Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
felsefe, tarihinde, türkler

Felsefe Tarihinde Türkler 1

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Tarihinde Türkler 1



FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER 1

Ünlü Felsefe Tarihçisi Ernst Von Aster anlatıyor:

FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER

İlkçağdan başlayıp gelecek çağlara uzanan felsefe, insan aklının ve zekâsının, çağlar boyunca hiç eskimeyen, eskimeyecek olan düşüncelerini, buluşlarını, yaratılarını daima yenileyerek, bilim hayatının gelişmesine paralel olarak kâinat içinde insanın yeri ve hayatın mânâsı üzerine düşünmeye devam edecektir

Geçmişte ki felsefeleri bilmeden bugünün ve geleceğin felsefesini anlamak mümkün değildir

Evrensel felsefeye katkıları bakımından Türk aklının ve zekâsının Felsefe Tarihindeki ve felsefi düşüncenin aşamalarındaki yeri Batılı felsefecilerin ilgisini ve takdirlerini çekmeye devam etmektedir

Dünyanın sayılı Felsefe Tarihi otoritelerinden Prof Dr ERNST VON ASTER 1930lar Türkiye'sinin aydınlıklarına, aydınlıklar sunan bir ilim adamı olarak Ankara Üniversitesinde Felsefe Tarihi Dersleri veren büyük hocalarımızdandı

Türkiye ikinci Tarih Kongresinde Ernst Von Asterin verdiği, FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER (1937) konulu konferansının metnini izleyicilerimize sunmaktan mutluluk duyuyoruz

Düşünen Adam dergimiz, bu diziden sonra eski Türk Filozofları üzerine yapılan irdelemeleri de yayınlamayı sürdürecektir Saygılarımızla

Her birey ve her millet için, kendi milli tarihi ve eserleri hakkında kendi kendini sorgulamak ve geçmiş zaferlerin defne dalları üzerinde istirahata koyulmayıp, başarılarını yeni çalışmalara çıkış noktası yapmak ihtiyacı duyduğu bir zaman gelir Her millet, çalışmalarında ilk önce kendisine karşı ve sonra tabiatın ve talihin kendisine faydalı olması gereken bir unsur olarak içine yerleştirdiği bütüne, yani devlete ve insanlığa karşı sorumludur İşte Türk Milleti, tarihinin vâdlerle dolu bir dönemine girdiği önemli bir anda, kendisine düşen vazifeleri şimdiye kadar nasıl başardığını, benliğine has bir milli kültürün yaratılmasında ne gibi aşamalardan geçtiğini ve dünya kültürüne ne gibi yardımlarda bulunduğunu haklı olarak kendi kendisine sormalıdır Burada, Türklerin, felsefe tarihindeki payından bahsetmekle bu sorunun ufak bir parçasını düşünmüş olacağım Fakat şunu da unutmayalım ki, felsefe tarihi, yani kâinatın özü ile insan hayatının manâsına dair olan ebedi mesele etrafında insanların ileri sürdükleri fikirlerin tarihi, insan kültürü tarihinin bir kısmıdır

Sözlerime, şu olguya işaretle başlıyorum Batı felsefesinin başlangıçları gözümüzün önünde ilk defa olarak Küçük Asya sahillerindeki eski beldelerde, yani bugün Türk Devletinin nüvesine ait olan bir coğrafyada belirmektedir Burada yaşamış olan ilk ve en eski tabiat feylesoflarının kökenleri hakkında pek az şey biliyoruz; mamafih, meselâ bir Thalesin kaynağının hiç olmazsa kısmen olsun Karyada ve binaenaleyh Anadolunun içinde bulunduğu muhtemeldir Fakat şu nokta bizim için daha önemlidir İyonya düşünürlerinin toplu ve bütünlükçü bir dünya imajı kurmak hususundaki teşebbüslerinde gökteki cisimler aleminin büyük bir yol oynamış olduğunu biliyoruz Daha evvel gelen Sümerlerin ve Babillilerin, asırlarca süren çalışmalar neticesinde elde etmiş oldukları gözlem ve bilgilerin teşkil ettiği o fevkalâde mühim kültür mirası İyonyalılara intikal etmemiş olsaydı, bunlar hiç bir zaman astronomik tasavvurlarını kuramayacaklardı Sümerlerle Türk Milleti arasındaki -Preistuvarcılarınızın başlıca çalışma mevzularından birini teşkil edensıkı münasebeti doğru ve hakiki bir olgu olarak kabul edelim;o zaman burada preistorik atalarımızdan fışkıran bir ilgi kaynağının Batı felsefesi başlangıçlarına kadar akıp geldiğini görüyoruz

Fikirler, düşünceler, düşünülür, bulunur, keşfolunurlar belli milletlerde, belli zamanlarda baş gösterirler Fakat bunlar münhasıran bir bireye, yahut bir tek millete ait şeyler değillerdir Düşünme, biyo-psikolojik bir olaydır Düşünülen şey, yani fikir ise zamanın dışında bulunan entellektüel bir varlıktır Fikirler hakikatlerden ibarettir Hakikat belli bir insan, yahut belli bir millet için muteber değil, genel olarak muteberdir Bir ferdin, yahut bir milletin bulduğu bir fikir, bir hakikat, insaniyete bir armağandır Bunun için başka taraftan alınmış olan hakikatlerden ibaret bir tefekkür hazinesini muhafaza etmek vazifesi, yenilerini bulmaktan daha önemsiz bir görev değildir bilgi kaynağının Batı felsefesi başlangıçlarına kadar akıp geldiğini görüyoruz

Fikirler, düşünceler, düşünülür, bulunur, keşfolunurlar belli milletlerde, belli zamanlarda baş gösterirler Fakat bunlar münhasıran bir bireye, yahut bir tek millete ait şeyler değillerdir Düşünme, biyo-psikolojik bir olaydır Düşünülen şey, yani fikir ise zamanın dışında bulunan entellektüel bir varlıktır Fikirler hakikatlerden ibarettir Hakikat belli bir insan, yahut belli bir millet için muteber değil, genel olarak muteberdir Bir ferdin, yahut bir milletin bulduğu bir fikir, bir hakikat, insaniyete bir armağandır Bunun için başka taraftan alınmış olan hakikatlerden ibaret bir tefekkür hazinesini muhafaza etmek vazifesi, yenilerini bulmaktan daha önemsiz bir görev değildir

Bu kanaatle; felsefe tarihinin Türk Milletine ait kuvvetli şahsiyetler yetiştiği bir dönemde en büyük açıklıkla ifade olunmuştur Doğu Ortaçağ felsefesini kasdediyorum Bu zamanlarda Türk Milletine mensup yüksek zekâlara rastgeliyoruz; hepsini kısa bir konferansta saymaya imkân olmadığından, en önemlileri olan Farabi ile İbni Sinayı irdelemekle yetineceğim

Ortaçağ Felsefesinin bütünü hakkında –Rönesans ve aydınlanma dönemlerinin etkisi altında- olumsuz hükümler vermek ve onu, düşünüşün tükenişi ve düşünüşte kısırlık olarak görmek adetinin hakim olduğu zaman henüz uzak bir maziye karışmış değildir Orijinallikten yoksunluk, otoriteye iman, teoloji ve taassuba bağlılık, gözlem ve deneye dayanan bir tabiat ilminin mevcut olmaması İşte bütün bunlar bu döneme karşı ileri sürülen suçlamalardı Biz bugün artık Ortaçağ Felsefesini başka açıdan görmeyi ve hakkında daha adil bir hüküm vermeyi öğrendik Eflâtunla Aristonun eserlerinin felsefeye sokulmasının, felsefe bakımından büyük bir iş olduğunu artık biliyoruz Ortaçağın mahiyet itibariyle büsbütün başka türden orup devletle toplumu tamamen değiştirmiş olan dini dünya görüşünü İlkçağ felsefesi ile birleştirmenin ne kadar bağımsız bir iş olduğunu görüyoruz Ortaçağ düşünce âleminin yeni zamanların ta içlerine kadar tesirler yaptığını ve izler bıraktığını, ve bir Descartesın bir Spinozanın ve bir Leibnizin evvelce zannedildiğinden çok fazla ölçüde Ortaçağ tesiri altında olduklarını, Roger Baconnun tabiat araştırmasına temel olarak deneyi gösterdiği vakit, Ortaçağa ait bir takım eskilere dayandığını biliyoruz ki dogmanın ve mukaddes kitapların metinleri ile çelişik olmamak mecburiyeti, Ortaçağ düşünürlerini, çok defa felsefi düşünmeyi daraltmaktan ziyade dini eserlerin gayet geniş ve sembolik bir şekilde tefsirine yöneltmiştir Bu sözün, Ortaçağın bilhassa İslâm düşünce çevresi ve bu çevre içinde de bilhassa Doğu kısmı için, yani şimdi irdelemek istediğim zaman ve şahsiyetler için doğrudur 8 yüzyıldan 11 yüzyıla kadar geçen uzun zaman bu düşünürlerin, Batıdaki şahsiyetlere nazaran hem felsefe, hem tabiat ilimlerinde –ve tıp ile matematik- hakim mevkide bulundukları şüphe götürmeyen bir gerçektir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.