Prof. Dr. Sinsi
|
Georges Clemenceau
Canı sıkılmıştı Babası tarafından tıp okuması için aşıklar şehrine gönderilen genç öğrencinin keyfi kaçmıştı
Geniş bulvarlarda etrafını saran neşe ve eğlenceyi fark etmeden avare avare dolaşıyordu Paris'teydi ve mevsim bahardı
Kestane ağaçlarının yaprakları yeşillenmiş, tazeliklerini sergiliyorlardı Meyve ağaçları da çeşitlilikleri ile etraflarına renk katıyorlardı Ağaçlara okşarcasına davranan yardımsever güneş, ortalıkta koşuşturan kalabalığın ruhlarını da uyarıyordu
Kimi zaman, sessiz mırıltılar, atlar, arabalar, gezintiye çıkmış insanlar, bisikletler, koşuşan çocuklar ve birbirlerinde kaybolmuş sevgililer, hepsi birden kocaman bir gösteriye dönüşürdü
Genç öğrenci yürürken bunların hiçbirine dikkat etmiyordu Düşüncelere dalmış, etrafındaki neşeye aldırmadan yürüyordu Düşünceleri devrim üzerineydi Kaliteli atlara binmiş parlak üniformalı askerleri görünce sinirlendi "İmparatorluk", "Kraliyet", "imtiyaz" sinirini tepesine çıkartan kelimelerdi Kraliyet taraftarı değildi Bu görevi topçu subaylarına bırakmıştı Askere tepki olarak doğan Vie de Boheme akımına da katılmayacaktı
Cep saatine baktı Daha hızlı yürümeye başladı Rue de l'Estrapade'daki mahallesinden yola çıkalı beri çok oyalandığını fark etmişti
Düşünceleri Delestre'nin stüdyosundaki buluşmaya kaydı Bir amacı vardı ve hazırlık yapması gerekiyordu Ciddi ve genç bir oluşuma katılmıştı Keşiş değildi ama kahvelere de gitmiyordu
Stüdyoya girerken, bugün manifestoyu yazmayı bitireceğim, diye düşündü
İçeri girdiğinde ona selam veren arkadaşlarının renkli giysileri ile kıyaslandığında genç öğrencinin giysileri iç sıkıcı ve kasvetli görünüyordu Sıska vücuduna hiçbir süsü olmayan koyu kahverengi bir takım giymişti Buna rağmen tavırları etkileyiciydi, parlak siyah saçları kafasında taç etkisi yaratıyordu
Grubundaki diğer gençler, üzerinde büyük ekoseler olan bol pantolonlar giymişlerdi Birkaçı kiraz ağacından yapılma pipolarını tüttürüyor, hayatla ilgili derin düşüncelere ciddiyetle eğiliyor gibi gözüküyorlardı Tıp, felsefe ya da siyaset bilimi öğrenimi gören bu çocuklar Paris'in en önemli öğrenci grubunu oluşturmuşlardı Diğer bütün gençler gibi onların da amacı otoriteye başkaldırmaktı
O içeri girerken, "Ah, que la Re'publique etait belle sous L'Empire!" diye şarkı söylemeye başlamışlardı İmparatorluk değil cumhuriyet istiyorlardı Alışılmış bir muhalefet tavrı değildi, kraliyete karşıydılar
Arkadaşlarının selamlarına karşılık vererek odanın arkasındaki en sevdiği masaya doğru ilerledi Oraya oturup etrafında toplanan diğer gençleri etkisi altına alırdı Fikirleri ne kadar aşırı olursa olsun, tavırlarındaki otorite ve görüşlerini ifade etmekteki gücü sayesinde birçok yandaş toplamıştı
İlk siyasi manifestosunu yazmaya başlamıştı Ancak içinde hiç esprili anlatım olmadığı halde yazdıklarını çok komik bulmuştu "Prensipte karşı çıktıklarına uygulamada da karşı çıkmalarını", "doğumda, evlilikte ve ölümde papazın hazır bulunmasına karşı çıkmaları gerekliliğini" savunuyordu Böylece "düşündüğün gibi davran cemiyeti"ni kurmuşlardı (1970'lerde ortaya çıkan herkes kendi işine baksın akımına benzemiyor mu?)
Genç öğrenci tıp eğitimini sürdürürken, radikal eylemlerine ve yandaşlarının sayısını artırmaya da devam ediyordu Hükümetin de dikkatini çekmişti Gizli polis peşinde dolaşmaya başlamıştı Eleştirilerini yapmaya devam ederken bazı fırsatları da değerlendiriyordu
Zamanla daha da cesurlaştı ve Le Travail adını verdiği gazeteyi kurdu Yazılarında Devrim'in şiddet içeren kelimelerini ve savaş terminolojisini kullandı Devrim günlerine tanıklık eden babasının da üzerindeki etkisi büyüktü Polis baskısı yüzünden yazılarını tarih, sanat, edebiyat veya bilim üzerine kurup siyasi saldırılarını bu konuların üzerinden, dolambaçlı yollarla ifade ediyordu
İmalı anlatımlara ve uygulanan sansüre rağmen, genç öğrenci artık kraliyet rejiminin kalkması ve yerini cumhuriyete bırakması gerekliliğini içeren mesajlarını aktarmayı başarıyordu O günlerde gazetede çıkan en önemli yazılarından biri de Michelet'nin Fransa Tarihi adlı kitabı için yazdığı eleştiriydi Bu yazıda Thiers ve Guizot'nun, tarihin, kendi doğasında varolan felaketlerden oluştuğuna ve insanlığın eylem ve iradesiyle hiçbir bağı olmadığına dair teorilerini eleştiriyordu
En sonunda fazla ileri gidecekti Pek zeki olmadığı bilinen bir oyun yazarı, Gaetana adında bir oyun yazmıştı Yazar Edmond About, siyasi eğilimleri olan bir kişi olmasa da, kraliyet taraftarlarının önde gidenlerinden olan ve sarayda huzura çıkarken kısa pantolon giyip "tiran"ın önünde eğilen Francisque Sarcey'nin elini sıkma hatasında bulunmuştu Le Travail'ın genç başyazarı için bu kadarı yeterliydi Ekibi ile birlikte "kısa pantolon" kelimesini bir bayrak gibi her yerde kullanmaya başladılar Her gün oyunu ve rejimi yeren yazılar yazdılar
Sekiz hafta süren tacizlerden sonra gazete hükümet tarafından kapatıldı ve başyazarı da hapse atıldı
Tıp öğrencisi hapishaneye götürülürken şöyle seslendi:
"Düşüncelerimizi ifade etmemizi engelleyebilirler ama onları yok edemezler Bizi susturabilirler ama yalan söyletemezler Devam edersek başımıza kötü şeylerin geleceğini söyleyebilirler Ben de onlara bütün engelleri aşacağımızı söylüyorum Savaşacağız Ayaklanacağımızı söylediğimiz zaman kollarımızı kavuşturup duracağız demedik Güçlüyüz çünkü idealimiz uğruna savaş veriyoruz "
Mazas Hapishanesi'ne götürülmüştü Rejime meydan okuyan etkin bir siyasi suçlu olduğu için hapishanede ona nasıl davranacaklarını kestiremiyordu Ancak yumuşak karşılanmak onu şaşırtmıştı
Radikal eğilimli öğrenci hücresine götürüldüğünde, içerde hücredeki küvetten çıkmakta olan hırsızlık suçundan tutuklanmış hücre arkadaşı ile karşılaştı
"Buyurun Mösyö" dedi gardiyan küveti göstererek
"Nereye buyurayım?" diye sordu gardiyanın neyi gösterdiğini anlamayan genç öğrenci
"Küvete Başka nereye olabilir ki" diye cevapladı gardiyan
"Ama su daha önceden kullanılmış ve şu an çok kirli "
"Kurallar böyle, mösyö Ben bir şey yapamam "
Gardiyan nazik davranıyordu ama sinirlenmeye başladığını da belli ediyordu
"Kabul etmiyorum" dedi genç öğrenci ve kollarım göğsünde kavuşturarak gözlerini gardiyana dikti
"Peki öyleyse O zaman sizi zorla kafanızdan ve ayaklarınızdan tutup suya sokmak zorunda kalacağım" diyen gardiyan tehditkâr bir şekilde öğrenciye doğru yürüdü
"Dur! Seninle bir anlaşma yapalım Sadece ayaklarımı yıkayacağım ve böylece kurallara uymuş olacağım" diye çaresizlik içinde bağırdı genç öğrenci
Gardiyan duraksadı ve çavuşa danışmak için birkaç adım geriledi Birkaç dakika süren hararetli tartışmanın sonunda geri geldi
"Pekala Sana bu ayrıcalığı tanıyacağız ama daha fazla bir şey bekleme Burası bir hapishane, otel değil "
Genç öğrenci hayatının İleriki dönemlerinde Mazas Hapishanesi'ndeki günlerini hatırladığında şöyle diyecektir:
"Mazas'ta sadece yetmiş üç gün kalmıştım ama sanki yetmiş üç yılmış gibi sıkılmıştım Başlangıçta, başından sonuna her cümlesini kendim yazmış olmama rağmen bildirinin benim tarafımdan yazıldığını inkar etmiştim Üç günün sonunda yönelttikleri bütün suçlan üstlenecek hale gelmiştim Hakimin karşısına çıkartmadan önce beni bir ay beklettiler Mahkemeye giderken hapishane arabasında, arkadaşını öldürmüş genç bir kasabın dizlerinin üstünde oturmuştum Daha sorgulama başlamadan yargıca her şeyi anlatmıştım "
Hapishanede bir süre kaldıktan sonra kütüphaneyi kullanmasına izin vermişlerdi Okumalarının çoğu düşüncelerine çok yabancı olan dini konulan içeriyordu
Bir keresinde okuması için on iki kıtadan oluşan bir şiir verilmişti (Amerikan Devrimi sırasında Washington'la çarpışırken öldürülen bir Fransız subayı olan M de Jumonville hakkında yazılmıştı) İçinde bir tek şiir olan sadece bu kitap vardı elinde ve günlerce neredeyse şuurunu yitirircesine bu şiiri anlamaya çalışmıştı Sonraları, "Kendimi kurtarılmış gibi hissediyordum O günden sonra Washington'a karşı bir kızgınlık duymaktan alamadım kendimi" diyecekti
Hapishaneden çıktıktan sonra genç radikal dava arkadaşlarıyla hemen temasa geçti ve kraliyet yönetimini devirmek üzere devrimci eylemlerine devam etti Ancak Paris'e gelmesinin asıl sebebi olan tıp eğitimini tamamlayabilmek için eylemlere aktif katılımdan vazgeçmek zorunda kalmıştı
Nihayet artık bir öğrenci değildi Diplomasını almıştı ve Montmartre'da görev yapıyordu ama aynı zamanda o bölgenin seçim çalışmalarını da yürütüyordu İnsanlara başka yollarla yardım etmeyi ve yol göstermeyi seçmişti
Daha sonra Hapishane Denetleme Komisyonu'nun üyesi olduğunda hayatından biraz olsun keyif aldı Ancak diğer üyelerin cehaleti onu o kadar tiksindirmişti ki komisyondan ayrıldı
Bu sırada genç doktor stajını tamamlamış ve artık mesleğe adım atmaya hazır durumdayken babasının karşı çıkmasına rağmen birdenbire ülkeyi terk etti İlk önce İngiltere'ye, ardından da Amerika'ya gitti
Amerika'ya İç Savaş'ın son çatışmaları sırasında gitmişti General Grant şehri ele geçirmeden hemen önce Virginia'da Richmond'u ziyaret edebilmişti" Orada gördüklerinden çok etkilenmiş olmalı ki "Amerika kölelerini vatandaş ve özgür kılmayı amaçlıyor (hommes libres)" diye yazmıştı Daha sonra kuracağı ve Almanya'ya muhalefet yapacağı gazetenin adı da L'Homme Libre idi
Doktor kesin olarak Amerika'da kalmaya karar vermişti Babasından para göndermesini istedi ama kabaca geri çevrildi Connecticut'ta genç kızlara eğitim veren bir yüksekokulda Fransız tarihi ve edebiyatı dersleri vererek para kazanmaya çalıştı Bu arada siyasi kişiliği ve bir zamanlar siyasi mahkum olmasının da yarattığı ilgiyle bir genç kızın kalbini çaldı
Daha önceki söylemlerinde belirttiği evlilik töreninde dini görevli bulunmaması fikri kendi nikahında karşısına çıkmıştı Düşünceleri New England püritanizmiyle hiç bağdaşmıyordu Ancak her şeye rağmen aşk üstün geldi ve evlendiler
Olaylar hızla gelişti Genç çift Sedan düştüğü sırada Fransa'ya döndü Doktor hayallerinden ilkine kavuşmak üzereydi, sonrasında ise çok daha büyük olanıyla yüz yüze gelecekti
Alsace ve Lorraine eyaletleri zaferin bir ödülü olarak Almanya'ya verilmişti Genç doktor, 48 yıl sonra Place de la Concorde'da bulunan Alsace'ın antik sütun başı olan Strasbourg heykelinden yas kefenini kaldıranlardan biri olacaktı
Yazdığı başyazılardan dolayı Kaplan lakabı takılmış doktor, Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa Başbakanı olan Georges Clemenceau idi
Clemenceau, siyasi bir kişilik ve deneyimli bir devlet adamı olmanın ötesinde değerlere sahipti Günümüzde, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bombardımanda Paris'in yaşadığı zor günlerde Fransız halkının en büyük yol göstericisi olarak hatırlanmaktadır
Kaplan ayrıca Almanların en fanatik düşmanı ve eleştirenlerin "Kartaca Barışı" adını verdiği ve korkunç çelişkiler ve sorunlar yaratacak olan Versay Anlaşması'nın en kışkırtıcı karakteri olarak anılmaktadır Fransa'da ise mağlup düşmüş Almanya karşısında yeterince sert olmamakla suçlanmıştır Hatta Fransa Mareşali Ferdinand Foch bile onu Rhineland uzlaşmasına ihanet etmekle suçlamıştır
Clemenceau ise "Savaş generallere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir" demiştir Zaferin ödülü olarak Fransa, Alsace-Lorraine'i tekrar sınırlarına katmıştır Bu olay Kaplan'ı çok mutlu etmişti çünkü III Napoleon'un 1870'teki Sedan yenilgisinden beri o günü beklemişti ve 1792 yılında Fransız Milli Marşı olan "La Marseillais"in yazıldığı şehir olan Strasbourg'un düzelmeye başlaması onu gururlandırıyordu Marseillaise dünya milli marşları arasında en güzeli ve en kolay söylenebilir olanı olarak kabul edilmektedir
Sanki Maryland eyaleti, "Star Spangled Banner"ın, Amerika Birleşik Devletleri Milli Marşı'nın yazıldığı Baltimore şehri de dahil, elli yıl boyunca yabancı güçler tarafından işgal edilmiş gibiydi
Ancak Clemenceau gençliğin hayal kırıklıklarını onarmaya çalışan yaşlı ve acılı bir adamdan çok daha özel bir konumdaydı En sert insanları bile yazdıklarıyla ağlatacak ve eylemlere sürükleyecek kadar iyi bir yazar ve filozoftu
Genç bir tıp öğrencisiyken De la Generation des Elementes Anatomiques adını verdiği tezini yazdı Tezinde, yaşamın kökenlerine dair bazı bilgilere sahip olabilsek dahi "ana kaynak hiçbir zaman keşfedilemeyecektir Nedeni çok basittir çünkü ana kaynak yoktur" savını öne sürdü
Gazetecilik mesleğine La Justice adlı gazeteyle başladığında "kavgacı" dilini bir silah gibi kullandığı söylenecekti 1889'da "Beyaz Atlı Adam" General Boulanger henüz kırılgan olan cumhuriyeti tehdit ettiğinde, ülkenin yaşadığı bu en büyük tehdidin üstesinden gelerek Fransa'yı monarşiden uzak tutma konusunda etkili olmuştur
Bazı kuşkular ve Emile Zola'nın olaya el koyması üzerine, 1894 yılında Yahudi bir Fransız subayının casuslukla suçlandığı Alfred Dreyfus Davası'nın yeniden açılmasını sağlayarak başarısının doruğuna ulaştı J'accuse! Zola'nın yazısının "Suçluyorum" başlığını bulan Clemenceau idi
Amerikalıların Dreyfuss davasını anlayabilmeleri için Sacco-Vanzetti davasının, Rosenberg duruşmasının, Hiss-Chambers duruşmasının ve Watergate duruşmasının hepsini bir araya koyup sekiz yıl boyunca sürdüğünü düşünürlerse bu davanın Fransa'yı nasıl etkilediğini anlayabilirler Ailevi ve siyasi kan davaları bir ömür boyunca sürebilir Ancak Clemenceau bir karar verdiği zaman bu kararından asla dönmezdi Onun öne sürdüğü nokta, suçlanan kişinin kendisine karşı getirilen delilleri hiçbir zaman görmemiş olmasıydı Clemenceau'nun düşmanları güçlü de olsa söylediklerinin doğruluğunu ispatlayacaktı
Yazılarını bir araya getirerek oldukça kapsamlı bir eser oluşturdu La Melee Sociale'de toplumun yoksul kesimlerinin hayatı üzerine yazmış ve çeşitli önerilerde bulunmuştu
Daha sonra Le Grand Pan'ı yazdı ve insanlığın zihinsel varoluşunu inceledi Au Fils des Jours'da köylülere seslendi ve Aux Embuscades de la Vie'de insanın inanç ve tutkuları ile sosyal yaşamı arasındaki çatışmasını anlattı
Clemenceau'yu insan ve yazar olarak daha iyi tanımak için Fransız edebiyatının önde gelen kişilerine Drovant's lokantasında yaptığı konuşmasından bir bölümü aktarmalıyız:
"Köylü toprağı işler, demirci demiri döver, bilim adamı hesap yapar ve filozof hayal eder; insanlar yaşam, hırs, zenginlik ya da şöhret için savaşır dururlar Ancak onların kaderlerini yazıları ve eylemleriyle belirleyen sadece düşünürdür İçlerinde sosyal gerçekliği yaratan düşünceleri uyandıran odur Israrla uğraşarak eyleme o geçirir ve yanlışların yerine doğrulan ve adaleti yerleştirir Gençliğin umuduyla insanlığı o büyüler ve hayata onları o neşeyle yönlendirir O huzur verir, o onarır ve yaralarını sararak dünü alt eden yarının zaferine o götürür Yüreklere bakar, hayatların içine sızar, insanı insana açar ve hatta kendi iradesi ve vicdanıyla insanı yaratır: BÖYLESİ BİR GÖREVDE BİR GÜN, BİR SAAT BİLE ÇALIŞMAK BİR YAŞAM BOYU YETECEK KADAR ONUR VE ŞEREF VERİR "
|