GöKKuŞaĞı 
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			
				 
				İstanbul’u Sevmezse Gönül Aşkı Ne Anlar ...
			 
			 
			
		
		
		
		
              
İstanbul    İstanbul'um    Bizans'ım, Konstantinapolis'im,  
Dersaadet'im, İslambol'um, Asitane'm    Güzel İstanbul'um  Kentini tanıt diyorlar  Seni nasıl anlatayım? 
  
Bir kent, özellikle senin gibi sadece adlarıyla bile binlerce yılın tarihini, kültürünü çağrıştıran, tarihiyle, kültürüyle, doğal güzellikleriyle, konumuyla talihin cömert davrandığı bir kent anlatılamaz  Yaşanır, hissedilir, solunur, koklanır  Dinlenir, özlenir  Şairler kenti İstanbul, belki ancak bağrından çıkan şairlerce, ediplerce dillendirilebilir  Sen, Piyer Loti'de, Haliç'e bakarak içilen bir bardak demli çaysın  Eyüp Sultan'ı yeniden berraklaşmaya başlayan Altın Boynuz'u, karşı kıyıda vızır vızır işleyen arabaları, koşuşturan insanları seyrederken hemen ayaklarının dibinde ölümün daha başka, daha yumuşak bir çehre takındığı kentsin  
  
“Ahiret o kadar yakın ki seyredilen manzarada o kadar komşu ki dünyayla duvar yok arasında  Geçersin bir adım atsan, birinden diğerine” 
  
Bir adım değilse de bir göz atımı mesafede kademe kademe hayata geçişi sağlayan köprülersin sen  Haliç, Valide Sultan, Unkapanı, Galata, Atatürk, Fatih Sultan Mehmet köprüleri  Hayatın ta kendisi olan köprüler  “Dikilip denizi seyredenlerin”, suya olta atanların, ekmek parası peşinde olanları bir yakadan diğerine taşıyan arabaların 24 saat canlı tutttuğu köprülersin  Trenler, vapurlar, arabalar, tek katlı, çift katlı otobüsler, deniz otobüsleri, hızlı tramvaylar, metrolarsın  Beyoğlu'nda Tünel, Adalar'da faytonsun  
  
Bu koşuşturmayı, milyonlarca insanını gökyüzünden seyreden kulelersin  Beyazıt Kulesi, Kız Kulesi, Galata Kulesi    
  
“Birinin resmini yapsam, öbürü kıskanır 
Kız Kulesi'nin aklı olsa 
Galata Kulesi'ne varır ” 
  
Ve herbiri üzerinde kimbilir hangi uygarlıkları, hangi inaçları, hangi dilekleri simgeleyen binlerce figürü taşıyan taşların kentisin  Dikilitaş, Çemberlitaş, Kıztaşı    
  
Bir kokusun sen  Lodosla gelen tuz kokusu   Tarabya'da yosun, Karaköy'de balık-ekmek, Çengelköy'de salatalık, Sarıyer'de börek, Mısır Çarşısı'nda baharat, Kapalıçarşı'da “sandık odası”, Taksim'de kebap, Aksaray'da lahmacun, İkitelli'de, Kartal'da fabrika dumanı, her yerde ama her yerde alın teri kokusu  Zamana inat, baharlarda hiç umulmadık bir köşeden fırlayıveren hanımeli, yasemin, ıhlamur kokusu  
  
“Işıktan sudan örülmüş canım İstanbul” 
  
Su hayattır  Sen suyun ve hayatın ta kendisisin  Bir yanağını Karadeniz'in coşkun suları hırpalarken, öbür yanağını Marmara okşar usul usul  Boğaz olur, Haliç Olur, hayat akıtırlar içine  Çekmecelerde, Terkos'ta birer yuvarlak el aynasıdır  Kıtaları bölen değil, bağlayan Boğaz'ın bir boy aynası  Dünya güzelisin ya, güzelliğini seyredesin diye  Adlarıyla bile bizi büyüleyen, içimizi serinleten Karakulak, Taşdelen, Sırmakeş, Hünkar Suyu, Şifa Suyu, Çırçır, şişemizde Hamidiye, musluğumuzda Terkos'sun  Bir sessin sen  Hâlâ yer yer duyulan “Salepçi!”, “Simitçi!” yasaklansa da “Patates, soğan” sesisin  Elbette su sesi, dalga şıpırtısı, özellikle Yeni Camii'de güvercin kanadı şıkırtısı, Beykoz'da, Belgrat Ormanları'nda rüzgarla konuşan ağaç yapraklarında hışırtısın  Araba sesi, korna sesi, vapur düdüğü, motor sesi, fabrika sesi, insan sesisin  İnönü'den, Fenerbahçe'den, Ali Sami Yen'den yükselen İstiklal Marşı, AKM'de opera, CRR'de konferans, kahvelerde küfür, kiliselerde çan, minarelerde ezan, camilerde dua sesisin  
  
Camilerin   sen zaten camiler ve minareler şehrisin  “Camileri güneşin adına söylenmiş kasideler” yapanların kentisin  Hangisi daha güzel, daha ulvî bir türlü karar veremediğimiz Süleymaniye, Sultanahmet, Fatih, Yeni Cami, Valide Sultan gibi şaheserlerin karşısında alçakgönüllülükle köşelerini süsleyen küçük, zarif camilersin  Dolmabahçe’sin, Mihrimah Sultan’sın  Minarelerle boy ölçüşen gökdelenlerinle, ikiz kulelerinle, alışveriş merkezlerinle, maddeyle mânâyı dengeleyen kentsin  Topkapı’da Şah İsmail’in tahtı, Arkeoloji’de Büyük İskender’in lahti, içinde yaşayanların bahtısın  
  
Umutsun sen  Sadece “Taşı, toprağı altın” diyerek sana koşanların iş, aş ümidi olmakla yetinmezsin  Senden doğanların, sana gelip senden olanların dilek çeşmesisin  Bazen Telli Baba’da gelin teli, bazen Zuhurat Baba’ya bağlanan bir çaputsun  Bazen Merkez Efendi olursun, bazen Helvacı Baba  Bir gün adak olur Eyüp Sultan’da kesilirsin, öbür gün göbek olur Göbekçi Baba’da atılırsın  Bazen Balat’daki papazın nefesi, bazen Aya Yorgi’ye dikilen mum olursun  İşsizlere iş, evsizlere ev, eşsizlere eş, çocuksuzlara evlât, hastalara şifâsın  Hiçbiri olamasan bile ümitleri canlı tutarak insanları hayata bağlayan kentsin  Yerelden evrensele kapı kapı açılırsın  Edirnekapı, Belgradkapı, Silivrikapı, Cibali kapısı    Dile kolay, yüz on yedi ülkenin insanından fazla nüfusu barındırıyorsun  Surlar, bir resim çerçevesi gibi yüreğini, belleğini içine almış  Kartal’dan Gebze’ye, Esenler’den Güneşli’ye, Gazi Mahallesinden Armutlu’ya uzanmış gövden, kolların bacakların  Hiç durmadan çalışan, üreten bir dişlisin  Ülkenin milli gelirinin, vergi gelirlerinin neredeyse yarısını sağlayan bir makinesin  Bazı özelliklerin hiç değişmiyor  
  
“Kâlâ’-yı maarif satılır süklarında 
Bâzâr-ı hüner maden-i ilm u ulemâdır” 
  
diyen şairden yüzyıllar sonra da yine, “Sokaklarında eğitim kumaşı satılır  İlim ve ulema ocağısın ” Çağdaş üniversitelerinle yalnız ülkenin değil, bölgenin de cazibe merkezisin  Resmi ve özel üniversitelerinde her renkten, her ırktan öğrenci görmek mümkün  Hastanelerine Avrupa’da sağlık turları düzenleniyor  
  
“Kentini tanıt” diyorlar  Nasıl tanıtayım    “İstanbul’un orta yeri sinema” demişler  Orta yeri sinema olan bir kent nasıl tanıtılır? Her gün kaç bin film, kaç bin hayat, kaç bin hüzün, kaç bin neşe yaşanıyor içinde  İçiçe geçmiş senaryolarla kaç milyon insanın emeği, aşkı, kırıklığı, isyanı, öfkesi, çabasısın  Bir tiyatro gardrobu gibisin  Her an başka bir çehre, başka bir kimlikle çıkıyorsun insanın karşısına  Her köşede başka bir kostümle  Bazen dilencisin, bazen milyoner  Bir köşede işçisin, öbür köşede patron  Bazen kostümlerini üstüste giyinirsin  Kafamız karışır  
  
“İstanbul’un evsâfını mümkün mü beyân hiç” 
  
Bizim yapabileceğimiz ancak seni sevmek  Hırpalamadan, örselemeden, bir kabadayı gibi hoyratça, kabaca değil; bir ana, bir evlât, bir dost, bir sevgili gibi koruyarak, kollayarak, gözümüzden sakınarak sevmek  Medeniyetlerin kesişme, kıtaların buluşma noktasındaki bir kentte yaşadığımıza şükrederek, “İstanbullu” olma bilinciyle, ona lâyık olma çabasıyla sevmek  Aşkın bencillikten hoşlanmadığını, fedakârlık istediğini bilerek sevmek  Ne demiş şair:  
  
“İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar ” 
  
  
  
Zeynep Tüfekçi  
 
 
         
		
	
		
		
		
        
		
		
		
			
				__________________ 
				Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar  
 Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar  
NFK  
  
 
 
 
GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali  GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı 
			 
		
		
		
		
		
	
	
	 |