değil çok uzaklarda bir yerde olmaları gerekmektedir Tarihi kaynaklara göre en uygun yer güneydeki Luksor'dur Burası, İsrâiloğulları için adeta dünya ile irtibatlarının kesildiği bir yerdir
Çıkış öncesi İsrâiloğulları Firavun'dan, çölde 3 günlük mesafede bir yerde bayram için izin isterler Kuzeydeki Goşen dolaylarında böyle bir bölge ancak Sina yarımadasında bulunmaktadır Oysa Sina'ya denizin yarılması sonucu geçilmişti Bu da çıkış noktasının Goşen'den başka bir yer olmasını gerektirmektedir
Firavun, 3 günün sonunda İsrâiloğullarının dönmediklerini öğrenince veya çıkış için verdiği izinden vazgeçince civar şehirlere/nomlara asker toplayıcıları gönderir Kuvvetli bir ordu kurarak bizzat başlarına geçer Niyeti İsrâiloğullarını tamamen imha etmektir Bütün bu hazırlıklar ve asker toplama işleri, o zaman şartlarında en az 9-10 günlük bir iştir Buna 3 günlük çöl yolunu da katarsak 15 gün civarında bir süre çıkar ki, bu süre GOŞEN-SÜVEYŞ arası için çok fazladır Fakat LUKSOR-SÜVEYŞ arası için en ideal süredir
Kur'ân-ı Kerîm'de Hazret-i Mûsâ'nın öldürüleceğini haber veren saraya mensup mümin kişiden bahsedilir Bu zat, aksa'l medine/şehrin en uç noktasından gelmiştir Bu tanımlamaya eygun yer Luksor ve Karnak şehirleridir Bugün iki ayrı şehir yeri gibi gözükse de o dönemde birleşiktiler Nil kenarındaki Luksor daha ziyade yerleşim yeriyken bir iki km içeride bulunan Karnak tapınakların ve sarayların bulunduğu bir yerdi Bir başka ifadeyle her ikisi de birbiri için aksa'l medine'dir
O halde neden yahudi kaynakları Goşen'de ısrarlılar diye bir soru akla gelebilir Yahudi bilginleri tarihlerindeki pek çok noktayı sanki hiç yaşanmamış gibi göstermek istemişlerdir Bundan, bir şeylerin gizlenmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır İsrâiloğullarının tarihi gibi gizlenmeye çalışılan bir başka toplum tarihi yoktur Burada da aynı gayretkeşliği görebiliriz Hahamların bundaki amacının ne olduğunu araştırmacılar ortaya koyacaklardır
Arkeolojik buluntularda pek çok müphem nokta bulunmaktadır Kazıların eski hızında devam etmemesi ve şimdiye kadar ele geçen bulguların İslami kaynakların süzgecinden geçirilmemiş olması, bu müphem noktaların anlaşılmasına mani olmaktadır Kazılarda ele geçenleri inceleyecek "ehil ellere" şiddetle ihtiyaç vardır
II Ramses ve Mineptah'ın, Mûsâ aleyhisselamla çağdaş olduğu kesinleşir ise; "Onbinlerce suçsuç bebeği öldürtten, insanlara zulmeden ve Mûsâ aleyhisselamın henüz küçük bir çocuk iken değnekle kafasına vurduğu firavun işte bu, II Ramses'tir Diğeri de Mûsâ aleyhisselamın tebliğine ayak direyen, hicret ederken imha etmek için takip eden ve bu uğurda helak olanın mumyalanmış bedende müşahhas tanığıdır" diyebileceğiz
SUYUN ÖBÜR TARAFI
Mûsâ aleyhisselam, israiloğullarını Sina tarafına geçirdiğinde yaşanan olayları detaylı bir şekilde Kur'ân-ı Kerîm'de görmekteyiz Tahrif edilmiş olmasına rağmen bazı benzer olayları Kitab-ı Mukaddeste de görmekteyiz Kitab-ı Mukaddes detaylı bir şekilde incelendiğinde olayların etrafının bulandırıldığını ve sanki bir şeylerin gizlenmek istediğini görürüz Kur'ân-ı Kerîm'de ise bu gizlenen noktaların detaylı bir şekilde açıklandığına şahid olmaktayız Gizlenmek istenen olaylar, İsrâiloğullarının karakter zaaflarını gözler önüne seren refleksleridir Bu nedenle olsa gerek, yahudi bilginler, Tevrat'ı tahrif etmek bahasına gerçek bilgileri yok etmişlerdir Yine Kur'ân-ı Kerîm, Sina çölünde yaşanan olayları, onların başına kakarcasına anlatmıştır
|