Prof. Dr. Sinsi
|
Hangi Çağ?
Hangi Çağ?
İLKÇAĞ FELSEFESİ
M Ö 7 yüzyılın sonundan başlayıp, M S 2 yüzyıla dek süren dönemin felsefesidir
İlkçağ felsefesi, mitolojiden ya da çoktanrılı dinden kopuş ve doğal olayların yine doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancıyla başlamıştır
En seçkin temsilcileri arasında Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi büyük filozofların bulunduğu ilkçağ felsefesinde, bilimle felsefe hep bir arada olmuş, başlangıçta doğa felsefesi ön plandayken, sonlara doğru pratik felsefe ağırlık kazanmıştır
ÇAĞIN GENEL ÖZELLİKLERİ
İlk döneminde Yunan felsefesi hemen hemen bütünüyle dış doğaya, cisimlerin dünyasına yönelmiş olan bir doğa felsefesidir
Bundan sonra insana karşı uyanan ilgi klasik dönemin geniş sistemlerine yol açmıştır Bu sistemlerde Tanrı, insan ve doğa, bir düşünce bağlantısı içinde kavranmak istenmiştir
Sistemli bağımsız ve kişiseldir
inanca ve sezgiye değil akla dayalıdır
Mitolojiye çoktanrıcılığa tepkiyi dile getirir
Görünüşün,çokluğun,ilişkilerin,oluşların ardındaki değişmez olanı arar Bunada birlik adını verirler
Aristotelesin kendi felsefesiyle okulunda gelişen ve biriken çok zengin bilgi kadrosu, tek tek bilimlerin bağımsızlığına her bilgi kolu üzerinde ayrıca çalışmalara yol açmıştır Bundan sonra, her şeyi, bütün konuları içine almak isteyen bir sistem yerine: aralarında gittikçe ayrımlaşan bilimlerin bir karmaşası geçmiştir Felsefe kendini bu bağlantıdan ayırmış, onun payına dünya ve hayat görüşleriyle ilgili genel sorunlarla uğraşmak düşmüştür
Döneme Damgasını Vuran İsimler: Thales, Anaximandros, Aneximenes, Pyhtagoras, Herakleitos, Parmenides, Zenon, Empedokles, Anaxsagoras, Demokritos, Sofistler, Sokrates, Platon, Aristoteles
RÖNESANS FELSEFESİ
Avrupada XV ve XVI Yüzyılda yaşanan rönesans hareketinin düşüncesine, bu dönemin felsefe anlayışı
Rönesans felsefesine damgasını vuran akım, hiç kuşku yok ki, hümanizm olmuştur Bu dönem felsefesi, insan merkezli bir felsefedir
Rönesansın, insanüstü olana ya da yalnızca doğal olana karşı, insani boyutu ön plana çıkartan felsefesi, doğal olarak, insan bilgisiyle ilgili problemleri göz ardı ettiği ve mutlak bir gerçekliğin mutlak bir bilgisine sahip olma varsayımının, insanın aktüel bilgisine hiçbir katkı sağlamadığı düşünülen mutlakçılığa; insanın bilişsel faaliyetlerdeki etkinliğini gözden kaçırdığına, ve bütün bir doğayı, doğanın daha aşağı parçaları aracılığıyla tanımladığına inanılan doğalcılığa, kısacası geçmişin ****fiziğiyle doğa bilimlerini belirleyen insansızlaştırma ve kişiliksizleştirme sürecine karşı tavır almıştır
Rönesans felsefesi, epistemoloji ve mantık alanında ise, bilmenin psikolojik yönlerini ve arzu, istek, duygu, amaç ve yönelimlerle kişiliğin düşünce süreçleri üzerindeki etkisini dikkate almayan rasyonalist bir bilgi anlayışına ve klasik mantığa karşı çıkmış ve pozitif, empirist bir bilgi anlayışı ve yeni bir mantık geliştirmiştir Bu dönemde, a priori felsefelerin zorunlu düşünce doğruları, insanın bilgiye ulaşma sürecindeki somut başarılarıyla doğrulanan postülalara dönmüştür Zorunlu doğru düşüncesi ortadan kalkarken, doğruluk insan düşüncesinin bilgilenme sürecindeki başarısına işaret eden arzu edilir bir değer olup çıkmıştır
Rönesans felsefesinde teori ve pratik arasındaki mutlak antitez yok olup giderken, doğruluk ve yanlışlık mutlak olmayıp, bilginin sonu gelmeyen ilerlemesine bağlı ve göreli olan değerler olarak anlaşılmıştır
Bilgi teorisi bakımından empirist bir bakış açısı sergileyen Rönesans felsefesinde, insan zihni, yalnızca dış dünyadan gelen izlenimlerin pasif bir alıcısı olarak görülmemiş, zihnin etkinliğini vurgulayan aktivizm, iradecilik, personalizm ve bireycilikle birleşmiştir
KISACA; bireyselliğin, yaşanan dünyaya önem vermenin, demokrasinin, bilimin, din yerine aklı öne almanın yeniden canlandırılmasıdır
AYRICA ORTAÇAĞ'IN dindarlığına, ****fiziğine, bireyselliği yok etmeyi amaçlayan Hıristiyan ahlâkına ve felsefesine tepkidir
Döneme Damga Vuran İsimler: Machiavelli, Bodin, Kopernik, F Bacon
19 YÜZYIL FELSEFESİ
19 yüzyılın en tipik özelliği siyasi ideolojiler çağı olmasıdır
18 yy da aydınlanma sadece dine ve geleneğe değil,
siyasi otoriteyede başkaldırarak devletin gücünü azaltıp bireyin gücünü arttırmayı amaçlamıştır
O yüzden de siyasette ve ekonomide liberalizmin yıldızı parlamıştır
Ancak arzu edilen eşitlik, güvenlik yine sağlanamamıştır Buna tepki olarak 19 yy da sosyalizm ortaya çıkmış ve eşitlik kavramına önem vermiştir
19 yy liberalizm ile sosyalizmin çekiştiği bir ideolojiler çağı olmuştur
GENEL ÖZELLİKLERİ
Sosyal ve siyasal sorunlara yönelme ideolojilerin öne çıkması
Olgulara dayalı bilim anlayışı
Din ve geleneğe karşı olma
Yeni kültür ve insan tipi arayışlarına yönelmedir
Döneme Damga Vuran İsimler: Saint-Simon, A Comte, K Marx, S Kierkegaard, F Nietzsche, H Bergson, J Bentham, W James, J Dewey, C Darwin, H Spencer
Ünlü Felsefe Tarihçisi Ernst Von Aster anlatıyor:
FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER
-II-
İlkçağdan başlayıp gelecek çağlara uzanan felsefe, insan aklının ve zekâsının, çağlar boyunca hiç eskimeyen, eskimeyecek olan düşüncelerini, buluşlarını, yaratılarını daima yenileyerek, bilim hayatının gelişmesine paralel olarak kâinat içinde insanın yeri ve hayatın mânâsı üzerine düşünmeye devam edecektir
Geçmişte ki felsefeleri bilmeden bugünün ve geleceğin felsefesini anlamak mümkün değildir
Evrensel felsefeye katkıları bakımından Türk aklının ve zekâsının Felsefe Tarihindeki ve felsefi düşüncenin aşamalarındaki yeri Batılı felsefecilerin ilgisini ve takdirlerini çekmeye devam etmektedir
Dünyanın sayılı Felsefe Tarihi otoritelerinden Prof Dr ERNST VON ASTER 1930lar Türkiye'sinin aydınlıklarına, aydınlıklar sunan bir ilim adamı olarak Ankara Üniversitesinde Felsefe Tarihi Dersleri veren büyük hocalarımızdandı
Türkiye ikinci Tarih Kongresinde Ernst Von Asterin verdiği, FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER (1937) konulu konferansının metnini izleyicilerimize sunmaktan mutluluk duyuyoruz
Düşünen Adam dergimiz, bu diziden sonra eski Türk Filozofları üzerine yapılan irdelemeleri de yayınlamayı sürdürecektir Saygılarımızla
Hıristiyan Avrupanın iskolastik adını taşıyan Ortaçağ felsefesi birbirinden açıkça ayırt edilebilen iki aşamaya ayrılmaktadır; birinci aşama ile ikinci aşamanın arasındaki esas farkı, ikincisinde Aristonun eserlerinin İslâm düşünce aleminden Batıya geçmiş olması teşkil eder Aristonun kavimler göçü sırasında kaybolup gitmiş olan eserlerin Arapça tercüme ve tefsirler sayesinde Doğudan Batıya tekrar intikal ettiği malûmdur Batıda ise Aristonun başlıca yazıları, Eflâtunla Yeni Eflâtuncuların eserleri ile birlikte, muhafaza edilmiş bulunuyor Yahut şöyle diyebiliriz: Tâ ilk zamanlardan beri Doğuda, Eflâtun ile Pisagorun fikirleri ile birlikte Aristoculuğa ve Revakiliğe ait unsurları ihtiva eden Yeni Eflâtunculuk, Elkindi, Farabi ve İbni Sina gibi şahsiyetlerde Eflâtunla Aristoyu ahenkli bir surette birleştiren bir felsefe karakterini –Batıda olduğundan daha yüksek bir derecede- muhafaza etmiştir Sonraları, İslâm kültür çevresi içinde de Aristo hakim mevkie çıkmıştır; fakat bu, ancak Mağrib, yani Endülüs-Fas çevresinin ve bilhassa İbni Rüşdün tesiri ile gerçekleştirilmiştir Ancak İbni Rüşdden itibarendir ki Hıristiyan Ortaçağ felsefesi, Ortodoks bir Aristoculuk manasında otoriteye boyun eğen bir karakter kazanmıştır ve İbni Rüşdün bu istikamette yaptığı tesir, Sen Tomanın İbni Rüşd ve taraftarlarına (Averroistlere) karşı açtığı mücadeleye ve belirli noktalarda bizzat kendi tefsirinin Aristodan hayli sapmasına rağmen, pek büyük bir önemi içermektedir İbni Rüşd, sık sık İbni Sinaya ve bazen de Farabiye karşı keskin surette hücum ettiği vakit, dayandığı yer , Aristonun, doğruluğunu onlara karşı ispata kalkıştığı metinleridir Böylece Hıristiyan yüksek iskolastiği, kökeni daha ziyade Fas ve İspanya olan Ortodoks bir Aristoculuğun tesiri altında bulunmaktadır; halbuki Türk-İslâm yüksek iskolastiği, daha ziyade doğrudan doğruya Farabi ile İbni Sinaya dayanmaktadır
Bundan başka, Avrupai Hıristiyan iskolastiği ilk dönemi esas itibariyle teolojiden ibarettir; daha doğrusu, Hristiyan doğmalarını akla kabul ettirmeyi, bunları imanla bilginin, meşhur “Credo ut intelligam” (=Evvelâ inanıyorum ve inandığımın doğruluğunu ondan sonra aklımla idrak ediyorum) sözleri ile tespit edilmiş olan münasebetine bağlayan mantıkla temellendirmeyi kendisine vazife bilen bir teolojidir Şüphesiz Farabi ve İbni Sina gibi düşünürler de imanla bilginin çelişik olamayacağına inanmış, samimi müminlerdir Fakat bunlarda, fikir ve lisan bakımından kesin olarak tespit edilmiş doğmaların sonradan ispatı meselesi çok önemsiz bir rol oynamaktadır İslâm felsefesinde Allahın iskolastik tarzda ispatlarının mevcut olduğuna, fakat bunların Hıristiyanlarda oynadığı rolden çok daha az bir rol oynadığına çok defa işaret edilmiştir Bunun sebebi Hıristiyan iskolastiğinin Allahın mevcudiyetini kabul için ispatsız olarak kabul etmeleri değildir; hakiki sebep şudur: “dogma”nın kilise otoritesi altında kesin bir şekilde formüle etmiş olduğu münferit bir kuralı, mektebe uygun tarzda ispat niteliğin, İslâm feylesoflarına önemsiz tali derecede olan bir iş olarak görünmektedir
Ortaçağın İslâm ve Hıristiyan felsefelerinde görülen müşterek noktalardan biri, tabiat ilimlerine karşı alakanın yavaş yavaş kuvvetlenmesi ve tabiat hadiselerinin izah ve tasavvurunun Yeni Eflâtunculuktan ziyade Aristo tarzına yaklaşmasıdır Ortaçağ İslâm felsefesinde de esas itibariyle Yeni Eflâtunculuğa eğilimli bir felsefeden, Aristoya dönük bir felsefeye geçişi müşahede etmekteyiz; yalnız, buradaki geçit Avrupadakinden daha yavaş, daha içten olmuştur
Hellenistik Felsefe
Kent devletinin sona erdiği M Ö 323 yılıyla Hellenistik çağın son büyük imparatorluğunun Romanın bir parçası olduğu M Ö 30 yılı arasındaki dönemin felsefesine verilen ad
Bu dönemde yer alan dört büyük felsefe okulu sırasıyla, Akademi, Peripatetik okul, Epikürosçu ve Stoacı okuldur Bu dört okuldan, hazcı ahlâkı ve Tanrının evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epiküros felsefesi, daha ağır basan ve döne¬me çok büyük ölçüde damgasını vuran felsefe olmuştur Amaçlı bir evren anlayışıyla en yüksek insani iyi olarak, aklın doğru ve yerinde faaliyetine duyulan inanç ise, en güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur Stoacıların görüşlerinde somutlaşan bu amaçlı evren görüşü, son çözümlemede Sokratesten miras alınan bir görüş olarak Epikürosun varlık görüşüyle karşıtlık içindedir
Bu dönemde ortaya çıkan başka bir felsefe okulu da, dogmatik oldukları gerekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de Stoacı felse¬feye gösterilen tepkiyle seçkinleşen, kuşkuculuk olmuştur Nihayet dönemin sonlarına doğru, Poseidoinos Panaetios ve Antiokhos, Stoa felsefesini Platon ve Aristotelesçi öğretilerle birleştirmeye çalışmıştır
GENEL ÖZELLİKLERİ
Hellenistik felsefenin en önemli özelliği, bu felsefenin konularını mantık fizik ve etik şeklinde düzenlemesidir Mantık, Aristotelesten miras alınan bir tavırla, bilgi teorisini de kapsayacak şekilde, doğru bilgiye ulaşmanın yöntemi ve felsefenin vazgeçilmez aracı olarak görülmüştür Nitekim, bu anlayışın bir sonucu olarak, özellikle Stoacılar mantık alanına çok önemli katkılar yapmışlardır Aynı şekilde, fizik de arka planda kalıp, yalnızca etik için bir temel ve hazırlık olma fonksiyonunu yerine getirmiştir Bundan dolayı, bu dönemde filozoflar, fizik ya da varlık alanında yeni teoriler geliştirmek yerine, Sokrates öncesi doğa filozoflarının görüşlerini aynen benimsemişlerdir Bu bağlamda, Stoalıların Herakleitosun fiziği¬ni Epikürosun ise Demokritosun atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik yapmadan benimsediğini söylemekte yarar vardır
Hellenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin, etik olmuştur Bunun nedeni, bireyin amacına ulaştığı, iyi bir yaşam sürdüğü, kendisini her bakımdan evinde gibi hissettiği kent devletinin yıkılması, kent devletinin yerini alan imparatorlukla birlikte, bilinen dünyanın sınırlarının genişlemesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçimde dünyaya topluma ve kendilerine yabancılaşması, yalnız ve başıboş kalmasıdır
Böylesi bir toplum düzeninde, felsefeden beklenebilecek tek şey, ilgisini birey üzerinde yoğunlaştırması, bireyin felsefeden bek¬lediği yol göstericilik görevini yerine getirmesidir Bu dönemde, felsefenin herkesçe kabul görmüş amacı, insanı mutlu bir yaşama ulaştırmak, bireye güven ve bilgelik kazandırarak, onun yaşadığı yabancılaşma ve yolunu kaybetmişlik duygusunu aşmasını sağlamaktır İşte bundan dolayı, Hellenistik dönemin en büyük ve en önemli iki sistemi olan Epikürosçulukla Stoacılık kişisel bir ahlâk üzerinde yoğunlaşmışlar, siyasi ya da toplumsal düzenle ilgili problemlere pek az önem vermişlerdir Bir tinsel bağımsızlık ve kendi kendine yetme idealini ön plana çıkartan iki akımın da ahlâkı, fiziklerinin katkısız materyalizmini yansıtacak şekilde doğalcı ve bu dünyacı, yani içinde yaşadı¬ğımız dünyayla, bu dünyadaki yaşam ve değeri temele alan bir ahlâk anlayışıdır
Döneme Damga Vuran İsimler: Stoalılar, Epiküros, Akademi, Septikler, Philon, Plotinos
17 YÜZYIL FELSEFESI
Rönesansin birikimlerini degerlendiren ve sistemler kuran bir yüzyildir
Rönesansta kusku öne çikarken 17 yy da akil öne çikar Kesin ve güvenilir bilgi türü olarak matematik seçilmistir ancak fizikten kopmak, ****fizige yönelmek anlamina gelmez
GENEL ÖZELLIKLERI
Bu dönemde felsefeya rasyonalizm yani gerçege akilla ulasilabilecegi inanci hakimdir
Doga ölçülebilir sayilabilir cinsen birsey olarak kabul edilir Doga hakkindaki hakkindaki güvenilir bilgiye ölçme ve saynalarla ulasilabilir Yani fizigin bilhgisine matematik metod uygulanir
Tanri ,doga ile akla ayni ilkeleri vermistir Bu nedenle doga ile akil , nesneyle zihin arasinda uygunluk vardir
Güvenilir ve kesin bilgnin mükemmel örnegi olarak matematik görünür
Kesin bilgiye ulasmada duyulara güvenilmez
Döneme Damga Vuran Isimler: Descartes, Pascal, Hobbes, Geulincx, Malebranche, Spinoza, Leibniz
20 YÜZYIL FELSEFESİ
On dokuzuncu yüzyılın sonlarından başlayıp günümüze dek uzanan felsefe
Felsefe hiçbir zaman boşlukta gelişmeyip, kültürün bir parçası olarak, daima çağın siyasi ve toplumsal koşullarıyla ilişki içinde ortaya çıktığına göre, çağdaş felsefenin de, yirminci yüzyılın koşullarından etki¬lenen, yirminci yüzyıla özgü bir bakış açısı vardır Çağdaş felsefe içinde yer alan tüm filozoflar, aralarındaki farklılıklara karşın, işte bu bağlamda, bir parçası oldukları modern toplumun ilgi ve problemlerine yanıt vermek durumunda olmuşlardır Şu halde, çağdaş felsefeyi karakterize eden birinci özellik, onun yirminci yüzyılda ortaya çıkan kimi temel durum ve oluşumlardan, örneğin modern toplumun bilim karşısındaki ikircikli tavrından, dile yönelik ilgiden, dünya savaşlarının yarattığı umutsuzluktan, toplumsal koşulların yarattığı güven bunalı¬mı ve yabancılaşmadan, vb, yoğun bir biçimde etkilenmiş olmasıdır
Çağdaş felsefeyi karakterize eden ikinci özellik, yirminci yüzyılda filozofların Batı felsefesine Kanttan beri damgasını bulan kurmacılık veya konstrüktivizm ve görecilikten kaçınma çabası içine girmiş olmalarıdır Buna göre, Batı felsefesinde Descartesla başlayıp, Kantla doruk noktasına ulaşan özne çıkışlı bir felsefe anlayışının ardından, yirminci yüzyıl felsefesi insandan ve insanın inançlarından bağımsız olarak varolan bir nesnel dünyanın varoluşunu kabul eden bir felsefedir Nesnelliği yeni¬den yakalamaya çalışan çağdaş felsefe, aynı zamanda nesnel olarak varolan bir evrenin bilgisinin mümkün Olduğunu savunan bir felsefe olarak ortaya çıkar
Kabaca ve genel olarak değerlendirildiğinde, çağdaş felsefede tarihsel bir sıra için¬de ortaya çıkan 3 ayrı gelenekten söz edilebilir: Analitik gelenek, fenomenolojik gelenek, eleştirel ya da yıkıcı gelenek
Çağdaş felsefenin önemli ve büyük geleneği ise, Hobbes ve Humea mal edilebilecek olan kimi felsefi kabulleri benimseyen düşünürlerin oluşturduğu analitik gelenektir Dünyanın çok büyük sayıda basit öğeden meydana geldiğini, kompleks nesnelerin bu öğelere ayrıştırılabileceğini ve bu basit varlıklarla karşılaşıldığı zaman, onların kolaylıkla tanınıp anlaşılabileceğini öne süren bu gelenek mensupları, felsefenin görevinin sentez değil de, dilsel ya da bilimsel veya mantıksal analiz olduğunu öne sürer En önemli temsilcileri arasında George Edward Moore, Bertrand Russell, Gattlob Frege, Ludwig Wittgenstein, ve Viyana Çevresi düşünürlerini verebileceğimiz bu gelenek realist bir tavır alıp sağduyuya yaklaşırken, bir yandan da bilimden tarafa saf tutup ****fiziğe şiddetle karşı çıkar
Çağdaş felsefenin ikinci geleneği ise, Alman filozofu Edmund Husserl tarafından kurulmuş olan fenomenolojik gelenektir Bilginin olanağına büyük bir güçle inanırken, Kantın eseri olan konstrüktivizme şiddetle karşı çıkan fenomenolojik gelenek, kendinde şeylerin bilince göründüklerini öne sürmüştür Bu çerçeve içinde bilince dönen ve bilincin yönelimselliğini bilinç üzerinde yoğunlaşmanın nedeni ve haklı kılınışı olarak değerlendiren fenomenolojik gelenek, aynı zamanda realist bir tavırla, şeylerin karşılı¬lı bağımlılığı ve ilişkisi üzerinde durmuştur Analitik geleneğin Humea yakın olduğu yerde, daha çok Hegele yaklaşan fenomenolojik geleneğin en önemli temsilcileri ara¬sında Martin Heideggerle Jean Paul Sartre bulunmaktadır
Çağdaş felsefenin üçüncü geleneği Fransız düşünürleri Michel Foucault ve Jacques Derrida tarafından temsil edilen eleştirel ya da yıkıcı gelenektir Örneğin, özcülüğe, ikiciliğe, Descartesçı felsefeye, akıl ya da lojisizme, Aydınlanma felsefesiyle pozitivizme ve dolayısıyla bütün bir moderniteye ilişkin olarak çok ciddi ve keskin bir eleştiri yönelten Derridanın son çözümlemede özcülüğe, ikiciliğe ve akılmerkezciliğe yönelik olan eleştirisi gerçekte ****fiziğe, Batının bütün bir ****fiziksel düşüncesine yönelik bir kritik olmak duru¬mundadır Başka bir deyişle, Batı düşüncesinin yüzyıllardan beri termelinde yer kavram ve karşıtlıkları yeni baştan eleştirel bir bakışla değerlendiren bu gelenek, Barı felsefesinin temellerini sarmıştır
Döneme Damga Vuran İsimler: E Husserl, K Popper, L Wittgenstein, Gramsci, İrigaray, M Heidegger, J P Sartre, A Camus, A Einstein, Simone De Beauvoir, Lyotard, Hayek
Ünlü Felsefe Tarihçisi Ernst Von Aster anlatıyor:
FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER
-III-
İlkçağdan başlayıp gelecek çağlara uzanan felsefe, insan aklının ve zekâsının, çağlar boyunca hiç eskimeyen, eskimeyecek olan düşüncelerini, buluşlarını, yaratılarını daima yenileyerek, bilim hayatının gelişmesine paralel olarak kâinat içinde insanın yeri ve hayatın mânâsı üzerine düşünmeye devam edecektir
Geçmişte ki felsefeleri bilmeden bugünün ve geleceğin felsefesini anlamak mümkün değildir
Evrensel felsefeye katkıları bakımından Türk aklının ve zekâsının Felsefe Tarihindeki ve felsefi düşüncenin aşamalarındaki yeri Batılı felsefecilerin ilgisini ve takdirlerini çekmeye devam etmektedir
Dünyanın sayılı Felsefe Tarihi otoritelerinden Prof Dr ERNST VON ASTER 1930lar Türkiye'sinin aydınlıklarına, aydınlıklar sunan bir ilim adamı olarak Ankara Üniversitesinde Felsefe Tarihi Dersleri veren büyük hocalarımızdandı
Türkiye ikinci Tarih Kongresinde Ernst Von Asterin verdiği, FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER (1937) konulu konferansının metnini izleyicilerimize sunmaktan mutluluk duyuyoruz
Düşünen Adam dergimiz, bu diziden sonra eski Türk Filozofları üzerine yapılan irdelemeleri de yayınlamayı sürdürecektir Saygılarımızla
|