![]() |
Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1 |
![]() |
![]() |
#1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1İslamoğlu Ye'cüc ve Me'cücü inkar ediyor Muhammed ESSUFİ Bu yazılarımızdan etkilenerek yanlış inançlardan tevbe edenler ve yanlış insanlardan uzak duranlar olabilir ümidiyle bu reddiyelerimizi inşâallâh sürdüreceğiz ![]() Bu yazılarımızdan etkilenerek yanlış inançlardan tevbe edenler ve yanlış insanlardan uzak duranlar olabilir ümidiyle bu reddiyelerimizi inşâallâh sürdüreceğiz ![]() ![]() Bizleri Kur’ân-ı Kerîm’e inanan ve buyurduklarını tahrife yeltenmeyen Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’ten kılan Allâh-u Te‘âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlardan ve: “Benim ve ashâbımın sahip bulunduğumuz Cemaat inancından bir karış ayrılan kişi, muhakkak İslâm ipini boynundan çıkarmış olur” (Tirmizî, no:2641, 2863,) buyuran Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Cemaati temsil eden ashâbına sınırsız salât-ü selâmdan sonra! Bu ayki yazımız yine Ehli Sünnet müdâfaası ve Ehli Bidat reddiyesi kapsamında Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an mealine ve tefsirine soktuğu bir bidati, bir tahrifi ve bir inkârı eleştirmek üzerine olacaktır ![]() ![]() ![]() Biz ancak kişilerin yanlış bulduğumuz fikirlerini ilmî cevaplarla reddetmeye ve insanların bu yanlışlara inanarak îmandan çıkmamalarına gayret etmeye yönelik faaliyetler içerisinde olabiliriz ![]() ![]() ![]() Fakat şunu insafla düşünerek bize hak vermeniz gerekir ki, itikadımıza göre Ehl-i Sünnet dışı bulduğumuz bir kişinin, insanı dinden çıkaracağına kanaat getirdiğimiz görüşlerinin Ehl-i Sünnet mensupları arasında, bilgisizlik ve seçici olmamak nedeniyle kabul gördüğünü müşahede etmemize rağmen, bu kardeşlerimizi bu yanlış inançlara uymamaları hususunda uyarmamamız, inançlarını bizden duydukları ilimlere emânet eden sevenlerimize karşı büyük bir hıyânet olmaz mı ve bu kıyamet gününde büyük bir vebâli mûcib olmaz mı? Bir çukura doğru gittiğini gördüğümüz görme engelli bir kişiyi uyarmamaktan ve elinden tutup selâmet yoluna iletmemekten daha büyük bir vicdansızlık olabilir mi? İşte biz arz-ı ekber günü: “Yâ Rabbi! Biz doğru bildiklerimizi bildirdik ve kötülükten nehyettik, ama herkes bizi dinlemedi ![]() ![]() ![]() Bugünkü reddiye konumuz, İslamoğlu’nun Ye’cûc ve Me’cûc mevzuundaki bâtıl fikirleri Kur’ân-ı Kerîm meâline dahil etmiş olmasıdır ![]() Şöyle ki: İslamoğlu, “Hayat Kitabı Kur’an-Gerekçeli Meal-Tefsir” namındaki kitabının birinci cildinin 575 ![]() ![]() “Ye’cûc ve Me’cûc’e helâki hak eden tüm toplumlardan söz edilen bir pasajda daha değinilir (21:95-96) ![]() ![]() ![]() Kendisinin bu konudaki görüşlerini imla hatalarına ve yazım çelişkilerine dahi riayet ederek hiçbir noktasını bile değiştirmeden naklettikten sonra, şimdi de havale ettiği notu yani Enbiyâ Sûresinin 96 ![]() “Musa Carullah’ın dediği gibi Ye’cûc-Me’cûc yeryüzünün her tarafında, her millette, her çağda bulunabilir ![]() ![]() ![]() Evvelâ İslâmoğlu’nun, görüşünü benimseyerek kendisinden nakil yaptığı bu kişiyi tanıyalım: Mûsâ Cârullah, (1875-1949) yılları arasında yaşamış, bir çok yanlış fikirleri olan bir şahıstır ![]() ![]() ![]() ![]() Onun bu görüşlerinden anlaşıldığına göre; İslâm için hak, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi bâtıl dinler için bâtıl demekten sakınılması gerekiyormuş ![]() ![]() Oysa Ye’cûc ve Me’cûc kavimlerinin, Zülkarneyn’in yolculuğu sırasında uğradığı belli bir mıntıkada bulunan iki dağın arasına demir parçaları ile kurşun kullanarak yaptığı muhkem bir seddin arkasında bulunan iki ümmet oldukları, kıyamete yakın vaat edilen zaman gelinceye kadar o seddi delemeyecekleri ve insanlara zarar veremeyecekleri Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça belirtilmiştir ![]() Nitekim Allâh-u Te‘âlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Sonra yine o (Zülkarneyn doğuyla batı arasında, doğudan kuzeye doğru üçüncü bir yola girerek maksadına ulaştıracak) başka bir sebep izledi ![]() Nihâyet (aralarına sed yapacağı) o iki dağın arasına ulaştığı zaman onların önünde öyle bir toplum buldu ki, onlar (dillerinin garipliği ve akıllarının kıtlığı yüzünden) hiçbir söz anlamaya yanaşmıyorlardı ![]() (Oranın halkı) dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Gerçekten Ye’cûc ve Me’cûc (isimli iki kabilenin mensupları) bu toprakta (katliâm, tahribât ve ekinleri telef etmek suretiyle) fesat çıkaran kimselerdir ![]() (Zülkarneyn (Aleyhisselâm) onlara cevâben) dedi ki: Rabbimin beni içerisinde yerleştirmiş bulunduğu (mallar, mülkler, sebepler ve alet-edevât gibi gerekli) şeyler (sizin bana teklif ettiğiniz ücretten) daha iyidir ![]() Öyleyse siz bana (parayla değil de,) bir kuvvetle (; insan gücü ve güzel sanat becerisiyle) yardım edin de sizinle onlar arasında (istediğinizden daha) sağlam bir sed yapayım! (Hadi) bana büyük demir parçaları getirin!” (Onlar da dediğini yaptılar ![]() ![]() Nihâyet (dağların) karşılıklı iki kenarın arasını düzlediğinde: “ (Körüklerle demir parçalarına) üfleyin!” dedi ![]() ![]() (Onlar söylenenleri harfiyyen yapınca, o sed iyice lehimlenerek sert bir dağ haline geliverdi ![]() ![]() (Bunun üzerine Zülkarneyn (Aleyhisselâm)) dedi ki: “İşte bu (seddi yapmaya muvaffak olmam), Rabbimden (kullarına karşı) büyük bir rahmet (eseri)dir ![]() ![]() ![]() İşte o (seddin arkasından çıkacakları) gün (aralarında vukû bulacak izdiham nedeniyle) Biz onların bir kısmını diğer bir kısmın içerisinde deniz dalgası gibi çarpışmakta olduğu halde bırakmışızdır ![]() Derken sûr içerisine üfürüldü de, artık Biz onları (hesap ve ceza için) tam bir toplayışla cem ettik!” (Kehf Sûresi:92-99) Diğer bir âyet-i kerîmesinde de onların şu anda dünya halkı içerisinde fesat çıkaramadıklarını, ama vakti gelip sedleri delinince süratlice her tarafa yayılacaklarını beyan sadedinde şöyle buyurmuştur: “(Hakkı bildikleri halde onda birleşmeyen kâfir milletlerin helâkleri böylece sürüp gidecek,) nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc (seddi) açılınca ki, onlar (dağ ve tepe gibi) her yüksek yerden (inerek, ekinlere ve canlılara saldırmak üzere) süratlice koşacaklar!” (Enbiyâ Sûresi:96) Ye’cûc ve Me’cûc hakkındaki hadîs-i şerîfleri konu edecek olursak bunlar ciltler dolusu kitaplara mevzu olacak kadar fazladır ![]() ![]() ![]() Sonra Îsâ (Aleyhisselâm)ın duasıyla boyunlarına musallat olan deve kurduyla top yekûn helâk olacaklardır, leşleri dünyâyı doldurunca Îsâ (Aleyhisselâm)ın duasıyla Allâh-u Te‘âlâ, uzun boyunlu develere benzeyen birtakım kuşları göndererek o leşleri dilediği yerlere attıracaktır ![]() ![]() Sonunda Allâh-u Te‘âlâ yeryüzünü cennet gibi yeşertecek ve Îsâ (Aleyhisselâm)ın beraberinde olan tüm müminlerin durumları düzelecektir ![]() Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) sed hakkında şöyle buyurmuştur: “Ye’cûc ve Me’cûc her gün onu kazarlar, tam delmeye yaklaştıklarında başlarındaki yetkili: ‘Dönün, yarın onu delersiniz’ der ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ebu’z-Zâhiriyye (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Müslümanların kıyamete yakın çıkacak fitnelerden sığınağı Dimeşk’tir, Deccal’dan sığınakları Beyt-i Makdis’dir, Ye’cûc ve Me’cûc’den sığınakları ise Tûr Mescidi’dir ![]() Zeyneb binti Cahş (Radıyallâhu Anhâ) şöyle anlatmıştır: Bir gün Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yüzü kızarmış vaziyette uykusundan uyandı ![]() Bir yandan da şöyle diyordu: “Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur, çok yaklaşan bir şerden dolayı vay Arapların başına gelecek olanlara! Bu gün Ye’cûc ve Me’cûc’ün seddinden şu kadar (az bir miktar) açılmıştır ![]() Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh) dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ye’cûc ve Me’cûc açılacak, onlar Allâh-u Te‘âlâ’nın: ‘Her yüksek yerden boşalıyorlar’ buyurduğu gibi, insanlara musallat olacaklar, Müslümanlar onlardan kaçarak şehirlerine ve kalelerine çekilecekler, hayvanlarını bile yanlarına toplayacaklar ![]() ![]() Kıymetli okuyucularımız! Takdiri size bırakıyoruz ![]() Bu tür milletlerin her zamanda ve her mekanda bulunduğunu söylemek, Kehf ve Enbiyâ Sûrelerinin âyetlerinde açıkça ifade edilmiş olan: “Vakti gelince seddin parçalanacağı” gerçeğini reddetmek mânâsı taşımaz mı? Bunca hadîs-i şerîf ve rivâyetlerde bu toplumların suları kurutacakları ve her türlü ifsadı yapacakları açıklanmışken, bu gün bir testi suyu bile birden içemeyen müfsitleri bunlar yerine ikame etmek, bu hadîs-i şerîf ve rivayetleri tanımamak olmaz mı? İslamoğlu’nun Ye’cûc ve Me’cûc hakkında kabule şâyan bularak naklettiği bu görüş, bunca âyet-i kerîmeyi ve mütevâtir hadîs-i şerîfleri inkâr etmek demek değilse, artık bu âyetleri ve hadîs-i şerîfleri inkâr etmek daha başka nasıl düşünülebilir? Bunca tahrif ve tevil, küfür ve inkâr sayılmayacaksa artık dinde adına inkâr denecek hiçbir şey kalmamış demektir ![]() ![]() ![]() Başka bir noktadan düşünecek olursak, kıyamete yakın sed parçalanmadan yerlerinden ayrılamayacak olmalarının bildirilmesi, şu anda dünyanın herhangi bir yerinde kesinlikle bulunamayacaklarını ifade etmektedir ![]() ![]() Artık Allâh-u Te‘âlâ’dan niyazımız, bizi de, siz okurlarımızı da, tüm sevdiklerimizi de Allâh-u Te‘âlâ’yı ve Rasûlünü yalancı çıkaran kişileri dinlemekten, kitaplarını okumaktan ve görüşlerine kapılmaktan muhafaza etmesidir ![]() ![]() ![]() ![]() Ahmet Mahmut ÜNLÜ kaldığımız süre içinde en azından katkımız olsun babından bir diziye başladık |
![]() |
![]() |
![]() |
Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1 |
![]() |
![]() |
#2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1Sohbetlerimize devam eden kardeşlerimizin:Mustafa İslamoğlu nasıl biri? Kitapları okunabilir mi ve derslerine gidilebilir mi? şeklindeki ısrarlı soruları üzerine bu fakir kardeşiniz, bu kişinin kitapları hakkında bir araştırma yapmak zorunluluğu hissettim ![]() Sohbetlerimize devam eden kardeşlerimizin: “Mustafa İslamoğlu nasıl biri? Kitapları okunabilir mi ve derslerine gidilebilir mi?” şeklindeki ısrarlı soruları üzerine bu fakir kardeşiniz, bu kişinin kitapları hakkında bir araştırma yapmak zorunluluğu hissettim ![]() ![]() Rahmân ve Rahîm olan Allâh ism-i şerîfiyle! Bizleri Ehl-i Sünnet itikadı üzere sabit kılan Allâh-u Te‘âlâ’ya hamd-ü senâdan, Cumhur’un yolundan ayrılanları, İslâm ipini boynundan çıkarmakla niteleyen Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e salât-ü selamdan ve O’nun yolundan bir karış bile ayrılmayan âl-i ashâbına hayırla duadan sonra: Sohbetlerimize devam eden kardeşlerimizin: “Mustafa İslamoğlu nasıl biri? Kitapları okunabilir mi ve derslerine gidilebilir mi?” şeklindeki ısrarlı soruları üzerine bu fakir kardeşiniz, bu kişinin kitapları hakkında bir araştırma yapmak zorunluluğu hissettim ![]() ![]() Bu esnada fıkıh âlimlerinin cumhurunu, “Hayızlı kadınların camiye giremeyeceği” gibi bazı fetvalarından dolayı Yahudilere meyletmekle suçladığını görmem de işin tuzu biberi oldu ![]() Sonra bana verilen “Üç Muhammed” kitabında, onun Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şanına tazim sadedinde yazılmış olan Kâzî İyaz (Rahimehullâh)ın “eş-Şifâ”sı ve İmâm-ı Süyûtî’nin “el-Hasâis”i gibi muteber eserlerde geçen sahih rivâyetleri tenkit ederek, “Bu kitaplarda anlatılan hârikulâde vasıfların Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)de bulunmadığı”nı söylemiş olduğunu görmem, bende tedavisi kabil olmayan çok derin bir yara açtı ![]() Ama daha sonra elime geçen “Gerekçeli Meal” kitabında onun, bu yazımızda örneklendireceğimiz üzere; “Teröristlerin cezasıyla ilgili” bir âyeti nasıl yok saydığını, “Tur dağının Yahudiler üzerine kaldırılması” gibi bazı mûcizeleri ne tür sudan bahanelerle reddettiğini ve “Uzeyr (Aleyhisselâm)ın yüz sene ölü bırakıldıktan sonra diriltilmesi” gibi, Allâh-u Te‘âlâ’nın yaşanmış olaylar olarak kıssa ettiği bir takım gerçekleri nasıl temsil ve mecaz olarak nitelediğini görünce, onun Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şanına izafe ettiği nâkısaları ve müctehid imamları Yahudilere meyletmekle suçlayarak onlara attığı iftiraları yadırgamaz hale geldim ![]() İnşâallâh bu yazımızı takip edecek yazılarımızda, onun bu tür fasit ve müfsit görüşlerini ibtal etmek üzere bir takım ilmî reddiyeler kaleme alacağız ![]() ![]() ![]() “Allah’a ve Rasûlü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğu yaymaya çalışanların öldürülmeleri ya da asılmaları veya muhalefetlerinden dolayı ellerinin ve ayaklarının kesilmesi, yahut bulundukları yerden sürülmeleri, sadece (âdil) bir karşılıktan ibarettir ![]() ![]() Yazar bu âyetin dipnotunda (1/197) şu kaydı düşmüştür ![]() ![]() ![]() Mezkûr şahsın mealini ve gerekçesini böylece okumuş oldunuz ![]() ![]() ![]() İşte sana! Bu (cezalar), dünyâda onlar için büyük bir (alçaklık, rezillik ve) rüsvaylıktır, (günahlarının büyüklüğünden dolayı) âhirette ise kendileri için pek büyük bir azap vardır!” Görüleceği üzere İslamoğlu, Kur’ân-ı Kerîm’in metninde olmayan birçok kelimeyi metne sokmasının yanısıra, dipnotta bu âyetin bir “İnşâ” değil de, bir “İhbar” olduğunu öne sürmüştür ![]() ![]() Onun dediğine göre bu âyet-i kerîmede zikredilen ceza hükümleri, bir haber niteliği taşımaktaysa, bu haber kimlerin uygulamasını bize nakletmektedir ![]() ![]() ![]() Onlar bu cezalara maruz kalacak yerde sadece bunları hikâye gibi dinlediklerinde, rezil olacak yerde gülüp sevineceklerdir ![]() Yine böylece bu durumda bir sonraki âyet-i kerîmede konu edilen: “Ancak siz kendilerini yakalamadan tövbe edenler müstesna” kavl-i şerîfi, mânâsız boş bir kelâmdan öte geçmeyecektir ![]() Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de aynı ifadeyle zikredilen: “Fakat eğer onlar sizinle (Mescid-i Haram’da) savaş (başlat)ırlarsa, (oranın hürmetini önce onlar ihlâl ettiği için,) siz de (hiç aldırmadan) onlarla savaşın ![]() ![]() “Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadına gelince; her ikisinin (çalıp) kazanmış oldukları şeye ceza olarak, Allâh’tan caydırıcı bir azap olmak üzere ikisinin de (sağ) ellerini (bileklerinden) kesin! ![]() ![]() ![]() ![]() “Ey iman etmiş olan kimseler! Siz ihramlı kişilerken av öldürmeyin! İçinizden her kim onu kasten öldürürse, işte sana! (O kişinin yapması gereken öldürmüş olduğu hayvanın misli bir ceza (ödemesidir) ki; sizden adâlet sahibi iki kişi ona karar verecektir… ![]() ![]() ![]() Oysa Fahru’r-Râzî, Beyzâvî ve Nesefî gibi birçok tefsirde: “Allâh-u Te‘âlâ ile muhârebe yapılamayacağından dolayı burada Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerine muhâlefet eden ve Rasûlünün hükümlerine başkaldırmış olan kimselerin cezası konu edilmiştir” denilerek bu âyet-i kerîmenin bir haber niteliğinde olmayıp, İslâm’ın bir had cezasını beyan ettiği belirtilmiştir ![]() İslamoğlu bu âyet-i kerîmenin hükmünü yok saymakla kalmamış, üstelik “Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in böyle bir tatbikatı olmadığının tarihi bir gerçek olduğu”nu savunarak tarihi bir iftirada bulunmuştur ![]() ![]() ![]() Fakat sonra Medine’nin havası kendilerine yaramayınca hastalanıp zayıflamaya başladılar ve ovadaki develerin yanına gidip onların sütlerinden içerek sağlıklarına kavuşmak için Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den izin istediler ![]() Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in müsâadesi üzere Kuba civârındaki zekât develerinin yanında bir müddet kalıp iyileştiklerinde, dinden dönerek develerden birini boğazladılar, çobanlardan birinin ellerini ve ayaklarını kesip, diline ve gözlerine de diken batırarak ölünceye kadar kızgın güneşin altında bıraktılar, diğer develeri de alıp götürdüler ![]() Sağ kalan bir çobanın haberi üzerine Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yirmi kişilik bir müfrezeyi onların takibine gönderdi ![]() ![]() ![]() İslamoğlu’nun, bu rivâyetleri bilmeyecek kadar cahil biri olmadığını düşünürsek, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu âyeti tatbik etmediğini söylemesi, bizde ister istemez burada bir sû-i kasd (kötü niyet) bulunduğu düşüncesini uyandırmıştır ![]() ![]() Ayrıca bu âyet-i kerîme, teröristlere uygulanacak ceza hakkında Kur’ân-ı Kerim’de misli bulunmayan tek âyet olma özelliğini taşıdığı için bütün müctehidler tarafından işletildiği ve kendisinden ciltler dolusu hükümler istinbat edildiği, dört mezhebin fıkıh kitaplarında kaleme alınmıştır ![]() ![]() El-Mevsû‘atü’l-Fıkhiyye isimli eserde (17/158-161) zikredildiğine göre: “Kendileri yakalanmadan önce tövbe etmedikleri müddetçe muharib (terörist)lerin cezalandırılmasının, kaldırılmaya ve bağışlanmaya elverişli olmayan İlâhî hadlerden bir had olduğu” hususunda fıkıh âlimleri arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur ![]() ![]() Ancak o kimseler müstesnâ ki kendilerine güç yetirmenizden önce tevbe etmiştirler! Bilin ki; Allâh gerçekten Ğafûr’dur; Rahîm’dir ![]() ![]() Fıkıh âlimleri, âyet-i kerîmede geçen cezaların nasıl uygulanacağı hakkında farklı görüşler serdetmişlerdir ![]() ![]() Buna göre; hem öldürüp hem mal alan öldürülüp asılır, sadece mal almakla yetinenin sağ el ve sol ayağı kesilir, eşkiyalık yapıp yolcuları korkutan, fakat öldürme ve mal alma gibi suçlara bulaşmayan kimseler sürgüne gönderilir ![]() ![]() İmâm-ı Ebû Hanîfe (Radıyallâhu Anh)a göre; muharib kimse bir insan öldürmeden veya bir mal gasbetmeden yakalanırsa, tazir (azarlanma) cezasına çarptırıldıktan sonra tövbe edinceye kadar hapsedilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İmâm-ı Mâlik (Rahimehullâh)a göre ise; öldürenin mutlaka öldürülmesi gerekir ![]() ![]() ![]() Görüldüğü üzere; dört mezhebin sahibleri olsun, mezheb içi müctehidler olsun, hepsi de bu âyet-i kerîmeyi tahlil ve tatbik etmişler, hiçbiri hükümsüz kabul etmemişlerdir ![]() ![]() Burada beni daha çok şaşırtan şu olmuştur; İslâmoğlu’nun beyânına göre bu “Gerekçeli Meâl”in fıkhî notları Hayrettin Karaman’la müzâkere edilmiş! Bu durumda böyle bir târihî hatâ onun da mı gözünden kaçmış yoksa o da mı aynı görüşte?! Eyvâh ki ğarîb oldu şerî‘at-i Muhammed, Ki kaldı bu misilli ulemânın eline! Allâh-u Te‘âlâ’nın âyetlerinden birini inkâr, tümünü inkâr sayılacağına göre, işin ne boyuta vardığı siz okurlarımızın isabetli anlayışlarına havale edilmeye değer bir husustur ![]() ![]() ![]() Ahmet Mahmut ÜNLÜ |
![]() |
![]() |
![]() |
Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1 |
![]() |
![]() |
#3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1İslamoğlu, Eşarîliği eleştirirken Mâtürîdîliğe tutunuyor, bu toprakların Müslümanlarının Mâtürîdî oldukları halde nasıl Eşarîleştirildiklerinden dem vuruyor ve derin vahlar çekiyor ![]() ![]() 01 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Özellikle ifade etmeliyim, bu tür konuşmalar ortalama bir müslümanda sadece kendi dindarlığından şüphe etmek gibi bir reaksiyona yol açmakla kalmıyor, ilaveten dinin kaynaklarına ve temel ilkelerine dair zamanla nüksedecek derin şüpheleri de besliyor ![]() İslamoğlu, Eşarîliği eleştirirken Mâtürîdîliğe tutunuyor, bu toprakların Müslümanlarının Mâtürîdî oldukları halde nasıl Eşarîleştirildiklerinden dem vuruyor ve derin vahlar çekiyor ![]() ![]() Ömer Nesefî’nin metnini de Taftâzânî’nin şerhini de okumuş, okutmuş ve Türkçeye çevirmiş biri olarak hayret ve ürküntü ile karışık acı bir tebessüm ilişiyor yüzüme ![]() ![]() ![]() Mesela sormak isterim; kader konusunda Eşarîler, kulun fiilini Allah yaratır derken acaba Mâtürîdîler –Mutezile ile bir olup- kulun kendisi mi yaratır demiştir? Ya da Eşarîler insan eylemlerini Allah’ın iradesi, takdiri ve kazasına bağlarken sözümona Mâtürîdîler –yine Mutezile ile bir olup- hayır, insan eylemleri Allah’ın ne iradesi, ne takdiri ve ne de kazasıyla olmaktadır mı demiştir? Tam aksine bu konularda Eşarîler ne demişse Mâtürîdîler de aynı şeyi söylemişlerdir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eşarî taşlaması uğruna servis edilen işbu Matüridî propagandasına kim kanar? İslamoğlu’nun, Matüridîliği benimsediği için Eşarîliği eleştirdiğini hiç düşünen olmuş mudur? Tıpkı Kemalistlerinki gibi İslamoğlu’nun Mâtürîdî retoriği de inandırıcı değildir; çünkü altı boştur ![]() ![]() ![]() Matüridîlik, Kemalist dönemden beri bu ülke Müslümanlarının vicdanında sadece Eşarî taşlamacılığı için edinilmek istenen güvenli bir sığınaktır… Yoksa Matüridî metinlerinde İslamoğlu’nun yüzünü buruşturacak onlarca kazıyye olduğunu görüp bilmek için çok değil kaza-kader bahsini okumak kâfi ![]() ![]() Evet, ileride örneklendireceğim üzere bu ülkede Eşarî sendromu, aslen Kemalistlerin problemidir ![]() ![]() ![]() İslam’ı, ideolojik motivasyonla okuyan ve ayetlere sürekli ideolojik arkaplan çıkartmaya çalışan idrakin temel handikapıdır bu ve maalesef hep böyle bir trajediyle sonuçlanmıştır ![]() ![]() ![]() ![]() Şimdi İslamoğlu’nun dersteki konuşmasının satır başlarından hareketle kaza-kader, Eşarîlik, Mâtürîdîlik meselesine dair sarf ettiği sloganlara bir göz atalım ![]() Sloganların büyüsü Hazır yeri gelmişken arz edeyim: Slogan diyorum ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Dinleyenlerden biri de kalkıp “hocam öyle diyorsun ama filan ayette de tam aksi ifade ediliyor”, demez, diyemez ![]() ![]() ![]() ![]() Hal böyle olunca kimse salondan çıktığında merak edip mesela Prof ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu cümleyi okuyan İslamoğlu izleyicisinin tepkisini merak ediyorum ![]() Evet, maalesef İslamoğlu bir şeyler yapıyor ama yaptığından çok daha fazla yıkıyor ![]() ![]() ![]() Aşağıda kalın fontlarla İslamoğlu’nun mezkur derste diline doladığı bazı sloganlara, ardından kısa kısa tenkitlerimize yer vereceğiz: 1 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Söze önce bu topraklarda Matürîdîliğin okutulmadığı yönündeki iddiayı irdeleyerek başlayalım ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Keza Ömer Nesefî akaidi’nin, bir Eşarî olan Taftâzânî’nin şerhiyle birlikte okutulması, bu topraklarda Mâtürîdî akidesinin okutulmadığı, Eşarî akidesinin okutulduğu anlamına gelmez ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Mâtürîdîlik ve kader inancı Tabsıra’da kader inancı yoktur sözü tam bir çarpıtmadır ![]() ![]() ![]() Peki, İslamoğlu bu iddiayı neye dayandırıyor diye sorabilirsiniz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Burada önce şu iki hususun altını çizmemiz gerekiyor ![]() ![]() Altı çizilmesi gereken ikinci husus şudur: İmam Nesefî’nin cümlelerinde ne imanın şartlarından ne imanın şartlarının sayısından ve ne de bunların beş tane olduğundan söz edilmektedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ayrıca imanın şartları bağlamında olmasa bile sonuçta mezkur esaslar zikredildiği halde neden kadere iman zikredilmemiştir, diye bir soru da çok anlamlı değildir ![]() ![]() ![]() ![]() Şimdi sözün baş kısmında “tasdiki gereken bütün esaslar…” ifadesiyle bu son cümleyi birlikte düşündüğümüzde ortaya çıkan sonuç şudur: İman esasları sadece örneklerine yer verilen 5 maddeden ibaret değildir ![]() ![]() ![]() Peki zikredilen 5 esasın dışında Nesefî’nin iman edilmesi gerektiğini söylediği diğer esasların arasında kader inancı var mıdır? Bunun cevabı için Tabsıra’nın diğer bölümlerine müracaat etmek gerekecek ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eşarîlik bir virüs müdür? 2 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu’nun sözkonusu derste sarfettiği ürkütücü sözlerden biri de Eşarîliğin virüs olduğunu ifade eden ilk cümle ![]() ![]() İşin bu kısmını İslamoğlu’nun vicdanına bırakıp biz iddiaya geçelim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Mealen İslamoğlu’nun dayandığı gerekçeler bunlar ![]() ![]() Hakikaten durum böyle midir? Söze şuradan başlayalım ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Allah’ın sıfatlarına dair inancımızın kaynağı diğer bütün dinî meselelerde olduğu gibi elbette naslardır ![]() ![]() ![]() ![]() O varlığı zorunlu/vacibü’l-vücud, bizler varlığı olumsal/caizü’l-vücud varlıklarız ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Kader konusunda da iki mezhep arasında mutezileyle olan ihtilaflarını andıracak kadar bir ihtilaf bulunmamaktadır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İnsan merkezli Allah tasavvuru söylemine gelince, Allah inancında insanı merkeze alan, insan tecrübesi üzerinden hareket eden yöntemin doğrudan neye tekabül ettiği ve varsa sınırlarının ne olduğu hususu son derece mübhemdir ![]() ![]() Şurası dikkatten uzak tutulmamalıdır; insan idrakini esas alan Allah tasavvuru, ucunda Hasan Hanefî’nin antropolojik Allah tasavvurunu barındıran son derece muhataralı bir söylemdir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eğer insan merkezli teolojiden maksat insan tarafından anlaşılabilir bir Allah tasavvuru arayışı ise kelam ilminin yaptığı da bizzat budur ![]() ![]() ![]() İnsan merkezli Allah inancı söylemi diğer yandan da kıyasü’l-gâib ale’ş-şâhid yöntemini akla getirmektedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Gerek Eşarîler gerekse Mâtürîdîler aynı konuda ne insanı, ne de insanî tecrübeyi dikkate almışlar, kıyasü’l-gâib ale’ş-şâhid yapmak yerine, konuyla ilgili açık ve meşhur naslara dayanarak ruyetüllahı savunmuşlardır ![]() Bunun yanında Eşarîler olsun Mâtürîdîler olsun Ehl-i Sünnet kelamcıların kıyasü’l-gâib ale’ş-şâhid yöntemine tümden sırt çevirdikleri söylenemez ![]() ![]() ![]() Aksi takdirde insan kendisine bakarak bir Allah tasavvuru geliştirecek olursa tenzih esası ciddi biçimde yara alır ![]() ![]() Bu ve benzer endişeleri göz önünde bulunduran Ehl-i Sünnet kelamcılar, insan algısını esas alan insan merkezli bir Allah tasavvuru yerine “leyse kemislihi şey’ün” [O’nun benzeri hiçbir şey yoktur] (Şûrâ, 11) ve benzeri ifadelerle Allah’ın aşkınlığının altını çizen naslara istinaden tenzih merkezli bir Allah inancı ortaya koymuşlardır ![]() İslamî ilimler örgüsü ve kelam-tasavvuf bütünlüğü Bu bapta şunu da eklemeliyiz; anlattıklarımız Eşarî kelamcıların, Allah’ın insana şah damarından daha yakın olduğu, insana şefkat, merhamet gösterdiği, rahmetinin gazabını geçtiği yönündeki hakikatleri ve bu hakikatlere ibtina eden Allah ile kul yakınlığını, tasavvuf edebiyatındaki takribî ifadesiyle cem gerçeğini yok saydıkları anlamına gelmez ![]() Söz bu noktaya gelmişken İslamî ilimlerin doğasını ve her birinin hususî alanını kavramanın ehemmiyetine işaret edelim ![]() ![]() ![]() ![]() Akla ve düşünceye hitap etmesi bakımından kelamın dili tenzih/fark karakterli olduğu halde kalbe hitap etmesi bakımından tasavvufun dili Allah-insan yakınlığına odaklı cem merkezlidir ![]() ![]() ![]() ![]() Bu bakımdan İslamî ilimlere muhtelif ünitelerden oluşan bir bütün olarak bakmalı, Kelamı bu bütünlük içinde kendine has mevkii ve misyonu açısından değerlendirmelidir ![]() ![]() Ulusalcı Kemalistlerin Eşarîlik sendromu 3- İslamoğlu diyor ki: “Eşarîlik tabiat kanunlarını inkar ederek bilimi de kurutmuştur ![]() neşv u nema bulduğu yerlerde bilim adamı yetişmemiştir ![]() Aslında bu sözler, Ulusalcı Kemalist çevrenin Müslümanlığımıza saldırırken dillerine doladıkları tipik ideolojik ithamların bir başka versiyonudur ![]() ![]() ![]() ![]() Meramımıza ışık tutması bakımından MHP eski milletvekillerinden kadim diplomat Gündüz Aktan’ın Cumhuriyet ideolojisiyle Matüridîlik-Eşarîlik denklemine dair kurgusu manidardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Gündüz Aktan’ın oğlu Uygar Aktan’ın Türk-İslam idelojisi adına Eşarîliğin ne denli tehdit olduğunu ifade sadedinde İslamoğlu’nun tespitlerini çağrıştıran şu açıklamaları da birlikte okunduğunda bugün Eşarî karşıtlığında hangi çevrelerin aynı hatta hizalandığını görmek şaşırtıcı olsa gerek: “Osmanlı'nın, Hanefi-Maturidi akaidini göklere çıkarıp, medreselerde tam tersi bir çizgiyi savunan Eşarîliği okutmasının yıkılışımıza nasıl yol açtığına dair tek analiz yapmazlar ![]() ![]() Kemalistler zaman zaman yerleşik İslam algısına yönelik eleştirilerini İmam Gazzali üzerinden dile getirirler ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu’nda da baba-oğul Aktan’larınkinin aynısı, Gazzalî saldırılarının ise benzeri bir yaftacılıkla karşılaşıyoruz ![]() ![]() Eşarîlik ve zorunsuzluk teorisi Önce Eşarîliğin görüşünü özetleyelim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eşarîler burada evrenin tabii cereyanında Allah’ın eşyaya canlı ve kesintisiz bir müdahalesi bulunduğunu, ister maddî ister ruhî olsun evrende olan biten hiçbir hadisenin kuru sebep-sonuç döngüsüne indirgenemeyeceğini ilkeleştirirler ![]() ![]() ![]() ![]() Şu da unutulmamalıdır, Allah’ın iradesinin evrene müdahilliğinin yanında Eşarîleri bu düşünceye iten ana sebeplerden biri de mucizelerin inkârının önüne geçmektir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Modern dönemde de pozitivist bilim anlayışının etkisinde kalan İslam modernistlerinin gerek mucizeler karşısındaki kuşkucu tavrı gerekse Eş’arilik alerjisi bu açıdan ilginç bir kesişmedir ![]() İslamoğlu, ön yargıdan kurtulup Eşarîliğin zorunsuzluk teorisinden köklü ve özgün bir bakış açısı geliştirip modern dönem felsefe-din tartışmalarına katkı sağlamak dururken maalesef Kemalist orkestraya katılıp reddi mirası tercih etmiştir ![]() Şüphesiz bu aymazlık onun zorunsuzluk teorisinin modern felsefe tartışmalarına, özellikle din ve ahlak lehine kazandırdığı son derece olumlu ve özgün katkıdan habersiz olduğunu gösteriyor ![]() Emile Boutroux ve Zorunsuzluk Kelam-felsefe tarihimizde Eşarîlik tarafından temsil edilen zorunsuzluk görüşü 19 ![]() ![]() ![]() ![]() Eşarîlik ve Bilim İslam bilim tarihinde bir donma olmuş mudur, olmamış mıdır, tartışması ayrı bir konudur ![]() ![]() ![]() Eşarîliğin hayli yaygın olduğu Horasan –Belh, Nisabur, Herat, Merv- diyarı,[11] bugün İran, Afganistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere birçok ülke topraklarına yayılan geniş bir bölgedir ![]() ![]() ![]() Türk İslamı söylemini dillendirenlerin, Osmanlı astronomi biliminin müessisi olarak gördükleri Ali Kuşçu hayranlığı malumdur ![]() ![]() İslamoğlu da Eşarî kelamıyla bilim yapılamayacağını iddia ederken nedense tarihte yaşamış bilim adamlarından Eşarî olanlar var mıdır, Eşarîliğin yayıldığı coğrafyalarda bilimsel faaliyetler ne durumdadır, diye merak etmiş değildir ![]() ![]() Ali Kuşçu’nun Kelam ilminde yazdığı muhalled eseri Şerhu’t-tecrîd bir Eşarî kelam kitabıdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ayrıca bu durum sadece Ali Kuşçu’yla da sınırlı değildir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bir paranoya: Eşarîlik ve Cahiliye İnancı 4- İslamoğlu diyor ki: “Eşarî kelamı Kur’an’ın arkasından dolanmıştır ![]() İslamoğlu, burada Emevilerle Eşarîler arasında paralellik kuruyor ve Eşarîliğin savunduğu kader görüşünün cahiliye inancını hortlattığını ileri sürüyor ![]() ![]() ![]() ![]() Bu demek oluyor ki, yüzyıllar boyunca milyonlarca Müslüman Kur’an’ın değil, cahiliye inancının takipçisi olmaktadır ![]() ![]() ![]() Önce cahiliye dönemi kader inancı konusunda çok net bilgi sahibi olmadığımızı belirtmeliyiz ![]() ![]() ![]() ![]() Yine de bir şekilde konuyla ilişkilendirilebilecek ayetlere baktığımızda görünen o ki, Cahiliye Araplarında Yaratıcı’ya karşı sorumluluk duygusundan kurtulabilmek için her kılığa giren, özde inkarcı tutumunu savunma adına birbirine zıt inançlardan bile yararlanmaya çalışan pragmatist bir yaklaşım vardı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu durumda Cahiliye Arabı için açık ve net bir kader anlayışından bahsetmek mümkün olmadığına göre Eşarîlerle Cahiliye Arabı arasında kader inancı konusunda paralellik kurmak ciddiye alınabilecek bir iddia değilse de Eşarîleri Cahiliye inancının hortlatıcısı gibi takdim etmek, hadsizlik ve densizlik bağlamında ciddiyetle ve ibretle incelenmesi gereken bir tutumdur ![]() Eşarîlerin teorize ettiği kader inancı temelde Mutezile’nin geliştirdiği kader anlayışına karşı geliştirilmiştir ve bu konuda yazının baş kısımlarında da ifade ettiğimiz gibi Eşarîlerle Mâtürîdîler arasında temelde bir fark yoktur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Kur’an-ı Kerim’de kader 5- “Kur’an’ın hiçbir yerinde şer Allah’a isnad edilmez, hayır Allah’a isnad edilir ![]() İslamoğlu’nun Kur’an’da yerleşik kader inancının olmadığını iddia sadedinde sarfettiği sözlerden biri de buydu ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Mücerred şerri Allah’a isnat etmek edebe muğayir olsa da konu şerrin yaratılması ve ezelde takdir edilmesi meselesi olunca durum değişmektedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ancak bizler başımıza gelen kötülüğün, her ne kadar Allah tarafından takdir edilmiş ve yine O’nun tarafından yaratılmış olsa da, kendi nefsimizin bir kusurundan kaynaklandığını düşünür, bundan dolayı haşa Allah’ı mesul tutmaya kalkışmayız ![]() ![]() ![]() Şu halde farklı bağlamlara ve farklı noktalara işaret etmeleri itibarıyla ilgili ayetler arasında bir çelişki olmadığı gibi iyiliğin Allah’tan, kötülüğün nefisten bilinmesi ilkesiyle Eşarîsiyle Mâtürîdîsiyle bilumum Ehl-i Sünnet topluluğun inancı olan “hayır da şer de Allah’tandır” ilkesi arasında da bir çelişki yoktur ![]() ![]() ![]() ![]() Sonuç yerine Son olarak cımbızcılık marazına dikkat çekmek amacıyla burada İslamoğlu’nun delil edindiği bir ayete yer vermeliyim ![]() ![]() ![]() Eşarîlik eleştirisi sırasında İslamoğlu bu ayeti referans alıyor ve kötülüğün insandan olduğunu söylüyor ![]() ![]() ![]() Kader inancını reddetmek telaşına düşen İslamoğlu okuduğu ayetin devamının iddiasını nakzettiğini maalesef göremiyor ya da ayetlerden söylemiyle örtüşen kısımları alıp, diğer kısımları bırakıyor ![]() ![]() İslamî ilimler içinde ulemanın örgüleştirdiği nasları okuma ve tefsir etme yöntemine burun kıvıran kimselerin Kur’an okumaları hep böyle problemlidir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşin en vahim kısmı, anlamı mayalayan sözkonusu kavramların somut anlamı ve sınırları son derece muğlaktır ![]() ![]() Talha Hakan Alp Darulhikme | Darulhikme [1] Mehmet Fatih Kaya hoca [2] Nureddin es-Sabuni/Bekir Topaloğlu, Matüridiyye Akaidi, Diyanet işleri başkanlığı, 5 ![]() ![]() ![]() [3] Ebu’l-Muin en-Nesefi, Tabsıratü’l-edille, c ![]() ![]() ![]() [4] A ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() [5] İbn-i Ebî Azebe, er-Ravdatü’l-behiyye fîmâ beyne’l-eşâira ve’l-mâtürîdiyye, s, 101 [6] Fethi Ahmet Polat, Çağdaş İslam Düşüncesinde Kur’an’a Yaklaşımlar, s ![]() ![]() [7] Atatrk ve laiklik / Yazarlar / Milliyet Gazete [8]http://www ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() [9] İmam Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife, s ![]() ![]() [10] Mehmet Ali Dombaycı-Aytekin Demircioğlu, Gazali’de Zorunsuzluk ve Ahlak, BİDDER Sosyal Bilimler Dergisi, c ![]() ![]() ![]() [11] Abdurrahman Bedevî, Mezahibü’l-İslamiyyîn, s ![]() ![]() [12] Ali Kuşçu’nun Semerkantlı olmasından hareketle onun Matürîdî olduğunu iddia edenler olabilirse de, eseri bunun mesnetsiz olduğunu gösterir ![]() [13] Cafer es-Sübhânî, Buhûs fi’l-milel ve’n-nihal, c ![]() ![]() ![]() [14] Prof ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() [15] A ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() [16] Abdulkerim Tettân-Muhammed Edib el-Keylânî, Avnü’l-mürîd li şerhi Cevhereti’t-tevhîd, Dimeşk, 1994, c ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1 |
![]() |
![]() |
#4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1Mustafa İslamoğlu'nun bir soruya verdiği cevap üzerine Hz ![]() ![]() Nüzûl-i İsa Hadisleri: Mustafa İslamoğlu'nun bir soruya verdiği cevap üzerine Hz ![]() ![]() ![]() ![]() Mezkur kesim öncülüğünde televizyon ekranlarına kadar uzanan tartışmalar bu gibi konuları birçok Müslümanın zihninde çözüm bekleyen sorunlar haline dönüştürmüş ve haliyle şu soruyu gündeme taşımıştır: Bir Müslüman bu konularda nasıl bir tavır sergilemelidir? Nüzûl-i İsa ve benzer konulardaki tavır ne olmalıdır? Yolunu, usulünü ve kaynaklarını bilen bir mümin için değişen bir şey yok; dün bu konular ne ifade ediyor idiyse bugün de onu ifade ediyor ![]() hakikatlerdir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ancak İslam modernistleri için durum bu kadar net değil ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Son dönemde modernist ilahiyatçı çevrenin yoğun olarak tefsir ve hadis ilimleri alanında yaptığı çalışmaları ve bu meyanda özellikle Mutezile üzerine hazırlanan tezleri aslında mevcut yapı içinden tesis edilmek istenen metodolojiye malzeme ve mesnet arayışı olarak görmek mümkün ![]() Modernist ilahiyatçı kesim bu nitelikte tez ve makalelerle metodoloji tesis etmeye çalışarak işin atölyecilik kısmını deruhte ederken, bir yandan da bu çalışmaların piyasaya arzını üstlenen “pazarlamacılar” dikkat çekiyor ![]() tabanın talebine uyarlama konusunda akademisyenlere göre daha başarılı kimseler ![]() Müslüman tabanının İslam modernistleriyle münasebetlerine gelince şimdilik taban daha çok pazarlamacılarla muhataplık kurabiliyor ve İslamî telakkilerini de bunların el yordamıyla toparlayabildikleri üzerine bina ediyor ![]() Pazarlamacıların Hz ![]() ![]() Yolu bulunursa ilgili nasların reddi, bulunamazsa bir şekilde lafzı tevil etmek ![]() İşte bu makalenin yazılmasına bais olan Mustafa İslamoğlu'da Hz ![]() genellemelere sarılarak Hz ![]() ![]() ![]() Ancak eleştiriye geçmeden önce şu notu düşmekte fayda mülahaza ediyorum: İslamoğlu’nun İslamî bilgi ve tasavvur alanlarında yetkin olmadığını, dolayısıyla bu alanlarda verdiği ürünlerin yarardan çok zarar getirdiğini düşünüyorum ![]() ![]() Bu vesileyle gerek yazı gerekse hitabet aracılığıyla Müslüman kitleye şu veya bu ölçüde tesir eden kimselerin hata ve sevapları karşısındaki tavrımı şu cümlelerle özetleyebilirim: Bu kimselerin hizmetlerine ya da olumlu yanlarına karşı hakkaniyet ve adalet ölçüleri dâhilinde takdir ve şükran duygularımı hiçbir surette esirgemem ![]() ![]() ![]() ![]() Mustafa İslamoğlu’nun nüzul-i İsa ve ilgili hadisler hakkındaki görüşü Bu açıklamalardan sonra İslamoğlu’nun Hz ![]() ![]() ![]() SORU: Sorum Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (02/03/2007) CEVAP: Aynen ben de öyle yapıyorum ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() içerir ![]() ![]() ![]() ![]() (Kaynak: MUSTAFA İSLAMOĞLU ) İslamoğlu’nun Hz ![]() ![]() ![]() ![]() verebildiğini de belirtiyor ![]() ![]() kalınarak anlaşılmaya çalışıldığında bunların açık biçimde Hz ![]() ![]() ![]() Soruyu soran kimse daha sonra konuyla ilgili Buharî ve Müslim’de nakledilen hadisler karşısında çaresiz kaldığını söyleyerek İslamoğlu’ndan yardım istiyor ![]() ![]() değil, tevilidir ![]() ![]() ![]() takipçilerine döneceğini bildirmektedir ![]() İslamoğlu’nun cevabından üç şey çıkıyor: Birincisi, Hz ![]() ![]() ![]() haber-i vahidler zan ifade ederler ![]() ![]() Mesele anlaşıldığına göre sözü daha fazla uzatmayıp bu üç nokta üzerinden İslamoğlu’nun görüşünü değerlendirebiliriz ![]() Nüzûl-i İsa hadisleri tevil edilebilir mi? Birincisi, Hz ![]() ![]() ![]() konuştuğumuz konu hakkında daha temelli ve net fikirler ortaya koymamız mümkün olabilir ![]() Kaynaklarda Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ölümünden önce ona/İsa’ya iman etmemiş olsun ![]() ![]() Bu konuda varid olan hadislere bir diğer misal de Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu konuda farklı sahabiler tarafından nakledilen hadislerin sayısı hayli kabarıktır ![]() ![]() ![]() Peygamber Efendimiz’in anlatmak istediği şeyin mahiyet ve keyfiyeti hakkında yeterince fikir veriyor ![]() ![]() ![]() Meallerine yer verdiğimiz hadislerde ilk dikkat çeken husus olarak, Allah Resulü’nün sadece Hz ![]() ![]() ![]() ![]() yanında yukarıda mealini verdiğimiz Cabir hadisinde de olduğu gibi Ümmet-i Muhammed’le arasında geçecek olan konuşmaların içeriğine kadar teferruata da girmektedir ![]() Bu kadar somut anlatım ve detaylı bilgiyi göz önünde bulundurursak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Hz ![]() ![]() ![]() ![]() Biraz daha detaya inerek konuyu dil ve usul yönüyle ele alalım ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ilgili teveffî kelimesine yapılan atıf sorunludur ![]() ![]() ![]() ![]() nüzul-i İsa’yı fizik şartlar açısından imkânsız bulanların iddiaları da, Allah’ın kudretini fizik kanunlarıyla sınırlandırmak suretiyle fiziği mutlaklaştıran vahim bir yanlışı sergilemektedir ![]() Ortada sahih bir delil bulunmadığına göre nüzul kelimesini açık anlamından çıkartıp başka anlamlara çekmek izah edilebilir bir yol olmasa gerektir ![]() Dikkat edilirse yukarıda nüzul kelimesini bedenle inmek anlamının dışına çekmekten bahsederken “farzı muhal” tabirini kullanarak nüzulün başka anlama çekilmesinin usul açısından imkânsızlığına işaret ettik ![]() ![]() bedenle inmek anlamına olan delaletini anlatmaya açık/zahir kelimesi de yetmez ![]() ![]() ![]() olamayacağını göstermektedir ![]() Birinci meseleyi toparlayacak olursak İslamoğlu’nun, ilgili hadisleri Hz ![]() ![]() ![]() Nüzul-i İsa hadisleri mütevatir değil midir? İkincisi, Hz ![]() kullanımına göre, mütevatir olmayan hadisler demek olduğundan konuya mütevatir hadislerin tarifiyle giriş yapmamız gerekiyor ![]() Bir terim olarak mütevâtir hadis, örfen, yalan üzerinde söz birliği etmiş olmalarına ihtimal verilemeyecek sayı ve keyfiyeti haiz kimselerin/topluluğun rivayet ettiği hadis demektir ![]() müşahhas ifadeyle mütevâtir hadis, ilk kaynağından itibaren her tabakasında kalabalık gruplar tarafından rivayet edilen ve rivayet edenlerin normal şartlarda yalan söylediklerine imkân verilemeyen hadislerdir ![]() Mütevatir hadis konusunun detayları burada bizi ilgilendirmediği için fazla teferruata girme gereği duymuyoruz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Mütevatir hadislerin tarifinden hareketle haber-i vahidin tarifini yapabiliriz ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu nüzul-i İsa hakkındaki rivayetlerin haber-i vahid olduğunu söylüyorsa da dayanağının ne olduğunu ifade etmediğinden bu konuda net bir şey söyleyemiyoruz ![]() ![]() ![]() Kırbaşoğlu mütevatir hadislerin ancak sayılamayacak kadar kalabalık kitleler tarafından nakledilen hadisler olduğunu savunmaktadır ![]() ![]() ![]() ![]() tahdidinin olmaması, mütevatir hadis söz gelimi on kişinin ya da yirmi kişinin rivayet ettiği hadistir, diyenleri yanlışladığı gibi, mütevatir hadis elli kişinin ya da altmış kişinin rivayet ettiği hadis olamaz diyenleri de yanlışlamaktadır ![]() ![]() ![]() ![]() böyle bir kayıt bulunmamaktadır ![]() ![]() ![]() Dolayısıyla nüzul-i İsa ile ilgili rivayetleri onun değil, yaygın mütevatir hadis tasavvuru üzerinden değerlendirmek gerektiğini düşünmekteyiz ![]() Nüzul-i İsa ile ilgili rivayetlerin hangi kategoriye girdiğini tespit etmek zor değil ![]() ![]() tek taramak zorunda kaldığını düşünerek yılgınlık göstermesine gerek yok ![]() rivayetleri kaynaklardan tarayarak ilgilenenleri bu zahmetli işten kurtarmıştır ![]() ![]() ![]() rivayetler başta İbn-i Mesud, Aişe, Enes, Huzeyfe bin el-Yemân, İbn-i Ömer, İbn-i Abbas, Cabir, Ebu Hureyre, Abdullah bin Amr, Ebu Said el-Hudrî gibi meşhur sahabiler olmak üzere yaklaşık otuz sahabîden nakledilmektedir ![]() ![]() ![]() Şu halde mütevatir hadisin tarifi esas alındığında, bu kadar sahabînin rivayet ettiği hadislerin mütevatir olduğunu söylemek için başka ne gerekiyor? Sahabe tabakasında bu sayıya ulaşan rivayetlerin tabiin ve sonraki tabakalarda ulaşacağı miktarı siz düşünün ![]() yalan üzerinde söz birliği etmiş olabileceğine kim neye dayanarak ihtimal vermektedir ki, bu hadislerin mütevatir olamayacağını savunabilmektedir? Hayri Kırbaşoğlu’nun nüzul-i İsa tenkidinin eleştirisi Burada hazır yeri gelmişken Hayri Kırbaşoğlu’nun ilgili rivayetler ve kaynağı bulunan sahabilere dair tenkitlerine değinmeliyim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() göremedim ![]() ![]() Kırbaşoğlu’nun anılan makalede “Kaynak metodolojisi” alt başlığıyla yaptığı tespit ve tenkitler gayet sathî ve temelsiz görünüyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu bir yana tenkit ilginç olduğu kadar ciddi bir mütalaaya dayandığı da söylenemez ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Kırbaşoğlu’nun da verdiği listede yer alan sahabiler arasında Cabir b ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hz ![]() ![]() ![]() ilimlerinde [ve özellikle usulcülerin nazarında] bir sahabiyi diğerinden mütemayiz kılan husus, fakih olmalarının yanında, esasta Allah Resulü’ne olan mülazemetidir/beraberliğidir ![]() birlikteliği ne kadardır, onunla savaşa katılmış mıdır, onunla sefere çıkmış mıdır, özel olarak Allah Resulü’yle münasebeti olmuş mudur, bunlara bakılır ![]() özelliktedirler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu sahabilerin birçoğu gerek Allah Resulü gerekse Hulefa-i Râşidîn tarafından stratejik görevlere getirilmiştir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() gönderilmiş, oradaki halka din eğitimi/tefkîh için vazifelendirilmiştir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ebu’d-Derdâ, Bedir günü Müslüman olmuş, Uhud’a katılmıştır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() tokluğuna ilim tahsil etmiştir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Resulü’nün çok yakın arkadaşları ve fakih olmadıkları gerekçesiyle tenkit etmenin makul bir izahı olabilir mi? Mütalaanın ciddiyetine (!) bakın ki, mezkûr sahabiler arasında Allah Resulü’nün eşleri bulunmadığını sorun eden Kırbaşoğlu bizzat kendi listesinde de yer aldığı halde Hz ![]() ![]() Makalede “Dış Tenkid” (isnad tenkidi) alt başlığıyla yer alan bölümdeki tenkitler bizzat senet incelemelerine dayandırılmak yerine hadislerin birkaçıyla ilgili bilinen tenkitler ileri sürülerek diğerleri de zan altına sokuluyor ![]() ![]() “İç Tenkit” (metin tenkidi) alt başlığıyla makaleye yansıttığı tespitlere gelince bunlar tamamen Kırbaşoğlu’nun hakikat ve doğruluk anlayışını ortaya koyan son derece sübjektif açıklamalar ve pekâlâ tartışılabilecek, pekâlâ aksi söylenebilecek türden tespitlere dayanıyorlar ![]() benzerlikler arz ettiğine yaptığı atıfları burada zikredebiliriz ![]() isnad edildiğini düşünmektedir ![]() ![]() mişkat-ı nübüvvetten parıltılar vardır ![]() ![]() ![]() Görüldüğü gibi Kırbaşoğlu burada bir ön kabulden hareket ediyor, hadislerin metin kritiğini de ihtiyat payı bırakmadan tamamen bunun üzerine bina ediyor ![]() Haber-i mütevatirlerin dışındaki haberler sadece haber-i vahid midir? Üçüncüsü, haber-i vahidlerin akîdeye konu olamaması meselesine gelince bu mesele de detayları araştırılmadığında kafa karışıklığına yol açabilmektedir ![]() Birincisi, Hz ![]() ![]() ![]() ![]() Mansur el-Bağdâdî ve Ebu’l-Yüsr el-Bezdevî gibi ekser usulcülere göre kat’î bilgi ifade ederken[13], Debûsî ve Serahsî gibi bazı âlimlerce tuma’nînet/tatmin edecek düzeyde bilgi ifade etmektedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bizim yukarıda esas aldığımız üzere hadisleri mütevatir ve haber-i vahid olarak ikili tasnife tabi tutanlar genelde muhaddislerdir ![]() ![]() Haber-i vahidler akîdeye konu olamazlar mı? Bu girişten sonra bir an için İslamoğlu’nun dediği gibi düşünerek ilgili rivayetleri haber-i vahid kabul edecek olsak bile bu, mezkûr rivayetlerin mutlak anlamda akîdeye konu olamayacağını göstermez ![]() ![]() ![]() ![]() katî bilgi ifade eden haber-i vahid çeşitlerine birçok örnek vermektedirler ![]() ![]() ![]() ![]() Şu halde ilgili hadislerin haber-i vahid olduğu söylense bile âlimlerin kabulüne mazhar olmaları bakımından katî bilgi ifade ettiklerini ve tabii olarak akideye konu olmaları gerektiğini söylemek durumundayız ![]() Haber-i vahidlerin zan ifade etmesi nasıl anlaşılmalıdır? Burada Mustafa İslamoğlu’nun cevabında da dikkat çektiği gibi İslam modernistlerinin haber-i vahidlerin zan ifade ettiği hususuna dönük bir çarpıtmasına temas etmeliyiz ![]() ![]() olurlar ![]() ![]() ![]() ![]() yüzde elli bir ile yüzde doksan dokuz arasında değişebilen güçlü kanaattir ![]() ![]() ![]() Durum böyle olunca haber-i vahidlerin zan ifade ettiği yönündeki bu usul prensibini ilgili haberlerin içeriğine karşı güvensizlik telkin eden bir bağlam ve üslup içinde dile getirmek esasen ilgili prensibi uygulama hassasiyetinin değil, onu çarpıtmanın işaretidir ![]() ![]() ![]() Bu durumda haber-i vahidlerin zan ifade ettiği yönündeki prensibi doğru anlamamız gerekmektedir ![]() ![]() vahidin zan ifade ettiği, kati bilgi sağlamadığı yönündeki prensip özellikle iki konuda gündeme taşınmaktadır ![]() ![]() ![]() çekmektedirler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Demek oluyor ki, prensibi doğru yerde uygulamak istiyorsak onu ya nasların taaruzu ya da tekfir konusunda kullanmalıyız ![]() ![]() ![]() çatıştırmadan bir ahenk içinde anlamanın yolunu aramaya çalışırız ![]() ![]() ![]() ![]() günümüzde prensip hep bu savunma psikolojisiyle kullanılmakta, nedense hep inkârın kılıfı olarak takdim edilmekte ve sürekli haber-i vahidler karşısında Müslümanları hem yersiz hem de yanlış bir tavra sürüklemektedir ![]() ![]() Sonuç olarak sözün başından beri anlatmaya çalıştığımız gibi gerek konuyla ilgili hadislerin mahiyet ve hususiyetleri gerekse muhtelif İslamî ilimlere konu olan prensipler göz önünde bulundurulduğunda nüzul-i İsa’ya dair rivayetlerin tevili mümkün görünmemektedir ![]() birlikte ilgili rivayetlerin mütevatir olmadığı yönündeki iddia başta mütevatir hadisin tarifi açısından temelsizdir ![]() ![]() ![]() ![]() Bütün bunlardan sonra Mustafa İslamoğlu’nun nüzul-i İsa konusundaki görüşlerinin herhangi ilmî mesnede dayanmadığını, şartlanmış bir zihinle meseleyi basitleştirdiğini söylemek durumundayız ![]() Talha Hakan Alp Dipnotlar: 1- Akla ilk gelen bir misal olarak selefisinden Eşarisine ve Matüridisine kadar hemen bütün müminlerin 1100 yıldır başucu eseri kabul ettiği Tahavi Akîde’sinde bu konuda şöyle denir: Deccal’ın çıkması, Meryemoğlu İsa’nın (aleyhisselam) gökten nüzûlü gibi kıyamet alametlerine iman ederiz ![]() ![]() ![]() 2- http://www ![]() ![]() 3- Buharî, 3448; Müslim, 306 ![]() 4- Müslim, 312 ![]() 5- Taberî, Câmiu’l-beyan fî âyi’l-Kur’an, c ![]() ![]() ![]() ![]() 6- MUSTAFA İSLAMOĞLU 7- Kırbaşoğlu, Alternatif Hadis Metodolojisi, s ![]() ![]() 8- Kırbaşoğlu’nun mütevatir hadisle ilgili görüşlerinin tenkidi için bkz ![]() ![]() 9- Abdulfettah Ebu Ğudde, et-Tasrîh bimâ tevâtera fî nüzûli’l-Mesîh, talik bölümü; ed-Dânî, es-Sünenü’l-vâride fi’l-fiteni ve ğavâilihâ ve’s-sâati ve eşrâtihâ, talik kısmı, c ![]() ![]() ![]() 10- Kırbaşoğlu, Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 11- Suyutî, Tedrîbü’-râvî, c ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 12- Burada mezkur sahabilere dair verilen bilgiler el-İsabe fi temyizi’s-sahabe adlı meşhur sahabe ansiklopedisinden alınmıştır ![]() ![]() 13- el-Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, s ![]() ![]() 14- Debûsî, Takvîmü’l-edille, s ![]() ![]() ![]() ![]() 15- Ebu’l-Yüsr el-Bezdevî, Kitabün fîhi marifetü’l-huceci’ş-şer’iyye, s ![]() ![]() 16- Kevserî, Nazratün âbira, s ![]() ![]() 17- Fahru’r-Razî, el-Mahsûl, c ![]() ![]() ![]() 18- Cessâs, el-Fusûl, c ![]() ![]() ![]() Talha Hakan Alp |
![]() |
![]() |
![]() |
Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1 |
![]() |
![]() |
#5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1Meselenin daha güzel anlaşılabilmesi için; evvelâ İslamoğlu'nun ve İbnüll-Kayyim'in bâtıl görüşlerini nakledelim, sonra hak görüşün ne olduğunu anlatalım, tâ ki de*lil*lerin kimi ne kadar desteklediği anlaşılsın ![]() Âyetler Gaybı Taşlamıyor! Cehennem Sonsuzdur! بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم Bilerek veya bilmeyerek, hak görüşleri temelinden sarsmayı âdet hâline getirenler, bir türlü başarılı olamamıştır ![]() olmalarına rağmen, aynı iddiaların bora*zanlığını yapacak birileri mutlaka olmuştur ![]() Nedense son asırlarda sesleri daha fazla yükselmiş, hakîkatin savunucularının sessizli*ğinden istifâde etmeye çalışarak meydanı boş zannedip dalmışlardır ![]() Ehl-i Sünnet müdâfîleri de makāle, dergi, internet ve diğer iletişim vâsıtalarıyla onlara her zaman hak ettikleri cevâbı vermişlerdir ![]() Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi mer*hum, cehennem azâbının ebedî olmadığını sa*vunan Kazan lı Mûsâ Cârullah Bigiyef e karşı “Ye*ni İslam Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiy*yesi” ismiyle yayımlamış olduğu reddiyesinde bu konuyu son derece güzel açıklamış ve muâ*rızına tutunacak hiçbir şüphe bırakmamıştır ![]() Yine Takiyyüddîn Ali b ![]() ![]() cehennem azâbının ebedî olmadığı yönündeki görüşlerini çürüten ve inkâra mahal bırakmayacak şekilde hak görüşü ispat eden deliller getirmişlerdir ![]() İbnü’l-Kayyim’in kitabı gibi, ona reddiye mâhiyetinde yazılan bu kitaplar da mevcuttur ![]() Ne var ki cehennem azâbının ebedî olduğu ko*nusunda şüphe uyandırmakta sakınca gör*me*yen İslamoğlu, keşke İbnü’l-Kayyim’in kitabı*na gösterdiği ilgiyi ilmî emânet adına bu kitap*lara da gösterseydi ![]() İslamoğlu’nun kendisine sorulan bir soruya web sitesinde[1] verdiği cevâbı aynen aktarıyoruz ![]() 1 ![]() "Cennet cehennem yok olacaktır" gö*rü*şü benim görüşüm değildir ![]() Kur an talebesi olarak Kur an’daki "huld" ve "ebed" kelime*le*rini tahlil ettim ![]() sahabenin olayı nasıl yorumladığını söyledim ![]() ![]() ![]() Ömer in, Hz ![]() ![]() sahabinin bu konudaki gü*nümüz yaygın kanaatinin aksine olan görüşleri*ni serdettim ![]() naklettim ![]() İla Bi*ladi l-Efrah adlı eserini kaynak gösterdim ![]() olarak piyasada var ![]() ![]() ![]() İbnu’l-Kayyım ın ilmi yetkinliğinin derecesini siz bil*mezseniz bilen birine sorabilirsiniz ![]() Siz yanlış adrese kızıyorsunuz ![]() ![]() ![]() ![]() b ![]() ![]() sormanız gerekirken bana hesap sorma*nız adil değildir ![]() ![]() Zulümdür ![]() ![]() 2 ![]() Bakara suresinde Cennet ve nar’ın ilk geçtiği yerde bu konudaki farklı görüşleri bir müfessirin ilim namusu gereği zikrettim ![]() kasette/CD de başkalarının görüşünü naklettim ![]() görüşümü naklettim ![]() bir konudur ![]() ![]() ![]() Bize düşen cehennemden sakınmak cenneti hak et*mektir ![]() Evet, İslamoğlu’nun hezeyanları burada sona erdi ![]() Meselenin daha güzel anlaşılabilmesi için; evvelâ İslamoğlu’nun ve İbnü’l-Kayyim’in bâtıl görüşlerini nakledelim, sonra hak görüşün ne olduğunu anlatalım, tâ ki de*lil*lerin kimi ne kadar desteklediği anlaşılsın ![]() Şunu baştan söyleyelim: Cehennem var oldukça kâfirlerin oradan çıkmayacağı İbnü’l-Kayyim dâhil tüm İslam âlimlerince söz birli*ğiyle sâbittir ![]() hiçbir görüşü ka*bul edilmemiş ve bâtıl mezheb olduğuna ittifak edilmiş Cehmiyye mezhebi’nin kurucusu el-Cehm b ![]() ![]() Cehennem yok olmadan kâfirlerin oradan çıkacağını ise hiçbir âlim, hattâ el-Cehm b ![]() ![]() Şimdi makālemizin temelini oluşturan üç görüşü beyân edelim: a) Ehl-i Sünnet’in ve diğer mezheplere mensup olan Müslümanların ekseriyeti: Cennet ve cehennem ebedîdir ![]() ka*lacaklardır ![]() cennete gire*cektir ![]() cehennemden çıkartılmazlar ![]() b) İbnü’l-Kayyim: Cehennem var olduğu müddetçe kâfirler orada ebedî kalacaklardır ![]() gelecek cehennem yok olacaktır ve içindekiler cehennemden cennete taşınacaktır c) İslamoğlu: Cennet ve cehennemin za*mânı gaybî bir konudur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Zîrâ İbni Kayyim sâdece cehennemin son bulacağını söylüyor ![]() İslamoğlu kendisine sorulan soruya verdi*ği cevabının sonlarına doğru, soran kişiye: “E*ğer Kur an a, Sünnete, Sahabe kavillerine, İs*lam’ın ana kaynaklarını kendi di*linden okuyup yorumlayacak ve karşılaştıracak bir bilgiye sa*hip âlimseniz, yapacağınız tek şey vardır: gös*terdiğim kaynağı açıp oradan nak*lettiğim bilgi*lerin doğru nakledilip etmediğini kontrol et*mek ![]() yanlış, yalan, eksik ve çarpık naklettiği*mi tesbit etseydiniz; Ben, sizi tebrik eder, size dua eder, sizin elinizi öperdim” ![]() ![]() Biz de gösterdiği kaynağa bakınca gördük ki, görüşünü dayandırdığı sahabeden Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh)a ait böyle bir görüş, ne onun kaynak verdiği İbnü’l-Kayyim’in kitabında, ne de başka bir yerde mevcut değildir ![]() demediğimi, dedin diyorlar” ve “iftira e*diyorlar” diyen kendisi, kendisini vasıflasın! Ayrıca, bir kitapta var diye, zayıf-sahih a*yırmadan ve rivâyetlerin mânâları*nın ne oldu*ğunu anlamadan her görülen nakle*dilemez ![]() İslamoğlu’nun, bâtıl görüşüne delil olarak diğer sahabeden yap*tığı nakillerin gerçekte ne mânâya geldiğini ise makālemizin ilerleyen bö*lümlerinde göreceğiz ![]() A) EHL-İ SÜNNET’İN VE DİĞER MEZ*HEPLERE MENSUP OLAN MÜSLÜMAN*LA*RIN EKSERİYETİNİN GÖRÜŞÜ Bu görüşe âit delilleri dört maddede zikre*deceğiz ![]() 1) Cehennemin sonsuz olduğunu açıkça söyleyen âyet-i celîleler: Eğer İbnü’l-Kayyim’in “Ce*hennem de*vam ettiği müddet kâfirler oradan çıkmayacak, ama gün gelip cehennem son bula*cak” şeklin*deki görüşü doğru olsaydı, azâbın devamlılıkla vasıflanmaması gerekirdi ![]() hâ*liyle azap da son bulur ![]() ![]() إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَ لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ “Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklar ![]() hafifle*tilme*ye*cektir ![]() kesmişlerdir ![]() إِنَّ اللّٰهَ لَعَنَ الْكَافِرِينَ وَأَعَدَّ لَهُمْ سَعِيرًا خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا “Şu muhakkak ki, Allâh kâfirleri rah*metinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır ![]() ![]() وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَخَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا “Al*lâh a ve peygamberine kim karşı ge*lirse ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır ![]() يُرِيدُونَ أَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنْهَا وَلَهُمْ عَذَابٌ مُقِيمٌ “Ateşten çıkmak isterler, fakat onlar o*radan çıkacak değillerdir ![]() ![]() وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَا كَذٰلِكَ نَجْزِي كُلَّ كَفُورٍ “İnkâr edenlere de cehennem ateşi var*dır ![]() ce*hennem a*zâbı da onlara biraz olsun hafifletilmez ![]() ileri gi*den her nankörü böyle cezâ*lan*dı*rı*rız ![]() وَأَمَّا الَّذِينَ فَسَقُوا فَمَأْوَاهُمُ النَّارُ كُلَّمَا أَرَادُوا أَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا أُعِيدُوا فِيهَا وَقِيلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ “Ama (kâfir olan) fâsıkların barı*nak*ları ateştir ![]() o*raya geri çevrilirler ve ken*dile*ri*ne: “Haydi tadın o ateşin yalan*layıp dur*duğunuz azâbı*nı!” denir ![]() Görüldüğü gibi âyetler cehennemin son*suz olduğunu bildirmekle birlikte, azâbın de*vamlı ve elemli olduğunu da açıkça söy*lemek*tedir ![]() ebedîliğini bildiren bir*çok âyetten bir kaçı şöyledir: بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُولٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Hayır! Kim bir kötülük eder de kötü*lüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler ![]() ![]() إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقًا إِلَّا طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًاوَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَسِيرًا “İnkâr edip zulmedenleri Allâh aslâ ba*ğışlayacak değildir ![]() başka bir yola çıkaracak da değildir ![]() cehennem yoludur ![]() ![]() için pek kolaydır ![]() إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ لَوْ كَانَ هَؤُلَاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَا وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ “Siz ve Allâh’ın dışında taptığınız şey*ler cehennem yakıtısınız ![]() gi*recek*siniz ![]() ![]() ![]() 2) Cehennemin Sonsuz Olduğunu Açıkça Söyleyen Hadîs-i Şerîfler: Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Resûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُعَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «مَنْ تَرَدّٰى مِنْ جَبَلٍ فَقَتَلَ نَفْسَهُ فَهُوَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ يَتَرَدَّى فِيهِ خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا ![]() نَفْسَهُ فَسَمُّهُ فِي يَدِهِ يَتَحَسَّاهُ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا ![]() فَحَدِيدَتُهُ فِي يَدِهِ يَجَأُ بِهَا فِي بَطْنِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدًا مُخَلَّدًا فِيهَا أَبَدًا ![]() “Her kim bir dağdan yuvarlanır da kendini öldürürse o da cehennem ateşinde e*bedî ve dâimî olarak yuvarlanacaktır ![]() Her kim zehir içer de kendini öldürürse o kimse de, zehrini cehennem ateşinde ebedî ve dâimî kalarak içecektir ![]() parçasıyla öldürürse, demiri elin*de, onu karnına saplar bir hâlde cehennem ateşinde ebedî ve dâim olarak kalacak*tır ![]() عَنْ أَبِي سَعِيدٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «يُجَاءُ بِالْمَوْتِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَأَنَّهُ كَبْشٌ أَمْلَحُ فَيُوقَفُ بَيْنَ الْجَنَّةِ وَالنَّارِ فَيُقَالُ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ هَلْ تَعْرِفُونَ هٰذَا فَيَشْرَئِبُّونَ وَيَنْظُرُونَ وَيَقُولُونَ نَعَمْ هَذَا الْمَوْتُ قَالَ وَيُقَالُ يَا أَهْلَ النَّارِ هَلْ تَعْرِفُونَ هٰذَا قَالَ فَيَشْرَئِبُّونَ وَيَنْظُرُونَ وَيَقُولُونَ نَعَمْ هٰذَا الْمَوْتُ قَالَ فَيُؤْمَرُ بِهِ فَيُذْبَحُ قَالَ ثُمَّ يُقَالُ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ خُلُودٌ فَلَا مَوْتَ وَيَا أَهْلَ النَّارِ خُلُودٌ فَلَا مَوْتَ ![]() Ebû Saîd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan ri*vâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlullâh (Sal*lâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet günü (ehl-i cennet, cennete, cehennemlikler de cehenneme ayrıldıktan son*ra) alaca bir koç sûretinde ölüm getirilecek ![]() Bir dellâl: "Ey Cennet halkı!’diye bağı*racak,cennettekiler hemen boyunlarını uza*tıp başlarını kaldıracaklar ve bakacaklar ![]() "Bunu tanıyor musunuz?’ diye sora*cak ![]() görerek: 'E*vet ta*nıyoruz, bu ölümdür’, diyecekler ![]() dellâl: 'Ey Cehennem halkı!’, diye yüksek sesle ses*lenecek, onlar da boyunlarını uzatıp başlarını kaldırarak bakacaklar ![]() Dellâl: 'Bunu tanı*yor musunuz?’ diye sorunca onlar da onu gö*rerek: 'Evet tanıyo*ruz, bu ölümdür’, diyecekler ![]() ![]() ![]() ![]() Kitâbü’l-Cennet:*13, no:2849, 4/2188; Buhârî, Tefsîr:221, no:4453, 4/1760; Tirmi*zî, Kitâb-u Tefsîri’l-Kur’ân, Hadis no:3156) Muâz b ![]() ![]() “Ey insanlar! Kuşkusuz ben size Rasûlül*lâh tarafından gönderilmiş bir elçiyim ![]() dönüştür ![]() cesetlerinize ölüm sirâyet etmeyecek şekilde bir dönüştür ![]() Daha birçok meşhur hadîs-i şerîf, kalbinde zerre îman bulunan kimsenin cehennemden çı*kacağını, kâfirlerin ise ebediyyen çıkamayaca*ğını bildirir ![]() Şefaatle ilgili tevâtür derecesine ulaşmış birçok hadis günahkâr mü’minlerin cehennem*den çıkarı*lacaklarını açık bir şekilde ortaya ko*yar ve bu hüküm sâdece günahkâr Müslüman*lara hastır ![]() Faraza kâfirler de cehennemden çıkacak olsa*lardı, onlar da günahkâr Müslümanlar gibi olur*lardı ve şefaat hadislerinin hiçbir anlamı kal*mazdı ![]() şefa*atinin ne anlamı ve önemi kalır ki! Cehennemin sonsuz olduğuna dâir Sahâbe ve Tâbiîn’in icmâ'ı (görüş birliği) vardır ![]() İbni Hazm, üzerinde icmâ' bulunan me*seleleri zikretmek maksadıyla kaleme aldığı “Merâtibu l-İcmâ'” isimli eserinde "Bekā-i nar* (cehen*nemin devamlı olması) meselesini de zik*retmiş ve şöyle demiştir: “ ![]() ![]() ![]() ebedî bir azap yurdu olduğunda, kendisinin ve için*de*ki*lerin sonsuz ve ebedî olarak devam edip, fena bulmayaca*ğında ittifak etmiş*ler*dir…" (İbn Hazm, Merâtibu l-İcmâ , sh:268) Bu esere “Nakdü Merâtibi l-İcmâ ” a*dıyla bir tenkit yazmış olan İbni Teymiyye bi*le, yukarıdaki satırlar hakkında tek kelime et*memiştir ![]() (Ebu Bekir Sifil, İnkişaf Dergisindeki “İbn Teymiyye Ve İbnu l-Kayyım ın Cehennem in Ebediliği Meselesindeki Görüşünün Tesbiti” isimli makalesinden ![]() Allâme Muhammed Zâhid el-Kevserî şöyle der: “İbni Hazm gibi icmâ meselelerin*de son derece şiddetli dav*ra*nıp her bir icmâ'ı kabul etmeyen kişinin, kabul ettiği icma en yüksek mertebede bir icmâ olur ![]() Ehl-i Sünnet îtikādı; cennetin, cehenne*min ve içindekilerin son*suz oldu*ğu, cehennem ehli*nin azâbının hafifle*tilmeye*ceği şeklindedir ![]() Bunda ihtilaf eden hiç*bir Ehl-i Sünnet âli*mi yoktur ![]() Sıraladığımız bu delillere daha birçoğunu eklemek mümkündür ![]() B) İBNÜ’L-KAYYİM’İN GÖRÜŞÜNÜN TUTARSIZLIĞI: İbnü’l-Kayyim’in görüşü: “Cehennem var olduğu müddetçe kâfirler orada ebedî kala*caklardır ![]() Ancak gün gelecek cehennem yok o*lacak- tır ![]() ![]() ![]() İbnü’l-Kayyim’in zikrettiği âyetlere ge- lince; o bu dâvâsını desteklediğini zannettiği üç âyet zikretmiştir ki bunlar sırayla şöyledir: فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ خَالِدِينَ فِيهَمَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَإِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ “Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki! Onlar orada gökler ve yer durdukça sü*rekli kalacaklardır ![]() dilediği süre başka; çünkü Rabbin, dilediğini yapan*dır ![]() وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْإِنْسِ وَقَالَ أَوْلِيَاؤُهُمْ مِنَ الْإِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَا أَجَلَنَا الَّذِي أَجَّلْتَ لَنَا قَالَ النَّارُ مَثْوَاكُمْ خَالِدِينَ فِيهَا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ “Allâh, onların hepsini bir araya top*la*dığı gün: 'Ey cinler (şeytanlar) top*luluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız’ buyurur ![]() birbirimizden yararlandık ve bize ver*diğin sürenin sonuna ulaştık" derler ![]() yer ateştir ![]() ![]() buyurur ![]() لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا “Hukublar (uzun süreler) boyunca ora*da kalacaklardır ![]() Ehl-i Sünnet âlimleri birçok tefsir ve eser*de bu âyetleri önceki âyetlerin doğ*rultusunda anlamışlar ve cehennem ehlinin ateşten sonsu*za dek çıkamayacağını, bir müddet sonra Al*lâh’ın irâdesiyle çı*kacak olanların ise günah*kâr Müs*lümanlar olduğuna icmâ etmiş*lerdir ![]() Ulemâ buna dâir çok fazla delil getirmiş*lerdir ![]() kitaplara ba*kılırsa bunun tartışma kaldırmayacak bir mese*le olduğu görülecektir ![]() ![]() Birincisi; burada geçen (إِلَّا مَا شَاءَ ) istisnâ cümlesi (إِلَّامَنْ شَاءَ)mânâsındadır ![]() ![]() Bu durumda Allâh’ın dilediği kimselerin günahkâr Müslümanlar olması gerekir ![]() âyet ve hadis ehl-i cehennemin ateşten çıka*ma*ya*cak*larını açıkça beyân etmiştir ![]() madığına göre bu âyet-i kerîmeyi diğer açık i- fâdeli âyet-i kerîmelere göre tefsîr etme zo- runluluğu vardır ![]() فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنٰى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ “Hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz ![]() ![]() İbni Cerir et-Taberî (Rahimehullâh), En'am Sûresi:128 ![]() ![]() ![]() İkincisi; istisna edilen müddet; kabre gi*rildiği zamandan, diriltilme zamânına kadar ge*çecek olan müddet olabilir ![]() ![]() Üçüncüsü; (إِلَّا مَا شَاءَ) âyeti “Mücmel”dir (ifâde ettiği mânâ kapalıdır) ![]() ha*disler ise ateşin ebedîliği mâ*nâ*sında “Zâhir (a*çık ifâdeli)” hattâ “Nass (kat'î delil olmakta)”*dır ![]() (çelişme arz)*ettiğinde ise mücmel’in, zâhir’in anlaşıldığı mânâda anlaşılması gerekir ![]() ![]() halde bu istisna âyetlerini, cehennem azâbının sonu olmadığını bildiren âyetlere göre anlamak gerekir ![]() Dördüncüsü;( إِلَّا مَا شَاءَ) âyetindeki istisnâ sâdece cehen*nem ehli hakkında değil, cennet ehli hak*kında da nâzil olmuştur ![]() وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ “Mutlu olanlara gelince, onlar da cen*nettedirler ![]() gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kala*caklardır ![]() ![]() ![]() Hâlbuki cennetin ebedî olmadığını, Cehm b ![]() olmamıştır ki, biz onun görüşünün bâtıl olduğunu anlatmıştık ![]() Beşincisi; “Onlar orada gökler ve yer durdukça sürekli kalacaklardır ![]() celî*lesindeki “Gökler ve yerden” âhiretin yer ve gökleri kastedilmiştir ki onların da ebedî oldu*ğu sâbittir ![]() dünyâdaki yer ve gök*lerin kastedildiğini iddia edenler, acabâ kı*yâ*metin ardından, yer ve gök*lerin yıkıl*masından sonra diriltilen kâfirlerin hiç cehenneme uğra*mayacaklarına mı inanıyorlar!! Altıncısı; İbnü’l-Kayyim’in de*lil zannet*tiği: “Hukublar (devirler) bo*yunca o*rada ka*la*cak*lar*dır ![]() Bâzı hadislerde “Hukub” lafzı ellibin sene ile tefsir edilmiştir ![]() hesâbı basit olarak, çoğul sîğasının en azı olan üç i*le ellibini çarparak netice verir ki buna göre yüzellibin sene sonra kâfirlerin cehen*nemden çıkması söz konusu olur ![]() Fakat bu istidlâl, usûl ilminde “Fâsid istid*lâller” diye bilinen mef*hû*m-u muhâ*lif’in kı*sımlarından biri olan mef*hûm-u a*det istidlâli*dir ![]() Yâni Allâh “Ahkab müddeti o*ra*da kala*caklar” buyurmuştur ![]() ![]() Kaldı ki mefhuma itibar etsek dahî cehen*nemin sonsuz olduğunu söyleyen âyetlerin mantûku ortadadır ![]() mânânın, ondan çıkarılabilen diğer mânâlara) tercih e*dildiğini tüm ulemâ ka*bul etmiştir ![]() bile bunu inkâr eden yoktur ![]() Yedincisi; Hukub kelimesi, “Dehr (uzun zaman)” mânâsına geldiği gibi, lügât itibarıyla “Ebed (ardı arkası kesilmeyen)” mânâsına da gelmektedir ![]() Yâni bu kelimenin lügât mânâsı, ebediyete münâfî (sonsuzluk mefhûmuna tamamen zıt) olmadığından bu âyetle, cehennemin sonsuz ol*duğunu söyleyen âyetleri hem âyetler, hem ha*disler, hem de icmâ gereği nesh edemezsiniz ![]() anlamak zorunda bırakır ![]() Hulâsa; Allâh-u Teâlâ ce*hennemin e*bedî olduğunu bildirmek için ne buyurmalıydı? “Huld” buyursa tevil ediyorsunuz, “Ebed” bu*yursa tevil ediyorsunuz ![]() buyursa tevil edi*yorsunuz! Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sarih beyanlarına da itibar etmiyorsu*nuz ![]() Bu durumda biz de sizi ikna etmek mec- buriyetinde değiliz ![]() uyulması gere- ken şey ancak hak olandır, hak da ortadadır! Sekizincisi; İbnü’l-Kayyim’in zikrettiği Sahâbe kavillerine gelince:[2] Cehennemin müebbed olmadığına dâir Ömer (Radıyallâhu Anh)a nispet edilen söz kasıtlı olarak yanlış yorumlanmıştır ![]() “Şâyet cehennem ehli cehen*nemde Âlic denilen yerin kumları miktârı uzun zaman kala*cak olsalar da, sonunda çıkacakları bir gün ge*lir” mânâsında değildir ![]() şeklindedir ki bu: “Kum tanelerinin bir sonu vardır, ama onlar sonsuz bekleyecekleri için hiç çıkma*ya*caklar ![]() ebedi olan cehen*nem müddeti tüken*mez ![]() ![]() Bu mânâ tıpkı Taberânî’nin, Abdullâh ibni Mes'*ûd (Radıyallâhu Anh)dan naklettiği: عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَوْ قِيلَ لأَهْلِ النَّارِ: إِنَّكُمْ مَاكِثُونَ فِي النَّارِ عَدَدَ كُلِّ حَصَاةٍ فِي الدُّنْيَا لَفَرِحُوا بِهَا، وَلَوْ قِيلَ لأَهْلِ الْجَنَّةِ: إِنَّكُمْ مَاكِثُونَ فِي الْجَنَّةِ عَدَدَ كُلِّ حَصَاةٍ فِي الدُّنْيَا لَحَزِنُوا، وَلٰكِنْ جُعِلَ لَهُمُ الأَبَدُ ![]() “Cehennem ehline: "Bütün dünyâda bu*lu*nan çakıl taşla*rı*nın sayısı kadar uzun müd*det orada ka*la*cak*sınız!" denilse, kuşku*suz sevinirlerdi, cennet ehline de: "Bütün dünyâ*da bulunan çakıl taş*larının sayısı ka*dar u*zun müddet kalacaksı*nız!" denilse, kuş*kusuz hüzünlenirlerdi ![]() onlar için son*suzluk takarrur etmiştir ![]() ![]() Demek ki böyle bir şey onlara denilmeye*ceği gibi, cehennem ehli kumlar miktârı kalıp çık*mayacaktır ![]() Ömer (Radıyallâhu Anh)a nispet edi*len kavli i*se Hasen el-Basrî (Radıyallâhu Anh) Ömer (Radıyal*lâhu Anh)dan munkatı olarak rivâyet etmiştir ![]() Hasen el-Basrî (Radıyallâhu Anh)ın “Mürsel”*lerinin makbul olup olmadığı ihtilaflıyken, hat*tâ birçokları bu rivâyetleri kabul etmezken İb*nü’l-Kayyim’in, îtikādi bir konuda onlarca â*yet-i kerîmeyi ve sahih hadis-i şerifleri tevil e*derek hak görüşün hilâfına, bâtıl görüşüne delil alması gerçekten üzücüdür ![]() Zâten Ömer (Radıyallâhu Anh)ın bu sözü, gü*nahkâr Müslümanlar hakkındadır ![]() ![]() Aksine cehennem devam ederken ehlinin oradan çıkacaklarını bildirmektedir ![]() ![]() Hulâsa; Ömer (Radıyallâhu Anh)ın bu sözünü İbnü’l-Kayyim’in mânâlandırdığı gibi anlaya*cak olsak bile yine bu: “Kalbinde zerre mik*tarı îman olanlar cehennemde Âlic denilen yerin kumları miktarı kalacak olsa bile, el*bet çıkacakları bir gün gelecektir” demek o*lur ![]() İbnü’l-Kayyim’in; Ebû Hureyre, İbn-i Mes'ûd ve Abdullah b ![]() ![]() ![]() Zîra İbn-i Mes'ûd (Radyallâhu Anh)a âit bu ri*vâyetin râvîsi olan Ubeydullah b ![]() bu hadis hakkında: "Bununla gü*nah*kâr Müslümanlar kastediliyor" demiştir” ki, Müslümanların sonunda cehennemden çıkacağı ittifak konusudur ![]() Yine İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhu Anh)a âit sahih rivâyetler, cehennemden çı*ka*cak olan*la*rın günahkârlar ol*duğunu bildirir ![]() Mu*haddis ve Fakîh İmam et-Tahâvî (Rahimehullâh)ın “Müşkilü’l-âsâr”(14/*341) isimli eserinde ve “Musannef”lerde açık bir şekilde görüyoruz ![]() İmam Beğavî (Rahimehullâh) bu iki rivâyeti Hud Sûresi:107 ![]() zik*ret*miş ve sonrasında: “Ehl-i Sünnet katında bu rivâyeti sahih sayacak olsak, mânâsı: "Orada îman sâhibi kimse kalmayacaktır ![]() Kâfirlerin yeri olan cehennem ise ebediyyen dolu kala*caktır ![]() olur ![]() ![]() Bu iki rivâyeti bir an için İbnü’l-Kayyim gibi yanlış anlayarak, cehennem ehlinin oradan çıkacağını hayal edecek olsak dahi yine de söz konusu rivâyetlerde cehennemin yok olacağına dâir hiçbir delil yoktur ![]() Cehennem yok olmadıkça, ehlinin orada devamlı kalacağını İbnü’l-Kayyim dâhil tüm Ehl-i Hakk’ın kabul ettiğini söylemiştik ![]() ![]() Zîrâ bu rivâyetler kabul olunacak olsa da, cehennemin son bulacağını değil, içindeki ehli*nin çıkarılacağını anlatıyorlar ![]() noktada: “Birileri oradan çıkarılacak, cehennem ise devam edecek ve cehennem devam ettikçe müşrikler orada dâim kalacak” şeklinde kaçınılmaz üç kazıyye oluşmuştur ![]() Bu üç kazıyyeyi esas alınca, mânâ mecbûri olarak: “Kâfirler cehennemde ebedî kalırlarken günahkâr Müslümanlar orada ne kadar uzun zaman ka*lmış olsalar da elbet bir gün çıka*cak*lar*dır ![]() ![]() C) İSLAMOĞLU’NUN GÖRÜŞÜNÜN TUTARSIZLIĞI İslamoğlu’nun "Cehennemin son bulup-bulmayacağı" hakkındaki görüşünü üç madde hâlinde ele alıp tutarsızlığını beyan edelim ![]() 1) Meselede dayandığı kaynağı, 2) “Huld” ve “Ebed” kelimeleri, 3) “Cehennemin ebedîliği gaybî bir mese*ledir”, şeklindeki sözü ![]() Aslında yukarıdaki izahattan sonra konuş*manın gereği olmadığını, zâten hakkın anlaşıl*dığını, bu konuda konuşmanın baş ağrıtacağını söylemek mümkünse de, makālenin asıl yazı*lım amacı; Müslüman kar*deşlerimizin bu çeşit tutarsızlığı sa*vunan birisi*nin zehirli oklarına hedef olup, ileride doğacak daha büyük ihtilaf ve şiddetlerin içine çekilmesini önlemektir ![]() 1) İslamoğlu’nun bu meselede dayandı*ğı kaynağı: İslam*oğlu’nun, kaynak gösterdiği İbnü’l-Kay*yim’in görüşünü ve dayandığı sa*hâbe delillerinin onu desteklemediğini yukarıda anlatmıştık ![]() ![]() Burada şunu söylemeliyiz: Bu hususta ge*len rivâyetlerin cehennem ehlinin ebedî olarak orada kalmayacaklarını söylediklerini var*sa*yacak olsak bile, bu rivâyetler “Merfû” hadis hükmünde olur ![]() Kur’ân âyet- lerini bunların doğrultusunda tevil etmektense, bun*ları Kur’ân âyetlerine ve diğer birçok sahih hadise muvâfık anlamak gerekir ![]() Ama bu rivâyetleri Kur’ân âyetlerine ve diğer birçok sahih hadise muvâfık anlamazsak yâni muhâlif bir mânâda anlayacak olursak, sâdece bu muhâlefet sebebiyle bile, bu rivâyetler şâz ve ma'lûl sayılacaklardır ![]() Kaldı ki bunların metin ve senetleri ızdırab (muâraza -çelişki-) ve zayıflıktan kurtulmuş değillerdir ![]() Zayıf hadisle, fezâil-i a'mâl bâbında amel edilmesi câizse de, böyle îtikādî bir konuda â*yet-i kerîmelerin ve sahih hadislerin beyânına rağmen zayıf bir hadise tutunmak ilmî emânet*le bağdaşır bir şey değildir ![]() Şu halde İslamoğlu’nun delil gösterdiği İbnü’l-Kayyim’in görüşünün tutarsızlığı belir*miştir ![]() ![]() Bilakis "Bu mesele ğaybî bir meseledir!’ dedim” diyebilir ![]() ve “E*bed” keli*melerini araştırmış da bu kanaate var*mış! 2) İslamoğlu: “Bir Kur an talebesi ola*rak Kur an’daki "huld" ve "ebed" kelimeleri*ni tahlil ettim” diyor ![]() Bir bakalım öyle mi? Arap lügatlerinin en büyük ve en önemlisi olan “Lisanü’l-Arab” ve “es-Sıhah”ta “huld” maddesinde, bu kelime ile ilgili şöyle der: “el-huld”; bir yerden çıkmamak üzere orada devamlı kalmaktır ![]() âhiretin ismidir ![]() ![]() “Huld” kelimesinin “Sonsuz” mânâsında olduğunun delillerinden biri de; bir yerde de- vamlı olmayıp uzun müddet kalacak olan hak- kında “hâlid” kelimesinin kullanımının mecâzî oluşudur ![]() Yaşlandığı halde saçlarına ak düşmeyen bir kişiye “muhalled” denilmesi, “Sanki hiç öl- meyecek” mânâsında mecazdır ki bu da söyle- diğimiz mânâyı teyit eder mâhiyettedir ![]() “Ebed” kelimesine gelince, acaba İslam*oğlu hangi lügatte “ebed” veya “huld” kelime*sini araştırmış da kendine tutanak bulmuş(!) bunu ibraz etse de bir görsek ![]() ![]() “Lisânü’l-Arab”ta zikredildiğine göre; “ebed” kelimesi; dâim, te’bîd ve mekân lafızla*rı ile birlikte kullanıldığında “hiçbir şekilde çıkmamak üzere sonsuz ikāmet” manasındadır ![]() Mısır halkının “te’bid” kelimesini sınırlı zaman hakkında kullanmaları ise onların örfü olup Kur ân-ı Kerîm’in lügati değildir ![]() Allâh-u Teâlâ Rasûlüne hitap ederek: وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍمِّن قَبْلِكَ الخُلْدَ أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الخَالِدُونَ كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ المَوْتِ “(Ey Muhammed!) Senden önce de hiç*bir insanı ölümsüz kılmadık, sen öleceksen, onlar sonsuz mu kalacaklar? Her canlı ölü*mü tadacaktır!” (Enbiyâ Sûre- si:34–35)buyurmuş*tur ![]() İyice bakılacak olsa görülecektir ki, Allah “huld” tâbirini ölüme mukābil getirmiştir ![]() ve “hâlidûn” kelimelerini “Ölümsüzlük” ve “Sonsuza dek yaşayacak olanlar” mânâsında zikretmiştir ![]() zaman mânâ; “Ey Muhammed! Sen*den önce de hiçbir insanı uzun ömürlü kılma*dık, sen öleceksin de onlar biraz daha mı yaşa*yacak?” şeklinde olurdu ki bunun yanlışlığı or*tadadır ![]() Çünkü Nûh (Aleyhisselâm)ın 950 seneden fazla yaşadığı Kur ân-ı Kerîm’in nassıyla sâbittir ![]() bütün bunlar şunu göstermektedir ki Kur ân-ı Kerîm’de geçen “Huld” kelimesini “Sonsuz” mânâsında tefsîr etme, “Hakîkat”, diğer mânâlarda kullanmak ise “Mecaz”dır ![]() Burada şunu söylemeden geçemeyeceğim: Kur’ân lügati konusunda mütehassıs olan Râ*ğıb el-İsfahânî (Rahimehullâh) “el-Müfredât” isim*li eserinde: “Ebed” kelimesi “Diğer zamanların bölündüğü gibi bölünemeyecek uzun zamandan ibârettir” demiştir ![]() ![]() Benim anlamadığım husus; İslamoğlu’nun nereden nasıl araştırdığı ve işi nasıl karıştırdığı*dır! Hem cumhûr ulemânın görüşüne karşı bir şey söylemek ona mı kalmış? Doğrusu anlaşıl*ması zor ve güç bir şey! Demek insan bir şeye kafayı taktı mı, gün gibi ortada olan hakikatleri göremez oluyor ![]() Rabbimiz bizi hidâyete eriştir*dikten sonra kalplerimizi kaydırmasın! Âmîn! 3) İslamoğlu’nun: “Cennet ve cehen*ne*min zamanı ğaybi bir konudur ![]() taşlamaktır ![]() ![]() cen*neti hak etmektir ![]() Geride Ehl-i Sünnet’in ve İbnü’l-Kay*yim’in görüşlerini zikrettik ![]() ![]() Şim*di: “Acaba İslamoğlu, İbnü’l-Kay*yim’in görü*şünü neden söyledi ve sonra ken*di*si, İbnü’l-Kayyim’e de, Ehl-i Sünnet’e de uy*mayıp, bu*güne kadar hiçbir kimse tarafın*dan söylenme*miş bir görüşü kendi görüşü olarak ortaya attı ![]() ediliyorsa, bunun cevâbı basittir ![]() İslamoğlu, ilk önce İbnü’l-Kayyim’in görüşünü ortaya atarak güyâ bu konuda ihtilaf olduğunu göstermeye çalışmış, sonra da: “Bu konu ihtilaflıdır”, “En iyisini Allâh bilir”, “Bu konuda bir karar vermek ğaybı taşlamaktır” diyerek kafaları karıştırmayı hedeflemiştir ![]() Böylece o, bunca âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflerin ve bütün Ehl-i Sünnet ulemâsının gaybı taşladığını söylemiş olmaktadır ![]() delilsiz ve mesnetsiz konuş- mak ve bilinmedik şey hakkında ahkâm kes- mektir ![]() meselenin gaybı taşlamak olduğunu nereden bilmiş? Aslında bu sözüyle gaybı taşlayan ancak kendisidir ![]() Allah aşkına! Ben bu ümmetin böyle ucuz bir şekilde kandırılıp Ehl-i Sünnet çizgisinden uzaklaştırılmaması için yazacak, ilmi bir sa*vunmayla hak görüşü müdafaa edip din kar*deş*lerime anlatma çabası güdeyim, o ise kalkıp “bana iftira atıyorlar, gıybet ediyorlar, kendi ayaklarına mermi sıkıyorlar”, gibi laflarla ken*dini mazlum ve mağdur konumuna koyup mil*letin merhametiyle ve hassasiyetiyle oynasın! Bir taraftan, yeterince ilmi olmadan bo*yundan büyük işlere kalkışsın, yeri geldiğinde Ehl-i Sünnet’in imamlarını ğaybı taşlamakla it*ham etsin, öte yandan insanlara: "eleştiri yap*mayalım" diyerek lafebeliği yapsın! Ey akılları taksim eden Allah’ım! Seni tenzih ederiz ![]() Bakın şu: “Mezheb kavgası yaparsak ittihadı sağlayamayız” diyene! Demezler mi adama: “Peki ya senin yaptığın ne?!” Müslümanların ekserîsinin mezhebi olan, hele hele ülkemizde Ehl-i Sünnet’in tamamının görüşü olan ve hiç kimsenin aksine bir görüşü bulunmayan bir konuda Ehl-i Sünnet’e “Ğaybı taşlıyorlar” diye iftira atmakla mı ittihadı sağ*la*yacaksınız?! Biz de inandık! Artık bize düşen; İslamoğlu gibilerin bid�*at sayılacak sapık fikirlerinden uzak durup baş*kalarını da bu konuda uyararak ebedî cenneti kazanıp, sonsuz cehennemden kurtulmaya ça*lışmaktır ![]() gidildiğinde herşeyin hakîkati ortaya çıkacaktır ![]() Ve’s-se*lam! Emin ALİ YÜKSEL Dârusselâm-İslâmi İlim ve Fikir Portalı [1] www ![]() ![]() ![]() [2] İbni Cerir (Rahimehullâh) bu kavilleri naklettikten sonra: “Hepsinde 'kavil’ vardır!” Yâni senet bakımından kabul edilemeyecek du*rumlar, bu sözlerin her birisi için geçerlidir ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1 |
![]() |
![]() |
#6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1Kur'ân mealini konu edinen bir yazının başında "imaj"ın ne işi olabilir diye düşünenler olacaktır şüphesiz ![]() ![]() Operasyonel Meal Yazıcılığı ya da Meal Üzerinden Din Tasavvuru İnşası İmaj nedir? İçi doldurulamamış şeyin dışını süslemek galiba ![]() Kur'ân mealini konu edinen bir yazının başında "imaj"ın ne işi olabilir diye düşünenler olacaktır şüphesiz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Mustafa İslamoğlu'nun Hayat Kitabı Kur'ân/Gerekçeli Meal-Tefsir isimli çalışmasını okumaya başladığımda benzer duygular yaşadım ![]() ![]() ![]() Bununla birlikte İslamoğlu mealine "işçilik" olarak hayli emek verildiği hemen anlaşılıyor ![]() ![]() Yazının daha başında, söz konusu meali karalamak için yola çıkmış ve kendince bazı şeyler de bulmuş birisi olarak görülme riskini göze alıp, vardığım sonucu sizinle paylaşmam ne kadar doğru olur? Doğrusu bu noktada tereddütler yaşamadım değil ![]() ![]() Ne var ki öte yanda görmezden gelinemeyecek daha önemli bir gerçek duruyor: Yapılan iş bir "meal" çalışması ve ne kadar saygıdeğer olursa olsun hiçbir emek, Kur'ân'ın bir tek ayetinin dahi en küçük bir anlam kaymasına maruz bırakılmasına tepkisiz kalmayı mazur göstermez ![]() ![]() ![]() Notlar alarak ve bütün çapraz atıfları ve referansları kontrol ederek piyasaya ilk arz edildiği zamandan okumaya başladığım bu çalışmayı henüz bitirebilmiş değilim ![]() ![]() ![]() Not alırken yaptığım basit taksimat bu yazının da sistematiğini oluşturacak: Yanlış/zorlama çeviriler, Gereksiz/Uygunsuz ifadeler, Yanlış hükümler, Teknik arızalar, Yetersizlikler ![]() ![]() I ![]() 1 ![]() ![]() ![]() Burada iki problem dikkat çekiyor: A ![]() ![]() ![]() (Aranot 1: Burada bir noktaya dikkat çekelim: İbni Hişam Muğnil-Lebib'de "vav"ın anlamlarını zikrettikten sonra bir eleştiri notu olarak el-Hârzenci'nin mansub (edatla nasb edilmiş) fiillere dâhil olan "vav"ın "lâm-ı ta'lil" anlamında olabileceği yönündeki görüşünü aktarır ve tenkit eder ![]() ![]() ![]() ![]() Kaldı ki, el-Hârzenci'nin tenkit edilen bu görüşü doğru kabil edilse bile, İslamoğlu'nun buradaki iddiasına gerekçe teşkil etmez; zira el-Hârzenci, mansub fiillere dahil olan "vav"dan bahsederken, bu ayetteki "vav" ismin/zamir-i munfasılın başına dahil olmuştur ![]() Ayrıca el-Hârzencî'nin burada kastettiği ta'lilin içeriği İslamoğlu'nun anladığının tam aksidir ![]() ![]() B ![]() ![]() ![]() ![]() Üzerinde durduğumuz ayetlerde ise illet-ma'lul ilişkisi şöyle kuruluyor: Yalnız sana ibadet ettiğimiz için (illet), yalnız senden yardım isteriz (ma'lul) ![]() Yukarıdaki kurguların ikisi de yanlıştır ![]() ![]() Keza kulluğu yalnızca Allah Teâlâ'ya arz eden mü'minler, günlük hayatlarında başka varlıklardan da yardım talebinde bulunurlar ![]() ![]() Bu mealin "gerekçesi" sadedinde yer verilen, "Yardım edenin gerçekte sadece Allah olduğunu bilenler, sadece Allah'tan yardım isterler ![]() ![]() Bu meal tarzı sadece bu sebeplerle değil, mü'minlerin, Allah Teâlâ'ya ibadet etmek için dahi O'ndan yardım istemek durumunda oldukları gerçeğini örttüğü için de hatalıdır ![]() "Mü'min" olmak mı, "mü'minlerle" olmak mı? 2 ![]() ![]() Bu meale düşülen notta da şunlar söylenmiş: "Veya bâ'nın maiyet vurgusuyla: "mü'minlerle beraber değiller" ![]() ![]() İlgili ayetin üstüne bu kadar açıklama yapacak kadar düşmüş birisinin, yanlışın üstünden geçip gitmesi ve ilgisiz açıklamalarla meseleyi adeta boğuntuya getirmesi anlaşılır gibi değil ![]() Burada "mü'minlerle değiller" diye çevrilen kısım, "ve mâ hüm bi mü'minîn"dir ![]() A ![]() B ![]() ![]() ![]() "El" ailesi! 3 ![]() ![]() ![]() ![]() Bu "gerekçe"yi okuyanların aklına hemen "Yâ eyyuhe'n-Nebî…"/"Yâ eyyuhe'r-Resûl…" diye başlayan ayetlerin gelmemesi mümkün değil ![]() ![]() ![]() Mesele şu: İmam es-Süyûtî, Kur'ân'da geçen harflerin (edatların) anlamları üzerinde dururken "Ey" nida edatının vecihleri/fonksiyonları üzerinde duruyor ![]() ![]() ![]() İslamoğlu buradaki "lam-ı ta'rif"i anlatan "el"i (elif-lam harflerini) "Âl" (:aile) diye okuyunca ortaya, böyle bir garabet çıkıyor ![]() ![]() ![]() "İman etmek", "imana ulaşmak", "mü'min olmak" 4 ![]() Kur'ân, bir suresinin benzerini getirmeleri konusunda kâfirlere meydan okuyor ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu'nun meallendirme tarzında, kâfirlerin çağırıldıkları şeyi ilkin yapamamış olması, daha sonra da yapamayacaklarının delili kılınmış ![]() ![]() ![]() 5 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Her ne kadar İslamoğlu 4/en-Nisâ, 136 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Kur'ân'ın "ellezîne âmenû" formu ile "mü'minûn" formunu farklı anlamlarda kullandığı iddiasının bizzat Kur'ân ayetlerindeki kullanımdan delillendirilmesi mümkün değildir ![]() ![]() * "Ey iman edenler (ellezîne âmenû)! Allah'ın size helal kıldığı temiz şeyleri (siz) kendinize haram kılmayın ![]() ![]() ![]() * "İman edip (ellezîne âmenû) hicret eden ve Allah yolunda cihad edenlerle onlara kucak açıp yardım edenler var ya, işte gerçek mü'minler (mü'minûn) onlardır ![]() ![]() * Mü'minler (mü'minûn) o kimselerdir ki, Allah'a ve Peygamberi'ne iman etmişlerdir (ellezîne âmenû) ![]() Bu örnekler, İslamoğlu'nun bu keşfinin, Kur'ân tarafından desteklenmeyen bir "farklılık arayışı" çabasının ürünü olmaktan başka bir anlam taşımadığını ortaya koymaktadır ![]() Ama bu maddenin başındaki soru hâlâ geçerliliğini koruyor: "ellezîne âmenû" niçin "imana ulaşanlar" demektir? 6 ![]() ![]() ![]() ![]() Bu meallendirmede dikkatimizi çeken husus, "secde" emrinin "emre amade olmak" şeklinde verilmesi ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Adem'e secde'nin bir "ibadet secdesi" değil, "tahiyye secdesi" olduğunu ve bizzat ibadet secdesinin mercii tarafından emir buyurulduğunu söylemek varken bu saçma sapan tekellüfün mantığı nedir? ![]() ![]() "Namaz" mı, "dik durmak" mı? 7 ![]() ![]() (Aranot 2: İlginçtir, "salât"ın kök anlamına indirgenerek sıradanlaştırılması sonucu ne türlü garabetlerin ortaya çıktığını, "Kur'anî namaz ya da dinin direği nasıl yıkılır?" tarzındaki ara başlık altında Hint Kur'aniyyun ekolünden yaptığı ironi dolu aktarımlarla anlatan da İslamoğlu'ndan başkası değil! (Bkz ![]() ![]() Öte yandan bu ayette sabır ve namazla Allah Teâlâ'dan yardım istemesi tavsiye edilenlerin kime "direnmeleri" ve hangi olay karşısında "dik durmaları" istenmektedir? İsrailoğulları'na hitapla başlayan ayetler arasında yer alan bu ayet kime hitap etmektedir? Akıp giden bağlam esas alınacak olursa hitabın İsrailoğulları'na yönelik olarak kabul edilmesi mümkün ![]() ![]() ![]() Kök anlamından yola çıkarak herhangi bir kavrama farklı yerlerde farklı anlamlar yüklemek bir noktaya kadar ve belli kıstaslar çerçevesinde kabul edilebilir ![]() ![]() ![]() İşbu "salât" kelimesi İslamoğlu mealinin en fazla tahrip ettiği kavramlardan birisi olarak üzerinde özel olarak durulmayı hak ediyor ![]() ![]() Allah'a saygı duymak 8 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hadis metinlerinde de bu kelimenin bu anlam dışında kullanıldığını görmek mümkün değil ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu sebeple kimse kimseye saygı duyduğu için ağlamaz, ama kul Rabbinden huşu duyduğu için gözyaşı döker ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Elmalılı merhumun huşu hakkında yaptığı –yazıyı uzatmamak için buraya almadığım– nefis açıklamanın[12] mutlaka okunması gerektiğini söyleyerek, huşu hakkındaki bu kısa izahatın üstüne, ilgili ayetin mealini tekrar okumanın, nasıl bir yapı-bozumu operasyonu ile karşı karşıya olduğumuzun anlaşılmasına yardımcı olacağını söyleyebiliriz: "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin ![]() ![]() "Direnerek ve dik durarak yardım isteyin ![]() ![]() 9 ![]() ![]() Bu ayette geçen "salat" kelimesinin bu anlamlardan hangisinin karşılığı olduğunun delili, karinesi nedir? sorusunun meal yazarında bir karşılığı var mıdır, bilemem; ama meale yansıyan "dik duruş" olduğuna göre, yazar nezdinde ağır basan ihtimal belli ki o ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşbu "salât"a "dik duruş" anlamını giydirebilmek için İslamoğlu'nun özel bir çaba sarf ettiği görülüyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu "operasyon"un karakteristik özelliğini oluşturan "omurga-namaz-dik duruş" ilişkisinin izini sürmek üzere sözlüklere müracaat eden merak sahiplerini burada da enteresan "sipariş"ler bekliyor ![]() ![]() Burada geçen ve "bacağın, dizden kalçaya kadar olan kısmı"nı anlatan oyluk/uyluk anlamı, "omurga"nın yanında ancak ikincil bir unsur olarak zikredilmiştir ![]() ![]() ![]() Sözlüklere (İslamoğlu'nun zikrettiklerine ve diğerlerine) "durum nedir" diye baktığınızda, bu "operasyon" ile ilişkili olarak görebileceğiniz anlam şudur: "Salâ", insanın ve dört ayaklıların sırtının ortası; kalçadan aşağısı, hayvanın kuyruğu ile anüsü arasındaki bölge, kuyruğun sağında ve solunda bulunan bölgeler ![]() Acaba "salat" kelimesinin kök anlamları arasında İslamoğlu niçin bunları "namaz" ve "salavat" kavramlarını buharlaştıracak tarzda öne çıkarır da diğer kök anlam unsurlarına hiç iltifat etmez? Yukarıdakilere ilaveten, ateşe atmak, ısıtıp şekil vermek, zarar vermek… gibi unsurlar da kelimenin kök anlamı içinde zikredilmektedir ![]() Görebildiğim kadarıyla İslamoğlu, kelimelerin kök anlamlarıyla iştigal etmeyi, onlardan yola çıkarak yeni anlamlara ulaşmayı eğlenceli buluyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Şimdi siz bu hadisleri görmezden gelerek "salavat"ın anlamlarından birisine abanırsanız, yaptığınız iş sadece bazı insanlara "meğer Peygamber'e salat-u selam getirmek diye birşey yokmuş" dedirtmekle yahut mü'minlerin, Peygamberlerinin adı anıldığında ona ta'zimle salat-u selam getirme hassasiyetini kaybettirmekle sınırlı kalmaz; Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "Yakîn" mi, "kesin gözüyle bakmak" mı? 10 ![]() ![]() ![]() Son cümleye dikkat ettiniz mi? "Allah'a saygı duyanlar, Rablerine kavuşacaklarına ve sonunda O'na döneceklerine kesin gözüyle bakarlar ![]() ![]() ![]() "Kesin gözüyle bakma" cümlesi, hakkında kullanıldığı her işte bir "beklenti"nin olduğunu, ama küçük de olsa bir yanılma/aksama payı bulunduğunu ve bundan kaynaklanan "emin olamama" durumunu anlatır ![]() ![]() Dolayısıyla Allah'a saygı duyanların O'na döneceklerine kesin gözüyle bakmaları ile, huşu sahibi mü'minlerin ahirete yakînen iman etmeleri arasında en az iman ile şüphe arasındaki kadar fark vardır! ![]() ![]() Bataklık meselesi 11 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Burada gördüğümüz "gerekçe"yi İslamoğlu'nun "Yahudileşme temayülü" olarak ifade ettiği durumun şümulüne sokabilir miyiz? Kararı siz verin: A ![]() ![]() B ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu ayeti Tevrat yorumlarını esas alarak anlamlandırmak zorundaysak işin içinden çıkmamız mümkün değil ![]() ![]() ![]() ![]() Burada gözden kaçan daha önemli bir husus var: İslamoğlu'nun da parantez içi ifadelerle kabul ettiği gibi, İsrailoğulları'nın Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "Yemm" meselesine gelince, İslamoğlu bu kelimenin Arapça olmadığını söylemekte ve buradan hareketle "Yam Suph" meselesini gündeme getirerek bataklığa saplanmaktadır ![]() ![]() ![]() ![]() Kur'ân'da, Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "Kendinizi öldürün!" 12 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu ayette geçen "fa'ktulû enfusekum" emrini İslamoğlu "içinizdeki kötülükleri öldürün" diye çevirmesini şöyle gerekçelendirmiş: "Lafzen: "Kendinizi öldürün!" Bu konuda hepsi de birbirine benzeyen ve İsrailiyyata dayanan rivayetlere göre herkes o gün silahını alarak en yakınını öldürmüştür ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ayeti zikrettiğim şekilde meallendirmesi, arkasından zikrettiği gerekçede yer verdiği hususlar İslamoğlu'nun, bu mesele hakkında kendi söylemek istediğini ez-Zemahşerî, er-Râzî ve Kadı Abdülcebbâr'a söylettiğini ortaya koyuyor ![]() A ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() B ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() C ![]() ![]() Yanlış anlama: er-Râzî "nefislerinizi öldürün" emrinin tefsirine şöyle başlar: "Bu emirden murad, ifadenin zahirinin gerektirdiği gibi, herkesin kendisini öldürmesi midir, yoksa başka bir şey midir? Cevap: İnsanlar (âlimler) bu konuda ihtilaf etmiştir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Görüldüğü gibi Kadı Abdülcebbâr'ın üzerinde durduğu nokta, "nefislerinizi öldürün" emrinin, "intihar edin" anlamında olamayacağıdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() er-Râzî'nin ayetin "intihar edin" şeklinde anlaşılmayacağı konusunda Kadı Abdülcebbâr'ın istidlal tarzına değil de müfessirlerin icma etmiş olmasına dayanmanın daha kuvvetli olduğunu söylemesi ancak bu durumda anlamlı olmaktadır ![]() Tahrif er-Râzî'nin naklettiği kadarıyla Abdülcebbâr, ayetteki emrin "herkes kendisini öldürsün" (yani "intihar etsin") anlamına gelmediğini söylemekte ve buna dair deliller sıralamaktadır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bütün bunlar, Kadı Abdülcebbâr'ın konu hakkında Fahruddîn er-Râzî tarafından nakledilen ifadelerinin arz ettiği durumdur ![]() ![]() ![]() ![]() D ![]() ![]() ![]() ![]() E ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sonuç olarak bu ayetin, İsrailoğulları'nın buzağıya tapanlarının ölümüne hükmedildiğini anlatmadığını isbatlamak için İslamoğlu'nun zikrettiği hususların "delil" olma özelliği yoktur; dolayısıyla ayetin "içinizdeki kötülükleri öldürün" tarzında meallendirilmesi –Modernitenin inşa ettiği algı dünyasını okşasa da– kabul edilebilir hiçbir gerekçesi olmayan, tamamen "keyfî" bir tasarruftur; ayete anlam ithalidir! Geriye, izah edilmesi gereken bir nokta kalıyor: İsrailoğulları'na bu ayette hem tevbe etmelerinin, hem de birbirlerini öldürmelerinin emredilmiş olması nasıl izah edilmelidir? Her ne kadar Kadı Abdülcebbâr'dan yaptığım son nakil bu hususu bir nebze açıklıyor ise de, meseleyi daha anlaşılır kılmak için kısaca şunu söyleyebiliriz: Burada bu iki hususun zikredilmesi iki anlam ifade edebilir: A) Şirk cürmünü işlemiş olanlar tevbe etsin ve tevbelerinin tamamlayıcı bir unsuru olarak birbirini öldürsün ![]() ![]() Son bir not: İsrailoğulları'nın Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Son bir soru: 7/el-A'râf, 152 ne anlatıyor? Çarpılmak, çarpılmışa dönmek 13 ![]() ![]() ![]() Bu meal İslamoğlu'nun içine gerçekten sinmiş midir, meraka değer: "… bön bön bakarken yıldırım çarpmışa dönmüştünüz ![]() ![]() ![]() ![]() İsrailoğulları o talepten sonra niye bön bön bakıyormuş? Onlar öyle bön bön bakarken ne olmuş da yıldırım çarpmışa dönmüşler? Yıldırım çarpmışa dönmüşler de ne olmuş? Yıldırım çarpmışa dönmüş olanların "dirilmesi" ne ola ki? Bu soruların bir kısmı İslamoğlu cevaplandırana kadar orada öylece duracak; diğer kısmının cevabını ise bir sonraki ayetin mealine düşülen notta şöyle buluyoruz: "55 ![]() ![]() ![]() Bu sefer de başka sorular: Bu sapma niçin itikadî ve dinî değil de "toplumsal"dır? 55 ![]() ![]() ![]() Acaba İslamoğlu'nu, burada bu kadar probleme yol açmak yerine İsrailoğulları'nın "sâ'ika"ya yakalandığını söylemekten alıkoyan ne olabilir? Bu ayete düştüğü notta bu soruya cevap aramak beyhude ![]() ![]() Burada kendisini, "gerekçe" kısmında ayetin lafzî anlamını verdiğini söyleyerek savunabilir mi? Hayır ![]() ![]() İsrailoğulları geçtikten sonra Firavun ve ordusu da peşlerinden Kızıldeniz'e girdiklerinde sular tekrar kavuşmuş ve onları içine alıp yutuvermişti ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Burada, "Aynı anda hem "sâ'ika"ya yakalanmak, hem de bakıp durmak nasıl olur?" diye sorulacak olursa, yukarıdan beri niçin "yıldırım" değil de "sâ'ika" demeyi tercih ettiğimi izah imkânı da açılmış olur: Müfessirler bu kelimenin ne anlattığı konusunda birkaç görüş ileri sürmüştür: Gökten gelen bir ateş, gökten gelen korkunç bir ses, gökten gelen (meleklerden müteşekkil) bir ordunun korkunç gürültüsü, korkunç bir sarsıntı… Bunlardan hangisi kabul edilirse edilsin –ki İmam el-Mâturîdî, "helak edici özellikteki her azap" diyerek kapsamlı bir tarif yapmıştır–, isabet ettiği kimsenin ölümüne yol açmışsa, bu ölüm aniden değil, belli bir süre içinde olur ![]() ![]() Diyelim ki onlar o esnada gerçekten ölmediler; Elmalılı merhumun "müfessirlerin muhakkikleri"nden naklettiği gibi[23] buradaki "ölüm"ü mecaz manasıyla anlasak bile, o muhakkikler orada İsrailoğullarının tutulduğu hakiki bir azabın varlığını inkâr etmemişlerdir ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1 |
![]() |
![]() |
#7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1Hâsılı, Fahruddîn er-Râzî'nin bu ayet bağlamında görüşlerini naklettiği mu'tezilîler dahi İsrailoğulları'nın "sâ'ika"ya tutulması hadisesinin gerçekten vuku bulduğu görüşünde oldukları halde[25] –ez-Zemahşerî'nin tutumu da farklı değildir[26] –, İslamoğlu'nu onların durdukları noktada durmayıp ileriye geçmeye zorlayan nedir? Hatta İslamoğlu'nun iştahla kullandığı kaynaklar arasında bulunan Tefsîru'l-Menâr, Muhammed Esed vd ![]() Haydi diyelim bütün kaynaklar buradaki "sâ'ikaya tutulma"yı mecaz değil de hakikat olarak anlamakla yanıldı; 7/el-A'râf, 155'te anlatılan "sarsıntı" –ki başındaki harf-i ta'riften, "bilinen/malum bir sarsıntı" olduğu açıkça belli– neyin nesidir? Mealinde çapraz atıflar kullanma noktasında hayli cömert davranan İslamoğlu'nun buradaki suskunluğu sizce de garip değil mi? ![]() ![]() Allah Teâlâ "blöf" yapar mı? 14 ![]() İslamoğlu bu ayete düştüğü notta şöyle diyor: "… Dağın yükseltilmesinin "havaya kaldırma" anlamı taşımadığı için bkz: 7:171 ve not 1 ![]() Burada okuyucunun, meal yazarının tercih etmediği anlama muttali olma şansı elinden alınarak Sina Dağı'nın yukarıya kaldırılmadığı hükmü peşinen veriliyor, sonra da 7/el-A'râf, 171'e şu meal uygun görülüyor: "Ve Biz (Sina) Dağı'nı bir gölgelik gibi tepelerine dikip, onların dağın üzerlerine yıkılacağını zannettikleri o zaman da (demiştik):…" İslamoğlu işi garantiye almak için buraya da bir not düşmüş ve şöyle demiş: "Dağın havaya kaldırıldığının sanılmaması için özellikle "bir gölgelik gibi" ve "zannettikleri" kaydı düşülmüştür ![]() Operasyon böylece tamamlanıyor ve okuyucu, Sina Dağı'nın yerinden oynatılıp İsrailoğulları'nın üstüne kaldırılmadığına ikna edilmiş oluyor! İşin ilgi çekici yanı, 2/el-Bakara, 63'te "dağın kaldırılması" mücmel olarak ifade buyurulmuş ve bu icmal, 7/el-A'râf, 171'de tafsil edilmişken, buradaki tafsil de dikkate alınmamış ve ayet mecaza kurban edilmiş! Aklı modern algı ve değerlendirme tarzları ekseninde işleyen okuyucu için burada herhangi bir problem bulunmayabilir; ama bir "meal yazarı" olarak İslamoğlu'nun kendisine şu soruyu sorması gerekmiyor mu: Madem burada "olağan dışı" bir durum yok; acaba Yüce Allah bu sıradan durumu ne maksatla iki ayrı yerde zikretmiş olabilir? Mu'tezilî müfessir ez-Zemahşerî, bu ayeti memzuc tarzda şöyle tefsir eder: "Bir zaman, Tevrat'ın içindekilerle amel edeceğiniz konusunda misakınızı almış ve siz kabul edip misak verene kadar Tur'u üzerinize kaldırmıştık ![]() ![]() ![]() ![]() 7/el-A'râf, 171'de dağın kaldırılması, İsrailoğulları'nın, dağın üzerlerine düşeceğini zannedeceği şekilde ve "gölgelik" benzetmesi eşliğinde ifade buyurulduğu halde, bütün bu vurguları buharlaştıracak şekilde hareket etmenin anlamı ne ola ki?! Meal yazarı okuyucusunu şu noktada ikna etmeli değil midir: Burada bir olağan dışılık yoksa, her seferinde İsrailoğulları'nın bir kısmının isyanı ve cezalandırılması, kalanların affedilmesi şeklinde cereyan eden olayların anlatıldığı geniş bağlam içinde bu ayeti nereye oturtacağız? Okuyucuya tavsiyem, 2/el-Bakara, 63'ü, bağlamını ve 7/el-A'râf, 171'deki vurgulu anlatımı dikkate alarak tekrar okumasıdır ![]() ![]() Beter olun! 15 ![]() ![]() ![]() ![]() Bu da mealin gerekçesi: "Lafzen: "Alçak maymunlar olun" ![]() ![]() (Aranot 3: İşin ilginç yanı, İslamoğlu'nun, Yahudileşme Temayülü'nde (58-9) "Aşağılık maymunlar olun!" tarzında bir ara başlık açarak İsrailoğulları'nın maymuna çevrildiğini açık bir şekilde ifade etmesidir ![]() Burada yapılan lanet makamında bir tazirdir ve bunun dilimizdeki en güzel karşılığı da budur ![]() ![]() Aynı konuya değinen 7/el-A'râf, 166 ayetini "Ve sonunda, kendilerine yasaklanan şeyleri işlemekteki inatçı tutumları yüzünden onlara dedik ki: "Maymundan beter olun!" şeklinde meallendirdikten sonra da "gerekçe"sinde şöyle diyor: "Lafzen: Alçak maymunlar olun!" Doğaldır ki, kaynak dildeki söyleyiş vurgusu çeviriye yansıttığımız vurgudur ![]() ![]() ![]() 2/el-Bakara suresinin, İsrailoğulları'nın Mısır'dan çıkıştan sonraki macerasını anlatan ayetleri, biraz yukarıda da geçtiği gibi hep onlardan bir kısmının isyanı, cezalandırılması ve kalanların affedilmesi hadisesinin değişik şekillerde sürekli tekrarlandığını ifade ediyor ![]() ![]() ![]() Onun bu ısrarlı tavrının altında nelerin yattığını araştırmakla iştigal edecek değilim ![]() ![]() Söz gelimi İslamoğlu, 2/el-Bakara, 61'e düştüğü 7 numaralı notta şöyle diyor: "Hz ![]() ![]() Aynı mesele Yahudileşme Temayülü'nde de geçiyor: "Rasulullah'a maymun ve domuzlar hakkında "Onlar Yahudi soyundan mı?" diye sorduk ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Müsned'in ilgili yerlerini açıp bakanın dudağının uçuklamaması mümkün değil ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Efendimiz (s ![]() ![]() A ![]() ![]() ![]() B ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 2/el-Bakara'nın, "Ve onları hem ilk kuşaklar hem de sonraki nesiller için bir ibret vesikası, (taklitten) sakınanlar için de uyarıcı bir örnek kıldık" diyen bir sonraki ayeti burada bir problem olduğunu ihtar ediyor: Şayet söz konusu hitabın muhatapları maymuna çevrilmediyse, buradaki "ibretlik" ve "uyarıcı örneklik" ifadelerinden ne anlamamız lazım? İslamoğlu'nun, 2/el-Bakara, 65'in "gerekçe"sinde, bunun "lanet makamında bir tazir" olduğunu söyleme ihtiyacı hissettiğini görmüştük ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Gelelim müfessir el-Âlûsî'den yapılan nakle: el-Âlûsî, ilgili ayetin tefsirinde önce "kırede" kelimesi üzerinde durur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Görüldüğü gibi el-Âlûsî, müfessirlerin çoğunluğunun görüşünü, yani onların gerçek anlamda maymuna çevrildikleri anlamını tercih eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ve konuyla ilgili olarak Mücâhid'in tavrı… İsrailoğulları'ndan bir grubun maymuna çevrildiği, sahih hadislerle sabittir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Buraya kadar Kur'ân'ın ilk 65 ayetinin meallendirilişindeki problemleri söz konusu ettik ![]() ![]() II ![]() Herhangi bir metni kaleme alırken en uygun üslubu, ifade biçimini ve kelimeyi bulmak için özel bir çaba sarf etmek, yaptığı işe saygı duyanların özel hassasiyetidir ![]() ![]() ![]() Ama gelin görün ki, İslamoğlu, Allah Kelamı'nı Türkçe konuşanların dünyasına –hem de hayli iddialı biçimde– aktarırken zaman zaman öyle bir dille çıkıyor ki karşımıza, buna "serbest davranma" demek durumu yeterince izah eder mi, şüpheliyim ![]() Herkesçe müsellem olduğu üzere, dinin kendine mahsus bir dili vardır ![]() ![]() ![]() 1 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Oysa Allah Teâlâ'nın ezelî ve mutlak ilminin ve kudretinin taalluku bakımından var ettikleri arasında herhangi bir farklılık tasavvur etmek mümkün değildir ![]() 2 ![]() ![]() ![]() ![]() Bu arabaşlık altında sadece "uygunsuz" değil, "gereksiz" ifadeleri de konu edineceğimizden, bu örneğin zikredileceği yer tam da burası ![]() ![]() ![]() ![]() Hele bunun "hakikati asrın idrakine söyletmek" olarak ifade edilmesini tebessümle karşılamamak elde değil ![]() ![]() ![]() ![]() 7/el-A'râf, 7 ![]() ![]() ![]() 3 ![]() İslamoğlu burada "ce'ale" fiiline "yaratma" anlamı vermekten kaçınma ihtiyacı hissetmiş ve onun yerine eşanlamlı iki kelimeyi uygun görmüş: Tayin etmek ve atamak! Genellikle kurumsal/bürokratik bir yapı içinde üstlerin/amirlerin astları/memurları bir görevden bir başka göreve intikal ettirmesi anlamında kullandığımız bu kelimelerin, insanın dünya macerasının başlangıcı ile ne ilgisi olabilir? Allah Teâlâ Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 4 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 5 ![]() ![]() ![]() İslamoğlu'nu burada yanılgıya sevk eden, ayette geçen "le'alle" edatıdır ![]() ![]() ![]() ![]() 6 ![]() "Suvarmak" kelimesi İslamoğlu tarafından ayette geçen "isteskâ"ya uygun görülen karşılık ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() III ![]() "Kur'ân'dan bir alıntı" olarak Besmele 1 ![]() ![]() Her ne kadar "Besmele surelerin başında teberrüken yazılmıştır, surenin ayetlerinden biri veya müstakil bir ayet değildir" diyen Malikî mezhebinin görüşüne uygun ise de, Besmele'nin başında yer aldığı her surenin ilk ayeti olduğunu söyleyen Şafiîler'in ve "her surenin başında, o sureden olmaksızın yer alan müstakil bir ayettir" diyen Hanefiler'in görüşünden sarf-ı nazar edilerek bu hükmün mealde böyle mutlak zikredilmesi isabetli değildir ![]() Hz ![]() 2 ![]() ![]() ![]() Burada gönderme yaptığı 76/el-İnsân, 2 ayetine düştüğü notta da şunları söyler: "İnsan türüne giren herkesi kapsadığı için Âdem'in de nutfeden yaratıldığı anlaşılır (Bkz: 4:1; krş ![]() Buradan havale edildiğimiz 4/en-Nisâ, 1'e gidiyoruz: "Ey insanlık ailesi![32] Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan…" Buradaki "canlı varlık"a düşülen notta bu kez "nutfe", yerini "hücre"ye bırakıyor ve şöyle deniyor: "A'raf 11, Nisa 1 ve Hucurat 13 ışığında Âdem'in de kendisinden yaratıldığı ilk organik bileşiğe (hücre) delalet eder…" Faraza bir okuyucu sadece "nutfe" ile ilgili yeri okuyup, diğerinden haberdar olmasa, Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Doğrusu şu ki, buradaki "nutfe"nin ne olduğu konusunda, öncesindeki ve sonrasındaki hilkat aşamaları hep birlikte değerlendirilmeden ve Hak Dini Kur'ân Dili'nin muhtelif yerlerinde bu konuda söylenenleri bütünlük içinde anlamaya çalışmadan yapılacak böyle yüzeysel değerlendirmeler, sadece bizi yanlışa sürüklemekle kalmaz, istenmeden de olsa okuyucuya haksızlık, Elmalılı merhuma zulüm, ilim ahlakına riayetsizlik yapılmış olur ![]() ![]() Özetin özeti şudur: Elmalılı, buradaki "nutfe'nin, "hame-i mesnûn"[35] olduğunu, onun da "salsâl/sülâle"den oluştuğunu söyler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Meleklerin kıskançlığı 3 ![]() ![]() ![]() ![]() Bu ifade, meleklerin içinde Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sonuç İslamoğlu'nun kaleme aldığı mealin ilk 60 küsür ayeti hakkındaki değerlendirmelerim bu kadar yer tuttu ![]() ![]() ![]() İmam el-Mâturîdî tefsirinde, yukarıda zikri geçen "nefislerinizi öldürün" ayeti hakkında şöyle der: "Eğer ehl-i tefsir, buradaki öldürme emrinin hakiki anlamda olduğu konusunda ittifak etmiş olmasaydı, onların, nefislerini öldürmeleri konusundaki bu emri "öldürme"nin hakiki anlamına hamletmezdik…" Bu alıntı, sadece Kur'ân'ın tefsirinde naklin ne derece belirleyici olduğunu anlamamıza yardım etmekle kalmıyor, aynı zamanda bu işle iştigal eden insanların kendi uhrevî akıbetleri konusunda taşımaları gereken endişeye de dikkatimizi çekiyor ![]() İslamoğlu, "Hz ![]() ![]() ![]() ![]() Kendisine din kardeşi olarak yapabileceğim tavsiye şu: İslam ilim tarihinin zirvesini tutan dirayet ehli simalarından İmam el-Mâturîdî'yi bir noktada durduran şey sizi durdurmuyorsa, yaptığınız işin size ve Ümmet'e hayır mı, şer mi getireceği konusunda bir daha düşünmelisiniz ![]() Allah Teâlâ'nın Kitabı ve Resulü'nün Sünneti konusunda yanlışa sürüklenmenizden hoşnut olmam ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ebubekir SİFİL -------------------------------------------------------------------------------- [1] 56/el-Vâkı'a, 60 ![]() [2] 6/el-En'âm, 29 ![]() [3] 44/Duhân, 35 ![]() [4] Bkz ![]() ![]() [5] 5/el-Mâide, 87-8 ![]() [6] 8/el-Enfâl, 74 ![]() [7] 24/en-Nûr, 62 ![]() [8] el-Buhârî, "Menâkıbu'l-Ensâr", 19 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() [9] Bkz ![]() ![]() [10] et-Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, XXII, 137 ![]() ![]() [11] et-Tirmizî, "İlim", 6 ![]() [12] Hak Dini Kur'an Dili, V, 3428 ![]() [13] El-Cevherî, es-Sıhâh, VI, 2402-5; İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, IV, 2491; ez-Zebîdî, Tâcu'l-Arûs, XXXVIII, 437; Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 857 ![]() [14] el-Muvatta, "Salâtu'l-Cemâ'a", 22; el-Buhârî, "Enbiyâ", 12…; Müslim, "Salât", 65…; Ebû Dâvud, "Salât", 183…; et-Tirmizî, "Vitr", 22… [15] Konu hakkında bkz ![]() ![]() Ayrıca şu adreslere bakılabilir: The Yam Suph: "Red Sea" or "Sea of Reeds" http://exodusconspiracy ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() http://members ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() [16] Bkz ![]() ![]() [17] İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, VI, 4966; ez-Zebîdî, Tâcu'l-Arûs, XXXIV, 139-40 ![]() [18] 20/Tâ-Hâ, 39 ![]() [19] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 269-70 ![]() [20] Bkz ![]() ![]() [21] Kadı Abdülcebbâr, Tenzîhu'l-Kur'ân ani'l-Matâ'in, 24 ![]() [22] Çıkış, XXXII, 26-30 ![]() [23] Elmalılı, I, 357 ![]() [24] el-Bahru'l-Muhît, [25] et-Tefsîru'l-Kebîr, III, 90 ![]() [26] el-Keşşâf, I, 271 ![]() [27] Yahudileşme Temayülü, 36 ![]() [28] Ahmed b ![]() ![]() ![]() [29] el-Âlûsî, Rûhu'l-Ma'ânî, I, 283 ![]() [30] Bkz ![]() ![]() [31] Mesela bkz ![]() ![]() ![]() [32] Burada, "eyyuhâ" kalıbının taşıdığı "aile" yan anlamı için bkz: 2:21, not: 6" denerek yazının başlarında üzerinde durduğumuz "yanlış anlama"ya gönderme yapılıyor ![]() [33] Ateş, Yeniden İslama, II, 267-8 ![]() [34] Bkz ![]() ![]() [35] 15/el-Hicr, 26-33 ![]() Kaynak: Rıhle Dergisi, Mart 2009 |
![]() |
![]() |
![]() |
Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1 |
![]() |
![]() |
#8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mustafa İslamoğlu'nun Mealine Reddiye 1Bugünden başlayarak birkaç yazı halinde Mustafa İslamoğlu'nun, "anlama problemi" üzerine kurguladığı Üç Muhammed adlı çalışmasını konu edineceğim ![]() ![]() Bugünden başlayarak birkaç yazı halinde Mustafa İslamoğlu'nun, "anlama problemi" üzerine kurguladığı Üç Muhammed adlı çalışmasını konu edineceğim ![]() ![]() ![]() ![]() Anlaşıldığına göre İslamoğlu, kapağında sekizinci kere basıldığı ifade edilen bu kitabı yazdıktan sonra bir daha gözden geçirme ihtiyacı hissetmemiş ![]() ![]() ![]() ![]() Alâ külli hal, ben üzerime düşeni yapmış olmak bakımından, kendisine aşağıdaki hususları hatırlatmayı bir "ilim borcu" olarak görüyorum ![]() ![]() ![]() ![]() 1 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Diyelim ki İbn Teymiyye'nin, senedindeki Abdülazîz b ![]() ![]() ![]() ![]() Eğer İbn Teymiyye (ve konuyla ilgili eser yazan Takiyyuddîn es-Sübkî gibi başkaları) tarafından bu rivayet –sağlam bir delil diye– kullanılmışsa (ki öyle olmadığı açık), onlar bakımından İslam Hukuku'nda "deri yüzmek" diye bir cezanın mevcut olup olmadığının İslamoğlu tarafından niçin merak edilmediği bir bahs-i diğer ![]() ![]() ![]() "Neticede söz konusu olan, uydurma veya zayıf bir rivayet ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 2 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İbn Teymiyye'nin –her ne kadar metne sadık kalınmamışsa da, anlamı aksettirdiğini söyleyebileceğimiz yukarıdaki çeviride yer alan– bu hükmü, "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Burada söz konusu olan, Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "Rasulullah'ın, etrafındakilerin çok daha saygısız davranışlarına nasıl dayandığına şu ünlü rivayeti örnek gösterebiliriz: "Uyeyne b ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eğer İslamoğlu'nun dediği gibi bu rivayet "ünlü" ise, ününü "problemli" oluşundan aldığı kesin ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 3 ![]() ![]() ![]() ![]() Ne ki burada üzerinde duracağım asıl nokta bu değil ![]() ![]() el-Heysemî, bu eserinde (VIII, 270) zikrettiği bir et-Taberânî rivayetinin senedi hakkında –adeti olduğu üzere– kısa bir değerlendirme yapmış ve "Ve lem era fî isnâdihî men ucmi'a alâ da'fihî" demiş ![]() İslamoğlu bu cümleyi şöyle çevirmiş: "Zaafı üzerinde sözbirliği dışında isnadı hakkında bir şey görmedim ![]() ![]() Oysa yukarıda okunuşunu verdiğim orijinal ifadenin doğru çevirisi şöyle olmalıdır: "Bu rivayetin isnadında, zayıflığı konusunda görüş birliği edilmiş bir kimse görmedim ![]() el-Heysemî'nin bu değerlendirmesi, hadisin senedindeki ravilerden birkaçı hakkında birtakım cerh ifadeleri olsa da, konunun otoritelerinin bu noktada görüş birliği halinde olmadığını belirtmekle, bir anlamda hadisi "tahsin"e yönelik iken, İslamoğlu'nun tercümesi, görüldüğü gibi durumu tersine çevirmiştir ![]() 4 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Oysa İbn Hacer'in burada zikrettiği rakam 4 ![]() ![]() "Ebu Davud, İbn Mübarek'ten: Nebi'den nakledilen sünnetlerin tamamı yaklaşık 900 hadistir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Son cümlenin doğru çevirisi şöyle olmalı: "Ebu Yusuf zayıf hadis türünden o belalı rivayetleri şuradan buradan alır (kaynağına dikkat etmez) ![]() ![]() ![]() (Ebû Dâvûd'un İbnu'l-Mübârek'ten aktardığı bu ifade üzerinde gerekirse daha sonra dururuz ![]() 5 ![]() ![]() İslamoğlu bu konuda bir CD'den şu ifadeleri aktarıyor: " ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Herhangi bir Usul-i Hadis kitabında kolayca görülebilecek bu ve benzeri ifadelerin anlattığı açıktır: İlk dönem alimleri, sadece Efendimiz (s ![]() ![]() ![]() "Hadislerin sayısı, hadisçilere göre şu iki nedenden dolayı kabarmıştır: 1) Hadis'in tanımı: Bazı hadisçiler sadece Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Durum bizzat kendisi tarafından bu şekilde ortaya konduktan sonra İslamoğlu'nun, nasıl bir mantık işleterek aşağıdaki sözleri söylediğine şaşırmamak elde değil: "Hadislerin sayısı aritmetik olarak değil, geometrik bir biçimde artmıştır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "İşte hadisçilerin peygamber tasavvuru adını verdiğimiz tavır budur: Hep konuşan bir peygamber ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hadis imamlarının, bir metnin farklı tariklerini mümkün olduğunca bir araya getirmek için sarf ettiği gayreti "zaaf" olarak niteleyen, "hadis"ten kastın ne olduğunu bizzat kendisi gayet güzel açıklanmışken, sonra dönüp bunu bir "problem" olarak takdim eden bu ifadeleri, "anlama problemi"nin şaheser bir örneği saymazsak İslamoğlu'na haksızlık olur! 6 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Oysa Keşfu'l-Hafâ sahibi (II, 204) İbn Abdilberr'in, "Bunun ne olduğunu bilmiyorum ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Kısacası İslamoğlu'nun burada iki hatası göze çarpıyor: 1) Konunun üç sahabîden geldiğini söyleyen İbn Hacer olmasına rağmen, bu sözü İbn Abdilberr'e ait göstermesi ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 7 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu bu konuda şöyle diyor: "Hadiste "Deccal" hiç geçmemesine rağmen, başta Müslim olmak üzere hadis musannifleri bu hadisi kıyamet alâmetleri ve Deccalle ilgili haberler arasında nakletmişlerdir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bir önceki yazıda İslamoğlu'nun, el-Buhârî ve Müslim'den naklettiği İbn Sayyâd kıssasının sonunda geçen "İn yekunhu felen tusallata aleyhi; ve in lem yekunhu felâ hayre leke fî katlihî" ibaresinin geniş açılımını, ilgili dipnotta nasıl verdiğini görmüştük ![]() ![]() Ancak bu çeviride İslamoğlu'nun "atladığı" ve metinle tetabuk etmeyen birkaç "küçük" ayrıntı var: 1) "İn yekunhu felen tusallata aleyhi" cümlesinde geçen "len tusallata" ifadesindeki "len" edatı "gelecek zamanda tekitli olumsuzluk" ifade eder ![]() ![]() ![]() ![]() İmdi, İslamoğlu'nun çevirisinin doğru kabul edilebilmesi için İbn Sayyâd aleyhine hüküm verecek olan kişinin bir kadın olduğunu söylememiz gerekiyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Burada doğru çeviri şöyle olmalıdır: "Eğer o (Deccal) ise, sen ona asla muktedir kılınmayacaksın ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu burada bir tek varyantla sınırladığı hadiseyi kendi anladığı şekilde ifadelendirebilmek için önce "İn yekunhu felen tusallata aleyhi; ve in lem yekunhu felâ hayre leke fî katlihî" cümlesinde bir "belirsizlik" olduğunu düşünüyor ve ardından –kendi tabiriyle– "metne işkence ederek" bu "belirsizliği" mezkûr çeviri ve açılımla ortadan kaldırıyor! Oysa Efendimiz (s ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 8 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Oysa İbn Haldun (Mukaddime, 439), yukarıda siyah puntoyla verdiğim çevirideki durumu şöyle anlatıyor: " ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 9 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu bu pasajda parantez içi üç nokta ile verdiğim yerlerde, Kadı Iyâd'ın ifadelerinin orijinalini zikretmiş ![]() ![]() "Nebi ve resuller (hepsine selam olsun), Allah Teala ile mahlukatı arasındaki vasıtalardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu ifadelerin neresinde "ikircikli" bir durum olduğunu ben tesbit edemedim ![]() ![]() ![]() ![]() 10 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İbn Hazm'ın adı geçen eserindeki bir baskı hatası, İslamoğlu'nun, Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 11 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu'nun bu kısa cümlede yaptığı iki hatadan biri, kullandığı eş-Şifâ nüshasındaki bir baskı hatasından kaynaklanıyor ![]() ![]() ![]() ![]() İslamoğlu'nun yukarıdaki cümlede göze çarpan ikinci hatası ise, sadece bir "hu" zamirini atlamasından değil, "vav" bağlacını ve ardından gelen izafet terkibindeki "musannıf" kelimesini de devre dışı bırakmasından anlaşıldığına göre bayağı bir emek mahsulü! Uzatmayalım, doğru çeviri şöyle olacak: "Kudûrî şarihi ve el-Kunye adlı eserin yazarı Muhtâr b ![]() ![]() ![]() ![]() 12 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yer tutmaması için orijinal okunuşunu veremeyeceğim bu pasajda ve öncesinde Kadı Iyâd, Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 13 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Doğru çeviri şöyle olacak: "Tıpkı şehitlerin, şehitlik fazileti sebebiyle cenaze namazlarının kılınmasından müstağni oldukları gibi İbrahim de, babasının fazileti dolayısıyla cenaze namazının14 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Acaba Kadı Iyâd gerçekten bu kanaatte midir? Birlikte okuyalım: "(Allah Teala'nın) görülebilmesinin cevazı konusunda şüphe yoktur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "Allah, gözdeki idraki kalpte veya nasıl dilerse öyle yaratmaya kadirdir, O'ndan başka ilah yoktur ![]() ![]() ![]() Bu ifadelerden "isbatlanmış bir tez" çıkarmak için ya "özel bir husumet" veya "özel bir kabiliyet" gerektiği ortada ![]() ![]() ![]() kılınmasından müstağnidir ![]() ![]() ![]() 15 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bir önceki yazıda olduğu gibi burada da İslamoğlu'nun yansıttığı hava şu: Kadı Iyâd, Yüce Allah'ın Miraç'ta Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 53/en-Necm suresinin ilgili ayeti üzerinde dururken Kadı Iyâd önce, müfessirlerin çoğunluğunun, bu iki kelimenin anlattığı fiillerin Hz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bunu müteakiben, "dünüvv" ve "tedelli"nin Allah Teala ile Efendimiz (s ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu durumda Kadı Iyâd'ın, "Cebrail'in kastedildiği ayetleri Allah'a atfetmenin ille de bir yolunu bulmak için çırpın"makla itham edilmesi tam bir "çarpıtma" örneğidir ![]() Burada, "Kadı Iyâd, bu ve benzeri konularda makul ve makbul görüşü vermekle yetinmesi gerekirken, her türlü görüşü zikrettiği için hatalıdır" denebilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Mustafa İslamoğlu'nun Üç Muhammed adlı çalışması ile ilgili olarak bu köşede zikrettiğim hususlar, mezkûr kitapta göze çarpan anlama problemlerinin sadece bir kısmını oluşturuyor ![]() ![]() "Anlama problemi" nitelemesiyle burada –bana ayrılan bu sütunun kısıtlı çerçevesi sebebiyle– on yazı halinde gündeme getirdiğim hususları şöylece 4 grupta toplamak mümkün: 1 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 2 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 3 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 4 ![]() ![]() ![]() Bu yazılardan maksadımın bir "Üç Muhammed tanıtım ve eleştirisi" olmadığını baştan belirtmiş ve böyle bir ameliyenin teknik olarak bu köşede gerçekleştirilmesinin mümkün ve doğru olmadığını söylemiştim ![]() ![]() ![]() "Yazmak", düşüncenin kalıcılaştırılmasını temin eden en önemli unsur olmakla, yazan için son derece önemli bir riski de beraberinde taşır ![]() ![]() ![]() Bu "hatırlatmalar"a vereceği tepkinin tarz ve tonu, hatta tepki verip vermeyeceğinin kararı tabii ki İslamoğlu'nun belirlemesindedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ebubekir SİFİL |
![]() |
![]() |
|