Prof. Dr. Sinsi
|
İslamiyetten Önce Türk Devletlrinde Sanat
Atlı bozkır kültürüne mensup Türkler, yaylak ve otlak peşinde, Türkistan bozkırlarında bir yerden başka bir yere göç ediyorlardı Yanlarında taşıyabildikleri, ellerinin altında bulundurdukları ve sürekli kullandıklan eşyaları süsleme çabasmda idiler
At ve binicisi için lüzumlu binek ve koşum takımlarını, dokuma ve madeni eşyalan, deri kemerleri, madeni tokalan, silahları vb eşyalan süslüyorlardı Bu sebeple islamiyetten önceki Türklerden kalma büyük mabet ve saraylar yoktur Sınırsız bozkırlarda otlak ve yaylak peşinde koşan Türkler için, sabit bir mesken faydalı değildi Mesken olarak, süratle kurulup sökülebilen ve kolaylıkla nakledilebilen çadırlar kullanılıyordu
Her an harekete hazır bir durumda ve kolayca yer değiştirebilecek tetiklikte bulunmak mecburiyetinde idiler Her eşya küçük ve kolayca taşınabilir boyda yapılıyordu Çadırlannı istedikleri yere kuruyor, çadınn her köşesini maddi ve manevi değerlerinden kaynaklanan duygu ve düşüncelerine göre süsleme zevkini tadıyorlardı
Türk sanat eserleri taşınabilir eşyalar olup, bunlann çoğu da uçsuz bucaksız bozkırlarda kaybolmuştur Kazılar sonucu kurganlardan (Pazınk, Şibe, Tüekta, Kuray, Berel, Katanda, Anav, Eşik NoinUla) çeşitli eserler çıkanlmış Türk sanatı, Güney Rusya’dan Çin Şeddi bitişiğindeki Ordos’a kadar Hun eserleri ile yaygınlık göstermektedir Doğu Avrupa’da İskit ve Orta Hun eserleri ile yaygınlık göstermektedir Doğu Avrupa’da İskit, Orta Avrupa’da Avar eserleri ve Göktürklerden kalma buluntular; Türk sanat anlayışını devam ettirmektedir Hun sanat anlayışı, diğer Türk devletlerinde gelişerek devam etmiştir
Atlı Bozkır Sanatının Özellikleri
Türkler, yaşadıkları yerin iklim ve coğrafi şartlarının gereği, hayvancılıkla uğraşıyorlardı Hayvanlarına otlak ve su bulmak amacı ile de konargöçer hayatı tercih etmişlerdir Giyecek, yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını hayvanlardan karşılıyorlar; ulaşım ve taşıma aracı olarak faydalanıyorlardı
Türk’ün hayatını devam ettirmesi, hayvanların yaşayışları hakkında derin bilgi ve tecrübe sahibi olmasına bağlı idi Hayvanlara karşı olan ilgi, sanat eserlerinin genellikle hayvan biçimleri üzerinde gelişmesine sebep olmuştur
Türk sanatçıları; at koşum takımlarına, eyerlere, dokuma ve keçelere, maşrapa kulp ve gövdelerine, kılıç, mızrak, bıçak ve kalkanlara, kılıç saplarına vb eşyalara hayvan figürleri işliyorlardı Eyer ve eyer altı örtülerinde birbirleriyle mücadele eden hayvanlar; hareketli, dinamik ve tabiatçı bir anlayışla canlandırmış
Hayvan figürlerinde yırtıcı hayvanların; koyun, inek, keçi, antilop ve geyiklere saldırma sahnelerine yer verilmişti Sanatçılar bıkmadan, usanmadan aynı temayı tekrar tekrar işlemişlerdir Canlandırılan hayvan figürlerinin hareketlerinin tesadüfi olmaktan ziyade, kendi cinslerine has hareketler olduğu anlaşılmaktadır
Kaplan, pars, ayı, kurt, yırtıcı kuş ve efsanevi hayvanların; at, geyik, koyun, keçi vb hayvanlara saldırışları ve bu hayvanların vahşi hayvanlara karşı verdikleri hayat mücadelesi uslûplaştırılarak gösterilmiştir Taşınabilir malzeme üzerine işlenmiş, hayvanların birbirleri ile mücadeleleri motiflerinden meydana gelen bu çeşit Türk sanatına “Hayvan Üslûbu” adı verilmiştir,üslûbunda çok ileri gidilmiştir
Geyiğin dizlerini kırarak ileriye fırlayışı, kurdun sinsi ifadesi, koyun ve dağ keçisinin duruşu, çevik ve yumuşak hareketleri ile kaplanın yırtıcılığı gibi zihinlerde yerleşmiş konular, tabiatçıbir anlayışla işlenmiştir Uçsuz bucaksız bozkırdaki hayvanlar arasındaki mücadelelerde, bir iç dinamizmin bulunduğu hissedilmektedir Bu özellikleri ile Türk sanatında gelenekçi bir realizmin temelleri atılmış olmaktadır
Türklerin hayat mücadelesi, engin bozkırın çetin şartlan içinde geçmekte idi Bu sebeple süslemede hayvan mücadelelerini konu olarak seçmişlerdir Hayvan üslûbu ile, güç ve çetin hayat şartlan karşısındaki kendi mücadeleci ruhlarını madde üzerine yansıtmışlardır Zaten sanat da, maddi ve manevi değerlerin madde üzerine yansıtılmasıdır
Hun Sanatı
Altay Dağlan’nın kuzeyinde yer alan Katanda, Berel, Şibe, Başadar, Pazınk kurganlan ile doğudaki NoinUla kurganından Hunlara ait pek çok eser çıkarılmıştır Altay Dağlan’nda ilk arkeolojik kazılar, 1865′te Wilhelm Radloff tarafından yapılmıştır Radloff ilk araştırmalannda Katanda kurganını bulmuştur
Daha sonra Güney Altaylarda Berel kurganında, çok süslü koşum takımlan ile sekizi eyerli, sekizi eyersiz olmak üzere on altı at cesedi çıkarılmıştır Aynca kürk giyecekler ile ipek kumaşlar, içi oyulmuş ağaç gövdesinden lahit ele geçirilmiştir Lahit üzerinde birbirini takip eden kaplan, pars, horoz vb hayvan figürleri yer almaktadır
Doğu Altaylardaki, Tüles Gölü’ne (Balıklı Göl) 80 km uzaklıktaki Pazınk kurganlarında (kırka yakın kurgan) ise, lahitler üzerinde griffon (efsanevi, hayali yaratık) veya dağ keçisi resimleri bulunmaktadır Şibe kurganında mumyalanmış cesetler, at koşum takımlan ve giyimde kullanılan süs eşyalan bulunmuştur Elbiselerde kullanılan süs eşyaların m tamamı, tahta üzerine ince alün kaplama ile yapılmıştır
Katanda, Berel, Şibe, Pazınk ve NoinUla kurganlarını yapanların sanatlarının ortak yönü olduğu çıkan buluntulardan anlaşılmaktadır Kuzey Çin’deki Ordos bölgesinden çıkanlan buluntular da, Hun sanatının Çin’e kadar yayıldığını ve Çin sanatını etkilediğini göstermektedir
NoinUla’da (M Ö I yüzyıl M S I yüzyıl) çeşitli eşyalar, süslü keçe yaygılar, koşum takımları ile üzerine tabiatçı bir anlayış ve serbest bir sanat duyarlığıyla Hun erkek portresi işlenmiş çok güzel bir dokuma bulunmuştur Kurganların en büyük özelliği, yapımlarından hemen sonra içeriye dolan yağmur ve kar sularının donmasıyla; buzlar arasında kalan mumyalanmış ceset ve çeşitli eşyaların zamanımıza kadar ulaşabilmiş olmasıdır Kurganlara dolan ve hemen erimeden donan kar sulan, yüzyıllar boyunca erimeden kalmıştır Bu suretle kurganlardaki halıların, keçelerin çürümeden ve bozulmadan muhafazaları mümkün olmuştur
İlk Türk Halısı
Altaylarda beşinci Pazırık kurganından çıkarılan dünyanın en eski dokuma halısı, Türk halı sanatının üslûp ve tekniğini en iyi şekilde aksettiren bir şaheserdir Halı, koyun yününden bükülmüş iplikten dokunmuştur Halının boyu 200 cm, eni 189 cm ve kalınlığı ise sadece 2 mm’dir 1 cm sinde 36 ilmek bulunmaktadır (Bkz Okuma Parçası: 2 tik Türk Halısı ve Türklerde Halıcılığın Gelişmesi)
Türk El Sanatları
Türk destan ve efsanelerinde altın dağ, gümüş dağ, demir kapı, örs, çekiç, körük, demir vb maden, demir ve sanatla ilgili birçok kelime geçmektedir Bu durum, Türklerin madeni, demiri ve bunların işlenmesini bildiklerini gösterir
Afanesyevo (M Ö HI bin1700) kültür merkezine dahil Minusinsk ve Altaylar civarında yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu (buluntu yerlerinde) bakırdan yapılmış bıçak, biz, tel, küpe ve diğer süs eşyaları çıkarılmıştır
Altay ve Sayan dağlan arasındaki Kuray Ovası’nda, Kuray ve Tuyahta şehir harabelerinde yapılan kazılarda, kurganlardan bakır, gümüş ve demirden yapılmış kadın süs eşyaları; kılıç, mızrak, gürz, kalkan, zırh, koşum takınılan, gem, eyer, üzengi, tokalar, gümüşten sürahiler, demir ve bakır tencereler, tavalar, kazanlar, ıslık çalan oklar, el değirmenleri, rengarenk ipek ve yün kumaşlar bulunmuştur
Türkistan’da altın, gümüş ve demir madenleri bakımından en zengin yer Kırgızistan’dır Kırgızistan’da Altay ve Sayan dağlannda, bol miktarda demir madeni daman bulunuyordu Buralardaki demir madenleri yüksek cevherli ve mıknatıslı idi Kırgızlar demircilikte çok ileri gitmişlerdi Göktürkler zamanmda işletilen demir eritme ocakları ve dökümhaneleri Rus arkeologlan tarafından bulunmuş ve incelenmiştir
Türkler demir işçiliği ve madencilikte çok ileri bir durumda idiler Demirden mükemmel kılıç, kalkan, mızrak, kargı ve temren imal ediyorlardı Kılıçlarının kabzalarını, kemer tokalannı, sadaklarını (ok kutusu), zırhlannı ve tolgalannı altın ve gümüş levhalarla kaplıyorlar, bunların üzerini hayvan figürleriyle süslüyorlardı
Çin’den Tuna’ya kadar olan geniş alandaki kurganlardan çıkarılan tabaklar, maşrapalar, kazanlar, ibrikler, kovalar, otağlar, arabalar, at teçhizatı, eyer ve koşum takınılan; Türklerde kalabalık bir esnaf ve zanaatkar topluluğunun bulunduğunu göstermektedir Türkler marangozluk, tahta oymacılığı ve özellikle dokumacılıkta çok ileri bir durumda idiler Pazırık kurganlanndan çıkarılan tahta Hun masalan, sandalye, koltuk ve dolaplan, Türklerde usta marangoz ve oymacıların bulunduğunu göstermektedir
X yüzyılda (981984) Uygurların Turfan ve Beşbalık şehirlerini ziyaret eden Çin elçisi (Vang YenTö) seyahatnamesinde: Uygurların en iyi demir ve çelik işçileri olduklarından, nisadır işletmelerinin ve ticaretin Uygurların elinde olduğundan, boraks madeni çıkarıp işlediklerinden, en iyi bakır oksitin Uygur ülkesinde bulunduğundan ve Uygurların maden kömürü kullanmasını bildiklerinden bahsetmektedir Bu cümleler, Hun sanat anlayışının diğer Türk devletlerinde de devam ettiğini göstermektedir
Mimarlık, Heykelcilik ve Resim Sanatı
Mimarlık
Göktürklerin KülTigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk kitabeleri ile mimarlık alanında kendilerini gösterdikleri bilinmektedir KülTigin ve Bilge Kağan kitabelerinin duvarlarına kahramanların savaşlarını canlandıran tasvirler yapılmıştır Tasvirlerin yapılmasında Yolluğ Tigin ve Çin saray sanatkar ve ressamlarının emekleri geçmiştir Ölenlerin hatırasını ve zaferlerini anmak için kitabeler dikilmesi, mimari yapılar inşa edilmesi Göktürklerden önce biliniyordu
Çin kaynaklarında geçen “… Kabir üzerine bina inşa ederler, bunun duvarlarına ölünün şahsını ve hayatta iken katıldığı savaşlardan sahneleri renkli olarak resimler … Mezarlarına ölünün kimliğini bildiren yazılı işaretler dikerler …” sözleri bunu ispatlamaktadır Aynı husus Bulgar hakanı Omurtag Han’ın (814-831) Tırnova Kitabeleri’nde de dile getirilmiştir Bengütaş (abide, anıt), Bitigtaş (kitabe), Bark (anıtkabir), Bedizci (süslemeci, ressam, nakışçı ve heykeltraş) kelimelerinin Türkçe oluşu, mimari ve süslemede Türklerin faaliyette bulunduklarını göstermektedir
Mani ve Buda dinlerini kabul eden Uygurlar, birçok mabet yapmışlardı Mimarlık alanında Hint ve İran sanatından etkilenen uygur mimari eserleri ve kendine has bazı özelliklere sahip idi Uygur şehirlerinde evlerin çoğu iki katlı yapılıyordu Kurum Han’ın Bulgaristan’daki 40 m2 lik bir alanı kaplayan, at üstündeki bozkurtlu, tuğlu, eli bayraklı kaya kabartması halen yerinde durmaktadır Fakat yanındaki kitabe silik bir durumda bulunduğundan okunamamaktadır
Heykelcilik
Orhun’da 1958′de yapılan kazıda ortaya çıkarılan, KülTigin’in çok güzel yontulmuş mermer büstü, Türk çehresini saf biçimi ile gösteren bir sanat eseridir
Resim Sanatı
Arkeolojik kazılarda, üzerlerinde çok güzel işlenmiş insan portreleri bulunan Hunlara ait keçe ve dokumalar ele geçirilmiştir Anav’da fresklerle süslenmiş keramikler ve ziynet eşyaları bulunmuştur Resim sanatının Hun ve Göktürkler devrinde geliştiği ve Uygurlar döneminde doruğa yükseldiği görülmektedir
Karahoço, Turfan, Tarım, Beşbalık, Kaşgar, Kuça, Kızıl, Kamtura ve Kiriş’te yapılan kazılarda, Uygurlara ait mabet ve saraylar ortaya çıkarılmıştır Uygurlar mabetlerin ve sarayların duvarlarını, kitapları çok güzel resim ve minyatürlerle süslemişlerdir Karahoço ve civarında büyük mabetlerin duvarlarındaki resimler gayet tabii ve net olarak günümüze kadar gelmiştir
Resimlerde, şahıslar ellerinde gül tutmakta ve koklamaktadırlar Kulaklarında küpe vardır Uzun ve paçalı elbiseler giymişlerdir Bellerine kuşak kuşanmışlardır Bu özellikler, Türk resminin karakteristik görünüşüdür
Türk resim sanatı Doğu Türkistan’dan Çin’e ve Batı Türkistan’a, Ön Asya ülkelerine ve İslam alemine yayılmıştır Uygur mabetlerindeki resimlerin çehreleri ile Çin mabetlerindeki çehreler aynı çehrelerdir Tipler ve giyinişleri aynıdır Bu sebepten Çinliler, minyatürü Türklerden öğrenmişler ve sahiplenmişlerdir
Müslüman Uygur sanatkarları, Halife Memun (813-833) zamanında Bağdat’a davet edilmişlerdir Bugün sayısız örneklerini gördüğümüz kitap ve duvar minyatürlerini yapmışlardır Türkler, İslam minyatürünün gelişmesine öncülük etmişlerdir
Türkler, tarihin çok erken devirlerinden itibaren minyatür yapmaya başlamışlar ve minyatürü geliştirmişlerdir Minyatür Türk malıdır Türkler mabetlerini ve kitaplarını minyatür ve fersklerle süslerken, Çinliler resim yapmasını bilmiyorlardı Çin’deki Budist mabetlerinin tezyinatı Türkler tarafından yapılmıştır Çin deseni diye bilinen minyatürler, gerçekte Türk deseni ve minyatürlerinden başka bir şey değildir
Müzik
Türklerin hayatında müziğin önemli bir yeri olduğu bilinmektedir Attila’nın sefer dönüşünde başkente girerken saflar halinde dizilmiş, güzel giyimli Hun kızlarının söyledikleri Hun şarkıları ile karşılandığını; Bizans elçileri şerefine müzikli ziyafet verdiğini elçilik heyetindeki Priskos anlatmaktadır
Çin kaynaklan, 28 çeşit Hun halk türküsünden, Göktürk ve Uygurların birlikte türküler okuyup kopuz çaldıklarından bahsetmektedir Türk müzik aletleri arasında yer alan kopuz, Türk folklorunda çok önemli yeri olan bir çalgı idi
Aşk türküleri, acı tatlı hatıralar, kahramanlık hikayeleri ve destanlar halk şairleri tarafından kopuz çalınarak söyleniyordu Kopuz Türklerle birlikte Rusya, Ukrayna, Macaristan, Balkan, Çekoslovakya, Polonya, Mısır ve Suriye’ye girmiştir Bu ülkelerde “Koboz, kuboz, kubos, kobzo, kopuş vb ” adlar altında çok sevilen sazlardan olmuştur
Bir Uygur Türk saz takımı
Türklerde askeri mızıka (bando, mehter) hükümdarlık belgesi sayılıyordu Hun, Göktürk ve Uygur bandolarında davul (kövrüğ) başta olmak üzere, çeşitli borulu çalgılar bulunuyordu Askeri bir
liklerde bando, saraylarda mehter takımı ve konser toplulukları meydana getirilmişti Göktürklerde MengüSün’ün (410-450) sarayındaki mehter takımı davullardan, çıngıraklardan, borulardan, zillerden, tef ve benzeri güzel ses çıkaran musiki aletlerinden teşkil edilmişti
X yüzyıl sonlarında, Uygurların BeşBalık şehrine gelen bir Çin elçisi, şerefine verilen ziyafette: “Müzik konseri verildiğini, sahne oyunu şeklinde bir komedi gösterildiğini, daha sonra BeşBalık yakınında bulunan bir gölde kayık gezintisi yapıldığını, bu gezi sırasında her taraftan müzik nağmeleri yükseldiğini” seyahatnamesinde bildirmektedir
Elçi aynca “Uygurların saza benzer iki türlü çalgı aletleri bulunduğunu, kırlarda gezintiler yapıp uzak yerlere gittiklerini, hiçbir zaman müzik aletlerini yanlarından eksik etmediklerini” haber vermektedir Uygurlardaki sahne oyunları, Anadolu’da “orta oyunu” adı altında son zamanlara kadar devam etmiştir
|