Prof. Dr. Sinsi
|
Türkmenistan Cumhuriyeti,Türkmenistan Cumhuriyeti Nüfusu,Türkmenistan Tarihi Hakkında
Türkmenistan Cumhuriyeti,Türkmenistan Cumhuriyeti Nüfusu,Türkmenistan Tarihi Hakkında
Türkmenistan Cumhuriyeti,Türkmenistan Cumhuriyeti Nüfusu,Türkmenistan Tarihi Hakkında
27 Ekim 1991'de istiklaline kavuşan Türkmenistan Cumhuriyeti 488 000 km2 alana ve 4,5 milyon nüfusa sahiptir Başkenti Aşkabat olan Türkmenistan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasında istikbali en parlak olan cumhuriyetlerden biridir Bugünkü Türkmenistan Cumhuriyeti beş eyalete ayrılmış bulunmaktadır; Balkan, Aşkabad (Ahal), Merv (Marı), Çarju ve Taşauz, Türkmenistan güneyde İran, güneydoğuda Afganistan, Kuzeydoğuda Özbekistan, kuzeyde Kazakistan ve batıda Hazar denizi ile sınırdaştır
Tabiat Şartları
Türkmenistan'ın en geniş bölgesi 350 000 km2'lik bir alanı işgal eden Karakum Çölüdür ki bu aynı zamanda dünyanın en öneli çöllerinden birini teşkil eder Buna göre Türkmenistan, biri çöl, diğeri vaha bölgesi olmak üzere iki bölgeden meydana gelir Kopet Dağı etekleri, Murgab, orta ve aşağı Amu-Derya (Ceyhun) başlıca vahaları teşkil ederler Ayrıca Karapul, Bacur ve Balkan yaylaları ülkenin tarıma ve otlağa müsait yerlerini teşkil ederler Coğrafi sebepler dolayısıyla ülkede akarsuları sayısı oldukça azdır Murgab, Tecend Derya ve Atrek nehirleri başlığı akarsuları teşkil ederler
İklim
Türkmenistan, Asya'nın içi kesimleride yer aldığı için tam bir kara iklimine sahiptir Genellikle yazları sıcak ve kuru geçer, gece-gündüz arasında büyük ısı farklılıklarını Tecende ve Murgab nehirleri ile Amu-Derya nehrinin % 20 suyunu alan Kara-Kum kanalının suları giderir Bu üç nehirden Kara-Kum nehrinin suları Türmenistan'a büyük hayat vermiştir Binlerce dönem yeri sulanan arazilerde bol miktarda pamuk yetiştirilir Dolayısıyla Türkmenistan, Özbekistan'dan sonra Orta Asya Cumhuriyteleri içinde en çok pamuk üreten ülkedir Yıllık pamuk üretim 1 382 000 tondur
Tarım ve Hayvancılık
Pamuk üretiminin yanısıra kavun, karpuz ve üzüm bol miktarda yetiştirilmektedir Ayrıca buğday, arpa, mısır ve tütün yetiştirilen Türkmenistan'ın bu sahadaki ürünleri ancak kendilerine yetmektedir Türmenistan, diğer Türk Cumhuriyetleri gibi, hayvancılık sahasında oldukça ileri gitmişti Koyun, sığır, tavuk ve hıristiyan ahali için domuz bol miktarda yetiştirilmektedir Dolayısıyla ülkede besicilik ve etli ürünler oldukça gelişmiştir Karakul koyunlarının deriler astragan kürkü olarak kullanıldığı için çok kıymetli ve Türkmenistan'ın ihraç ürünlerinin başında gelmektedir
Tabii Kaynaklar ve Enerji
Türkmenistan yeraltı kaynakları yönünden oldukça zengin bir ülkedir Ülkede bol miktarda doğalgaz, petrol, sülfür, mineral tuzlar, kükürt, potasyum,kurşun, krom, iyot ve sodyum sülfat bulunmaktadır Bilhassa petrol ve doğal gaz rezervlerinin zenginliği Türkmenistan'ın yakın gelecekte iyi bir ekonomik seviyeye ulaşacağını göstermektedir Dolayısıyla Türkmenistan enerji sıkıntısı çekmeyen ülkelerden biridir
Sanayii
Hayvancılığın gelişmesi hayvan ürünleri ile ilgili bir endüstri dalının oluşmasına sebep olmuştur, Halı, kilim, tekstil endüstrisi oldukça gelişen Türkmenistan'da petrol rafinerileri, kimyasal madde üretimi, bitkisel yağ üretimi, azotlu gübre sanayi, ve doğal gaz çıkarma sanayi oldukça gelişmiştir Türkmenistan'ın en yükü sıkıntısı ürettiği bu malları dış pazarlarda satma imkanı bulamayışıdır Türkiye üzerinden doğal gazını pazarlamayı ümit eden Türkmenistan kısa zamanda bu ekonomik dar boğazdan kurtulacaktır
Nüfus
Bugünkü Türkmenistan Cumhuriyetinin nüfusu 4 500 000 milyona yaklaşmış bulunmaktadır Bu 4 500 000 milyonluk nüfusun 3 milyonu Türkmenlere, 1 500 000 milyonuda diğer milletlere aittir Bu arada 2 000 000 milyon civarında Türkmen İran Horasanında, 1 milyona yakın Türkmen de Kuzey Afganistan'da yaşamaktadır Bugünkü Türkeministan nüfusunun %73'ünü Türkmenler,%9'unu Ruslar, %9'unu Özbekler, %2 5'ini Kazaklar, %1'ini Ukraynalılar,%1'ını Ermeniler ve %2 4'ünü de diğer azınlıklar teşkil eder Türkmen nüfusunun %45'i şehirlerde %55'de kırsal kesimde yaşamaktadır
Eğitim ve Kültür
Rus işgaline yani 1884 'de kadar Türkmenistan'da eğitim müesseselerini mektepler ve medreseler oluşturmaktadır Türkmenistan'da mektepleri bitiren başarılı öğrenciler Hive, Buhara, Semerkant'daki medreselere giderek öğrenimlerini tamamlarlardı Dönüşlerinde ise bu öğrenciler hem imamlık hem muallimlik yaparlardı Kısaca eğitim oldukça yetersiz bir seviyede idi Fakat Rus işgalinden sonra açılan Rus-Türkmen okullarında hem Ruslartırma hem de Hıristiyanlaştırma hareketlerine ağırlık verilmesi Türkmenleri oldukça rahatsız etmiştir Gaspıralı İsmail Bey'in açtığı usul-i cedid mekteplerinin ve medreselerinin Türkmenistan'a gelmesiyle birlikte Türkmenler ilk defa modern bir eğitim görmeye başlamıştır Bolşevik ihtilallerinin patlak verdiği 1917 yılına kadar bu eğitim sistemini devam ettiren Türkmenler, Bolşevik yöneticilerinin Sovyet Cumhuriyetlerini kurduğu 1924'den sonra yepyeni bir eğitim sistemine geçmişlerdir Ruslaştırmaya ve Hıristiyanlaştırmayı hedefleyen Çarlık eğitim sisteminin biraz daha toleranslı şekli olan yeni Sovyet eğitim sistemi, tatbik edildiği uzun yıllar içinde oldukça başarılı olmuştur Bu eğitim sisteminde cehalete karşı büyük başarı elde edilmesine rağmen, Türkmenlerin milli kültürlerinden ve dillerinde büyük gerileme olmuştur Diğer milletleri Sovyetleştirmeyi ve Sovyet tipi insan yetiştirmeyi hedefleyen bu eğitim sistemi Rusça ile yapıldığı için Rus kültürü ve dili Türkmenler arasında oldukça yayılmıştır Sovyet döneminde Türkmen dili oldukça zayıflamış ve ikinci dil durumuna düşmüştür 1989'da Türkmenistan'ın resmi dili haline gelen Türkmence bugün hızla gelişmekte olup, yakın bir gelecekte kuvvetli bir eğitim ve bilim dili haline gelecektir Bugün Türkmenistan'da 2000'in üstünde okul bulunmakta ve bu okullarda okuyan öğrenci sayısı da 800 bin civarındadır 1971 istatistiklerine göre 51 ilkokulda 35 bin, 29 orta dereceli okulda 28 900, 5 yüksek öğrenim enstitüsünde 29 200 ve 1 üniversitede 10 124 öğrenci okuyordu Bu okul ve öğrenci sayısı bugün daha da artmış bulunmaktadır
ORTA ASYA BAĞLAMINDA TÜRK- İLİŞKİLERİ
Yeltsin-Kozırev hükümeti ile siyasi, iktisadi, enerji ve askeri sahalarda Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler hızlı bir şekilde gelişmiştir Karşılıklı siyasi ziyaretler gerçekleştirildi Ticarî ilişkiler mevcut uluslararası sistemin gerçeklerin uygun olarak arttı Bu gelişmelerden memnunluk duyan Türk siyasetçileri Rusya'yı tehdit olmaktan çıkardılar Hatta Türk devlet adamları, bölge için jeostratejik ve jeopolitik öneme sahip iki ülkenin, karşılıklı ilişkilerin geliştirmeler ve ki ülke arasındaki bağımlılığın artması halinde Karadeniz, Kafkaslar, Hazar denizi bölgelerinde barış, huzur ve istikrarın geleceğini düşünmeye başladılar Rusya devlet başkanı Vilademir Putin, Türkiye'yi "geleneksel dost" olarak gördüklerini açıkladı
Fakat resmi düzeyde oluşan bu olumlu kanı, her iki ülkenin Avrasya bölgesine ilişkin politikalarına yansımadı Bir yandan Türkiye Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla birlikte yakaladığı tarihi fırsatı iyi değerlendirerek bölge siyasetinde etkin rol oynayabilecek "Bölgesel Güç" olmayı arzuladı ve bu düşünceye paralel politikalar geliştirdi 1991-1992 yılları arasında batı yanlısı dış politika izleyen Rus yetkililer, aşırı milliyetçi grupların ve komünist partisinin baskısı sonucu, gözlerini yeniden Hazar enerji havzasına ve Yakın Çevresi'ne döndüler ve Türkiye ile rekabet içerisine girdiler Avrasyacı olarak adlandırılan ve 1993 seçimlerinden sonra Rus siyasetine egemen olan Rus yöneticiler, Bağımsız Devletler Topluluğu'nu kurumsallaştırmaya ve böylece Orta Asya ve Kafkas Devletlerine kendi ekseni etrafında bir araya getirmeye çalıştılar Petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünya pazarına sevki konusunda, Türkiye'nin savunduğu ve Amerikan yönetimince desteklenen Doğu-Batı enerji koridorunun gerçekleşmesini engelleyecek girişimlerde bulundu Bir yandan NATO'nun genişlemesine karşı çıktılar Öte yandan Orta Asya ve Kafkas bölgelerinde istikrarın, barışın ve huzurun sağlanmasına garantör devlet gibi hareket ettiler
Sovyetler Birliği'nin yıkılması veya diğer bir ifadeyle Soğuk Savaş döneminin kurallarını belirleyen paradigmanın iflası, Türk siyaset adamlarına göre, uluslararası barışın inşa edilmesi için uluslararası sistemde yeni bir dalganın ortaya çıkması anlamına gelmektedir Yeni şartlardan dolayı, Türkiye'nin dış politikasını belirlemeye çalışan Türk Hükümetleri, özellikle Türkiye'nin jeostratejik konumundan ötürü, çok yönlü ilişkiler kurması gerektiğini düşünmektedir Değişken ve her an çatışmalara gebe bir çevreye sahip olmasından dolayı, Türkiye'nin komşu ve çevre ülkeleri ile barışçıl, istikrarlı ve işbirliğine dayalı ilişkiler kurması gerektiğine inanılmaktadır Bu düşünceyi kendilerine dayanak olarak alan 56 ve 57 Türk Hükümetleri, Hükümet protokollerinde, Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya başta olmak üzere bölgesel işbirliğine ve bu devletler ile karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem verdiklerini vurguladılar
Doğal gaz tüketimi konusunda, Türkiye'nin Sibirya ve Hazar enerji havzasına bağımlılığı her geçen gün artış göstermektedir Türk Dış İşleri Bakanlığı'nın resmi verilerin göre, Türkiye'nin enerji ihtiyacı yıllık yüzde sekiz oranında artmaktadır Bu veriye göre, 1999 yılında 12,8 milyar metreküp doğal gaz tüketen Türkiye'nin 2010 yılında 52 milyar metreküp ve 2020 yılında da 83 miyar metreküp doğal gaz türetmesi tahmin edilmektedir Enerji politikasını, çeşitlendirilmiş, güvenilir ve maliyet açısından uygun kaynaklar bulmaya dayandıran Türkiye, artan enerji ihtiyacını önümüzdeki dönemde 5 farklı ülkeden karşılamayı düşünmektedir: Rusya, Cezayir, Nijerya, İran ve Türkmenistan Bu devletler ile yapılan anlaşmalar sonucunda, Türkiye, 2004 yılı itibariyle yıllık 61,2 milyar metreküp doğal gaz alımını garantiledi Ancak bu antlaşmalar Türkiye'nin 2020 yılında ihtiyaç duyacağı enerji miktarını karşılayamamaktadır Bu nedenle Türkiye'nin farklı kaynaklardan doğal gaz alımları yapması gerekecektir Bu düşünce ışığında Türkiye, mevcut olan anlaşmalara ilave olarak Azerbaycan, Mısır, Cezayir, Yemen, Irak ve Balkan devletlerinden de doğal gaz olmayı düşünmektedir
Rusya ile Türkiye arasında ikili ilişkiler siyaset, ticaret, savunma ve enerji sahalarında sürekli ilerleme gösterse de her iki ülkenin Avrasya ve Hazar enerji havzasına ilişkin bölge politikaları sürekli çatışmaktadır Her iki devlet, Hazar enerji kaynaklarının dünya piyasasına sunulması, bölge devletlerinin uluslararası sistemdeki yeni yeri ve Kafkaslarda istikrar konularında birbirine rakip politikalar takip ettikleri şüphe götürmez bir olgudur
Her iki ülke arasında yaşanan rekabetin temel sebebi, Türk ve Rus yetkililerin aynı bölge üzerinde birbirine benzer beklentiler içinde bulunmaları ve beklentilere uygun politikalar üretmeleridir
Türk yetkililere göre Türkiye, Avrasya bölgesinin ortaya çıkardığı yeni fırsatlardan ötürü, global devlet anlayışıyla hareket etmek zorundadır Bu nedenle Türkiye, Orta Asya ve Kafkas devletleri için demokrasi, insan hakları, laiklik ve serbest piyasa gibi mevcut uluslararası sisteme hakim kavramları, kendi ülkelerine yerleştirmeleri amacıyla örnek alabilecekleri uygun ülkedir Türkiye Soğuk Savaş sonra dönemde, Avrupa'dan Asya'nın merkezine kadar olan bölgede (diğer bir ifadeyle Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar olan sahada) eskiye nazaran daha fazla jeostratejik ve jeopolitik öneme sahiptir ve Türkiye'nin jeostratejik etkisi bu devletler üzerinde her geçen gün artmaktadır Böylece Türkiye, Rusya'yı bu bölgelerde dengede tutmaktadır Hatta emekli Türk askeri yetkilisi Nezihi Çakar, bu bölgeyi Türkiye'nin çevresi olarak nitelendirmektedir Dış İşleri Bakanı İsmail Cem'e göre, Türkiye, Avrasya'nın stratejik merkezi haline gelecektir
Bu beklentilerin hayata geçirilmesi için, Türk yetkililer, Hazar denizi kaynaklarının Türkiye üzerinden dünya piyasasına sunulmasını istemektedirler Barış hatları sayesinde bu ülkeler arasında ekonomik işbirliği artacaktır ve ardından da bu devletler dünya sistemine entegre olacaktır Bu ülkelerin bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve egemenliğine büyük önem veren Türkiye, iktisadi açıdan yeniden yapılanmalarına ve kalkınmalarına ve aynı zamanda bölgede istikrarın ve güvenliğin sağlanmasına yardımcı olmaya açıktır Türkiye, bölge üzerine takip ettiği politikalarından ötürü, Rusya'yı doğrudan karşısına alan bir siyasi rekabet içerisine girdi Türkiye, Rusya'yı doğal jeopolitik rakip olarak görmektedir Türkiye'nin hedefi, özellikle Bakü-Ceyhan petrol ve Trans-Hazar doğal gaz hatlarının inşasını tamamlayarak, Rusya'nın bölge üzerindeki hakimiyetinin ortadan kaldırmak (veya en azından azaltmak) ve kendi etki sahasını genişletmektir
1991-1992 yıllarında Orta Asya devletlerini kendi kaderleriyle başbaşa bırakarak, kendisini batı topluluğunun bir parçası olarak gören Rusya, 1993 yılından itibaren, Hazar enerji havzasının akıbeti konusunda Türkiye ile siyasi rekabete girdi Sovyetler Birliğinin Soğuk Savaş döneminde oynadığı rolü oynamaya hazırlanan Rusya, artık kendisini Avrasya ülkesi olarak tanımlamaktadır Yaşadığı mali krizden dolayı kendi kaynaklarını kullanarak ekonomisini düzlüğe çıkarmak istemesinden ötürü, Rusya, komşu ülkeler ve eski Sovyet Cumhuriyetleri ile enerji ve ticaret sahalarında ilişkilerini arttırmayı istemektedir Çevre devletler ile sıkı işbirliği içerisine giren uluslararası petrol projelerinde yer alan ve taşımacılık alt yapısını güçlendiren Rusya, Avrupa-Atlantik ve Rusya-Pasifik bölgeleri arasında iletişimi ve yakınlaşmayı sağlayan merkezi ülke rolü oynamayı arzu etmektedir Bu rolüyle Rusya, Asya, Avrupa ve Amerika kıtaları arasında "Kavşak Ülke" rolü oynayabilir
Rus yetkililere göre, Türkiye bu hedeflerin önündeki en büyük tehdittir Rus yetkililer, 3 konuda Türkiye'yi kendilerine düşman (tehdit) olarak görmektedir
1 Türkiye, model ülke rolüyle, aslında Rusya'nın eski arka bahçesinde meydana gelen boşluğu doldurmayı hedeflemektedir Türkiye kuracağı stratejik etki sahasıyla, Rusya'nın bölge üzerindeki çıkarlarını zedeleyecektir
2 Tarihsel, kültürel, dinsel, dilsel bağlarını kullanan Türkiye, Pan-Türkist emellerini gerçekleştirebilir ve Rusya'nın çevresinde ve hatta Rus topraklarında yaşayan Türkleri de dahil ederek bir Türk imparatorluğu veya Birleşik Türk Devletleri kurabilir Bu durum hem Rusya'nın yanıbaşında Türk-İslam sentezi üzerine kurulmuş bir tehlikenin doğmasına ve hem de Rusya'nın daha fazla toprak kaybederek kuzeye çekilmesine sebep olabilir
3 Türkiye kanalıyla NATO ve dolayısıyla Amerikan askerlerinin bölgeye sızması Özellikle NATO'nun barış için ortaklık programı adı altında bölge devletleriyle askeri ve savunma sahalarında işbirliği yapması, Rusya'nın bölgedeki askeri varlığının kalış sebebini ortadan kaldıracak ve daha sonrada bölgedeki askeri etkisini kaybedecektir
Bu nedenlerden ötürü Türkiye ve Rusya, Hazar enerji havzasında Orta Asya ve Kafkas bölgelerinde birbirine zıt politika gütmekte, birbirlerinin etki alanlarını zayıflatmaya ve hatta ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar
Türkiye ve Rusya arasındaki asıl rekabet sahası, Hazar enerji kaynaklarının hangi güzergâh üzerinden dünya piyasalarına sunulacağı konusudur Hazar enerji havzasını "İkinci Kuzey Denizi" olarak nitelendiren Türkiye, Rusya'nın etki sahasını zayıflatacağı ve kendi siyasi nüfuzunu arttıracağı düşüncesiyle, Amerikan yönetiminin de destek verdiği Doğu-Batı Enerji Koridorunun ana güzergâh olmasını istemektedir Türkiye bu hattın gerçekleşmesi halinde hem Rusya'nın kontrolü olmaksızın bölge kaynaklarına kendi iç ihtiyacı için kullanmayı hem de Soğuk Savaş sonrası dönemde enerji köprüsü haline gelmeyi düşünmektedir Bu nedenle Türkiye, Türkmenistan-İran-Türkiye-Avrupa devletleri doğal gaz, Trans-Hazar doğal gaz, Azerbaycan-Türkiye-Avrupa Birliği doğal gaz ve son olarak Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan petrollerine taşıyacak Bakü-Ceyhan petrol boru hatlarının inşası için uluslararası arenada yoğun çaba harcamaktadır
Bu noktada Türkiye'yi endişeye sevk eden konuların başında, Rusya'nın kuzey hattından daha fazla petrol sevk etme isteği ve Rus yetkililerce bölge enerji kaynaklarının dünya piyasalarına sunulmasında boğazların en uygun geçiş güzergâhı olarak görülmesi geliyor Hazar enerji kaynaklarının tankerler aracılığıyla boğazlardan taşınması, İstanbul ve İstanbul halkı için büyük tehlike anlamına gelmektedir Her geçen gün boğazlarda tanker kazalarının arttığı gözlenmektedir
Hazar enerji kaynaklarının sevki konusunda, son zamanlarda Rusya, Türkiye'den daha faal politika yürütmektedir Türkiye'nin son 2 yıldır ekonomik ve finansal sıkıntı yaşaması ve George W Bush yönetiminin halen daha hazar politikasını netleştirememesi, Rusya devlet başkanı Viladimir Putin'e yeni fırsatlar verdi Mart 2000 yılından bu yana kararlı politikalar güden Putin, Hazar enerji kaynaklarının Batı ve Doğu pazarlarına ihraç edilmesinde köprü rolü oynamayı arzu etmektedir Rusya, kullandığı hattın tek geçerli hat olduğunu gösterecek somut adımlar atmaktadır Bu hedefini gerçekleştirmek için, Rusya son dönemde yoğun çaba harcamaktadır Öncelikle Orta Asya devletleri -Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan ile işbirliğini arttırdı Hazar enerji kaynaklarını, Balkan ülkelerini, Türkiye'ye , Avrupa ve Çin'e sevk edilmesi için yeni çok taraflı projeler hazırladı
Bu projeler içerisinde Rusya, en çok Mavi Akım projesine önem vermektedir Çünkü Rus Gazprom Firması, Türkiye'nin doğal gaz ihtiyacını karşılamanın yanı sıra, Türkiye kanalıyla Kuzey Afrika ve Doğu ülkelerinin enerji ihtiyaçlarını karşılamayı hesaplamaktadır Bu nedenle Mavi Akım projesinin kapasitesini ileriki dönemlerde yıllık 30 ilâ 50 milyar metreküpe çıkarmayı planlıyor Özellikle Orta Asya ülkelerinden alınacak doğal gaz, bu hat kanalıyla dünya piyasalarına sunulacak, Gazprom yetkilileri, Mavi Akım projesini İran ve Türkmenistan hatlarından önce inşa ederek bu hatların önünü kesmeyi de arzu etmektedir Böylece bir yandan Hazar Havzası enerji kaynaklarının doğu-batı hattından dünya piyasalarına akmasını önleyecek, diğer yandan Doğu Avrupa pazarını da kaybetmemiş olacak Zaten Doğu Avrupa ülkelerine daha fazla satışı gerçekleştirmek için Rusya Trans-Bulgaristan doğal gaz hattını inşa etmeye çalışmaktadır
Türkiye'nin resmi politikasına göre, kendi güvenliği açısından büyük tehdit oluşturan, Dağlık-Karabağ meselesinin, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü Minsk Grubu tarafından ve taraflar arasında yürütülen görüşmeler kanalıyla barışçıl yollarla çözülmelidir
Bölgede barış ve istikrarı sağlamak hayati derecede öneme sahip bir konudur Böylece hem Türkiye'ye karşı tehdit ortadan kalkacak, hem de bölgesel iş birliğine ve bölge devletlerinin ekonomik kalkınmasına olanak sağlanacaktır
Türk resmi makamları, Rusya ile herhangi bir sürtüşme yaşamak istemedikleri için diplomatik olarak güzel sözler sarf etseler de Türkiye, Bakü-Ceyhan ve Trans-Hazar projelerinin önündeki en büyük engelin bölgesel istikrarsızlık olduğunun farkındadır Bu istikrarsızlık ise Rusya'nın bölge üzerindeki hakimiyetini pekiştirmesine yardımcı olmaktadır Gerçekte Türkiye, Rusya'nın bölge üzerindeki hakimiyeti sağlamlaştırmasını istememektedir Bu amaçla Türkiye 1992 yılında, Azerbaycan eski Devlet Başkanı Ebulfeyz Elçibey'i destekledi ve bu ülkeyi kendi siyasi etkisi altına almaya çalıştı Dağlık-Karabağ meselesinde açıkça Azerbaycan'ın yanında tutum sergiledi Azerbaycan'ın petrolünü taşıyacak uluslararası konsorsiyumdan pay aldı Yoğun bir şekilde ana güzergahın Bakü-Ceyhan olması için çaba harcadı
Orta Asya'da Çeçenistan konusunda, Türkiye, resmi beyanatlarında Rusya'yı kızdıracak açıklamalar yapmaktan kaçınmaktadır Ancak Türkiye, Rusya'nın bütün hedefinin Kafkaslarda kendi kontrolünü kurmak olduğuna inanarak, bu durumdan endişe etmektedir Çünkü Kafkaslarda Rusya'nın bütün hedefinin Rus askerleri Türkiye'nin sınırları boyunca konuşlandırılacak ve Türkiye'nin nüfuzunu arttırma politikasının engelleyecektir
Rusya'nın bölge üzerindeki hakimiyetini iyice zayıflatmak amacıyla, Türkiye, Mart 1999 tarihinde Gürcistan ile askeri yardım ve işbirliği anlaşması imzaladı Anlaşma gereği, Türkiye, Kodori ve Gori'de askeri eğitim alanları ve Tiflis dışında bir atış alanı kurdu Azerbaycan'da kurulan askeri eğitim merkezinde Türkiye Azerbaycanlı subayları yetiştirmeye başladı Türkiye, Ocak 2000 tarihinde, "Kafkasya İstikrar Paktı" fikrini ortaya attı Bu fikir, Azerbaycan, Ermenistan, Türkiye, Rusya, İran (muhtemel), Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nı içermektedir Pakt, Rusya'nın bölgedeki hakimiyetinin zayıflatırken, Türkiye'nin etkisini arttıracak, aynı zamanda Batılı devletleri, özellikle Amerikan yönetimini, bölge siyasetine ve güvenliğine karışma hakkı verecek Bu durumda Rusya'nın karşısında dengeleyici güç olarak Amerika bulunacak Böylece bölge Rusya'nın arka bahçesi olmaktan çıkarak, uluslararası işbirliği alanı haline gelecektir
Rusya, Türkiye'nin Kafkasya istikrar Paktı'na destek verdiğini diplomatik dille açıkladı Ancak teknik açıdan konunun incelenmesi gerektiğini ifade ederek, bu teklifi çıkmaza soktu Aslında Rusya Kafkaslar'da kendi içinde kurulmuş güç dengesini bozacak her türlü girişime karşı çıkmaktadır Diğer bir ifadeyle Türkiye'nin veya başka bir ülkenin ortaya attığı ve Batılı güçlerin bölge siyasetinde ve güvenliğinde belirgin bir rol oynamasına izin veren teklifler, Rus yetkililer için kabul edilemez
Rusya siyasi ve askeri baskıların sonuç vermemesi üzerine, son günlerde, siyasi diyalog girişimlerini arttırarak, bu devletlerin ticaret ve enerji sahalarında yakın işbirliği içerisine girmeye gayret etmektedir Devlet başkanı Viladimir Putin, Azerbaycan'ı ziyaret ederek, Rusya'nın bu niyetini Azeri yetkililere iletti Bu amaçla Rus firmalarını Azerbaycan petrol sahalarında yatırım yapmaya teşvik eden Rusya, aslında bölge devletlerine Rusya hattının cazip olduğunu göstererek, Bakü-Ceyhan ve Trans-Hazar hatlarının başarısızlığa uğramasını istemektedir Aynı zamanda bölge devletlerini kendi yanına çekmeyi başaran Rusya, bölgedeki ticari ve ekonomik çıkarlarını muhafaza edebilecektir
Rusya Dağlık-Karabağ meselesinin çözümü konusunda da en etkin metodun Kafkas Dört zirvesi olduğunu savunmaktadır Bu konuda kendisinin yeterli güce sahip olduğunu düşünen Rus yetkililer, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve kendisinin dahil olduğu görüşmeler yoluyla çözülmesine gayret sarf etmektedir
Türkiye, 1991 yılından bu yana uyguladığı politikalarıyla Orta Asya devletlerini bir araya getirerek, bölge üzerindeki siyasi etkisini arttırmayı ve bölgesel güç olmayı amaç ediniyordu Bu amaçla Türkiye, Orta Asya devletlerinin demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisine geçiş süreçlerinde ve uluslararası sisteme entegre olmaları konusunda kendisini önder ve çok uygun model olarak görerek, "büyük ağabey" rolünü oynadı Öncelikle Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı'nı kurarak, bölge devletlerine planlı ekonomi ve ticari yardımlar yaptı Daha sonra eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın girişimiyle Türk Cumhuriyetleri Zirvelerinin organize etti Bu zirveler sırasında, Orta Asya Cumhuriyetleri, Azerbaycan ve Türkiye arasında da kültürel, siyasi ve ticari sahalarda çok taraflı işbirliği imkanları tartışıldı Ortak Latin Alfabesinin oluşturulması kabul edildi TRT Avrasya yayınlarına başladı 10 000 civarında Orta Asya kökenli öğrenciye Türkiye'de eğitim görmeleri için burs verildi Son zamanlarda Türkiye, Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan'a küçük çaplı askeri yardımlar yapıldı
Bu girişimleri temel amacı, Orta Asya devletlerinin bağımsızlığını pekiştirmek ve ekonomik kalkınmalarına yardımcı olmaktı Bu sayede uluslararası sistem ile entegre olan Orta Asya devletleri, Rusya'nın etkisinden kurtulacaklardı ve Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri Zirveleri vasıtasıyla dayanışma içerisinde bulunacaklardı Aynı zamanda Türkiye, oluşturulan yakınlaşma sayesinde Hazar enerji kaynaklarından serbestçe faydalanmayı arz ediyordu
Ancak Türkiye'nin bölge lideri olma politikası ve bu politikasında belli bir başarı elde etmesi Rusya'yı tedirgin etti Çünkü Rus yetkililer, Orta Asya bölgesinin halen daha Rusya'nın arka bahçesi olarak görmektedir Bu nedenle Türkiye gibi bölge dışı devletlerin kendi arka bahçelerinde etki sahası oluşturma gayretlerine karşı çıkan Rusya egemen durumu muhafazaya çalışmaktadır
1993 yılında Yakın Çevre (Near Abroad) politikasını uygulamaya başlayan Rusya önceleri içi boş bırakılan Bağımsız Devletler Topluluğu'nu siyasi örgüt haline getirmeye çalıştı Rusya'nın temel hedefi Ortak Güvenlik, Ortak Enerji Konseyi, Ortak Dış politika ve Serbest Ticaret konularında Orta Asya devletleriyle çok taraflı anlaşmalar imzalamaktı Böylece Rusya, Orta Asya devletlerini kendi siyasi kontrolü altında tutacak ve bölge üzerindeki hakimiyetini yeniden pekiştirecekti Fakat Orta Asya devletlerinin yeniden Rusya'nın siyasi kontrolüne girmek istememelerinden ötürü, Rusya bu emellerinde başarı sağlayamadı
Putin yönetimi, mevcut politikalarının fanteziden öteye gitmediğini anlayarak Mart 2000 tarihinden itibaren Orta Asya politikasını, siyasi ve askeri sahalardan ekonomi, enerji ve terörizme karşı işbirliğine kaydırdı Ekonomik ilişkilerin Rus çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edeceğini düşünmektedirler Çünkü Rus yetkililere göre, Orta Asya devletlerini, Rus sanayi ürünleri için en ideal Pazar ve kendi sanayi altyapısının ihtiyaç duyduğu madenlerin ve hammaddelerine sağlanabileceği en güvenilir kaynak olarak görmekteydi Aynı zamanda Orta Asya, Rusya'nın İran ve Çin ile ticaret imkanları doğuracak sıçrama tahtasıdır
Bu nedenle dış politika önceliğini serbest ticaret bölgesinin hayata geçirilmesine veren Rus yetkililer Avrasya Ekonomik Topluluğunun kurulması için çaba sarf ettiler Ekim 2000 tarihinde Astana'da imzalanan anlaşmayla bu topluluk kuruldu
Sonuç olarak bu bölgelere ne Rusya'nın ne de kültürel bağlarını kullanarak Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya'nın tarihsel rolünü üstlenmek isteyen Türkiye'nin hakimiyeti altına girmek istemektedirler Orta Asya devletleri, günlük ihtiyaçlarına uygun olarak, Rusya ile yakınlaşırken aslında Çin, Avrupa Birliği ile yakın ilişkiler kurmakta, diğer bölge devletleri ile başta petrol ve doğal gaz olmak üzere diğer sektörlerde de işbirliği içerisinde bulunmaktadırlar On yıllık dönem içerisinde Rusya'nın Bağımsız Devletler Topluluğunu istediği aşamaya getirememesi de bu siyasi iradenin bir göstergesidir
Bu açıdan Türkiye'nin yapması gereken Mavi Akım projesinin inşası için çaba harcarken, İran, Türkmenistan ve Azerbaycan'dan gelecek boru hatlarının inşasına engel olmamalı, bu duruma meyil verecek gelişmelerden sakınmalıdır İkinci olarak Rusya gibi ticari çıkarlarını ön plana çıkararak Türk firmalarının bölgede yatırım yapmalarını ve yatırım yapanları da kalıcı hale gelmesine doğrudan katkı yapmalıdır
|