Atatürk'ün Çocukluk Anıları: Kaplan

Eski 06-14-2025   #1
Mountain
Varsayılan

Atatürk'ün Çocukluk Anıları: Kaplan



ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI: KAPLAN
Selanik'teki evde Atatürk'ün abileri Ahmet ile Ömer konuşuyordu
Ömer: Hayvanat bahçesinde kaplanların olduğu bölüme bir adam düşmüş Kaplanlar, onu yemiş Neden ama? Neden bir kaplan insanı yer?
Ahmet: Bunu ben de çözemedim Kaplan insanların tutsağı ama insanı yiyor Diğer insanların intikam alabileceğini düşünemiyor İnsanlar, o kaplanı vurmuş Herhalde kaplan bir geyiği veya insanı yiyecek olarak görüyor İnsan bir dereceye kadar akıllı bir yaratık Kaplanda bu yok Kaplanda akıl olsa tutsak olmazdı

-----------------------------------------------------------

YALNIZ KURT
Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım'ın oğulları Ahmet ile Ömer çağdaş fikir ve düşünceyle donanmıştı Önemli olan, karanlıktan kurtulup aydınlık yarınlara ulaşmaktı Ben diyebilmekti İnsan büyük, yüce, görkemli bir varlıktı İnsan şansını kendi yaratır ve yarattığı dünyanın ilk hayranı olurdu Şans bazen gelir, bazen giderdi Önemli olan, şansını kendin için, kullanmaktı Sen yeterli çabayı göstermez hayatın içine balıklama dalarsan , o bir bilinmez seni hayatın içinden çeker, alır, gökyüzüne savururdu Doksan değil, yüz doksan yıl yaşasan sen sen olamazdın
Ahmet ile Ömer, çocukların bu dünyadaki maceralarını yaşamadan erkenden dünyadan ayrılışlarının nedenini araştırmak üzere arkadaşlarına bir öneri sunmak düşüncesinde birleşerek evlerine girdi

---------------------------------------------------------

AÇ KALAN ÇOK İNSAN VAR
Mustafa beş yaşındaydı Annesi ile birlikte bakkala alışveriş için gitmişti Evlerine yakın köşe bakkal vardı ama herkes oraya gitmezdi çünkü beşe aldığı malı ona satardı Selanik'te bulunan iki bankanın ikisinde de hesabı vardı Selanik'in en zenginiydi Birkaç adım fazla yürürdün ve aynı malı dededen sekize alırdın Sonunda Mustafa ile annesi, dedenin bakkal dükkanına varıp içeri girdi Burası dört adıma dört adım bir yerdi Sağlı sollu duvarda birkaç tahta raf vardı Köşede peynir ve yoğurt bulunurdu ve onlar teneke içindeydi Ekmek dolabı vardı, oradan istediğin ekmeği seçip alabilirdin
Zübeyde Hanım bir kilo yeşil mercimek ve bir kilo nohut aldı Ayrıca iki ekmek aldı Parasını ödeyip Mustafa ile birlikte eve doğru yöneldi Akşam yemeği olarak yeşil mercimek vardı Yarında nohut Bunlar Ali Rıza Bey'in en sevdiği yemeklerdi İkişer tabak yemeden doydum demezdi Darısı aç kalan insanların başınaydı Aç kalan, açım diyen o kadar çok insan vardı ki

-----------------------------------------------------------

AHMET'İN YAŞ GÜNÜ
Zübeyde Hanım erkenden kalkmış, yemekler yapmış ve yaş günü için, hazırlanmıştı Bugün Ahmet'in 9'uncu yaş günüydü Önce Ahmet uyandı: Anne, bugün benim yaş günüm Benim için, pasta hazırlamışsın Çok makbule geçti, dedi
Zübeyde Hanım: Aman oğlum, ne demek? Sen yüz yıl yaşa Ben sana her yaş gününde pasta hazırlarım, dedi
Aradan zaman geçtikçe önce Ömer sonra Mustafa uyandı
Ömer: Anne, bugün abim Ahmet'in yaş günü İyi güzel de benim yaş günüm ne zaman olacak?
Zübeyde Hanım: Oğlum, senin yaş gününü kutladık ya? İki ay olmadı Yıl dönsün, seneye dokuzuncu yaş gününü kutlarız, dedi
O sırada Mustafa yanlarına geldi: Anne, benim yaş günüm ne zaman? diye sordu
Zübeyde Hanım: Mustafa, senin yaş gününe zaman var Hele ay bir dönsün Yaş gününe kırk gün kaldı ( İki ) yaşına basacaksın
Ali Rıza Bey gümrük memuruydu Selanik dışındaydı Zübeyde Hanım üç oğluyla o gün neşeli vakit geçirdi Güldü, eğlendi Geleceğe umutla baktı Oğullarıyla nice yaş günlerine ulaşmak dileğini tekrarladı

---------------------------------------------------------

MAKBULE İLE NACİYE
Atatürk'ün kız kardeşleri Makbule ile Naciye Selanik sokaklarında geziyordu Naciye söze şöyle bir giriş yaptı: Abla, ben bu Selanik'i çok seviyorum İnsanları sevecen, hoşgörülü Kimse kimseye höt demiyor, git demiyor Yarım saattir sahilde geziyoruz, bize yan bakana rastlamadım Demek ki, Türk'ü, bulgarı, rumu, ermenisi bir arada sorunsuz bir şekilde yaşayabiliyor Kovsalar gitmem şu Selanik'ten
Bunun üzerine Makbule: Çeşitli milletlerden insanlar rahatlıkla bir arada yaşar Dinleri değişik olduğu için, aralarında husumet oluşuyor Birbirlerinin inancına saygı gösterseler savaşlar olmaz Dünya tarihindeki savaşların yüzde doksanı din yüzünden olanlardır
Naciye: Ablam, bu neden böyle oluyor? Büyük çoğunluğu tek bir yüce yaratıcıya inanıyor
Makbule: Onun orası öyle de peygamberleri farklı Sonra gelen bir öncekinin gelişmişi oluyor İnsanlar bunu fark edemiyor Anne hangi dine mensupsa çocuk da o dinin taşıyıcısı oluyor İstese de istemese de bağımlı kalıyor
Naciye: İnsan her neye inanıyorsa bir başkasının inancına saygı göstermeli O zaman devletler din üstüne bir yönetim biçimi kurmamalı Devlet yönetiminde dinin yeri olmamalı Din gönüllerde yaşamalı Ben bu sonuca ulaştım
Makbule: Tastamam, benim de anlatmak istediğim buydu

---------------------------------------------------------

BİZ DE BALIK OLURUZ
Yıl 1867 Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım henüz on yaşındaydı Babası Feyzullah Ağa ve annesi Ayşe Hanım ile birlikte Selanik'te deniz kıyısına balık avlamak için, gitti Babası iki palamut veya bir kilo istavrit avlayıp öğle yemeğini kurtarma derdindeydi Oltanın ucuna yem takmayı unuttuğu için, oltanın iğnesini gören balıklar açık denize kaçıyordu
Bu arada Zübeyde anne ve babasını soru yağmuruna tutuyordu: Anne, biz niye balık tutuyoruz? Balıkların da canı var Neden onların yaşama sevincini engellemek istiyoruz? Bugün balık yakalamasak aç kalmayız Tutmak istediğiniz balıklar yaşamlarına devam eder Onları hayattan söküp almak bize ne fayda sağlar? Balıklar şanslı olsun ve biz eve eli boş dönelim, ne dersin?
Annesi: Kızım, ben sana ne diyeyim? Söylediklerini baban da duyuyor Herhalde bir süre sonra sana geri dönüşümü olacaktır
Akşamüstü hava kararmaya başladığında Feyzullah Ağa oltasını sudan çıkardı Bakın gördünüz mü, balıklar yemi yemişler ama oltaya yakalanmamışlar Bugün balık yakalayamadık Bir balık olsam ve denizde yaşasam diye bir düşünce aklımdan geçmiyor değil
Bunun üzerine Ayşe Hanım: Aman bey, o nasıl söz? Sen balık olur gidersen biz ne yaparız? dedi
Zübeyde, annesine döndü: Anne, biz de balık oluruz, babamın peşine takılırız Ege Denizi ile yetinmeyiz, Akdeniz'e bile çıkarız, deyince annesi ve babası kahkahayla güldü

SON

Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

--------------------------------------------------------------------

ÇOCUKLARI ÇOK SEVEN MASALCI
Saat sabahın sekiziydi 4 yaşındaki Fatma uyandı Odasından çıktı Annesi mutfaktaydı Onun yanına gitti Anne, bana bir masal anlatır mısın? dedi
Annesi Zübeyde Hanım: Aman kızım, sabah sabah bu ne masalı? Masallar genellikle akşam vakitleri anlatılır Anneler ve babalar, çocuklara uyku masalı anlatır Çocuklar, bir an önce uyusun diye
Fatma: Anne, tam uyanamadım Beni uyandıracak, güne hazırlayacak bir masal biliyorsundur
Bunun üzerine annesi, Fatma'ya şu masalı anlattı: Zamanın birinde bir adam varmış Çocukları pek severmiş Onlara kalem, silgi, defter, kitap satarmış Çocuklar için, masal yazarmış Kitap bastırmış Bu kitapları bedavaya çocuklara dağıtmış Çocuklar, bu masalcı adamın etrafında bir sevgi yumağı meydana getirmiş
Oralarda bir okul varmış Bu okulun müdürü öğrencilerin bu dükkandan alışverişini yasaklamış Çocuklar, kendilerini çok seven masalcıyı terk etmemiş, az bir karla sattığı okul malzemelerini almaya devam etmiş Aradan uzun yıllar geçmiş Masalcı vergileri ve dükkan kirasını ödeyemeyecek duruma gelmiş Son günlerinde kalan defterleri ve kalemleri çocuklara bedava dağıtmış Dükkanı kapatmış
Sonraları masalcı yıkılmamış Her yeni güne yeni bir umutla başlamış Çocuklar için, yüzlerce masal yazmış Ama artık parası yokmuş Kitap bastıramıyormuş Masalımız da burada bitmiş
Fatma: Çok değişik ve güzel bir masal Sonradan bu masalcı ne olmuş?
Zübeyde Hanım: Masalcı değişik ve güzel masallar yazıyor ve bunları çocuklara armağan ediyormuş
O gün Fatma çok neşeliydi Annesiyle şakalaştı durdu, güldü, eğlendi Masalcıyı düşündü Bir gün şu masalcıyla karşılaşabilir miydi? Onun orası belli olmazdı O günü düşünüyor ve gülümsemeye çalışıyordu

SON

------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI: ATTİLA VE HONORİA
Atatürk'ün abileri Ahmet ile Ömer, Selanik'te evlerinin yakınındaki hükümet binasının arkasındaki bahçede arkadaşlarıyla toplanmıştı Böyle günlerde yeni bir oyun oynamayı adet edinmişlerdi Ahmet'ten bir yaş büyük İsmail ile Rafet neyin ne olacağına, hangi oyunun oynanacağına karar verendiler Biri bir konu ortaya atsa öteki arka çıkar, destekçisi olurdu Yirmiyi aşkın çocuk sağa sola bakınırken, İsmail orta yere çıktı ve Ahmet, sen Büyük Türk Hükümdarı Attila ol Tahtın burası gel buraya otur, dedi Ahmet şaşırmıştı Hiç bozuntuya vermedi ve İsmail'in gösterdiği ağaç kütüğüne oturdu Ama dimdik oturdu Bir Türk hakanı gibi, Attila gibi Seyirci Selanik çocukları bir adım geriledi Kumanda şimdi Ahmet'in elindeydi, bakalım Ahmet nasıl bir yönetim gösterecekti?
İsmail geldi, elini göğsüne koydu ve Ahmet'in dört adım karşısında diz çöktü Tahta kılıcı belindeydi Başıyla selam verdi ve şöyle dedi: Batı Roma İmparatoru'nun kız kardeşi Honoria evlilik teklifinizi kabul etmişti fakat imparator, onu gizlice İstanbul'a göndermiş ve sarayda göz hapsinde tutuyormuş Bunun nedenini araştırmak ve Honoria'nın size göndermek istediği nişan yüzüğünü almak için, İstanbul'a gitmek istiyorum
Bunun üzerine Ahmet: İsmail, İstanbul'a git, olayı araştır İmparator neden böyle bir şey yapmış? Honoria'yı bul, nişan yüzüğünü al ve gel Rafet sen de İsmail ile git Birlikte daha kolay başarıya ulaşırsınız
Ahmet'in doğaçlama olarak söylediği bu sözler, çocukların kanını dondurmuştu Dimdik durmayanlar ise, dimdik durmuştu
İsmail: Olayı araştıracağız ve prensesten nişan yüzüğünü alıp en kısa zamanda döneceğiz hakanım, dedi ve selam verip Rafet ile birlikte hızlı adımlarla oradan uzaklaştı
Daha sonra İsmail ile Rafet gelip verilen görevin başarıldığını söylediler Temsili nişan yüzüğünü verdiler Attila ile Honoria, şimdilik nişanlanmıştı Pek yakında evlenirlerdi
Ahmet eve gidince olanları annesine anlattı Annesi Zübeyde Hanım: Ben sana bravo diyorum da başka bir şey demiyorum İnanıyorum yazıcılar bunları kaleme alır ve gelecek nesillere ulaştırır Böylelikle Türk'ün gücü daha iyi anlaşılır

SON

---------------------------------------------------------

KARINCALAR
Evlerinin bahçesinde gezip eğlenen Ahmet ile Ömer arasında bir tartışma çıktı Anneleri şimdiye kadar pek çok hikaye anlatmıştı Ömer, annem, karıncalar hakkında bir hikaye bilmiyordur, dedi
Bunun üzerine Ahmet: Üstüne bastın kaldır ayağını Annem, şimdiye kadar tilkidir, kuştur, kartaldır dedik hep hikaye anlatmadı mı? Gel gidelim, anne diyelim, karıncalar hakkında hikaye anlatır mısın? Eğer anlatamazsa ben de ne olayım?
Ömer'in tamam demesi üzerine annelerine gittiler Anne, karıncalar hakkında hikaye biliyor musun? Biliyorsan anlat Biz iki çocuk dört kulak seni ilgiyle dinleriz
Zübeyde Hanım: Aman, çocuklarım! Çok hırslanmışsınız Şu sandalyelere oturun da size karıncalar hakkında bir hikaye anlatayım
Ahmet ile Ömer sandalyelere oturunca ayakta duran Zübeyde Hanım ellerini beline dayayıp karıncalar hakkında hikaye anlatmaya başladı: İnsanoğlu dünyada var olmazdan önce karıncalar vardı Sevecen, hoşgörülü, iyi niyetli yaratıklardı Kralları, kraliçeleri vardı Sen ben kavgası yoktu Kral, kraliçe olduk diye kendilerine saray yaptırmazdı Halkın parasını ihtiyaçları için, kullanmazdı Bunların yanında koruması yoktu Halkın refah ve mutluluğu için, çalışacaksa kimden, neden korkacaktı? Neden saray yaptıracaktı? Sarayın etrafına neden kalın duvarlar çektirecekti? Saray içinde ve dışında neden yüzlerce koruma olacaktı?
Zübeyde Hanım anlatması bitince cebinden mendilini çıkarıp alnında biriken terleri sildi Bir süre sessiz kaldı Daha anlatacakları vardı da anlatmasa daha iyiydi Şimdilik bu kadarı yeterliydi Çocuklar, hikaye burada bitti, dedi Ahmet ile Ömer, annelerine teşekkür ettikten sonra sokağa çıktı
Ahmet: Ömer istersen arkadaşları bulup oyun oynayalım Bu oyunda, ben bir ülkenin padişahı olacağım, sen de başka bir ülkenin kralı olursun Kesinlikle sarayımız olmayacak, normal bir evimiz olsa yeter Savaşmayacağız, barış içinde yaşayacağız, dedi

----------------------------------------------------------

BÜYÜK İSKENDER DE SAKALINI KESTİRİRDİ
Ali Rıza Bey işten döndü Elini, yüzünü yıkayıp salona geçti Oğulları Ahmet, Ömer ve Mustafa salona geçip babalarının karşısına oturdu Oğullarının çevreden ve arkadaşlarından duyduklarına Ali Rıza Bey prim vermiyordu Bu böyle olmuş, şu şöyle olmuş, tamam da bakalım bunlar doğru mu? Araştırmak lazım Her söylenene inanmamak gerekir
Bunun üzerine Ahmet: Baba, bildiğin gibi Osmanlı Ordusu genelde yarısı sakallı, yarısı sakalsız savaşa gidiyor Arkadaşlar diyorlar, ordunun hepsi sakallı olsa kaybedilen savaşları kazanırdık
Ali Rıza Bey: Bak oğlum, savaş güç, cesaret ve atılganlık ister Sakal, adama bir şey kazandırmaz Büyük İskender de sakalını kestirirdi İskender, düşmanlar savaşta rakiplerini sakalından yakaladığı için, askerlerin de sakalsız olmasını isterdi Yunanlılar ve daha sonra Romalılar, Mısır'ı işgal ettiklerinde rahip ve askerlerin saç ve sakallarını traş etmesinden etkilendiler Yunanlı ve Romalılar da zamanla sakallarını kesmeye başladı
Bunun üzerine Ömer: Baba yıl 1883 Senin söylediğine göre, ordumuz bu zamandan sonra yapacağı savaşlara sakalsız gitse zafer garanti midir?
Ali Rıza Bey: Bak Ömer, zafer garanti diye bir şey yok Senin çaban ve kudretin savaşın sonucunu belirler Daha önceden savaşın sonucu böyledir diye bir durum yok
Ahmet: Baba, kafa saatinde zamanı ayarlayamadım Bir örnek vermek istiyorum Mustafa şu anda iki yaşında Sence Mustafa'nın yaşayacağı hayat belirsiz mi?
Ali Rıza Bey: Belki de biz Mustafa'nın geleceği hakkında fikir yürütebiliriz Sizden de çok başarı bekliyorum ama Mustafa'dan da çok başarı bekliyorum Benim Mustafam büyük adam olacak Daha önce yüz defa söyledim Tarihe adını altın harflerle yazdıracak
Bu sırada salonun kapısı açıldı ve Zübeyde Hanım içeri girdi: Haydi bakalım, nohut pişti tabağa düştü Sona kalan dona kalır
Savaşın galip geleni ve yenileni yoktu Savaş berabere bitti Önümüzdeki günlerde bu savaşın rövanşı olur muydu bilinmezdi Şimdi bu savaşçılar kurt gibi acıkmıştı Nohut yiyerek midesel açlıklarını giderecekleri gibi, konu üzerinde iz sürerek beyinsel açlıklarını gidereceklerdi

SON

Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atatürk'ün Çocukluk Anıları: Kaplan

Eski 06-14-2025   #2
Mountain
Varsayılan

Cevap : Atatürk'ün Çocukluk Anıları: Kaplan



ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI: BÜYÜK KURTARICI
Atatürk'ün kız kardeşleri Makbule ile Naciye tartışıyordu
Naciye: Abla, son günlerde annem ve babamın konuşmalarından şu sonuca ulaştım: Osmanlı kötüye gidiyor ve önlem alınmazsa sonumuz bir felaket
Bunun üzerine Makbule: Doğrudur Bir kötü gidişat var ama önlem alınmıyor Saray yabancı kadınlarla doluymuş Padişahın annesi yabancıymış Annemiz Zübeyde Hanım bir Türk Biz de Türküz diyoruz Annemiz fransız veya rus olsaydı, biz de fransız ve rus olurduk Fransa'ya ve Rusya'ya hizmet ederdik Türkleri kendimize düşman bilirdik
Naciye: Abla, sen bunları biliyorsun Sadrazam ve vezirler de biliyor Önlem alsalar ya
Makbule: Naciye, biliyorsun, ben Osmanlı tarihini araştırdım Belli bir dönemden sonra kaç tane Türk sadrazam ve vezir adı söyleyebilirsin?
Naciye: Çoğu başka milletlerden, aralarında Türk yok gibi
Makbule: Bunlardan Osmanlı Devleti yıkılmasın demesini bekleyemezsin

---------------------------------------------------------------------

BEN BEBEK MİYDİM?
Yıl 1872 Evde oturmaktan canı sıkılan Fatma'yı annesi Selanik sokaklarında gezmeye çıkardı Sokaklar bomboştu, Arada bir tek tük adamlar geçiyordu Bu Selanik'te kadın yok muydu? Çocuklar evet çocuklar hani neredeydi? Neden eve kapatılmıştı? Bu durum Fatma'nın kafasına takıldı Annesine şöyle bir soru sordu: Yemeklerimi yemiyordum ya o zaman ben bebek miydim? Zübeyde Hanım derinden etkilendi Bilmem kaç zaman önce Fatma ile böyle bir fikir alışverişi olmuştu Fatma, yemeklerini neden yemiyorsun, demişliği vardı ama Fatma'nın bunu hatırlaması olanaksızdı Zübeyde Hanım, Fatma'sına sıkıca sarıldı
Daha sonra sahile çıktılar Boylu boyunca Ege Denizi önlerinde uzanıyordu Vur patlasın, çal oynasın eğlenen, günün yirmi dört saati etkinliğini gösteren sahil gazinolarında ermeni, rum, yunan ve diğerleri coşku doluydu Zübeyde Hanım kızı Fatma'nın elini sıkıca tuttu Eve doğru yöneldi Ali Rıza Bey işten dönmüş ve yorgun olmalıydı O geldiğinde mutfakta olmamak yakışık almazdı

---------------------------------------------------------------

BİR TORBA BALIK
Ali Rıza Bey ile oğlu Ahmet o sabah erkenden kalktı Akşamdan sözleşmişlerdi, yarınki balık tutma işi için Önceleri Zübeyde Hanım karşı çıkmıştı Ne gereği var canım, sabah erken kalkmanın Biraz uykunuzu alıp bir iki saat geç kalksanız da olur Sanki Ege Denizi'nin balıkları Ali Rıza Bey ile Ahmet gelecek ve biz onların oltasına ilk takılan olacağız, mı diyecekler dediyse de dinletemedi Zübeyde Hanım onları sabah erkenden yolcu etti
Ali Rıza Bey ile Ahmet çok hırslıydı Ellerinde birer olta ve gelsindi balıklar, atılsınlardı oltaya, bakalım kim, kaç balık yakalayacaktı?
Aradan saatler geçti Ali Rıza Bey ve Ahmet saatlerdir denize olta atıyordu Oltanın ucundaki yem yeniyor ama balık yakalanmıyordu Kavanoz içinde getirilen yemler bitmiş ama ortada balık yoktu
İkindi vaktini geçmişti Ali Rıza Bey ve Ahmet, bu balıklar bizi sevmedi Yem yiyor ama kaçıyorlar Anneni ben severim, sen de seversin Dönerken balık alalım, annen de sevinsin ama aramızda sır Aradan yüz yıl geçse bile anneye söylemek yok
Bunun üzerine Ahmet, merak etme baba Bizim balık almamızın kimseye zararı yok
Ali Rıza Bey ile Ahmet, akşamüstü bir torba balıkla eve giriş yaptı Zübeyde Hanım onları coşkuyla karşıladı Akşam yemeğinde bol bol balık yediler

-----------------------------------------------------------------

ALİ RIZA BEY'İN ÇOCUKLUĞU
Ali Rıza on dört yaşındaydı Arkadaşı Osman'la komşu köye gitmiş ve yalnız geri dönüyordu Gök gürlemeye başladı Belli yağmur geliyordu Ali Rıza adımlarını hızlandırdı Köyüne daha yol vardı Bir saçak altı, bir girdap bulup yağmurun dinmesini beklemeliydi Karşıda bir çınar ağacı gördü Onların yüzlerce yıl yaşayanı vardı Ne fırtınalar, yağmurlar atlatırlardı Hem bu çınar ağacı tam bir saçak altıydı Oraya sığınırsa yağmurun damlası değmezdi Aniden gökyüzünde bir şimşek çaktı Sonrasında uzaklara yıldırım düştü İleride gökyüzü daha karaydı Kısa bir süre sonra doğa gerçek gücünü gösterip yağmur damlalarını ağırlaştırırdı Pek çok şimşek çaktırıp yıldırım düşürür ve bazı canlıların yaşamlarını sonlandırırdı Ali Rıza oralarda bir çukur bulup içine sindi Zaten sırılsıklam ıslanmıştı Yağmurdan korkusu yoktu O'nun düşüncesi yıldırımdı Her şimşek çakışında korkmuyordu ama ürperiyordu
Al Rıza bir anlık zaman diliminde başını yukarı kaldırıp ileri baktı Adamın biri hızla gelerek çınarın altına sığındı Saniyesinde şimşek çaktı ve yıldırım düştü Boğuk bir feryat duyuldu ve adam yere yığıldı
Ali Rıza: Vay anasını, demek ben oraya önce varsaydım yıldırım bana düşecekti Beni bu hayattan silip süpürecekti Ben bu hayatta var olmalıyım ve en azından çocuklarım olmalı
Sonradan yağmur dindi Ali Rıza çukurdan çıktı, çınarın altına gitti Yıldırım adamı yakmış ve ikiye bölmüştü Daha sonra köyüne doğru yöneldi Köy kahvesinde olanları anlattı ve yardım etmelerini istedi
Ali Rıza evine vardığında annesi Ayşe Hanım olanları dinleyince çok şaşırdı O, insan hayatının doğa tarafından bu kadar kolay yok edilemeyeceği düşüncesindeydi Kulaktan dolma değerlerle hayatı şekillendirirdi Ali Rıza'nın anlattığı bu olay ve yorumu hayatına değişik bir bakış açısı kazandırmıştı
Ali Rıza bir süre daha hayata devam edebileceği düşüncesindeydi Belki bir gün evlenir, çocukları olurdu Eğer çocukları olursa, onları çok sevecekti

-------------------------------------------------------------------------

GAGASI OLMAYAN KARTAL
Atatürk'ün abileri Ahmet 9, Ömer 8 yaşındaydı Kardeşleri 2 yaşındaki Mustafa'nın elinden tutarak mutfağa gittiler Annelerinden bir hikaye anlatmasını isteyeceklerdi ama anneleri mutfakta yoktu Odalara baktılar, evde yoktu Yatak odasına yöneldiler Babaları Ali Rıza Bey orada olmalıydı Kapıyı çaldılar, içeriden buyurun, gelin denince içeri girdiler
Ali Rıza Bey: Krallarım benim, şahlarım, padişahlarım! Siz üçünüz bir anda tarih sahnesinden silinseniz, ben kime oğlum derim? Kim benim adımı tarih karşısında yargılar? Kim benim adımı tarihe sabitler? Siz üç oğlumdan en az biri büyük işler başarsın ve benim adım da bu O'nun babasıdır diye anılsın Tarihe geçsin Yüzyıl sonra yeniden dünyaya gelsem ve adım kitaplarda yoksa hakkımı helal etmem bilmiş olun
Bunun üzerine Ahmet: Baba, yüzyıl sonra bizim adımızdan yola çıkarak tarih kitaplarında bolca varsan ne diyeceksin?
Ali Rıza Bey: O kadar mutlu olurum ki herhalde kanatlanıp gökyüzüne uçarım
Sonrasında derin bir sessizlik oldu
Ömer: Annem mutfakta yoktu Hikaye anlatmasını isteyecektik Şimdi buraya geldik Baba, bize bir hikaye anlatır mısın?
Ali Rıza Bey: Canım oğullarım, siz isteyin ben size sabaha kadar on tane hikaye anlatırım, dedi ve bir hikaye anlatmaya başladı:
Kendini gökyüzünün hakimi sanan bir kartal vardı Çok büyüktü Kanat açıklığı on metreyi buluyordu Aslanlar, kaplanlar ondan korkardı Pençelerine yakalanan hiçbir canlı sağ kurtulamazdı Yaşlanan kartalın gagası düşüyordu ya işte bu kartal da yaşlanınca gagası düştü Gagası olmayan bu kartal yeni bir gaga çıkması için, aylarca bekledi Sonunda beklemekten sıkıldı Timsah dolu bir nehre atladı ve timsahlar onu yedi Hikayemiz burada bitti
Ahmet sordu: Baba, bu anlattığınız hikayeden nasıl bir ders çıkarmalıyız?
Ali Rıza Bey: Hikaye anlatmamı istediniz, işte hikaye anlattım Varın ötesini de siz hesap edin Ne anladıysanız onu anlatmışımdır

------------------------------------------------------------------------

ALİ RIZA İLE ZÜBEYDE'NİN AŞKI
Ali Rıza memur olmuştu Kazancı iyiydi Mahalle arkadaşları, tanıdıkları, amca çocukları evlenmişti Arkadaşlarından ikinciye çocuğu olan vardı Düğünlerde kızlarla dans eder, şarkı söylerdi Aşkın ve aşığın yaşatılması taraftarıydı
Babası ve annesi nice zamandır Ali Rıza'ya kız buluyor, Ali Rıza kızı görüyor ve evlenilecek nitelikte bulmuyordu Ali Rıza'ya kız beğendirmek çok zordu Yaşın otuz oldu, evlen artık Ali Rıza, diyorlardı
Günlerden bir gün babası işten dönmemişti, annesi oğlunu karşısına aldı: Bak Ali Rıza, komşular dediydi, sarı saçlı, mavi gözlü, dünya güzeli bir kız var Adı Zübeyde Gittim, gördüm Terbiyeli, saygılı Baban, sen, ben evlerine gidelim, kızı bir de sen gör
Ali Rıza: Olur anne, istersen yarın gidelim, ne dersin?
Annesi: Tamam, yarın gidelim
Ertesi gün Ali Rıza, annesi ve babası, Zübeyde'nin evine gitti Ali Rıza, Zübeyde'yi görünce beyninden vurulmuşa döndü
Bu kız geçen gece rüyasında gördüğü kızdı
Selanik'te bu kadar güzel bir kız varmış da benim haberim yokmuş, diye kendi kendine hayıflandı Ali Rıza'nın babası Ahmet Efendi, isterseniz gidin bahçede bir gezin gelin, dedi ve gençler bahçeye çıktı Ali Rıza, Zübeyde ile ağaçlardan, çiçeklerden bahsederek bahçenin sonuna kadar gitti Dönüş yolunda Zübeyde'ye evlenme teklif etti: Zübeyde, benimle evlenir misin? dedi
Zübeyde: Niyetli olmasaydım buraya gelmezdim, dedi Ali Rıza öylece kalakaldı Bundan sonra ne yapması gerektiğini bilemedi
Daha sonraki günlerde Ali Rıza ile Zübeyde, Selanik sokaklarında gezdiler, dolaştılar Zübeyde'nin evinde nişan töreni yapıldı Zübeyde düğün istemedi Ali Rıza, seninle olduğum her gün bana düğün dedi ve Zübeyde'den tarafa çıktı
Aradan günler, aylar, yıllar geçti Onların altı tane çocukları oldu Hepsi birbirinden değerliydi Mustafa da bunlardan biriydi Daha sonra Mustafa Kemal adını alacak ve yurdu istila edilen Türk'ün Kurtuluş Savaşı'nı başlatacaktı

SON

Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

----------------------------------------------------------------------

GERÇEK OLAN NEDİR?
Ali Rıza ile Zübeyde nişanlanalı bir ay olmuştu ki bunlar Selanik sokaklarında gezmeye çıktı
Ali Rıza: Zübeyde istersen şurada oturalım Ege Denizi önümüzde, Selanik arkamızda biz hayattan başka ne bekleriz?
Bunun üzerine Zübeyde: Ali Rıza, hayattan istenecek çok şey var ama hayat bunları bir anda bize vermiyor Kısım kısım veriyor Bazen hiç vermez
Ali Rıza: Bilirim Zübeyde, bilirim Onun öyle olduğunu bilirim
Zübeyde: Biz hayat olsak hayatı kurgulasak Hayat kötü olsa iyi insanları kötülüğe yönlendirse işsiz bıraksa soygun yaptırsa sen buna iyidir diyebilir misin?
Ali Rıza: Annesi hasta olan genç adam işsizdi, parası yoktu Bu genç eczaneye girdi Eczacıya reçeteyi gösterdi, gerekli olan ilaçları aldı Dört kutu ilaç Para vermeden çıkıp gitti Zübeyde, sen hakim olsan bu genci hapse atabilir misin? Belki annesi ertesi gün kalkıp yürüyecek Zaten eczacı şikayetçi olmamış
Zübeyde: Bak Ali Rıza, bunlar göreceli kavramlar On kişi olsa beşi evet der, beşi karşı çıkar Herkes akıl fikir düzeyi, zeka seviyesi açısından fikir ileri sürüp yorum yapar Ama gerçek olan nedir?

---------------------------------------------------------------------------

DÜĞÜNE DÖRT GÜN KALDI
Ali Rıza ile Zübeyde için, gündüz nikah, gece düğün törenine dört gün kalmıştı Bunlar yine bir fırsatını bulup yalnızlığa adım atmıştı
Ali Rıza: Zübeyde sen böyle konuları konuşmaktan hoşlanmazsın ama ben yine de sormak istiyorum Biz evlenince kaç çocuğumuz olsun istersin?
Zübeyde: Aman Ali Rıza, hele bir çocuğumuz olsun, ben onu el bebek, gül bebek beslerim Araştırdım ve buldum Yeni evli çiftlerin ilk çocukları yüzde yetmiş ihtimalle kız oluyormuş Belki yüz yıl sonra bu yüzde seksene çıkarmış Ali Rıza, ilk çocuğumuz kız olsa sen bundan rahatsız olur musun?
Ali Rıza: Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil Zübeyde, sen beni iyi tanımamışsın Kızım olsun, oğlum olsun onu bağrıma basarım
Sonunda o dört gün geçti Ali Rıza ile Zübeyde evlendi İlk çocukları Fatma oldu Ali Rıza ile Zübeyde onu bağrına bastı Gelecekte onları mutlu günler bekliyordu
Aradan yıllar geçti Fatma dördüncü yaş gününü kutluyordu Zübeyde Hanım yaptığı pastanın üstüne dört mum dikmişti Fatma mumları üfledi ve dört yaşına girdi Önünde uzun bir yaşam vardı ve O bu şansını sonuna kadar kullanırdı

---------------------------------------------------------------------

ALİ RIZA BEY'İN ÇOCUKLUĞU
Ali Rıza Bey, Selanik'te dünyaya geldi İlkokulu Mahalle Mektebi'nde okudu 12 yaşına gelince arkadaşları arasında parmakla gösterilirdi Çok iyi tekmük oynardı ( Şimdiki futbol maçı ) Mahalle maçlarında başı önde sahadan hiç ayrılmamıştı Maç başlayınca geri gelir, kendini kaybettirir, sonradan ileri çıkar, ataklara katılırdı Takımı ileri çıkmışken, rakip takım savunması buna önem vermez, defans elemanları yanında olmazdı Top, Ali Rıza'yı severdi Rakip kale önünde boş pozisyonda durur ve topun gelmesini beklerdi Hata affetmez ve soğukkanlı bir vuruşla golü atardı Gool diye öyle bir bağırır ve kaçardı ki, en hızlı koşan arkadaşı O'na yetişemezdi
Günlerden bir gün Ali Rıza evde ders çalışıyordu Kapı çalındı Ali Rıza yan pencereden baktı İki arkadaşı bekliyordu Annesi Ayşe Hanım kapıyı açtı Çocuklardan biri atıldı: Ali Rıza evde mi? Maçımız var da O'nu çağırmaya geldik Arkadaşlar bekliyor
Ayşe Hanım: Ali Rıza'nın dersleri çokmuş Yarın imtihanı varmış Boşuna beklemeyin gelemez
Aradan dakikalar geçti Ali Rıza odanın içinde dört döndü Eğer arkadaşlar gitmezse ben giderim, diye düşündü Dönmeye devam etti Ali Rıza sonradan yan pencerenin perdesini aralayıp kapı önüne baktı Arkadaşları gitmemiş ve bekliyordu Demek ki iş ciddiydi Maç iddialıydı Ali Rıza odadan çıktı Mutfakta duran annesinin yanına gitti: Anne, arkadaşlar kapıda bekliyor Derslerimi bitirdim İmtihana hazırım ve en yüksek notu ben alacağım Maça gideyim ha, ne dersin?
Annesi olur deyince Ali Rıza bir sevindi ki sormayın
Maçın oynanacağı yere merdivenli yokuştan inilirdi Ali Rıza yokuşun başında görününce arkadaşları arasında bir dalgalanma oldu İşte Ali Rıza gelmişti ve bu maç kazanılırdı Karşı takımın golcüsü Necdet uzun boyluydu ve elleri belinde bekliyordu Ali Rıza'ya baktı O'nu küçük görmedi ama büyük de görmedi Arkadaşlarının neden Ali Rıza'ya bu kadar önem verdiğini anlamadı Her zaman olduğu gibi gollerini birbiri ardına sıralar maçı kazanırdı
Maç başlayalı on dakika olmuştu ki Necdet ikinci golünü attı Sonrasında takımı rehavete kapıldı ve Ali Rıza sahneye çıktı Şahlanan takım arkadaşlarıyla ileri atıldı Ali Rıza'nın attığı dört golle maç 4-2 galibiyetle sonuçlandı
Ali Rıza iddia gazozunu içerken, kimseyi alaya almadı Daha sonra arkadaşlarından ayrılıp eve gelince annesi sordu: Ali Rıza maçı kazandınız mı?
Ali Rıza: Evet anne, kazandık Onlar iki attı, ben dört attım ve maçı kazandık
Annesi: Böyle olacağı belliydi Ben senin kaybettiğini hiç duymadım

---------------------------------------------------------------------------

BİR ALİ RIZA BEY HİKAYESİ
Mustafa 2 yaşında, abileri Ahmet 9, Ömer 8 yaşındaydı Üç kardeş annelerinin yanına gitti ve bir hikaye anlatmasını istedi Anneleri Zübeyde Hanım başının ağrıdığını söyleyerek çocukları babalarına yönlendirdi ve şunu ekledi: Aman, dikkat çocuklar, ben size genelde insanlar hakkında hikaye anlattım Babanız tilkili, kuşlu, ördekli hikaye anlatır ve hikayenin sonu tahminlerin dışındadır Şok olursunuz Dağılıp da gelirseniz sizi toplayamam bilmiş olun
Ahmet: Sen bizi merak etme anne Ben ve Ömer dağılmam, Mustafa hiç dağılmaz Anlatsın bakalım babam hikayesini ve bizi şok etsin görelim
Kardeşler, babalarının yanına geldiğinde Ali Rıza Bey kafasını elleri arasına almış, düşünceye dalmıştı Ahmet olanları anlatınca hiç şaşırmadı İnsanoğlunun çözülemeyen sorunları olunca dönüp dolaşacağı yer benim diyordu Sonrasında Ali Rıza Bey şu hikayeyi anlattı: Bir ördek vardı Yaşadığı çağa göre, ileri düzeyde zeka sahibiydi Ördekler etrafında toplanır, oyunlar oynardı Bu oynadıkları oyunlar eğlence içindi Bizim ördekle ilgisi yoktu Bizim ördek hayatı kendi kurgulamak isterdi Bir kader yapıcının var olduğunu düşünmezdi Yaşadığın kader oluyor derdi Bir gün bu ördek üç ileri, bir geri yürürken etrafını tilkiler sardı Onlarla söz düellosuna girdi ve onlara sorular sordu Siz tilkisiniz ama kurttan ne farkınız var? İki tilki bir kurt eder diyorlar Bir tilki bir kurt neden etmesin? İnsanlar hayvanat bahçesi yapıyor ve tilkiyi kafese kapatıyor Neden tilkiler insanat bahçesi yapmıyor ve insanı tutsak etmiyor?
Aradan zaman geçtiği halde ördeğin sorduğu sorular bitmiyordu Sonunda tilkiler, sensin, dedi ve ördeği bir tilkiden yüz kat daha zeki tilkiler kralının huzuruna çıkardı Ördek tilkilere anlattıklarını tilkiler kralına da anlattı Onunla söz düellosuna girdi Bu durum tilkiler kralını rahatsız etti Şu ördek de kimdi ve tilkiler dünyasına hücum etmişti? Bunlardan yüz tanesini toplasan bir tilki etmezdi Tilkiler kralı, on yıllık krallığının son bombasını patlattı: -- Siz ördekler, kanatlarınız var uçuyorsunuz Kanatlarınızı tilkilere verseniz, tilkiler dünyaya hakim olurdu Neden dünyaya hakim olamıyorsunuz? Sizi engelleyen nedir?
-- Tilkiler kralı, biz dünyaya hakim olamıyoruz, siz de hakim olamıyorsunuz O zaman gücünüzü kurtlara verin de kurtlar dünyaya hakim olsun, dedi Bunu duyan kurtlar harekete geçti ve dünya yönetimini aldı
Çocuklar, işte bundan dolayıdır ki, hiçbir kurdu evcilleştiremezsin Sirklerde gösteri yapan aslanlar, kaplanlar evcilleştirilmiştir Ben bunca yıllık yaşamım boyunca hiçbir kurdun sirkte gösteri yaptığını duymadım

Ali Rıza Bey sözlerini tamamladığında oğulları şok halindeydi Bildik bilginin dışına çıkılmış ve kendilerine bilinmedik bilgi verilmişti Babalarının yanında ayrılırken, biraz daha özgür ve mutluydular Tam özgürlük Ali Rıza Bey'in hikayelerinde saklıydı

SON

Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.