Prof. Dr. Sinsi
|
Haus Ohne Hüter Romanında Savaşın Yıkıntıları
HAUS OHNE HÜTER ROMANINDA SAVAŞIN YIKINTILARI
Haus ohne hüter romanında savaşın yıkıntıları
Almanya’da savaşın bitmesinin ardından binlerce kadın dul, binlerce çocuk da babasız kaldı Bu romanda da işte bu çocuklar ve kadınların birer örneği olan, tipik bir savaş sonrası ailesini oluşturan bireyleri karşımızda buluyoruz Bu romanda savaşın etkilerine maruz kalmış olan kişiler babaları savaşta ölmüş olan Heinrich ve Martin, bunların anneleri, genç yaşta dul kalmış olan Wilma ve Nella, ve Nella’nın evinde yaşayanlardan kocasının eski dostu Albert, annesi (romanda ismi verilmemiş; büyükanne olarak bahsediliyor) ve sahibi oldukları fabrikada çalışıp onlarla birlikte aynı evde yaşayan Glum’dur Şimdi tek tek bu kişileri inceleyelim 1 Martin:
Bu romanda babalarının savaşta ölmesinden dolayı baba sevgisini tanımadan, baba kavramını bilmeden büyümek zorunda kalan binlerce çocuktan biri de Martin’dir O da o zamanki bir çok çocuk gibi babasını resimlerinden tanımaktadır Ama annesinin yatağının başında asılı duran, ağzında piposu ile gülümseyen bir adam olan babasının resmi onun baba imajıyla hiç bağdaşmamaktadır Çünkü bu onun tanıdığı bütün babalardan farklıdır Martin birçok gece uykuya dalmadan önce babasını gözünün önüne getirmek ister Babasının resmi tanıdığı hiçbir babaya benzemediğinden o resmi arkadaşlarının babalarından edindiği baba profili ile birleştirip onu gözünde canlandırmaya çalışır ama bu hep sonuçsuz kalır:
“ Babası çok geç görünüyordu Adeta neredeyse lisedeki çocuklar kadar gençti ama görünüşünün bir babaya benzer yanı yoktu Babaların görünüşü daha yaşlı, daha heybetli ve daha ciddiydi Babalar kahvaltıda yumurta yerler, gazete okurlar ve bir tek hareketle sırtlarınaki ceketi atabilirlerdi ” (s 78)
Bu şekilde bir tanımlama yapmıştır kendince ama bunlar onun babasına uymamaktadır, ve onun için en büyük mutluluk babasını rüyasında görebilmektir Onu düşünerek uykuya daldığı bazı geceler babasının rüyasına girdiği oluyordu Fakat bu rüyalarda hep eksik olan bir yan vardır; babasının yüzünü hiçbir zaman seçemez Babası daha o doğmadan önce öldüğünden ve fotoğrafını da bir babaya benzetemediğinden babasının yüzünü göremez Böll bu savaş yetiminin babasını rüyasına giren şekliyle şöyle anlatıyor:
“Sonunda babası düşüne geldiğinde istediğinden çok farklı bir görünümdeydi: büyük bir ağacın altına oturmuş, ellerini yüzüne kapatmıştı, ve yüzünün örtülü olmasına rağmen gördüğünün babası olduğunu biliyordu Babası sanki birşeyi çok uzun zamandan beri bekler gibiydi Yüzündeki acı ancak milyonlarca yıl bekleyen birinin yüzünde görülebilirdi ve babası ne zaman ellerini yüzünden çekse, bundan sonra olacakları bildiği halde gene de korkardı Babasının yüzü yoktu ve sanki ‘işte gördün mü şimdi?’ der gibiydi Belki de yüzüne kavuşmayı beklemekteydi babası o ağacın altında Yüzünün olmamasına karşın mutsuzluğu ve yorgunluğu anlaşılıyordu Konuşmaya başladığında hep Gaeseler’den söz edeceğini sanırdı ama babası ne bu adı ağzına alır, ne de onunla ilgili bir tek söz söylerdi” (s 80)
Tam istediği gibi bir rüya olmasa da babasıyla ilgili olduğu için bu rüyadan uyanmayı hiç istemez Ama annesinin geç saat olmasına karşın hala gitmeyen misafirlerinin sinir bozucu kahkalarıyla uyanır:
“Yan tarafta bulunan bir budala karının kahkahası ile kendine geldi ve babasına ait düş böyle birdenbire kesiliverdiğinden öfke ve hayal kırıklığı ile yanan başını göz yaşları içinde yastığına gömdü Düş kesilmese belki babası bir yüze kavuşacak, konuşmaya başlayacaktı” (s 81)
Babasız oluşunun getirdiği mutsuzluğun yanısıra Martin evlerindeki düzensiz hayattan da rahatsız olmaktadır Annesi sıklıkla dışarıya çıkmakta veya eve az önceki alıntıda belirtildiği gibi uykusunun bölünmesine neden olan bir takım arkadaşlarını getirmekte, onlarla geç saatlere kadar oturmaktadır Martin ise kendisine tatlı sözler söyleseler de bu insanlardan nefret etmektedir:
“Annesinin odasından gelen öbür budala karılar da ‘ne tatlı şey!’ diye bağırdılar Kadınların dışında iki erkek de ona ‘ne tatlı şey!’ demekte hiçbir budalalık görmediler Akşamları annesinin ziyaretine gelen bütün bu konukları budala buluyordu Bu budala herifler ‘ne tatlı şey’ sözünün, erkeklerin ağzına daha fazla yaraştığına inandıkları bir eş anlamını bulmuşlardı ‘çok şirin çocuk’ diyorlardı ” (s 74)
Bazen okuldan eve geldiğinde kimseyi bulamadığı zamanlar da olur Bu kendisine kapıya sıkıştırılmış bir not ile bildirilir Belki ilk anda evde kimsenin olmayışının bir notla çocuğa bildirilmesi normal gibi görünebilir Ama bu Martin’in yaşadığı hayatın düzensizliğinin bir göstergesidir Normal ailelerde gün içinde yapılacak herşey, genellikle daha sabahtan bellidir ve ona göre harekat edlir Fakat burada Albert ani bir kararla evden ayrılmıştır ve çocuk sabahları çıkarken boynuna astığı soğuk anahtarı koynundan çıkarıp kapıyı açarken sözkonusu bu notu görür:
“Martin ışık düğmesine basarak Albert amcanın yazdığı kağıdı okudu: “sonunda gitmek zorunda kaldım” (s 65)
Martin annesinin evde olmadığını önceden bilir Albert’in de evde olmaması demek büyükannenin hakimiyeti altına girmek demektir Çünkü aslında evde kimsenin olmaması demek büyükanneden başka kimsein olmaması demektir, ve Martin böyle zamanlarda büyükannesinin onun eve geldiğini duymamasını ister Çünkü büyükanne, anne veya Albert gibi, Martin’e göre birincil kişilerin evde olmayışını fırsat bilip çocuğa sevgi gösterisi sandığı, fakat aslında çocuğun nefret ettiği bir takım davranışlarda bulunur:
“Büyükannesi onun eve döndüğünü bilmemeliydi Yoksa onu yanına çağırır, pembe et parçaları gibi hiç sevmediği şeyleri yedirmeye kalkışır, ondan din dersine ilişkin bir takım sorularla o değişmez Gaeseler sorularının karşılıklarını isterdi” (s 65)
Martin’i herşeyden çok huzursuzlandıran, uğraştıran bir başka sorun da eve sık sık misafirler getiren, bazı akşamlar eve geç döndüğü için büyükannenin “nerelerde dolaşıyorsun?” sorusunu cevapsız bırakan annesinin durumudur Acaba annesi ahlaksız mıdır? Kendi değer ölçülerine göre annesini ve birlikte oturduğu yakınlarını Martin şu şekilde karşılaştırıyor:
“Bolda bozulmuş ama iyi bir insandı Anne de bozulmuştu; belki bunun yanısıra ahlaksızdı da, ama bunu Martin pek iyi bilmiyordu Yalnızca holden ‘hep nerelerde sürtüyorsun böyle?’ fısıltıları kulağına gelirdi Glum bozulmamıştı Dikkate değer ve iyi yürekli bir insandı Albert’e gelince, o ne bozulmuş, ne de dikkate değer bir insandı Yalnızca iyi yürekliydi Öbür çocukların babaları gibiydi Bozulmuş sözü büyükanneye de uymuyordu Hatta büyükanne ilginç bile değildi Aslında iyi bir insandı Genellikle iyi değildi ama aslında iyi bir insandı Martin ‘aslında’, ‘genellikle’ ve ‘bunun dışında’ kelimelerinin okulda tutulmamasının nedenini anlayamıyordu Çünkü öyle bir takım şeyler vardı ki, ancak bu sözlerle anlatılabilirdi Sözgelişi Bolda genellikle iyi bir insandı Annesi ise yalnızca iyiydi, ama bunun yanııra da aslında ahlaksızdı Bu noktanın aydınlatılması gerekiyordu Öte yandan Martin’in içinde bu noktanın aydınlığa çıkmasının pek hoş olmayacağı gibi bir duygu vardı (s 157)
Martin annesini ahlak kategorilerinden hiçbirine yerleştiremez Arkadaşı Heinrich’in annesinin ahlaksızlığı kuşkusuz bellidir Ama kendi annesinde durum böylesine açık seçik değildir Onun annesi başka erkeklerle yaşamamaktadır, ama rahibe hayatı sürmediği de ortadadır Evlerine gelip gece geç saatlere kadar kalan kadınlı erkekli misafir grubu Martin’e pek tekin görünmez Üstelik eve geç geldiği zamanlar büyükannesinin o malum sorusunu da cevapsız bırakması hep annesinin aleyhine işleyen noktalardır Martin annesini sık sık öteki çocukların anneleryle de karşılaştırır, ve üzülerek tespit eder ki, annesi öteki anneler gibi değildir:
“Öteki çocukların anneleri yemek pişirirlerdi, dikiş dikerlerdi, ekmek dilimleri hazırlarlardı Ahlaksız olanlar da dahil, ama onun annesi çok ender yemek pişirirdi Dikiş hiç dikmezdi, ve yağlı ekmek dilimleri de hazırlamazdı Okula giderken yağ sürülmüş ekmek götürüldüğünü akıl eden genellikle Albert amca olurdu” (s 160)
Evde bir babanın, bir direğin bulunmayışından dolayı anne birçok insanla arkadaşlık etmekte, büyükanne ise saçma saplantılara kapılarak Martin’e sürekli babasının intikamını alması doğrultusunda baskı yapmaktadır Böyle bir ortamda Martin’in yanında bulunmaktan zevk aldığı tek kişi Albert’tir Albert amca yalnızca Martin’in yağlı ekmeğini hazırlamakla kalmaz Evde ona gerçek ilgi ve şevkati gösteren de odur Bir anlamda Albert ona gerçek babasının yerine babalık yapmaktadır Yani sanki babasının ölümünden sonra babalık görevini o devralmış gibidir Ama bu hiçbir zaman gerçek babasının yerini tutmaz Eğer tutmuş olsaydı evde bu düzensizlik, anesinin durumu vs olmazdı Albert Nella’nın misafirleri geldiğinde çocuğu kendi odasında yatırır, okul dönüşlerinde geciktiği zaman kuşkulanır, onunla birlikte oynar, sorularını cevaplandırır Kısacası bir baba gibi onunla ilgilenir Martin Albert amcanın bütün bu iyiliklerini takdir ederek duygulanır ve onun kendisini ne kadar sevdiğini bilir:
“Martin eve geç kaldığı zamanlar Albert’in sanki meraktan hastalandığını bildiğinden Albert’in onu dört saat aradığını ve beklediğini düşündükçe içinin bir tuhaf olduğunu hissediyordu Ayrıca Albert üzerinde ne büyük bir güç sahibi olduğunu da hissediyor, ama bunu bilmek ona mutluluk yerine huzursuzluk veriyordu Babalar oğulları eve geç kaldığında meraktan hasta olmazlar, onları hiçbir şey söylemeden karşılarlar, dövdükten sonra aç karnına yatmaya yollarlardı Bu tarz davranış belki sertti ama, hiç olmazsa sınırları belliydi Martin Albert’ten kendisine dayak atmasını değil, ama anlatamadığı düşüncelerinde bile bir kalıba sokamadığı birşeyler bekliyordu ” (s 265)
2 Heinrich:
“Annesinin babasının adı olan Heinrich adıyla vaftiz ettirdiği küçük çocuk annelerin ‘amcasız’ yaşayamayacakları bilinciyle büyüdü ” (s 20)
Bir çocuğun büyüme süreci bu şekilde geçiyordu Başta kendi annesinden hareketle bütün çocukların annelerinin böyle olduğunu düşünüyordu ama daha sonra bunun sadece kendi annesine özgü, “amca” kavramının sadece kendine ait bir şey olduğunu öğrenecekti Bu çocuk savaş yetimliğinin yükünü Martin’e oranla daha ağır şartlara katlanarak çekmek zorunda olan bu romandaki ikinci çocuk kahraman olan Heinrich’tir Onun da babası savaşta ölmüştür, o da babasını odasında asılı duran fotoğrafından tanır Fakat onun maddi durumu Martin’den çok daha kötüdür Annesi şehit maaşıyla evi geçindiremez ama az da olsa bu maaşı kaybetmemek için bir başka erkekle nikahlanmadan evlenmek zorunda kalır İşte Henrich’in hayatı “amca” dediği, annesiyle nikahsız yaşayan bu adamalrın mizacına göre şekillenmektedir:
“yaşamının ilk yılları Erich adında ve kahverengi üniformalı bir amcanın yanında geçti Bu adam hem o sırlar dolu amcalar kategorisinden, hem de bilinmekte ondan aşağı kalmayan ikinci bir kategoriden, ‘nazilerden’di Her iki kategoride de aksayan yanlar vardı Dört yaşındaki çocuk bu aksaklıkları az çok farkediyor, ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu”
“Her ne hal ise Erich amcayı hiçbir zaman unutmadı Astım denen bir hastalığı vardı bu amcanın Geceleri inler, ‘boğuluyorum’ diye bağırırdı Sirkeye batırılmış bezler, tuhaf kokulu çaylar ve kafuru kokusu çocuğun belleğinde yer etmişti Erich amcanın olan fakat Saksonya’dan ayrılırken yanlarına aldığı bir şeyi de hiç unutmamıştı Bir çakmaktı bu Erich Saksonya’da kalmıştı ama çakmak yanlarındaydı ve kokular çocuğun anılarından hiçbir zaman silinmemişti ” (s 20)
Erich amcadan sonra ortaya çıkan ikinci amca Heinrich’in hafızasında Virjinya sigaraları, tavada eriyen margarin ve ıslak alçı kokularıyla yer eden Gert’tir Gert Erich’ten daha esrarengiz bir adamdır ve döşemecilik yapmaktadır Onun ardında bıraktığı hatıra sigara, alçı ve margarin kokusunun yanında annesinin kelime hazinesine yerleşen bir küfürdür: “scheisse!”
Heinrich’in amcalar serisine Gert’ten sonra da Karl adında bie yenisi eklenir Ona ait olan kokular ise belediyede çalışan memurlara verilen çorbanın kokusudur
“Heinrich annesi ve Karl ile aynı odada kalıyordu Daha önceleri de Erich ve Gert amcalar ve annesi ile aynı odada yatmıştı Karl hafif ışıkta annesiyle radyonun başında oturduğu zaman, Heinrich onlara arkasını dönmek zorundaydı Onlara arkasını dönünce babasının ölmezden kısa bir süre önce üstünde tank başçavuşu üniformasıyla çektirmiş olduğu fotoğrafını görüyordu Amcalar saltanatı sırasında bile bu resim duvarda asılı kalmıştı Arkasını dönmesi, ne denildiğini anlamamakla birlikte, Karl’ın fısıltılarını duymasını engellemiyordu Bu arada annesinin kısık sesle gülüşmeleri de kulağına geliyor ve bundan ötürü bazı anlar annesinden nefret ediyodu ” (s 23)
Annenin elinde olmayan sebeplerden dolayı içinde bulunduğu durum, hafif bir gülüşme nedeniyle çocuğun annesinden nefret etmesine sebep oluyor Gerçi çocuk bunu ileride anlayabilecek duruma gelecektir, ama gelişimi süresince bu tarz etkileşimlerle sürekli karşılaşacağından annesiyle arasındaki ilişki hiçbir zaman bir anne ile oğul arasında olması gerektiği gibi olmayacaktır Eğer baba savaşta ölmemiş olsaydı kulağına gelen o gülüşme sesleri belki o dönemki birçok çocuğun aksine bir babaya sahip olmasından dolayı ona mutluluk verecekti Bunun dışında evde bir babanın olmayışının en büyük sonuçlarından biri olan parasızlık annesini böyle bir hayata sürüklemiş, Heinrich’e küçük yaşta geçim sıkıntısının ne demek olduğunu öğretmiş, onun bazı konularda vaktinden önce olgunlaşmasını sağlamıştır Evin alışveriş işlerini daha okula başlamadan üzerine almak zorunda kalan Heinrich, yaşıtlarının ancak ilkokul üçüncü sınıfa gelince öğrendikleri birçok matemetik problemini daha okul öncesi çağda çözebilecek alışkanlığı kazanmıştır Bunun dışında karaborsa alışverişinin en elverişli şekliyle nerelerde yapıldığını yatişkinlerden bile iyi biliyordu
“O sıralarda Heinrich Brielach beşbuçuk yaşındaydı Aynı binada oturanlar için belirli bir komisyon karşılığında karaborsadan alışveriş yapıyor ve böylece annesiyle kendi geçimine katkıda bulunuyordu  ”
“Karaborsada herkesi tanıyor, kimin ne sattığını biliyordu ” (s 21)
O yaştaki diğer çocuklar parklarda oyun oynayıp, anne-babalarıyla vakit geçirirlerken Heinrich bu tip işlerle uğraşmak zorunda kalıyordu Bundan başka Heinrich, o yaşta bir çocuğun duymaması, bilmemesi gereken şeyler de biliyordu Annesi ile ‘amcalar’ arasında çıkan tartışmalardan kaptığı kelimeler kelime hazinesini genişletiyor, bilgi dağarcığına yeni bilgiler ekleniyordu
“Heinrich o sıralar ikinci sınıfa gitmekteydi ve ‘o’ nun ne demek olduğunu çoktan öğrenmiş bulunuyordu ”
“Çocuğu aldırmayacağım” diyordu anne “Aldıracaksın!” “Çocuğu aldıracağım” demişti anne Karl’a Karl ise “Aldırmayacaksın!” diye karşı koymuştu o zamanlar Şimdi herşey tersineydi ”
“Demek aldırabilmek olanağı da vardı çocukları ” (s 26)
Bayan Brielach Karl’dan doğacak çocuğunu aldırınca bu ‘amca’ da evi terkeder ve çok geçmeden evlerinde bitişik odanın kiracısı ölünce yerine taşınan biletçi Leo annesiyle ilişki kurar ve Leo amca olur Heinrich’in amcalar arasında en çok nefret ettiği Leo cimri, küfürbaz ve gürültücü bir adamdır Ve Heinrich’in bu adamdan Wilma adında bir kız kardeşi olur Fakat Leo birlikte yaşadığı bayan Brielach’ı dişçi ücreti yüzünden aralarında çıkan tartışmadan sonra terkeder Bu noktadan sonra Heinrich için sefaletin doruğu gelmiş olur Çünkü annesi yanında çalıştığı fırıncının evine taşınacaktır Bu olay Heinrich için yüzkızartıcı hayatlarının dünyaya ilan edilmesi demektir ki, Heinrich bu durumun ağırlığı altında ezilir Bu taşınma sırasında arkadaşı Martin ve onun da çok sevdiği Albert amca onlara uğramışlar ve karşılaştıkları manzara karşısında şaşırmışlardır:
“Albert merdivelerden hızla çıktı Heinrich onun ayak seslerini ve Martin’in “Heinrich!” diye bağıran sesini duydu “Heinrich, ne oluyor?” Ama Heinrich onlara dönüp bakmadığı gibi, Martin’e koşmak isteyen Wilma’yı da tuttu Albert omuzuna dokunduğu zaman da hiçbir hareket yapmadı Artık merdivenlerden inerken yalnız olmayacağına inanamıyordu Gözyaşlarını tutmayı başardı Sonra hızla dönüp Albert’in yüzüne baktı; Albert anlamıştı Zaten böyle birşeyi anlayabilecek tek kişi Albert’ti Sonra dönüp dikkatle aşağıdaki kamyonu seyreden Martin’e baktı Martin onun yoksulluğunun bu ani belirginleşmesini düşünüyor olmalıydı Ama aynı zamanda da Martin’in bütün bunlardan bir şey anlamadığını hem hayretle, hem de iç rahatlığıyla farketti Martin’in anlamaması, Albert’in anlamış olması kadar iyiydi” (s 284)
Martin’in annesi hakkındaki çelişkili düşünelerinin aksine Heinrich’in annesi hakkındaki yargısı kesindir Sadece o değil, herkes Heinrich’in annesinin ahlaki konumunu bilmektedir Yeterince açık olan bu durum içinde Heinrich, aksi bir durumu düşünmemekte, yapması gerken her şeyi kabullendiği bu durum dahilinde yapmaktadır Herkes bir kenara, en yakın arkadaşı olan Martin’in, annesinin bu durumunu bilmemesi onun için büyük önem taşımaktadır:
“Leo Martin’in annesi hakkında konumuş ve onun erkeklerle o kelimeyle anlatılmak istenen şeyi yaptığını söylemişti Ama Martin’in bunu bilmesini istemiyordu Gerçi kendi annesi de erkekerle birleşiyordu ama Martin’in bunu öğremesi bir yıkım olurdu onun için ” (s 242)
Heinrich amcalarla birlikte yaşamanın beraberinde getirdiği zorukların dışında annesinin çalışması sebebiyle evdeki işlerin hemen tümüyle ilgilenmek zorunda kalıyordu Eğer babası ölmemiş olsaydı annesi çalışmak zorunda kalmaz, evde durur, o da diğer çocuklar gibi olurdu Oysa şimdi yaşıtı olan çocuklarınkinden çok daha farklı bir yaşamı vardı Ev işleri, alışveriş, vs derken şimdi de küçük kardeşi Wila onun yükünü biraz daha arttırıyordu Ve bütün bunlar Heinrich’i okulda oynanan oyunları zaman kaybı olarak nitelendiren bir çocuk haline dönüştürüyordu
“Okula geldiğide daima yorgun olur, son dersin bitimini bildiren zil çalar çalmaz da hemen yola koyulurdu Çünkü annesi son ders bitmezden yirmi dakika önce evden çıkardı O zaman Wilma evde Leo ile yalnız kalır ve Brielach okulda Wilma’nın Leo ile olduğunu düşündükçe huzuru kaçardı ”
“Brielach gerçekten de rahat yüzü görmüyordu Bir sürü işinin arasında okul onun için sanki hem fazla gelen, hem de hoş tarafları olan bir yan uğraştı Okulda oynanan oyunlar buz tabakasının altındaki hava kabarcıklarına benziyordu İyiydiler, ama aynı zamanda da zaman kaybına yol açıyorlardı Bazı günler okulda can sıkıntısından başka bir şey olmadığında Brielach, eğer Wilma için duyduğu kaygı engel olmazsa, son derste uyuyakalırdı ” (s 186)
3 Nella:
Haus ohne Hüter romanında savaşın getirdiklerinden en çok etkilenenlerden biri de şüphesiz Martin’in annesi Nella’dır Kocası Rai’nin savaşta ölmesiyle dul bir yaşamın kucağına düşmüş olan Nella, maddi açıdan oldukça rahattır İnsan yaşamı üzerinde büyük etkisi olduğu yatsınamaz olan paraya sahip olmasına, dolayısıyla rahat bir yaşam sürmesine karşın, kocasının ölümünden sonra dünyaya gelen oğlu Martin’e kendini adamış sayılmaz Ona karşı davranışları bir annenin oğluna karşı olan yaklaşımından oldukça farklıdır Bunun sebebi belki de kocasının ölümünden sonra kendini büyük bir boşlukta, büyük bir yalnızlık içinde hissetmesidir Böll’ün bu konudaki şu satırları olaya ışık tutar bir niteliktedir:
“Aslında yaptıkları yapmak istediklerinden çok farklıydı Ama böyle hareket etmesinin sebebi kendini beğenmesi değildi Savaşta ölen kocasından ötürü gurur duymuyordu İlginç insalarla tanışmak gibi bir istek de yoktu içinde Herşeyin az ya da çok anlamını yitirdiği bir noktada kendini akıntıya bırakıvermek, teslim olmak çekici geliyordu ona ” (s 30)
Nella’nın edebiyat ve sanatsever kadınlı erkekli bir arkadaş çevresi vardır Sık sık onlarla buluşur, bazen de geç saatlere kadar dışarıda oyalandığı olur Annesi ve oğlu gibi bütün yakınlarının gözünde pek iyi sayılmayan bir hayat sürmektedir Eve geç geldiği vakitler annesinin “nerelerde sürtüyorsun yine?” gibi sorularına maruz kalır Fakat öyle bir boşluk, öyle bir boşvermişlik, hayal kırıklığı içindedir ki, bu durumda kendini savunmak için, annesinin ve çevresinin düşündüklerinin yanlış olduğunu kanıtlamak için hiçbir girişimde bulunmamakta ve annesinin bu sorularını yanıtsız bırakmaktadır Sanki çevresine “ne düşündüğünüz umrumda değil” der gibi bir havası vardır Ama herkesin sandığının aksine kocasına bağlılığını bozmamakta, tanıdığı erkekler kocasını onun gözünde gittikçe daha da büyütmektedir:
“Böyle erkeklerle tanıştıkça kocasını daha fazla sevmişti Biraz hafifmeşrep bir kadın olarak bilinmesine rağmen on yıl boyunca başka erkeklerle yatmamıştı Rai ise diğerlerinden farklıydı Bilinçdışı eğilimleri kadar saflığı da gerçekti ” (s 31)
Nella için arkadaş toplantıları ya da tanıştığı erkeklerle yaptığı gezintiler onun kocasının ölümünden sonra düştüğü boşluğun içinde kendini avutmak için başvurduğu bir çaredir, bir kaçış niteliğindedir ve her seferinde hayal kırıklığıyla sonuçlanmaktadır Ferahlamak için gittiği her yerden sıkıntı ve bunalım içinde döner Yakından tanıma fırsatı bulduğu erkeklerin kocasına hiç benzemediklerini, bunların yüzleri yakışıklı birer öküz olduklarını, sanat zevkinden ne kadar uzak olduklarını keşfettikçe bunalımı artar, kocasına bağlılığı büyür
Raimund’dan kalan ve sayısı çok olmayan şiirleri, onlar hakkında yayınlanmış yazılarla birlikte saklayan Nella, kocasının adına şiir antolojilerinde rastladıkça, onun şiirlerine radyo programlarında yer verildikçe, aldığı ödüller kendisine verildikçe kocasıyla gurur duyar Bu yüzden bu yapıda, kocasını çok seven bir kadının bu matematik kafalı insanlardan nefret etmesi aykırı bir tablo oluşturmaz Fakat kocasına karşı bu tutumu sürekli değildir Kocasının ölümünden sonra kendisini teselliye gelen rahibin öğüdünü uygulamaktan, “kocasının çocuğunu ve eserini korumakla” hayatını sürdürmekten usanır, kaderine isyan eder Albert’le dertleşirken şöyle yakınıyor:
“Allah kahretsin Yaşamımın sonuna dek o otuzyedi şiirle mi yaşayacağım? Sen çocukla benden daha iyi ilgileniyorsun Evlenmek, dergilerde resimlerini gördüğümüz güleryüzlü bir anne, bir erkeğin karısı olmak istemiyorum Rai gibi biri bir daha karşıma çıkmayacaktır ve Rai’nin geri dönmesi de mümkün değil Vuruldu Ben de dul kaldım Bir alay aptalla konferanslara gitmenin benim için zevkli bir şey olduğuna gerçekten inanıyor musun?” (s 182)
Nella’yı en yakından tanıyan kişi onunla aynı evde oturan kocasının eski arkadaşı Albert’tir Rai’nin sağlığında Nella’nın aklı başında bir genç kadın olduğu onu tanıyan herkesçe bilinmektedir Fakat kocasının ölmesinin ardından bu genç kadın çok büyük ölçüde değişmiş, kocasının bu haksız ölümü onu derinden etkilemiştir Kısacası o ana kadar herşeyiyle kendisini hayata bağlayan bağlar bu ölümle birlikte tamamen kopmuştur Kocası savaşta öldükten sonra Albert, Nella’nın geçirdiği bunalımları yakından izleme fırsatını bulmuştur:
“Ama Albert savaştan sonra döndüğünde onun hepten yıkılmış olduğunu dehşetle farketmişti Bazen aylarca dini bütün bir kadın oluyor, sabahları erkenden kalkıp kiliseye gidiyor, gecelerini ve gündüzlerini dini büyüklerin hayatlarını okumakla geçiriyordu Buna karşın bazen de büyük bir karamsarlığın içine düşüyor, günlerini sanki yarı uykuda geçiriyor, çağırdığı konuklarla zaman öldürmeye çalışıyor, kendisiyle sinemaya ya da tiyatroya gidecek cana yakın bir kavalye bulduğunda mutluluk duyuyordu Ara sıra da erkeklerle birkaç gün için çıkıp gidiyor, döndüğünde gene karamsar oluyor, odasına kapanıp ağlıyordu ” (s 210)
Nella entelektüel bir kadındır Kocasının da mesleği gereği sanatçı ve entelektüel çevrelerle ilişki içindedir Kocasının ölümünden sonra da bu ilişkileri sürdürmüştür Kocasının ölümünün getirdiği mutsuzluk, bunalım havası onu yaşam tarzında tutarsızlığa itiyordu Bazen geç saatlere kadar arkadaşlarıyla dışarıda kalırken, bazen de dinde teselli arıyordu Böyle günlerde evine dini-felsefi tartışmalar yapabileceği rahipler davet eder, şömine karşısında iyi cins şaraplar yudumlayıp onlarla sohbet eder
“Modern ressamların güzel tablolarının altında gözleri tutkuyla yanan ve üstlerindeki cüppe sayesinde olduklarından daha zeki görünmek ayrıcalığını tadan resim gibi güzel rahiplerin dostluğundan ve bu havadan hoşlanırdı ” (s 212)
Nella kocasının ölümüne sebep olan albayın adını büyük bir kinle hafızasında korumuştur: Gaeseler! Nella için bu isim adeta savaşın bütün insanlık dışı kimliğinin sembolüdür Ünlü bir şairin çok çocuklu karısı olarak süreceği varlıklı hayatın yerine, tek çocuklu dul bir genç kadın olarak bu hayata katlanmasına tek sebep savaştır Ama Gaeseler savaşın uygulayıcısı durumundadır Rai’nin ölümünden sorumlu olan odur Nella yaşanmamış hayatını düşlerken her defasında bu hayatın gerçekleşmemesinin tek sebebi olan Gaeseler’i düşünür Onu kafasında iri, kaba yapılı, zeki bir subay olarak canlandırır Askerlikte emir ve itaat ilkelerine körü körüne bağlı bir asker olarak düşündüğü Gaeseler’le karşılaşacak olsa ona karşı duyacağı nefretin derecesini tahmin bile edemez Ama bu gerçekte böyle olmaz Bu karşılaşma sırasında Nella’nın hissetkleri romanda şöyle anlatılıyor:
“Gaeseler saatine bakarken o sırada taksi şoförünün eline parayı sayan Nella, birden evindekileri, Martin’i, annesini, Glum’u ve Bolda’yı özlediğini hissetti Bütün gücüyle Gaeseler’den nefret etmeye çalışıyor ama başaramıyordu İçinde uyandırabildiği soğuk, yabancı ve biraz da ürkütücü duygu bir can sıkıntısının sınırlarını aşamamıştı ” (s 221)
4 Wilma:
Bu romanda kocasının savaşta ölmesinden dolayı genç yaşta dul kalıp, koruyucusuz bir hayatın pençesine düşmüş ve Martin’in annesi Nella ile aynı kategoride olan bir başka kadın da Heinrich’in annesi Wilma Brielach’tır
Tıpkı Martin ile Heinrich arasında olduğu gibi bu iki kadın arasındaki tek fark maddiyattır Kocasının ölümünden sonra düştüğü durumu belli bir çevreye sahip olması ve paralı olmanın verdiği büyük avantaj sayesinde arkadaş toplantıları, küçük seyahatler ile bir dereceye kadar idare edebilmektedir Wilma’nın ise ne böyle bir arkadaş çevresi, ne de parası vardır Onun güvenebileceği tek şey güzelliğidir Öyle ki, sanki güzelliğini bir şekilde kaybederse bu onun için bir yıkım olacaktır Diş sağlığının bozulmasından dolayı, onları tedavi ettiremesi gerekir Fakat tedavi için gerekli parayı çok yüksek olmasından dolayı bulamayacağı için karşı karşıya kaldığı durumu Böll şu şekilde anlatıyor:
“Kadın ayağa kalktı ve mantosunun önünü ilikledi Her an ağlayacağından korktuğundan alçak sesle konuşuyordu Ağzındaki acı hala geçmemişti Doktorun söylediği yüksek tutar sanki idam kararı gibi bir şeydi onun için En çok ki ay sonra onüç dişi de dökülecek, böylece yaşamı bir anlamda son bulmuş olacaktı Leo’nun en nefret ettiği şey çürük dişelrdi Kendi dişleri eksiksiz, bembeyazdı ve onların bakımına büyük özen gösterirdi ” (s 49)
Dişlerini Leo’nun dişleriyle kıyaslamasının sebebi bir anlamda nikahsız yaşadığı bu adama maddi olarak bağımlı olmasıydı Eğer dişlerini yaptıramayacak olursa Leo onu terk edebilirdi Wilma bu nikahsız evliliklere kocasının şehit maaşını kaybetmemek için razı oluyordu Heinrich’i anlatırken bahsettiğim bu kocaların hepsi de sevgiden uzak, onu sadece fiziki anlamda seven, onun güzelliğinden faydalanmak isteyen insanlardı O ise bu duygusuz insanlarla yaşamaya mecbur kalıyordu
“Gert bir kez bile aşkın sözünü etmemişti Hatta Saporoshe ile Dnjepropetrowsk arasında ölen güler yüzlü kocası bile aşktan öz etmemişti Yalnızca mektuplarında ara sıra onu ne kadar çok sevdiğini yazmıştı Ama yazmak söylemekten çok farklıydı, daha kolaydı Leo’nun kelime hazinesinde ise aşk yoktu bile ve kadın bu durumdan memnundu Ona göre aşk ancak filmerde, romanlarda, radyodan okunan şeylerde ve şarkılarda olabilirdi ” (s 253)
İşte Wilma oğlu Heinrich’i bu duygusuz adamların yanında büyütmek zorundaydı Wilma’nın Nella’dan ayrıldığı bir nokta da burasıdır Yani birçok erkekle birlikte olmuştur ama bunun sebebi büyük ölçüde Wilma’nın yoksul bir kadın olmasıdır Wilma kocasına sadık kalmamıştır ama onu unutmamaya da kararlıdır Hangi adamla yaşarsa yaşasın kocasının resmini yatak odasının duvarından indirmez Kocasından kalan tek hatıra olan, vaktiyle kendisine hediye ettiği para cüzdanını yanından hiç ayırmaz Bunların dışında birlik komutanının verdiği haber Wilma’nın hafızasında kelimesi kelimesine yer etmiştir:
“Tankıyla bir keşif kolunu takviye etmek üzere gitmiş ve görevden geri dönmemiştir Ancak bölüğün en eski ve sadık askerlerinden biri olan kocanızın ruslara esir düşmediğinden emin bulunmaktayız Kocanız bir kahraman gibi ölmüştür ” (s 51)
Wilma kocasını, onunla geçirdiği kısa evlilik hayatını, izinli gelişlerindeki beraberliklerini, onun çok ender gülen ciddi yüzünü ve mektuplarını hiçbir zaman unutmaz Saporoshe ile Dnjepropetrowsk arasında bir yerde tankının içinde yanıp kül olmuş hali sık sık gözünün önüne gelir Kayınvalidesinin “oğlumun hatırasını yaşat!” (s 61) sözü de kulağında hep çınlar Ama Wilma kocasının ölümünden bir yıl sonra aynı evde oturan oda komşusu Erich’e kendini teslim ettikten sonra artık olan olmuştur Erich’ten sonra Gert, Karl, sonra da Leo ile yaşamış, bu hayat tarzını adeta alın yazısı saymıştır Konu komşunun gözünde bunun ne demek olduğunu tahmin etmekten uzak değildir Kızı küçük Wilma’yı zaman zaman emanet ettiği komşusu gibi, bazen Heinrich’i ziyarete gelen kayınvalidesi herkesin aklından geçen gerçeği onun yüzüne vurur:
“Hayatındaki bu değişiklik! Her şeyin bir sınırı var ” (s 62)
Wilma için artık sınır aşılmıştır ve bunun böyle sürüp gitmesine son vermek onun elinde değildir Leo ile takma diş tartışmasından sonra arası açılınca kendisine uzun zamandır kur yapan, karısı ile evliliğini kağıt üzerinde sürdüren, aynı zamanda patronu olan fırıncının evine, çırağın ayrılmasıyla boşalan odaya taşınır Fırıncının yanına taşınmak, Wilma’nın yüz karası hayatını konu komşunun önünde bir kez daha ortaya koyması demektir ki bu çocukları, özellikle Heinrich için çok utanç ve acı verici bir olaydır Wilma fırıncıya evet derken bunun bilincine varmıştır ve bunun üzerine ağlar Yanına gelerek ona “neden ağlıyorsun?”“neden ağladığımı anlamıyor musun?” diye karşılık verir (s 258) Birkaç parça kırık dökük eşyadan ibaret olan eşyalarını kamyona yüklerken komşuların meraklı bakışlarına ve birtakım iğneleyici sözlerine maruz kalır:
diye soran fırıncıya
“Bir günahın kucağından bir başka günahın kucağına atılıyor ” (s 281)
“Evet, evet! Eskiden söylenmiş sözlerin doğruluğundan hiçbir zaman kuşkulanmamak gerek Ne demişler: evin erkeği nasılsa eşyalar da ona göre olur ” (s 283)
Çevrede birikmiş insanlar bu gibi acıma ve alay ifadelerini küçük Wilma ve Heinrich’in de duyabilecekleri şekilde fısıldamaktan basit bir zevk alırlar Wilma, temeli kocasının savaşta ölmesi olan sefaletinin ortaya döküldüğü bu anı aşacak gücü kendinde bulamaz Orada biriken onca insanın içinde bir tek Albert diğerlerinden farklı düşünür Bir tek Albert bile Wilma’yı teselli etmeye yetmektedir Bu, Wilma’nın aslında kendisini seven birilerinin varolduğunu anlamasını sağlar Onu seven, onun adına üzülen bir başka kişi de komşusu bayan Borussiak’tır Bayan Borussiak taşınırlarken Wilma’yı ve küçük kızını sarılıp öper Sessiz sessiz ağlarken ona şu şekilde mırıldanır:
“Sevgili yavrucuğum, inşallah bundan sonra rahat edersin ” (s 281)
|