Prof. Dr. Sinsi
|
İi. Abdülhamid Han Kimdir?Sultan 2. Abdülhamid Han Biyografisi Tarihi Hakkında Bilgi
II ABDÜLHAMİD HAN Kimdir?SULTAN 2 Abdülhamid Han Biyografisi Tarihi Hakkında Bilgi
II ABDÜLHAMİD HAN Kimdir?SULTAN 2 Abdülhamid Han Biyografisi Tarihi Hakkında Bilgi
Abdülmecid'in oğludur Annesi Abdülmecid'in Çerkez asıllı kadın efendisi Tir-i Müjgan’dır 21 Eylül 1842 tarihinde Çırağan Sarayı’nda dünyaya geldi 1853 yılında, 11 yaşında iken annesi veremden ölünce manevi annesi ve padişahın çocuksuz kadın efendisi Pirustu'nun elinde büyüdü
Orijinal fotoğraflardan II Abdülhamid'in kartal burunlu, orta boylu, parlak ve iri gözlü, siyah düz saçlı o1duğunu görmek mümkündür Karakteri hakkında ise, hakkında çok spekülasyon yapılan bir padişah olması nedeniyle tarafsız nitelendirmeler yapmak imkânsızdır
İslam Ansiklopedisi'nde II Abdülhamid’in biyografisini yazan Hamid Ongunsu, onu "  zeki ve özellikle gerçek karakterini ve düşüncelerini gizlemekte pek mahir" olarak tanımlamaktadır Bazı kayıtlarda içine kapanık, kendi halinde, davranışlarında samimi olmayan, sözünde durmayan bir kimse olarak da tanımlanır Bu yanlış tanımlamalara karşılık bütün kaynaklar onun müthiş bir zeka ve hafızaya sahip, çalışkan, azimli, vefakar ve şüpheci olduğunda hemfikirdir Aynı zamanda saygılı ve nazik olduğunu, gönül almasını bildiği de söylenir
II Abdülhamid'in eğitim düzeyi hakkında Ongunsu gibi yazarlar güçlü bir eğitimi olmadığı nitelendirmesini yaparken, Cevdet Küçük gibi kendisine daha ılımlı yaklaşanlar iyi bir eğitim aldığını ifade eder
Ancak tarihçiler II Abdülhamid’in, Gerdankıran Ömer Efendi’den Türkçe, Ali Mahvî Efendi'den Farsça, V'ak’anüvis Lütfi Efendi'den Osmanlı Tarihi, Edhem ve Cemal Paşalarla Gardet adındaki bir Fransızdan Fransızca, Guarelli ve Lombardi adındaki iki İtalyandan da Musikî öğrendiğini kaydederler
Gençlik günlerinde veliaht olarak büyük kardeşi Şehzade V Murad görüldüğü için saray çevrelerinde fazla ilgi görmeyen Abdülhamid, bu nedenle aşırılıktan uzak, sade bir hayat yaşamıştır
Bir taraftan Kadirî tarikatına eğilim göstermesi, diğer taraftan da iyi bir klasik batı müziği dinleyicisi olması, onun farklı bir kişilikte olduğunu göstermektedir Boş zamanlarında Batıdan getirdiği opera, orkestra, piyanist ve kemancılara sarayda konserler verdirdiği de kaydedilmektedir Marangozluk yapmak, kılıç kullanmak, ata binmek ve tabanca ile atış yapmak hobileri arasındaydı
Ancak; hiçbir zaman çalışmalarını aksatmamış, yoğun bir çalışma programı yürüterek günde 16 saat mesai yaptığı geceler çok olmuştur Bu özellikleri nedeniyle ciddiyetten taviz vermeyen, hata ve ihmali kolay kolay affetmeyen bir kişiliği vardı Sorumlulukları dağıtır, fakat kesin kararı hep kendisi verirdi
Aile hayatı hakkındaki bilgilere gelince; Abdülhamid'in 8 kadın Efendi, 5 İkbal ve 3 gözdesi olduğu kaydedilmektedir Bu eşlerinden 12 kız, 9 erkek olmak üzere 21 çocuğu olmuştur
Sultan Abdü1hamit, 33 yıllık bir saltanat yaşamından sonra 1909'da tahttan indirilmiş, önce Selanik daha sonra da İstanbul'da gözetim altında tutulmuş, 10 Şubat 1915 tarihinde 73 yaşında iken vefat etmiştir
Dedesi II Mahmud'un adıyla bilinen İstanbul Divanyolu‘ndaki II Mahmut Türbesi‘nde yatmaktadır
II Abdülhamid‘in tahta çıkması Osmanlı devletinin çok buhranlı bir dönemine rast geldi Mithat Paşa ve arkadaşları devletin içinde bulunduğu zor şartların Sultan V Murad'ın yönetiminin zayıflığından kaynaklandığını ve sorunların çözümünün anayasal bir monarşide yer aldığını düşünüyorlardı SonundaAbdülhamid'in anayasayı ilan edeceğinin sözünü alarak Sultan V Murad'ı tahttan indirdiler
II Abdülhamid'in anayasal düzen ve Mithat Paşa ile ilgili icraatı Türk tarihçiliğinde tartışmalı bir konu olarak yer almıştır Abdülhamid anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak 5 Şubat 1877 tarihinde kamuoyunda ve Avrupalı devletler nezdinde büyük popülaritesi ve itibarı bulunan Mithat Paşa'yı görevden almış ve sürgüne göndermiştir Ancak meşruti düzene dokunmamış ve seçimlerin ardından 19 Mart 1877 tarihinde meclisi açmıştır
İlk Türk Parlamentosu özelliği taşıyan ve 141 üyeden oluşan Meclis-i Mebusan üyelerinin 115'i mebus, 26'sı ayan idi Bu mebusların 69u Müslüman, 46'sı gayri müslimdi Büyük bir kısmı gayrimüslim olan bir meclisi açma kararı, II Abdülhamid'in başlangıçta liberal olduğunu veya en azından liberal ve meşruti bir sisteme karşı olmadığını göstermektedir
Buna rağmen II Abdülhamid meclisi dağıttığı için despotluk ile suçlanmıştır Halbuki Abdülhamid davranışlannda samimidir, ancak meclis lağvetmesinin sebebi, Meclis-i Mebusanın ve getirdiği meşruti rejimin Osmanlı-Rus savaşında ülkede kargaşaya sebep olmasıdır Abdülhamid ve Genç Osmanlılar, Anayasanın ilanı ve meşruti idarenin kurulmasının devletin yıkılışını engelleyeceğini, gayrimüslim tebaanın devlete bağlanmasını sağlayacağını ve büyük devletlerin Osmanlıya karşı politikalarını yumuşatacağını düşünüyorlardı
Bunların hiç birisi gerçekleşmediği gibi, daha da kötüsü oldu ve devletin bütünlüğü tehdit altına girdi Bunun üzerine II Abdülhamid çatlak seslerin çıktığı ve devlete sahip çıkma konusunda çok samimi bulmadığı Meclis-i Mebusanı dağıtarak, bütün yetkileri bir mutlak hükümdar gibi üzerine aldı Böylece 1908 yılına kadar sürecek olan II Abdulhamid'in totaliter idaresi başlamış oldu
Eğitim seviyesi ve sultan olarak hazırlanmamasına rağmen, kendisinden beklenmeyecek bir performansla II Abdülhamid beş yıl içerisinde güçlü bir iktidar kurmayı başardı Hemen bütün tarihçiler onun bu başarısını, yermelerine rağmen bir siyasi strateji harikası olarak nitelendirmektedir Kilit noktalara baş yaverlik payesiyle kendi adamlarını yerleştirmek, liberalleri anayasaya dayanarak görevden uzaklaştırmak, savaşın başarısızlığını generallere bağladıktan sonra onları sürgüne gönderen Abdülhamid, rakiplerini zamanla tek tek çevresinden uzaklaştırmayı başarmıştır
Öte yandan Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa gibi halkın gözünde itibarı olan kişilerin karizmalarından yararlanmayı ihmal etmemiş adeta Rusya'nın zaferini kendisinin tek başına iktidar olması için kullanmıştır Zaten Meclis-i Mebusanı dağıtma ve anayasayı askıya alma işlemlerini de Rusya baskısının bir sonucu olarak rahatça yapar
Artık çevresindeki bürokrasi konumunu kendine borçludur Padisah totaliter idarenin şartlarını hazırlamış, Yıldız Sarayına taşınarak da kendisini, Tanzimat'ı ve zayıf padişahları çağrıştıran simgelerden kurtarmıştır Gerçekten de taşınma da dahil Abdülhamid'in bu tarihten sonra yaptıklarının tesadüf olmadığı açıktır Artık Yıldız'da yeni bir dönem başlatmıştır
Onun bu yükselişini anlamak için siyasi gelişmelerin de bilinmesinde yarar vardır
Bilindiği gibi Eylül 1876'da II Abdülhamid çok tehlikeli diplomatik bir durum devralmıştı Osmanlı Imparatorluğu Sırbistan ve Karadağ ile savaş halindeydi Rusya, Bulgar isyanının başarısızlıkla sonuçlanmasını ve Balkanlardaki diğer gelişmeleri ve imzalanan Londra şartlarının yerine getirilmediğini bahane ederek Osmanlılara savaş ilan etmişti Romenler, Sırplar, Karadağlılar ve Bulgarları yanına alan Rusya hızla güneye doğru ilerleyip Türkleri, Bulgar topraklarından çıkarmak için etnik tarihi planları uygularken, Osmanlı Devleti içinde bulunduğu malî ve askerî durum ve dış ülkelerden siyasi veya başka türlü destek alamadığından hiçbir şey yapamıyordu
Rumeli ve Kafkasya'da cepheden çekilen Osmanlı ordusunu peşinden gelen yüz binlerce göçmen izliyordu İşte cephede bu olaylar olurken, kendisine çok ümit bağlanan Meclis-i Mebusan, muhtelif mülkiyet gruplarının mücadele ve entrika sahhnesi haline gelmişti Nazik durum hiç hesaba katılmıyor, Ermeni ve Rum mebuslar kendi dillerinin resmi dil olması gibi döneme hiç uymayan teklifleri tartışmaya açıyorlardı
Ayrıca Rus ordusu Istanbul'a yaklaştığı sıralarda durumun daha da kötüleşmesini önlemek için Edirne'de Ruslarla imzalanan Edirne Antlaşması da bunlara, padişahı ve çevresini yıpratma fırsatı vermişti Halbuki padişah mütareke sonrası barış şartlarının Anayasa çerçevesinde mecliste görüşülmesi taraftarıydı Buna karşılık saraydaki toplantıya katılan mebuslar savaşın hezimet ve sona ermesinden doğrudan padişahı suçladılar Sadrazamın ve kumandanların azlini istediler Nazırların meclise gelip hesap vermesi gibi talepleri öne sürdüler
II Abdülhamid savaşın hâlâ sürdüğünü ve durumun kritikliğini öne sürerek buna razı olmadı Sadece sadrazam Ethem Paşa'nın yerine Ahmet Hamdi Paşa'yı getirdi Buna rağmen 22 Ocak'ta teklif kabul edildi Bunun üzerine padişah, anayasaya dayanarak I3 Şubat 1878 tarihinde Mebusan Meclisini süresiz olarak kapattı Ancak Meşrutiyet ve anayasadan yazgeçtiğine dair hiçbir beyanda bulunmadı Aksine devlet salnamelerinde bu iki müessesesinin varlığından sık sık bahsettirdi ve şeklen meşruti devlet şekli devam etti
İnisiyatif ve sorumluluğun padişaha geçmesinden sonra II Abdülhamid, 3 Mart 1878 yılında Ruslarla savaşa son veren Ayastefanos Antlaşmasını imzaladı Ancak bu anlaşmaya İngiltere ve Rusya itiraz ederek şartların Berlin'de bir kongrede görüşülmesini istediler Diğer taraftan İngiltere, konferansta Osmanlı devletine yardım edeceği bahanesiyle 4 Haziran 1878 tarihinde Kıbrıs adasının yönetimini geçici olarak üzerine aldı Ancak bu tavize rağmen görüşmelerde İngiltere Osmanlılara karşı ilgisiz kaldı ve Sultan Abdülhamid istemeden çok ağır şartlarla Berlin Anlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı (13 Temmuz 1878)
Bu anlaşma sonucu Osmanlı Devleti çok ağır bir harp tazminatı ödemekle kalmadı, aynı zamanda Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsızlıklarını kazandılar Bulgaristan prensliği kuruldu Ermeniler için doğuda reform yapılması kararlaştırıldı Dahası Osmanlı Devleti'nin ekonomik durumu bozuk olduğu için vaat ettiği harp tazminatının karşılığında Kars, Ardahan ve Batum Rusya'ya bırakıldı Bosna-Hersek ise Avusturya tarafından işgal edildi
Böylece Abdülhamid'in tahmin ettiği gibi Berlin'de büyük devletler Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşma planlarını hayata geçirmişlerdi Dolayısıyla bu planların önlenmesi ümidiyle Abdülhamid'in bizzat verdiği Kıbrıs tavizi de işe yaramamış, stratejik öneme ait bir ada İngilizlere devredilmişti
Bu tarihe kadar devam eden olayların gelişmesinde II Abdü1hamid'in rolü olmamış, fakat mutlakiyet yönetimini kurmasına ve 1881 yılı sonlarından itibaren idareyi tamamen kontrolüne almasına ortam hazırlanmıştır Yönetimi paylaşmanın ülkeye felaket getirdiğine inanan ve artık aleyhinde sözler söylenmesine dahi tahammülü kalmayan II Abdülhamid, hükümeti, ulemayı ve orduyu avucunun içine aldı
Bundan sonra kafasındaki Osmanlı'yı yeniden canlandırmak için planlarını ve düşüncelerini bir bir uygulamaya koyar Ancak İslamcı olarak nitelendirilen ve halifeliğin avantajlarına sığınan Abdülhamid tuhaf bir seçenekle karşı karşıyadır İddialı reform planlarını hazırlama konusunda en büyük destekçisi Ingiliz Büyükelçisi Layord'dur
Fakat despot bir idare kurmakla suçlanan II Abdülhamid, bilindiği imajının tersine adalet reformu, eğitim reformu, çevre düzenlemesi, demiryolları inşası, savunma sisteminin modernleştirilmesi gibi pek çok reform ve düzenlemeyle ülkeyi batı standartlarına yaklaştırır Adeta Cumhuriyetin mimarları ve alt yapısı bu reformlar sayesinde meydana çıkmıştır
Ne var ki bu reformların faturası kabarık olmuştur Abdülhamid'den önce Abdülaziz döneminde alınan borçların ödenmesi sırasında yaşanan problemler yüzünden devletin kredibilitesi düşmüştü II Abdülhamid'in bu sorunu aşmak için yapabileceği çok fazla şey de yoktu İthalat haklarını donduran kapitülasyonlar nedeniyle gümrük politikası işlemiyordu İltizam sistemi eski verimini vermiyordu Vergiler çiftlik sahiplerinin tavırları yüzünden toplanamıyordu
İşte ekonomik alandaki bu durumu düzeltebilmek için II Abdülhamid işe koyuldu Önce devletin dış borç kredibilitesini düzeltmek amacıyla bankerlerle bir anlaşma yaptı (22 Kasım 1880) Daha sonra, dış borçlar için ayrı bir düzenleme yaparak devletin yıllık gelirlerin yarısından fazlasını tüketen ve devletin prestijini sarsan dış borçların tasfiyesine girişti
Avrupalı alacakların temsilcileriyle 20 Aralık 1881 tarihinde bir anlaşma imzaladı "Muharrem kararnamesi" olarak meşhur olan bu anlaşma ile II Abdülhamid alacaklı ülkelere belli devlet gelirlerini toplamak üzere Düyûn-u Umumiyye'yi kurma imtiyazı tanıyordu Bu kararname yüzünden II Abdülhamid Türk tarihçilerinden çok eleşiri aldı ve tarihçiliğimizde polemik doğurdu
Ancak bu durum geçici bir rahatlık sağlamıştı II Abdülhamid'in mali portreyi düzelttikten sonra yönetimde ve ülkede nüfuzunu arttırmak için ilk defa "Padişah ödeneği" ayrıldı Bu padişahın şahsen bütçenin bir kısmını kendi ve ailesinin kullanımına ayırtması demektir Bu uygulama kesin bir dille ifade edilebilir ki kişisel amaçlarla kullanılmamıştır
II Abdülhamid padişah ödeneğini yatırımlara, tarım alanlarının satın alınmasına, özellikle 1879 yılından sonra Mezopotamya da toprak satın alınmasına harcamıştır
Albertine Juvaideh'in araştırma sonuçlarına göre padişah bu yolla mesela Bağdat Vilayeti ekilebilir topraklarının 1/3'üne kadar salıip olmuştur Filistin, Musul, Basra ve diğer bazı vilayetlerde de durum farklı değildir Çiftlikat-ı hümayun denilen bu politikanın tüm boyutları henüz araştırmaya muhtaç olmakla birlikte, padişahın otoritesini sağlamlaşrırma aracı olarak başarılı olduğunda kuşku yoktur
Düyûn-u Umumiye'nin bir başka boyutu da olumlu ve olumsuz yanlarıyla birlikte değerlendirilmesi gereken yabancı sermaye girişidir Düyûn-u Umumiye'den sonra borç veren ülkeler artmış, fakat Osmanlı yer altı ve yer üstü kaynaklarının işletme hakları Fransız, İngiliz ve AIman şirketi ve bankalarına bırakılmıştır
Osmanlı Bankasının öncülüğünü yaptığı bu bankalar ve bağlantıları Osmanlı topraklarında imtiyaz bölgeleri kurmaya çalışarak, memleketin yabancı devletler arasında ekonomik nüfuz bölgelerine ayrılmasına yol açtılar
Özellikle demiryolu alanındaki mücadele Almanya'nın zaferiyle ve ülkede müthiş bir nüfuz kurmasıyla sonuçlanmıştır Padişah, Almanya'nın desteğiyle İstanbul'dan Bağdat'a kadar demiryolu yaptırmaya karar vererek (1902) Alman dış politikasının Irak'a girmesine de yol açmıştır Bu karar, bir yandan da Alman İmparatorluğu ile Osmanlılar arasında yakınlaşmaya zemin hazırlayacaktır
Bütün bu diplomatik faaliyet ve manevralar da aynı şekilde tarihçiler arasında farklı algılanmıştır Bazı kesimler onun dahi bir dış politika izlediğini iddia ederken diğerleri tam tersini iddia etmektedirler
Bayram Kodaman, II Abdülbamid'in dış politika hedefınin "toprak bütünlüğü ve menfatlerini" korumak olduğunu kaydettikten sonra, devletin gücü ve hedefleri arasındaki dengeyi korumanın idraki içinde "Statükocu ve barışçı" bir dış politika benimsendi demektedir II Abdülhamid bunu askerî yoldan değil, diplomatik yoldan yürütebileceğine inanarak diplomasiye ve istihbarata önem vermiştir
Gerçekten de onun dış politikasında savaş yoktur Hatta 93 Harbi diye meşhur Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra savaştan nefret ettiği söylenir Nitekim onun dış politikası maceracı değil, fakat tavizkârdır denilebilir Çünkü II Abdülhamid dış politikasında en başta Anadolu ve Rumeli'yi korumayı esas almıştır
Bu amaçla da 1878'de Kıbrıs, 1881de Tunus‘u, 1882'de Mısır'ı feda etmek zorunda kalmıştır Onun bu politikasının belirlenmesinde uzun süre İngilizlerin rolü olduğu artık iyi bilinmektedir Bununla birlikte gözden çıkardığı yerler dışında -zaten o dönemde devletin Mısırı Tunus'u vs koruyacak askeri gücü de yoktu- asla tavizkâr davranmadığı da bir gerçektir
Mesela Berlin Anlaşması sonrasında devletlerarası rekabetin Türkiye üzerinde yoğunlaştığı bir dönemde Doğu Anadolu'da Ermeni ve Girit'te Yunanlıların taleplerine karşı ısrarlı ve inatçı olabilmiş, buralar için tahtını ve canını feda edebileceğini söylemiştir
Bunun en somut örneği Yunanistan ile savaşı göze alması ve kazanmasıdır Bu savaşta Avrupa devletlerine rağmen padişahın savaşı kabul etmesi dikkat çekicidir Ancak yine saldırının Yunanistan tarafından geldiği unutulmamalıdır Bu savaşla ilgili hatırlanması gereken bir husus ise hâlâ Osmanlı Devleti'nin büyük devletlerin baskısı altında olduğu gerçeğidir Çünkü savaşta Osmanlı ordusu Atina yakınlarına kadar kısa sürede Yunanistan'ı ele geçirmesine rağmen, dış devletlerin müdahaleleri yüzünden çok az bir tazminat dışında bir şey kazanamamıştır
Bu müdahaleler karşısında II Abdülhamid yeni bir dış politika izlemiştir 1876'dan beri Kıbrıs'ta, Mısır'da ve diğer dış olaylarda kendisine dost görünen İngilterenin artık Osmanlı'yı parçalamak amacı taşıdığı düşüncesiyle Almanya ile sıcak ilişkiler kurulmasına öncelik ve ağırlık verilmiştir
Rusya ve İngiltere'ye karşı riskli, fakat o günün şartları içerisinde gerekli olan bu politika değişikliğinden sonra askerî, teknik ve eğitim alanında iki ülke işbirliğine gitti Fakat bu politika İngiltere ve Rusya'nın tepkilerini çekmekte gecikmedi Buna rağmen İngiltere Kralı Edvard ile Rus Çarı Nikola'nın Reval'de buluşmasına kadar, II Abdülhamid denge siyasetini uygulamayı başardı
II Abdülhamid, Almanya'nın desteğiyle Panislamizm siyasetini uyguladı Ayrıca düşmanları arasındaki ihtilafları, ajanları vasıtasıyla körüklemek suretiyle Osmanlıya karşı birleşmelerini engelledi Onun Karadağ'ı Sırbistan'a, Yunanistan'ı ise Bulgaristan'a karşı kullanması sayesinde 1909 yılnıa kadar buraların siyasî çözülme ve uluslaşma çabaları yavaşlatılmıştır Rumeli, dış politika hedefleri doğrultusunda Osmanlı toprağı olarak kalmıştır
François Georgeon, II Abdülhamid'in "devlete hiçbir maliyeti ya da yükü olmadan, tamamen diplomatik oyunlarla sağlanan dengeler sayesinde Rumeli'nin elde tutulabildiğini kaydetmektedir Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli ölçüde hedef küçülttüğü kabul edilirse bu bir başarı olarak telâkki edilebilir
Halbuki II Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti "Panislamizm" adı verilen bir İslâm birliği siyaseti izlemiştir Ayrıca bugün bazı yazarlar bunun bilinçli bir politika olmadığı ve dış politika koşullarının geniş bir coğrafyada mücadele etme gereğini doğurması nedeniyle II Abdülhamid'in siyasetinin Panislamizm olarak göründüğü iddia edilmektedir
François Georgeon, onun Panislamizm politikası hakkında yaptığı yorumda padişahın hilafet kavramını "çağdaş" biçimiyle kendi şahsında uygulamaya çalıştığını, asıl amacının ise, halifelik makamının aslında Osmanlılar tarafından haksızca işgal edildiği ve Araplara iadesini savunan İngiltere desteğindeki Arap aydınlarına bir tepki koymak olduğunu kaydediyor Ancak onun Panislamizm siyasetinin içi, bazılarının iddia ettiği gibi tamamen boş değildir Ancak işe yarayıp yaramadığı tartışma konusu yapılabilir
Bilindiği gibi II Abdülhamid bütün Müslümanların ruhani lideri olarak sorunlarını üstlenmişti Halife olarak konumunu güçlendirmek amacıyla Hicaz'a demiryolu döşetmek için büyük miktarlarda paralar harcamaktan çekinmemişti Öte yandan da Hindistan ve Endonezya'ya kadar dünyanın her kesimindeki Müslümanlar ile onun döneminde temas kurularak, halifenin konumunun önemi gösterilirken, bir yandan da İngilizlerin sömürgeci ve yayılmacı siyasetleri önüne set çekilmeye çalışılmıştır Para, misyoner ve yayınları desteklemek yoluyla yürütülen bu politika, etkinliği ne kadar tartışılırsa tartışılsın Avrupalıları korkutmaya yetmiştir
Abdülhamid'in izlediği hilafet siyaseti, Tanzimat'tan bir kopma olarak da değerlendirilmektedir Tanzimat döneminde kısıtlanan ve protokol görevine dönüştürülen padişahlık makamı, II Abdülhamid tarafından eskisinden daha güçlü hale getirilmiştir Onun Panislamizm siyaseti üstelik sömürgecilere karşı direnen İslâm dünyasnın ilk siyasi önderlerinin çıkmasına hizmet etmiştir
Her ne şekilde değerlendirilirse değerlendirilsin, II Abdülhamid'in uyguladığı baskıcı politikalar kendisine karşı 1900'Iü yılların başında aydın ve halk kesimleri arasında büyüyen ve etkinliğini artıran bir muhalefetin doğmasına neden olmuştur Bu muhalefetin zemin kazanmasında imparatorluğun ekonomik portresinin çok kötüleşmesinin de önemli bir payı olduğu şüphesizdir Fakat muhalefetin çıkış noktasını sadece ekonomik duruma bağlamak da yanlıştır Fakat kendisine muhalif grupların maliye politikaları ve dış politikada karşılaşılan güçlükleri iyi değerlendirdiklerini söylemek yanlış olmaz
Devrin bazı aydınları, onun baskı ve istibdadına son vermek ve ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtarmanın tek yolunun meşrutiyet olduğunu düşünmekteydiler İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı gizli olarak kurulan ve faaliyet gösteren bu grubun öncülüğünde Ermeni, Rum, Bulgar ve Arap gibi çeşitli etnik ve dini gruplara mensup komiteciler, aralarında anlaşarak padişaha karşı muhalefetlerini arttırdılar Abdülhamid'in ekonomi politikalarının gelişmiş batılı ülkelerin işlerine yaradığını iddia etmişler, artan fıyatlar, dış borçlar ve düşen işçi ve memur maaşları taraftar kazanmalarını kolaylaştırmıştı Daha çok dışarıdan mücadele eden Jön-Türkler el altından ülkeye soktukları yayınlarla iyice etkili oldular
Buna bağlı olarak yer yer yapılan grevler ve protesto gösterileri Abdülhamid'in yönetimine duyulan tepkilerin taraftar bulmasına yol açtı Özellikle Manastır ve Selanik'teki askeri sınıflar arasında başlayan ve hızla ilerleyen muhalefet, gücünü artırınca, bir iç savaşa yol açmak istemeyen II Abdülhamid 23 Temmuz 1908'de anayasayı tekrar yürürlüğe koydu Padişah, II Meşrutiyet adı verilen bu dönemi başlatırken, kısa zamanda seçimlere gideceğini ve Mebusan Meclisinin yeniden toplanacağını ilan etti Ayrıca gizli polis örgütü ve sansür de ortadan kaldırılacaktı
Halkın şenliklerle kutladığı bu ilan aslında beklenen değişiklikleri pek doğurmadı İttihat ve Terakki Partisi siyasi bir programı olmadığı için geri planda kaldı Yapılan seçimlerde (Sonbahar 1908) ittihatçılar zafer kazanarak, padişahı bir kez daha Tanzimat dönemindeki gibi saraya gönderdiler ve kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan meşruti bir yönetim kurdular Ne var ki eskilerin hakim olduğu hükümet ile yaşamayı kontrol eden meclisin genç muhalifleri kısa sürede anlaşmazlığa düştüler Mecliste tek anlaşmazlık konusu yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılması değildi Çoğunluğunu gayrimüslimlerin oluşturduğu mecliste dış müdahaleler sebebiyle Arnavut, Rum, Arap gibi unsurlar Türklere yüz çevirmişlerdi
Herkes ayrılıkçı gibi hareket ediyor, İttihat ve Terakki'nin temel çıkış noktası olan "İttihad-ı Anâsır" gözardı ediliyor, hatta hiçe sayılıyordu Buna karşı ittihatçıların başlattığı suikastlar huzursuzluğun artmasına sebep oluyordu Alaylı (düzenli eğitim görmemiş) zabitlerin ordudan atılması, orduda da huzur bırakmamıştı Bu yüzden İstanbul'daki kamuoyu İttihatçıların aleyhine dönmeye başlamış, muhalefetin güçlü yazarlarından Hasan Fehmi'nin vurulması büyük tepki toplamıştı
Kartopu gibi büyüyen tepkiler, 13 Nisan'da (Rumi 31 Mart) kışladaki erbaş ve alaylı subayların katılmasıyla silahlı ayaklanmaya dönüştü Mason, kafır vb suçlamalara hedef olan İttihatçılardan bazıları öldürüldü, gazetecilerden bazılarının da işyerleri tahrip edildi Bu düzensizlik ve kargaşadan yararlanan Ermeniler Adana'da büyük bir ayaklanma çıkararak pek çok Türk'ü katletti İstanbul'da uzun süren olaylardan sonra Selanik'teki 3 Ordu subayları harekete geçerek 23 Nisan 1909 gecesi İstanbul'a geldiler, isyanı bastırdılar ve Abdülhamid'in tahttan indirilmesini kararlaştırdılar
Halbuki padişah, sadece ayaklanmayı yatıştırmak için çalıştığını iddia etmekte ve olayların çıkışındaki rolü konusunda bir komisyon kurulmasına razı olmaktaydı Hatta sadrazama, saltanatı kardeşine bırakabileceğini dahi bildirmişti Ancak ittihatçılar olayların arka planını araştırma gereğini hissetmeden II Abdülhamid'i tahttan indirerek, Selanik'e sürdüler Balkan savaşları sırasında ise kendini Beylerbeyi Sarayında göz hapsine aldılar
İşte Abdülhamid'in farklı görüşler tarafından değişik algılanmasına sebep olan olaylar bu şekilde değerlendirilebilir Anlaşılıyor ki Tanzimat ile kazandıklarını kaybedenler Abdülhamid'in düşmanı olmuşlar, onu zorba ve eski kafalı olarak lanse etmeye çalışmışlardır
Yine pek çok neşriyatta II Abdülhamid ahlaksız ve zalim olarak tarif edilmektedir Halbuki II Abdülhamid, zalim, katı, Ermeni tarihçilerin iddia ettiği gibi kan dökücü hiç değildir Aslında tarihî belgeler onun döneminde uygulanan idam cezalarının son derece az olduğunu göstermektedir
|