Prof. Dr. Sinsi
|
Tunceli Müftülüğü Hutbeleri
TARİH : 02 04 2010 وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ UMRE İBADETİ VE ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! Sözlükte kast etmek ve ziyaret etmek anlamına gelen umre, Dinî bir terim olarak; belirli bir zamana bağlı olmaksızın kendine mahsus şartlar ve fiiller çerçevesinde Kâbe’yi ziyaret etmek demektir Hac ibadetinin Arafat, Müzdelife ve Mina bölümünün dışındaki diğer dinî vecibelerin umre ziyaretinde yerine getirilmesi gerekmektedir ki bu görevlerin başında; ihrama girmek, telbiye getirmek, Kâbe’yi tavaf etmek, sa’y yapmak ve traş olup ihramdan çıkmak gibi hususlar yer almaktadır Bu benzerlikler dolayısıyla umreye Haccı Asğar yani küçük hac da denilmektedir Enes b Malik’in bildirdiğine göre Hz Peygamber (sav) hicretten sonra dört kez Umre yapmış ve ümmetine de ömürde bir kez de olsa yapmalarını tavsiye etmiştir Nitekim Hz Peygamber (s a v) konuyla ilgili bir hadislerinde “Umre, diğer umreye kadar ikisi arasındaki zaman içinde işlenilen (küçük) günahlara kefarettir ” buyururken bir başka hadislerinde de “Ramazan içinde (yapılan) bir umre (sevap bakımından) bir hac gibidir ” buyurmaktadır Değerli Müminler! Bu kutlu yolculuğa çıkan mümin için umre ziyareti inanç kökleriyle bağlantısını tazelemesi bakımından son derece önemlidir Tabi olduğu peygamberin ve onun ehli beytinin, arkadaşlarının tevhit mücadelesi ve hakkı, adaleti hakim kılma mücadelelerinin yanı sıra bu süreçte yaşanmış acı tatlı hatıralar, adeta bir film şeridi gibi gözünün önünden geçecek dolayısıyla bu hal inanan mümine yoğun bir dinamizm kazandıracak ve dine daha bir aşk ve iştiyakla sarılmasına vesile olacaktır Zira daha yola çıkmadan heyecanlanmaya başlayan Müslüman o kutsal topraklara ayaklarını basar basmaz İslam tarihini yeniden okuyacak Lebbeyk Allahümme Lebbeyk “Davetine sözüm ve özümle geldim Allah’ım emrin başım üstüne” diyerek Allah’ın Kur’ân’da evim dediği ve yeryüzündeki ilk mabedi olan ve bizlere atalarımız Hz İbrahim’i Hz İsmail’i hatta ilk insan Hz Adem’i hatırlatan Kabe’yi göz yaşlarıyla selamlayacak; vahyin nazil olduğu tepeleri, mağaraları, vadileri, yolları ibret ve hikmetle müşahede edecektir Yine Medine’ye yapacağı ziyaretler de, mümin kul için büyük bir fırsat ve manevî hazinedir Çünkü her gün kilometrelerce uzaktan salâtü selam gönderdiği Peygamberine 3-5 metrelik bir mesafeden selam verip dua edecek ve Efendimizin “kabrimle mimberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ” diye tarif ettiği yerde namaz kılıp göz yaşlarıyla kendisi ailesi milleti ve hatta tüm insanlık için dua edecektir Değerli Kardeşlerim! Bu sebepledir ki hali vakti yerinde, 10 15 günlük bir zamanı olan kardeşlerimiz hiç vakit kaybetmeden bir an önce o mübarek toprakları ziyaret etmeli ve Hz Peygamberin kokusunu ta ciğerlerinde hissetmelidir Aylar öncesinden tatil programları yapılan ve hangi sahil kentinde tatil yapılacağına karar verilmekte zorlanılan bu günümüzde gelin bizler Müslümanlar olarak umre yapalım ve tatilimizi Mescidi Haram’da, Mescidi Nebevi’de o mübarek topraklarda geçirelim Unutmayalım ki her ibadetin, insanın beden, ruh ve davranışları üzerinde olumlu etkileri vardır ve bu ibadetler samimî bir şekilde ihlâslı olarak yapıldığında değeri daha bir artmaktadır Şüphesiz ki bu ölçü, hac ve umre ibadetleri için daha da önemlidir Çünkü bu ibadetlerin bedeni olmalarının yanı sıra insana hem malî, sosyal ve kültürel açıdan hem de tarihî yönden kazandırdığı pek çok artı değer vardır Hutbemi başta okuduğum ayetin mealiyle bitirmek istiyorum: “Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın… ”
Hazırlayan: Fatih KILINÇ Cezaevi Vaizi İLİ : TUNCELİ TARİH : 09 04 2010 وَمَا اَرْسَلْناَكَ إِلاَّ رَحْمَةً لِلْعاَلَمِينَ KUTLU DOĞUM HAFTASI Muhterem Müslümanlar! Hayatın gayesi, yaratılışın mânâsı silinmiş, yok olmuştu İnsanlar her türlü değer ölçülerini yitirmiş, yollarını şaşırmışlardı Küfür ve zulüm, gönülleri karartmış, Allah'a giden yoldan uzaklaştırmıştı Hayır ve fazilet namına hiçbir şey kalmamış, sosyal hayat bozulmuş, ahlâk bağları tamamen çözülmüştü İyilik, kötülüğe boyun eğmiş, merhamet ve şefkat kalplerden silinmişti Kadın esir muamelesi görmüş, bir eşya gibi alınıp satılmıştı Kız çocukları acımasızca diri diri toprağa gömülmüş yaşama hakları ellerinden alınmıştı İşte tam bu sırada 20 Nisan 571 tarihine rastlayan Rebiu'l-evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi Peygamber Efendimiz dünyayı şereflendirmişlerdir İnsanlığın iftihar tablosunun doğumu, topyekûn insanlığın da yeniden doğumu sayılır O’nun dünyayı şereflendireceği güne kadar beyazın siyahtan, gecenin gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu O’nun neşrettiği nur sayesinde birden bire karanlıkların büyüsü bozuldu Cehaletin yerini ilim, zulmün yerini hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerini insan sevgisi, acımasızlığın yerini şefkat ve merhamet aldı Cenabı Hak, insanların günahını bağışlamak, onları sapıklıkta, azgınlıkta kendi başlarına bırakmamak için en sevgili kulunu, Peygamber olarak göndererek büyük bir lütufta bulunmuştur Ta ki yollarda şaşırıp kalmasınlar, kalıp da zayi olmasınlar Bu husus Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade edilir: "Andolsun ki Allah, müminlere ayetlerini okuyan, onları kötülüklerden temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur Hâlbuki onlar önceleri apaçık bir sapıklıkta idiler " Değerli Müminler! Peygamberimiz, alemlere rahmet olarak gönderilmiştir Müslümanların en sıkıntılı dönemlerinde bile, müşriklere beddua etmesini teklif edenlere: “Ben beddua etmek için gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim ” buyuran Yüce Peygamberimizin “âlemlere rahmet oluşu” yalnızca insanlarla sınırlı kalmayıp canlı cansız bütün varlıkları kuşatmıştır Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: “Ey Muhammed, biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik " ayetiyle gönderiliş sebebi açıklanan Peygamberimiz; her yönüyle tertemiz, kalbi şefkat ve merhamet duyguları ile dopdolu, ömrünü insanlığın kurtuluşu için adayan büyük bir Peygamber, en üstün ahlaki faziletleri kendisinde toplayan örnek bir şahsiyet olmuştur Aziz Müminler! Bizim için çok mühim, bereketli ve feyiz dolu günler vardır ki bir kısmı mü'minlerin bayramı sayılır Fakat bir bayram daha vardır ki, o, bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı sayılır; o da Allah Resûlü'nün dünyaya teşrif buyurduğu gündür Velâdet-i Ahmediye'dir Yani Cenâb-ı Hakk'ın, tıpkı bir güneş mahiyetinde yarattığı O Nûr'u, bir kandil gibi insanlık semâsına astığı gündür O Nûr sayesinde bütün cahiliye karanlıkları yırtılmış ve âlem nûra gark olmuştur Bu da Cenâb-ı Hak'ın insanlara ve hatta tüm canlılara büyük bir lütfü ve büyük bir ihsanıdır İşte O kutlu elçinin doğum yıl dönümü 14-20 Nisan tarihleri arası ülkemiz genelinde Kutlu Doğum Haftası olarak çeşitli etkinliklerle kutlanacaktır Bu kutlu haftanın milletimiz memleketimiz ve tüm İslam alemine hayırlar getirmesini Cenabı Mevla’dan niyaz ederim Kıymetli Kardeşlerim, 4-10 Nisan Polis Haftası münasebetiyle, ülkemizin her karış toprağında her an her dakika yanı başımızda dert ortağı olan ve daha da önemlisi milli birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya yönelik her türlü faaliyete karşı canlarını siper eden, ülkemizin namusunu kendi namusu kabul eden, ay yıldızlı bayrağı “kız kardeşinin gelinliği, şehidinin son örtüsü” olarak gören başta emniyet teşkilatımız olmak üzere tüm güvenlik güçlerimize haftanın hayırlar getirmesini temenni ediyor, ayrıca vazife başında görevi uğruna, gözünü kırpmadan tehlikelere göğüs geren kıymetli şehitlerimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyor, kederli ailelerine ve en az onlar kadar kıymetli meslektaşlarına da başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz Hayatta olan kardeşlerimizin de en alt kademesinden en üst seviyedeki amirlerine kadar başarılar diliyor, hayırlı bir ömür ve iki cihan mutluluğu temenni ediyoruz
Hazırlayan: Adem GÜNEŞ Nazımiye V H K İ İLİ : TUNCELİ TARİH : 16 04 2010 HZ PEYGAMBER SEVGİSİ Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah'ın insanoğluna ihsan ettiği ulvî duygulardan biri de sevgidir İnancımızın ve ibadetlerimizin temelinde sevgi, daima ön plandadır Allah'a imanımız da sevginin eseridir Çünkü şuurlu bir iman ve bilinçli bir ibadet ancak sevilen hak mabuda yapılır Müslüman; Allah'ı ve Allah dostlarını seven insandır Peygamberimiz (s a s ) ise Allah dostlarının başında müminleri ilahi sevgiye ulaştıran rehberdir Nitekim Kur'an-ı Kerim bu sevgiyi ispatlamanın yolunun Rasûlüne itaatten geçtiğini şöyle vurgulamaktadır: "De ki eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Allah çok merhametli ve bağışlayıcıdır " Peygamberimizden önce insanlar her türlü değer ölçülerini yitirmişlerdi Sevgi, saygı, kardeşlik, hoşgörü ve merhametten eser kalmamıştı İnsanlar katlediliyor, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu  Sıkıntıların doruk noktasına ulaştığı bir zamanda, cahiliye dönemini geride bırakan ve Kur'an-ı Kerim'le insanları aydınlatacak olan rahmet peygamberi Hz Muhammed (s a s), üstün değerleri öğretmekle görevlendirilmişti O, sevgi ve merhametle dopdolu, iyiliği isteyen, incinmesine rağmen incitmeyen, hep şefkatle davranan bir insandı Kendisini insanlığa adamıştı Çünkü O, Rahmet Peygamberiydi Yüce Allah (cc), bize O'nu şöyle anlatıyor: “Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik ” Değerli Mü'minler! Peygamberimizi canımızdan ve tüm sevdiklerimizden daha çok sevmek, ancak O'nun yolundan gitmekle olur Nitekim Hz Peygamber (s a s ) de kendisinin her şeyden, herkesten daha çok sevilmesi hususunda şöyle buyurmuştur; "Sizden biriniz, beni anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz ” İşte bu sebeple, Hz Peygamber'e gönülden inanan ashabı, ondan gelen emirleri büyük bir teslimiyetle yerine getirdiler O’na derin saygı duydular, derdine ortak oldular Ayağına batacak dikene bile razı olmadılar Hidayetin insanlara ulaştırılmasında O’na her zaman maddî ve manevî destekte bulundular O’nu her şeyden fazla sevdiler Hz Ali'ye Rasûlullah'a olan sevginiz nasıldır? diye sorulduğunda O: "Resûlullalah'ı susuz bir insanın suya hasreti gibi severdik " buyurmuştur Ashabın Hz Peygamber sevgisini şu örnek çok güzel yansıtmaktadır: Ensardan bir kadına; kocası, babası ve kardeşinin savaşta şehit düştükleri haber verilince O, hemen Rasûlullahı sormuş, sağlık haberini alıp, O'nu görünce, "Seni sağ olarak gördükten sonra, her musibet bana hafif gelir " diyerek sevincini izhar etmiştir Aziz Mü'minler! O halde; bizler, tüm ahlaki güzelliklerinin yanında, sevgi, şefkat ve merhamet konusunda da Peygamberimiz Hz Muhammed (s a s)'i örnek alıp, O'nun sünnetini öğrenerek kendimize rehber edinmeliyiz Adı anıldığında da salat-ü selam getirmeliyiz Ayrıca Peygamberimize hürmeten ve dinimize yaptıkları hizmetlerden dolayı da O'nun hane halkının ve ashabının adı anıldığında sevgi, saygı ifadeleri kullanmalı ve duada bulunmalıyız Hutbemi, Tevbe suresinin 128 ayetinin meali ile bitirmek istiyorum: "Size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir "
Hazırlayan: Şevket BULUT Nazımiye İlçe Müftüsü İLİ : TUNCELİ TARİH : 23 04 2010 İSLAM’DA ÇOCUK EĞİTİMİ Muhterem Müslümanlar! Bir milletin geleceğinin teminatı olan çocuklar çok önemlidir Onları güzelce terbiye etmek, büyütmek, faydalı bir birey olarak yetiştirmek öncelikli görevlerimiz arasında yer almaktadır Bizlere her alanda yol gösteren yüce dinimiz, çocukların eğitimi konusunda da rehberlik etmektedir Bu hususta Peygamber efendimiz (sav); “Çocuklarının eğitimiyle meşgul olması, kişinin sadaka vermesinden daha hayırlıdır” buyurmaktadır Değerli kardeşlerim! Sevgili Peygamberimiz, her konuda olduğu gibi çocuklarımızı yetiştirme konusunda da en güzel tavsiyelerde bulunmuş, bizzat kendileri de uygulayarak örnek olmuştur Dolayısıyla onun ümmeti olarak bizler, çocuklara karşı her zaman hoşgörülü olmalıyız Konuyla ilgili bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur: “Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır: Büluğ çağına ulaşıncaya kadar çocuktan; aklı başına gelinceye kadar deliden; uyanıncaya kadar uyuyandan” Bu itibarla çocukların hatalarına karşı hemen cezalandırma yoluna gidilmemeli, onlara doğruları göstererek esnek davranılmalıdır Râfi b Amr isminde bir çocuk komşusunun hurma ağaçlarını taşlayarak hurma yemek istiyor ve devamlı bahçe sahibini rahatsız ediyordu Sahibi çocuğu Peygamber efendimize getirerek şikayette bulunmuş, Efendimizde çocuğa “Ey Râfi! eğer hurma yemek istersen, ağaçları taşlayarak zarar verme Kendiliğinden aşağıya düşen hurmalardan ye!” buyurarak çocukların nasıl eğitilmeleri gerektiğini en güzel şekilde göstermiştir Çocukların eğitimine son derece önem veren Peygamberimiz, küçük yaştayken bile çocuklara, onların seviyelerine uygun olarak anlayabilecekleri tarzda iman ve ibadet esaslarını öğretirdi Onlara kelime-i tevhidi, bazı duaları, namaz kılmayı, oruç tutmayı, camilere gelmelerini öğretmeyi ümmetine tavsiye ederdi Aziz Mü’minler! Çocukların eğitimi sadece dini konularla sınırlı değildir Onlar da sosyal bir varlık olduklarına göre, toplumdaki yerlerini alarak gelişmelidirler Çocukları yaşlarına göre bazı hizmetlere alıştırmak, becerilerini geliştirmek, yapabilecekleri işleri vererek onları sorumluluğa alıştırmak, basit işlerle sınamak ve sonuçta mükâfatlandırmak iyi bir eğitim metodu olacaktır Ayrıca çocukları spora alıştırmak, sağlıklı bir şekilde beslemek, temizliği öğretmek, diş temizliğine özen göstermelerini sağlamak anne babaların görevleri arasındadır Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Bir babanın evladına bırakabileceği en güzel miras, ancak güzel bir terbiyedir” Hutbeme son verirken çocukların eğitimi konusunda eğitim uzmanlarının uyulmasını tavsiye ettikleri birkaç kuralı hatırlatmak istiyorum: • Onlara bilgi yüklemekten ziyade, davranışla örnek olmak, • Başkalarıyla asla kıyaslamamak, • Yapılmayacak bir sözü vermemek, • Bağırmamak, • Yaşlarının üstünde olgunluk beklememek • Onlara zaman ayırmak
Hazırlayan: Ergül CAN Pertek Çelebiağa Camii İmam-Hatibi İLİ : TUNCELİ TARİH : 30 04 2010 اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ İSLAMDA OKUMANIN ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! Dinimiz eğitime, okuma ve öğrenmeye çok önem vermiştir İnsanlar devamlı huzur ve mutluluğa kavuşmak için büyük çabalar gösterirler Bu amaca ulaşabilmek için takip edilecek yol, hiç şüphesiz iyi bir eğitim ve öğretimden geçer Bunlara gereken önem verilmedikçe, istenilen amaca ulaşmak mümkün değildir Dinimiz ilme, okuyup yazmaya gereken önemi vermiş; dikkatimizi bu noktaya çekmiş ve bizlerden daima müsbet yolda çalışmayı istemiştir Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de: "Yaratan Rabbinin adıyla oku; O, insanı bir kan pıhtısından yarattı Oku! İnsana bilmediklerini öğreten, kalemle (yazmayı) belleten Rabbin, en büyük Kerem sahibidir " buyurmak suretiyle, insanın daima arayış içinde olması gerektiğini, eğitim ve öğretimle her an içice bulunması gerektiğini belirtmiştir Peygamber Efendimiz de: "ilim öğrenmek için gayret sarf etmek, kadın-erkek her Müslüman'a farzdır" buyurarak, okuma/öğrenme konusunda yaş, sosyal sınıf ve cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmaktadır Muhterem Mü'minler! Yüce dinimiz, ilim öğrenmeyi farz kıldığı gibi; öğretmeyi de bize bir görev olarak vermiştir Dinimiz, ilim öğreneni de öğreteni de yücelterek ilim ve eğitimi ibadet kabul etmiştir Zira Peygamber Efendimiz: "İlim tahsil etmek, Allah katında, nafile ibadetlerden daha hayırlıdır" buyurmuştur O halde Müslümanlar olarak, Allah ve Rasülünün bizlere vermiş olduğu öğütleri tutmalı, bilgi ve görgümüzü artırmak için devamlı gayret etmeli okumalı ve ilim tahsil etmeliyiz Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak "Rabbim benim ilmimi artır" diye dua etmemizi öğütlemiş; diğer bir ayet-i celilede de: "  Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?  " buyurmak suretiyle, bilginin ve bilgi sahibinin değerinin ne kadar yüce olduğunu ortaya koymuştur Ortaçağ Avrupa’sı; cehalet içerisinde yaşarken, atalarımız; insanlığın bu gününe ışık tutan eserler ve araştırmalar ortaya koymuşlardır Onlar, "Allah içinizden iman edenlerle, ilme nail olanların derecelerini yükseltir" Ayet-i celilesinde verilen vaadin hak olduğuna inanmış ve Allah katındaki bu dereceye yükselmek inancıyla hareket etmişlerdir Aziz kardeşlerim! Bizler, faydasız bilgiden Allah’a sığınan, hikmeti yani ilmi Çin’de de olsa bulmaya koşan ve beşikten mezara kadar ilme, irfana sımsıkı bağlanan bir medeniyetin mirasçısı olduğumuzu asla unutmamalıyız Hutbemizi, Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifleriyle bitirelim; "Bilen/öğreten, öğrenen, dinleyen veya ilmi sevenlerden biri ol, Beşincisi olma, helak olursun "
Hazırlayan: Emine ARSLAN Pertek İlçe Vaizi İLİ : TUNCELİ TARİH: 07 05 2010 وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعا ORGAN NAKLİ VE KAN BAĞIŞI Muhterem Müslümanlar! Yüce dinimiz İslam, insana ve insan sağlığına büyük önem vermiştir Zira insanın Allah’a karşı vazifesini hakkıyla yerine getirebilmesi için, sağlıklı bir vücuda sahip olması gerekir Sevgili Peygamberimizin ‘’Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bilin ’’ buyurduğu ve dikkat etmemizi istediği hususlardan biri hastalık gelmeden önce sağlığın kıymetini, diğeri de ölüm gelmeden önce hayatın kıymetini bilmektir Sağlığın kıymeti ise, ancak kaybedildiğinde daha iyi anlaşılmaktadır Pek çok sayıda insan, tedavisi şu an mümkün olmayan hastalıklarla uğraşırken; bir o kadar insan da, organ ve kan nakli gibi yöntemlerle tedavisi mümkün iken, ya ilgisizlik sebebiyle ya da dini gerekçelerle, bu tedavi yöntemlerine yanaşmamaktadır Ülkemizde bu güne kadar binlerce organ nakli başarıyla gerçekleşmiştir Yine şu ana kadar binlerce vatandaşımız, karaciğer, kalp, kalp kapağı, pankreas ve kemik iliği nakli beklerken, 20 000 böbrek hastası da haftada bir ila üç kere diyaliz makinesine girerek hayatını sürdürmekte ve bir gün böbrek nakli olma ümidiyle, yaşamaktadır Muhterem Müminler! Organ nakli de bir tedavi yöntemidir Dinimize göre insan bedeni, canlı iken nasıl muhterem ise, cansız iken de öyledir İnsan öldüğünde bedeninin herhangi bir organına keyfi olarak zarar verilmesi caiz değildir Ancak bir hastaya tedavi maksadıyla organ nakli bazı şartların bulunması halinde caiz görülmüş hatta teşvik edilmiştir Organ naklinin dinen caiz olabilmesi için gerekli şartlar şunlardır: —Hastanın hayatını veya hayati bir uzvunu kurtarmak için başka bir çaresinin olmaması, —Hastalığın bu yolla tedavi edileceğine kanaat getirilmesi, —Organ veya dokusu alınacak kişinin, işlemin yapılacağı esnada tıbben hayatını kaybetmiş olması, —Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından, organ veya dokusu alınacak kişinin ölmeden önce buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartı ile yakınlarının buna razı olması, —Alınacak organ veya doku karşılığında herhangi bir ücret alınmaması veya menfaat sağlanmaması Yine toplum sağlığı açısından kan bağışı yapılması da, kan kaybına uğrayan hastalar için organ nakli kadar önemlidir Kan bağışı, kan verilene olduğu kadar, kan verene de birçok yararı vardır Şöyle ki; kan verenin kanının yenilendiği ve bünyesinin daha dinçleştiği tıbben açıklanırken Hz peygamber (sav) de kan aldırmayı tavsiye etmiş ve kendisi de zaman zaman kan aldırmıştır Sevgili Peygamberimizin “insanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır ” şeklindeki buyruğunu anımsayarak, bizler de insanlara faydalı olmak için, organ nakli konusunda şahsımız ve hayatını kaybeden yakınlarımız adına gereken ne ise en hızlı şekilde yerine getirmeliyiz Organ nakli ile iyileşen insanların bize gönülden dua edeceğini bilmeliyiz Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav): “Müminin din kardeşi için, arkasından yaptığı hayır dua kabul olur ” buyurmuşlardır Dolayısıyla belki de bu dualar, bizim kurtuluş vesilemiz olacaktır Aziz Müminler! Peygamber Efendimiz ‘’Kim bir müslümanı sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu kıyamet gününün sıkıntılarından kurtarır ’’ buyuruyor Buna göre bizler, organ veya kan bağışı ile başkasının dünyasını aydınlatırsak, Rabbimiz bunun ecrini mutlaka verecektir Bizler sıkıntılı durumlarda olduğu gibi yeri geldiğinde organ nakli ve kan bağışı konusunda da gerekli hassasiyeti göstermeliyiz, bu konuda kendimizin de bir gün başkasının organ ve kan bağışına ihtiyacımızın olabileceğini unutmamalıyız İnsanlara yardım ederek insani ve dini görevimizi yerine getirmenin huzur ve mutluluğunu yaşayacağımız gibi, Allah’ın rızasını da kazanmış olacağımızı unutmamalıyız Hutbemi başta okuduğum ayeti kerimenin mealiyle bitirmek istiyorum “Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır ’’
Hazırlayan: Fethi ALP Eminağa Camii İmam Hatibi /HOZAT İLİ : TUNCELİ TARİH : 14 05 2010 لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُوا مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ VAKIFLARIN DEĞERİ VE ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır anlayışını benimseyen dinimiz, gerçek anlamda insana hizmeti esas alan her türlü girişimi desteklemiş, iyilik yapmak ve kötülükten sakındırmak hususunda birbirimizle yardımlaşmayı , hayırlarda yarışmayı tavsiye etmiştir İşte, bu ilahi tavsiyelerin tezahürlerinden birisi de, insanlar başta olmak üzere, tüm canlıların hizmetine sunulan onlarca çeşidiyle vakıf eserleri olmuştur Vakıf, Allah'ın rızasını kazanma ve sırf O’na yakınlaşmak maksadıyla bir değerin, toplumun hizmetine tahsis edilmesidir Vakıflar, İslam kültür ve medeniyetinin kendine özgü kurumlarındandır Bu anlamda İslam, bir vakıf ve hayır medeniyetidir Karşılığını sadece Allah’tan bekleme gibi ulvî bir yaklaşımın neticesi olan vakıflar, asırlardan beri İslam kültür ve medeniyetinin oluşumu ve sonraki nesillere aktarımında önemli bir rol üstlenmiştir Aziz Müslümanlar! Vakıf şuurunun oluşmasında, İslam’ın konuyla ilgili teşviklerinin doğrudan etkisi olmuştur Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste Dünyadan da nasibini unutma Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et ” buyrulmuştur Hutbemin başında okuduğum ayette ise mealen şöyle buyrulmaktadır: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak etmedikçe iyiliğe ulaşamazsınız ” İşte vakıflar, bu anlayışın kurumsallaşmış şeklidir Hz Peygamber (sav) ve sahabe-i kiram efendilerimiz, vakıf şuurunun oluşmasında en güzel örnekleri sunmuş ve aynı anlayışın takipçileri olan ecdadımız, birbirleriyle adeta yarışmışlar ve muhteşem bir vakıf medeniyeti inşa etmişlerdir Bu maksatla camiler, medreseler, hastaneler, yetimhaneler, kervansaraylar, yollar, köprüler, çeşmeler, hanlar, hamamlar, aş evleri gibi hayır kurumları ortaya koymuşlardır Muhterem Müslümanlar! Vakıf medeniyeti, İslam’ın insana kazandırmak istediği, yaşatmak için yaşama ruhunun bir meyvesidir Vakıf, bir gün mutlaka ölecek olan insanın, öldükten sonra bile sevap kazanma vesilesidir Bir anlamda günah cihetiyle ölüp, sevap yönüyle ölümsüzleşmektir Hem yaşarken hem de öldükten sonra sevap kazanmaktır Sevgili peygamberimiz (sav) bir hadislerinde bu gerçeği şöyle ifade buyururlar: “Âdemoğlu ölünce amel defteri kapanır Fakat üç kimsenin amel defteri kapanmaz Bunlar: sadaka-i câriye ( yani geride, toplumsal faydası olan bir hayır yatırımı bırakanlar), kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat bırakanlar ” Bu müjdeden de hareketle, imkânlarımız ölçüsünde bu kutsal hayır yarışında bizler de yerimizi almalıyız Eskilerine sahip çıkıp yaşatmak ve bunlara yenilerini ilave etmek görevimizi unutmamalıyız Bugün kendilerinden istifade ettiğimiz vakıf eserleri karşısında, hem vakfedene hem de Allah’a karşı sorumluluklarımız vardır Bu sorumluluk, söz konusu vakfın, vakfedildiği gaye ve ruha uygun kullanımı konusunda hassas davranma sorumluluğudur
Hazırlayan: Osman ALPASLAN Mazgirt İlçe Vaizi İLİ : TUNCELİ TARİH :21 05 2010 KAZANÇTA HELÂL- HARAM BİLİNCİ Muhterem Müslümanlar! Yüce Dinimiz İslam, insanoğluna uygulandığı takdirde dünya ve âhiret saadetini vaat eden bir hayat nizamıdır Bu mutluluğu elde etme yolunda insanın en başta gelen vazifelerinden biri de helalinden kazanmak ve helal yolda harcamaktır İslam’da çalışma ve helal kazanç, farz telakki edilmiş, kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesi, ailesinin nafakasını temin etmek maksadıyla meşru yoldan çalışıp kazanması da kutsal ve değerli bir davranış olarak kabul edilmiştir Yüce Rabbimiz Maide Suresi’nin 87 ve 88 ayetlerinde: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve Allah’ın (koyduğu) sınırları aşmayın Çünkü Allah haddi aşanları sevmez Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz bir şekilde istifade edin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının ” buyurmaktadır Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed (s a v ) de çalışıp kazanan kişiyi övmüş ve şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki helâl de belli haram da bellidir Bu ikisi arasında da şüpheli şeyler vardır Kim (haramı işlemez), şüphelileri de terk ederse, dinini de ırzını da korumuş temize çıkarmış olur ” Kıymetli Müslümanlar! Meşru yollardan elde edilen kazanca dinimizde “Helal Kazanç” denir Helal kazancın da en güzeli el emeği ile elde edilen kazançtır Rasulullah (sav) Tebük seferi dönüşünde Sa’d b Muaz ile karşılaşıp onunla tokalaşmış, Muaz’ın ellerinin nasırlaşmış olduğunu görünce sebebini sormuş, o da “Ailemin nafakasını temin için hurma bahçesinde çalışıyorum ” cevabını verince Peygamber Efendimiz (sav), Sa’d’ın elini öpmüş ve “İşte bu eller Allah’ın sevdiği ellerdir ” buyurmuştur Yine Peygamberimiz Hz Muhammed (s a v ) bu konuda ‘‘Helal mal kazanmak her müslümana vaciptir ’’ buyurarak helal kazancın önemini belirtmiştir Bir müslümanın bu konuda ne kadar duyarlı olması gerektiğini de ‘‘Helal kazanç bir cihaddır ’’ sözleri ile vurgulayarak bu konuda büyük çaba sarf edilmesi gerektiğine işaret etmiştir Hal böyle iken üzülerek belirtelim ki, günümüzde dünyevi kaygılar, modern hayatın insanı sevk ettiği tüketim çılgınlığı ve hesapsızca harcamak için daha fazla kazanma arzusu gibi nedenlerle bazı insanlar, helal kazanç yollarıyla yetinmeyip vergi kaçırma, sahte çek senet düzenleme, dolandırıcılık yapma, ölçü ve tartıda hile yapma, hırsızlık yapma, gasbetme, faiz yeme, kumar oynama, borcunu ödememe, rüşvet alma veya verme gibi dinimizin ahlâkî ve hukukî anlamda yasaklamış olduğu gayrı meşru kazanç yollarına tevessül etmekte ve kazancının helal mi haram mı olduğuna pek dikkat etmemektedir Bu durum hem ticari hem de manevi anlamda toplum hayatını olumsuz yönde etkilemektedir Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helalden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak " Değerli Kardeşlerim! O halde bizler müminler olarak Allah'ın emirlerine uymalı, helal ve haram sınırlarına dikkat etmeli, meşrû işlerde çalışmalı, helalinden kazanmalı, israf etmemeli, haram lokma yememeli ve çoluk çocuğumuza da yedirmemeliyiz Hutbemi, başta okuduğum Tâha Suresi’nin 81 ayetinin meali ile bitiriyorum: “Size verdiğimiz rızıkların en temiz ve hijyenik olanlarından istifade edin ve bu konuda nankörlük ve taşkınlık yapmayın, sonra üzerinize gazabım iner Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur ”
Hazırlayan : Bülent AKDEMİR Çemişgezek Merkez Yelmaniye C Müezzin-Kayyımı İLİ : TUNCELİ TARİH : 28 05 2010 İSTANBUL’UN FETHİ Muhterem Müslümanlar! Tarihe mal olmuş bazı olaylar, onların meydana gelmesinde rol alan insanların amaçlarına ve elde edilen sonuçlarına göre önem taşır Tarihimizde, müstesna bir yere ve değere sahip olan İstanbul’un fethi bu anlamda bir dönüm noktasıdır Hz Peygamberin müjdesine kavuşmak için bir çok milletler mücadele etmiş, fakat bu şeref aziz milletimize nasip olmuştur Tarih, bu fethin nasıl gerçekleştiğinden, komutanların ve askerlerin dirayetinden, cesaretlerinden ve Allah rızası uğruna şehadet şerbetini içmek için nasıl yarıştıklarından övgüyle bahsetmektedir İstanbul'un fethi, sarsılmaz imanın, gayretli çalışmanın ve Peygamber müjdesi etrafında kenetlenmenin bir ürünüdür Çünkü Sevgili Peygamberimiz: “İstanbul muhakkak fethedilecektir Onu fetheden komutan ne güzel komutan; Onu fetheden asker ne güzel askerdir ” buyurmuşlardır Muhterem Mü'minler İstanbul’un Fethi, devletle halkın, madde ile mananın, ilimle ahlakın birleşmesinin sonucudur Şairin ifadesiyle; “Fatih, mekânı değil zamanı fethetmiştir” Zamanı fethetmek; çağın gereklerini anlamak, devrin en ileri tekniğini kullanmak, en iyi savaş stratejisini yapmak demektir Gemileri karadan yürütmek, ilim erbabının ürettiği bilginin yanı sıra gönül erbabının duasını yanında hissederek yapılması gerekeni yapmak ve nihayetinde “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam kılar ” ayeti mucibince hareket ederek başarıyı Allah’tan beklemektir Fatih’i galip getiren güç, maneviyat, ilim ve teknik eksenli bir güç idi Eğer bir toplumda körü körüne taklitçilik yaygınlaşır, ilmin yerini cehalet, adaletin yerini zulüm, birliğin yerini nifak, imanın yerini küfür, güzel ahlakın yerini kötülükler alırsa o toplumlar iflah olmaz Binanaleyh ecdadımızı asırlarca dimdik ayakta tutan başarının sırrını iyi anlamamız gerekir Değerli Mü'minler! Ortaçağı kapatıp Yeniçağı açarak tarihin seyrini değiştiren bu hadiseyi yeniden anlamak gerekir İstanbul’un fethi; aydınlığın, ahlâkın, adaletin, merhametin, hepsinin ötesinde İslâm’ın huzur dolu hayat düsturlarının kapılarının dünyaya açıldığı büyük bir fetih, muhteşem bir açıştır İstanbul’un fethi ile sadece şehir değil, insanların gönülleri de fethedilmiştir Öyleyse bizler, ecdamızdan her şeyden önce bu manevi mirası almalı, gönülleri yıkan değil gönülleri fetheden kimseler olmalıyız
|