Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı Devletinde Tarım
Osmanlı Devletinde Tarımcılık - Osmanlıda Tarım - Osmanlı Devletinde Tarım Konusu
Osmanlı İmparatorluğu’nda toprak devletin mülkiyetindeydi Ancak yukarıdaki kısımlarda da belirtildiği gibi, tımar sistemi ile halka toprağı kullanma hakkı tahsis edilirdi Bu da, hem vergilerin toplanmasını kolaylaştırırken hem de toprağın üretim sürecine dahil edilmesine vesile oluyordu Ancak bu yüzyılda dünyada kapitalist sistemlerin egemen olmaya başlaması ile birlikte özel mülkiyetin de, özellikle de toprak mülkiyetinin yaygınlaştığı ifade edilmelidir Dolayısıyla da tımar sistemi, toprak devlete ait olduğundan, kapitalist düzene aykırı bir düzeni yansıttığı için, bertaraf edilmesi gereken bir yapılanma olduğu düşünülmüş olabilir
Tanzimat döneminde ülkede toprak satın almak isteyen yabancılar, liberal bir toprak sistemini arzuluyorlardı Özellikle 1856 Islahat Fermanı, yabancıların toprak satın alabileceği gibi vaadlerde bulunmuştu Tanzimat, zaten etkisizleşmekte olan tımar sistemini ortadan kaldırmıştı 1841 ve 1847’de çıkarılan iki nizamname ile birlikte kişilerin ellerindeki topraklara tapu veriliyordu Yine 1849 ve 1858 tarihli kanun ve nizamnamelerle miri arazinin borç mukabili el değiştirmesi kabul ediliyordu 125 1857 yılında neşredilen arazi kanunu ile iktisap, mülkiyet ve intikal usulleri yeni esaslara bağlanmıştır Bu arada tımar ve zeamet de kaldırılmıştır
Verginin Türkiye’de tesis tarihi kadar eski olan aşar, bütün aşara tabi arazinin, yani fetih esnasında Müslümanlara verilmiş olan toprakların mahsulleri üzerinden alınmakta idi Aşar vergisi kanunen her mahsul meydana geldiği sırada vacip olurdu Aşar, devletin tarımsal ürünlerin onda birini talep ettiği ve toplam gelirlerin dörtte birine eşit miktarda gelir sağlayan bir kaynaktır Akdağ, tarımın milli ekonomi yönünden büyük bir önem taşıdığını ifade etmektedir Bu işletme alanı memlekette ekincilik, bağcılık ve hayvancılık diye başlıca üç bölüm türünde gelişmişti
Kasaba’nın ifadesine göre, klasik dönemden beri Osmanlı tarımının temelini küçük köylülük oluşturmuştur Osmanlı ekonomisi, kendine yeterli ve hatta dış piyasaya yönelik olan bir tarım sistemine sahipti Fakat teknolojik gelişme olmaması, özellikle dış talebin yoğunluğu karşısında iç piyasayı mal darlığına itebiliyordu Devlet, savaş baskısının hafiflemesiyle üretimi arttırma teşebbüslerine girişebiliyordu Toprakların boş bırakılmaması ve iktisadi bitkiler yetiştirilmesi için vergi indirimi gibi tedbirler alınmıştı
19 yüzyıl ekonomisinin diğer bir hususiyeti, Eldem’e göre, sınai ve zirai faaliyetler arasında mevcut dengenin tedricen bozulması olmuştur Sanayide makineleşme cereyanı, bu faaliyetlerdeki verimi, ananevi usullerden kolay kolay kurtulamayan ziraati geride bırakacak surette artırmıştır Bu sebepten dolayı, batıda ziraatin tedricen yerini sanayiye terk ettiği ve büyük yatırımların bu sektöre kaydığı görülmektedir Böylece zirai bölgelerle sanayileşmiş bölgeler arasındaki gelirler muvazenesi bozuluyor, sanayileşmiş ülkelerde refah seviyesi daha büyük bir hızla yükseliyordu
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, ziraatin istihsal kapasitesi, heyeti umumiyesi itibariyle, memleket ihtiyacını karşılamakla beraber, bazı gıda maddelerinin ithaline de her zaman ihtiyaç duyulmuştur Dışarıdan temini gereken en önemli gıda maddeleri; un ve buğday, pirinç, şeker ile kahve ve çay gibi gıda maddelerinden ibaretti İhracat ise daha çok tütün ve kuru meyveden müteşekkildi Tarımın durumunu kavrayabilmek için Tablo’da arazinin kullanımı hakkında bilgiler bulunmaktadır
Osmanlı Devleti'nde ekilip biçilen toprakların alanı ve tarım, 1894/1895
Bölge Alan (km²) Ekilebilir Alan Alanların Yüzdesi
Edirne 40 000 35 000 21 07
Erzurum 43 000 31 000 20 05
Adana 33 000 23 000 17 05
Ankara 68 000 36 000 12 05
Aydın 54 000 44 650 32 08
İşkodra 16 000 9 800 1 02
İzmit 10 300 7 500 0 03
Bağdat 170 000 80 000 43 09
Basra 150 000 59 000 41 03
Bitlis 37 000 32 000 20 08
Beyrut 12 600 9 500 0 09
Biga 20 000 14 000 3 60
Cezayir-i Bahr-i Sefid 5 600 3 800 0 02
Çatalca 11 200 8 100 0 04
Halep 49 000 33 000 21 03
Hicaz 1 243 517 20 000 11 02
Hüdavendigar 60 000 51 500 40 00
Dersaadet 13 712 5 000 0 03
Diyarbekir 50 000 41 000 26 02
Zor 35 000 21 000 14 02
Sivas 60 000 42 500 31 07
Selanik 41 000 29 500 19 03
Suriye 90 000 51 000 38 00
Şehremaneti M 9 400 3 600 0 01
Trabzon 32 000 25 000 18 03
Kastamonu 48 000 41 000 24 00
Konya 78 000 67 000 41 09
Kosova 28 000 15 000 9 04
Kudüs 12 400 8 700 0 07
Girit 15 000 9 500 0 10
Musul 65 000 49 000 33 01
Manastır 23 000 13 800 2 70
Mamuretülaziz 28 000 18 700 10 06
Van 27 000 18 000 10 05
Yanya 21 000 14 900 7 05
Yemen 350 000 75 000 42 09
Toplam 3 049 729 1 047 050
Tablo’da da görüldüğü gibi, ekilebilir alanların toplam alanlara oranı yüksek olmasına rağmen, hiç bir bölgede ekilebilir alanın yarısı bile ekili değildir En çok ekili alan Bağdat’tadır Tablo’dan Bağdat’ın nüfusu yaklaşık 800 000 hesaplanırsa,, kişi başına toplam ekilebilir alan da yaklaşık olarak 10 000 m² olmaktadır Kişi başına 10 000 m² ekilebilir alan oldukça yüksek olmakla beraber bu olumlu durumdan faydalanılamadığı anlaşılmaktadır Toprakların oldukça verimsiz kullanılmış olduğu gözlemleniyor Tımar sisteminin çökmüş olması, İmparatorluğun son zamanlarda savaş dolayısıyla yıpranmış olması, vs gibi nedenlerin bu duruma yol açmış olabileceği söylenebilir Ancak 1894 yılından önceki zamanlar için arazi kullanımı hakkındaki verilere rastlanamamıştır
1874/1875’ten 1894/1895’e kadar yapılmış olan tahminler incelendiği takdirde, tahıl üretiminin Lira cinsinden değerinin yüzyıl sonuna doğru artmış olduğu görülmektedir Buradan da, tahıl üretiminde 1874’ten 1895’e kadar olan dönemde toplam 5 931 000 Liralık bir artış olduğu çıkarılabilir 1 Osmanlı Lirasının 4 3355 Dolara eşit olduğu bilgisinden hareketle, 21 yıllık süre zarfında 25 7 milyon dolarlık bir artış olmuştur 1895 yılında da toplam nüfusun 18 596 000 olduğu bilindiğine göre, bu tarihteki kişi başına toplam 1,97 Dolar değerinde tahıl üretimi yapılmıştır
İnalcık’a göre, İmparatorluğun ziraatı bir mono kültür ziraatı değildi Bilakis zamanla ziraati üretim ve ihracat hem arttı hem de çeşitlendi Yüzyılın başında, bir çok eyaletin hububat ihracatı beklenilmeyen bir süratle artmıştı ve ihracat nispeti çok yükselmişti Ege ve Akdeniz sahil bölgelerindeki çiftçiler, senelerden beri üretim fazlalarını Avrupa’ya ihraç etmişlerdi Gıda maddeleri dışındaki ihracat, derileri tabaklamakta kullanılan meşe palamudu, pamuk ve tütünden müteşekkildi Yüzyılın başından beri yün, tiftik, afyon gibi maddelerin ihracatı önemli olmaya başlamıştı Bu temayül yüzyıl boyunca devam etti Demiryollarının hububat yetiştiren Anadolu yaylalarına ve verimli Havran bölgesine kadar uzanmasına rağmen buğday ihracatı hiçbir zaman eski seviyesine erişemedi Fakat bunu gıda maddeleri olmayan malların ihracatı telafi etti Zira, gıda maddeleri olmayan malların ihracatı, gıda maddeleri yetiştirenlerin pazarlarını genişletti; artan ürün ihracatı buğdaya ve diğer gıda mallarına karşı talebi arttırdı
Pamuk’a göre, genel olarak tarımın ticarileşmesi, üretimin bileşiminde tahıllardan ve diğer geçimlik ürünlerden sanayi hammaddelerine ve diğer pazarlık ürünlere (cash crop) doğru bir kaymayla birlikte gerçekleşeceği beklenir Ancak, tahıllar üretiminin önemli bir parçası olduğu için, Osmanlı tarımının ticarileşmesi ve ihracata yönelmesi sürecinde üretimin bileşimi çok büyük değişiklikler göstermedi Buğday, arpa ve diğer hububatın toplam tarımsal üretim içindeki payları, 1913’e kadar oldukça yüksek kaldı Bu pay, 1890’larda Anadolu demiryolunun yapımıyla geniş Orta Anadolu toprakları İstanbul ve Avrupa pazarları için tahıl üretimine açılınca, daha da yükselmiş olabilir
19 yüzyıl boyunca zirai üretimin artmış olduğu anlaşılıyor Yeni topraklar ekilmeye başlarken yeni aletler kullanılmış fakat, tarım teknolojisi pek fazla ilerlememişti Osmanlı’da 19 yüzyıldaki ziraat alanında makineleşmenin Avrupa’daki makineleşme seviyesinin çok altında kalmış olduğu anlaşılıyor Demir sabanların ve modern aletlerin tarımda kullanılması ancak 1890’lardan sonra mümkün olmuştur Kullanılan tabii gübrelerin miktarı 19 yüzyıl boyunca değişmemiş, kimyevi gübreler hiç kullanılmamış, verimlilik haddi artmamıştır Ancak en azından tarımda ihracata yönelik üretimi anlayışının geliştiği söylenmelidir Bir de buna rağmen görülen o ki, ekilebilir alanların çok küçük bir kısmı ekiliyordu Bu durumun da ya devletin ve halkın bilinçsizliğinden ya da kimi yetersizliklerden kaynaklandığı söylenebilir
|