|  | Padişahın İki Köleyi Sınaması Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Padişahın İki Köleyi Sınaması Mesnevi  PADİŞAHIN İKİ KÖLEYİ SINAMASI Bir padişah ucuza iki köle satın aldı  Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu  Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu  Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder  Ademoğlu dilinin altında gizlidir  Bu dil, can kapısına perdedir  Bir rüzgar esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz  O evde inci mi var, buğday mı altın hazinesi mi var, yoksa yılan akreple mi dolu? Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi bekçisiz olmaz  Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir  Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu  Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile Batılı ayırır  Kuran’ın Nuru da Hak ile Batılı zerre,zerre fark eder, bize gösterir  O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık,cevabı da biz verirdik  Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün  İşte bu bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer  Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin  İşte cevabı da bu! Düşünceni doğrult, iyi bak  Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarındandır  Kulaktan gönüle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der  Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hal sahibidir, Kulaksa dedikoduda! Kulağın duygusu sıfatları tebdil eder, halbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile değiştirir  Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakin hasıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma  Yanmadıkça o bilgi,aynel yakin değildir  Bu ya kini istiyorsan ateşe dal  Kulak hakikate nüfuz ederse göz kesilir  Yoksa söz kulakta kalır, gönüle tesir etmez  Bu sözün sonu gelmez  Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı,onu anlat  Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “beri gel”diye emretti  Buradaki sevgiye ve acımaya delalet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir  Nitekim ana oğula “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz  İkinci köle padişahın huzuruna geldi  Ağzı kokuyordu,dişleri de kapkaraydı  Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu  “ Bu şekilde, bu pis kokulu ağzıyla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme  Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek  Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın  Biraz ötede dur da senin o ağzını bir tedavi edelim  Sen güzelsin  Ben hünerli bir doktorum  Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya  Sana da büsbütün göz yummak doğru değil  Bütün ayıplarınla beraber otur, iki üç hikaye söyle de aklın nasıl bir göreyim dedi  O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı  Huzurundaki köleye “Aferin sen akıllı bir adamsın, Hakikatte yüz köle değersin, bir değil  Kapı yoldaşın, hakkında kötü şeyler söyledi, fakat sen hiç de öyle değilsin  O hasetçi herif, az kalsın bizi senden soğutuyordu  Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlaksızdır, lanettir,şöyledir, böyledir demişti  ” Dedi  Köle dedi ki: “ O daima doğru söyler  Onun gibi doğru sözlü adam görmedim  Doğru söyleme yaradılışında vardır  Ne dese, aslı yok diyemem  O iyi düşünceli adamı ben körü bilmem, kusuru üstüme alırım doğrusu  Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir  Herkes önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi? Halk kendisisinden gafildir babam gafil  Onun için birbirlerinin kusurlarını görürler  Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün  Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır  O ölse bile nuru bakidir  Çünkü görüşü, Tanrı görüşüdür  Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildiğimiz nur değildir  Padişah “Şimdi o senin ayıplarını söylediğin gibi sen de onun ayıplarını söyle, Ki benim dostum olduğunu, memleketimde emin bir vekilim bulunduğunu ve beni sevdiğini bileyim” dedi  Köle dedi ki; “Padişahım, o benim iyi bir kapı yoldaşımsa da kusurlarını söyleyeyim: Kusuru  Sevgi, vefa, insanlık, doğruluk, zeka ve dostluktur  En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düşkünlere yardım etmektir  Ama nasıl cömertlik? Canını da verir  Tanrı bu can bağışlamaya karşılık yüz binlerce can ihsan eder  Bunu görmeyen kişi nasıl cömert olabilir? Eğer görseydin nasıl olur da can vermeden çekinir, bir can için bu kadar tasalanırdın? Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir  Peygamber “Kıyamet gününde verilecek karşılığı yakinen bilen, Bire on karşılık verileceğini anlayan kişinin cömertliği artıp durur, bu çeşit adam, türlü, türlü cömertlikler icabeder  ” Dedi  Cömertlik bütün karşılıkları görmedir  Şu halde karşılığı görüş, korkunun zıddıdır  Nekeslik de karşılıkları görmedir  İnciyi görmek, denize dalan dalgıcı sevindirir  Eğer cömertliğe karşılık verilecek olan şeyleri herkes görseydi dünyada kimse nekes olamazdı  Çünkü hiçbir kimse karşılıksız bir şey bağışlamaz  Şu halde cömertlik gözden gelir, elden değil  İşe yarayan görüştür, gözü açıktan başkası kurtulamaz  Arkadaşımın bir kusuru da kendisini görmemesidir  O, kendisinde kusur arar durur  Kendi ayıbını söyler, kendi ayıbını arar  Herkesi iyi bilir, herkesle dosttur da kendisiyle dost değildir  ” Padişah “ Arkadaşını övmede ileri gitme  Onu överken kendini övmeye kalkışma  Çünkü onu imtihana çekersem ilerde utanırsın” dedi  Köle dedi ki; “ Hüküm ve kudret sahibi, bağışlayan ve acıyan Ulu Tanrıya andolsun Peygamberleri, ihtiyacı olduğundan değil de fazlından, kereminden gönderen, Aşağılık topraktan, yüce padişahlar yaratan, onları topraktan yaratılmış mahlukatın tabiatlarından arıtan, gök ehlinin derecelerinden üstün kılan, Ateşten saf bir nur yaratıp onunla bütün nurları parlatan, Nurlara doğan nurları aydınlatan nuru yaratan, Adem peygamberin feyz alıp marifete eriştiği aydın ziyayı meydana getiren, Adem’den bitip şiş’in devşirdiği nuru, Adem’in görüp Şis’i yerine halife ettiği nuru  Nuh’un feyz aldığı, can denizi havasında inciler yağdırdığı nuru halk edene andolsun  İbrahim’in canı o nurlardan Nurlandı da pervasızca ateş şulelerine koştu, ateşe atıldı  İsmail, onun ırmağına düştü de o yüzden parlak bıçağın önüne baş koydu, boyun verdi  Davud’un canı onun şulelerinden hararetlendi de ondan dolayı elinde demir yumuşadı, eridi  Süleyman, onun vuslatından süt emdi de cinler periler onun için fermanına tabi oldular  Yakup, onun kaza ve kaderine teslim oldu da ondan oğlunun kokusuyla gözü açıldı, aydınlandı  Ay yüzlü Yusuf, o güneşi gördü de rüya tabirinde o kadar uyanık hale geldi  Asa, Musa’nın ellinden su içti de o yüzden Firavununun saltanatını bir lokma etti  Meryem oğlu İsa, merdivenini buldu da dördüncü kat göğün üstüne çıktı  Muhammed, o mülkü, o nimeti buldu da hemencecik ayı ikiye böldü  Ebubekir, tevfika mazhar oldu da öyle bir padişahın müsahibi oldu, öyle bir padişahı candan tasdik etti  Ömer, o maşuka aşık oldu da gönül gibi hakkı batılı ayırt etti  Osman, o apaçık görüşün ta kendisi oldu da feyizli bir nura nail olup Zinnüreyn oldu  Mürteza, onun yüzünden inciler saçtı da can vadisinde Tanrı aslanı kesildi  Cüneyd, onun askerinden yardıma nail olunca eriştiği mertebeler sayıdan üstün oldu  Bayezid onun ihsanına yol bulunca Tanrıdan “ Kutbül Arifin” adını duydu  Kerhi, onun harimine bekçi olunca aşk halifesi oldu, nefesleri tanrı nefesi haline geldi  Edhemoğlu, atını sevinçle o tarafa koşturunca adil sultanların sultanı oldu  Şakik, o ulu yolun meşakkati yüzünden güneş gibi aydınlatıcı bir reye, her şeyi gören bir göze erişti  Daha nice yüz bin gizli Padişahlar var ki o nur aleminde yüceliğe sahiptirler, makamları vardır  Tanrı her yoksul, onların adlarını anmasın diye gayretinden adlarını gizledi  O nura ve denizde balıklar gibi yaşayan nuranilere andolsun  O nura ve denizi,denizin canı desem de layık değil  O aleme yeni bir ad aramaktayım  O Tanrıya andolsun ki bu da ondandır, o da ondan  İçler, hakikatler, ona nispetle kabuktur, zahirdir  Andolsun o Tanrıya ki kapı yoldaşım ve dostum, bu benim sözlerinden yüz kat daha üstündür  Ardadaşımın evsafından bildiklerimi söyledim, fakat, ey kerem sahibi inanmıyorsun; ne diyeyim  ? Padişah dedi ki : “ Şimdi artık kendi halinden bahset  Ne vaktedek şunun, bunun halini anlatacaksın? Söyle bakalım,senin neyin var, ne elde ettin, deniz dibinde ne inciler getirdin? Ölüm günü, bu duygun kalmaz  Can nurun var mı ki gönlüne yar olsun? Mezarda bu göze toprak dolar  Mezarı aydınlatacak nurun var mı? Bu elin, ayağın gidince canının uçması için kolun kanadın var mı? Bu hayvani can kalmayınca yerine koymak için baki bir cana sahip misin? Şart, iyilik etmek değil, iyilikte gelmek, bu iyiliği Tanrıya götürmektir  İnsanlıktan mı bir cevhere sahipsin, eşeklikten mi? Bu arazlar yok olunca nasıl götüreceksin ki? Bu namaz ve oruç arazlarını Tanrıya nasıl ileteceksin ki? Çünkü araz, iki zaman zarfında baki kalmaz, yok olup gider, bir anlıktır  Arazları götürmeye imkan yoktur  Fakat cevherden hastalıkları giderirler  Bu suretle de cevher, bu hastalık arazlarından kurtulur, değişir  Perhiz yüzünden hastalığın geçmesi gibi  Perhiz arazı, çalışmalarıyla cevher olur; acı ağız perhizle tatlılaşır  Ziraatla topraklar ekinle, başakla dolar  Saç ilacı, örgü, örgü saç bitirir  Kadını nikahlamak arazdı, mahvolup gitti  Fakat o arazdan bize evlat cevheri meydana geldi  Atı deveyi çiftleştirmek arazdır  Bundan maksat da yavru cevherini elde etmek  Bostan ekmek arazdır, Bostanda biten mahsul cevheridir  Zaten maksat da budur  Kimya ile uğraşmayı da araz bil, eğer o kimyadan bir cevher elde ettiysen onu getir  Aynayı cilalamak da arazdır  Fakat bu arazdan tertemiz bir ayna cevheri meydana gelir  Şu halde “ Ben ibadette bulundum” deme, o arazlardan elde edileni göster, ürkme  Senin o köleyi övmen de arazdır  Sus, koçun gölgesini kurban etmeye kalkışma!” Köle dedi ki : “Padişahım, araz tebeddül etmez dersen bu söz, akla ancak ümitsizlik verir  Padişahım araz gider de bir daha geri gelmezse bu, kulu ancak meyus eder  Eğer arazlar başka bir şekle tebeddül etmeseydi, başka bir şekle bürünüp var olmasaydı iş batıl olur, sözler manasız bir hale gelirdi; Bu arazlar başka bir varlık suretine bürünüp başrolur  Her şey, neye layıksa o şekle tebeddül eder  Sürünün çobanı, sürüye layık kişidir  Mahşerde her arazın bir sureti vardır,her araz suretinin de bir nöbeti  Kendine bak, sen de araz değil miydin, anandan, babandan hasıl olmadın mı ve bir maksat uğrunda birisiyle eş değil misin? Evlere köşklere bak  Bunlar mühendisin tasavvura tından ibaretti  Güzel olarak gördüğümüz sofası hoş  Tavanı, kapısı mükemmel olan filan ev ,(mühendisin zihnindeydi) Mühendisin zihnindeki o araz, o düşünce aletleri hazırladı, ormanlardan direkleri getirdi 8ev yapılıp meydana çıktı  ) Her hünerin aslı, esası, hayalden,arazdan düşünceden başka nedir ki? Dünyanın bütün cüzülerine, fakat gararsızca bak; arazdan başka bir şeyden meydana gelmemiştir  Önceki fikir, sonun da fiile gelir  Dünyanın kuruluşunu ezelden beri böyle bil  Meyveler, gönülde evvelce vücuda gelir de sonunda fiile çıkar  İşe girişip de ağaç diktin mi ilk harfi,sonunda okudun demektir  Gerçi dal, yaprak ve kök evveldir ama onların hepside meyve için vücut bulur  Feleklerin dimağı olan o baş da bunun için en sonunda “ Levlak” sırrına mazhar oldu  Bu sözler arazların nakline ait bahislerdir  Bu aslan ve tuzak, hep bunun içindir  Bütün alem,esasen arazdı  “ Hel Eta” suresi, bu manayı izah için geldi  Bu arazlar neden doğar? Suretlerden  Ya bu suretler neden vücuda gelir? Düşüncelerden  Bu cihan, Akl-ı Küll’ün bir düşüncesinden ibarettir  Akıl, padişaha benzer, suretler de peygamberlere  İlk alem, imtihan alemidir  İkinci alem şunun bunun yaptıklarının mükafat ve mücazatını görme alemidir  Padişahım, kulun hain olsa o araz yani hainliği, zincir ve zindan olmakta  Yerinde ve değerinde bir hizmette bulunsa, savaşta bir yararlık gösterse o araz da bir hil’at şeklinde temessül etmekte  Bu arazla cevher kuşla yumurtadır; bu ondan olmakta, o bundan doğmakta Padişah, köleye “ Tut ki dediklerin doğru, hepsini kabul ettim  Fakat arazlardan bir cevher doğmadı ki” dedi  Köle “ Bu iyi ve kötü dünyası, gayp alemi haline gelsin,iyilik ve fenalık apaçık bilinmesin diye akıl onları gizlemiştir  Çünkü fikrin şekil ve suretleri meydana çıksaydı kafir ve mümin,yalnız Tanrıyı zikreder, başka bir söz söyleyemezdi  Eğer iyilik ve kötülükten meydana gelen suretler gizli olmayıp da meydana bulunsaydı küfür ve iman,apaçık meydana çıkar,aklında yazılırdı  O takdirde nasıl olurdu da bu alemde put kalır, puta tapan bulunurdu? Nasıl olur da kimsenin kimseyle alay etmeye mecali kalırdı  ? O vakit bu dünyamız kıymet kesilirdi  Kıyamette kim suç işleyebilir” dedi  Padişah “ Tanrı bütün mücazatı gizledi, gizledi ama avamdan gizledi, kendi haslarından değil  Ben bir emiri tuzağa düşürmek dilersem emirlerden gizlerim, fakat vezirden gizlemem  Hak bana işlerin mükafat ve münacazaatını, amellerden yüz binlerce sinin büründüğü suretleri gösterdi  Ben bilirim ama sen de bir nişane ver  Ay, bulurla örtülse de bana gizli değildir” dedi  Köle madem ki olanı ,biteni olduğu gibi biliyorsun; beni söyletmeden kastın ne? Deyince  Padişah “ Dünyayı izhar etmekteki hikmet, Tanının ilmindekileri izhar etmektir  Bildiğini izhar etmedikçe alemdeki zahmet ve meşakkatleri belirtmez  Senden bir kötülük yahut iyilik meydana gelmeksizin hatta bir an bile duramazsın  Bu amelleri izhar etme zarureti, sırrının, açığa çıkması içindir  Nasıl olur da ipliğin ucunu gönlün çekip durduğu halde iplik eğirme aletine benzeyen tenin işlemez? Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekişine, isteğine alamettir  O işi yapmamak da sana açıkça can çekişmedir, ölümdür  Bu alem de daimi olarak doğurur, o alem de  Her sebep anadır, eser çocuğunu meydana getirir  Eser doğdu mu ondan da şaşılacak sebepler doğması için sebep hakline gelir  Bu sebepler, nesilden nesli yürür gider  Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lazım dedi” dedi  Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alamet gördü mü , görmedi mi? Bilmem  Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alamet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil  Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok  Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı  “Sıhhatler olsun,daimi afiyetler olsun  Ne de latif, ne de zarif, ne de güzelsin  Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu? O zaman yüzünü gören neşeye dalardı  Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi  Köle dedi ki: “ padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!” Padişah “ Önce iki yüzlülüğünü anlattı  Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat haki katta bir dertmişsin”dedi  Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü  Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı  Dedi ki : “ o evvelce benimle dost tu  Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti  ” Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah, elini ağzına götürüp “ kafi” dedi  “ Bu sımamayla onu da anladım, seni de  Senin canın kokmuş onun ağzı  Ey kokuşuk canlı, uzak otur  O amir olsun, sen onun memuru ol!” Ulular bunun için “ Dünyada insanın rahatı, dilini korumasındandır” dediler  “ riya ile tespih, külhanda biten yeşilliğe benzer” mealinde bir hadis vardır, bunu böyle bil ey ulu kişi! Güzel ve iyi suret, bil ki kötü huyla beraber olunca bir kalp akça bile değmez! Bil ki zahiri suret yok olur, fakat mana alemi ebedidir, kalır  Testinin suretiyle ne vaktedek oynayıp duracaksın? Testinin nakşından geç, ırmağa suya yürü  Suretini gördün ama manadan gafilsin  Akıllıysan sedeften bir inci seç, çıkar  Alemdeki bu sedefe benzeyen kalıpların hepsi can denizinden diriyse de, Her sedefte inci bulunmaz, gözünü aç da her birinin içine bak1 Onda ne var bunda ne var? Onu anla çünkü o değerli inci nadir bulunur  Surete talip olursan (bu şuna benzer) bir dağ, görünüşte büyüklük bakımından lalin yüzlerce mislidir  Senin elin, ayağın,saçın, sakalın da gözünden yüzlerce defa daha büyüktür  Fakat iki gözün, bütün azadan daha kıymetli olduğu meydandadır  Gönlüne gelen bir tek düşünce yüzünden de yüzlerce cihan, bir anda baş aşağı devrilir gider  Padişahın cismi, surette birdir ama yüz binlerce asker, arkasından koşar  Fakat o tertemiz padişahın şekli ve sureti de gizli bir fikre mahkumdur  Gör ki bu sayısız halk, bir tefekkür yüzünden yeryüzünde akıp giden sel gibidir  Halk, o düşünceyi küçük ve ehemmiyetsiz görür ama sel gibi cihanı suya boğar ,alıp götürür  Alem de her hünerin fikirle kaim olduğunu, Evlerin, köşklerin, şehirlerin,dağların, sahraların, nehirlerin hep onda meydana geldiğini, Denizdeki balığın denizin vücuduyla yaşadığı gibi yerin de denizin de, güneşin de, göğün de fikirle diri bulunduğunu madem ki görmektesin  Neden kör gibisin, neden ahmaklık ediyorsun, neden sence ten Süleyman gibi oluyor da fikir karınca gibi? Gözüne dağ, büyük görünüyor da fikri fare gibi küçük, dağı kurt gibi büyük sanıyorsun  Alem, gözünde pek korkunç, pek büyük görünmekte  Buluttan, gökten,gök gürlemesinden ürküp korkuyor,tir, tir titriyorsun  Halbuki ey eşekten aşağı kişi, fikir aleminden emin ve gafilsin, bir taş gibi o, cihandan haberin yok! Çünkü suretten ibaretsin, akıldan nasibin yok  İnsan huylu değilsin, bir eşek sıpasısın! Bilgisizlikten gölgeyi adam görüyorsun da insan o yüzden sence bir oyuncaktan ibaret, değersiz bir şey  O fikir, o hayal örtüsüz bir surette kol kanat açıncaya kadar dur  O zaman dağları yumuşak pamuk gibi görürsün, bir de bakarsın ki bu soğuk, sıcak yeryüzü yok oluvermiş! O zaman ezeli ve ebedi hayata ve muhabbete sahip olan Tanrından başka ne göğü görürsün ne yıldızı! Bir misal, ister doğru olsun, ister yanlış doğrulukları aydınlatsın da  Padişah, lütfüyle bir köleyi bütün adamların içinden seçmiş, onlardan üstün etmişti  Elbisesinin pahası, kırk emirin maaşına bedeldi  Onun kazandığı kadir ve kıymetin onda birini, hatta yüz vezir bile görmemişti  Talihin yaverliği, bahtının müsait oluşu yüzünden yücelmiş, adeta bir Eyaz olmuştu  Padişah da sanki zamanın Mahmut’uydu  Ruhu padişahın ruhîyle birdi  Bu ten aleminden önce de o iki ruh, birbirine eş olmuş, birbirine aşina olmuştu  Zaten iş, tenden önce olan iştir  Sonradan meydana gelenlerden geç! İş arifindir, Çünkü arif, şaşı değildir  Gözü, ilk ekilen şeyleri görür  Buğday mı ekildi, arpa mı? Gece, gündüz gözü ondadır  Gece, neye gebeyse onu doğurur  Bunu menetmek için yapılan hileler, başvurulan tedbirler havadan ibaret! Tanrının takdirini, kendi tedbirinden üstün gören kişi, nasıl olur da kendi tedbirleriyle gönlünü avutabilir? Aklına tedbirine güvense tuzak içinde olduğu halde tuzak kurar, fakat canına andolsun, ne bu kurtulur,ne o! Yüzlerce çayır, çimen bitse de, dökülse de sonun da yine Tanrının ektiği çıkar! Ekilmiş ekinin üstüne ekin ekerler ama bu ikincisi fanidir, ilki doğrudur,ilki yerindedir  İlk ekin kemal bulur, seçilip toplanır  İkinci tohumsa bozulur, çürüyüp gider  Sevgilinin huzurunda tedbirini terk et; filvaki tedbiri de onun tedbirinden, onun kaderinden doğmadır ya! Hakk’ın yücelttiği iş ne yarar  Nihayet biten, ilk ekilendir  Madem ki sevgiliye esirsin, ey aşık ektiğini onun için ek! Hırsız nefsin etrafında dolaşma, onun işine bulaşma  Bir iş, Hakk’ın işi değil mi? Hiçtir hiç! Kıyamet günü gelmeden, gece hırsızı, mal sahibinin yanında rüsvay olmadan bu işten vazgeç  Hilelerle, tedbirlerle çalınmış olan malın vebali adalet günü çalan adamın boynunda kalır  Yüz binlerce akıl, bir araya gelip onun tuzağına aykırı bir tuzak kurmak isterler, kurarlar da  Kurdukları tuzağı pek kuvvetli pek yerinde ve kafi bulurlar ama bir çöp parçası rüzgara nasıl dayana bilir? Eğer sen “Şu halde varlığın ne faydası var?” dersen senin bu sualinde fayda var mı inatçı adam? Sualinde fayda yoksa bu abes ve faydasız suali niye dinleyeyim? Eğer bir çok faydaları varsa neden bu cihan faydasız olsun öyle ise? Cihan, bir cihetten faydasız başka bir cihetten faydalarla dopdoludur  Sana faydalı olan şey, bana faydasızsa mademki sence faydalı, onun yapmaktan geri durma  Yusuf’un güzelliği kardeşlerince abesti,lüzumsuzdu  Fakat bütün bir aleme faydalıydı  Davud’un sesi kadar güzeldi ama güzel sesten anlamayanlar dinlemek istemezlerdi  Nil nehrinin suyu, abıhayattan daha hoştu, daha feyizliydi  Fakat nasipsiz ve münkir olanlara kandı  Şehitlik, mümin için hayattır, münafık için ölüm ve çürüme! Alemde bir sürü halkın mahrum olmadığı bir nimet var mı? Söyle  Şekerden öküze, eşeğe ne fayda var? Her canın başka bir gıdası vardır  Fakat o gıda, gıdalanan kişiye arızî ise ona nasihat etmek de onu doğru yola getirmek demektir  Birisi hastalık dolayısıyla toprak yemeyi sevse toprağı,kendisine gıda sanır ama, asıl gıdasını unutmuş, hastalık yüzünden alıştığı gıdaya yüz tutmuştur  Şerbeti bırakmıştır da zehir yemektedir  Hastalık yüzünden alıştığı gıda kendisine tatlı gelmiştir  İnsanın asli gıdası tanrı nurudur, ona hayvan gıdası layık değil! Fakat gönül, hastalık yüzünden bu gıdaya düşmüştür; gece gündüz bu suyu içmekte, bu toprağı yemektedir  Bu gıdayı yiyen kişinin yüzü sapsarıdır  Ayağı tutmaz kalbi helacana uğrar  Nerede yol, yol olan göklerin gıdası nerede bu? O, gıda devletin has kullarına mahsustur  O, boğazsız aletsiz yenir  Güneşin gıdası, arş nurundandır, hasetçinin, Şeytanın gıdası ferş dumanından! Tanrı, şehitler için “ Onlar rızıklanırlar” buyurdu  O, gıda için ne ağız vardır, ne tabak! Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır, her bilgiden bir lezzet alır  Herkesin yüzünden bir şey yemekte, her buluştuğundan bir şey almaktasın  Yıldız, yıldızla kıran etti mi mutlaka her ikisine uygun bir şey doğar  Erkekle kadının buluşmasından çocuk doğduğu gibi taşla demirin birleşmesinden de kıvılcım meydana gelir  Toprağın, yağmurla kıranı, meyvaları, yeşillikleri, çiçekleri bitirir  İnsan, yeşilliğe baksa gönlü hoşlanır,gamı gider, neşelenir  Canımız neşelenirse bizden iyilikler, ihsanlar doğar  Güzelce, dilediğimiz gibi gezdik, eğlendik mi karnımız acıkır iştahımız artar  Rengin kızarması karanlıktandır  Kan da hoş ve gül renkli güneştendir  Renklerin en güzeli kırmızı renktir  O renk de güneştendir, güneşten meydana gelir  Zuhale karin olan her yer çoraklaşır, oraya ekin ekilemez  Bir şeyin bir şeyle birleşmesi,kuvvetin halindeki fiili meydana çıkarır; Şeytanın münafıkla birleşmesi gibi  Bu manalara, dokuzuncu kat gökten yüce derecesiz, dereceler, mekansız yücelikler vardır  Halkın makamı  Derecesi ariyettir  Fakat emir alemi olan Melekut diyarının makam ve derecesi aslidir  Halbuki halk, makam ve derece için aşağılıklara katlanır,bayağı hallere düşer, yücelik ümidiyle horluktan lezzet alır,hoşlanır! On günlük yücelik için zilleti çekerler, gam ve gussa ile boyunlarını iğ gibi ipince bir hale korlar  Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikten aydın güneş olduğum mekana gelmiyorlar? Güneşin doğduğu yer, kapkara bir burçtur  Bizim güneşimizse doğu yerlerinden dışarıdır! Onun doğduğu yer, zerrelerine nispetle doğu yeridir  Halbuki zatı ne doğar  Ne dolunur! Onun arta kalan zerreleri olan bizler de iki cihanda gölgesiz bir güneşiz  Ne şaşılacak şey! Böyle olduğu halde yine Şemsin etrafında dönüp dolaşmaktayım  Buna sebep deyini Şemsin ışığı, aydınlığı! Şems, hem sebepleri, vesileleri meydana getirmede hem de sebepler, vesileler ona erişememekte! Yüz binlerce defa ümidimi kestim  Kimden mi? Şemsten  Buna inanır mısınız? Ben güneşten ümidimi keseyim, balık suya sabretsin! Bu sözüme inanma sakın! Ümitsizliğe düşersem ümitsizliğimde güneşin işidir, onun tecellisidir ey Hasan! Sanat, nasıl olur da sanatkardan ayrılır? Hiç var olan,varlıktan başka bir yerde oylar mı? Bütün varlıklar bu bahçede yayılır  İster Burak olsun ister Arap atları, ister eşek! Fakat bu hareketlerin bu denizden olduğunu görmeyen, her an yeni bir mihraba yüz çevirir  O, tatlı denizden acı su içe, içe nihayet o acı su, gözünü kör etmiştir  Deniz “ Ey kör, benden sağ elinle su iç de gözün açılsın” der  Burada sağ el, hüsnü zandır  Çünkü iyinin, kötünün nereden geldiğini hüsnü zan bilir  Ey mızrak, seni bir döndüren var  O yüzden bazan dümdüz dikilmekte, bazan iki kat olmuş gibi eğilmektesin  Şemseddin’in aşkıyla tırnağımız yok ki  Yoksa bu körün güzünü açardık! Ey hak ziyası Hüsameddin, sen hasetçinin gözünün körlüğüne rağmen hemen yürü, onun illetini tedavi et! Senin ilacın çabucak tesir eden ululuk tutyası, eseri mutlaka görülen karanlıklar dağıtıcı bir ilaçtır  O ilaç, bir körün gözüne konsa yüzyıllık zulmeti derhal giderir  Hasetçiden başka bütün körleri tedavi et! Fakat seni inkar eden hasetçiyi tedavi etmek  Hatta, sana kasteden ben bile olsam, bırak, can çekişip durayım, sakın can bağışlama  Güneşe has ededen güneşin varlığından incinen kişi yok mu? Ah, işte sana devası olmıyan illet  O adam kördür, kör! İşte sana ebediysen kuyunun ta dibine düşmüş kalmış bir kişi! O ezeli güneşi yok etmek ister, fakat söyle, bu muradı nasıl olur da yerine gelir, imkan var mı? Padişah beylerinin hikayesi,o ebedi sultan kölelerinin has köleye hasetleri  Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı  Yine o hikayeye başlamak, onu tamamlamak gerek  İkbal sahibi ve bahtlı melek bahçıvan nasıl olur da ağacı ağaçtan fark etmez? Acı ve kötü ağaçla bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı  Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkan mı var? O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan maksat ne? Meyve vermek değil mi? Tanrı nuruyla gören, sondan önden agah olan şeyh; Ahiri gören gözü tanrı uğrunda yummuş menzile ulaşma hususunda sonu gören gözü , açmıştır  O hasetçiler, kötü ağaçtır  Yarattıkları acı, bahtları kötüdür  Hasetten coşarlar,ağızları köpürür durur  Gizlice hileler kurarlar  Bu suretle has kölenin boynunu vurmak, dünyadan kazımak dilerler  Canı padişahın canı olan kişi nasıl fani olur? Birisinin gönlünü tanrı korursa o adam nasıl yok olur? Padişah o sıralara vakıftı, fakat Ebubekr-i Rebabi gibi ses çıkarmıyordu  Yaratılışları kötü, ahlakları fena kişilerin gönüllerini görüyor, o testicilerle gizlice alay ediyordu  Hileciler hile düzüp koşuyorlar,padişahı çömleğe sokmak istiyorlardı  O kadar büyük bir padişah, a eşekler, nasıl bir çömleğe sığar? Padişah için bir tuzak ördüler ama nihayet bu hileyi de ondan öğrendiler  Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla baş koşar, onunla kendisini bir görür  Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, aşikar bir olan cihan hocasıyla  Onun gözü, Tanrı nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır  O talebe eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir perde yapıp o hakimin önüne gerer  Halbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur  Her ağzı hocaya bir delik olmuştur  ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur  ) Hoca , talebeye der ki; “ Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok? Haydi beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör  Fakat canına, gönlünün yardımı da mı dokunmadı? Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor  Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgahı  Be doğru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın? Çakmağı gizlice çakıyorsun dersen kalpten, kalbe pencere yok mu ki? Gönül nihayet senin fikrini de pencereden görür andığın şeye şahadet eder  Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor  Fakat senin hilene, Huda’na gülmüyor  Kötü huyuna, yaptığın şeylere gülüyor  Hile edenin göreceği, bulacağı karşılık hileden ibarettir  Büyük testiyi vur kır, küçük testiyi al iç, işite layığın bu! Eğer o senden razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır  Gönlün senden razı olursa bil ki o  Hamel burcunda bir güneş kesilir  O yüzden hem gündüz güler hem bahar  Çiçeklerle yeşillikler birbirine karışır  Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur  Ruh yaprağını sararmış bir halde görüyorsun da padişahın gazabından yine haberin yok  Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karatır  O Utar idin sahifeleri , bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız  Sonra ruhları; sevdadan, acizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yeşil bir ferman yazar  Hulasa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır”   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |