| 
 | |||||||
|    | 
|  | Konu Araçları | 
| anlatımı, düşünce, konu, tasavvuf, tasavvufi, özellikleritasavvuf | 
|  | Tasavvuf Ve Tasavvufi Düşünce Özellikleri-Tasavvuf Ve Tasavvufi Düşünce Konu Anlatımı |  | 
|  12-20-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Tasavvuf Ve Tasavvufi Düşünce Özellikleri-Tasavvuf Ve Tasavvufi Düşünce Konu Anlatımı- Sağlam bir tasavvuf çizgisinde hangi özellikler bulunmalıdır? - Bu sorunun tasavvuf konusundaki belirsizlikleri gidermek amacıyla sorulduğu anlaşılmaktadır  Bugün tasavvuf konusunda sapla saman birbirine karıştığı, şeyhlerin sahtesi ile gerçeği yaygın bir biçimde her yanda bulunduğu için bunları birbirinden tefrik etmek zordur  Bunların doğrularını tanımak için bir takım ölçülere ihtiyaç vardır  İşte o ölçüler şunlardır: a- Ehl-i sünnet ve ve'l-cemaat çizgisinde sağlam bir inanç, b- Kitap ve sünnete uygun derin bir ibadet hayatı (salih amel), c- Düzgün bir muamelat, d- Muhammedî bir ahlak  Tasavvuf bu ölçüler içinde şu özellikleri de taşır: a- Tasavvuf manevi tecribe ile anlaşılan hal ilmidir, b- Tasavvufî bilginin konusu ma'rifetullah'tır, c  Tasavvuf tatbiki bir ilim olduğundan mürşid vasıtasıyla öğrenilir, d- Tasavvuf kitaptan okuyarak öğrenilebilecek bir ilim değildir, çünkü tecrübîdir  e- Tasavvufun bilgi kaynağı felsefe ve kelam gibi akılla sınırlı değildir  İlham ve keşf de bilgi kaynağı kabul edilir  f- Tasavvufî eğitim tarikat denilen özel yollarla kat'edilir  el-Lüma' müellifi sûfîlerin sahtesini hakikisinden ayırmak için şöyle bir ölçü koyar: 1- Haramlardan kaçınmak, 2- Farzları ifa etmek, 3- Dünyayı ehl-i dünyaya bırakıp dünya-perest olmamak  - Tasavvufun muhteva açısından mertebeleri nelerdir? - Tasavvufun tahalluk ve tahakkuk olmak üzere iki mertebesi; yani boyutu vardır  Tahalluk, tasavvufun eğitim boyutudur  Tasavvufi hayat, tarikat, manevi makamlar, seyr u sülûk ve adab gibi konuları kapsar  Tahakkuk ise tasavvufun ma'rifet, işaret ve bilgi boyutudur  Bu da insanın ma'nevî eğitim sayesinde ahlak ve takva açısından yükselişi ve Allah'a yaklaşması sonucu kainattaki bazı ilahî sırlara aid elde ettiği bilgilerdir  Nitekim Kur'an'daki: "Allah'tan korkun Allah size öğretsin  " (el-Bakara  2/282) ayeti takvanın bir takım manevî bilgilere erme vesilesi olduğuna işaret etmektedir  Bir kudsî hadisteki: "Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder  Hatta ben onun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı    olurum"(Buhari, Rikak, 38) ibareleri, kulluk ve nafile ibadet ile insanın kainattaki ilahî kudretin etkisini anlamaya başlayacağını anlatmaktadır  Aslında ehl-i sünnet inancına göre bütün insanların fiillerinin gerçek mutasarrıf ve halikı Allah'tır  Ancak insanlar gözlerindeki dünya ve masiva perdesi sebebiyle bunu görememektedir  Yani bir başka ifade ile herkesin gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı Allah'tır  Çünkü bütün fiillerde yaratıcı O'dur  İnsanlar bu gerçeği nafile ibadetlerle Hakk'ın sevgilisi olacak konuma geldikleri zaman farkedebilirler  Kur'an'da Allah'ın, kulların fiillerini kendine izafe etmesi bundandır  Nitekim "Onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü  Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı  " (el-Enfal, 8/17) buyrulur  "Bildikleriyle amel edene Allah bilmediklerini öğretir  '' (Hilyetü'l-evliya, X, 15) hadisinde de aynı konuya işaret edilmektedir  Tasavvufun bu iki özeliği tasavvufi hayat ve tasavvufi düşünce olmak üzere iki mertebenin meydana gelmesini sağlamıştır  Bunların ikisi de birbirine bağlı olmakla birlikte; aslolan kulluğa yardımcı tasavvufi hayattır  - "Tasavvuf, tefsir, hadis ve fıkıh ilmi gibi bir ilimdir" deniyor  Tefsir İbn Abbas ile; hadis, hadis rivayet eden bir çok sahabi ile; fıkıh yine fakih sahabîler ile Peygamberimiz zamanından bu yana sabit ilimlerdir  Ama Peygamberimiz, ve hulefa-i raşidin döneminde tasavvufun isminden bile bahsedilmemiştir, ne dersiniz? - Evet tasavvuf, İslamî ilimler mozaiğinin bir parçasıdır  Nasıl tefsir, hadis ve fıkıh asr-ı saadette var olan bir ilim ise tasavvuf da muhtevası itibarıyla öyledir  Çünkü İslam'ın ihsan boyutunu, îmanın îkan yani yakînî bir kıvamda yaşanmasını sağlayan tasavvuftur  Kur'an'da bahsi geçen takva, zikir, huşu, tevbe ve rıza gibi kalb amellerinin nasıl gerçekleşeceğini Kur'an ve sünnetten alıp tatbiki olarak öğreten zahidlerdir, sûfîlerdir  Tasavvufun asr-ı saadetteki adı belki zühddür, ihsandır, rabbanîliktir ama; tasavvuf öz ve muhteva itibarıyla o gün de vardı  - Günümüzde tasavvufun içine pekçok hurafeler karışarak bozulduğu görülmektedir  Özellikle menkıbeler konusunda sıkıntılar var  Net bir tasavvuf ortaya konmuyor? Bu konuda neler yapılabilir? - Bu soruda herhalde tasavvufun bozulup gerilediğine işaret edilmek istenmektedir  Aslında İslamî ilimler ve sosyal kurumlar bileşik kaplar gibidir  Birinin yükselmesi ve diğerlerinin yerinde sayması veya birinin seviyesinin düşüp diğerlerinin yukarda kalması mümkün değildir  İslam dünyasında gerileme ve çözülme başlayınca bütün ilimler ve kurumlar bundan nasîbini almıştır  Medrese, tekke ve ordu üçlüsünün oluşturduğu sosyal müesseseler birbiriyle ahenkli biçimde çalıştıkları, birbirlerini rakip görüp dışlamadıkları zamanlar yüksek seviyede hizmet vermişlerdir  Bu müesseseler birbirini bütünleyen özelliklerini kaybedip rekabetle birbirini yıpratmaya başlayınca genel bir gerileme başlamıştır  Tekke ve tasavvufi kurumların parlaklığını kaybettiği dönemde, medrese veya ordunun hala parlak hizmetler verdiğini söylemek mümkün değildir  Bu itibarla gerileme ve çözülme bütün kurumlarda birlikte yaşanmıştır  Günümüzde tasavvufî hayatın içinde bulunduğu öne sürülen bid'at ve hurafeler aslında İslam toplumunun ortak problemidir  Tasavvuf, ya da başka İslamî çevrelerde görülen bir takım bid'at ve hurafelerin temel sebebi bilgi eksikliğidir  Çünkü bugün insanlarda manevi hayata ilgi, bilginin çok önündedir  Bu ilgiyi doyurup iyiye kanalize edecek gerekli kurumlar olmadığı ve dini bilgilenmede problemler olduğu için insanlar din adına çoğu zaman hurafelere takılıp kalmaktadır  Hurafe ve bid'atin tek sebebi vardır o da cehalettir  Ehl-i sünnet çizgisinde müteşerri ve cehaletten kurtulmayı görev sayan tarikatler hurafelerle mücadele etmektedir  Nitekim XIX  yüzyılda başta Nakşbendiyye'nin Halidiyye kolu olmak üzere pek çok tarikat, ilim ve medrese çevrelerinin de desteğiyle bir tecdid, yenilenme ve ıslahat hareketi başlatmışlardır  Menkıbelerle ilgili sıkıntılara gelince işe önce menkıbenin ne olduğundan başlayalım  Menkıbe (doğrusu menkabe) lügatte övünülecek fazilet, hüner ve meziyet demektir  Istılahta ise peygamberler, sahabîler, tarihî şahsiyetler, mezheb imamları ve süfîlerin övülecek fazîlet ve meziyetlerini anlatan rivayetler, demektir  Kur'an'da geçmiş peygamberiere ve ümmetlerine aid bir takım kıssaların yer alması, hadislerde de böyle rivayetlerin bulunması "kıssacılık" diye bir mesleğin meydana gelmesini sağlamıştır  Kıssacılara "kussâs" denilir  Halk kıssalardan hoşlandığı için bunlar, vaaz ve irşadda bir eğitim aracı olarak kullanılmıştır  Sofîler başlangıçtan beri bu tür kıssalardan oluşan, peygamberler, sahabîler ve ilk devir süfîlerinin kıssa ve menakıbını yazılı ve sözlü olarak nakledegelmişlerdir  Tabiî, bir meslek haline gelen bu alanda halk muhayyilesinin de katkılarıyla zaman zaman abartılı rivayetler de gündeme gelmiş, hatta zamanla işin özünü ve nasihat değerini ihmal eden bazıları, sadece kıssa ve menkıbe yazıp nakletmeyi ve olağanüstü bir takım olaylardan bahsetmeyi daha önemli görür olmuştur  Halbuki kıssa ve menkıbelerde gaye, okuyan ve dinleyenlere bir mesaj ve öğüt vermektir  Bu gayeye uygun olarak yazılan ve anlatılan menkıbelerin yararlı olduğunda şüphe yoktur  Tayy-ı zaman ve tayy-ı mekan gibi bir takım olağanüstülüklerin bulunduğu keramet ve menkıbeleri, halkın kahramanlık duygularını tatmîne yarayan şeyler olarak görüyorum  Kesikbaş hikayeleriyle savaşta orduya yardım eden yeşil sarıklı velilere bu gözle bakılmalıdır  Bugünün materyalist ve pozitivist dünyasında îcad edilen süpermen filmlerinde verilmek istenen nedir? Seyircinin gizli kalmış bir takım macera, kahramanlık ve intikam duygularını tatmin değil mi? Herhalde menkıbelerde de böyle bir etki bulunduğu için çokça tutulmuştur  Nasıl bir kurgubilim filmini gerçek sanmak yanlış ise, menkıbelerde anlatılan bazı şeyleri de böyle doğrudan dinin temel esası sanmak ve öyle sunup algılamak da yanlıştır  Bugün Batı'da -ruh hastalıklarının tedavisinde süfî menkıbelerinin kullanıldığına ilişkin bir takım yayınlar göze çarpmaktadır  Bu da bize bunların bir takım fonksiyonlar icra edebilecek önemini göstermektedir  Önemli olan sap-saman ile danenin birbirine karışmamasıdır  Bugün gerek menkıbeleri nakledenler, gerekse okuyup dinleyenler, zaman zaman ana hedefi birbirine karıştırdıklarından problemler doğmaktadır  Yerine göre kullanılır ve dînî bir nass gibi görülmezse menkıbelerin de yararlı olabileceğinde şüphe yoktur  İslamî ilimlerin hepsinde meydana gelen canlanma, yenilenme tasavvuf muhitlerinde de görülmektedir  Ancak nasıl fıkıh, tefsir ve hadiste bugün müslümanlar dün oldukları seviyeyi henüz yakalayamamışlarsa tasavvufta da yakalayamamışlardır  Kaldı ki tasavuf bir ilim olduğu kadar manevî ve ruhî bir hayattır  Bu yüzden bu konudaki gelişmeler daha çok zamana ihtiyaç göstermektedir  Bu konuda neler yapılabileceği konusunda şunları söyleyebiliriz  Önce tasavvufun ilim boyutu tasavvuf klasikleri denilen Kuşeyrî Risalesi, İhya, Kutü'l-kulûb, el-Lüma', et-Taarruf ve Keşfu'l-mahcûb gibi müteşerri kaynaklar ile tasavvufi düşünce ürünü klasik eserlerden yararlanılarak ortaya konmalıdır  Ardından tasavvufun eğitim yönü demek olan seyr u sülûk boyutu, işi tezgahtarlığa vardırmayan liyakatli ve şerîata merbut mürşidlerce hem yazılı eserler, hem de fiilî örneklerle takdim edilmelidir  Böyle bir ortamın gerçekleşmesinden sonra belli bir süreç içinde mutlaka gelişmeler olacaktır  İslamın hukuk sistemi bile henüz bugünün ihtiyaçlarına cevap verecek bir biçimde tam olarak ortaya konulamamış ve bununla ilgili gerekli ve yeterli çalışmalar yapılamamışken bütün eksiklik ve kusur sadece tasavvufta imiş gibi önyargılı davranmak haksızlık olur diye düşünüyorum  - Bazıları "Tasavvuf, Yunan mistisizminden alınmıştır  " diyorlar  İslam literatürüne girmiş bir ilim olan tasavvufun kaynağını açıklar mısınız? - Tasavvufun kaynağını yabancı kültürlerde arama kaygısı, daha çok müsteşriklerin gayretleriyle ortaya çıkmıştır  Muhtelif dinlerin mistik yapılarındaki bir takım benzerlikler onları, bunların birbirinden alınmış olması düşüncesine sevketmiştir  Bir takım müsteşrikler tasavvufun sadece Yunan mistisizminden değil, Hind, İran, Mısır, Hristiyan ve Yahudî mistisizminden etkilendiği düşüncesini öne sürmüşlerdir  Aralarındaki bir takım benzerlikler sebebiyle bu görüşleri öne sürenler, bu benzerliklerin insan fıtratından kaynaklanan özellikler olduğunu; her nerede bulunursa bulunsun ve hangi çağda yaşarsa yasasın insanın bu tür ihtiyaç ve temayüllerinin bulunduğunu görmezden gelmişlerdir  Nasıl din olgusu tarihi boyunca insan için bir gerçekse, din için tasavvuf ve ruhî hayat da öyledir  İslam'da bulunan ibadet ve muamelata aid bir takım ahkam ve kuralların Hristiyanlık ve Yahüdîlikteki adab ve ahkama benzemesi, nasıl bunların oradan alındığı anlamına gelmezse, tasavvufi hayat ve tasavvufi düşüncelerdeki benzerliklerin de böyle bir takım dış kültürlerden aktarılmış olması anlamını taşımaz  Rengi, dili, kavmiyeti ne olursa olsun, insanların belli ruhî anlayışları hiç yabancılık çekmeden algılaması mesela bir Japon'un İslam tasavvufuna dair yazılmış bir eserden zevk alması, bu ortak özellikten kaynaklanmaktadır  Bir ilmin İslamî olup olmadığını anlamak için önce adına, sonra muhtevasına, sonra da o ilim mensuplarının kendilerini şeriat karşısında hangi noktada gördüklerine bakmak gerekir  Bu üç esasa göre tasavvufu sırasıyla ele alacak olursak: a- Tasavvufun adının genellikle ashab-ı suffenin "suffe" sinden, "safvet"ten ve "sûf" kökünden geldiği kabul edilir  Bu kelimelerin üçü de İslamî menşelidir  Tasavvufun kökü olarak "Sofia" kelimesinden bahsedilmişse de, gerek süfîler ve gerekse araştırıcılar tarafından reddedilmiştir  Hatta bir takım müsteşrikler bile tasavvuf ve sufi kelimesinin sofia kökünden geldiğine karşı çıkmış, bunun yerine yün anlamına gelen "sûf" kökünden geldiği görüşünü benimsemişlerdir  b- Tasavvufun iki önemli muhtevası vardır: Eğitim ve bilgi  Tasavvuf, eğitimde temel olarak benimsediği zikir, tezkiye, tasfiye, rabbanîlik, mücahede gibi esaslar ye üsve-i hasene - model şahsiyet - ilkesiyle bir yaşama biçimidir  Kur'an'da 250'den fazla yerde geçen zikir lafzı ve bu konudaki emirler, "nefsini tezkiye edenin kurtuluşa ereceğini" haber veren ayet (eş-Şems, 91/9); safvete ermiş kalb-i selim (eş-Şuara, 26/88-89) ve rabbanîlik (Alü İmran, 3/79) riyazat ve mücahede konusundaki ilahî emir ve nebevi tavsiyeler aslında tasavvufi hayatın Kur'an ve sünnet menşeli olduğunu göstermektedir  c- Sûfîlerin kendilerini şer'i açıdan hangi noktada gördükleri mes'elesine gelince ilk sûfîlerden itibaren meşayıh, ilimlerinin şerîata bağlılığını sık sık vurgulamışlardır  Nitekim Cüneyd: "Tasavvuf bir evdir, kapısı şeriattır," Seriy Sakatî: "Tasavvuf kitap ve sünnetin zahirine ters bir batın ilminden bahsetmez  " ve Sehl b  Abdullah Tüsterî: "Bizim yolumuzun temeli şu yedi şeydir  Allah'ın kitabına sarılmak, Rasûlü'nün sünnetine uymak, helal lokma, başkalarına eziyet ve yük olmamak, günahlardan kaçınmak, tevbe ve hukuka riayet" der  Bu tür söz ve uygulamaları çoğaltmak mümkündür  Mes'eleye bu açıdan bakıldığında da görülen süfîlerin İslamî bir yapı içinde olduklarıdır  - Tasavvufu ayrı bir din gözüyle bakanlar var  Bu konudaki fikriniz nedir? - Bir önceki soruda saydığımız deliller, tasavvufun İslamî bir ilim olduğunu göstermek için kafidir  Tasavvufun ayrı bir din olduğu görüşünü savunanlar, ya gerçek tasavvuf çevrelerinin de kabul etmediği, birtakım istismarcı ve sapıkların durumuna bakıp bir genelleme yaparak yanılıyorlar, ya gerçek tasavvufu yeteri kadar bilmiyorlar, ya da hasmane bir tavır içindedirler  Birinci grupta bulunanlar, bugün piyasada tasavvufu bir istismar aracı olarak kullanıp bir takım maddi ve dünyevi çıkarlar sağlamak isteyenlere bakıp tasavvuf hakkında genel bir hüküm vermektedirler  Aslında gerçek sûfîler, böylelerini tasavvuf ehli olarak görmemektedir  İkinci grupta yer alan ve müteşerri tasavvufun temel esaslarını bilmeyen kişilere, müteşerri mutasavvıfların eserlerini ve hayatlarını okuyup incelemelerini tavsiye ederiz  Bir Kuşeyrî'yi, bir Gazzalî'yi, bir İmam-ı Rabbanî'yi ve diğerlerini okusunlar  Üçüncü grupta bulunanları ise biraz insafa davet ederiz  Sûfîlerin yeni bir din ihdası ile ortaya çıkan kimselere karşı yaptıkları mücadele, tasavvufu bir din gibi görme bir iddiasının doğru olmadığını göstermek için yeterli bir delildir  Nitekim İmam-ı Rabbanî döneminde yaşayan devrin sultanı Ekberşah, İslam, Hristiyanlık ve Hinduizm'den karma bir din ihdas etmeye kalkışmıştı  Bu zatla amansız bir mücadele sürdürüp ona engel olan İmam-ı Rabbanî hazretleridir  Kendisine "ikinci bin yılının yenileyicisi" anlamına - Müceddid-i elf-i sanî - denilmesinin sebebi bu mücadelesi ve hizmetidir  Her biri bir Allah ve peygamber aşıkı, İslam hadimi olan sûfilerin temsil ettiği tasavvufun bir başka din gibi takdim edilmesinin ilmîlik ve insaf ölçüleri ile bağdaşır yanı yoktur  - İslam'ı tasavvuf, cihad ve nur gibi ekol ve fırkalara ayırmak acz ifadesi değil midir? - Bu soruyu soran kardeşimiz herhalde bugün ülkemizdeki tasavvufa tarikat ve Risale-i Nur adıyla anılan cemaatlara ve bazı İslam ülkelerindeki tanzîm-i cihad gibi bir takım kuruluşlara bakarak bu soruyu sormuş olmalıdır  Bugün ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde bulunan İslamî cemaat ve fırkalar bir arayış içindedirler, İmamesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılan müslümanları yeniden toparlamaya çalışmakta; zor bir dönemden geçen insanımızın yeniden toparlanışına katkıda bulunmaktadır  Farklı yapıdaki bu cemaatlar, birbirleriyle uğraşmadığı ve önündeki hizmet planına göre birşeyler yaptığı sürece faydalıdırlar  Hatta onların farklı gruplar halindeki hizmetleri kendilerini hizmet yarışına sürükleyen bir motivasyondur  Allah Teala: "Siz hayır işlerinde yarışın  Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getiririr  " (el-Bakara, 2/148) buyurmaktadır  Her grup birbiriyle çekişmeden hayır yarışına girince Allah, onları bir araya getirecektir  Dolayısıyla bu tür grupları bir hizmet dağılımı gibi görmek gerekir  Çünkü her grubun meşreb ve meslekıne göre hizmet önceliği vardır  Bu da toplumda değişik konuların değişik gruplarca ele alınmasını sağlamakta; dolayısıyla İslam toplumunun inşasına katkıda bulunmaktadır  Ayrıca gruplar arası iç çekişme genellikle dış mücadeleye güç olmadığı zamanlarda olur  Dış düşmanlarla mücadele edebilecek bir kıvama gelen İslamî topluluklar zaten çekişmez  - Tasavvuf alanında zaman zaman görülen bozulma çizgisinin nedenleri nelerdir? Tasavvufta otokontrol mekanizması var mıdır? Nasıl işler? - Bütün bilim dallannda ve kurumlarda olduğu gibi tasavvufta da zaman zaman asıldan uzaklaşmalar ve bir takım sapmalar olmuştur  Bozulmanın temel sebebi liyakatsizlik ve cehalettir  Babadan oğula intikal eden şeyhlik anlayışı, liyakatsiz ve ehliyetsiz kimselerin kolayca şeyhlik makamına oturmalarını sağlamış, bu da tabiî olarak bozulma sürecini hızlandırmıştır  Önceleri tasavvufî eğitim için belli bir dînî altyapı sağlanır, ondan sonra tarîkata girilirdi  Önce, tekke ve medrese arasındaki soğukluk bu yapıyı belli bir biçimde menfi olarak etkiledi  Ardından ehliyet ve liyakatine bakılmadan şeyh çocukları tekkelere şeyh olmaya başladılar  Liyakatsizlikler sonucunda yanlışlık hızla artmaya başladı  Tasavvuf ve tarikatlerin iki otokontrol mekanizması vardı  Bunlardan biri tekkelerin kendi içinde seyr u sülûk ile işleyen ve sadece hilafet alanlara irşad imkanı sağlayan mekanizma  Özellikle büyük merkez tekkeler kendilerine bağlı taşra tekkelerine halifeler gönderir, meydana gelebilecek şikayetlere göre bu kişilerin azl ve tayinleri için meşihat ve saltanat makamına arîzalar takdim ederlerdi  Yetki ve sorumluluk asitane tabir edilen merkez tekkelerde olurdu  Teftiş ve murakabe de onlar tarafından yapılırdı  ikinci otokontrol sistemi ise sosyal kontrol mekanizması olan halkın ve tarikat bağlılarının tepkisi ve kontrolü idi  Bütün sosyal kurumlarda olduğu gibi tekkelerde de bu mekanizma son derece önemliydi  Halkın eğitim düzeyinin yüksek olduğu dönemlerde etkili bir biçimde çalışır ve ehil olmayan kimselerin işbaşına gelmesini önlerdi  Ama halkın eğitim düzeyi gerileyince bu mekanizmanın etkisi de azaldı  Tekkelerin kendi içindeki otokontrol mekanizmasının zaafa uğraması ve halkın şikayetleri, yöneticileri bir takım ıslah çalışmaları ile bu mekanizmaya işlerlik kazandırmaya yönlendirmiştir  Nitekim II  Abdülhamid Han tarafından kurdurulan "Meclis-i meşayıh"ın amacı otokontrol sistemini daha sağlıklı bir biçimde hayata geçirmekti  Bu amacı gerçekleştirmek için bir takım çalışmalar yapılmış ve tekke şeyhlerinin dini ve tasavvufi eğitimleri için belli esaslar vaz'edilerek icazet zorunluluğu getirilmiştir  - Tasavvufî hayat ferdî olarak yaşanamaz mı? - Bu soruyla iki şey kasdedilmiş olabilir  Birincisi evrad ve ezkârıyla, riyazat ve mücahedesiyle, seyr u sülûk ve tarikatıyla tasavvufun ferdî olarak yaşanıp yaşanamıyacağı; ikincisi kişinin kendi başına kitap ve sünnete uygun bir kulluk yapıp yapamayacağıdır  Öğrenmek başka, uygulamak ve yaşamak başka şeylerdir  Tasavvuf öğrenileni yaşamayı fiilî olarak öğreten bir eğitim kurumudur  Eğitimde güçlü şahsiyetlerin başkalarını etkileyerek kendi boyası ile boyaması sözkonusudur  Çünkü terbiye, olgunlaşmış şahsiyetlerin, insanın eksik ve ham tarafları üzerinde yaptığı olumlu etkidir  Türkçe'deki: "Kır atın yanında duran ya huyundan, ya suyundan" sözü bu etkileşimi gösterir  Birinci şekliyle; yani tasavvufun seyr u sülûk ve tarikatıyla ferdî olarak yaşanması mümkün değildir  Çünkü bu eğitim sisteminin amacı bir mürebbî ve mürşidi gerekli kılmaktadır  Bütün uygulamalı ilimlerde olduğu gibi tasavvufi terbiyede de üstada ihtiyaç vardır  Bu konuda şeyh ve mürşide aid meselelerde daha ayrıntılı bilgiler verilecek  İkinci şekliyle; yani insanın kendi kendine kitap ve sünnete göre kulluk yapması elbette mümkündür  Eldeki yazılı bilgilerden yararlanarak insan iyi bir müslüman olabilir  Ancak birlikteliğin heyecan ve coşkusu daha farklıdır  - Bazı tarikatlar ilme, bazıları kisveye, bazıları keramete, bazıları nazara, bazıları çalgıya önem vermektedir  Bu yaşantı ve ilgi alanlarının farklılık sebebi nedir? Bu karmaşa içerisinde doğrunun ölçüsü nedir? - Bugünkü müslümanların haline bakıp müslümanlık hakkında hüküm vermek nasıl yanlış bir yargı olursa, bugün toplumumuzda yaygın görüntülerin bakıp tasavvuf hakkında söz söylemek de aynı şekilde yanlış olur  Gerçek tasavvuf elbette, bugün çok bölük pörçük yaşanan tasavvuf değildir  Ya da bir başka ifade ile bazı grupların öne çıkmış bir takım özelliklerini tasavvufun bütünü için bir yargı vesilesi yapmak yanlıştır  Aslında bu soruların cevabı asırlar önce verilmiş ve tasavvufun asıl gayesi ortaya konmuştur  Bakınız Yunus ne diyor: Dervişlik olaydı taç ile hırka Biz dahi alırdık otuza kırka İlim ilim bilmektir İlim kendini bilmektir Sen kendini bilmezsin Bu nice okumaktır  Tasavvuf insanlara önce kendini, sonra Rabbini tanıma (ma'rifet) yolunu gösterir  Farklı özelliklerinin ortaya çıkması biraz da mürşid ve müntesiplerinin farklı karakter yapısından kaynaklanmaktadır  Çünkü yukarıda sayılanlardan hiçbiri tek başına tasavvuf değildir  Ancak sûfiler bir eğitim aracı olarak yerine göre musikîden de nazardan da istifade etmişlerdir  Bugün modern pedagojide insanın karşısındaki ile göz iletişimi kurmasının önemi kabul ediliyor  Göz ile kulak yüksek duyu organları sayılıyor  Bu iki duyu organının diğerlerine göre eğitimde çok daha etkili olduğu tesbit edilmiş bulunmaktadır  Nazar bir göz iletişimidir  Musiki de kulak aracılığı ile kalbe ulaşma yoludur  Mutasavvıfların derdi bellidir  Gönüllere "Elest bezmi"nde verdikleri sözü hatırlatmak  Bunun için, hangi aracı bulurlarsa kullanmışlardır  Aslında amaç olarak tasavvufta ne kisvenin, ne kerametin, ne nazarın, ne de güzel sesle söylenen musikî, ve ilahînin bir kıymet-i harbiyyesi vardır  Çünkü amaç kulluktur, ihsandır, rabbanîliktir  Rabbanîlik söz konusu olunca da sadece bilgininde çok önemi yoktur  Bilgi amelle, amel ihlasla, ihlas ihsan ve îsar ile beslendiği zaman anlam kazanır  Bugün bu konuda görülen eksiklik, tasavvufun değil, ferdlerin eksiklik ve kusurudur  Bunu tasavvufun geneline fatura etmek haksızlık olur  - Günümüzün bozuk şartlarında, herşeyin nefse ve şehvete hitab ettiği bir zamanda sadece tasavvuf yeterli olur mu? - Günümüzde, herşeyin nefs ve şehvete hitab ettiği bir ortamda tasavvufa belki her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır  Ancak İslamî ilimleri birbirinin alternatifi olarak görüp birini diğerinin yerine ikame etmek anlayışı yanlıştır  Çünkü her türlü ilimden arınmış "sırf tasavvuf" diye birşeyden söz edilemez  Tasavvuf fıkıhla, hadisle, tefsirle ve diğer İslamî ilimlerle birlikte vardır  Bunlar birbirini bütünleyen ilimlerdir  Bunlardan sadece birisi ve birkaçını alıp diğerlerini almamak eksiklik olur  Zaten süfîler de bunu bildiklerinden eserlerine ve yollarına diğer ilimlere aid bilgiler de koymuşlardır  Burada muhtelif kimselere nisbetle rivayet edilen şöyle bir sözü hatırlatmakta yarar vardır: "Fıkıhsız bir tasavvuf zındıklığa, tasavvufsuz bir fıkıh fasıklığa götürür  Fıkıh ve tasavvuf, zahir ve batın beraber olunca tahkik ilmi meydana gelir  " Ahmed Rifai der ki: "Tarikat, ayn-ı şeriat, şeriat ayn-ı tarikattır  Aralarındaki fark lafızlardan ibarettir  " (bk  el-Burhânü'l-müeyyed, Ma'rifet Yolu, s  134  ) | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |