|  | Mehmet Akif Ve Din |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Mehmet Akif Ve DinMehmet Akif, aramızdan ayrılalı 71 yıl oldu ama hayatında olduğu gibi vefatından sonra da hiçbir zaman gündemden düşmedi  Sanat anlayışı, fikrî ve siyasî tutumu hep tartışma konusu oldu  Bu durum şüphesiz onun “nev-i şahsına münhasır” bir şahsiyet oluşuyla yakından ilgilidir  O, genel kabullere itibar etmeden inandığı ve doğru bildiği şeyleri söylemiş ve savunmuş, körü körüne bir topluğun destekçisi yahut muarızı olmamış bir isimdir  Bundan dolayı hayatında başlayan tartışmalar, bugün de devam etmektedir  Mehmet Akif, pek çok yönüyle bu tartışmaların öznesi durumundadır  Millet anlayışı, edebî tutumu, siyasî olaylar karşısında aldığı tavır, Mısır’a gidişi, 2  Abdülhamit’e bakışı ve daha pek çok konu lehte ve aleyhte değişik görüşlerin ele aldığı meseleler durumundadır  Ama ilginçtir Akif’in en çok tartışılan yönlerinden birisi din anlayışıdır   Akif’in dost düşman herkes tarafından Müslümanlığı, dindarlığı bilinip kabul edildiği için bu durum ilk bakışta garip gelebilir ama aslında bu tartışmanın haklı sebepleri de yok değildir  Zira Akif, din konusunda zamanın genel anlayışından çok farklı bir yerde idi   Mehmet Akif’in din anlayışı meselesi üzerinde düşünürken devrindeki dine bakışın tezahürleri bilmekte fayda vardır  O devirde kimi aydınlar, geri kalmışlığımızın sebebini dinde görerek onu terk etmekten yanaydılar  Halkta ise geleneklere, bidatlere boğulmuş, insanlara fert ve topluluk olarak hiçbir dinamizm kazandırmayan bir dindarlık anlayışı vardı  Kimileri ise, İslâm’ın esaslarında değişiklikten ve onu bu şekilde çağa uydurmaktan yanaydılar  Medrese ise din konusunda nakille yetiniyor, yeni fikirler üretemiyordu  Böylece din ve din kurumları hayata müdahil olamıyordu   Akif, bu anlayışların hepsinin karşısındaydı  O, diğer konularda olduğu gibi bu konuda da kendine özgü bir anlayışı seslendiriyordu: Eğer çiğnenmemek isterlerse seylab-ı eyyama Rücu etsinler artık müslümanlar sadr-ı islâma “Sadr-ı islâma dönmek”yani İslamiyet’i temel ve asli kıymetleriyle yeniden ortaya koymak, başka bir ifadeyle kaynağa dönmek, oradan ilham alarak bugüne seslenmek, hakikatin üzerindeki külleri üflemek yani dine bulaştırılmış bidat ve hurafeleri temizlemek    Üstelik bunları reform, değiştirme gibi hareketlere ihtiyaç duymadan yapmak    Akif, bu niyet ve çabasıyla diğerlerine benzemeyen bir tezi gündeme getirmekteydi  Dolayısıyla bu görüş, din konusunda tavır sergileyen hiç kimsenin ve topluluğun fikriyle örtüşmüyordu  Bu tenkide bir de Akif’in medreseleri ve devrin din âlimi geçinenleri tenkidi, yedi yüz yıl önce yazılmış eserlerin bugünün ihtiyacına cevap veremeyeceği şeklindeki görüşleri eklenince onu “reformist”likle, hatta “zındıklık”la suçlayanlar bile oldu  Mesela Cemil Sena onu “ İslamiyet’le asrın icaplarını uzlaştırmak, yani düşünce ve inançlarımızda bir reform yapmak” isteyen birisi olarak gösterirken, tezini doğrulatmak içinonun Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh’a yönelik ilgisini örnek gösteriyordu  Bu yüzden Cemil Sena ve onun gibi düşünenler “Mehmet Akif, modern islâmcılar arasında yer alırken bütün gücünü Kuran’dan, fikirlerini ise Cemaleddin Afgani ile Muhammed Abduh’tan almıştır  ” “Akif’in siluetini çizebilmek için, Efganlı Cemaleddin’le Mısırlı Abduh’un portrelerini bir an bile gözden ayıramayız    Benim anlayışıma göre şair Akif Bey taşıdığı zihniyetle ve beslediği fikirlerle bu gidişe mensuptu  ” gibi tespitlerle onu bütünüyle Efgani ve Abduh’un Türkiye temsilcisi saydılar  Acaba durum gerçekten böyle miydi? Elbette değildi  Zira Akif, İslâm konusundaki fikirleriyle yeni bir şey söylemiyordu  Çünkü İslâm, Sezai Karakoç’un da belirttiği gibi “kitlenin öz düşüncesi”ydi  Türkçülük ve Batıcılık gibi menşei Batı olan bir fikir değildi  Bütün mesele ortaya yanlış bir İslâm anlayışının çıkması ve aydınların dinden kopmalarıydı   Akif, işte tam bu noktada İslâm’ı aslî şekliyle yeniden gündeme getirmeye çalıştı  Ona göre “Müslüman namı altındaki cemaatin çoğu İslâm’ın aslından ve dosdoğru şeklinden alabildiğine gafil”di  Çünkü hakikatin aslı hurafelerle örtülmüştü  Bu yüzden tek çare “Kur’an İslamı”na yani “asıl kaynağa” dönmekti   Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı Asrin idrakine söyletmeliyiz İslamı Mehmet Akif’in diğer İslâm ülkelerindeki İslâmî fikir önderlerine ilgisi ise onların çalışmalarından da yararlanmak ve onlara ilgisiz kalmamak şeklinde anlaşılması gereken bir durumdur  Dolayısıyla onların tesiri altında kalışı mübalağalı bir görüştür  Akif’in yapmak istediği şey, olsa olsa benzer sorunları yaşayan diğer İslâm ülkelerindeki fikrî oluşumlarla bir münasebet kurmak, onların tecrübelerinden yararlanmak şeklinde bir anlayış olarak görülmelidir  Fakat Mehmet Akif, bu konuda pek çok kişi tarafından doğru anlaşılamadı ve “reformcu” olarak gösterilmek istendi  Bu tür bir tenkitler hiç bitmedi  Yakın zamanlarda bile onun az önce aktardığımız “Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı-Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” şeklindeki ifadeleri yüzünden benzer suçlamalara hedef olduğunu hatta “Vahhabilik”le bile suçlandığını bilmekteyiz  Akif’i böyle değerlendiren isimlerden birisi de ilginçtir yine aynı tefekkürün, aynı hassasiyetlerin bir başka ismi olan Necip Fazıl’dır  Necip Fazıl, onu bu mısralarından yola çıkarak, Ahmed Davudoğlu’nun Dini Tamir Davasındaki Din Tahripçileri kitabına yazdığı önsözde kendini” reformculara kaptıranlar” dan saymıştır   Davudoğlu ise böyle düşünen isimlerin başında gelmektedir  Adı geçen kitabında Efgani, Abduh gibi isimlere tamamen karşı olduğunu belirten yazar, 22’yle sınırlandırdığı Reformcular listesinin 17  Sırasını Mehmet Akif’e ayırır  “Reformcuların bu çılgın cereyanına maalesef en büyük şairimiz Mehmet Akif Bey’in de adı karışmıştır  ” cümlesiyle başlayan yazısında Akif’in Necip Fazılca da tenkit edilen mısralarından yola çıkar  Davudoğlu’nun yazısında Akif’le ilgili yorumlar şu şekilde devam eder:” Mehmet Akif Bey de sair reformcular gibi ilhamı doğrudan doğruya Kuran’dan almak istiyor  ”Gerçi kimi yönleriyle Akif’i Abduh ve Efgani’den ayırma ihtiyacı duyarak onu bu hataya düşüren şeyin “ bu kişilerin niyetlerini anlamama, taşıdıkları din kisvesine aldanma ve reform meselesini tetkik etmeme”sine bağlar ama bu görüş çok temelsiz kalır  Zira Akif’in eserlerini tercüme ettiği, çalışmalarını yakından izlediği bu kişilerin niyetlerini anlamaması ve reform meselesini tetkik etmemesi düşünülemez  Peki, Akif böyle biri, yani reformist miydi? Bu sorunun cevabını bizzat kendisi vermektedir  Şu satırlar onundur  “Son zamanlarda Müslümanlığı ya büsbütün ortadan kaldırmak yahut ötesini beri addederek şeiratte bir teceddüt husule getirmek isteyenler türedi    Her iki grupta dinden gafildir  Şeriatın hüviyet-i hakikisine dair azıcık malumat edinmiş olsalardı dine yenilik sokmak şöyle dursun, onun en eski en sahih şekline rücu etmek gerektiğini anlarlardı  ” Bizce Akif’in bütün çabası, yaşadığı zamanı yani modern çağı anlamak ve ona göre bir duruş sergilemek çabasıydı  Çünkü geçmiş, gerideydi  Önemli olan bugün ve gelecekti: Geçti mâzi denen o devr-i melâl Haydi fethet, senindir istikbal Demesi bu yüzden olsa gerektir  Durum böyle olunca onun tavrını İhsan Eliaçık’ın da belirttiği gibi “İslâm’ı modern çağa beğendirmek için eğip bükmek değil modern çağı anlamak ve ona onun diliyle cevap vermek” şeklindeanlamak gerekir  Çünkü bugün de durum aşağı yukarı aynıdır: “Çağı bilenler dini bilmemekte, dini bilenler de çağı bilmemektedir  ” Akif’in Safahat ve diğer eserleri dikkatle okunduğunda “Kur’an İslâm’ı derken söylemeye çalıştığı özetle şu idi: 1-Önceki zamanlara ait tefsir ve diğer dini eserlerin bugüne doğrudan doğruya naklinin bir yararı yoktur   2-Kuran’ı bilmek ve anlamak faydasız bir iş gibi görülmemeye başlanmıştır  Yani insanlar Kuran’dan uzaklaşmışlardır  3-Kuran’dan uzaklaşıldığı için onun hayata dünyaya ilme kültüre yönelik hükümleri göz ardı edilmiştir  Dolayısıyla Kur’an ahiret kitabı, din de ahiret dini olarak anlaşılmaya başlanmıştır   3-İbadetlerin sosyal boyutları unutulmuştur   4-Ortalığı iyi Arapça bilen ama dinin asliyetinden habersiz cahil üç beş uydurma hadis ve hurafeyle vaaz eden hocalar kaplamıştır  Görenek, taklit, kendi akıl ve vicdanını iptalle din hurufat mecmuasına dönmüştür  Kitabı kâinata ilgisiz kalınmıştır  Din cehle kurban edilmiştir   Ne yazık ki bu samimi üstelik Müslümanlar için çok gerekli olan bu çaba gelenekçilerle modernistlerin yükselen sesleri arasında yeterince duyulmamış hatta mahkûm edilmiştir  Ama Akif, bugün de bu söyledikleriyle bize bu meselelerde yine doğru anlayışın ve duruşun şeklini göstermeye devam etmektedir  Bu bakımdan bu ülkede yaşayan herkesin din karşısındaki tutumu ne olursa olsun bu Akif’in bu tavrını ve duruşunu bilip anlamaları çok önemlidir   KAYNAKÇA: Cemil Sena, Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve İdealleri, İstanbul, 1947 Ahmet Davudoğlu, Din Tahripçileri, İstanbul, 1978 İhsan Eliaçık, Mehmet Akif üzerine söylenmeyenler, Ülke Dergisi, sayı 41 Aralık 1999 İsmail Hakkı Şengüler, Mehmet Akif Külliyatı, İstanbul, 1992 | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |