|  | Pastoral Şiir |  | 
|  06-21-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Pastoral ŞiirPastoral Şiir Pastoral (fr  Pastorale); kır, çoban hayatını, çıplak tabiat güzelliklerini tanıtıp sevdirmek gayesini taşıyan edebî eserlere denir  Şiir roman, hikâye, tiyatro, mektup, makale, seyahat; fıkra; hayrat; sohbet gibi edebî türlerin hepsi pastoral bir görüşle yazılabilir   Batıda, pastoral şiirlerden doğrudan doğruya tabiat manzaralarını canlandıran idil; karşılıklı konuşma tarzında yazılan pastoral manzumelere eglog denilir  Yunan edebiyatından Theokritos (M  Ö  III  yüzyıl), Lâtin edebiyatından Vergilius (MÖ  70 - 19) en büyük pastoral şiir örneklerini veren şairlerdir  Çeşit çeşit çiçek takmış döşüne, Çekilir göçleri peşin peşine Çıkabilsem şu yaylanın başına, Kuzulu kurbanlı şişeli dağlar   Erimiş karları, çekilmiş duman, Açılmış çiçekler, yürümüş çimen, Hayali kafamda yaşar her zaman, Başı oylum oylum meşeli dağlar   Yüce dağlar birbirine göz eder, Rüzgâr ile mektuplaşır, naz eder, Gâhi duman burur, gâhi yaz eder, Dereli, tepeli, köşeli dağlar  (Âşık VEYSEL) Şiir Üzerine    Şiir, nesirden bambaşka bir kimlikte*dir  Musikiden başka türlü bir musikidir, diyeceğim  Şiirde «nefes» ve «ses» iki temel öğedir  Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa, ya da ister en hafif perdeden olsun, ister israfil'in sûru (borusu) kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir      Şiir duygusunu dil haline getirinceye kadar yuğurmak, onu çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki, dize güya duygunun ta kendisi imiş gibi okuyucuda içten bir sanı uyandırmak, işte bunu özlüyorum   Yahya Kemal BEYATLI, Yedigün, c  V,  1935,  no  122 Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır, başka bir şey değildir  Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hattâ bir rengi ve tadı olan nesnedir  Sözcük Insanoğlundan haber verir  Sözcük boş bir kalıp değil ki  Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, kişiliği, her şeysi şiirde belli olur  Şu var ki, sözcükleri tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerek  Hangi sözcük hangi sözcükle yanyana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek  Mallarmé'nin «Şiir, sözcükler dinidir  » demesi bundandır  Şiir, böylece hüner ve marifet işi oluyor  Öyledir de  Ata binmek, ok atmak, elbise dikmek, kundura yapmak hattâ boyamak ne ise, şiir de odur; yani ustalık ve uzmanlık işi  En zengin malzeme kötü bir ozanın elinde berbat olup gider, tıpkı çok iyi bir İngiliz kumaşının kötü bir terzi elinde çarçur olup gitmesi gibi  Sanat, terzilikte olduğu gibi, makas sorunudur  Makasdar olmak gerek  (Cahit Sıtkı TARANCI) Şiir ve İnşa Şiirin genel tarifi «vezinli söz» dür    Hattâ kafiye usulü sonraki milletler arasında sonradan meydana gelmiştir  Eski Yunanlı'lar yalnız vezne riayetle, kafiyeye lüzum görmezlerdi   Şiir her kavimde tabiîdir  Yeryüzüne ne kadar milletler ve kavimler gelmişse, hepsinin kendilerine mahsus şiirleri vardır  Osmanlı'ların şiiri acaba nedir? Necati ve Baki ve Nef'i divanlarında gördüğümüz kasideler ve gazeller ve kıtalar ve mesneviler midir? Yoksa Hoca ve Itrî gibi musikicilerin besteledikleri Nedim ve Vâsıf şarkıları mıdır? Hayır, bunların hiçbiri Osmanlı şiiri değildir  Çünki görülür ki, bu nazımlarda Osmanlı şairleri iran şairlerini ve iranlılar da Arapları taklit ile melez bir şey yapılmıştır  Ve bu taklit yalnız nazım üslûbuna değil, belki düşüncelere ve mânalarda Arap ve Acem'i elden geldiği kadar taklide çalışmayı bilimden saymışlar ve acaba bizim mensup olduğumuz milletin bir dili ve şiiri var mıdır ve bunu islâh kabil midir? Hiç burasını düşünmemişlerdir   Nesir yolunda da hal tamamıyle böyle olmuştur  Feridun'un Münşeât'ın, Veysî ve Nergisî'nin eserleri ve başka beğenilmiş nesirler ele alınsa içlerinde üçte bir Türkçe kelime bulunmaz  Ve bir iş anlatırken «bedî» ve «beyan» fenleri karıştırılarak, söz ve yazı hüneri göstermek için öyle karışık ve zincirleme isim tamlamalı cümleler yazmışlar ki, Kamus ve Ferheng beraber olmadıkça ve bir adam «maânî» fenninde ve Arap edebiyatında üstün bilgisi olduktan sonra, sanki bir ders okur gibi birçok zamanlar zihin yormadıkça çıkarmağa gücü yetmez      Garibi şurası ki, böyle anlaşılmayacak cümle yazabilmek iyi yazı yazmak sayılıyor      Gerçi şiir ve nesrin bu hale girmesi bu devrin yapması değildir  Acem'ler islâmlığı kabulden sonra şeriat bilimlerin! öğrenmek için Arap dilini öğrenmeğe düştükleri sırada kendi dillerinin şiir ve nesrinde dahi onu taklit ettikleri gibi, biz de Osmanlı devletinin kuruluşunun ilk zamanlarında iran bilginlerini getirmeğe muhtaç olduğumuzdan, onların eğitimi üzere kendi dilimizi bırakıp Acem şivesini taklit yanlışlığına düşmüşüzdür ki, Osmanlı ülkesi bilginlerinin bu hususta ettikleri ihmal ve kusur affolunmaz bir hatâdır  Çünkü insanoğlu arasında düşünce alış verişinin vasıtası dildir  Bir milletin dili yazılmış kurallar altında olmayıp da her eline kalem alan kimsenin keyfine uyar ve tabiî halinden çıkarsa, o millet arasında karşılıklı iş vasıtası bozulmuş demek olur   Bugün resmen ilân olunan fermanlar ve emir-nâmeler halk önünde okutuldukta bir şey istifade ediliyor mu? Ya bu yazılar yalnız yazıda alışkanlığı olanlara mı mahsustur, yoksa okumamış halk tabakası devletin emrini anlamak için midir?    Vah bize! Yazık bize! bu hale göre bizim millete tabiî hal üzere ne şiir ve ne de nesir var demek olur   Hayır, bizim tabiî olan şiir ve nesrimiz taşra halkıyla istanbul ahalisinin okumamış kısmı arasında hâlâ durmaktadır  Bizim şiirimiz, hani şairlerin vezinsiz diye beğenmedikleri halk şarkıları ve taşralarda çöğür şairleri arasında deyiş ve üçleme ve kayabaşı denen nazımlardır  Ve bizim tabiî nesrimiz, Kaamûs müterciminin (Mütercim Asım Efendinin) ve sonradan Muhbir gazetesinin kullandığı yazı şivesidir   Gerçi bu nazım ve bu yazı istenen derecede sanatlı ve gösterişli görünmezse de, Osmanlı ümmeti ilerlediği sırada bunlara rağbet edilmediğinden, oldukları halde kalmışlar, büyümemişlerdir  Hele bir kere rağbet o yöne dönsün, az vakit içinde ne şairler, ne yazarlar yetişir ki akıllara hayret verir   | 
|   | 
|  | 
|  |